Thursday, September 18, 2008

WASHINGTON YAKIN DOĞU SİYASETİ ENSTİTÜSÜ’NDEN KÜRDİSTAN BÖLGESİ KONULU RAPOR

PNA-Washington Yakın Doğu Siyaseti Enstitüsü tarafında yapılan bir araştımada Irak’ta eksikliklere rağmen Kürdistan Bölgesi’nin bir başarı hikayesi olduğu ifade edildi.

Enstitü tarafından Irak’taki son gelişmeleri değerlendirmek için hazırlanan bir raporda, Irak’ta Kürdistan Bölgesi’nin  eksikliklere rağmen bir başarı hikayesi olduğu ifade edildi.

Rapor, Kürdistan’ın ekonomik anlamda merkezi hükmete bağlı olmasının  bölgeyi zayıflattığı ifade edildi.

Rapor, herhangi bir tarafın Kürdistan Bölgesi ile kuracağı ilişkide 7 maddeyi gözönünde bulundurması gerektiği belirtildi.washington institute

1-Ekonomil gelişme

2-Siyasi Özgürlük

3-Yolsuzluk

4-Amerika ile ilişkisi

5-Irak’ın diğer bölgeleri ile ilişkisi

6-Güvenlik ve yerleşim

7-Türkiye, İran ve Suriye ile ilişkisi

Raporda, Kürdistan Bölgesi’nin Irak’ın diğer parçalarından ve çevre ülkelerden daha sakin olduğu Medya’da özgrülük olduğu ancak bazen sorunlar yaşandığı belirtilirken insan hakları açısında da Irak’ın diğer parçlarından daha önde olduğu ifade edildi.

Raporda, Parlamanto’nun hükümet üzerindeki kontrolünün daha arttığı ancak mevkilerin büyük çoğunluğunun PDK ve YNK arasında bölüşüldüğü dile getirilirken yolsuzlukla mücadele de önemli adımların atıldığı belirtildi.

Kürtlerin ifade ve eleştiri özgürlüğünün olduğu ifade edilen raporda, Irak’ta halkın % 90’ının ülkede güvenliğin iyi olduğuna ve % 87’sinin de ABD’nin desteğine inandığı belirtildi.

Kürdistan’da ekonomik açıdan ilerleme kaydedilmediği belirtilen Raporda, bunun nedeninin Kürdistan Bölgesi’nin ekonomik açıdan Bağdat’a bağlanması olarak dile getirildi.

DİPLOMAT HOLBROOKE’TAN YENİ ABD YÖNETİMİ İÇİN ÖNERİLER

ABD'nin uluslararası ilişkiler ve dünya politikası konularındaki en etkin dergisi olan ‘Foreign Affairs' yeni ABD Başkanı'nı bekleyen ajandayı yayınladı.

ABD'li diplomat Richard Holbrooke imzalı yazıda yeni başkan adayını bekleyen ekonomik depremden Irak'taki savaşa, yeniden dünyaya yön veren ülke olmaya kadar çok önemli konular yol haritası verilerek değerlendiriliyor.

Richard Holbrooke PNA-ABD Dışişleri Bakan eski Yardımcısı ve Balkan müzakerecisi Richard Holbrooke, seçilecek yeni Başkanın miras olarak halen dünyadaki en güçlü ülkeyi yönetmeyi alacağını ancak, yeni başkanı bekleyen sorunların temelinde ölümcül hatalar zinciri sonucu, hızla düşen ulusal amaç ve gücün yeniden canlandırmak olduğu yazdı. Holbrooke'un kaleminden ABD yeni başkanını bekleyen korkutan ajanda şöyle:

“En geniş anlamda iç ve dış politikaları yeniden şekillendirmek. Dostlar ve müttefiklerle yeni üretken ilişkiler kurmak. Cansız ekonomiyi canlandırmak. Enerji bağımlılığını azaltmak. Küresel ısınmada dev adımlar atmak. Nükleer silahlanmayı durdurmak. Özellikle Pakistan’da El Kaide’ye karşı daha fazla baskı kullanıp, ulusal güvenliği daha da sağlamlaştırmak. Afganistan ve Irak’taki iki savaşı daha iyi yönetmek.”

