6-7 Eylül olaylar sırasında 15 yaşında olan Mihail Vasiliadis, 'Baskıları 6-7 Eylül olayları ile sınırlandırmamak gerekir. Anadolu'nun tek tipleştirilmesi süreci bu coğrafyayı tuzsuz bir yemeğe çevirdi. Bugün tek dil, tek bayrak, tek vatan politikasının aynen devam ettiğini görüyoruz' diyor. Anadolu'nun, İstanbul'un tek tipleştirilmesi süreci bu coğrafyayı tuzsuz, baharatsız, yağsız bir yemeğe çevirdi. Çünkü kıyımdan geçirilen bu kültürler yaşadıkları coğrafyaya renk katan, besleyen kültürlerdi 'Herkes artık evine bir Türk bayrağı almaya başlamıştı. Çünkü Türk bayrağı olmayan evler taşlandı, yağmalandı. Bir bayrakla artık Ermeni olanlar Türk olmuş oldu ve saldırılardan kendilerini kurtardı' Türkiye'nin utancı: 6-7 Eylül olayları Türkiye'nin yakın tarihinin en karanlık günlerinden olan 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül olaylarının üzerinden 53 yıl geçti. Romanlarda ve tarih çalışmalarında ele alınan bu olaylar aslında 1908'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 'Türkleştirme' politikasına dayanmaktaydı. Milli iktisat yaklaşımı doğrultusunda 'milli burjuva' sınıfını yaratmayı hedefleyen İttihat ve Terakki, azınlıklara yönelik olarak farklı ekonomik ve siyasi projelerin temelini attı. Bu süreçte, 'Tek dil, tek ülkü, tek hars' söylemi 1920'lerin ortalarından itibaren Türkiye'deki azınlıkları 'Türkleştirme' projesinin sloganı haline gelmiş ve çok geçmeden bu teorik söylem pratik alanda da uygulanmaya başlamıştı. Bunun ilk işareti 1927'de Türk Ocakları tarafından ortaya atılan 'Vatandaş Türkçe Konuş!' kampanyasıydı. Bu kampanya Türkiye'de yaşayan azınlıkları 'millileştirme politikasının' başlangıç noktasıydı. 1930'larda dünya genelinde, ancak özellikle de Avrupa'nın iki güçlenmekte olan devleti; Almanya ve İtalya'da ortaya çıkan ırkçı ve yayılmacı milliyetçilik rüzg‰rları Türkiye'yi de etkilemeye başlamıştı. Buna paralel bir şekilde, Türkiye'de yaşayan azınlıklara karşı ırkçılık temelinde bir milliyetçi cephe oluşmaya başladı. Öyle ki 1930'dan başlayarak yaklaşık 10 yıllık süreçte, çıkarılan çeşitli kanunlarla azınlıkların ekonomik alandaki etkinlikleri kırılarak hareket alanları sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde 15 bine yakın Rum nüfus Türkiye'den Yunanistan'a göç etmiştir. 1950'li yıllara gelindiğinde ise Demokrat Parti (DP) iktidara geldi. Bu dönemde II. Meşrutiyet döneminden itibaren sürdürülen 'Türkleştirme' politikalarında bir farklılık gözlemlenmedi. DP, ekonomide bütün liberal söyleml erine rağmen, Lozan Antlaşması çerçevesinde İstanbul ve çevresinde oturan Rum nüfusun, elindeki sermaye gücünü millileştirmeyi planlıyordu. Bütün bu gelişmeler doğrultusunda 1955 Kıbrıs sorunu DP'ye bu politikalarını gerçekleştirme olanağı verdi. Kışkırtmalar basın üzerinden yapıldı 27 Ağustos tarihinde Hürriyet'te çıkan bir haber, Patrikhane'nin topladığı bağışları gizli yollarla Kıbrıs'a yolladığını iddia ediyordu. Yine aynı gazete 3 Eylül günü yaptığı haberde Patrikliğin Kıbrıs'a hangi yoldan yardım ettiğinin anlaşıldığını belirtmekte ve Fener'in kendisine ait olup Kıbrıs'ta bulunan, önemli vakıfların gelirlerini Rum ilhakçılara bağışladığını kamuoyuna duyurmaktaydı. Hürriyet'in 30 Ağustos tarihli baskısında 'Rum vatandaşların yersiz ve boş telaşları', 'Hadise çıkacağını zannedenler dün dükk‰nlarını kapadılar' şeklinde bir haber yapılmıştı. 