Monday, October 20, 2008

BİR KÜRDÜN ÇIĞLIĞI

nil_demirkazik[1]KURDISTAN-POST.ORG

Araplar, Kürdlere Arap diyor.

İranlılar, Acem diyor.

Türklerde, Türk diyor.

Kürd diyen yok.

Şimdi biz Arap mıyız, Türk müyüz yoksa Acem miyiz?

Siz karar verin. Kimsenin dili varmıyor bize Kürd demeye.

Ne güzel, nasıl da bize sahip çıkıyorlar diye düşünebiliriz. Her millet kendinden kabul ediyor. Bu aslında güzel bir sahiplenme diye biliriz.

Ancak içimizden birileri “hayır ben Kürdüm” dediğinde kıyametler kopuyor. Sorun da burada başlıyor. .

Biz Kürdleri kimliğimizle değil kendi kimliğinizle kabul etmenizde yatıyor. Sizin kimliğinizle var olsak bile yine de eşitlik ilkesine uymayan uygulamalara maruz bırakılıyoruz. Seksen yıldır red ve inkar ederek bizi kendi kimliğinizden biri olarak gördünüz. Fakat bunun asimilasyon amacı olarak kullanıldığını fark etmediniz. Bir toplumu kendi kimliğinden soyutlayarak Türk yapma istekleri, binlerce insanın ocağına ateş düşürdü ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden oldu.

Bunda Türk halkının çıkarı neydi?

Yoksulluk ve felaketlerden başka ne getirdi onlara.

Ekonomisi dibe vurdu.

Dünyada barbar kimliğiyle anılan bir toplum haline geldi.

Binlerce ananın gözlerinden sakındığı evlatlarını kaybetmesine sebep oldu.

Kardeş diyerek bir ulusu yok saymanın yöntemlerini Kürdler üzerinde denediler.

Kardeş dediler ormanları ve köylerini yaktılar.

İkibinbeşyüz faili meçhul cinayete ortak oldular.

Halepçe de beşbin insanın kimyasal silahlarla yok edilmesine göz yumdular.

Bu da yetmedi, Saddam gibi eli kanlı bir diktatöre sürekli destek verdiler. Saddam idam edildiğinde dünyada tek üzülen toplum Türk toplumu oldu.

Hani kardeştik.

Bu kardeşlik teraneleriyle Türk toplumu uyutulmaya çalışıldı. Oysa farklılıklarımızı kabul ederek kardeş olabilirdik. Türkler gerçekten inanarak Kürdlere kardeşim„ dediğine inanıyorum.

Ancak Kürd  tarihine öylesine yabancı ki, bu kardeşlik duygusu da onun tarihine bakışında ki çarpıklığın sonucuydu.

Yoksa “kardeşim“ dediğin insanlara yapılan zulme karşı çıkmak gerekmez miydi ?

Her gün yirmi dört saat medya ve televizyonlar Kürdlere, Kürd aydınlarına ve Kürd önderlerine küfür ediyor. Yapılan dizilerde bile kötü, hırsız, çakal ve hain tiplemeler genelde Kürdlerden seçilmektedir. Herhangi bir yerde, kötü ve yüz kızartıcı suç işlenmiş ise, olay normal akışında Ahmet veya Mehmet diye küçük bir haber olarak geçerken, söz konusu suça, eğer bir Kürd iştirak etmiş ise, bütün haber programları ve gazeteler, olayı manşetlere çıkararak bütün Kürd toplumunu suçlayan bir pozisyona çekiyorlar.

Kürdlerle Türklerin kardeş olduğunu iddia edenlere soruyorum?

Saddam zulmünden kaçıpta Türkiyenin 'misak-i milli'sine sığınan Kürdlere ne oldu?

Şimdi neredeler?

Neden buralarda kalmadılar?

Bir tekini gören var mı?

Yok.

Çünkü Saddam zulmünden kaçıp buralara sığınanlar, bu defa Türk ordusunun zulmüyle karşı karşıya kaldılar. Bulgaristan'dan gelen Türk soydaşlarına konutlar yapan ve onlara iş ortamları yaratan Türk devleti, kardeş dediği Kürdleri tel örgülerle çevrili kamplara kapattı.

Onlara yardım etmek isteyen Kuzeyli Kürdler, türlü türlü cezalara çarptırıldı. Bu da yetmezmiş gibi, Muş'da ki bataklık üzerine kurulan kamplar için yapılan ekmeğe, fare zehri koyularak, yüzlerce insanın zehirlenmesine ve onlarcasının ölmesine sebep oldular. Kamptaki yüzlerce çocuk, bu bataklığın yaydığı mikroplardan, açlıktan, bakımsızlıktan ve hastalıklardan hayatlarını kaybettiler. Saddam zulmüne rahmet okutacak uygulamalar sonucunda, Saddam zulmünü tercih etmek zorunda kalarak geri dönmek zorunda kaldılar.

Kardeşlik bu muydu?

Kendi dilinde şarkılar dinlemesine bile tahammül edemediğiniz bir ulusa, „kardeşim „demeniz ne kadar gerçekci.

Her sabah Kürd çocuklarına “ne mutlu türküm diyene” dedirterek, yıllarca böylesi bir uygulamaya Kürdlerin “ evet „ diyebileceğini kim düşünebilir?

Bir insanın ana dilinde konuşmasını yasaklamak kardeşliğin neresinde durmaktadır?

Bu savaşta sıkılan her kurşunun, Türk toplumunun sofrasından ve eğitiminden eksilerek birilerinin ceplerine girdiğini ne zaman anlayacaksınız ?

Türk toplumu artık bunu anlamalıdır. Kürdistan dağları daha yüzbinlerinin ölümüne sebep olabilir.

Bu dağlardan nice sultanlar, nice Mustafa Kemaller ve İsmet paşalar gelip geçti. Evleri, ormanları ve köyleri yakıp gittiler.

Ama Kürdler hala oradalar .

Bütün bunları göz önünde bulundurmak ve bu savaşa  „dur“ demenin zamanı gelip geçmektedir.

Türk aydın ve demokratlarının üzerine  ise çok büyük bir sorumluluk düşmektedir.

Bu sorumluluk Kürd ve Türk insanının ölmesi ya da ölmemesi üzerine kurulmuş bir sorumluluktur.

Ya bu sorumluluğa herşeyi göze alarak göğüs gerecek ve Türk halkını uyandırmaya çalışacaksınız, ya da, tarihin çöplüğüne insanların ölümü üzerinden kirli politikalara ortak olan yavşak, işbirlikçi bir adla atılacaksınız :

Ve tarih sizi bu ölümlere, cinayetlere suskun; kalemi satılmış biri olarak yazacak.

Seçim siz Türk aydınlarının.

NİL  DEMİRKAZIK

ÇOCUK-DER GENEL BAŞKANI

AMED BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ ADAYI

Diyarbakır Erdoğan’a hoş geldin demedi!

diyarbakir201020087 Radikal Diyarbakır karıştı. Başbakan Erdoğan'ın gelişini protesto etmek için sabah başlayan kepenk kapatma eylemi ilerleyen saatlerde sokak çatışmalarına döndü. Diyarbakır' ın Bağlar ilçesinde izinsiz gösteri yapıp cadde ortasında lastik yakan grubu polis biber gazıyla dağıttı. Ara sokaklara kaçan göstericiler polise taşlı saldırıda bulundu. Gerginlik bütün şehire yayılarak devam ediyor. Başbakan Erdoğan  ise Diyarbakır'a ulaştı.

diyarbakir201020086 Diyarbakır’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gelişini protesto edenler kentin değişik semtlerinde lastik yakıp, yolu kapatarak polis taşladı. Polis, biber gazı kullanarak grupları dağıttı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelmesini protesto eden terör örgütü yandaşları kentin Bağlar İlçesi Şehitlik, Huzurevleri, Suriçi semtlerinde izinsiz gösteriler yaptı. Polis, kendilerine taş da atan grupları dağıtmak için biber gazı kullandı. Ara sokaklara kaçan göstericiler, polise taşlı saldırılarını sürdürürken, olaylar kentin değişik semtlerinde yerler devam etti. Sikorsky polis helikopteriyle kent üzerinde uçuşlar yapılarak, gösterilerin bulunduğu yerler, yerdeki polis ekiplerine bildirildi. Kentte güvenlik güçleri çok sıkı önlemler alırken, Başbakan Erdoğan'ın geçeceği güzergahlar da yollar kapatılırken, binalar keskin nişancılar yerleştirildi.
HAVAALANI ÇEVRESİ BOŞALTILDI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gelişi nedeniyle Diyarbakır Havaalanı çevresi tamamen boşaltıldı. Yolcular, yaklaşık 200 metre mesafede oluşturulan güvenlik kontrol noktasında araçlardan indirilip tek tek aramadan geçirildikten sonra havaalanı içine alındı.mardin201020082
DTP MİLLETVEKİLLERİ POLİSLE TARTIŞTI
Diyarbakır'da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kente gelişi nedeniyle bir cadde trafiğe kapatılırken, iki otomobil içinde bulunan DTP Diyarbakır Milletveki Aysel Tuğluk, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici, Hakkari Milletvekili Hamit Geylani ile Diyarbakır İl Başkanı Necdet Atalay’ın Kuruçeşme Kavşağı’ndan Bağlar’a geçmesine polis izin vermedi. Polis, yolun panzerler tarafından kapatıldığını söylerken milletvekilleri yolu kullanmakta ısrar etti. Israr üzerine milletvekilleri ile polisler kısa süre tartı. Milletvekilleri daha sonra polisin gösterdiği güzergahı kullanarak bölgeden ayrıldı.
HER YERDE EYLEM
İMRALI Cezaevi'nde ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan'a kötü muamele yapıldığı iddiası ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır’a gelişinin protesto etmek amacıyla, terör örgünün bildiri dağıttığı kentte ve Batman ile Şırnak'ın Cizre ilçesinde kepenk kapatma eylemi yapıldı. Güvenlik güçleri bazı yerlerde esnafı kepenklerini açması için uyarırken, bazı il ve ilçelerde çok sıkı güvenlik önlemleri alındı.mardin20102008
Diyarbakır'da, PKK'nın bildiri dağıtması sonucu Başbakan Erdoğan'ın gelişinin protesto edilmesi amacıyla bu sabah birçok semtte kepenkler açılmadı. Diyarbakır'ın merkez Bağlar ve Sur ilçelerinde kepenklerin yüzde 90'ı açılmazken, yine merkez Yenişehir İlçesi'nde esnafın bir bölümü kapalı kaldı. Başbakan Erdoğan'ın gelişi nedeniyle polis kent merkezinde geniş önlem alırken, bazı caddelerde bulunan çöp konteynırlerı polis tarafından kaldırıldı. Polis, Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır Havaalanı'ndan üniversiteye geçerken kullanacağı güzergah üzerinde sürekli devriye geziyor. Kepenklerini açmayan esnaf işyerlerinin çevrelerinde dolaşmayı tercih etti.buyukanit_erdogan1
BATMAN'DA
Terör örgütünün çağrısı ve bildiri dağıtması sonucu Batman'da bu sabah saatlerinden itibaren kepenkler açılmadı. Batman'da kepenklerin yüzde 90'ı kapalı tutulurken, sivil polisler, işyerlerinin açılması için esnafı uyardı. Esnaf kepenklerini açmadıkları işyerleri önünde otururken, dün gece ise, Karşıyaka mahallesindeki, Telekom binasına taşlı saldırı yapıldığı bina camlarının kırıldığı bildirildi.
CİZRE'DE
Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde de bir grup caddelerde lastik yakarken, yasa dışı sloganlar atınca polisler müdahale etti. Panzerlerle yapılan müdahalelerde göstericiler panzerleri taşladı. Polis, göstericileri dağıtmak için gaz bombası kullanırken, eylemciler ara sokaklara kaçtı. Cizre İlçesi'nde de sabah saatlerinde itibaren kepenkler açılmadı. İlçe merkezinde çok sayıda polis ve asker resmi kurumların önünde güvenlik önlemi alırken, polisler caddelerde sürekli devriye geziyor.(dha)ERDOGAN diyarbakir ergenekon

 

Erdoğan halkın içine çıkamadan kentten ayrıldı


www.gundemonline.org
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, halkın içine bile çıkamadan Diyarbakır ziyaretini tamamlayarak ayrıldı.
Protesto eylemlerinin aralıksız sürdüğü Diyarbakır'a ziyarette bulunan Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin yanık ünitesini açılışını yaptıktan sonra Urfa yolu üzerindeki Turkcell GSM çağrı merkezinin açılışını yaptı.
Erdoğan, daha sonra Diyarbakır Valiliği'nde görüşmelerde bulundu. Basına kapalı olan görüşmenin ardından AKP İl Başkanlığı'na geçen Erdoğan, burada yaptığı görüşmenin ardından Diyarbakır'dan ayrıldı. Erdoğan Diyarbakır ziyareti sırasında halkın içerisine çıkamadı. Gün boyu kepenk ve kontak kapatma eyleminin yanısıra sokaklarda protesto gösterileri düzenlendi. Erdoğan'ın ziyaretini protesto eden Diyarbakırlılar, ziyaretin fiyasko ile sonuçlanmasını sağladı.
AMED /ANF

ANADOLU’NUN EVLATLARI

Camp[1]

YÜZ YILIN TANIKLARI

“Bu kitapta, Anadolu’nun farklı dinden, farklı dilden, farklı milletten, farklı kültürlerden insanların başlarına gelenleri ibretle okuyacaksınız. ‘Bu kadar da olur mu? Bir ana, evladına bunu da yapar mı? Bir devlet kendi vatandaşlarına böyle davranır mı?’ diye soracak, anlatılanlara inanamayacaksınız. Halbuki bu kitap, gerçek hayattan birkaç sayfa, okyanustan sadece birkaç damladır.

Bu kitapta, son yüz yılda, istemeden, mecburiyetten, gözleri arkada kalarak Anadolu’dan, Türkiye’den ayrılmış, dünyanın dört bir yanına savrulmuş insanlardan otuz altısının, gerçek hayat hikayelerini okuyacaksız.”

640 sayfa

Fiyatı : 24.80 € + posta ücreti:

Almanya: 1.4€

Avrupa: 4.5€

Amerika & Kanada uçakla: 11.- €

Normal posta: 7.-€

Türkiye: Normal posta: 4.5 €

İsteme adresi:h_ kemal_yalcin@yahoo.de

Kitapta yer alanlar:

Nesrin Görsev – Doğan Görsev

Nusaybinli Sabri Atman

Los Angeles Ararat Huzurevi’nden

Karslı Rosa Razaryan

Balıkesirli Bedros Seropyan

Yozgatlı Mari Atamyan

Sırpazan Karekin Bekçiyan

Kapadokyalı Thomas Cosmades – Amerikalı Lila Cosmades

Yozgatlı Eftik Demirkapı- Hataylı Cevdet Demirkapı

İstanbullu Garo Eroyan

Ohannes Garavaryan – Karmen Garavaryan

Herman Hıntiryan – Arek Hıntiryan

Aydın Karahasan – Nevin Karahasan

Enver Karagöz – Işılay Karagöz

Vartkes Kaprielyan – Zağik Kaprielyan

Yaşar Kaya – Sayımgül Kaya

Hamdi Maskar – Havva Maskar

Midyatlı Albert Sevinç(Hadodo) -Tahranlı Shakeh Sevinç (Zeynalian)

İstanbullu Anjel Başar

Binali Bozkurt – Senem Bozkurt

Sivaslı Nişan Şimanoğlu

İstanbullu Seta Ağacan – Varujan Ağacan

İstanbullu Hrant Torunyan- Araksi Torunyan

Anadolu’nun Evlatları

Sunuş

“Anadolu” adı, Yunancada “güneşin doğduğu ülke” anlamına gelen “Anatolia” kelimesinin Türkçeleşmiş biçimidir. Anadolu, Türkçede ana kavramını, sevgiyi, zenginliği, büyüklüğü çağrıştırır.

