Sunday, September 14, 2008
Başkan Barzani, anayasa uygulanmazsa parlamentomuzun kararlarını uygulayacağız
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
‘DTP DEĞİL, KÜRTLER KAPATILIYOR’
Birgün -Demokratik Toplum Partisi (DTP) Eşbaşkanı Emine Ayna ve DTP MYK üyesi ve Batman Milletvekili Bengi Yıldız BirGün gazetesini ziyaret ederek kapatılma davasıyla ilgili olarak 16 Eylül’de yapacakları savunma hakkında bilgi verdi. Emine Ayna, davanın yalnızca teknik bir parti kapatma davası olarak görülmemesi gerektiğini söyleyerek, “dava Türkiye’nin geleceğinin ve demokratikleşmesinin yönünü belirleyecek önemde bir davadır” dedi.
BU BİR PKK DAVASI DEĞİL Kapatılma davasıyla ilgili olarak 16 Eylül’de sözlü savunma yapacaklarını belirten Emine Ayna, “davaya konu teşkil eden iddialar ne hukukidir ne de siyasi. Biz bunları da kabul etmiyoruz. Sözlü savunmamızda bir halkın hak ve hukuk mücadelesini anlatacağız. Halkın hak arama mücadelesinin terör ve şiddet olarak nitelendirilemeyeceğini anlatacağız. Bu hukuki ve siyasi düzeyden yoksun iddialara bir siyasi düzey getireceğiz.” Emine Ayna, bu davada PKK’ye neden terör örgütü demediklerinin de sorulduğunu anımsatarak, “Bizim derdimiz PKK’yi savunmak ya da değerlendirmek değil. Biz neden PKK’ye böyle diyoruz onu anlatacağız. Ama bu dava bir PKK davası değil. PKK’nin ne olduğu ve kendini nasıl tarif ettiği ise davayla ilgili bir şey değil.” DTP’nin kapatılması halinde Kürt sorununda çözümsüzlük siyasetinde bir adım daha atılacağını belirten Ayna, “Oysa eşit haklara sahip insanların yaşadığı bir ülkenin önünün açılması gerekiyor” dedi. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın hükümetin hazırladığı AB’ye ilişkin “Ulusal Program’la” ilgili olarak kendilerine yaptığı bilgi verme ziyaretine de değinen Ayna, ‘Babacan’a da asıl sorunun anayasa değişikliği, sistem değişikliği, zihniyet değişikliği olduğunu’ söyledik”dedi. Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili AKP ve devletin aynı düzlemde olduğunu söyleyen Ayna, Kürt sorununda AKP ve Ordu farkının bulunmadığını belirtti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Diyarbakır gezisine değinen Ayna, Başbuğ’un “Sorunun çözümünde siyasiler etkin olsun” sözüyle “Siyasiler DTP’nin varlığını tanımasın” çağrısı anlamına geldiğini söyledi. |
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
Etiketler : Dtp
Yasak Dilin Militanları
“Bin dost az, bir düşman çok” (Kürt atasözü) Hülya Yetişen- www.Kurdistan-Post.org Arınacağımı düşünerek, gelip yine yazıya sığındım. Televizyonların görüntü kirliliği, gazetelerin haber saptırması/ kışkırtıcılığı internetin acımasız tutsaklığı, kentin karmaşası derken...... Elias Canetti’nin ‘Hiçbir kıyım, bir sonrasından korumaz!’ cümlesiyle gitmenin bir kurtuluş olmadığını, bu kırım-kıyım zamanının uzağında durmanın bir fayda sağlamayacağını, kapandığım kendi Ada’mda Robenson gibi yaşanamayacağını anladım. Geçen yılın ilkbaharında Kürdistan coğrafyasında bir geziye çıkmıştım. Adıyaman Kâhta’dan başlayıp; Nemrut, Mardin, Midyat, Urfa, Halfeti, Harran, Batman, Hasankeyf, Diyarbakır ve Antep’te sonlanan. Rehberim Dilan isminde bir Kürt kızıydı. Zeytin karası gözleriyle ve mağrur bakışlarla bizi süzen Kürt çocuklarının delici bakışlarının izini hâlâ üzerimde