6-7 Eylül olaylarının hemen öncesinde yaşanan bu gelişmeler, daha sonra olacakların habercisi gibidir. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında 6-7 Eylül konusunda yargılanan Adnan Menderes 'Efkarı umumiye bu olaya hazırdı. Mürettibini aramak gerekmez' diyerek olayların çıkmasında hiçbir sorumluluğunun olmadığını anlatmaya çalışmıştı. Atatürk'ün doğduğu evin bombalanması haberi bomba etkisi yarattı Ortam bu derece gergin bir haldeyken 6 Eylül günü Mustafa Kemal Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba koyulduğu haberi gazetelerin ve radyonun duyurularıyla birlikte Türkiye'de adeta bir bomba etkisi yarattı. İstanbul ve İzmir'de zaten günlerden beri hazır halde bekleyen halk kitlesi, özellikle Rum azınlıklara karşı bir saldırıya dönüşen gösteriler yapmaya başladılar. Özellikle İstanbul'daki olayların boyutu ve etkisi daha büyüktür. 6 Eylül günü başlayan protesto kısa zamanda yağma, tahrip ve saldırıya dönüştü. 2 günlük süre zarfında İstanbul tam bir savaş alanına döndü. 7 Eylül günü sıkıyönetimin ilan edilmesiyle duran hadiselerde ortaya çıkan tablo çok ağırdı. bin 4 ev, 4 bin 348 dükkan, 27 eczane ve laboratuar, 21 fabrika, 110 lokanta ve kafe, 73 kilise, 26 okul, 5 spor kulübü, 2 mezarlık tahrip edilmişti. Saldırılar esnasında birçok Rum kadına da tecavüz edildiği ortaya çıkmıştı. Ayrıca olaylar sırasında 3 kişinin öldü ve 30 kişi de yaralandı. 6-7 Eylül olayları sonrasında birçok Rum ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle homojen bir Türk ekonomisi yaratma hayali de kısmen gerçekleşti. Tanıklar anlatıyor: 'Halkı tahrik ettiler' Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis: '6-7 Eylül olayları, bir zincirin halkaları gibidir. Azınlıklar ve diğer farklı kültürel yapılar üzerinde geliştirilen baskıları 6-7 Eylül olayları ile sınırlandırmamak gerekir. Bu saldırılar zinciri, Osmanlı'dan günümüze kadar uzanır. İnönü'nün 24 saat içinde Rum azınlığa çıkartmış olduğu göç kanunu gibi birçok şey yaşadık. 6-7 Eylül döneminde 15 yaşındaydım. Kıbrıs'ta patlak veren ve İngiltere'nin körüklediği ayrışmanın ardından devlet kendince Kıbrıs'ın acısını Türkiye'deki Rumlardan çıkarma yoluna gitti. Ve kısmen başardı da. Türkiye'nin kurulduğu tarihlerde moda olan ulus devlet yaratma anlayışı ile bağlantılıdır devletin Rumlara, Ermenilere ve Kürtlere bakışı. Müslüman oldukları için o dönem Kürtleri daha rahat asimile edebileceklerini düşünüyorlardı. Bunun bile zamanla imkansız olduğunu anladılar ancak ulus devlet yaratma kararı alınırken kesinlikle Hıristiyan azınlık gözden çıkartılmıştı. Gözden çıkartmanın sonucu olarak da kıyımlar, linçler yaşadık. Rumların, o dönem aldığı darbe çok şiddetli olmuştur. Ancak ölümcül olması planlandığı göz önüne alınırsa, olaylar hedefini tam olarak bulamamıştır. Ertesi sabah cemaatine hitap eden Patrik Athenagoras, ayaklarının üstünde dimdik durmaya gayret ederek ve yerdeki enkazı işaretleyerek, 'Bu harabeden kurtarabileceğimiz malzemeyle, geleceğimizi bu harabenin üzerine yeniden kuracağız' demek gücünü bulmuştur. Evlerimiz, işyerlerimiz talan edildiği halde göç etmedik. Çünkü hayat sebebimiz olan köklerin üzerinden yeşeriyorduk. 