Richard Holbrooke'un yeni başkana ürküten gündemi alt etmesi için hazırladığı reçete ise şöyle:

“Hantal ulusal bürokrasiye rağmen, sorumsuzca genişlemeyi ustalıkla kontrol altına almalı. Yasama ve yürütme ile olan ilişkileri yeniden düzenlemeli. Başkanın başarılı olması için parlamento ve halk desteği gerekli. Yeni başkan önceki başkanlardan daha etkili olarak bu destekleri kazanmalı. Bunun da yolu özel sektör, akademik kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerini en iyi şekilde kullanmaktan geçiyor.”

Ünlü diplomat Richard Holbrooke'a göre ABD'nin son yıllarda yıptranmış dünya liderliğini elde etmesi için iç ekonomi ve ABD'nin dünyadaki imajı konularında yoğun çalışılması gerekiyor. Ekonomi, ulusun uzun vadede güvenliği ve Amerika'nın karşı konulamaz askeri gücü için çok önemli konumda bulunuyor.

Holbrooke, yeni Başkanın bu iki sorunu göreve gelir gelmez en kısa zamanda ele alması gerektiğini anlatırken ‘ABD’nin ulusal güvenliğini en çok tehdit eden kriz merkez yayının' Türkiye, Irak, İran, Afganistan ve Pakistan'da olduğunu kaydetti. Holbrooke'un yazısında, “Tarihin değişmez yasası şudur: İmparatorlukların yükselmesi ve yıkılması ekonomik güçlerine bağlıdır. Osmanlı, Roma, Çin, vb. imparatorluklar belli dönemlerde güçlüydü. Ulusal güç kaybetmeleri, ekonomilerinin zayıflaması sonucunda olmuştur. ABD’nin ekonomik ve politik depremden nasıl çıkacağı merakla bekleniyor.”

Cizre, Derik ve Kurtalan’da çocuklara Kürtçe eğitim verildi

ANF -Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde TZPKurdi tarafından başlatılan "Êdi Bes e anadilde eğitim istiyorum" kampanyası kapsamında Menderes İlköğretim Okulu'nun önünde çocuklara Kürtçe eğitim verildi. KÜRDİ-DER tarafından Van'da Pazartesi günü düzenlenecek 'anadil yürüyüşüne' katılım çağrısı yapılırken, Mardin'in Derik ile Siirt’in Kurtalan ilçelerinde de Kürtçe eğitim verildi.