“Güneşin doğduğu yer” olan bu topraklar on bin yıldan beri çok çeşitli medeniyetlere, kültürlere beşik; çeşitli halklara, milletlere anayurt, anavatan olmuştur. Anadolu’dan çok çeşitli dinler, inançlar, Tanrılar gelip geçmiştir.

Ahmet Arif, bir şiirinde “Havva Anan dünkü çocuk sayılır / Anadoluyum ben / Tanıyor musun?” dizeleriyle özetler Anadolu tarihinin derinliğini.

Türk boyları MS XI. yüzyılda Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında toprağa yerleşmiş; sanatta, kültürde, bilimde, üretimde, ticarette gelişmiş Bizans İmparatorluğu’nu bulmuşlardı. Bu imparatorluğun içinde Ermeniler, Rumlar, Pontoslular, Kürtler, Araplar, Cenevizliler, Süryaniler yaşıyordu. Anadolu bir Hıristiyan ülkesiydi. Toplam nüfusları beş milyon kadar olan bu halklar Anadolu’nun sahipleriydi. XI. yüzyıl boyunca gelen Türk boylarının, aşiretlerin toplam nüfusları ise dört yüz bin kadardı. Türk boyları göçebeydi. Yerleşik halkların kültürlerine, üretim biçimlerine yabancıydı. O zamanlar henüz “Türkiye” diye bir kavram, bir devlet yoktu.

Anadolu’nun Türkleştirilmesi, Müslümanlaştırılması, Sünnileştirilmesi bin yıldan beri devam eden uzun bir süreçle olmuştur. Bu süreç, en hızlı ve en kanlı biçimiyle yirminci yüzyılda gerçekleştirilmiştir.

1914 yılında yapılan Osmanlı nüfus sayımına göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki sınırları içinde yaşayan toplam nüfus yaklaşık 16.5 milyondu. Bu nüfusun dört milyon kadarı Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Yahudiler, Yezidiler ve diğer Müslüman olmayan insanlardan meydana geliyordu. Toplam nüfusun dörtte biri gayrimüslimdi. 94 yıl sonra, 2008 Türkiye’sinde ise toplam yüz bin kadar Hıristiyan kalmıştır.

Nereye gitti, ne oldu bu insanlara?

Cumhuriyet döneminde, nüfus mübadelesi ve göçlerle Türkiye’ye gelen insanlardan çok daha fazla sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, özellikle 6-7 Eylük 1955 hadiseleri sonrasında, Avrupa ülkelerine, Amerika’ya, Kanada’ya, Avustralya’ya ve dünyanın dört bir yanına kimi gönüllü, kimi gönülsüz göç etmiştir.

Ayrıca 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinden sonra binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Batı Avrupa ülkelerine siyasi nedenlerden iltica etmiştir. İlticacı akını tüm engellemelere ve zorluklara rağmen hâlâ devam ediyor.

Kolay mıdır bir insanın doğup büyüdüğü, köksaldığı topraklardan, yerinden yurdundan, varolduğu kültürel ve doğal çevreden kopması, ayrılması?

Bu kitapta, son yüz yılda, istemeden, mecburiyetten, gözleri arkada kalarak Anadolu’dan, Türkiye’den ayrılmış, dünyanın dört bir yanına savrulmuş insanlardan otuz dördünün gerçek hayat hikayelerini okuyacaksız.

Bu insanların tümü, benim çeşitli vesilelerle tanıma olanağı bulduğum insanlardır. Dostlarımdır, kardeşlerimdir, arkadaşlarımdır. Ben de onlardan biriyim. Aramızda kader birliği var.

Bu kitapta yer alan insanlardan her biri, söndürülmüş ocaklarını, yıkılmış hayatlarını, bin bir zorlukla yeniden kurmuş, kendi alanlarında başarılı olmuşlardır. Anadolu’nun refahı ve ilerlemesi için harcayacakları emeklerini, enerjilerini, yeteneklerini göç ettikleri ülkenin kalkınmasına harcamışlardır.

Kitapta yer verdiğim insanlar ve onların dahil olduğu milletler bir zamanlar Anadolu mozaiğinin değerli, ayrılmaz parçalarıydı. Anadolu kültürlerin, dinlerin, dillerin, ırkların özgürce yaşadığı, harmanlandığı, çiçeklendiği dönemlerde Anadoluydu. O zamanlar farklılıklar bir zenginlikti. Yunus Emre, “Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim / Biz kimseye kin tutmayız / Bütün insanlar birdir bize.” diyordu.

Son yüzyılda Anadolu’nun kültürel zenginlikleri solduruldu. Diller susturuldu. Anadolu mozaiği parçalandı, betonlaştırıldı. Bu kitapta Anadolu’nun farklı dinden, farklı dilden, farklı milletten, farklı kültürlerden evlatlarının başlarına gelenleri ibretle okuyacaksınız. “Bu kadar da olur mu? Bir ana, evladına bunu da yapar mı? Bir devlet kendi vatandaşlarına böyle davranır mı?” diye soracak, anlatılanlara inanamıyacaksınız. Halbuki bu kitap, gerçek hayattan birkaç sayfa, okyanustan sadece birkaç damladır.

Kitapta yer alan Anadolu’nun her evladı, kendi hayatını kendi diliyle anlattı. Ben onların anlatımlarına, düşüncelerine, değerlendirmelerine, yorumlarına müdahale etmedim. Herkesin anlatımlarını kaleme aldıktan sonra, kendilerine okudum. Onaylarını alarak yayınladım. Bu nedenle herkesin düşüncesi kendisini bağlar.

Bu insanlar, vatan hasretiyle, geçmişlerinin acı tatlı hatıralarıyla yaşayan ve gözleri açık giden Anadolu’nun özevlatlarıdır. Her biri, son yüzyılın canlı tanıklarıdır. Onlar Türkiye’den, Anadolu’dan farklı zamanlarda, farklı biçimlerde kopmuşlardır. Bazıları ayrıldığı yerleri bir daha hiç görememiştir. Bu nedenle kullandıkları Türkçe ve anlatım tarzları farklıdır. Cümle yapılarına, kelime bilgilerine bilerek dokunmadım. Bütünlük sağlamak amacıyla benzer soruları sordum. Kimseye soracağım soruları önceden söylemedim. Herkesin içinden geldiği gibi konuşmasına önem verdim.

Anadolu’nun Evlatları, aradan uzun yıllar, çok acılı olaylar yaşamalarına rağmen, “Nerelisiniz?” sorumu, “İstanbulluyum, Kapadokyalıyım, Tokatlıyım, Sivaslıyım, Malatyalıyım, Iğdırlıyım, Midyatlıyım!” diye cevapladılar. Hiçbirinde kin, nefret, intikam görmedim. Onlar Anadolu’yu, doğduğu toprakları hiç unutmamışlardı. Ya Tokatlılar, Kapadokyalılar, Maraşlılar, Yozgatlılar, İstanbullular kardeşlerini ve Anadolu, bağrından kopmuş evlatlarını sevgiyle hatırladı mı, hallerini hatırlarını hiç sordu mu? Kardeşin duymadığını eloğlu duydu yabanellerde!

Nasıl bir yönetim anlayışıdır ki, kendi gibi düşünmeyen, hakkını arayan, özgürlük isteyen vatandaşlarına hiç acımasız davranmış, bazen insanları birbirine düşman etmiş; akıl mantığın yerine şiddet kullanmıştır.

Anadolu’nun Evlatları keşke Anadolu’da kalsalardı! Keşke Anadolu’yu tek renkli beton yapmak için harcanan zaman; savaşlara, yıkımlara, kırımlara harcanan para Anadolu’nun çok kültürlü, çok renkli varlığını zenginleştirmeye harcansaydı! Keşke bu acılar yaşanmasa, bu gözyaşları sel olup akmasaydı!

Bu kitapta yer alan Anadolu’nun Evlatları’nın sevinçleri benim de sevincim, acıları benim de acılarımdır.

Bu kitabı birbirimizi anlamak, dünümüzü hatırlamak, geçmişin acılarından ve mutluluklarından bugünün ve geleceğin adaletli, barışçı, insancıl, özgür toplumunu yeşertebilmek için yayınlıyorum.

Hayatlarını olduğu gibi bana anlatmış, yazmış, açıklamış, zaman ayırmış olan Anadolu’nun Evlatlarına çok teşekkür ederim.

Kitabımı dikkatle okuyarak düzeltmeler yapan değerli kardeşim Brenda Başar, Sultan Yıldız ve Agop Yıldız’a; bana yardımcı olan arkadaşlarıma ve konuşma kasetlerini sabırla yazıya döken sevgili eşim Necla’ya teşekkürü bir borç bilirim.

Bochum, 8 Mayıs 2008 Kemal Yalçın

Geçmişle İlişkimiz

( 84 yaşındaki, Kayseri Talaslı Thomas Cosmades’in, 20 Eylül 2008 günü, Köln’de, Kemal Yalçın’ın “Anadolu’nun Evlatları” adlı kitabının tanıtım toplantısında yaptığı konuşmadır.)

Washington’daki Büyük Arşiv Merkezi’nin giriş kapısı üzerinde önemli bir yüreklendirme göze çarpar: “Geçmişi araştır, önsözdür.”

Herhangi bir kitaba onun önsözünü okumadan başlamak hiç kuşkusuz belirgin bir eksiklik ve ilgisizlik olur.

Kemal Yalçın’ın övülmeye değer son kitabı “Anadolu’nun Evlatları”nın Sunuş’unu dikkatle okumadan diğer bölümlerini okumaya başlamak konuyu kısır bırakır.

Her şeyin bir önsözü vardır: Dünyamızın, ulusların, kültürlerin, toplumların, ailelerin ve kişilerin... Bu önsözler ilgilenene sağlam ve etkin bir yol gösterici olabilir.

Ne yazık ki, ŞİMDİ’de, BUGÜN’de varlığını sürdüren kimi insanlar, olup bitenlerin önsözünü önemsemeden, yaşam gidişlerini düzenlemeye çalışıyorlar. Ünlü devlet adamı Winston Churchill (1874-1965) tanığı olduğu tarih dönemini ve ondaki olguları kapsayan altı ciltlik, hacimli anılar dizisini yazdı. Churchill, kitabının başlangıcında çarpıcı bir gözlemde bulunuyor:

“Geçmişten ders almayan, ondaki acı olayları yinelemeye mahkumdur.”

İçinde yaşadığımız bu dönem medyanın merceği altındadır. Günümüz dünyasında “Invesgative Reporting” “Araştırıcı bildirişim” yöntem’i medya alanını şekillendiriyor.

Güncel haberleri sadece gördükleri ve duydukları çerçevede halka ileten muhabirlere gülenler eksik değil. Nesnel haberciyim derken, herhangi bir konuyu enine boyuna araştırmadan, derinine inmeden, öznel bir dille yazmaya yeltenen kişi, yanlış bilgi vermenin kurbanı olmuştur. Günümüzde bu türden haber yapanlar pek çoktur.

Öte yandan, önemli bir olgunun ayrıntılarına uzanan, geçmişine ilişkin bilgi toplayan, karanlıkta kalmış noktaları aydınlığa çıkaran, gizlilikte saklı gerçekleri bilinçlendiren, didikleyen, deşen yazarlar basın ödülleri topluyor.

Bu dönemde haddim olmayarak her yazara seslenmek isterim:

Herhangi bir konuyu nesnellikten ayrılmadan tanıtmak istiyorsanız, onun taaa derinine inmeye, her ayrıntıyı incelemeye dikkatle önem veriniz. Bunları uygar bir davranışla ve cesaretle yapınız. Ele aldığınız konuları ve sorunları iyice elemeye, eleştirmeye uğraşınız, ter dökmekten kaçınmayınız. Sadece bu yöntemle hem öznellikten sıyrılabilir, hem de apaçık nesnel, okuyana yararlı olabilecek doğru bilgiler verebilirsiniz.

Duygularınızı, heyecanlarınızı, önyargılarınızı bir yana bırakınız. Yalnız bu tutum kişiye basın ödülünü getirebilir.

Kemal Yalçın bu sözlerle anlatılabilecek bir yazardır. Onun kitaplarında, roman biçiminde yazılmasına rağmen, nesnel, uzun araştırmalar sonunda elde edilmiş bilgi pek çoktur. Yazılarını dikkatle okurken her paragraf ve satırda bu inceliğe rastlanır. Sürükleyici, heyecanlandırıcı, kalemi okuyucuyu askıda bırakmıyan, dalıcı ve akıcı yazı biçimiyle etkisi gitgide boyutlanıyor. Bu yüzden Kemal Yalçın, günümüzün hatırı sayılır bir Türk yazarıdır. Topladığı takdir her kitabıyla birlikte çoğalmakta.

Başlangıçta anlattığım özdeyişi (motto) bir kez daha hatırlatmak isterim:

“Geçmişi araştır, önsözdür.” Kemal Yalçın tam bunu yaptı, yapmaya da devam ediyor. O Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar oldu.

Kemal Yalçın tam bunu yaptı, yapmaya da devam ediyor. O Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar oldu.

Kemal, benim gözümde, bu atılıma hiç çekinmeden, yılmadan, nabza göre şerbet vermeden dalan bir yazardır. Kendisiyle ilk tanıştığımda, “Sen bir çığır açmaktasın!” demiştim. Kemal’in açmış olduğu bu çığır, pek çok kişiyi, hiç bilinmeyen ufuklara taşıdı, başkalarını da aynı çığırın yolcusu haline getirdi. İnanıyorum ki, onun adı, daha geniş çapta duyulacak, uğraşları uzun boyutlara ulaşacak. Bu mutlu olaya katılmaktan ben de özel bir sevinç duyuyorum.

Kemal Yalçın’a bol başarılar diliyorum. Gerek son kitabı “Anadolu’nun Evlatları”, gerekse öbür kitaplarının Türkçe’de ve çevrildiği başka dillerde pek çok kişi için aydınlatıcı ve bilgilendirici olmasını tüm yüreğimle dilerim.

Konuşmamı noktalarken çok önemli bir bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Dünya çapında nam sahibi olmuş, Anadolu toprakları üzerinde tarihsel-arkeolojik çok derin araştırmalar ve çalışmalar yapmış olan Profesör Arnold J. Toynbee (1889-1975) Anadolu’da doğan sonra da batan 17-18 uygarlıktan söz etmekte. Geniş çapta yayınlanan A Study of World History önde gelen bir tarih yapıtıdır. Yorumlayıcı bir tarih bilgini olan Dr. Toynbee, Anadolu uygarlıklarının niçin ve nasıl battığını aydınlatmaya çalışır. Yeryuvarlağının bu seçkin parçasında beliren en son uygarlık Türkün’küdür. Bu tamamlayıcı uygarlığın gerilere değil, aydınlatıcı-ilerici-katkıcı bir uygarlık atılımına yönelmesini candan dileyelim.