'İnönü kökten temizlik yaptı' Neticesinde on binlerce olan Rum nüfusu 6-7 Eylül'de Anadolu'da kaldı inatla. Türkiye'nin politikası 6-7 Eylül döneminde başarıya ulaşamayınca 60'lı yıllarda İnönü girdi devreye ve kökten bir temizlik hareketine başladı. İnsanlar o dönem apar topar köklerinden kopartılıp Yunanistan'a göçertildi. Bugün baktığımız zaman Anadolu'da toplam 3 bin civarında Rum yaşıyor. Ancak tek bir Rum kalmasa bile Anadolu ve İstanbul Rum dokusunu kaybetmeyecektir. İnönü'nün çıkartmış olduğu kanun döneminde hakkımda bir dava açılmıştı. Üç defa bozuldu ve neti-cesinde beraat ettim. Ardından Yunanistan'a giderek orada gazetecilik yapmaya başladım. Yunanistan'a gittiğimde de Türkiye'ye düşmanlık beslemediğim için yargılandım. Bu çok acı, çok trajikomik bir durum. Sevgili dostum Hrant'da zamanında diaspora tarafından birleştiriciliğe vurgu yapan açıklamalar yaptığı için sevilmemişti. Yunanistan'dayken İstanbul'da yayın yapan Apoyevmatini gazetesinin yayın yönetmeninin vefat ettiğini öğrendik ve oradayken bu iş için tekrar İstanbul'a döndüm. 'Linç aynı kaynaklardan besleniyor' Anadolu'nun, İstanbul'un tek tipleştirilmesi süreci bu coğrafyayı tuzsuz, baharatsız, yağsız bir yemeğe çevirdi. Çünkü kıyımdan geçirilen bu kültürler yaşadıkları coğrafyaya renk katan, besleyen kültürlerdi. Bugün tek dil, tek bayrak, tek vatan politikasının aynen devam ettiğini görüyoruz. Günümüzde ve geçmişimizde aynı yöntemler uygulandı. Kurulan Kuvai Milliye derneklerinin benzerlerini o dönemde görüyorduk. Kıbrıs Türk'tür Derneği o dönem bugünkü ulusalcı derneklerin yapmaya çalıştığını yapıyordu. Basın aynı basın. Manşetler aynı manşet. Görünen o ki günümüzde kışkırtılan linç ortamı da aynı kaynaklardan besleniyor. Oysa Anadolu'nun besleneceği kaynaklar, şiddet ve düşmanlıktan daha insani kaynaklar olmalı. Bu coğrafyadan felsefe, kültür, bilim yeşerdi. Bugün de bu olabilir.' Devletin marifeti Ermeni yazar Sarkis Çerkezyan: 'O zaman genç sayılırdım. Bir oğlum kundaktaydı. Kumkapı'da marangoz dükkanım vardı. 6 Eylül günü olaylar çıkınca kaçarak eve gittim. Dükkanın üzerinde de Demokrat Parti vardı. Samatya Karakolu'nun üstünde üstleri başları parçalanmış, kendilerini karakola atmış Rum kadınlar gördüm. Aslında olaylar başlamadan önce de olabileceğine dair işaretler vardı. İstanbul Ekspres Gazetesi, Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldı diye bir haber yayınladı. Ama bunlar tertip-lenmiş provokasyonlardı. Hepsi halkı tahrik etmek içindi. Yedikule'deki eve yeni taşınmıştım. Rahmetli annem 'nedir bu ya, yine bunlar kudurdu' gibi laflar etti. Farkında değildi. Sandalyeyi attım kapının önüne oturdum ve her şeyimi hesaplamışım. Çevredekiler benim Ermeni olduğumu da bilmiyorlar. Ev sahibi de Ermeni ama onlar da yazlığa gitmişlerdi. Alt katta oturuyoruz, yeni evliyiz. Olaylar başlayınca her tarafı kırdılar, döktüler, bilmem ne yaptılar... Bir yağma, bir talan ve oradaki Rum kilisesini ateşe verdiler, kıvılcımlar bizim evin üstüne geliyor. Kapının