Araplar, Kürdlere Arap diyor. İranlılar, Acem diyor. Türklerde, Türk diyor. Kürd diyen yok. Şimdi biz Arap mıyız, Türk müyüz yoksa Acem miyiz? Siz karar verin. Kimsenin dili varmıyor bize Kürd demeye. Ne güzel, nasıl da bize sahip çıkıyorlar diye düşünebiliriz. Her millet kendinden kabul ediyor. Bu aslında güzel bir sahiplenme diye biliriz. Ancak içimizden birileri “hayır ben Kürdüm” dediğinde kıyametler kopuyor. Sorun da burada başlıyor. . Biz Kürdleri kimliğimizle değil kendi kimliğinizle kabul etmenizde yatıyor. Sizin kimliğinizle var olsak bile yine de eşitlik ilkesine uymayan uygulamalara maruz bırakılıyoruz. Seksen yıldır red ve inkar ederek bizi kendi kimliğinizden biri olarak gördünüz. Fakat bunun asimilasyon amacı olarak kullanıldığını fark etmediniz. Bir toplumu kendi kimliğinden soyutlayarak Türk yapma istekleri, binlerce insanın ocağına ateş düşürdü ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden oldu. Bunda Türk halkının çıkarı neydi? Yoksulluk ve felaketlerden başka ne getirdi onlara. Ekonomisi dibe vurdu. Dünyada barbar kimliğiyle anılan bir toplum haline geldi. Binlerce ananın gözlerinden sakındığı evlatlarını kaybetmesine sebep oldu. Kardeş diyerek bir ulusu yok saymanın yöntemlerini Kürdler üzerinde denediler. Kardeş dediler ormanları ve köylerini yaktılar. İkibinbeşyüz faili meçhul cinayete ortak oldular. Halepçe de beşbin insanın kimyasal silahlarla yok edilmesine göz yumdular. Bu da yetmedi, Saddam gibi eli kanlı bir diktatöre sürekli destek verdiler. Saddam idam edildiğinde dünyada tek üzülen toplum Türk toplumu oldu. Hani kardeştik. Bu kardeşlik teraneleriyle Türk toplumu uyutulmaya çalışıldı. Oysa farklılıklarımızı kabul ederek kardeş olabilirdik. Türkler gerçekten inanarak Kürdlere kardeşim„ dediğine inanıyorum. Ancak Kürd tarihine öylesine yabancı ki, bu kardeşlik duygusu da onun tarihine bakışında ki çarpıklığın sonucuydu. Yoksa “kardeşim“ dediğin insanlara yapılan zulme karşı çıkmak gerekmez miydi ? Her gün yirmi dört saat medya ve televizyonlar Kürdlere, Kürd aydınlarına ve Kürd önderlerine küfür ediyor. Yapılan dizilerde bile kötü, hırsız, çakal ve hain tiplemeler genelde Kürdlerden seçilmektedir. Herhangi bir yerde, kötü ve yüz kızartıcı suç işlenmiş ise, olay normal akışında Ahmet veya Mehmet diye küçük bir haber olarak geçerken, söz konusu suça, eğer bir Kürd iştirak etmiş ise, bütün haber programları ve gazeteler, olayı manşetlere çıkararak bütün Kürd toplumunu suçlayan bir pozisyona çekiyorlar. Kürdlerle Türklerin kardeş olduğunu iddia edenlere soruyorum? Saddam zulmünden kaçıpta Türkiyenin 'misak-i milli'sine sığınan Kürdlere ne oldu? Şimdi neredeler? Neden buralarda kalmadılar? Bir tekini gören var mı? Yok. Çünkü Saddam zulmünden kaçıp buralara sığınanlar, bu defa Türk ordusunun zulmüyle karşı karşıya kaldılar. Bulgaristan'dan gelen Türk soydaşlarına konutlar yapan ve