Köln, 20 Eylül 2008 Kapadokyalı Thomas Cosmades

OSMANLI’DAN BUGÜNE 1: Kürt milliyetçiliğinin ‘geç’ doğumu

Başlarken Taraf

PKK’nın 1984 Eruh baskınından bugüne dek, Avrupa’nın en büyük, dünyanın altıncı büyük ordusuna sahip olan Türkiye, 20 bin civarındaki PKK üyesini etkisiz hale getirmek için 300 bin askerini ve 67 bin korucuyu seferber etti. 14 ilde 1987-2002 arasında “Olağanüstü Hal” (OHAL) ve sıkıyönetimler ilan edildi. Bunlar tam 57 kez uzatıldı. 24 kez sınırötesi operasyon yapıldı. Resmî rakamlara göre 14 yılda 96 milyar dolar harcandı. Bazıları bu rakamın aslında 400 milyar dolar olduğunu söyledi. Resmî rakamlara göre Türk tarafından asker-sivil 10 bini aşkın kişi hayatını kaybetti, bir o kadarı da yaralandı, sakat kaldı. PKK mensubu ya da yandaşı 25 bini aşkın kişi ‘etkisiz hale getirildi.’

20trfs1ayse[1] AD KOYAMAMAK • Yedi yıl kulağımızın üstüne yattıktan sonra 2006’dan itibaren tekrar tırmanan ‘düşük yoğunluklu çatışma’ durumunun bilançosu hakikaten vahim. Yürekleri dağlayan ölüm haberleri, sadece ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğü bölgede değil, tüm ülkede yaşanan ama tam dökümünü bilmediğimiz ekonomik, sosyal, psikolojik yıkımlar, Ayvalık örneğinde ürkerek izlediğimiz türden ‘Türk’ ve ‘Kürt’ toplumları arasında yükselen düşmanlık hali ve daha nicesi.
Damadı gazeteci Metin Toker’e bakılırsa, İsmet İnönü “Daha Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte düşünmeye başladı bu Kürtleri ne yapacağız diye?” demişti. (Aktaran Hasan Cemal 26 Ekim 2007 Milliyet) Yani, sorun bazılarının göstermek istediği, 1984’te PKK’nın Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla başlamadı. Aksine Cumhuriyet’le yaşıt. Tam 85 yıldır, ‘şekavet’, ‘eşkıyalık’, ‘asayişsizlik’, ‘feodalizm’, ‘geri kalmışlık’, ‘modernleşme karşıtlığı’ gibi bağlamlarda ele aldığımız bu meseleye ‘Kürt Meselesi/Sorunu’, ‘Terör Meselesi’ ya da ‘dış mihrakların işi’ adı takmanın tarihçesi oldukça yeni. Yani PKK bir neden değil bir sonuç.
Adı doğru koyulamadığı için, meselenin nasıl bitirilebileceği konusunda da uzlaşma yok. Eskiden ‘harekât’, ‘tedip’, ‘tenkil’, ‘sürgün’ ve ‘imha’, ‘asimilasyon’ gibi zorbalıkla çözülmeye (!) çalışılan sorun şimdi de benzer yöntemlerle ele alınıyor. Kimi, PKK’yı tepelemek, kimi yerel yönetimleri ele geçirmek, kimi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine yatırım yapmak, kimi Kuzey Irak’a girmek, kimi Batılı ülkelere ültimatom çekmekten söz ediyor. Ama pek az kimse, bu ülkenin dört bir yanında Türklerle iç içe yaşayan, onlarla birlikte aş ve iş peşinde koşan, onlarla birlikte gülen ağlayan şiddete bulaşmamış Kürtlerin ne istediğini sormuyor. Sormak ne kelime Kürtlerin en azından belli bir bölümünü temsil eden HEP, DEP, HADEP, DEHAP ve nihayet DTP gibi partiler devlet katında, medyada ya da sivil toplumda sürekli yok sayılıyor, tahkir ediyor veya dışlanıyor. Benzer muamele, Türkiyeli Kürtlerin akrabaları olan Iraklı Kürtlere karşı da yapılıyor.

EMPATİ EKSİKLİĞİ •
Bunun bir de öteki yüzü var. Tarihi devletin izin verdiği ölçülerde öğrenebilen Türk tarafı, ‘Kürtlerin karda yürürken kart kurt sesi çıkardığı için Kürt adını almış bir Türk boyu’ olmadığını yeni idrak etmeye başladı ama, Kürtler arasındaki farklılıkları, Kürtler ile PKK, PKK ile Kürt milliyetçiliği, milliyetçi taleplerle kültürel talepler, kültürel taleplerle insan hakları gibi olgular, kavramlar arasındaki ilişkileri kurmakta zorluk çekiyor. Özetle, Kürtlerin (ve onlara destek veren uluslararası toplumun) kendilerinden ne istediğini bir türlü anlayamıyor.
Gerçi Kürtler bu saptamaya çok kızıyorlar ve “85 yıldır söylüyoruz, duymuyorsunuz, anlamıyorsunuz, anlamak istemiyorsunuz” diyorlar. Ama Aralık 2004’de International Herald Tribune’ün Avrupa baskısı ile Le Monde‘a verdikleri 200 imzalı ‘Kürtler ne istiyor?’ başlıklı ilandan sonra çıkan tartışmalardan hatırlıyoruz ki, henüz Kürtlerin kafası da ne istedikleri konusunda berraklaşmış değil. Federal haklarla esnetilmiş üniter devletten ekolojik topluma, Kemalizmi referans alan demokratik konfederalizmden bağımsız ulus-devlete kadar pek çok projenin yandaşı var. Üstelik bazen aynı kişiler, birden fazla projeyi aynı anda savunuyorlar. Yani her iki taraf da haklı. Ne Kürtler taleplerini derli toplu, açık, net anlatabiliyor, ne Türkler onları anlamak istiyor.
Bunlara ek olarak, her iki taraf da ‘Türkler’ ve ‘Kürtler’ gibi ‘yaratılmış’ kategorilerle konuşmanın mahzurlarını yaşıyorlar. Halbuki ne yekpare bir ‘Türklük’ ne de yekpare bir ‘Kürtlük’ var. Ama en kötüsü, her iki tarafın büyük bir kesiminin, meseleye milliyetçi paradigma içinden bakması. Çünkü her milliyetçilik gibi, Türk ve Kürt milliyetçiliği de diğerini ‘ötekileştirerek’ kendini tanımlayabiliyor.
Bu yazı dizisinde, iki halk arasında modern çağlardaki ilişkilerinin tarihçesini, milliyetçi paradigmalardan haberdar olarak ama onların esiri olmadan özetlemeyi amaçlıyorum. Çünkü konu, ciltler dolusu kitapla bile anlatılmayacak kadar karmaşık ve derin. Bu özetten hareket ederek, merak ettiğiniz başlıkları daha derinlemesine inceleyebileceğinizi umuyorum. Elbette, gerek yer sınırlılığı yüzünden, gerekse benim bilgisizliğim ya da unutkanlığım yüzünden atlanmış önemli noktaları sizlerin eleştiri ve katkılarıyla ilerde tamamlarım.
KENDİ VAR, ADI YOK BİR ÜLKE: KÜRDİSTAN • ‘Kürdistan’ terimi ilk kez, son Büyük Selçuklu Sultanı Sancar Bey’in (ö. 1157) merkezi bugünkü İran’ın Hemedan kentine yakın Bahar kenti olan ‘Kürdistan Eyaleti’nde kullanılmıştı. Kürdistan adı, coğrafi bir terim olarak, Kanuni Sultan Süleyman 1525 ve 1553 tarihli fermanlarında da vardı. I. Ahmet 1604 tarihli fermanında ‘Umum Kürdistan’ terimini kullanmıştı. 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde ayrıntılarıyla ‘Kürdistan’ bölgesini ve şehirlerini anlatmıştı. Sadrazam Mustafa Reşit Paşa 1847 yılında yönetim birimi olan ‘Kürdistan Eyaleti’ni kurdu. 13 Aralık 1847 tarihli Takvim-i Vekayi‘de yayınlanan düzenlemedeki eyaletin merkezi Ahlat’tı ve Diyarbakır, Muş, Van, Hakkâri, Cizre, Botan ve Mardin’i kapsıyordu. Merkez sonra sırasıyla Van’a, Muş’a ve Diyarbakır’a taşındı. 1856’da bu eyaletin sınırları yeniden düzenlendi, 1864’te ise Diyarbakır ve Van vilayetlerine bölünerek son buldu. Dahiliye Nazırı Mehmed Ali Bey’in Hariciye Nazırı Ferid Paşa’ya gönderdiği 13-14 Nisan 1335/1919 tarihli tezkirede bakılırsa bu tarihte de Kürdistan, Ermenistan, Kürt gibi terimler hiçbir komplekse kapılmadan kullanılıyordu. Milli Mücadele’nin başlarında, Mustafa Kemal’in, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda, Sovyet Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin’e yazdığı mektuplarda, bazı Meclis konuşmalarında ‘Kürdistan’ dediğini, Birinci Meclis’in Doğu’dan gelen üyelerine Kürdistan milletvekili dendiğini biliyoruz. Ama 1923’ten itibaren belgelerde bölgeden Vilayat-ı Şarkıya veya Şarkî Anadolu olarak söz edilmeye başladı. 1930’larda Şark, 1950’lerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu, 1960’larda Kalkınmada Öncelikli Yöreler, 1984’ten 2002’ye kadar OHAL Bölgesi dendi. Bugün ise belirgin bir adı yok ama Kürdistan adını telaffuz etmek adeta tabu haline geldi. Öyle ki, Irak’ta resmi adı ‘Kürdistan Bölge Yönetimi’ olan idari yapı için bile ‘Kuzey Irak’taki oluşum’ gibi garip bir terminoloji kullanılıyor. İran’daki Kürdistan bölgesinden ise çok az kimsenin haberi var.

Osmanlı Devleti’nde, 1839’da Tanzimat ilanından sonra yaşanan ilk ciddi Kürt ayaklanması Cizre’deki son Botan Emiri Bedirhan Bey’in 1847’deki ayaklanmasıydı ama bu bırakın milliyetçiliği, ‘Kürtlük bilinci’yle bile değil, merkezî devlete karşı yetke alanını genişletmek için yapılmış bir başkaldırıydı. Yıllarca merkezle işbirliği içinde yöredeki Kürt aşiretlerine hükmeden Bedirhan Bey, bir süre sonra gücünün büyüsüne kapılmış, önce devletin Hıristiyan tebaasından Nasturilere saldırmış, arkasından Van bölgesinde Tanzimat reformlarına karşı çıkan Kürt aşiretlerine arka çıkmıştı. Merkezî devlet de, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Paşa tehlikesini savuşturduktan sonra Bedirhan Bey’e haddini bildirmeye karar vermişti. 1847’de başlayan çatışmalar, sekiz aylık bir mücadeleden sonra merkezin galibiyeti ile sonuçlandı. Bedirhan Bey önce İstanbul’a sonra yabancı ülkelerin ricasıyla Girit’e sürgüne gönderildi. Orada Müslüman ve Hıristiyanlar arasında arabuluculuk yapması üzerine devlet tarafından affedildi ve ‘Paşa’ unvanıyla ödüllendirildi.

ŞEYH UBEYDULLAH İSYANI •
Bedirhan Bey’in yenilgisinden sonra bölgede dinsel, ekonomik ve siyasal anlamda en güçlü aktör Hakkâri’nin Şemdinli bölgesindeki Nehri köyünde ikamet eden Şeyh Ubeydullah olmuştu. Peygamber soyundan gelen ve Nakşibendîliğin Halidiye koluna bağlı olan Şemdinanlar, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti ile İran arasındaki bölgenin kontrolünü tamamen eline geçirmişlerdi. Ağır vergileri ve 1879’da kötü geçen hasadı bahane eden Şeyh, önce vergi sistemini değiştirmek için devletle pazarlık yapmış, ama istekleri yerine gelmeyince Nasturilerin de desteğini alarak 1880’de hem Osmanlı Devleti’ne, hem de İran’daki Kaçar Devleti’ne isyan ettiğini açıklamıştı. Uzun bir pazarlıktan sonra Medine’ye sürgüne gitmek zorunda kalan Ubeydullah’ın Başkale’deki İngiltere Konsolos Yardımcısı Clayton’a yazdığı mektuptaki bazı ifadeler, ‘Kürtlük bilinci’nin şekillenmeye başladığını düşündürüyordu, çünkü talepler arasında Kürdistan’ın bağımsız bir bölge olarak tanınması vardı. (Ayaklanma hakkında ayrıntılı bilgi için: Waidieh Jwadiah, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi ve Gelişimi, İletişim, 1999, s.143-193)

İTC’NİN KÜRT ÜYELERİ •
Ama ortada henüz ‘Kürt milliyetçiliği’ diye bir oluşumun olmadığı 1889’da ilerde Türk milliyetçiliğinin şampiyonluğunu yapacak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) kuruluşu sırasında anlaşıldı. İTC’yi kuran beş kişiden ikisi, Arapkirli Abdullah Cevdet ve Diyarbakırlı İshak Sukuti Kürt’tü. Cemiyetin önde gelenleri arasına bulunan Bağdat Mebusu ve Darülfünun Hocası Babanzade İsmail Hakkı, İslamcı çevrelerde itibar gören Darülfünun Hocası Babanzade Ahmet Naim, sosyolog Ziya Gökalp önemli Kürt aydınlarıydı. Ayrıca 1847’de ayaklanan Botan Emiri’nin oğlu Bedirhan Bey, Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Nehri Şeyhi Seyit Abdülkadir Efendi ve Bitlisli Saidi Nursi de İTC üyesiydi. (Kutlay, İttihat Terakki ve Kürtler, Koral-Fırat Yayınları, 1991, s.26)

KÜRDİSTAN GAZETESİ •
İstanbul’da bunlar olurken, Batı ile ilişki kurulan ve ondan etkilenilen diğer coğrafyalardaki modern anlamda milliyetçiliğin ilk emareleri görülmeye başlamıştı, ama henüz siyasal değil kültürel bir uyanış söz konusuydu. 1889’da Bedirhan Bey’in oğlu Midhat Mikdat Bey’in Kahire’de çıkardığı Kürdistan gazetesi bunun bir örneğiydi. Gazete geniş kitlelere ulaşamıyordu ancak, büyük kentlerdeki Kürt aydın ve elitlerini etkiliyordu. Gazetede Kürtlerin birliği, eğitime önem vermeleri, sanayi ve bilime yönelmeleri, köklerine uzanmaları, geçmişlerinden onur duymaları gibi konular vurgulanıyordu. Ahmedê Xanê’nin Mem u Zin adlı ünlü destanı ilk kez bu gazetede dizi halinde yayınlanmıştı. (Kutlay, İttihat Terakki, s. 23.)
II. Abdülhamit’in baskı rejiminden Avrupa’ya kaçan Jön Türklerle Kürt aydınlarının sıkı olmasa da teması sürmüştü. Nitekim Mithad Bey’in kardeşi Abdurrahman Bedirhan 1897’de Cenevre’de Kürdistan gazetesini çıkarttı. Gazetedeki yazılarında Abdurrahman Bey, Anadolu Kürtlerini ‘sersemletici uyku’dan uyanmaya davet ediyordu ama bu çağrılarında milliyetçi tonlar yoktu. Çünkü o dönemin pek çok İttihatçısı gibi monarşi yanlısıydı ve çareyi Osmanlı Devleti’nin restorasyonda görüyordu. (Celile Celil, Kürt Aydınlanması, Avesta Basın Yayın, 2000, s.30)