önüne sandalyeyi attım, anneme sen başına bir Müslüman kadını gibi türban bağla ve hanıma da sen çocuğu al yukarı kata çık dedim. Kapının önünde oturdum. Baktım gruplar halinde ellerinde Türk bayrakları ile geliyorlar. Türk bayrakları ellerinde olanlar önde, peşinde ise yağmacılar gidiyor. Rumlar tarafından bir karşılık olmadı. Evlere girdiklerinde, evler tarumar oluyordu. Canlarımızı ve mallarımızı yağma ediyorlardı. Yağmacıların bazıları gelip kapının önünde oturdu. Annem de kahve pişirdi. Derken gece saat bir oldu. Köşe başında düdük sesi geldi. Bunlar korktular ve başladılar kaçışmaya. Birisi de bizim eve girmeye çalışırken engel oldum çok şaşırdı. Biraz sonra bir yüzbaşı geldi üç askerle birlikte. Ben de elimde kahve fincanı ile bekliyorum. 'Delikanlı sizi tebrik ederim, kahvenin tadını çıkaracak günü ve saati iyi seçmişsiniz. Her Türk sizin gibi olmalı ama kahvenizi içerde için, artık ordu bu işe müdahale etti' dedi. Neyse biz eve girdik. Ve o gün kendi kendime dedim ki, şimdi şu saatlerde dünyada öyle ülkeler var ki, ufacık çocuklar başlarına yastıkları koymuşlar mışıl mışıl uyuyorlardır, hiçbir korkuları olmadan. Öyle bir ülkenin hasretini çektim. Neyse sabah oldu, karşıdan bir adam, 'Delikanlı seni tebrik ederim, uyanıkmışsın' dedi. Sonra öğrendim ki polismiş o. Olaylardan sonraki sabah Kumkapı'daki dükkanıma gittiğimde kepengin söküldüğünü gördüm. Evin parmaklıklarını bile yıkmışlardı. En yukarı katta Rumların ibadet yeri olarak kullandığı bir yer var. O odadaki her şeyi kırıp dökmüşler ve odanın ortasına koyup bir de üstüne yapmışlar, korkunç bir şeydi. '6-7 Eylül devlet tarafından düzenlendi' 6-7 Eylül devlet tarafından düzenlenmiş bir provokasyondu. İngilizler bu sorundan kurtulmak için Menderes'i o dönem Londra'ya çağırdılar. Londra'da Türkiye'ye yeşil ışık yakıldı ve böylelikle Türkler Kıbrıs'a girdiler. İngilizler kendilerini Yunanlardan kurtarmak için Türk-Rum çatışmasını çıkardı. Atalarım bu topraklarda yıllarca yaşadı. Kendi ülkemizde yabancılık yaşadık. Şu ülkede bırak devlet dairesinde herhangi bir memuriyet ya da milletvekili olmayı, çöpçü bile yapmadılar. Demek ki biz yabancıyız. 1973'te benim Sovyet vatandaşlığım geldi. Ermenistan'a gidecektim, her şeyim de hazırdı. Ama bizim hanım itiraz etti. Akrabaları buradaydı ve biz de gitmedik. Devlet olaylardan sonra Rumlara tazminat ödedi. 4 milyon gibi bir para verdiler. Yığınca Rum aile vardı burada çoğu gitti. Gitmeyenleri de kendileri sürdü. Türkiye'de ne kaybedecek ki. Bunların haddi hesabı yok. Onların bıraktığı malın mülkün üstüne kondular. Atatürk'ün zamanında Meclis'te bir Rum, bir Ermeni, bir de Yahudi olurdu göstermelik olarak. O da kalktı şimdi. 'Herkes yakınlarını yitirmişti' Biz bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş bir ailenin çocuğuyuz. ABD'ye gittim 87'de. Bir pazar günü bizi bir pikniğe götürdüler. Piknikte insanlar eğleniyorlardı ve bizim de İstanbul'dan geldiğimiz duyuldu. Türkiye'den geldiğimiz duyulunca yaşlı yaşlı insanlar sandalyelerini çekip yanımıza oturdular. Memleket hasreti duyuyorlar, soruyorlardı. 