DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Güney Kürdistan ile başlatılacak olan diyalogun 'yeni bir çatışma ve savaş ittifakı' olmamasını dileyerek, 'Bu diyalogu olumlu buluyoruz. Ancak, sorunun çözümü içeridedir, iç dinamiklerdedir' dedi. Türk, hükümetin sorunun çözümünde askere teslim olduğunu belirtirken, CHP'li Lideri Deniz Baykal'ı da milliyetçilik ve şovenizm ile suçladı. Türk başta hükümet ve başbakan olmak üzere cumhurbaşkanı, Meclis başkanı ve siyasi partilere acil olarak Kürt sorununa el atmaları çağrısında bulundu. |
Wednesday, October 15, 2008
Ahmet Türk: Çözümü kendi Kürtleriniz ile arayın
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Dtp
İflas eden devlet eski defterleri açtı
Bezelê baskını sonrasında Türkiye'de başlayan tartışmalar sürüyor. Başarısızlıkla birlikte köşeye sıkışan ordu ve hükümet OHAL, sınırötesi operasyon gibi şimdiye kadar başarılı olmamış yöntemleri tekrar devreye koymaya çalışıyor. |
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Asker
Üniversite öğrencileri 'anadil' için dersleri boykot etti
Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi önünde toplanan öğrenciler, fakülte içerisine girerek dersleri boykot etme çağrısı yaptı. Bunun üzerine yüzlerce öğrenci sınıflardan çıkarak, dersleri boykot etti. Fen Edebiyat, Yabancı Dil, Ziraat, Veterinerlik, Eğitim, Mimarlık ve İktisadi ve İdari Birimler fakülteleri önünde bir araya gelen öğrenciler, daha sonra yürüyüşe geldi. Yürüyüşlerde, 'W, Q ve X', 'Zimanıme rumatemeye', 'Dilimiz onurumuzdur', 'Asimilasyon insanlık ayıbıdır', 'Bê zıman jiyan nabe', 'Dil olmadan yaşam olmaz', 'Kurdi, kurdi, kurdi', 'Em zımani Kurdi dıxwazım' dövizleri taşınarak, sık sık 'Onursuz yaşam istemiyoruz', 'Biji Serok Apo', 'Zimaneme rumeteye', 'Ziman jiyan azadi', 'Dicle uyuma onuruna sahip çık' sloganları atıldı. Fakültelerden yapılan yürüyüşler sonrası öğrenciler, Tıp Fakültesi önünde bir araya geldi. Burada öğrencilere hastanedeki vatandaşlar da alkışlarla destek verdi. Eylem nedeniyle polis yoğun güvenlik önlemi aldı. |
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 1 Yorum
Etiketler : Kürtçe
Bahçeli'nin salladığı 3 harita
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kurdistan
Gazetecilerden Başbuğ'a tepki
"Ben 60 ihtilalini gördüm, 71 muhtırasını yaşadım, 80’i yaşadım, 28 Şubat’ı yaşadım. Bu basını bilgilendirme değil basını korkutma açıklaması, toplantısı oldu. Halbu ki Taraf gazetesinde ciddi iddialar var. Bu iddialar doğru mu değil mi bunu açıklamak demokrasi ve kurumların güçlenmesine neden olur.O kadar çok darbeden geldik geçtik ki bunun kimseye yararı yok. Tonu yükselterek, tehdit ederek, sorunlar çözülmüyor. Sorunlar iddialara medeni demokratik şekilde, korkutmaya meyletmeden, Türkiye’ye tek parti, askeri diktatörlükmüş gibi başka mesajlar vermeden çözülür. Böyle bir iddia var, bu iddiaya yalan demiyorsun, açıklama da yapmıyorsun ama bunun üstüne gideni bunu soranı ‘fena yaparız’ diyorsun. Bu hangi demokratik ülkede var? Ve daha evvel bizim yaşadıklarımızdan ne sonuç aldık? Önemli olan bu iddiaların doğru veya yanlış olduğuna cevap vermektir. Korkutma Türkiye’de hiçbir işe yaramaz. Aynı zamanda korkutma geri de teper. Türkiye oraları aştı. Çok garipsediğim, aynı zamanda Türkiye açısından da talihsiz bulduğum