taşıyorum. Yıllardır savaşın sürdüğü o topraklarda çocuklar her şeye rağmen geleceğin umudunu taşıyorlardı. Gölgeler dünyasında birer deniz feneri gibiydiler. Yerçekimine karşı bir duruştu onlarda gördüğüm. Basında, kendi dillerinde eğitim görmek istedikleri için bir günlük okula gitmeme ve okulu boykot etme kararı alan Kürt çocuklarının eylemlilikleri biçimindeki haberler epeyce yer aldı. Eylemin militanları küçücük Kürt çocuklarıydı. Sürgit savaşın kuşağı olan bu ‘büyük’ çocuklar karşısında biz büyükler küçük kaldık. Anadiline sahip çıkan ve artık kendi dillerinde eğitim görmek isteyen bu çocuklar, siyasi tükenmişliğe karşı, bir isyanın başatı oldular. Çocuklar neden yasaklı dilleri için isyanda? Kendi dillerini özgürce konuşmak için! Ana dili konuşma, zihinsel gelişimle birlikte kişilik oluşumuna da içerir. Dil, imgeler dünyasını yöneten bir araçsa, imgelem de zihinsel özgürlüğün anahtarıdır. Yüzyılların gerisinden sürüp gelen baskılar, Kürt çocuğuna kendi dilinde konuşmayı değil, susmayı dayatmıştır. Diğer bir ifadeyle “mademki konuşmuyorsun, o halde yoksun” olarak da algılanabilir. Bu ideolojik bir savaştır. Düşünme ile dil arasında diyalektik bir bağ vardır. İnsanlar en iyi bildikleri ana dilleri ile düşünürler. Dildeki parçalanma veya bütünsellik, doğal olarak düşünmeyi de aynı biçimde etkiler. Zaten düşüncenin başlangıcı da biyolojik evrimden çok, toplumsal gelişme sürecine bağlıdır. Düşünce yaratıcıdır, düşüncenin yaratıcılığı, sorunları çözmede, çevreyi değişikliğe uğratmada, yeni bilgi ve yöntemlerini oluşturmada ortaya çıkar. Evliya Çelebi, altı ciltten oluşan ‘Seyahatname’sinin dördüncü cildini Kürdistan’a ayırmıştır. Ortaçağdaki çoğu Kürt şehirlerinin kendi dillerinde, kendilerine ait bayrak, ordu ve yasalara sahip emirliklerden oluştuğunu yazar. Kürdistan ile ilgili öyküsüne Dicle ve Fırat’ın kaynağının Kürdistan’da bulunduğunu söylemesi ile başlar. Bingöl’den ve halkından bahsederken,’Halk Zaza, Lolo İzo, Yezidi, Hıltı Çekvani, Şakai, Kiki, Bisyani ve Murki aşiretlerinden oluşmaktadır’ der. “Bunlar, Elamlılar, Huriler, Hititler ve Guti uygarlıklarıydı. Bu uygarlıkların yaşayan çocukları, ana dilleri için 2008 yılında eyleme geçti” sözü de bu tarihe yazılmalıdır. Kökleri çok eskilere dayanan Kürtler kendi dillerini konuşmak ve bu dilde eğitim görmek için hâlâ bedel ödemeye devam ediyorlar. Devletin izlediği inkâr politikalarıyla da devam edeceğe benziyor. Kürtçe ninnilerle büyüyen, Kürtçe gülüp, Kürtçe ağlayan, Kürtçe düşünüp Kürtçe konuşan Kürt; severken de, söverken de Kürdi duygularla heyecanlanır. Bu çocuklara, ilkokulda Türkçe dilini bir baskı aracı olarak dayatmak ve anadilleri olan Kürtçe’yi konuştular diye sopa atıp dövmek, siyasi bir baskı ve kültürel bir soykırımdır. Baskı ve dayaklarla çocukluk düşleri iğdiş edilmektedir. Kopuşu, ötede kalmanın, bir yere ait olamama duygu ve düşüncesinin sürekli empoze edildiği bu çocukların kendi dillerine sahip çıkmaları bu nedenle çok anlamlıdır. « ............... İnsana dönük bütün bakışlarımız. İçimizdeki boşluğun rengini dönüştüren, biçimleyen de o Olmayınca ötekinin sesi soluğu, Viranız. Ama çoğunlukla habersiz yaşarız bundan.Göremeyiz İçimizdeki o yıkıntıyı. Zamana dönmek gerek.....Yani elimizdeki âna, biçimlediğimiz güne......” (Feridun Andıç-Zamanın Sarkacı) Bakışırken ruhumun derinliklerinde iz bırakan ve şimdi de dilleri için eyleme geçen Kürt çocuklarının geleceğe umut taşıyan başından ve gözlerinden öpüyorum. |