semdinli_anadil_yuruyus TZPKurdi tarafından başlatılan "Êdi Bes e anadilde eğitim istiyorum" kampanyası çerçevesinde Cizre Menderes İlköğretim Okulu'nun önünde çocuklara Kürtçe ders verildi. DTP Cizre İlçe Örgütü'nün de destek verdiği etkinliğine yaklaşık 100 öğrenci katıldı. Derse başlamadan önce çocuklara Kürtçe hikaye kitapları dağıtıldı. TZPKurdi koordinasyon üyesi Mîrza Ronî'nin verdiği Kürtçe eğitimde çocuklara Kürtçe alfabe öğretildi. Tahtaya çıkan bazı öğrenciler, Kürtçe "Em zimanê xwe dixwazın" (Dilimizi İstiyoruz) diye yazdı. Roni'nin çocuklara okulunuzun isminin ne olmasını isterdiniz sorusuna çocuklar hep beraber "Kürdistan" diye yanıt verdi. Ders sırasında çocuklar sık sık "Azadî Azadî" , "Em zimanê xwe dixwazın", "Em dibistanê Kurdî dixwazin" sloganları atıldı. Yoğun güvenlik önlemi alan polislerin ders sırasında çok sayıda kamera ile çekim yapması dikkat çekti.
Kürt dil eğitiminin ardından konuyla ilgili açıklama yapan Ronî, Kürt dili üzerindeki baskılara dikkat çekmek amacıyla böyle bir etkinlik düzenlediklerini söyledi. Dünyada nüfusları çok daha az olan etnik gruplara kendi anadillerinde eğitim görmelerinin olanağının sunulduğunu ifade eden Roni "Türkiye'de yaşayan 15-20 milyon Kürt kendi anadilleri ile eğitim görmeleri haklarından yoksunlar. İnkar ve asimilasyonun iflas ettiği artık görülmeli. Çünkü Kürtler alanlarda yüksek sesle anadilleri ile eğitim görmek istediklerini dile getiriyor. Doğal haklar statüsünde olan anadilin önündeki engellere karşı herkes birlik ve duyarlılık içerisinde olmalı" dedi.
ANADİL YÜRÜYÜŞÜNE KATILIM ÇAĞRISI
Van'da "Edi Bes e anadilde eğitim hakkımı istiyorum" kampanyası kapsamında 22 Eylül'de yürüyüş düzenlenecek. Yürüyüş nedeniyle KÜRDİ-DER binasında basın toplantısına DTP İl Başkanı Selim Ertaş, DTP PM Üyesi Pero Dündar, Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihan Şimşek, DTP Merkez İlçe Başkanı Selahattin Endakçı, TUYAD DER, Van GÖÇ DER, Özgür Yurttaş Der, DÖKH, Barış Anaları İnisiyatifi, BDP ve KESK temsilcileri katıldı. Burada Kürtçe açıklamayı KÜRDİ-DER yöneticisi Selim Özkan, Türkçesini ise KÜRDİ-DER Van yöneticisi Selim Ürün yaptı. Selim Ürün Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 42. Maddesi'nde ki "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadil olarak okutulamaz" şeklindeki ibareye dikkat çekerek, " Dil, bir halkın fiziksel ve ruhsal anlamda idamesini sağlayan bir araçtır. Dil kültürün, kültür de dilin bir parçasıdır. Kendi kültürünü anadilinin dışında yaşayan bir bireyi, bir topluluğu düşünmek olasılık dışıdır. Sadece Türkiye'de 20 milyondan fazla insanın konuştuğu Kürtçe yasağına ilişkin sokaklara dökülen Kürtlerin taleplerini görmezden gelen AKP Hükümeti, MEB'in müfredatına İngilizce, Almanca, İtalyanca, Rusça ve Fransızca'nın yanısıra Çince'yi de kattı. Kürt dilinin gelişimine tahammül edemeyen zihniyet son olarak Kürt diline önemli katkısı olan ve aynı zamanda derneğimiz üyesi olan Hemid Dilbıhar'ı tutuklamıştır. Dilbıhar'ın tutuklanmasını kınıyor ve bunu Kürt diline olan bir tahammülsüzlük olarak değerlendiriyoruz" dedi.anadil_mitingi_btm
Türkiye'de yaşayan Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Süryaniler, Araplar, Ermeniler, Rumlar ve diğer bazı halkların kendi anadillerinde eğitim almalarının yasak olduğuna dikkat çeken Ürün, şunları ifade etti:
" Anayasada orjini Türk olmayan halklara uygulanan politika anti-demokratik bir programdır. Anadillerinde konuşma hakkına sahip olmayan, eğ itim alamayan, kültürlerini yaşayamayan insanlara, halklara karşı işlenen bir insanlık suçudur. Bu nedenle asimilasyona ve Kürt dili tahammülsüzlüğüne 'Edi Bes e' diyoruz." Ürün, siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerini, aydın, yazar, anadilde eğitim hakkını savunan herkesi 22 Eylül'de saat 12.30'da Mavi Plaza önünde yapılacak yürüyüşe katılım çağrısı yaptı.
DERİK’TE KÜRTÇE EĞİTİM VERİLDİ
Mardin'in Derik İlçesi'nde DTP İlçe Başkanı Orhan Özel, sivil toplum örgütü temsilcileri ve velilerin de aralarında bulunduğu yüzlerce öğrenci, İlçe binası önünde biraraya geldi. İlçe binasınndan Ahmet Kaya Parkı'na kadar "Ez perwerdehiya bi zimanê zikmakî dixwazim" yazılı pankart eşliğinde yürüyen kitle, "Bê ziman jiyan nabe", "Zimanê me rumeta meye", " Kes nikarın zimanême qedexe bikin", "Em dixwazin bi zimanê xwe perwerde bivin", "Em Kûrdûn zimanê me Kûrdî ye" yazılı dövizler taşıdı. Etkinlikte geniş güvenlik önlemleri alındı.
Yürüyüşün ardından öğrencilere temsili olarak 20 dakika Kürt dilinde eğitim verildi. Eğitimin ardından açıklama yapan TZPKurdi üyesi Halil İbrahim Efe, Kürtlerin de kendi kendi dili ve kültürünü yaşatmasının hakkı olduğunu belirtti. Kürtlerin kendi dilini ve kültürüni yaşatması gerektiğini vurgulayan Efe, "Kürt halkı Türk halkı gibi bu topraklarda tüm şartları yerine getrimesine rağmen özgürlüğünden kısıtlıdır. Kürt dili yüzyıllardan beri yazılı bir sanata sahiptir. Baba Tahirê Hemedanî'den Ehmedê Xanî, Evdila Goran dan Cegerxwîn'e kadar yüzlerce kişi bu dilin ustaları olmuş ve bu dil üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Her sene güzel yazılar bu güzel dil ile yazılırdı. Fakat şimdi bu dili asimile etmek istemekte ve bu dili yok etmek istemektedirler. Bizler yapılan bu asimileye artık yeter demeli ve bunu önlemeliyiz" dedi.
DTP Derik İlçe Başkanı Orhan Özel ise dilin bir milletin özgürlüğü olduğunu kaydederek, şunları söyledi:
"Bizler kendi dilimizi yok etmeye izin vermemeliyiz. Eğer dil yok olursa bizlerde yok olmuş oluruz. Zaten onlar da Kürt halkının yok olmasını istiyorlar. Bu dil bizim dilimizdir ve ancak bizler sahip çıkabiliriz. Bu güzel dilimizin yok olmaması için tüm Kürt halkının birleşmesi ve onu koruması gerek." Konuşmaların ardından "Bê ziman jiyan nabe", "Ez perwerdehiya bi zimanê zikmakî dixwazim", "Zimanême rumeta meye", "Em Kûrdûn zimanê me Kûrdî ye" sloganları atan kitle daha sonra dağıldı
KURTALAN'DA POLİS ENGELİ
TZPKurdi'nin "Êdî bes e anadilde eğitim istiyorum" kampanyası çerçevesinde Siirt'in Kurtalan İlçesi'nde de Kürt dilinde eğitim verildi. Kurtalan Belediye Başkanı Mehmet Kuyumcu, DTP'li meclis üyeleri, DTP ve BDP ilçe yöneticilerinin de aralarında bulunduğu kalabalık bir grup Berfin Kadın Yaşam Parkı'nda biraraya geldi. Kadın ve çocukların yoğun olduğu etkinlikte Batman Belediye Meclis Üyesi Evin Bilge sembolik olarak Kürtçe eğitim vermek istedi. Parkın etrafından yoğun güvenlik önlemi alan polis, Kürt dilinde eğitim verilmesini engellidi. Müdahale nedeniyle yazı tahtası üzerinde eğitim veremeyen Bilge, Kürtçe alfabe ve gramer ile ilgili kısa bir bilgi verdi. Temsili olarak yapılan Kürtçe eğitimin ardından yönetmenliğini Kazım Öz'ün yaptığı "Fotoğraf" adlı sinema gösterimi yapıldı. www.kurdistan-post.org