KÜRT TEAVÜN VE TERAKKİ CEMİYETİ •
Seyit Abdülkadir, Saidi Nursi, Babanzade İsmail Hakkı, Hacı Tevfik (Piremerd) ve diğer Kürt aydınları tarafından 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti (Kürt Dayanışma ve Gelişme Cemiyeti) o tarihe kadar aralarında çekişme olan Bedirhanlar, Şemdinanlar ve Babanzadeleri ilk kez bir araya getiriyordu. Seyit Abdülkadir’e büyük saygı duyan İstanbullu hamallar da cemiyetin halk ayağını oluşturuyordu. Kürtlüğe, İslam’a, Osmanlılığa, Anayasaya bağlılığın esas olduğu bir dayanışma örgütlenmesi olan cemiyet, Kürt aşiretleri arasındaki sorunları çözmek için eğitim, ticaret, zanaatı teşvik etmeyi hedefleyen cemiyete sadece İstanbul’da oturan ve Türkçeyi okuyup yazabilen Kürtler üye yapılıyordu. Kürtçe bilmek ise zorunlu değil, sadece arzulanan bir özellikti. Anlaşılan cemiyet kendini Kürt olmaktan ziyade Osmanlı olarak tanımlıyordu. (Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İkinci Meşrutiyet Dönemi, 1908-1918, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1984, s. 405-407.) Cemiyetin aynı adı taşıyan bir gazetesi, Meşrutiyet adlı bir de okulu vardı. (Kutlay, “Bedirhan Ayaklanmasından 1920’ye”, s.30)

KÜRT TALEBE HEVİ CEMİYETİ •
İlk legal Kürt öğrenci derneği 1912’de çok sayıda Kürt öğrencinin okuduğu Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi’nde kurulan Kürt Talebe-i Hevi Cemiyeti’ydi. (Hevi ‘ümit’ demekti) Savaş dolayısıyla 1914’te ara verdiği faaliyetlerine 1919’da tekrar başlayan ve hükümetçe kapatıldığı 1922’ye kadar devam eden cemiyetin amacı, İstanbul’da okuyan Kürt öğrenciler arasındaki dayanışmayı sağlamaktı. Hevi’nin yayın organı Kürtçe ve Kürt edebiyatı ile ilgili yazıların yayınlandığı Roja Kurd, Osmanlıca ve Kurmanci dilinde yayınlanıyordu. Hevi’nin amacı Kürtlerin cahilliğine ve yoksulluğuna çare bulmaktı. Roja Kurd hükümetçe kapatıldıktan sonra yerine Hetawe Kurd yayınlanmaya başladı. ‘Kürdistan’dan Mektuplar’ başlıklı köşede Kürtlerin yaşadığı çeşitli bölgelerden haberlere yer veriliyordu. Her ne kadar Hevi siyasi meselelere ilgi duymadığını ifade ediyorsa da, 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Kürtleri temsil ettiğini iddia eden Şerif Paşa’ya büyük sempati duyduklarını saklamıyorlardı. (Malmisanij, Kürt Talebe-Hevi Cemiyeti, Avesta Basım Yayın, 2002)

İTTİHATÇILARIN NÜFUS MÜHENDİSLİĞİ •
1913-1914’te Bitlis-Hizan’da çıkan Mele Selim ve 1914’te Barzan’da çıkan Şeyh Abdüselam ayaklanmaları, belirgin olmasa bile milliyetçi öğeler taşıyordu. Örneğin Barzan İsyanı’ndaki temel talep, Kürt bölgelerine Şafii müftülerin ve Kürt kökenli memurların atanmasıydı. Her iki başkaldırının önderleri İttihatçı yöneticiler tarafından idam edildiler. Bu Kürtlerle Türklerin arasını açmadı, çünkü Kürt feodalleri ve Sünni din adamları henüz Sultan karşıtı milliyetçi hareketlere soğuk bakıyorlardı. (Jwaideh, s. 211-219, 247)
Kürtlerle İttihatçıların ilişkisini ilk bozan 1914’te kurulan İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdiriyeti’nin politikaları oldu. Kanun uyarınca önce 1916’da Kürtçe coğrafi ve yerleşim yerlerinin isimlerini Türkçeye dönüştürmeye başladı. Ardından Talat Paşa’nın emriyle savaş sırasında değişik yerlere göç etmiş Kürt nüfusun Türk nüfus içinde yüzde beş oranında dağıtılmasına başlandı. Amaç, Kürtleri daha ‘medeni’ olduğu düşünülen Türk gruplarının arasında eriterek modernleştirmekti. Dışlama içermeyen bu tutumun nedeni Kürt asıllı sosyolog Ziya Gökalp’in birbiri ardına yayınladığı raporlardı. Ancak, Kürt tehciri sırasında açlık, soğuk, hastalık ve jandarma şiddeti sonucu büyük can kayıpları oldu. (Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi, İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği, 1913-1918, İletişim Yayınları, s. 399-422) Nuri Dersimi, Türkçülerin o günlerde her yerde ‘Ne mutlu Türküm diyene’, ‘Yaşasın Türkler’ şeklindeki sloganlarına ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’, ‘Yaşasın Kürtler’ diye cevap verdiklerini anlatır. (M. Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Basım Yayın, 1997, s.31) Türk milliyetçiliği uyuklayan Kürt milliyetçiliğini kışkırtmakta önemli rol oynadı. Bu dönemlerde İTC üyesi pek çok Kürt aydını rakip Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katıldılar. Şerif Paşa da İTF’ye maddi destek sağlıyordu. (Kutlay, İttihat ve Terakki, s.100, Tunaya, s.282)

KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ •
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı ve İttihatçı önderlerin yurt dışına kaçtığı günlerde, Kürdistan Teali Cemiyeti kuruldu. Başkanı yine Seyit Abdülkadir’di. Jin adlı yayın organıyla cemiyet Kürt milliyetçiliğinin artık modern anlamda dile getirilmeye başladığı ilk platform oldu. Ancak, milliyetçi ideolojiyi taşıyacak bir Kürt burjuvazisi henüz oluşmadığı için, milliyetçi projelerini büyük devletlerin desteği ile tepeden inme gerçekleştirmek istiyorlardı. Diyarbakır’daki Kürt Kulüpleri ise hâlâ İTC’nin kontrolü altındaydı ama. Cemiyetin için Seyit Abdülkadir gibi Osmanlı Devleti’nin içinde kalarak otonomi ile yetinmek isteyenler ile Bedirhanlar ve Cemilpaşazadeler gibi bağımsız Kürdistan için arasında büyük çatışma vardı. Seyid Abdülkadir önderliğindeki grup İstanbul’daki ABD, Britanya ve Fransız büyükelçilikleri ile temasa geçerek ‘özerklik’ (otonomi) için destek beklerken, (Silopi, s.57) bağımsızlık yanlısı Bedirhanlar ve Cemilpaşazadeler Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti’ni kurdular. Bölünme Kürdistan Teali Cemiyeti’nin aleyhine olmuştu. 1920’de Jin yayın hayatına son verdi ve Kürdistan Teali Cemiyeti’nin bazı üyeleri örgütten ayrıldı. Bir süre sonra da cemiyetin sonu geldi. Ancak bunun ne zaman olduğu belli değil. Çünkü Suriye’ye geçen Seyid Abdülkadir, örgütün tüm dokümanlarını yakmış. (Oğuz Aytepe, “Yeni Belgeler Işığında Kürdistan Teali Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, S.174, Haziran, 1998. s. 13-15.)
HAMİDİYE ALAYLARI VE AŞİRET MEKTEPLERİ • Birbiri peşi sıra gelen toprak kayıplarını İslam’ın toparlayıcı ve yenileyici gücü ile önlemek, hatta sınırları eski haline çevirmek düşüncesi ‘Halife’ unvanlı II. Abdülhamit’in iç ve dış politikalarının temel motifiydi. Bu amaçla içerde devletin resmî dini olan Sünni İslam dairesinde olduğu için doğal müttefik kabul edilen Kürtler, Hamidiye Alayları’nda örgütlenerek, hem imparatorluğun kadim düşmanı Rusya’ya, hem İran’a karşı bir tampon bölge oluşturuldu, hem başıbozuk Kürt unsurları merkezin kontrolüne alındı, hem de giderek güçlenen Ermeni milliyetçiliğinin önü kesilmeye çalışıldı. (M.S. Lazarev, Kürdistan ve Kürt Sorunu, Jîna Nû Yayınları, s.151)
Başlangıçta sadece Sünni (Türkmen, Karapapak, Kürt ve Arap) aşiretlerden oluşturulması öngörülen alaylar, 1891’de 100 kadar Sünni Kürt (Kurmanc) aşiretinden oluşturulan 36 alayla başladı, sayı 1895’de 57’ye, 1910’da 66’ya ulaştı. Bu süre içinde, Sünni Zaza aşiretleri de alaylara dahil edildi.
Abdülhamit tahttan indirildikten (1909) sonra adları Aşiret Hafif Süvari Alayları olarak değiştirilen alaylar, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle özellikle Üçüncü Orduya bağlı olarak Doğu Cephesi’nde görev aldılar. Sünni Kürt Cibran Aşireti’ne bağlı alayların, Ermenilere ve Varto-Hınıs-Bingöl havalisindeki Kızılbaş (Alevi) Zaza aşiretlerine karşı gerçekleştirdiği eylemler Sünni ve Alevi Kürtlerin ilişkilerinde onulmaz yaralar açtı.
Ancak Abdülhamit’in 1886’da Hicaz, Yemen, Trablusgarp’tan getirdiği 48 öğrenci ile başlattığı Aşiret Mektebi uygulaması tam tersi bir sonuç doğurdu. Hamidiye Alayları’na asker veren Zilan aşiretinin Abdülhamit’e bir mektup yazarak kendi çocuklarının da okula kabul edilmesini istemesi üzerine önce kapılar Kürtlere (başka nedenlerle Arnavutlara) de açılınca, okullar Arap, Arnavut ve Kürt milliyetçiliğinin taşıyıcısı olacak aydınların yetiştiği ocaklara döndü. (Ayrıntılı bilgi için: Alişan Akpınar ve Eugene L. Rogan, Aşiret, Mektep, Devlet, Osmanlı Devleti’nde Aşiret Mektebi, Aram Yayıncılık, 2001) Böylece Abdülhamit politikaları bir yandan Sünni ve Kızılbaş Kürt toplumları ile Ermenileri, Süryanileri, Yezidileri ve Türkleri birbirine düşürürken, bu memnuniyetsizliği milliyetçi taleplerin temeli yapacak aydın gruplarının da yetişmesinde pay sahibi olmuştu. Şeyh Said İsyanı’nı örgütleyecek Azadi örgütünün lideri Cibranlı Halit Bey de bu okullardan mezun olmuştu. Ancak, Kürt milliyetçiliği hâlâ tabandan kopuk bir aydın hareketiydi. Tepedeki kadrolar ise ne istediklerine henüz karar verememişlerdi.

Türkiye'de Kürt meselesini çözebilecek, barışı sağlayabilecek çapta bir siyasi “yok”

ozgurel_kTaraf'tan Neşe Düzel Radikal yazarı Avni Özgürel ile terörün asıl nedenlerini konuştu. İşte ilginç röportaj ve röportajdan dikkat çeken notlar:

►Herkes için bitirilemeyecek kadar kazançlı bir iş bu terör. Hava saldırılarında atılan her roketin kaç lira olduğunu biliyor muyuz?

►Eğer PKK'yı bitirmek istiyor idiysen ve bu kadar öfkeliysen, PKK'nın bütün yönetim kademesi ve kadrosu oradaydı. PKK tasfiye edilebilirdi. Bir değil, on gün sürdü bu konfre. Hadi hududa gelen adamları görmediniz dağlık falan dediniz.... Örgütün televizyon yayınını da mı izlemediniz? Bu kongreden sonra Aktütün'de 17 genç öldü 

► PKK'nın mücadeleyi yütüten Bayık, Karayılan dahil bütün yönetici kadroları ise 25 yıldır aynı yerdeler. Bizim Güneydoğu'da iki yıldan fazla görev yapan generalimiz, askerimiz yok.

► Eğer siz Foça'da dinlenme tesislerine dünyanın parasını harcayabiliyorsanız ve Aktütün Karakolu için de para yok diyorsanız, bunun hesabını birileri ciddi olarak sorar ve sormalıdır da zaten.

►Cumhuriyet tarihinde sadece Turgut Özal muktedir olmayı denedi ve bedelini ödedi.

►Bu ülkede Kürt sorununun çözümü istenmiyor. Çünkü bu işten herkesin çıkaır var. Sadece askerin değil, güvenlik birimlerinin, siyasetin, işadamlarının kısaca toplumun büyük bir kesiminin çıkarı var bunda.


 

ozgurelNEDEN? AVNİ ÖZGÜREL

Yaşanan olaylara bakıldığında Türkiye'de hayat hiç değişmiyor gibi görünüyor. Susurluk'tan sonra Ergenekon oluyor, Dağlıca'dan sonra Aktütün tekrarlanıyor, polis işkencesinde gene insanlar ölüyor, Kürtlerin bir partisi daha seçim öncesinde kapatılmak isteniyor. Yaşanan olaylara bakıldığında hayat bu ülkede bıktırıcı bir biçimde kendini eskitiyor gibi görünüyor ama asıl kendini eskiten Ankara. Çünkü toplum Ankara merkezli her olayda değişiyor ve artık korkmadan gerçeği arıyor, sorumlulardan hesap soruyor. Aktütün'de ne oldu? Neden kamuoyuna inandırıcı bir açıklama yapılmıyor? PKK'nın baskın yapacağı istihbaratı çok önceden gelmesine rağmen niye baskın önlenmedi? 17 genç niye öldü? Genelkurmay Başkanı niye bu kadar öfkeli? Başbakan niye Aktütün'ü soruşturmuyor? 24 yıldır süren bu savaşın temelinde yatan Kürt meselesini çözmek için Erdoğan niye adım atmıyor? Bu savaşın bitmemesinden çıkarı olanlar kimler? Bütün bu soruları Türk siyasi tarihi, Kürt sorunu ve terör üzerine araştırmalar yapan ve kitaplar yazan Avni Özgürel'le tartıştık.

NEŞE DÜZEL:

Aktütün olayını izlediniz mi?

AVNİ ÖZGÜREL:

►Evet.

Sizce bütün o istihbarat raporlarına, gelen bilgilere ve uyarılara rağmen gerekli önlemler niye alınmadı?

►Silahlı Kuvvetler'in karar verme mekanizmasında bir sorun var. Bir çatışmaya girip şehit vermek, birlik komutanı için kıdem terfisinde ciddi bir eksi puandır. Bu yüzden de Silahlı Kuvvetler'de karar alma sorumluluğunu herkes bir üstüne havale ediyor. En üstteki de golf oynamaya gidince çark tıkanıyor. Nitekim çocukların ifadelerinden anlaşılıyor ki, Aktütün'e yardım bile sekiz saat sonra ulaşabilmiş.