bir açıklama oldu. Keşke tersi olsaydı. Demokratik ülkelere yaraşır biçimde, daha önce söyledikleri şekilde iddialara cevap verseydi. Ama bir de unutmamak gerekir ki Türkiye’nin bu konumundan da rahatsız olan bütün kurumların içinde Türkiye’yi dünyaya taşımak isteyen insanlar var. Sadece sözcülerinden ibaret değil Türkiye’nin kurumları. Onu da unutmamak lazım. " ŞAMİL TAYYAR-STAR Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, Genelkurmay Başkanı'nın açıklamalarını doğru bulmadığını söyledi. Orgeneral Başbuğ'un aynı uslübü Dağlıca baskınından sonra bir resepsiyonda gazetecilere yaptığı açıklamada da kullandığına dikkat çeken Tayyar, eleştirilerin sorunun çözümüne katkı sunacağına inandığını vurguladı. "Demek ki yolunda gitmeyen ve aksayan bazı işler var. Yoksa bu kadar toplantılar niye yapılıyor?" diye soran Tayyar, beklentisini ise şu sözlerle ortaya koydu: "Bu tartışmaların sonucunda doğru yöntem bulunabilirse, bir şehidimizin sayısını azaltmaya katkısını sunabiliyorsak çok önemli ve iyi bir adım olarak görüyorum. Eğer sorunları görmezlikten gelir ve bunların tamamını halının altına süpürmeye devam edersek sadece ve sadece kendimizi kandırırız. Türkiye maalesef 25 yıldır bunu yapıyor. Ama bir dönemdir görüyorum ki Türkiye artık yanlışları halının altına süpürme anlayışından kurtulmayı istiyor. Bu toplantıların anlamı da budur. İçişleri Bakanlığı bünyesinde güvenlik müsteşarlığının kurulması öngürülüyor. İstihbaratın tek merkezden koordinası görüşülüyor. Demek ki bir istihbarat, yönetim zaafı var. Özel Tim Doğu ve Güneydoğu'da etkin bir şekilde kullanılmak isteniyor. 1997 yılında elindeki ağır silahlar alınıp merkeze gönderildi. Daha sonra parçalandı. Ama şimdi bunun bir yanlış olduğu görülüyor. Bütün bu yanlışlar pozitif katkı sunmaya yönelik eleştirel yaklaşımlardan kaynaklanıyor. Ama keşke sayın Genelkurmay Başkanı anlamaya çalışsaydı. Daha doğru bir tavır göstermiş olurdu." (CİHAN) RUŞEN ÇAKIR/ VATAN: 'Çok sert bir açıklama. Başbuğ bu sert açıklamasıyla çıtayı o kadar yükseltti ki o çıtayı aşmak nasıl olacak bilmiyorum. Devamının geleceğini gösteren çok sert bir açıklamaydı. Aktütün olayında terör örgütünün başarılı olarak gösterildiği şeklindeki sözleri de dikkat çekici. Belli ki bu yöndeki yayınlar Genelkurmay'ı çok rahatsız ediyor. Bu sızma olayını Başbuğ'un çok ciddiye alacağını biliyorduk ama göreve geldikten çok kısa bir süre sonra sızmış olması bu olayın artık Genelkurmay için kronik bir hal olduğunu gösteriyor. Genelkurmay'ın bunun üstüne gideceğini, bununla çok ciddi olarak uğraştıklarını söyleyebiliriz. Dağlıca olayında da benzer bir açıklama olmuştu ama kamuoyuna yönelik bilgilendirme yapılmamıştı. Sızan bilgi ve belgelere yönelik kendi içlerinde bir değerlendirme yapıyorlar ama bunların kamuyonu bilgilendirmek için kullanılacağını sanmıyorum. Belki eskiden de sızıyordu ama yayınlanma konusunda ürkek davranılıyordu. Ama şimdi bazı gazeteler özellikle Taraf gazetesi bu yönde çok aktif bir yayın çizgisi izliyor. Birçok belge Taraf'a sızdı. Ama örneğin polisi zor durumda bırakacak bir belge görmedik mesela Taraf'ta, nedense daha çok askere yönelik. Yasemin Çongar daha önce kaynaklarına ilişkin açıklamada 'birkaç iyi adam' filmine gönderme yapmış, ellerine geçen belgelere birkaç iyi adamın sızdırması