'Şu soyadında insanı gördün mü, duydun mu' diye soruyorlardı. Çünkü herkes yakınlarını kaybetmiş ve her tarafa dağılmışlardı. Kimi biz Urfa'dan, kimi de İstanbul'dan ayrıldık diyor. Buram buram memleket hasreti... O insanların hasreti... İnsan doğup büyüdüğü yeri unutamıyor. Ama insanlar kendi keyfinden gitmemişler. ABD'de Ermeni William Saruyan diye bir yazar vardı. Bitlisli ama kendisi Amerika'da doğmuş. Adnan Menderes zamanı İstanbul'a geldi ve akrabalarından duyduğu memleketine gitti. Oradakilere sordu bizim Saruhanların evi nerdeydi diye. Yıkık bir duvar gösterdiler. Gitti o duvardan düşen bir taşı aldı, onu sevdi. Ve o taşı da beraberinde götürdü. Sonuç olarak Türkiye'nin nasıl bir toplum olduğunu siz de yaşayarak görüyorsunuz.' 'Herkes evine Türk bayrağı almak zorunda kaldı' Yazar Kayuş Çalıkman Gavrilof: 'En etkili örneklerden biri, herkes artık evine bir Türk bayrağı almaya başladı. Çünkü Türk bayrağı olmayan evler taşlandı, yağmalandı. Bir bayrakla artık Ermeni olanlar Türk olmuş oldu ve saldırılardan kendilerini kurtardı. Ermeniler içinde genelde şöyle bir psikoloji oluşmaya başladı. 'Aman maddi varlığını belli etme' mantığı oluşmuştu. Çünkü varlıklı oldukları ve yaşam koşulları farklı oldukları için Ermenilerin, Rumların evleri, işyerleri talan edildi. Bu nedenle Ermeniler, Rumlar maddi varlıklarını en yakın komşularına bile hissettirmiyorlardı. 6-7 Eylül olayları o gün başlayap biten bir süreç değil. Grafikler gibi bir inip bir çıkan dalga gibiydi. Bütün bu gelgitler Ermeni ve Rumların bilinçaltında tamir olunmaz yaralar açtı. Biraz rahatlıyoruz ve nefes aldığımız hissediyoruz ancak yine bir şeyler oluyor. Bunun en güncel örneklerinden biriHrant Dink katliamıdır. 'Kültürleri Türkleştirdiler' İstanbul ve Anadolu'nun kültürü her katliamdan, her linçten sonra daha da Türkleştirildi. Bu politika bir ölçüde başarıldı. Ancak halen devam edecek bu süreç çünkü tam olarak istenilen alınmadı. Çünkü bugün 4-5 bin Rum ve 30 bin Ermeni kaldı. Ancak bence bu tektip kültürün etkilerini en fazla Türkler yaşayacak. Bir dönem Kayseri'ye gittik ve orada yaşlı bir amca ile konuştuk. Kendisine kültürümüze ait bazı izler aradığımızı söyledik ve bize 'O izler kaybolalı yıllar oldu. O dönem buralar yemyeşildi, çok canlıydı' dedi. Şimdi Anadolu'ya bakıyoruz Anadolu çorak. Ama bu devlet için çok mu önemli. Hayır değil. Devlet şöyle bakıyor duruma: 'Benim olsun çorak olsun. Yeter ki yabancı unsur olmasın.' Türkiye'de hiçbir şey değişmedi. Osmanlı'dan TC'ye geçişte hiçbir şeyin değişmediğinin göstergesidir bu yaşananlar. TC'nin kuruluşundan bugünlere kadar da hiçbir şey değişmedi. Bugün Ergenekon, yarın Göktürk belki de ertesi gün Asena tarzı bir şey çıkacak. Pek ümitli değilim açıkçası. Bir kişi, bin kişi, bir milyon kişi öldürülsün benim için hiçbir şey fark etmez. Benim için önemli olan kültürümün yediği vurgundur. Kültürümüzün üzerinden silindirle geçildi. Varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları ile kültürümün yanı sıra ekonomi de talan edildi. Bütün bu sendromlar Ermenilerin Anadolu'da bir gölge gibi yaşamasına neden oldu. 12 Eylül'den sonra demokratikleşme çırpınışları içerisinde Ermeniler de vardır. Sol hareketin içerisinde de Ermeniler vardı. FIRAT ÇAĞIN / UYGAR GÜLTEKİN- Gundemonline.org |