Aktütün'de yaşananlar sadece bununla açıklanabilir mi?

►Bu bir faktör. PKK bu saldırıya bir aydır hazırlanıyormuş. Öyle ki, Aktütün köyüne çıkan bütün yollar örgüt tarafından mayınlanmış. Demek ki, karakol bir aydır dört bir yandan kuşatılmış. Zaten bütün bunların bilindiği inkâr edilmiyor. Olayın hemen ardından "Amerika'dan aldığımız istihbarat mükemmel. İstihbarat eksikliğimiz yok" denildi. Ama şu var. İstihbarat hatıra yazmak için toplanmaz! Gelen bilgileri değerlendirmek için toplanır.

Ben de size tam bunu soruyorum. Her türlü istihbarata rağmen niye gerekli önlemler alınmadı peki?

►Bu işin bir de, 'Ya terör biterse?' diye bir yanı var. Fatih döneminden bir örnek vereyim. Fatih Arnavutluk seferine çıkıyor ve yeniliyor. Ne oldu diye soruşturduğunda, komutanların, 'bu savaşı da kazanırsak padişahın bize ihtiyacı kalmayacak' diye düşündükleri ve cepheden çekildikleri ortaya çıkıyor. Bugün Türkiye'de PKK terörü de, güvenlik birimleri için birçok şeyin gerekçesini oluşturuyor.

Neyin mesela?

►Terör öyle bir şeydir ki... Size siyaseti kontrol etme imkânını verir. Amerika'da da böyleydi bu. Amerika bir türlü siyasi karar üretemediği için Vietnam'dan paçasını uzun süre kurtaramadı. Herkes Vietnam'dan çıkılması gerektiğini biliyordu ama savaş öyle büyük ekonomik kazanç kaynağıydı ki, Vietnam işi biterse devasa kârlar da bitecekti.

Türkiye'de terör işi hâlâ büyük bir kazanç kaynağı mı?

►Çoook! Bitirilemeyecek kadar büyük bir kazanç kaynağı bu terör. Yıllar önce Şam'da yaptığım röportajda Abdullah Öcalan bana, "Bu işi bitirirsem beni bitirirler," dedi. PKK, öyle tek bir kişinin... Öcalan'ın veya bir genelkurmay başkanının vereceği kararla bitecek bir iş değil. Bu işin silah tüccarları, siyasetçileri, askeri, güvenlik birimleri, dernekleri var. PKK için de bu böyle. Onun da televizyonları, yurtdışı temsilcilikleri, oradaki her Kürtün maaşından kestikleri paralar var. Herkes için bitirilemeyecek kadar kazançlı bir iş bu terör. Hava saldırılarında atılan her roketin kaç lira olduğunu biliyor muyuz? Bir de uyuşturucu işi var. Türkiye'de geçmişte üniversitede profesör seviyesinde adamlar, "Amerikalılar da terörle mücadele işini uyuşturucu parasıyla finanse ediyorlar. Biz de öyle yapmalıyız," diye raporlar yazdılar.

Uyuşturucu, PKK'yla mücadelenin finansmanında kullanıldı mı peki?

►Tabii ki kullanıldı. Güneydoğu'dan Edirne'ye kadar cemselerin eskortunda uyuşturucu taşındı. Bütün bunlara bulaşan insanlar bir süre sonra 'ben dağda ne diye canımı tehlikeye atayım? Uyuşturucuyu paylaşmak, haraç almak, çetecilik yapmak varken niye PKK'nın içine girip JİTEM için istihbarat toplayayım' dediler.

Ama Aktütün'de böyle bir istihbarat eksikliği olmadığı ortaya çıktı.

Doğru... Aktütün baskını için bırakın istihbarat gelmesini başka şeyler de oldu. PKK'ya yakın televizyonlar var, onların yayınları var. Mesela Roj Tv... "21 ağustosta onuncu kongremiz Kandil'de toplanıyor" diye durmadan yayın yaptı. Kongre'ye PKK'nın Avrupa'dakiler dahil bütün yönetici kadrosu katıldı. Cemil Bayıklar, Murat Karayılanlar hepsi oradaydı. Toplantı on gün sürdü ve Roj Tv Kandil'den görüntüler, röportajlar yayınladı. 21 ağustos, Aktütün baskınından iki hafta öncesi demek. PKK'nın 30 ağustosa kadar süren kongresine PEJAK da katıldı.

Yani İran'ın PKK'sı da katıldı öyle mi?

►PKK, "Türkiye'nin hava saldırıları nedeniyle çok ciddi kayıplara uğradık," deyince, PKK'nın İran'daki kolu da Kandil'deki kongreye katıldı ve PEJAK Başkanı Hacı Ahmet "Bundan sonra birinci hedefimiz Türkiye" diye bir bildiri yayınladı. Bütün bunlar on gün boyunca oldu. Kandil'de üç kişi değil, 1200 kişi toplandı ama Silahlı Kuvvetler ağustos ayı boyunca Kandil'e tek bir hava operasyonu yapmadı.

Sizce niye yapmadı?

►Bunu izah etmek lazım. Halk bu sorunun cevabını öğrenmek ister. Eğer PKK'yı bitirmek istiyor idiysen ve bu kadar öfkeliysen, PKK'nın bütün yönetim kademesi ve kadrosu oradaydı. PKK tasfiye edilebilirdi. Bir değil, on gün sürdü bu kongre. Hadi hududa gelen adamları görmediniz dağlık falan dediniz... Örgütün televizyon yayınını da mı izlemediniz? Bu kongreden sonra Aktütün'de 17 genç öldü. Arkasından Diyarbakır'da polisler kurşunlandı. Eksiklikleri soran gazetecilere de 'vatan haini' demeye varan açıklamalar yapıldı.

Bizim ordu yıllardır Güneydoğu'da çarpışıyor. Artık çok tecrübeli olmaları gerekiyor. Buna rağmen bu baskınlar nasıl yaşanıyor?

►Askerliğini sekiz aylık yapacak olan çocukları PKK ile temasa en açık uç noktalara gönderirsen olacak olan budur. Aktütün'de ölenlere bakın. Deneyimi olmayan çocuklardı. PKK'nın mücadeleyi yürüten Bayık, Karayılan dahil bütün yönetici kadroları ise 25 yıldır aynı yerdeler. Bizim Güneydoğu'da iki yıldan fazla görev yapan generalimiz, askerimiz yok. Zaten orada uzun süre bulunan da kafayı yiyor.

Nasıl?

►Gelişmiş ülkelerde böyle sıcak bölgelerde bir, iki yıl görev yapanlara rehabilite olmaları için altı ay süreyle havaalanlarında görev yaptırılır. İnsan görsünler istenir. Bizde böyle bir şey yok. Benim uzun süre orada komutanlık yapan bir arkadaşım İstanbul'a geldiğinde jest olsun diye onu eğlenceli bir yere götürdüm. Adam bana silah çekecek hale geldi masada. 'Biz orada ölüyoruz, siz burada zil çakıp oynuyorsunuz' diye... Hayattan öyle kopmuş ki...

Aktütün'e dönersek, ne yaşandı ve gene ne yaşanacak orada?

►Şimdi Aktütün'e yeni bir birlik gönderiyorsunuz. Çocuğu Aktütün'de görevlendirilmiş annenin halini düşünün. Karakolu bir sene sonra üç yüz metre öteye taşıyacağız diyorlar. Nereyi savunuyorsun orada? Üç yüz metre yüksekliği savunuyorsun. Efendim Lozan'da hudutlarımız yanlış çizilmiş. Bu yüzden tampon bölge kuralımmış. Saçma sapan öneriler yapıyorlar. Bunu Irak'a söyleyeceklermiş. Irak 'tamam kurun' der ama hemen ekler. 'Kendi topraklarınızda kurun. Niye tampon deyince hep benim topraklarım aklınıza geliyor ki' diye sorar. Kaldı ki Erbil'e kadar orası da dağlık bölge. O zaman nereye kuruyorsun sen tamponu? Üstelik Amerika, 'Öcalan'ı verdik. Problemi çözemedin. İstihbarat veriyoruz. Gene çözemiyorsun. Irak yönetimini elimizden geldiğince baskılıyoruz. Gene olmuyor' demez mi sana?

Kurmay olarak eğitilmiş kadrolar bütün bu akıl yürütmeleri yapmıyorlar mı sizce?

►Bizde nasıl siyasetin ezberi varsa askerin de bir ezberi var. Herkes dönemini tamamlayıp emekli olup gidiyor. Bölgenin tarihini de çok iyi bildiklerini hiç sanmıyorum.

Peki, Aktütün'le ilgili olarak daha önceden gelen istihbarat raporlarına aldırış edilmemesini nasıl açıklamak lazım? Bu raporları ciddiye mi almıyorlar?

►Aktütün soruşturmasının iki sonucu olacak. Ya 'Bütün istihbaratı aldık ve gerekli bütün değerlendirmeleri yaptık ama oraya altı saat boyunca helikopterlerle gerekli koruma ağını kurmadık' diyeceksiniz. Bu durumda sorumluların mutlaka divanıharpte yargılanmaları gerekir. Ya da 'istihbarat gelmiş olabilir ama biz bu saldırının olabileceğine ihtimal vermedik' diyeceksiniz ki... O zaman da sizin askerlik kabiliyetiniz ve kurmay yeteneğiniz sorgulanacak. Eğer Aktütün soruşturması, komuta mevkiinde olan sorumluları yargı önüne çıkarma sonucunu doğurmazsa...

Ne olur?

►Türkiye'de çok ümitsiz bir durum var demektir. Bu soruşturma, Aktütün'ün komuta kademesindeki sorumlularını kamuoyunu tatmin edecek bir şekilde mutlaka bulmalı ve onları askerî mahkemeye vermeli.

Yapılacağı daha önceden bilinen bir baskın, üstelik de gelenler uydu araçlarıyla izlenirken nasıl önlenemez?

►Bu olayın mutlaka birçok kademede birçok sorumlusu var. Yoksa 'orası Aktütün değil, görüntüler yalan' gibi perakende açıklamalarla, yeni açıklanan telsiz konuşmalarıyla Aktütün'ü anlatmak ve inandırıcı olmak zor. Türkiye'de Silahlı Kuvvetler dahil bütün kurumlar hesap vermeli. Eğer siz Foça'da dinlenme tesislerine dünyanın parasını harcayabiliyorsanız ve Aktütün karakolu için de para yok diyorsanız, bunun hesabını birileri ciddi olarak sorar ve sormalıdır da zaten. Türkiye de olumlu bir değişim oldu. İnsanlar artık soruyorlar, sorguluyorlar. Susanı da hoş görmüyorlar.

Peki, Aktütün gibi bir baskının yapılacağı bilindiğinde, alınacak caydırıcı önlemlerle baskına gelenler daha önceden vazgeçirilemez mi?

►Elbette caydırılırdı. Silahlı Kuvvetler, Aktütün baskınının gerçekleşmesine göz yuman ya da yeterli önlem alamayan kademeyi, hangi seviyede olursa olsun, ister general ister kuvvet komutanı olsun mutlaka kamuoyunun önüne çıkarmak zorunda. Bu konuda Genelkurmay Başkanı'nın "soruşturma açıldı ve sonucu açıklanacak," sözleri de bir taahhüt olarak kabul edilmeli ve basın tarafından Genelkurmay Başkanı'na her vesileyle 'efendim Aktütün'ün sonucu ne oldu' diye sorulmalı.

Biraz önce siz de değindiniz. Aktütün karakolunun kapatılacağı açıklandı. Daha geçen mayısta baskına uğrayan karakol niye o zaman kapatılmadı? Bu kadar tehlikeye açık bir yeri kapatmamak askerî anlayışa uygun mu?

►Uygun değil tabii. Ben Aktütün'e gittim. Gecekonduvari bir yapı. Esas olarak bir bekçi karakolu o. Bir saldırıda delik deşik olur ve oluyor da. Ama bizim ordu için Aktütün sanki bir namus. Elbette orada şehit düşenlerin manevi bir manası var ama... Bu hudut karakollarının tamamı esasında mezarlık. Oraya giden çocukların başına ne zaman ne gelecek belli değil. Bir havan mermisi düştüğünde kim bilir kaç kişi ölür gene. Bu hudut karakollarının tamamı kaldırılmalı.

Sınırlar karakolsuz korunabilir mi?

►Orası korunacak da ne olacak? Ülkeni savunabileceğin yer, dağın üç bin metre yükseklikteki zirvesi mi? Aşağıya in, sızmalara orada mani ol. Bu hudut karakolları, katırlarla kaçak çay, sigara uyuşturucu getiren Iraklı köylülerin karşısına dört tane jandarmayı dikip, jandarma eller yukarı dediği vakit ellerini kaldıracak insanlara karşı kuruldu. Bu karakollar, gerilla saldırısına engel olmak için kurulmadı. Problem bu karakolların yerinde değil ki. Problem, bu karakolların varlığında. Bunların hiçbir faydası yok. Şimdiye kadar da sınırdan tek bir girişe engel olamadılar.

Söyle de düşünülemez mi? Aktütün sürekli baskına uğruyor ve orada şehitler veriliyor. PKK bu karakollarda Türk ordusuna şehit verdirdikçe moral kazanmış olmuyor mu peki?

►Şüphesiz öyle. Genelkurmay Başkanı'nın öfkesini yansıttığı basın toplantısı dahi 'dünyanın sekizinci büyük ordusunun komutanını öfkeden deliye döndürdük' diye PKK'nın moral bulmasını sağlıyor.

Genelkurmay Başkanı, bizim gazetenin, baskının daha önceden bilindiğini açıklamasına tuhaf bir sertlikle cevap verdi. Onu en çok destekleyenler bile bu tavrın tasvip edilemeyeceğini söyledi. Niye bu kadar öfkeli bir çıkış yaptı sizce?

►Esasında Genelkurmay Başkanı kendi tabanına olan öfkesini başkasına yansıtıyor. Yoksa orgeneral seviyesine gelmiş birinin Aktütün'de ne olduğunu kavramaması mümkün değil. Orada ne olduğunu, sorumluların kimler olduğunu ve çarkın nasıl yanlış işlediğini biliyor. Ama Türkiye'de bütün kurumlarda olan 'bizimse örtelim' tavrı sergileniyor. Ama Türkiye'de durum değişiyor. Toplum artık soru soruyor. 'Aktütün'de ne oldu?' diyor. Bu yüzden de Genelkurmay Başkanı'nın açıklaması toplumu tatmin etmiyor.

Hükümet ise Aktütün'le ilgili soruşturma açacağına Genelkurmay Başkanı'nı destekledi. Başbakan, Orgeneral Başbuğ'un yanında yer aldı. Erdoğan aynı şeyi Şemdinli'de de yapmıştı. AKP'liler hâlâ Şemdinli'nin gölgesinden kurtulamadılar. İkinci bir Şemdinli yaratmak AKP'yi nasıl etkiler?

►Olumsuz etkileyecek. Bu tutum, AKP seçmenini çok olumsuz etkilemiştir zaten.

Erdoğan askerlerle anlaştı mı sizce?