sonucu ulaştıklarını belirtmişti. Genelkurmay'ın rahatsız olduğu iki konu olduğunu söyleyebiliriz: - Genelkurmayın gizli belgesinin medyaya sızıyor olmasından - Bu bilgilerin sunuş şeklinden rahatsızlar.' YASEMİN ÇONGAR/TARAF: 'Aşırı sert bir açıklama. Bir Genelkurmay Başkanı'ndan beklenmeyecek bir uslüpla konuştu. Bu çok üzücü ama esas üzücü olan kamouyonun beklediği bilgilerin bu açıklamada olmamasıydı. Bu saldırı neden amacına ulaştı, ulaşmadıysa neden bu kadar şehit verildi, bir Genelkurmay Başkanı'nın görevi bunları açıklamak olmalıydı. Konuya ilişkin soruşturma açıldığını söyledi, bu sevindirici ama daha önce benzer soruşturmalarda bu incelemelerin sonuçları kamuoyuyla paylaşılmadı. Bundan sonra paylaşılacak mı, bilmiyoruz... Aktütün olayında Taraf'ın yayınladığı bu belgeler Genelkurmay'ın saldırıdan haberdar olduğunu gösteriyor. Bu yöndeki okumamız doğru mu, doğruysa gereği neden yapılmadı? Bunların cevabını vermeyip, tehditkar bir üslüp kullanması son derece üzücü. Genelkurmay başkanı topluma bunların hesabını vermek zorundadır. Biz gazetemize ulaşan belgelerin doğruluğundan emin olduğumuz sürece elimize geçen bilgileri yayınlıyoruz, yayınlamaya da devam edeceğiz.' MURAT YETKİN/RADİKAL: "Aslında açıklama için söylenecek pek bir şey yok. Genelkurmay'ın yayınlara ne kadar tepkili olduğunu öğrenmiş olduk. Çok açıklayıcı değildi, daha çok tepki gösteren bir açıklamaydı. Gizli bilgileri sızdıranlara ilişkin mesajlar verdi, ama Aktütün konusunda yapılan yayınlar doğru muydu bunu anlamak mümkün olmadı. Bu açıklama yayınlanan belge ve bilgilerin doğrulandığı anlamına geliyor mu, gelmiyor mu, bu net değil. Soru sorma imkanı olsaydı bunların doğru olup olmadığına ilişkin bir şeyler söyleyebilirdik. Keşke gazetecilere soru sorma imkanı verilseydi de bunları anlayabilseydik." MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE - ZAMAN Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un yaptığı konuşmanın "çok gergin ve duygusal" olduğunu söyledi. Türköne, yapılan açıklamanın 12 Eylül rejimini hatırlattığını belirterek, bu görüntülerin Türkiye'ye yakışmadığını kaydetti. Türköne, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, askerin onurunun peşinde olduğunu, verdiği tepkilerden bunun anlaşıldığını ifade etti. Yapılan açıklamanın şeklinin 12 Eylül rejimi dönemini hatırlattığına işaret eden Türköne, medeni bir ülkeye bu tür görüntülerin yakışmadığını vurguladı. Türköne, hiç bir ordunun da bu şekilde açıklama yapmayacağına dikkat çekerek, Dünya'nın 4. büyük ordusunun elinde kaleminden başka bir şeyi olmayan insanları tehdit ettiğini kaydetti. Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kahramanlığının eleştirildiği yönündeki ifadelerinin de yanlış olduğunu ifade eden Türköne, eleştirilerin ordunun kahramanlığına değil sevk ve idaresine yönelik olduğunu belirtti. Türköne, Türkiye'de tartışılanın TSK'nin asli görevine dönmesi olduğunu kaydetti. Orgeneral Başbuğ'un açıklamasının medya ve siyaset dünyasını nasıl etkileyeceğine yönelik bir soruya ise Türköne, çok ciddi bir değişimin olmayacağını kaydetti. Türköne, Türkiye cumhuriyeti devletinde yazarların ve gazetecilerin TSK'yi övme gibi bir görevininde bulunmadığına dikkat çekti. |
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
Siyasi cesaret...