onlara iş ortamları yaratan Türk devleti, kardeş dediği Kürdleri tel örgülerle çevrili kamplara kapattı. Onlara yardım etmek isteyen Kuzeyli Kürdler, türlü türlü cezalara çarptırıldı. Bu da yetmezmiş gibi, Muş'da ki bataklık üzerine kurulan kamplar için yapılan ekmeğe, fare zehri koyularak, yüzlerce insanın zehirlenmesine ve onlarcasının ölmesine sebep oldular. Kamptaki yüzlerce çocuk, bu bataklığın yaydığı mikroplardan, açlıktan, bakımsızlıktan ve hastalıklardan hayatlarını kaybettiler. Saddam zulmüne rahmet okutacak uygulamalar sonucunda, Saddam zulmünü tercih etmek zorunda kalarak geri dönmek zorunda kaldılar. Kardeşlik bu muydu? Kendi dilinde şarkılar dinlemesine bile tahammül edemediğiniz bir ulusa, „kardeşim „demeniz ne kadar gerçekci. Her sabah Kürd çocuklarına “ne mutlu türküm diyene” dedirterek, yıllarca böylesi bir uygulamaya Kürdlerin “ evet „ diyebileceğini kim düşünebilir? Bir insanın ana dilinde konuşmasını yasaklamak kardeşliğin neresinde durmaktadır? Bu savaşta sıkılan her kurşunun, Türk toplumunun sofrasından ve eğitiminden eksilerek birilerinin ceplerine girdiğini ne zaman anlayacaksınız ? Türk toplumu artık bunu anlamalıdır. Kürdistan dağları daha yüzbinlerinin ölümüne sebep olabilir. Bu dağlardan nice sultanlar, nice Mustafa Kemaller ve İsmet paşalar gelip geçti. Evleri, ormanları ve köyleri yakıp gittiler. Ama Kürdler hala oradalar . Bütün bunları göz önünde bulundurmak ve bu savaşa „dur“ demenin zamanı gelip geçmektedir. Türk aydın ve demokratlarının üzerine ise çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluk Kürd ve Türk insanının ölmesi ya da ölmemesi üzerine kurulmuş bir sorumluluktur. Ya bu sorumluluğa herşeyi göze alarak göğüs gerecek ve Türk halkını uyandırmaya çalışacaksınız, ya da, tarihin çöplüğüne insanların ölümü üzerinden kirli politikalara ortak olan yavşak, işbirlikçi bir adla atılacaksınız : Ve tarih sizi bu ölümlere, cinayetlere suskun; kalemi satılmış biri olarak yazacak. Seçim siz Türk aydınlarının. NİL DEMİRKAZIK ÇOCUK-DER GENEL BAŞKANI AMED BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ ADAYI |
Monday, October 20, 2008
BİR KÜRDÜN ÇIĞLIĞI
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
Diyarbakır Erdoğan’a hoş geldin demedi!
Radikal Diyarbakır karıştı. Başbakan Erdoğan'ın gelişini protesto etmek için sabah başlayan kepenk kapatma eylemi ilerleyen saatlerde sokak çatışmalarına döndü. Diyarbakır' ın Bağlar ilçesinde izinsiz gösteri yapıp cadde ortasında lastik yakan grubu polis biber gazıyla dağıttı. Ara sokaklara kaçan göstericiler polise taşlı saldırıda bulundu. Gerginlik bütün şehire yayılarak devam ediyor. Başbakan Erdoğan ise Diyarbakır'a ulaştı. Diyarbakır’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gelişini protesto edenler kentin değişik semtlerinde lastik yakıp, yolu kapatarak polis taşladı. Polis, biber gazı kullanarak grupları dağıttı.