AİHM ilk siftahı Türkiye’yle yaptı

ANF-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gözaltında işkenceden Türkiye’yi mahkum etti. Ankara davalılara 12 bin euro maddi tazminat ödeyecek.

Yunus Atalay, Hadiye Dur ve Mahfuz Türkan’ın açtığı davayı karara bağlayan AİHM, Türkiye'nin kötü muamele ve işkencenin yasaklanmasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesini ihlal ettiği görüşüne vardı. Türkiye, karar gereği mahkeme masrafları dışında Atalay'a 10 bin, Dur'a 7 bin ve Türkan'a 5 bin euro ödeyecek.

avrupa insan haklari mahk_1 ATALAY'IN BAŞINA GELENLER
24 Ağustos 1995 günü bir grup polis, Beyoğlu’ndaki büfesinin yanında bulunan iki dükkanın duvarına yazılı olan ‘DHKC’ yazısının silmesini ister. Atalay, “yazının kendi duvarında olmadığını, bu yazıyla hiçbir ilgisi bulunmadığını, dolayısıyla silmekle de yükümlü olmadığını” söyler. Atalay, polislerden yazının bulunduğu dükkanın sahibiyle konuşmalarını isteyerek, ‘’Dükkan sahipleri silsin, üstelik emniyet ya da belediye yetkilileri de bu yazıyı silebilir” dedi.
Atalay’ın sözleri, polislerin saldırısına uğraması için yeterli olur. “Sen bizim istediğimizi nasıl yapmassın” diyerek Atalay’a saldıran polislere, o sırada olay yerinden geçen ekip otosundan inen polisler de katılır. Atalay’ı zorla polis otosuna bindirilir. Dayak faslı arabanın içinde de devam eder. Kulaksız Karakolu’na gelindiğinde, polisler kendilerinin yazdıkları ifade tutanağını zorla imzalattırmak ister. Bunun için Atalay, falakaya yatırılır, kaba dayağa maruz kalır. Atalay, yediği dayak için gözaltından çıkınca 10 günlük iş göremez raporu aldı..
POLİS DÖVDÜĞÜYLE KALMAYIP DAVA BİLE AÇTI
Atalay’ı öldüresiye döven polisler, attıkları sopayla kalmaz, bir de “polise mukavemet” ettiği iddiasıyla hakkında dava açar. Dava sürecinde polis Atalay’ın gözaltına alınma işlemi sırasında otonun kapısına ve otonun içinde kafasını sağa sola çarptığını iddia eder. Bu ifadeler üzerine polisler mağdur duruma düşmüştür. Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, Atalay’ın TCK’nın 258/1 maddesi gereği cezalandırılmasına, fakat polislerin memuriyet hududunu aşarak keyfi hareketleriyle suça neden olduklarından cezanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.
Atalay’ın avukatı Şeref Turgut da, polisler hakkında suç duyurusunda bulunur. Atalay’ın aldığı on günlük iş göremez raporu bulunduğuna dikkat çeken Turgut, Beyoğlu Ekipler Amirliği’nde Komiser Müslüm Ayan ve aynı yerdeki polis Mehmet Aksaç ve Müjdat Pamuk’un “efrada suimuamele, işkence, müessir” fiil suçlarından cezalandırılmalarını ister. Polisler hakkında açılan davada, önce polislerin başka birimlere ya da başka illere atandıkları ortaya çıkar. Uzun bir süre duruşmalara gelmeyen polisler, mahkemeye geldiklerinde de çelişkili ifadeler verirler. Müslüm Ayan, bu sefer de, Atalay’ın kendisine büyük kaldırım taşıyla vurduğunu iddia etti. Aradan beş yıl geçtikten sonra 2000 yılında sonuçlanan davada, polislerin TCK’nın 245. maddesine göre üç hapis ve üç ay meslekten men edilmelerine karar verildi. Daha sonra ceza, 2 ay 7 gün hapise indirildi. Bu da yetmedi; “sanıkların geçmişteki durumu suç işleme konusundaki eğilimi nazara alınarak” cezalar ertelendi. Bunun üzerine Atalay AİHM’e başvurur.

Dünya siyasi literatüründe 70 arkadaşının öldürüldüğünü söyleyen tek lider

orhan miroglu Devlet inat ederse / Orhan Miroğlu- Taraf

Devletin inadı hiç bir şeye benzemez.

Devlet inat ederse, Kürtlerin tam da her iki halkın çapraz ateş altında olduğu yıllardan başlayarak, 1991’den bu yana kurduğu bütün partiler peş peşe kapatılır.

Devlet inat ederse, bu partiler, TBMM’ye girmek için, sabırla 16 yıl beklerler.

Devlet inat ederse, 16 yıl bekledikten sonra binbir seçim hilesinin ve tuzağının üstünden atlayarak Meclis’e girebilen bu milletvekilleri, Meclis’e girdiklerine bin pişman edilir, Meclis’te öteki muamelesi görür, onlara merhaba verilmez, elleri dahi sıkılmaz ve milli bayramlarda bile, resepsiyonlara davet listelerine adları yazılmaz.

Devlet inat ederse, 16 yıl boyunca HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, adını taşıyan partiler peş peşe kapatılırken ve kendini fesheden DEHAP bile kapatma davasından kurtulamazken, parti üyeleri de yıllara sari faili meçhul cinayetlere kurban gider.

Devlet inat ederse, Ahmet Türk, yakın zamanların dünya siyasi literatüründe 70 arkadaşının öldürüldüğünü söyleyen tek siyasi lider olur.

Devlet inat ederse, hapsedilmekten kurtulmak ve öldürülmemek için Avrupa’ya kaçamayan DEP’liler yok yere 10 yıl hapis yatar.

Devlet inat ederse, Orhan Doğan gelip cezaevinde onu bulan hastalıklardan kurtulamaz ve siyasi yasağının biteceği yılları beklemeye devam ederken, hayatını kaybeder.

Devlet inat ederse, DEP milletvekili Mehmet Sincar, ERGENEKON katilleri tarafından Batman’da öldürülür.

Devlet inat ederse, HEP’in il başkanı Vedat Aydın evinden geceyarısı ERGENEKON timi tarafından alınır ve iki gün işkence edildikten sonra infaz edilir.

Devlet inat ederse, bu inadına gün gelir kısmen halkı ortak etmeyi de başarır hatta memleketin aydınları bu kadar partinin kapatılmış olmasını PKK’yle mesafe sorunu olarak görmeye başlar ve yanılır.