Mesut Barzani ile Bağdat’ta yapılan görüşmeden sonra, kuzeydeki Kürt yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye gelmesi de bekleniyor. Bütün bunlar, “terör”ü sona erdirecek, PKK’nın kökünü kazıyacak adımlar olmayacak; bunu bilelim. Ancak, doğru yönde davranışlar. Gelgelelim, bir yandan da bunlar “eksik” adımlar. İngilizcede “too little, too late” diye bir deyiş vardır; “çok az, çok geç” anlamına gelir. Türkiye, Iraklı Kürt liderlerle Erbil’de en yüksek düzeyde görüşmeyi içine sindiremediği, Musul’da konsolosluk açtıktan gayrı Basra’da, ülkenin en güneyinde konsolosluk açmayı düşündüğü halde Erbil “sıranın en arkasında” beklediği sürece, doğru yönde de olsa atacağı her adımın “çok az, çok geç” olması ihtimali bulunuyor. Mesut Barzani ile görüşmek “dramatik” bir gelişme değil; Bağdat’ta görüşmenin “radikal” bir tarafı yok. Mesut Barzani, Türkiye’de cumhurbaşkanı, başbakan sıfatı taşıyan kişilerle zaten defalarca görüştü. Daha alt düzeyde bir Türk yetkilisiyle görüşmesini “dramatik” bir gelişme olarak göremeyiz. Kaldı ki, Mesut Barzani Irak’ın yeni statüsü ortaya çıkalıberi Türk yetkililer ile Bağdat’ta bir araya geldi. Bağdat’ta. Onunla yönetim merkezinin bulunduğu mekanlarda, Erbil ya da Selahaddin’de görüşen sadece MİT Müsteşarı oldu. Bunun anlamı, Ankara’nın Irak Kürt yöneticilerine “güvenlik sorunu” çerçevesinde yaklaşıyor olmasıdır. Bu, Türkiye’nin Irak’ın yeni “siyasi statüsü”nü, yani anayasal federal yapısını ve bu bağlamda Kürtlerin yetkileri hayli gelişmiş biçimde kuzeyde “özerk yönetim”e sahip olduklarını kabullenmekte, bu “yeni tarihi olgu”yu içine sindirmekte zorlandığını ortaya koyuyor. Daha da önemlisi, Türkiye’nin bir numaralı sorununa yani “Kürt sorunu”na, “siyasi” bir sorun olarak yaklaşmak yerine, onu “terör bağlantılı” bir “güvenlik sorunu” olarak algılamayı ifade ediyor. Diyarbakır’da Ankara kaynaklı hiçbir politikanın bir türlü “dikiş tutturamaması”nın ve en önemlisi “asla tutturamayacak olması”nın nedeni de bu. *** *** *** Diyarbakır’da hafta sonu bir sivil toplum kuruluşu diye nitelendirilen etkili bir meslek kuruluşunun eski başkanı, gelinen durumu “Ankara, Kürtlere ilişkin her türlü politikasını PKK’yı eksen alarak, ona göre ayarlıyor. Bu da burada hepimizi felç ediyor. Bizleri de PKK’nın esiri konumuna sokuyor” sözleriyle şikayet ediyordu. Gerçekten, Diyarbakır’da son yıllarda kendiliğinden Kürt vatandaşlarımızın en önemli “sözcüsü” konumuna tırmanan ve böylelikle Güneydoğu ile Türkiye’nin bütün arasında işlevsel bir “yapıştırıcı” rolüne giren STK’ların şu son dönemde fazla bir hükmü kalmamış durumda. Bunun “baş sorumlusu” olarak “umutları yeşertmiş” olan Başbakan gösteriliyor. Yeşerttiği umutları, “Kürt kimliği”nin tanınması ve bu yönde gereğinin yapılması doğrultusunda gerekli hatta zorunlu hiçbir adımı atmayarak soldurttuğu