Erdoğan halkın içine çıkamadan kentten ayrıldı |
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
ANADOLU’NUN EVLATLARI
YÜZ YILIN TANIKLARI “Bu kitapta, Anadolu’nun farklı dinden, farklı dilden, farklı milletten, farklı kültürlerden insanların başlarına gelenleri ibretle okuyacaksınız. ‘Bu kadar da olur mu? Bir ana, evladına bunu da yapar mı? Bir devlet kendi vatandaşlarına böyle davranır mı?’ diye soracak, anlatılanlara inanamayacaksınız. Halbuki bu kitap, gerçek hayattan birkaç sayfa, okyanustan sadece birkaç damladır. Bu kitapta, son yüz yılda, istemeden, mecburiyetten, gözleri arkada kalarak Anadolu’dan, Türkiye’den ayrılmış, dünyanın dört bir yanına savrulmuş insanlardan otuz altısının, gerçek hayat hikayelerini okuyacaksız.”
640 sayfa Fiyatı : 24.80 € + posta ücreti: Almanya: 1.4€ Avrupa: 4.5€ Amerika & Kanada uçakla: 11.- € Normal posta: 7.-€ Türkiye: Normal posta: 4.5 € İsteme adresi:h_ kemal_yalcin@yahoo.de
Kitapta yer alanlar: Nesrin Görsev – Doğan GörsevNusaybinli Sabri Atman Los Angeles Ararat Huzurevi’nden Karslı Rosa Razaryan Balıkesirli Bedros Seropyan Yozgatlı Mari Atamyan Sırpazan Karekin Bekçiyan Kapadokyalı Thomas Cosmades – Amerikalı Lila Cosmades Yozgatlı Eftik Demirkapı- Hataylı Cevdet Demirkapı İstanbullu Garo Eroyan Ohannes Garavaryan – Karmen Garavaryan Herman Hıntiryan – Arek Hıntiryan Aydın Karahasan – Nevin Karahasan Enver Karagöz – Işılay Karagöz Vartkes Kaprielyan – Zağik Kaprielyan Yaşar Kaya – Sayımgül Kaya Hamdi Maskar – Havva Maskar Midyatlı Albert Sevinç(Hadodo) -Tahranlı Shakeh Sevinç (Zeynalian) İstanbullu Anjel Başar Binali Bozkurt – Senem Bozkurt Sivaslı Nişan Şimanoğlu İstanbullu Seta Ağacan – Varujan Ağacan İstanbullu Hrant Torunyan- Araksi Torunyan
Anadolu’nun Evlatları Sunuş“Anadolu” adı, Yunancada “güneşin doğduğu ülke” anlamına gelen “Anatolia” kelimesinin Türkçeleşmiş biçimidir. Anadolu, Türkçede ana kavramını, sevgiyi, zenginliği, büyüklüğü çağrıştırır. “Güneşin doğduğu yer” olan bu topraklar on bin yıldan beri çok çeşitli medeniyetlere, kültürlere beşik; çeşitli halklara, milletlere anayurt, anavatan olmuştur. Anadolu’dan çok çeşitli dinler, inançlar, Tanrılar gelip geçmiştir. Ahmet Arif, bir şiirinde “Havva Anan dünkü çocuk sayılır / Anadoluyum ben / Tanıyor musun?” dizeleriyle özetler Anadolu tarihinin derinliğini. Türk boyları MS XI. yüzyılda Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında toprağa yerleşmiş; sanatta, kültürde, bilimde, üretimde, ticarette gelişmiş Bizans İmparatorluğu’nu bulmuşlardı. Bu imparatorluğun içinde Ermeniler, Rumlar, Pontoslular, Kürtler, Araplar, Cenevizliler, Süryaniler yaşıyordu. Anadolu bir Hıristiyan ülkesiydi. Toplam nüfusları beş milyon kadar olan bu halklar Anadolu’nun sahipleriydi. XI. yüzyıl boyunca gelen Türk boylarının, aşiretlerin toplam nüfusları ise dört yüz bin kadardı. Türk boyları göçebeydi. Yerleşik halkların kültürlerine, üretim biçimlerine yabancıydı. O zamanlar henüz “Türkiye” diye bir kavram, bir devlet yoktu. Anadolu’nun Türkleştirilmesi, Müslümanlaştırılması, Sünnileştirilmesi bin yıldan beri devam eden uzun bir süreçle olmuştur. Bu süreç, en hızlı ve en kanlı biçimiyle yirminci yüzyılda gerçekleştirilmiştir. 