►Erdoğan askerlerle uzlaşmayı çok istiyordur ama askerlerin ona karşı hâlâ rezervleri vardır.

AKP, böyle bir olayda olayların nedenini araştırmak yerine orgeneralin sertliğini destekleyerek iktidarını güçlendiriyor mu zayıflatıyor mu?

►Zayıflatıyor. Türkiye'de hiçbir siyasi iktidarın muktedir olmak diye bir derdi yok. Hiçbiri de muktedir değil zaten. Hepsi de askerle uzlaşmayı deniyor. Cumhuriyet tarihinde sadece Turgut Özal muktedir olmayı denedi ve bedelini ödedi.

Bütün bu baskınların, çatışmaların, kanın temelinde Kürt meselesi denilen mesele yatıyor. AKP, bu meseleyi halletmek için de bir adım atmıyor. Siyasi iktidar, Kürt meselesini askere mi devretti?

►Devredemez. Çünkü bu iş askerin yapacağı bir iş değil. Bu iş bir güvenlik işi değil. Bu, Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesidir. Zaten Türkiye'yi demokratikleştirdiğiniz takdirde ortada ne türban sorunu kalır, ne de Kürt meselesi. Türkiye'de AB'nin demokrasi standartları egemen olursa, ne asker böyle hesap sorulamaz konumda olur, ne yargı böyle çarpık işleyebilir, ne de yolsuzluklar bu düzeyde gerçekleşir. Ama bu ülkede Kürt sorunun çözümü istenmiyor. Çünkü bu işten herkesin çıkarı var. Sadece askerin değil, güvenlik birimlerinin, siyasetin, işadamlarının kısacası toplumun büyük bir kesiminin çıkarı var bunda. Kürt sorunu her türlü istismarı ve illegal parayı besliyor.

Kürt meselesi nasıl çözülür sizce?

►Kültürel ve siyasal haklardan başlayarak, Anayasa da dahil Türkiye'nin hukuk metinlerinde Kürtleri rahatsız eden bütün başlıklar yeniden yazılmalı. 'Kürtlerle Türkler etle tırnak' lafı hukuka yansıtılmalı. Ayrıca Kürt meselesini çözmek için Öcalan'la görüşülmeli. Türkiye'de bu meseleyi onun dışında bir güç çözemez. Sorunun çözümüne etkin bir katkı sağlayamaz.

Niye? PKK Öcalan'ın kontrolünde mi?

►Büyük ölçüde onun kontrolünde. Öcalan'ın, tabanını ikna edeceği bir çözüm formülü ortaya çıkarılmalı. Bu arada İmralı süreci de bitmeli. Affı, serbest bırakılması söz konusu olamaz ama Öcalan daha iyi şartlarda hapis hayatını sürdürebilir. Zaten onun isteği de serbest bırakılmak değil. Türkiye'de istediği şehirde arazi alabilir ve gündelik siyasetin dışında tutularak bu mekânda ziyaretçileriyle görüşerek yaşayabilir. Türkiye'nin Ceza İnfaz Yasası buna müsait. Bu meselenin böyle olması gerektiğine dair analizlerin Türkiye'nin elinde olduğunu biliyorum ben.

Asker böyle bir çözüme yakın durur mu?

►Asker seviyesinde de buna giderek yaklaşıldığını biliyorum. Orgeneral seviyesindeki bazı komutanların Öcalan'la İmralı'da görüştükleri şimdilerde yazılıp çiziliyor. Bakın... Kürt meselesi sadece hukuk ve şiddet meselesi değil. Bu işin bir de psikolojik boyutu var. Biz PKK'ya terör örgütü diyoruz ama PKK sadece bir terör örgütü mü? Avrupa'da temsilciliğinin olmadığı ülke yok. Devletlerle diplomatik ilişkileri var. Öcalan'ın mitinglerde binlerce posteri taşınıyor. PKK terör örgütü olmaktan çıkmış çok irileşmiş bir yapı.

Öcalan'la İmralı'da ne görüşüldü sizce?

►Özellikle istihbarat birimleri görüştüler. Kürt sorunu çözülebilir mi sorusunun cevabı aranıyordu bu görüşmelerde. Cevabın, 'evet çözülebilir' olduğu ortaya çıktı. Bu cevabı asker de, istihbarat örgütü de biliyor. Ama asker katında bunu terennüm etmek cesaret işi.

Ergenekon paşaları da İmralı'ya gitmişler. Onlar Öcalan'la ne görüşmüşler?

►'Bu adam terörü bitirebilir. Terör biterse biz ne yaparız' diye bir tarafı var bu işin. Bu ülkede Kürt sorununun çözülmemesinden çıkarı olanlar var. Türkiye yurtdışından çok ciddi silah alımları yapıyor. İnsansız uçaklar, Awacslar kaça acaba? Türkiye bir an önce Kürt sorununu çözmek zorunda. Aksi takdirde parçalanmaya gider. Kürt milliyetçiliği büyük bir tehdit olmaya başladı.

PKK'nın Ergenekon'la bağlantısının olduğundan söz ediliyor. Nasıl bir bağlantısı var?

►Geçmişte çok iç içeydi. Bu ilişki sadece uyuşturucu işinde değil, eylem düzeyinde de var. 'Siz de çok pısırıklaştınız. Bir iki çatapat yap ki, bize ihtiyaç olsun' denebilir PKK'ya.

DTP'nin kapatma davası da sürüyor. Bu partiyi kapatacaklar mı?

►İnşallah kapatmazlar. Kürt meselesi DTP'nin kapatılmasından çok kötü etkilenir. 'Demek ki siyasetle bu iş çözülmüyor. Dağ diyenler haklıymış' duygusunu uyandırır bu insanlarda. Dağdaki mücadeleye destek ve katılım artar.

Tırmanan terörde Ergenekon'un payı var mıdır?

►Soruşturduğumuz Ergenekon'un değil ama esas Ergenekon'un vardır. Ergenekon askerin ve MİT'in içerisinde bir yapıdır ve Türkiye'de Ergenekon hiçbir şekilde bitmez. Şimdi hapisteki Ergenekon, bir ucu Susurluk'ta ortaya çıkan yapıydı ve tasfiye edildi. Bu yapının yeni bir versiyonu oluşur.

Yerel seçimler yaklaşıyor. Başbakan Erdoğan'ın son açıklamaları Güneydoğu'daki oyları nasıl etkiler?

►Bugünkü üslubuyla AK Parti Diyarbakır'da kaybedebilir. AKP ile DTP arasındaki oy farkı bence DTP lehine açılıyor.

Şu anda Türkiye'de Kürt meselesini çözebilecek, barışı sağlayabilecek çapta bir siyasi var mı?

►Hayır yok. Temel sorun da bu zaten. Diyarbakırspor'u birinci lige almakla bitmiyor iş. Kürtler bu ülkede her tarafta olsunlar, siyasette de olsunlar. Kürt sorunu sadece şarkı, türkü futboldan ibaret değil. Kürtleri siyasetten tasfiye edersen sonuçları ne oluru Türkiye tartışmalı.

Zaman

Güneydoğu sorunu nasıl çözülür?

11em1Göç 84 yaşındaki Güllü Nine çözümü buldu
MİNE ŞENOCAKLI-Vatan

Bu ateşi tek başına ne iş ne aş söndürür!
İKİ gün boyunca köşe bucak bir çözüm aradım Diyarbakır’da... Onlar, yıllar boyunca çözüm bekleyip durmuş. Umutları iyice azalmış ama tükenmemiş. Tek bir istekleri var, tünelin ucunda bir ışık görmek... Ne iş, ne aş tek başına bir çözüm değil, kanı durdurmak için onlara göre...
HÜKÜMETİn bir an önce diyaloğa girip, birikmiş tüm sorunları masaya yatırmasını bekliyorlar. Muhatapları da masaya davet ederek... Muhatap kim mi? 84 yaşındaki Güllü Nine veriyor adresi: “Tayyip Erdoğan ile Ahmet Türk bir araya gelirse çözer bu meseleyi!”
Sonbahar hüzün getirir diye bilirim, o İstanbul’a özgüymüş. Hüznün sokak köşelerinde iktidar olduğu bu kentte ise sonbahar, sanki ilkbahar... Hava ’kalaylanmış’ gibi berrak, tertemiz. Günbatımında, gökyüzünde mordan turuncuya bir renk seli... Ama bu güzel kentte kimse gökyüzüne bakmaz olmuş. Herkes, tozlu kaldırımlara bakıyor konuşurken bile. Korku dağları bekler buralarda, onu zaten bilmeyen yok, ama aynı korku kentin ana caddesinde de... Can korkusu değil caddedeki, ama dillere kelepçe vuruyor çoğunlukla. Hele ki mesele terör olunca...
Terörün tarifini, korku yaratmak diye öğrettiler bize okulda, ama Diyarbakır’da terörün onlarca anlamı var hissettiğim kadarıyla... Açlık, yoksulluk, işsizlik, baskı, geleceksizlik, ana dilini konuşurken bile tedirgin olmak... Ama en beteri ’umut’ denen sözcüğün ne Türkçesi ne de Kürtçesi kalmış!
TV ekranlarında Kürt meselesine çözüm arayanların bol keseden atıp tuttuğunu hatırlıyorum, işsizlerin sokakları doldurduğu Diyarbakır’da... Gelin de burada atıp tutun, bir sigara parası bile olmayan gençlerin yanında! Sanmayın ki, demek istediğim iş ve aş olursa bu mesele çözülür. Kimse karın tokluğuna ana dilini unutmuyor ki! Nerede görülmüş karnı doyunca insanın politikadan uzaklaştığı?
'Hangi taraf haklıysa Allah ona yardım etsin!’
Diyarbakır’da çok konuştuk, işsizlikten, yoksulluktan, yaşlısıyla genciyle, minicik çocuğuyla... Yoksulluğu görmemek için zaten insan olmamak gerek! Üstelik daha kara kış bastırmamış... Polis otobüsünün taranmasından bir hafta sonra gittik bu kente, ‘Bu soruna bir çözüm ışığı var mıdır?’ diye... Cenazelerin düğünlere fark attığı bir kentte, boşuna aradık ışığı. Işık olur mu, ölümün bu kadar çok konuşulduğu bir yerde?
Bir sokaktayız, onlarca insanın halay çektiği... Her şeye rağmen evlenen genç bir çiftin düğünü... Yanaşıyoruz... Hemen gazeteci olduğumuzu öğrenmişler, İlker’e demiş ki bir genç, “Siz şimdi beş polis öldürüldü, bunlar düğün yapıyor, diye yazarsınız!” İlker üzgün, gelip uyarıyor beni, “Çok üstlerine gitme, olay çıkabilir” diye... Hiçbir şey olmuyor! Önce damatla konuşmayı deniyorum, ama düğün dernek heyecanı pek bir şey söyleyemiyor. Doğru adres, düğünün yaşlıları. Evlerinin önünde bağdaş kurmuş çorap örüyor iki teyze. Ana-kızmışlar... Anne Güllü Adıyaman 84 yaşında, kızı Ayşe 66’sında!
‘Yeter artık, Allah’u Teala bu ateşi söndürsün!’
Mahallenin Ayşe Teyzesi’ne soruyorum, “Kürt-Türk bir arada yaşayamaz mıyız biz?” “İnsanlık olursa, kardeşlik olursa tabii ki yaşarız be kızım” diye başlıyor söze. Görmüş geçirmiş, Anadolu mozaiğinde yaşamış Ayşe Teyze “Diyarbakır Suriçi’nde yıllarca Türk, Ermeni, Süryani, Yahudi komşularımla bir arada yaşadım. Bugünkü gibi bir şey görmedim. Allah hepimize yardımcı olsun. Hangi taraf haklıysa, Allah ona yardım etsin” diyor. Hangi taraf haklı? Cevabı siz çıkarın “Şimdi, ağzım da kapalıdır, kulağım da kapalıdır!”
Peki nasıl çözülür bu mesele? Ben tam bu soruyu sormuşken, balkondan genç kızlar uyarıyor annelerini, “Artık konuşma!” Ama söz Ayşe Teyze’ye geçmiyor, öyle bir laf söylüyor ki insanın içi acıyor: “Bu meseleyi bir tek Allah’u Teala çözer! Yeter artık, Allah’u Teala bir su döksün bu ateşin üzerine. Bu kavga, bu dava bitsin. Kimse kimseyi öldürmesin. Yaşıyorduk işte kardeş kardeş. Şimdi neyin kavgasını yapıyoruz?”
‘Askerdeki de bizim çocuğumuz, dağdaki de!’
“Olur mu, kulun işi neden Allah’a kalsın?” diye soruyorum bir cevap almak için. Cevap, bu kez Güllü Nine’den geliyor “İki hükümet bir olursa, dünya selamet olur!” Hangi iki hükümet? Cevap yok. “Kiminle kim bir araya gelirse selamet olur nine? Tayyip Erdoğan ile Ahmet Türk mü?” diye soruyorum bu kez. “He, olur! Kavga etmesinler. Yukarıda Allah, aşağıda hükümet değil mi? Çözecekse onlar çözecek!” diyor.
‘AKP’nin ne bir iyiliğini gördük, ne de kötülüğünü’
Ayşe Teyze’nin üçü kız, dört erkek çocuğu varmış. “Dört çocuğumu da askere verdim. Ne mutlu ki, hepsini sağ salim geri aldım” diyor. “Alamayabilirdiniz de...” diye araya giriyorum. Başıyla onaylıyor: “Her ikisi de bizimdir. Dağdaki de bizimdir, askerdeki de... Allah bize yardım etsin. Giden de bizimdir, kalan da bizimdir.” Artık söze gerek yok bu konuda.
Peki ya AKP? Ayşe Teyze, “Ne bir iyiliğini gördük, ne de bir yardımını aldık. Ne iyilik getirdiler, ne de kötülük” diyor... Yani olsa da olur olmasa da!.. Peki yerel seçimde kime oy atacaklar ana-kız? Cevap vermiyorlar, ama herhalde boşa oy atmayacaklar!
Biz daldık sohbete, çevremizi çocuklar sarmış. Dertli sohbeti kesiyor Ayşe Teyze, eve giriyor. Elinde bir çift çorap geliyor, sarı-mavi çizgili... “Benden sana küçük bir yadigâr. Her zaman beni hatırla” diyor. Hatırlanmayacak gibi mi?
Çantama koyuyorum çorabı... Zaten hoparlörden yükselen Kürtçe şarkı her şeyi bastırıyor. Halay uzadıkça uzuyor, coştukça coşuyor. Çocuklarla birlikte uzaklaşıyorum, yeni bir sohbet aramaya...
‘İnşaatlarda bile Diyarbakırlıyım deyince iş vermiyorlar’
Kadınlarla konuşmak daha kolay oluyor, ama bir de erkeklerin ruh halini anlamam lazım. Gerek askerde, gerek dağda ölenler hep onlar değil mi? Çocuğunun elini sıkı sıkı tutmuş, halayı izliyor gençten biri... 29 yaşındaki Eyüp Sibal, İstanbul’u komşu kapısı yapmış, iş buldukça inşaatlarda çalışıyor. Zira Diyarbakır’da iş bulmak neredeyse hayal artık. Ama artık İstanbul’da da öyle olmuş. Neden ki, ekonomik kriz mi mesele? Keşke kriz olsa, artık İstanbul’da inşaatta bile Diyarbakırlı’ya iş vermiyorlarmış.
Eyüp anlatıyor: “Son gittiğimde ’Tamam yarın işe başla’ dediler. İş başı yaptım, usta geldi yanıma, ’Nerelisin?’ diye sordu. ’Dedim, Diyarbakırlıyım.’ ’Artık işe gelme’ dedi!”
Bu raddeye mi geldik gerçekten? Bütün Diyarbakırlılar’ı PKK’lı mı sanmaya başladık? Cevabı, bizi dikkatle dinleyen 11 yaşındaki Mehmet Emin veriyor “Abla, asıl böyle düşünenler PKK’lıdır!”
‘Vatan hainiysem askerde işim ne?’
Eyüp, bunun yeni bir şey olmadığını söylüyor, öyle bir şey anlatıyor ki, inanamıyorum, tüylerim diken diken oluyor! Asker ocağından bir anısı Eyüp’ün, dinleyin de hep beraber utanalım: “Isparta’da askerlik yaparken, komutan ’Kalk ayağa!’ dedi. Kalktım... Sonra diğer askerlere dönüp, ’Herkes buna iyi baksın’ dedi. Herkes bana baktı. Dedi ki ’İşte bu Diyarbakırlı’dır... Vatan hainidir!’ Vatan hainiysem ne işim var benim orada? Komutana da söyledim aynısını. Hiçbir şey diyemedi. Çok acı ama, bu ülkede Diyarbakırlı oldun mu suçlusun!”
Peki bir kin düşmüş mü yüreğine? Cevabı yalnızca iki sözcük “Ben de insanım!”
‘Başbakanımız gençlere sahip çıksın!’
Çoğu Diyarbakırlı gibi o da önce ismini vermek istemiyor. Israr etmiyorum... Bir yandan halayı izleyip, bir yandan sohbet ediyoruz. Sohbet bitince, “Yaz, ama sadece ismimi” diyor... 21 yaşındaki Aysel’in kardeşi Mardin’de asker. Endişe yüzünde yer etmiş “Allah, kimsenin ciğerini yakmasın. Ölen askerlere çok üzülüyorum. Ateş düştüğü yeri yakar ama cenazeleri gördükçe kahroluyorum. Allah, bütün gençleri korusun” derken, kucağındaki oğluna biraz daha sıkı sarılıyor.
Peki bu meselenin çözümü yok mu? O da önce “Ancak Allah bu ateşi söndürür“ diyor ama sonra küçük bir umutla da olsa bir dilekte bulunuyor: ”Başbakanımıza sesleniyorum. Hepimiz kardeşiz. Milletvekillerimizle bir araya gelsin. Sahip çıksın gençlere. Dağdaki de Allah’ın bir kuludur, unutmasın. İsterse çözer bu işi... İnşallah çözer!”
Onca yoksulluk varken, her şeylerini paylaşmaya hazırlar
Bu kadar yoksulluk içinde, bu kadar eli açık insanı görünce hem şaşırıyor hem de umut doluyor insan. Diyarbakırlılar, ellerinde avuçlarında ne varsa paylaşıyor. 7’sinden 70’ine herkes bir hediye vermek istiyor bana... Tıpkı ilkokul birinci sınıfa yeni başlamış Sibel gibi... Yanıma geldiğinde kulaklarındaki o kocaman mavi küpeleri görüp, “Ne de güzel küpelerin var” dememe kalmadan, çıkarıp hediye etmeye kalkıyor Sibel. Gözyaşlarımı zor tutuyorum... O kömür karası gözlerindeki saf sevgi, Diyarbakır’ı bulut gibi saran umutsuzlukta, adeta bir umut ışığı oluyor benim için...
YARIN: * Sokaktaki her 4 gençten 3’ü işsiz...
* DTP yine seçilir mi?