için. Diyarbakır’dan bakıldığında, Başbakan ile “sorun”a beklendiği biçimiyle “güvenlik odaklı” yaklaşan asker arasında net sınırlar görülmüyor. “Var” deseniz de, Diyarbakır o “sınırlar”ı görmüyor. “Diyelim ki, PKK diye bir şey yok. Hiçbir zaman da olmadı? Kürt sorununa ilişkin hiçbir adım atılmayacak mıydı? Mesele, sadece ekonomik boyutu, yani bölgenin geri kalmışlığı, insanlarının yoksulluğu, işsizliği yönünden mi ele alınacaktı?” sorusunu işittik Diyarbakır’da. Devletin politikasızlığı ya da yanlış siyaseti ile PKK arasında sıkışarak etkilerini, işlevlerini yitirmekte olan Diyarbakır ileri gelenleri böyle bir “varsayım”dan ürettikleri soruyu soruyor ve buna bir soru daha ekliyor: “PKK hiç olmamış olsa ya da ezilmiş, yok edilmiş olsa, ‘Kürt dilinde eğitim’, Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi’nde / İstanbul’da, Ankara’da) ‘Kürdoloji Enstitüsü’ kurulması, Kürtçe televizyon-radyo yayımının, Kürtçe gazete, dergi, kitap basımının hukuki güvencelerle önünün açılması düşünülmeyecek miydi?” Bu soru ortada yerde duruyor? Bu yönde hiçbir hareketlilik görülmediği, dahası Ankara’dan böyle bir “niyet” fark edilmediği için alan “şiddete açık” hale geliyor ve işte orada PKK “psikolojik üstünlüğü” ele geçiriyor. Diyarbakır’da dershane saldırısında dibe vuran PKK, Aktütün’e rağmen, şimdilerde kendisine hayli geniş bir “psikolojik” manevra alanı bulmuş durumda. Bunu basit göstergelerden bile anlayabilmek mümkün. “Ülkeye Bakış” gazetesinin dağıtıldığını sokak aralarında dolaşırken görüyorsunuz. Aynı gazete, bayilerde de var. Bir bayiden nasılsa alırım diye fazla sallanırsanız, birkaç saat sonra bulamayabilirsiniz. Bitiyor çünkü. “Ülkeye Bakış” her hafta biri kapatılan gazetelerin ardından geçen hafta piyasaya sürülenin adı. Haftaya o olmayabilir. Yerini bir başkası alır. Gazetenin birinci sayfasında PKK liderlerinden Mustafa Karasu ile son gelişmeler üzerine –muhtemelen Kandil’de- yapılmış uzun bir söyleşinin haberi var. İç sayfalarda boydan boya iki sayfayı kaplıyan söyleşiden gayrı, yine PKK liderlerinden Duran Kalkan’la ilgili fotoğraflı haberler, örgütün çeşitli organlarının açıklamaları geniş yer kaplıyor. Gazeteyi okurken, Aktütün’ün asıl adının “Bezene” olduğunu da öğrenmiş olduk. Dağlıca’nın adının Oramar olduğunu biliyorduk. Tam buraya gelmişken soralım: Bölgede değiştirilen şehir, kasaba, belde, köy, mezra isimlerinin geri verilmesi düşünülüyor mu? Bu, hayati bir sorun. İsim değişiklikleri, bölgenin her köşesinde Ankara’nın “Kürt kimliğini silme” iradesi olarak algılanıyor. “Kürt kimliği” şayet resmen tanınacaksa, değiştirilen isimlerin iadesi gerekiyor. *** *** *** PKK’nın, hükümetin “kimlik sorunu”na ilişkin anlamlı hiçbir adım atmaması sayesinde “psikolojik üstünlüğü” ele geçirmesinin adeta otomatik sonucu, STK’ların “işlev” yitirmesi. Bu bakımdan, Genelkurmay