1914 yılında yapılan Osmanlı nüfus sayımına göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki sınırları içinde yaşayan toplam nüfus yaklaşık 16.5 milyondu. Bu nüfusun dört milyon kadarı Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Yahudiler, Yezidiler ve diğer Müslüman olmayan insanlardan meydana geliyordu. Toplam nüfusun dörtte biri gayrimüslimdi. 94 yıl sonra, 2008 Türkiye’sinde ise toplam yüz bin kadar Hıristiyan kalmıştır. Nereye gitti, ne oldu bu insanlara? Cumhuriyet döneminde, nüfus mübadelesi ve göçlerle Türkiye’ye gelen insanlardan çok daha fazla sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, özellikle 6-7 Eylük 1955 hadiseleri sonrasında, Avrupa ülkelerine, Amerika’ya, Kanada’ya, Avustralya’ya ve dünyanın dört bir yanına kimi gönüllü, kimi gönülsüz göç etmiştir. Ayrıca 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinden sonra binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Batı Avrupa ülkelerine siyasi nedenlerden iltica etmiştir. İlticacı akını tüm engellemelere ve zorluklara rağmen hâlâ devam ediyor. Kolay mıdır bir insanın doğup büyüdüğü, köksaldığı topraklardan, yerinden yurdundan, varolduğu kültürel ve doğal çevreden kopması, ayrılması? Bu kitapta, son yüz yılda, istemeden, mecburiyetten, gözleri arkada kalarak Anadolu’dan, Türkiye’den ayrılmış, dünyanın dört bir yanına savrulmuş insanlardan otuz dördünün gerçek hayat hikayelerini okuyacaksız. Bu insanların tümü, benim çeşitli vesilelerle tanıma olanağı bulduğum insanlardır. Dostlarımdır, kardeşlerimdir, arkadaşlarımdır. Ben de onlardan biriyim. Aramızda kader birliği var. Bu kitapta yer alan insanlardan her biri, söndürülmüş ocaklarını, yıkılmış hayatlarını, bin bir zorlukla yeniden kurmuş, kendi alanlarında başarılı olmuşlardır. Anadolu’nun refahı ve ilerlemesi için harcayacakları emeklerini, enerjilerini, yeteneklerini göç ettikleri ülkenin kalkınmasına harcamışlardır. Kitapta yer verdiğim insanlar ve onların dahil olduğu milletler bir zamanlar Anadolu mozaiğinin değerli, ayrılmaz parçalarıydı. Anadolu kültürlerin, dinlerin, dillerin, ırkların özgürce yaşadığı, harmanlandığı, çiçeklendiği dönemlerde Anadoluydu. O zamanlar farklılıklar bir zenginlikti. Yunus Emre, “Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim / Biz kimseye kin tutmayız / Bütün insanlar birdir bize.” diyordu. Son yüzyılda Anadolu’nun kültürel zenginlikleri solduruldu. Diller susturuldu. Anadolu mozaiği parçalandı, betonlaştırıldı. Bu kitapta Anadolu’nun farklı dinden, farklı dilden, farklı milletten, farklı kültürlerden evlatlarının başlarına gelenleri ibretle okuyacaksınız. “Bu kadar da olur mu? Bir ana, evladına bunu da yapar mı? Bir devlet kendi vatandaşlarına böyle davranır mı?” diye soracak, anlatılanlara inanamıyacaksınız. Halbuki bu kitap, gerçek hayattan birkaç sayfa, okyanustan sadece birkaç damladır. Kitapta yer alan Anadolu’nun