Kürt sorunu: Çözüm için öneriler

ALİ BULAÇ     a.bulac@zaman.com.tralibulac

 

Kürt sorunuyla ilgili çözümleri düşünürken, iki hususun altını çizmek gerekir:

a) Sorun bütünüyle çözülse bile "terör" bütünüyle bitmeyebilir. Ancak lokalize olur, dağa çıkışlar asgariye iner.

Terörle mücadele, sorunun kaynaklarına inip sahici ve kalıcı çözümlerin bulunup hayata geçirilmesine mani değildir.

b) Form olarak üniter yapıyı değiştirmek gerekmez, belki bugüne kadar ısrarlı olunan yaklaşımlara daha eleştirel bakılabilir.

Bu çerçevede mevcut sorunun şu taleplerin karşılanmasıyla çözülebileceğini düşünüyorum:

 

1. Kürt kimliğinin tanınması ve bunun her kademe ve alanda kabul edildiğinin dile getirilmesi. Belki anayasada şu veya bu kimlik yer almaz, ama şu veya bu kimlik beyanı ve talebinin önündeki yasal ve anayasal engeller ortadan kaldırılabilir.

2. Resmî dil Türkçe olmak üzere, isteğe bağlı ana dil veya ana dilde eğitim yapma imkânlarının Kürtçe veya başka dil konuşan gruplar için tanınması.

3. Bütün dil grupları, medya yoluyla kendilerini görünür kılmak isterken (gazete, dergi, kitap, TV, radyo, kaset, video, film, CD, DVD, internet vs.) engellerle karşılaşmaması. TRT'de Kürtçe kanalın faaliyete geçmesi, özel TV yayınlarına izin verilmesi.

4. Etnik kimliğin fırsat eşitliğine engel teşkil etmemesi, objektif liyakat, hizmet, ehliyet ve faydanın kıstas seçilmesi.

5. İnsan haklarına tam riayet. Her türlü etnik ve bölgesel ayırımlara son verilmesi. Baskı, işkence, hukuk ihlalleri ve özel uygulamalara son verilmesi, faili meçhullerin aydınlatılması.

6. Terör yoluyla fiilen kan dökmemiş olup dağa çıkmış herkes için kapsamlı bir af çıkarılması.

7. Bölgenin ekonomik geri kalmışlığına köklü, kalıcı ve sahici çözümler bulunması, sınır ticaretinin geliştirilmesi; bölgeler arasındaki farkın ciddi tedbirlerle kapatılması. Bölgesel, sektörel ve projeler seviyesindeki yatırımların teşvik edilmesi.

8. Türk ve Kürt halkı arasında derin ve kalıcı husumetlere yol açan davranışlardan kaçınılması, kışkırtıcı yayın yapan medya üzerinde sivil baskıların artırılması.

9. Yerel ve tarihsel isimlerin iade edilmesi; köy, dağ, tepe, göl, bölge, nehir, otlak, mezra, ova, yayla, şahıs, aşiret vb. veya çift isim (Türkçe ve Kürtçe) kullanılması.

10. Diğer ülkelerdeki (Suriye, Irak ve İran) Kürt bölgeleriyle beşerî, turistik, ekonomik, ticarî, kültürel vb. ilişkilerin geliştirilmesi, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'yle iyi ilişkilerin korunması; ancak yasadışı silah ve uyuşturucu trafiği üzerindeki kontrollere devam edilmesi.

11. Dört ülke arasında parçalanan ailelerin birleştirilmesine imkân tanınması, bu ailelerin ikinci ülkedeki mal ve mülkiyet varlıklarının teminat altına alınması.

12. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkeziyetçilikten vazgeçilmesi, merkezî politik otoriteyi zedelemeden yerinden yönetime geçilmesi.

13. İslamî temelde bütün etnik gruplar arasında kardeşlik ve işbirliği ruhunun güçlendirilmesi, gönüllü ve eşit ortaklı birlik ve beraberliğin bölünme ve parçalanmadan daha yararlı ve hayırlı olduğu fikrinin anlatılması; bunun bir eğitim politikası olarak öğretilmesi.

14. Doğu ile Batı bölgeleri arasında başlamış bulunan sivil yardımlaşma köprülerinin güçlendirilmesi, bu etkinliklere devam edilmesi.

15. Türk-Kürt çatışmasını, ırkçılığı ve nefreti körükleyen tutum ve davranışlara karşı tavizsiz önlemler alınırken, sorunun kendisi ve çözüm yollarıyla ilgili sağlıklı tartışmalar yapılması, ifade özgürlüğünün özenle korunması.

Yakın tarihte bütün İslam dünyası büyük acılar yaşadı. Müslüman halk ve kavimlerin ağır bedeller ödeyerek yaşadıkları bu tecrübeden Türkler ve Kürtler gerekli dersleri çıkarmak zorundadır. Hedefimiz daha küçük parçalara bölünmek değil, daha çok genişlemek ve bütünlüğe doğru yönelmek olmalıdır. Bu tarihsel süreçte, özellikle hayatında İslam dinini rehber seçen insanlara büyük görev ve sorumluluklar düştüğü inancındayım. Mahallemizde çıkan bu feci yangının üzerine bir bidon benzinle değil, belki evimizdeki içecek bir kova su ile gidelim.