Başkanı’nın Diyarbakır’a gelip STK yöneticileriyle görüşmesinin Türkiye’ye bir getirisi olmadığı gibi, STK’ların bölgedeki etkilerinin zayıflamasını arttırmak ve hızlandırmakta bayağı bir payı olmuş. STK’lar, şimdilerde doğan bu durumun önüne geçmek için ellerinden geleni yapmışlar. Gerek Cumhurbaşkanı’nın ve gerekse Başbakan’ın kasasında ayrıntılı talepleri, raporları yazılı haliyle var. Her ikisiyle ve birçok devlet yetkilisiyle yüzyüze defalarca görüşülmüş. Yani, Ankara’nın soruna, ne istendiğini, nelerin olabileceğine ilişkin bir “bilgi eksikliği” yok. Ne var? “Siyasi cesaret” eksikliği var. Aynı “siyasi cesaret” eksikliği, konunun Irak ve oradaki Kürt yönetimiyle ilişkilere gelince de söz konusu. “Doğru”sunu biliyorlar. Doğru adımı, gecikmiş ve ürkek biçimde ve eksik atıyorlar. İçerde ise “doğrusu”nu bildikleri kuşkulu. Biliyorlarsa bile “siyasi cesaret” eksikliğinden malul oldukları besbelli... |
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
Söz Tüfekte
HUSEYIN TURHALLI KURDISTAN-POST Genel yaklaşım itibarıyla toplumsal veya toplumlar arası çelişkiler açığa çıktıklarında politik kurumlar yapıcı çözüm yollarına yönelir. Buna rağmen sonuçta sorunun çözüm yöntemini içte toplumsal kültür, toplumlar arası ilişkilerde de tarihsel sürecin ilişki biçimi belirler. Askeri olarak işgal edilmiş, ekonomik olarak sömürgeleştirilmiş, ulusal olarak soykırım tehdidine alınmış Kürdistan’da 200 yıllık tek çözüm “tenkil, tebdil ve tehcir” olmuştur. Türk politik aklının bugün de üzerinde döndüğü kadran bu kültürel tortudur. Savaşan taraflar arasında oluşan ilişki sıvı-kap ilişkisine benzetilir. Sıvı, içine dolduğu kabın şeklini alır. Kap ise sıvının aldığı şeklin simetriğidir. Kürt sorununa yaklaşımda askeri zor dışında başka bir yol öngörmeyen zorbalığa karşı Kürtlerde de zora dayalı bir direniş kültürü oluşmuştur. “Zor zane, zêr zane. Dengê tifingê mor zane” (Zor bilir, altın bilir. Mor ağızlı tüfeğin sesi bilir) deyimi bu anlayışın formüle edilmiş ifadesidir. PKK’nin, zor seçeneğini temel çözüm yöntemi olarak deklare etmesiyle birlikte hızla gelişen destek, toplumun uyarılan tarihsel hafızasının reaksiyonudur. 1999 sonrasında siyasal her türlü istemden vazgeçmesine rağmen askeri zor örgütlülüğünden vazgeçmeyen PKK’ye, toplumsal desteğin sürmüş olması da bu çerçevede yorumlanmalıdır. Az Bilgi Çok Senaryo Bir çok askerin ve gerilla kaybının yaşandığı daha önceki eylemlerde olduğu gibi Bezelê (Aktütün) eylemi de komplo teorileri ile izah edildi, ediliyor. Savaşan güçler, rakiplerine üstünlük sağlamak amacıyla teknikten çok beyinsel güçlerini kullanırlar. Buna “savaşta hile” veya taktik de diyebiliriz. Taraflar arasında güç dengesinin olmadığı durumlarda zayıf tarafın elindeki tek silah, taktiktir. Hayvanlar aleminde bile bu kural geçerlidir. Örneğin şahin karşısında