her evladı, kendi hayatını kendi diliyle anlattı. Ben onların anlatımlarına, düşüncelerine, değerlendirmelerine, yorumlarına müdahale etmedim. Herkesin anlatımlarını kaleme aldıktan sonra, kendilerine okudum. Onaylarını alarak yayınladım. Bu nedenle herkesin düşüncesi kendisini bağlar. Bu insanlar, vatan hasretiyle, geçmişlerinin acı tatlı hatıralarıyla yaşayan ve gözleri açık giden Anadolu’nun özevlatlarıdır. Her biri, son yüzyılın canlı tanıklarıdır. Onlar Türkiye’den, Anadolu’dan farklı zamanlarda, farklı biçimlerde kopmuşlardır. Bazıları ayrıldığı yerleri bir daha hiç görememiştir. Bu nedenle kullandıkları Türkçe ve anlatım tarzları farklıdır. Cümle yapılarına, kelime bilgilerine bilerek dokunmadım. Bütünlük sağlamak amacıyla benzer soruları sordum. Kimseye soracağım soruları önceden söylemedim. Herkesin içinden geldiği gibi konuşmasına önem verdim. Anadolu’nun Evlatları, aradan uzun yıllar, çok acılı olaylar yaşamalarına rağmen, “Nerelisiniz?” sorumu, “İstanbulluyum, Kapadokyalıyım, Tokatlıyım, Sivaslıyım, Malatyalıyım, Iğdırlıyım, Midyatlıyım!” diye cevapladılar. Hiçbirinde kin, nefret, intikam görmedim. Onlar Anadolu’yu, doğduğu toprakları hiç unutmamışlardı. Ya Tokatlılar, Kapadokyalılar, Maraşlılar, Yozgatlılar, İstanbullular kardeşlerini ve Anadolu, bağrından kopmuş evlatlarını sevgiyle hatırladı mı, hallerini hatırlarını hiç sordu mu? Kardeşin duymadığını eloğlu duydu yabanellerde! Nasıl bir yönetim anlayışıdır ki, kendi gibi düşünmeyen, hakkını arayan, özgürlük isteyen vatandaşlarına hiç acımasız davranmış, bazen insanları birbirine düşman etmiş; akıl mantığın yerine şiddet kullanmıştır. Anadolu’nun Evlatları keşke Anadolu’da kalsalardı! Keşke Anadolu’yu tek renkli beton yapmak için harcanan zaman; savaşlara, yıkımlara, kırımlara harcanan para Anadolu’nun çok kültürlü, çok renkli varlığını zenginleştirmeye harcansaydı! Keşke bu acılar yaşanmasa, bu gözyaşları sel olup akmasaydı! Bu kitapta yer alan Anadolu’nun Evlatları’nın sevinçleri benim de sevincim, acıları benim de acılarımdır. Bu kitabı birbirimizi anlamak, dünümüzü hatırlamak, geçmişin acılarından ve mutluluklarından bugünün ve geleceğin adaletli, barışçı, insancıl, özgür toplumunu yeşertebilmek için yayınlıyorum. Hayatlarını olduğu gibi bana anlatmış, yazmış, açıklamış, zaman ayırmış olan Anadolu’nun Evlatlarına çok teşekkür ederim. Kitabımı dikkatle okuyarak düzeltmeler yapan değerli kardeşim Brenda Başar, Sultan Yıldız ve Agop Yıldız’a; bana yardımcı olan arkadaşlarıma ve konuşma kasetlerini sabırla yazıya döken sevgili eşim Necla’ya teşekkürü bir borç bilirim. Bochum, 8 Mayıs 2008 Kemal Yalçın Geçmişle İlişkimiz ( 84 yaşındaki, Kayseri Talaslı Thomas Cosmades’in, 20 Eylül 2008 günü, Köln’de, Kemal Yalçın’ın “Anadolu’nun Evlatları” adlı kitabının tanıtım toplantısında yaptığı konuşmadır.) Washington’daki Büyük Arşiv Merkezi’nin giriş kapısı üzerinde önemli bir yüreklendirme göze çarpar: “Geçmişi araştır, önsözdür.” Herhangi bir kitaba onun önsözünü okumadan başlamak hiç kuşkusuz belirgin bir eksiklik