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
Tarih, figüranlar ve başoyuncular
Aydın Dere Tarih: 14 Eylül 2008 Pazar Kuşkusuz tarihin anlamı insanın kendi bilincine varmasında değil, “toplumsal koşulların ve üretim ilişkisinin diyalektik gelişmesinde yatar” gerçekliğini bilmek acı veriyor. Kendi değerleri üzerinden yeşermeyen istilacı ve yağmacı toplumların sonunu da tarih iyi biliyor; çökmekte olan toplumlar ve sınıflar tek tip kültürde ısrarcı olan ve kendi tarihleriyle yüzleşmeyen, kendilerinden başkasına yaşam hakkı tanımayan toplumlardır. Uygarlık ve insanlık ne çekiyorsa böylesi düşüncelerde ısrar eden bağnaz ve cahil politikacılardan çekiyor. Şaşaalı Osmanlı saraylarında yaşanan aile içi kıyımlar, çocuk yaşta tahta çıkanlar ve deliler birer simge olarak tarihe geçseler de, asıl sorgulanması gerekenler bu zavallı kişilikler değil, bu sistemi koruyan kolektif zihniyettir. Deli Petrolar, Neronlar, Hitller ve Saddamlar birer figürdür aslında. Ve insanlığı bu deli ve yetersiz kişiliklere terk edip cehenneme çevirenlerin sinsi ve ırkçı politikaları sorgulanmalı. İnsanlığın, geleceğin ve aydınlığın düşmanları kara ve bulaşıcı düşüncelerinde ısrar ediyorlar. Türkiye ve Ortadoğu kan revan… Darbelerle yönetilen toplumda, devrimin tohumları yeşeremiyor. Fransız devrimi tüm Avrupa’yı yerinden sarsmış toplumda estetik bilincin yükselmesini sağlamış, yeni ve çok ön açıcı düşünceler sanatta, politikada ve tüm insani değerlerin yükselişinde önemli rol oynamıştır. Matbaanın kurulmasından tutun da bilim ve teknolojik alanındaki gelişmelere damgasını vurmanın temelinde bu toplumsal ivme ve başkaldırı vardır. Elbette Avrupa bu gelişmelere sıçrama yapmadan çok kanlı savaşlara da sahne olmuştur ve gelinen bu aşamada tarihleriyle ve geçmişleriyle yüzleşecek kadar güçlüler ve geçen gün Cenevre’de evrenin sırlarına ulaşmak için CERN’de ki deneme dünyada büyük heyecan yaratırken bizde hâlâ “Vatan, millet, Sakarya” teranesi üstünden rantına rant katanlar cumhuriyetindeyiz. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında kimler kaybetti kimler kazandı? Yakın tarihte, Balkanlarda yaşanan vahşetlerde kazanan oldu mu? Ahlakdışı milliyetçilik kendi sonunu da hazırlayan bir döngü yaratır ve nesiller boyu onarımı mümkün olmayan yıkımlara, travmalara yol açar. Saddam rejimi bunun en bariz örneklerindendi. İnsanlık kendini yaşamak ister, insan kendi dili ve kültürüyle vardır, bu nedenle tüm değerleri elinden alınmış bir halkın varoluş ve özgürlük mücadelesinin doğuşu kaçınılmazdır. 1984 yılına kadar Kürt dili ve kültürünün yasaktı. Eğitim kurumları, radyo ve TVler aracılığıyla Kürtlerde Türkleşme hızla sürüyordu. Modern anlamda aidiyet bilincine bir avuç aydın sahipti. Bu başkaldırı tarihin olmazsa olmaz zorunluluğuydu. Bundan böyle sorunun çözüm formüllerinin nasıl olacağı olgusundan öte hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve Kürtler için tatmin olunacak kadar hak elde edilmeden bu yoldan dönüşün olmayacağı gün gibi ortada. Eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşama koşulları oluşur ve