hiçbir savunma silahı olmayan tavşan, tepesinde gezinmekte olan düşmanını pür dikkat izler. Şahin avını kapmak için saldırıya geçinceye kadar tavşan bir taktik olarak yerinden kıpırdamaz. Saldırı anında neredeyse kurşun hızına ulaşan şahin, pençelerini avının bedenine geçirecekken tavşan ani bir atakla yer değiştirir. Saldırıyı boşa çıkarır. Avını kapamayan şahin de hızını alamayarak kayalara çarpar can verir. Basına yansıyan görüntü ve bilgilere göre, askeri komutanlar, günler öncesinde gerilla güçlerinin Bezelê Karakolu’na yönelik saldırı hazırlığını adım adım izlemişlerdir. Taktik bir hile olarak, alana güç yığmasını da görmezden gelmişlerdir. Bunun için bir çok tepeye özel eğitimli askerleri yerleştirip uygun görecekleri bir zamanda gerilla gücünü ablukaya alıp imhayı planlamışlardır. Savaşta aynı teknik bir çok defa kullanılabilir, ancak taktik bir defa kullanıldıktan sonra karşı tarafın eline geçer. Gerilla, askerin daha önce defalarca kullandığı aynı taktiği Bezelê’de de kullanmak istediğini fark edince eylemin hazırlık sürecini uzun tutup askeri yormuş, dikkatini dağıtmıştır. Karakola saldırıyormuş görüntüsünü yaratıp askeri ezber içine çekmiştir. Yorulan, dikkati dağılan askerin beyni, yakınında patlayan iki havan mermisiyle birlikte dumura uğrayınca bilinen sonuç gerçekleşmiştir. Hepsi bu. Karşılıklı iradelerin çarpıştığı savaşta her zaman için hata yapmak mümkündür. Askeri literatürde buna “savaşta sürtünme” denir. Taktik ve teknik hataya düşen taraf, yanılmanın bedelini öder. Bezelê Karakolu’nda asker, taktikteki hatasının bedelini ödemiştir! Abdullah Öcalan’nın örgütten ayrılanları kuşku altında bırakmak maksadıyla “ Acayip büyük eylemler yapıyorlardı. Devlet içindeki derin güçlerle ilişkileri olmasa bunu yapamazlardı!” biçimindeki sözleri ile “PKK bu eylemi derin güçlerle (ergenekon) bağlantı içinde yapmıştır!” tarzındaki açıklamalar aynı mantığın ve bilgi eksikliğinin ürünüdür. Deneyimlerin beslemediği bilgi eksik, yüzeysel ve çoğu zaman da yanlıştır. Komplo teorilerinin bolluğu da bu bilgi eksikliğinden doğmaktadır. Genel olarak yürütülmekte olan savaşın hem Kürtlerin hem de Türklerin yararına olmadığı biçimindeki sav her zaman için tartışılabilir, tartışılmalıdır. Bunu tartışmak yerine kendini asker yerine koyarak bazı eylemleri tartışmak aydın aklının değil, ancak eksik aklın kârı olabilir. Üretilen senaryolar da bu yanlışlığın ürünüdür. Savaşçı Psikolojisi Savaş, tarafların kendi iradelerini karşı tarafa zor araçlarıyla kabul ettirme mücadelesi olduğundan sadece nesnel verilere dayanılarak izah edilemez. Kaldı ki irade söz konusu olduğunda nesnel değil, öznel durumun esas alınması gerekir. Bu gerçeği dikkate almadan görünür verilerle düşünce üretmeye çalışanlar, yöntem yanlışlığı nedeniyle kaçınılmaz olarak yanılırlar. Buna rağmen hatayı tekrar