ve ilgisizlik olur. Kemal Yalçın’ın övülmeye değer son kitabı “Anadolu’nun Evlatları”nın Sunuş’unu dikkatle okumadan diğer bölümlerini okumaya başlamak konuyu kısır bırakır. Her şeyin bir önsözü vardır: Dünyamızın, ulusların, kültürlerin, toplumların, ailelerin ve kişilerin... Bu önsözler ilgilenene sağlam ve etkin bir yol gösterici olabilir. Ne yazık ki, ŞİMDİ’de, BUGÜN’de varlığını sürdüren kimi insanlar, olup bitenlerin önsözünü önemsemeden, yaşam gidişlerini düzenlemeye çalışıyorlar. Ünlü devlet adamı Winston Churchill (1874-1965) tanığı olduğu tarih dönemini ve ondaki olguları kapsayan altı ciltlik, hacimli anılar dizisini yazdı. Churchill, kitabının başlangıcında çarpıcı bir gözlemde bulunuyor:
“Geçmişten ders almayan, ondaki acı olayları yinelemeye mahkumdur.” İçinde yaşadığımız bu dönem medyanın merceği altındadır. Günümüz dünyasında “Invesgative Reporting” “Araştırıcı bildirişim” yöntem’i medya alanını şekillendiriyor. Güncel haberleri sadece gördükleri ve duydukları çerçevede halka ileten muhabirlere gülenler eksik değil. Nesnel haberciyim derken, herhangi bir konuyu enine boyuna araştırmadan, derinine inmeden, öznel bir dille yazmaya yeltenen kişi, yanlış bilgi vermenin kurbanı olmuştur. Günümüzde bu türden haber yapanlar pek çoktur. Öte yandan, önemli bir olgunun ayrıntılarına uzanan, geçmişine ilişkin bilgi toplayan, karanlıkta kalmış noktaları aydınlığa çıkaran, gizlilikte saklı gerçekleri bilinçlendiren, didikleyen, deşen yazarlar basın ödülleri topluyor. Bu dönemde haddim olmayarak her yazara seslenmek isterim: Herhangi bir konuyu nesnellikten ayrılmadan tanıtmak istiyorsanız, onun taaa derinine inmeye, her ayrıntıyı incelemeye dikkatle önem veriniz. Bunları uygar bir davranışla ve cesaretle yapınız. Ele aldığınız konuları ve sorunları iyice elemeye, eleştirmeye uğraşınız, ter dökmekten kaçınmayınız. Sadece bu yöntemle hem öznellikten sıyrılabilir, hem de apaçık nesnel, okuyana yararlı olabilecek doğru bilgiler verebilirsiniz. Duygularınızı, heyecanlarınızı, önyargılarınızı bir yana bırakınız. Yalnız bu tutum kişiye basın ödülünü getirebilir. Kemal Yalçın bu sözlerle anlatılabilecek bir yazardır. Onun kitaplarında, roman biçiminde yazılmasına rağmen, nesnel, uzun araştırmalar sonunda elde edilmiş bilgi pek çoktur. Yazılarını dikkatle okurken her paragraf ve satırda bu inceliğe rastlanır. Sürükleyici, heyecanlandırıcı, kalemi okuyucuyu askıda bırakmıyan, dalıcı ve akıcı yazı biçimiyle etkisi gitgide boyutlanıyor. Bu yüzden Kemal Yalçın, günümüzün hatırı sayılır bir Türk yazarıdır. Topladığı takdir her kitabıyla birlikte çoğalmakta. Başlangıçta anlattığım özdeyişi (motto) bir kez daha hatırlatmak isterim:
“Geçmişi araştır, önsözdür.” Kemal Yalçın tam bunu yaptı, yapmaya da devam ediyor. O Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar oldu. Kemal Yalçın tam bunu yaptı, yapmaya da devam ediyor. O Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar oldu.Kemal, benim gözümde, bu atılıma hiç çekinmeden, yılmadan, nabza göre şerbet vermeden dalan bir yazardır. Kendisiyle ilk tanıştığımda, “Sen bir çığır açmaktasın!” demiştim. Kemal’in açmış olduğu bu çığır, pek çok kişiyi, hiç bilinmeyen ufuklara taşıdı, başkalarını da aynı çığırın yolcusu haline getirdi. İnanıyorum ki, onun adı, daha geniş çapta duyulacak, uğraşları uzun boyutlara ulaşacak. Bu mutlu olaya katılmaktan ben de özel bir sevinç duyuyorum. Kemal Yalçın’a bol başarılar diliyorum. Gerek son kitabı “Anadolu’nun Evlatları”, gerekse öbür kitaplarının Türkçe’de ve çevrildiği başka dillerde pek çok kişi için aydınlatıcı ve bilgilendirici olmasını tüm yüreğimle dilerim. Konuşmamı noktalarken çok önemli bir bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Dünya çapında nam sahibi olmuş, Anadolu toprakları üzerinde tarihsel-arkeolojik çok derin araştırmalar ve çalışmalar yapmış olan Profesör Arnold J. Toynbee (1889-1975) Anadolu’da doğan sonra da batan 17-18 uygarlıktan söz etmekte. Geniş çapta yayınlanan A Study of World History önde gelen bir tarih yapıtıdır. Yorumlayıcı bir tarih bilgini olan Dr. Toynbee, Anadolu uygarlıklarının niçin ve nasıl battığını aydınlatmaya çalışır. Yeryuvarlağının bu seçkin parçasında beliren en son uygarlık Türkün’küdür. Bu tamamlayıcı uygarlığın gerilere değil, aydınlatıcı-ilerici-katkıcı bir uygarlık atılımına yönelmesini candan dileyelim. Köln, 20 Eylül 2008 Kapadokyalı Thomas Cosmades |
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
OSMANLI’DAN BUGÜNE 1: Kürt milliyetçiliğinin ‘geç’ doğumu
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
Etiketler : Tarih
Türkiye'de Kürt meselesini çözebilecek, barışı sağlayabilecek çapta bir siyasi “yok”
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
Etiketler : Röportaj
Güneydoğu sorunu nasıl çözülür?
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
Etiketler : Röportaj
Kürt sorunu: Çözüm için öneriler
ALİ BULAÇ a.bulac@zaman.com.tr
Kürt sorunuyla ilgili çözümleri düşünürken, iki hususun altını çizmek gerekir: a) Sorun bütünüyle çözülse bile "terör" bütünüyle bitmeyebilir. Ancak lokalize olur, dağa çıkışlar asgariye iner. Terörle mücadele, sorunun kaynaklarına inip sahici ve kalıcı çözümlerin bulunup hayata geçirilmesine mani değildir. b) Form olarak üniter yapıyı değiştirmek gerekmez, belki bugüne kadar ısrarlı olunan yaklaşımlara daha eleştirel bakılabilir. Bu çerçevede mevcut sorunun şu taleplerin karşılanmasıyla çözülebileceğini düşünüyorum:
1. Kürt kimliğinin tanınması ve bunun her kademe ve alanda kabul edildiğinin dile getirilmesi. Belki anayasada şu veya bu kimlik yer almaz, ama şu veya bu kimlik beyanı ve talebinin önündeki yasal ve anayasal engeller ortadan kaldırılabilir. 2. Resmî dil Türkçe olmak üzere, isteğe bağlı ana dil veya ana dilde eğitim yapma imkânlarının Kürtçe veya başka dil konuşan gruplar için tanınması. 3. Bütün dil grupları, medya yoluyla kendilerini görünür kılmak isterken (gazete, dergi, kitap, TV, radyo, kaset, video, film, CD, DVD, internet vs.) engellerle karşılaşmaması. TRT'de Kürtçe kanalın faaliyete geçmesi, özel TV yayınlarına izin verilmesi. 