Devlet inat ederse, bu partilerin mensuplarına karşı linç girişimleri tezgâhlanır, parti binaları, genel merkez binası sık sık saldırıya uğrar.

Devlet inadını sürdürüyor sevgili okurlar, DTP davası bu inat sürdüğü için var.

İddianamesi, kendisi de Urfalı bir Kürt olan Abdurrahman Bey tarafından hazırlanan DTP davası hukuki bir dava olmadığı gibi, karar da hukuki olmayacak.

Ve Kürtlerin ya sistem içinde kalmalarına ya da dışlanmalarına yol açacaktır.

24 yılın tecrübeleri bize şunu gösteriyor ki, şiddet ortamının belirlediği koşullarda, şiddet dışı yöntemleri kullanmak suretiyle, Kürtler, siyasi manada kimlik mücadelesini iki kurumsal mevzi üzerinden yürüttüler.

Bu, HEP’in kurulması ve MED TV’nin yayın hayatına başlamasıyla mümkün oldu.

Bu iki kurumsal çalışma, işlevsel olarak ve amaç bakımından farklı yapılarda da olsa, üç milyonu yerlerinden edilmiş bir nüfus için siyasi ve moral rehabilitasyon işlevini gördü.

Eğer sosyal patlamalar olmamışsa bunu büyük oranda bu iki kurumun varlığına borçlu Türkiye.

O yıllarda MED TV için çatılara kurulan antenleri toplamak, evleri basıp televizyon kumandalarına el koymak, bir işe yaramıyordu

Tek kelime Türkçe bilmeyen insanlar, büyük şehirlerdeki yalnızlıklardan, sosyal iletişimsizlikten ancak akşam olup ta MED TV’nin başına geçtiklerinde kurtuluyor ve rahatlıyorlardı

Müyesser Güneş çatışmalarda iki evladını kaybetmiş bir ana, İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış on binlerce savaş mağdurundan biri, o yılları anlatırken şöyle diyor:

“Çok sonra, damadımdan duyduk ki, DEP partisi açılmış. Dedim ki damadıma nerede açılmış Seyidhan bu parti? Valla dedi Bağcılar meydanında açılmış, eğer canınız sıkılırsa, oraya gidin, zaten Kürtler birikmiş oraya. Apo (Müyesser’in kayınbabası) dayanamıyor, Apo’yu alın götürün oraya dedi. Ailece bir sevindik bir sevindik, sanki köyümüze yeniden geri gitmişiz gibi olduk. O kadar içimiz açıldı. Pazar günü oldu. Paramız yoktu. Haznedar’dan yayan, Bağcılar’a kadar yarım saat yol gittik. Binayı gösterdiler, ama bina nasıl biliyor musun, üfürsen uçuyor! Dökülmüş bir bina, ne çerçeveler var, ne camlar var. Girdik binanın içine, baktık, bizim göç etmiş insanlarımız oturmuşlar. Siyah sandalyeleri yan yana dizmişler, demirleri hep pas içinde, bilmiyorum çöplüklerden mi getirmişlerdi, nereden getirmişlerdi, o halkı gördük, o DEP’in masasını gördük, o gariban başkanı gördük, halkın dramını gördük orada.

“Herkes bir yerden gelmiş ve herkes birbirine derdini anlatıyor. Bir yandan ağlayanlar var, bir yandan sevinenler. Yeni açılmıştı bina, fazla duyan olmamıştı. Bir yüz kişi kadar vardı. Apo Ali’yi de götürmüşüz tabii. O seviniyordu. Bize diyordu ki, siz hafta içinde çalışıyorsunuz, ben gelirim buraya nefesim çıkar. Benim evim oldu burası diyordu, sabah gelirim, akşam da eve dönerim. Ali amcam böyle de yaptı sonraları. Sabah yemeğini yer partiye gelirdi, akşam olunca da eve dönerdi.”

Düşünün ki bir halka siz bir trajedi yaşatmışsınız.

Halk bu trajedinin travmalarından kurtulmak için, kendisine bir ‘ev-parti’ kuruyor.

Ve siz, bu kadar acı tecrübeleri unutarak bu ‘ev-partiler’den beşini kapatıyorsunuz, şimdi de halkın altıncı ‘ev-partisini’ kapatmaya kalkıyorsunuz.

Olmaz ama, bu kadar da adaletsiz olmayın, inadı bırakın beyler!