İşte AKP'nin Kürtleri

AKP DTP KURT MILLETVEKILLERI Erdoğan her fırsatta '75 Kürt vekilim var' diyor, ancak Erdoğan'ın Kürtleri, Kürtçe eğitimi bile gereksiz görüyor, 'Kürtler Rusça öğrensin' diyebiliyor
Başbakan Tayyip Erdoğan, her fırsatta 70 milyonun başbakanı olduğunu dile getiriyor. Ayrıca her platformda '75 Kürt kökenli milletvekili'nin olduğunu söyleyerek, Kürtlerin haklarını ve temsilcilerini bertaraf etmeye çalışıyor. Ancak Erdoğan'ın sözünü ettiği vekillerin ne kadar 'Kürt' oldukları, Kürtleri ne kadar 'temsil ettikleri', Kürtlerin en doğal ve insani haklarının başında gelen Kürtçe eğitime yaklaşımlarıyla çıktı.
Erdoğan'ın sözünü ettiği 75 milletvekilinden 62'sine ulaştık ve 'Kürtçe eğitim talebini destekliyor musunuz?' sorunu yöneltik. 29 milletvekilinin verdiği yanıtlar, 'Kürtçe eğitimin gereksiz olduğu, Kürtlere Çince, Rusça, İngilizce ve Almanca öğretilmesi gerektiği' yönünde oldu. Bu arada Erdoğan, 'Benim vekillerin telefonlarına herkes ulaşabilir' demişti, ancak 33 vekilin telefonlarına hiçbir şekilde ulaşılamadı.
Erdoğan'ın Kürtleri meğer bunlarmış
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gerek gittiği Avrupa gezilerinde, gerekse de Türkiye'de değişik yerlerde yaptığı açıklamalarda '70 milyonun temsilcisiyim', 'Kürtlerim temsilcisi benim' diyor. 22 Temmuz seçimleri öncesi Diyarbakır'da 'Kürt sorunu benim sorunum' diyen Erdoğan, bugün yine Diyarbakır'da olacak ve bakalım neler diyecek? Tabii ne diyeceği bilinmez ama 5 Kasım 2007 günü basın mensuplarının karşısına geçip 'Benim partim Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde birinci partidir. Kürt kökenli 75 milletvekilim var benim. Terör örgütü hiçbir zaman benim Kürt kökenli vatandaşlarımın temsilcisi olmamıştır. İstismar yapmışlardır' diyen Erdoğan'ın Kürt milletvekillerini aradık ve 'Okullarda Kürtçe eğitim verilmeli midir?' diye sorduk. Bakın bakalım kendisi de Kürt olan AKP'nin milletvekilleri Kürtlerin en temel ve doğal hakları olan 'anadilde eğitim ve öğretim haklarına' nasıl yaklaşıyor.
AKP Ağrı Mehmet Hanifi Alır: 'Zor bir soru. Cevabı da bir o kadar zor. Umarım bu tip konular zaman içinde hal olur. İnsanların anadillerini bile talep etmesi tartışılır bir konudur. (Kürtlerin anadilde eğitim talebi Meclis'e gelirse ne dersiniz?) Gelince bakarız.'
Pardon hangi kanal?
AKP Ağrı Milletvekili Abdülkerim Aydemir: İlk gün telefonunu açmadı. İkinci gün aradık telefonu kapalı. Üçüncü gün tekrar aradık: 'Ben ilk senden duyuyorum. Böyle eylemleri hiç duymadım. Sizin hangi kanaldı? (Bizimki haber ajansı) Haaa tamam. Ben duymadım haberdar değilim. Öğreneyim öyle. (Peki sizce okullarda Kürtçe eğitim verilmeli mi?) Uygun platformlarda görüşelim. Uygun bir platformda değilim. İyi günler.'
AKP Batman Milletvekili Ahmet İnal: İlk gün telefonu kapalıydı. İkinci gün de telefonu kapalıydı. 3. gün yanıt verdi: 'Doğal olarak herkesin anadilinde okuma, yazma, eğitim gibi her türlü talebinin yanındayız. Meclis'e gelirse de gönlümüzden geçen şeylerdir. Anadilin kısıtlanmasından yana değiliz. İnsani haktır.'
AKP Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen: İlk iki gün iki telefon numarasına da cevap vermedi. Üçüncü gün yanıt verdi: 'Ben devletin üniter yapısına zarar vermeyecek tüm toplumsal hakların kullanılmasından yanayım.'
AKP Diyarbakır Milletvekili Kutbettin Arzu: 'Ben DİHA'ya görüş vermiyorum. Hakkımda yalan yanlış şeyler yazıyorsunuz. (Hangi haberde yalan ve yanlış var, bize iletin tekzibini yayımlayalım) Ben uğraşamam. Yarım saatlik konuşma bir dakika veriliyor. (Biz bütün görüşmeleri kayıt altına alıyoruz. Siz bize hangi haber olduğunu söyleyin biz de ona göre cevap verelim) Hatırlamıyorum. (Peki Kutbettin Bey, Kürtçe eğitim konusunda görüş vermeyecek misiniz?) Bu konuda bir şey demeyi düşünmüyorum. '
AKP Bingöl Milletvekili Yusuf Coşkun: 'Ben trafikteyim. Size faks numaramı vereyim, siz oraya atın sorularınızı, ben size yanıtlayayım. Sorularınızın altına da faks numarası yazın.' (Sorular yazılıp fakslandı ama yanıt gelmedi.)
Bayram bitse de görüşsek!
AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan: 'Trafikteyim şu an.' (Kısaca yanıt veremez misiniz?) 'Bir cümlelik de vermeyeceğim. Şuan bu konuda bir şey söylemek istemiyorum. Bayramdan sonra görüşelim, hatta bu konuda bir şey söyleyince medyada çarpıtılıyor. Sizinle alakalı değil. Sizin yaptığınız masumane bir çalışma. Ama bayramdan sonra görüşelim. Geniş ve daha etraflıca.' (Bayramdan sonra aradık. Sayın Arslan DİHA'dan arıyoruz muhabirimiz Rüştü Demirkaya sizinle görüşecekti) 'Nereden arıyordunuz?' ( DİHA'dan arıyoruz) 'Ben müsait değilim.' (Ne zaman müsait olursunuz?) Soru üzerine Arslan telefonunu kapattı.
AKP Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan: İlk iki gün telefonuna cevap vermedi. Üçüncü gün yanıtladı: 'Dil bazında her manada her ülkede her dili öğrenmekte fayda var. Kürtçe dershaneler açıldı ama rağbet görmedi. Bunun nedenini araştırmak lazım. Bana göre her hayvan nasıl kendi diliyle öterse, her insan ilişki kurabileceği bir seviyede bir dili bilmesi lazım. Dil konusunda bir sıkıntı olacağını sanmıyorum. Biz bütün dillere bu hakkı tanıdık televizyonlarda. Her dilde yayın yapılıyor. Eğitim konsunda ise bunun resmileşmesi lazım. Herkes kendi dilinde kendi bölgesinde konuşabilsin. Meramını anlatabilsin ve kendi imk�nlarıyla yapabiliyorlarsa eğitim yapsın. Ama devlet okulları için kanun çıkarılmalı. Böylesi bir talep Meclis'e gelirse hayır demekte fayda yok. Evet demek lazımdır. Her şey serbest olsun. Yasaklarla bir yere gidilmez.
Nasıl sormamızı istiyorsunuz!
AKP Diyarbakır Milletvekili Ali ihsan Merdanoğlu: Böyle pat diye soru mu olur? Cevap vermiyorum. Trafikteyim. .
AKP Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven: Bu soruyu cevaplandırmak istemiyorum.
Malatya ayrı cumhuriyet mi?
AKP Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz: Malatya'da böyle bir sıkıntı yok. Türkiye'nin resmi dili Türkçedir. Kürt Türk ayrımı yoktur. Kaldı ki halk buna müsaade etmez. Kürtçe TV'yi destekleyenlerdenim. Katkım olmuştur. Ama eğitim için kurslar açıldı kimse gitmedi. Gündem oluşturmanın doğru olmadığını düşünüyorum. İsteyen konuşuyor. Devletin resmi dili Türkçe'dir. Kürtçe'nin olmasının bir faydası olmaz.
AKP Mardin Milletvekili Süleyman Çelebi: İlk gün aradık telefonu kapandı (Şarjı bitmiş). Üçüncü gün ulaşabildik: 'Sıcak bakmıyorum. İnsanların beynine fitne sokmaya çalışıyorlar. Ben Kürdüm, ben onların konuştukları lisanı bilmiyorum. Rusça'dan bozmadır. Ben samimi olmadıklarını düşünüyorum. Şimdi bölgede insanların birliklerini sağlamaya değil nifak tohumlarını ekmeye çalışıyorlar. Burada bölge insanlarının farklı ihtiyaçları var. İş, aş bulabilsek Güneydoğu'nun sorununu çözeriz. Sorun Kürtçe değil. Ben Süryanice ve Arapça da biliyorum. Kürtçe eğitime sıcak bakmıyorum. Yarın Lazlar, Çerkezler, Araplar biz de açalım diyecekler o zaman. Türkiye bir mozaiktir kimsenin bunu yıkmasına izin vermeyiz.'
Ne uzun sürdü bu traş!
AKP Muş Milletvekili Medeni Yılmaz: 'Şu an müsait değilim. Traş oluyorum. Daha sonra, yarım saat sonra ararsanız sevinirim.' Yarım saat sonra aradık cevap vermedi. Ertesi gün tekrar aradık; bir numarası kapalı diğerine cevap vermedi.
AKP Ardahan Milletvekili Saffet Kaya: 'Bu numara size mi ait? Ben sizi yarım saat sonra ararım.' Arayan olmadı.
Gitsinler Ruşça öğrensinler!
AKP Muş Milletvekili Seracettin Karayağız: : Uygulanabilirliliğine inanmıyorum. İlkokulda verilse lisede, lisede verilse üniversitede ne olacak? İyi bir eğitim almaları önemli. Her yerde resmi dil var. Kürtçe'yi her yerde kullanabiliyorlar. Gidip Rusça, İngilizce öğrensinler, dünyanın kapısı daha fazla açılacak. Nitekim ulus-devlet bu. Devletin şeyi de Türkçe'dir. Osmanlı'da eğitim o kadar yaygın değildi. Medreselerde kendi dilinde verilirdi. Şu an bence kendi dilinden ziyade iyi bir eğitim almalı. Bakın biz iyi bir eğitim için derslik sayısını, Anadolu ve Fen liselerini arttırdık. Artık başka ile gitmeden eğitim alabilecekler. Ama Kürtçe eğitim farklı bir şey. O kadar eğitimciyi nerden bulacaksınız? (Varsayalım ki bulundu, teknik sorunlar hal oldu, eğitim verilmesini ister misiniz?) Mümkün olarak görmüyorum. Ülkenin yapısı olarak, her şeyi problem olur. Ben mümkün görmüyorum.
Sıkıntılı bir köydeyim!
AKP Siirt Milletvekili Afif Demirkıran: İlk iki gün ulaşamadık. Üçüncü gün yanıt verdi: 'Önemli olan Kürtçe öğretmekse özel okullar açıldı, kapandı. Batman'daki kapandı, diğerlerini bilmiyorum. (Peki sizce Kürtçe eğitim verilmeli mi?) Telefonda verilmeli midir, verilmemeli midir tartışması olmaz. Şu an sıkıntılı bir köydeyim, buna cevap verebilecek koşullar uygun da değil. Ama söylediklerimin hepsini yazmanızı isterim. AKP iktidarı ile halkın ihtiyacına göre çalışmalar yapılıyor.
Üstlerim bilir!
AKP Siirt Milletvekili Mehmet Yılmaz Helvacıoğlu: 'Ben bu konuda yorum yapamam. Bizim üst kurullar var, onlar görüş belirtir, biz ona uyarız. Ben yorum yapmam. TRT yayın yapıyor zaten. Ama biliyorsunuz, bunlar devlet politikası. Siz de taktir edersiniz ki bu böyle.'
Bilgim yok, oldu mu?
AKP Urfa Milletvekili Sabahattin Cevheri: İlk aramada telefonu meşguldü. İkinci aramada; 'Ben bu konuda yorum yapmasam. Oldu mu? Hadi iyi günler.'
AKP Urfa Milletvekili Eyüp Cenap Gülpınar : 'Ben bu konuda bilgi sahibi değilim, açıklama yapmıyorum. Kusura bakmayın. Oldu mu? İyi günler.'
AKP Urfa Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin: 'Yani Kürtçe serbest oldu. Televizyon var. Normal eğitimde Kürtçe olmaz. Resmi dil Türkçe olduğu için Türkçe olması lazım. Türkçe olmalıdır.'
Başak'ı anlayana aşk olsun!
AKP Urfa Milletvekili Ramazan Başak: 'Şimdi bu bir devlet politikasıdır. Biz her türlü demokratik eyleme karşı saygılıyız. Yalnız demokratik kurallar içerisinde, asayişi bozmadan. İlgili kurumlarla gerekli izinler alındıktan sonra bu arkadaşlarımızın böylesi bir çalışması, eylemi var. Kürtçe bölgenin, Türkiye'nin gerçeği. Onun için ilgili sınırlar içerisinde kalmak şartıyla her türlü eyleme saygılıyız. Bu benim dememle olacak bir olay değil enine boyuna değerlendirmek gerek. Kürtçe kurslarla konu gündeme geldiğinde epey sıkıntı çıkmıştı, ama gayet düzenli bir şekilde izinler verildi. Ama şuan durum nedir bilmiyorum. Demokratik sınırlar her türlü eyleme saygılıyız. Şuan müsait değilim... İyi günler.'
Etrafım dolu, trafikteyim
AKP Urfa Milletvekili Abdulkadir Emin Önen: 'Şu an durumum hiç müsait değil. Yanım da bayağı dolu, konuşmak çok zor. Etrafım dolu, şu an araçtayım, araba kullanıyorum, yarın görüşelim.' Ertesi gün telefona cevap vermedi.
AKP Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda: Uçağa binmek üzereyim onun için görüşemem.
Siyaset yapıyoruz!
AKP Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu: Basın danışmanı: '10 dakika sonra arayın. Şuan telefon görüşmesi yapıyor, diğer telefonundan.' 10 dakika sonra aradık, yanıt verdi: 'Bu konuda herhangi bir konuşma yapamıyoruz. Partimizin genel görüşü var. Parti genel merkezinin görüşü neyse bizim de aynı görüşümüzdür. Sonuçta siyaset yapıyoruz. Her partinin kendi genel politikası var ve bunlar kamuoyunun gündemine bu şekilde sunulur. İyi çalışmalar kolay gelsin
Şey... Bursa'ya gidiyorum
AKP Elazığ Milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya: 'Şuan yoldayım. Şeey... Bursa'ya gidiyorum... Çevrem müsait değil. Sonra konuşalım.'
AKP Erzincan Milletvekili Sabahattin Karakelle: Başkası açtı, 'Diğer telefonu ile konuşuyor, 5 dakika sonra arayın' dedi. 5 dakika sonra yanıt verdi: 'Böyle bir şey söz konusu değil. Eğitim dili olarak Kürtçe eğitim verilemez. Eğitim dili Kür... Türkçe'dir... Türkçe'dir... Devletin üniter yapısı var. Anayasa'da bunlar belirlenmiş. Ama vatandaşın Kürtçe konuşması serbesttir. Kürtçe konuşma yasağı yok. Eğitim dili Türkçe'dir. Bu kim? Bir kısım PKK terör örgütü bu işi bu şekilde kendine yeni bir alan bulabilmek için yapıyor. Terör örgütü dağılıyor, taraftar bulabilmek için yapıyor olabilir. Yoksa Kürt orjinli vatandaşlarımızın böyle bir talebi yok. Erzincan'da bu talep yok. Hatta vatandaşlarımız buna karşılar.'
AKP İstanbul Milletvekili Abdulkadir Aksu: 'Nerden arıyordunuz ? (DİHA'dan arıyoruz) Şu an bulunduğum yerde telefon iyi çekmiyor, beni daha sonra arayın.' (Fakat Aksu'nun telefondaki sesi gayet net geliyordu.)
Kürtçe eğitim isteyen yokmuş!
AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan: 'Kürtçe eğitim isteyen kim var? Normal, samimi bir vatandaşın talebi yok. Kürtçe eğitim talep edenlerin; ülkenin istikrarı adına, kalkınması adına, mağdur durumdaki insanlar adına bir şey talep ettikleri yok. Dertleri yönetimde etkin söz sahibi olmak. Yönetimdekileri istismar etmektir. Anadilde yani Türkçede zaten eğitim oluyor. Türkçenin değişmesi mi lazım? Kürtçe kurslar açıldı kim gitti? Hiç bir müracaat olmamış. Hal böyle iken, talep yokken bunun gündeme getirilmesi ortamın kaşındırılması, suni gündem oluşturulmasıdır. Türkiye'nin 'anadilde eğitim verilsin' gibi bir sıkıntısı yoktur.'
Kürtçe eğitim kararı varmış da haberimiz yok
AKP Adıyaman Milletvekili Şevket Gürsoy: Tabi canım bu karar alındı verilecek (Kürtçe eğitim). Bu Ergenekon-mergenekon yüzünden gecikiyor. Kürtler-Türkler birlikte çalışsın, birlikte yaşasın. Dünyada böyle bir şey yok. (Eğer böylesi bir talep meclise gelirse ne dersiniz?) Meclise gelirse ben 'Evet' derim.
AKP'nin 'servis dışı' vekilleri
Tabii şuana kadar okuduklarınız bizim uzun uğraşlar sonucu ulaşabildiğimiz Milletvekilleriydi. Şimdiki vekillere ise biz gazeteciler olarak ulaşamadık artık vatandaşlar nasıl ulaşır bilmiyoruz. AKP'nin servis dışı Bölge milletvekilleri:
AKP Adana Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat: Telefonu sürekli meşgul. İkinci gün aradığımızda ise telefonu kapalıydı. 3. gün aradık açmadı telefonunu. 4. kez arayınca basın danışmanı telefona cevap verdi ve 'Makamından arayın' dedi. Makamını aradık, Sekreteri; ' Başkanımız uygun olduğunda Rüştü bey ile görüştüreceğiz. Siz numaranızı verin' dedi. Numaramızı bıraktık fakat aradan 3 haftayı aşkın bir süre geçti arayan olmadı.
AKP Ağrı Milletvekili Fatma Kotan: Danışmanı; 'Kendisi şu an toplantıda öğleye ancak çıkar, belki. Ben notunuzu alayım kendisine iletirim.' Bize dönen olmadı.
AKP Erzincan Milletvekili Binali Yıldırım: Koruması açtı, 'Şu an toplantıda' dedi.
AKP Elazığ Milletvekili Feyzi İşbaşaran: İlk aramada telefonu meşguldü. İkinci kez aradık. Bu sefer de meşgule düşürdü.
AKP Elazığ Milletvekili Hamza Yanılmaz: Telefonunu açmadı.
AKP Van Milletvekili Gülşen Orhan: Telefonunu açmadı.
AKP Elazığ Milletvekili Faruk Septioğlu: Ulaşılmıyor.
AKP Elazığ Milletvekili Tahir Öztürk: Telefonunu açmadı.
AKP Erzurum Milletvekili Muhyettin Milletvekili Aksak: Bir telefonu servis dışı, diğeri ise kapalı.
AKP Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt: Telefonu servis dışı
AKP Urfa Milletvekili Mustafa Kuş: Cevap vermedi.
AKP Van Milletvekili Hüseyin Çelik: Telefonu servis dışı.
AKP Van Milletvekili İkram Dinçer: Telefonu kapalı.
AKP Van Milletvekili Kerem Altun: Bir telefonu servis dışı. Diğerini ise açmadı.
AKP Urfa Miletvekili Çağla Aktemur: Her iki numarası da kapalı.
AKP Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt: Telefonuna cevap vermedi.
AKP Urfa Milletvekili Zülfikar İzol: Numara servis dışı
AKP Adıyaman Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu: İki numarası da arandı ama iki numaraya da ulaşılamıyor.
AKP Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın: İki numarasına da ulaşılmıyor
AKP Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz: Numarasına ulaşılmıyor
AKP Ağrı Milletvekili Cemal Kaya: 3 gün boyunca aradık, sürekli çalmasına karşın telefonuna cevap vermiyor
AKP Bitlis Milletvekili Kazım Ataoğlu: Numarası servis dışı.
AKP Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen: Numaraya ulaşılmıyor. Üçüncü gün tekrar aradık: Telefon servis dışı.
AKP Bitlis Milletvekili Vahit Kiler: Telefonu kapalı.
AKP Diyarbakır Milletvekili Mehmet Mehdi Eker: Üç gün boyunca aradık telefonu kapalıydı.
AKP Mardin Milletvekili Mehmet Halit Demir: Numarası servis dışı.
AKP Mardin Milletvekili Cüneyt Yüksel: Üç gün boyunca aradık telefonuna cevap vermedi.
AKP Mardin Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey: Her iki numarası da servis dışı.
AKP Urfa Milletvekili Yahya Akman: Telefonu kapalı.
AKP Hakkari Milletvekili Rüstem Zeydan: Telefonunu açmadı.
AKP Bingöl Milletvekili Cevdet Yılmaz: Telefonu kapalı
AKP Bingöl Milletvekili Kazım Ataoğlu: Bir telefonu servis dışı, diğeri ise kapalı
AKP Iğdır milletvekili Ali Güner: Danışmanı; ' Kendisi şuan Genel kurulda. Numaranızı bırakın ben kendisine iletirim'
Rüştü Demirkaya
ANKARA / DİHA

Kaynak: www.gundemonline.net