4. Etnik kimliğin fırsat eşitliğine engel teşkil etmemesi, objektif liyakat, hizmet, ehliyet ve faydanın kıstas seçilmesi. 5. İnsan haklarına tam riayet. Her türlü etnik ve bölgesel ayırımlara son verilmesi. Baskı, işkence, hukuk ihlalleri ve özel uygulamalara son verilmesi, faili meçhullerin aydınlatılması. 6. Terör yoluyla fiilen kan dökmemiş olup dağa çıkmış herkes için kapsamlı bir af çıkarılması. 7. Bölgenin ekonomik geri kalmışlığına köklü, kalıcı ve sahici çözümler bulunması, sınır ticaretinin geliştirilmesi; bölgeler arasındaki farkın ciddi tedbirlerle kapatılması. Bölgesel, sektörel ve projeler seviyesindeki yatırımların teşvik edilmesi. 8. Türk ve Kürt halkı arasında derin ve kalıcı husumetlere yol açan davranışlardan kaçınılması, kışkırtıcı yayın yapan medya üzerinde sivil baskıların artırılması. 9. Yerel ve tarihsel isimlerin iade edilmesi; köy, dağ, tepe, göl, bölge, nehir, otlak, mezra, ova, yayla, şahıs, aşiret vb. veya çift isim (Türkçe ve Kürtçe) kullanılması. 10. Diğer ülkelerdeki (Suriye, Irak ve İran) Kürt bölgeleriyle beşerî, turistik, ekonomik, ticarî, kültürel vb. ilişkilerin geliştirilmesi, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'yle iyi ilişkilerin korunması; ancak yasadışı silah ve uyuşturucu trafiği üzerindeki kontrollere devam edilmesi. 11. Dört ülke arasında parçalanan ailelerin birleştirilmesine imkân tanınması, bu ailelerin ikinci ülkedeki mal ve mülkiyet varlıklarının teminat altına alınması. 12. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkeziyetçilikten vazgeçilmesi, merkezî politik otoriteyi zedelemeden yerinden yönetime geçilmesi. 13. İslamî temelde bütün etnik gruplar arasında kardeşlik ve işbirliği ruhunun güçlendirilmesi, gönüllü ve eşit ortaklı birlik ve beraberliğin bölünme ve parçalanmadan daha yararlı ve hayırlı olduğu fikrinin anlatılması; bunun bir eğitim politikası olarak öğretilmesi. 14. Doğu ile Batı bölgeleri arasında başlamış bulunan sivil yardımlaşma köprülerinin güçlendirilmesi, bu etkinliklere devam edilmesi. 15. Türk-Kürt çatışmasını, ırkçılığı ve nefreti körükleyen tutum ve davranışlara karşı tavizsiz önlemler alınırken, sorunun kendisi ve çözüm yollarıyla ilgili sağlıklı tartışmalar yapılması, ifade özgürlüğünün özenle korunması. Yakın tarihte bütün İslam dünyası büyük acılar yaşadı. Müslüman halk ve kavimlerin ağır bedeller ödeyerek yaşadıkları bu tecrübeden Türkler ve Kürtler gerekli dersleri çıkarmak zorundadır. Hedefimiz daha küçük parçalara bölünmek değil, daha çok genişlemek ve bütünlüğe doğru yönelmek olmalıdır. Bu tarihsel süreçte, özellikle hayatında İslam dinini rehber seçen insanlara büyük görev ve sorumluluklar düştüğü inancındayım. Mahallemizde çıkan bu feci yangının üzerine bir bidon benzinle değil, belki evimizdeki içecek bir kova su ile gidelim. |
KurdTime : Monday, October 20, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
İşte AKP'nin Kürtleri
Erdoğan her fırsatta '75 Kaynak: www.gundemonline.net |
KurdTime : Monday, October 20, 2008 1 Yorum
Etiketler : Kürtçe