buna uygun bir formül bulunursa buna karşı koymak, bir taraf için ahlak dışı milliyetçilik diğer taraf için ahlakdışı etnikçilik olacağından kuşku yoktur. Her gün onlarca savaş uçağının onlarca sorti yaptığı savaşı savaş olarak kabullenmeyen Türk devlet cephesinde durum nedir? Kürtlere karşı savaştıkça emperyal devletlerin desteğine ihtiyaç duyduğundan ötürü direnişi bastırmak için her şeyini ucuz ucuz satarak varolan milli egemenliğini gün geçtikçe yitirip borç batağına girdi. Milyonlarca vatandaşını kendisine düşman hale getirdi. Ermeni soykırımı baskısı yetmiyormuş gibi Kürtlere işkence ve katletme suçlamalarıyla dünyada sömürgeci, işkenceci ve katliamcı imajını artırdı. Süren savaş devleti zor durumda bırakınca çetelere ihtiyaç duydu. Çeteler faili belli binlerce cinayet işledi. Devletin palazlandırdığı çeteler karakterleri gereği Cumhurbaşkanı Özal, Bakan Adnan Kahveci, General Eşref Bitlisi gibi devlet adamlarından, Uğur Muncu, A.Taner Kışlalı,Turan Dursun gibi devletin derin kalemleri ve Danıştay saldırısına varana kadar devlete yöneldi. Sözde laik devlet Kürtleri din yoluyla maniple etmek için takkıyeci dincilere olanaklar sunarak iktidara taşıdı. Ordunun kurumlar üstündeki otoritesi artarak katmerli bir hale geldi. Orduya ayrılan ödenek savaş gerekçesi ile eğitim ve sağlıktan kat be kat artar hale geldi. Yakılan köyler ve işlenen cinayetlerden ötürü Türkiye AHİM’de önemli sanıklardan biri haline geldi. Süren savaş doğal olarak ekonomik bir sektör oluştururken vatanperverlik edebiyatı üstünden devlet hortumcular cumhuriyetine dönüştü. Ve metropollerde Kürtlere karşı linç girişimleri kime kazanç sağlayacaktı? Güya Kürtler korkutulup sindirilmek isteniyor, oysa bu durum Kürtlerde mağduriyet duygusunu tetikleyerek örgütlenme duygu ve düşüncesini geliştirdi. İç sorunlarıyla uğraşmaktan yorulan Türkiye Avrupa Birliği’ne (AB) dahil olma projesi erteledikçe erteledi. Bu kirli savaşın kimseye faydasının olmadığını görmek, makul bir çözüm bulmak militaristlerin işi olmayabilir. Fakat politik ve bilimsel kurumların bir formül bulmaları gerekmez miydi? Kurumlarında bilimselliğin gelişmediği toplumlarda etniksel ya da milliyetçi aşırılıkların önüne geçmenin zor olduğunu biliyoruz. Ancak sarmallı olan İslamcılık, milliyetçilik ve tekçi egemen devlet özünde çokta aptal değildir. Özal, Kahveci ve Bitlis’ii bunun en iyi örneklerindendir. İngilizlerin tecrübelerinden neden yararlanılmasın? Önce bölge gerçeğine uygun bir çözüm formülünü üretip medyayı devreye sokarak her iki halk arasında toplumsal barış konsensüsü yaratmasını başarmak zor değildir. Ardından sorunu masaya yatırıp bilimsel bir metotla çözüm bulmak neden zor olsun? Kanıtlanmış bir gerçek var ki; desteğini halktan alan bir halk hareketi muhatap alınmak istenmedikçe gücünün artırması kışkırtılmış olacaktır. Aydın Dere dere@bluewin.ch Kurdistan-Post.Org |
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
Neden Kürtçe konuşulmasın?
Niçin İngilizce oluyorda Kürtçe olmuyor |
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
Allahınız da mı yok?
Mutabakatın meyvesi |
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
Çince de serbest; Kürtçe yasak
|
KurdTime : Sunday, September 14, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kürtçe