tekrar nesnel verilerde arar, göremezler. Çaresizliğe düşer, çözümü asker ve/veya gerilladan beklerler. Silahlı güçler sorunu çözemeyince bu sefer de onları, çözümün önünde engel olarak görürler. Bu yanılgı içinde kendini kandıran kalemler, kamuoyunu da yanlış temelde şekillendirir. Kim ne derse desin çarpışan tarafların yok etme ve yok olmama dışında hiçbir düşünceleri ve çözüm önerileri yoktur, olamaz! Savaşçı muharebe süresince öldürmekten haz duyar. Ancak savaşma azmi zaman ve mekânla sınırlıdır. Uzun süren savaşlarda askerin politikaya müdahalesi politik öncünün/aydının çözümsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Bu gerçeklik Türkiye cephesi için olduğu kadar Kürt cephesi için de geçerlidir. Dolayısıyla silahlı güçlerin politik çözüme karşı olduğu biçimindeki söylem, en azından savaşçının alt benliği açısından gerçeği yansıtmamaktadır. Toplumsal hafızayı yadsıyarak, savaşı güncel verilerle yorumlamaya çalışan aydın ile politikacının nihai sonuçta tutunacakları tek nesne askerin kuyruğudur. Kürt ve Türk aydınlarının bir sağa bir sola sallanışlarının nedeni de budur. Einstein’in kulakları çınlasın. İnsanın düşünce kalıplarını değiştirmek, atomu parçalamaktan daha zormuş! Ne diyelim, zaman dışında düşünceyi parçalayacak ve yeniden yapılandıracak bir cihaz yapılmadı daha. Söz yine tüfekte......... Hüseyin Turhallı azina2004@hotmail.com |
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
AP’de Dersim konferansı
Dersim’i Yeniden İnşa Derneği tarafından 13 Kasım’da Avrupa Parlamentosu’nda “Dersim 38 Konferansı” gerçekleştirilecek. Katliamın sorumlularının hala açığa çıkarılmadığına dikkat çekilecek olan konferansta, Dersim katliamının unutturulamayacağı mesajı verilecek. Resmi açıklamalara göre Dersim katliamında12 bin kişi katledildi. Dersimlilere göre ise 70 bin kişi katledildi. Katliamdan sonra binlerce Dersimli sürgüne gönderildi, yerlerinden edildi. 16 Kasım 1937’de Kürt halkının önderlerinden Seyit Rıza ve yedi dava arkadaşı Elazığ’da idam edildi. Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarının nerede olduğu ailesinin bütün girişimlerine rağmen hala açıklanmadı. Dersim katliamının 70. yılında Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilecek konferansa ilişkin basına ve kamuoyuna yönelik yazılı bir açıklama yapan Dersim’i Yeniden İnşa Derneği Yönetim Kurulu, Dersim katliamını unutturmayacaklarına dikkat çekti. Açıklamada, “1937-38 yıllarında Dersim’de Türk devleti tarafından yapılan katliamın üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen bu katliam hiç unutulmadı, unutulmayacak ve hala sorumluları açığa çıkarılmadı. Dersim katliamı, ‘Dersim bir çıban başıdır’ sözleriyle Türkiye Cumhuriyeti rejiminin Dersim’i hedef göstermesiyle başladı” denildi. |
KurdTime : Wednesday, October 15, 2008 0 Yorum
Etiketler : Tarih