Wednesday, October 15, 2008

Ahmet Türk: Çözümü kendi Kürtleriniz ile arayın

ahmet turk DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Güney Kürdistan ile başlatılacak olan diyalogun 'yeni bir çatışma ve savaş ittifakı' olmamasını dileyerek, 'Bu diyalogu olumlu buluyoruz. Ancak, sorunun çözümü içeridedir, iç dinamiklerdedir' dedi. Türk, hükümetin sorunun çözümünde askere teslim olduğunu belirtirken, CHP'li Lideri Deniz Baykal'ı da milliyetçilik ve şovenizm ile suçladı. Türk başta hükümet ve başbakan olmak üzere cumhurbaşkanı, Meclis başkanı ve siyasi partilere acil olarak Kürt sorununa el atmaları çağrısında bulundu.
Partisinin grup toplantısında konuşan DTP Eşbaşkanı Başkanı Ahmet Türk, siyasal ve ekonomik gelişmeleri değerlendirdi. Türkiye'nin sanal gündemlerle meşgul olmaması gerektiğini belirten Türk, Türkiye'nin temel gündemlerini, öncellikli olarak Kürt sorunu, Avrupa Birliği Projesi, gelir dağılımındaki adaletsizlik olarak sıraladı. Dünyayı saran ekonomik krize dikkat çeken ve bu konuda 'Kriz var, hükümet önlem almıyor' diyen herkesin Başbakan tarafından azarlandığını ifade eden Türk, 'Oysa Türkiye, kriz riski bulunan 28 ülkeden biri. Peki Sayın Başbakan, yarın kriz gelip çattığında, bu krizin üstesinden, halkın alın terinden-emeğinden kısarak, yeni zamlar yaparak, onu daha fazla fakirleştirerek mi geleceksiniz? Türkiye'de en fazla kazananların ekonomik istikrarı için, en yoksul milyonlarca insanımızın cebinde var olanı da mı alacaksınız?' diye konuştu. Hükümetin savaşa 300 milyar dolar harcadığını hatırlatan Türk, bu harcama yapılmadığı taktirde Türkiye'nin krizden daha az etkileneceğini dile getirdi. Türk, 'Savaşın tırmanması ekonomik krizin de derinleşmesi sonucunu beraberinde getirecektir. Bir yandan küresel ekonomik kriz, diğer yandan içeride yürütülen savaş ekonomisi kısa süre sonra Türkiye'yi krizden en çok etkilenen ülkeler arasına sokacaktır. Bu tehlikeden en az zararla kurtulmanın tek yolu savaş ekonomisine son vermektir' diye konuştu.
'Toplum artık savaş istemiyor'
Kürt sorunun çözümsüzlüğünden dolayı yaşanan can kayıplarının kendilerini üzmeye devam ettiğini belirten Türk, şunları kaydetti: 'Bütün kamuoyu ayakta! 'Bu kan artık dursun-çocuklarımız ölmesin' diyor, haykırıyor, yalvarıyor. Aydınlar-yazarlar-sanatçılar 'Artık yeter' diyor, yazıyor-çiziyor-demeç veriyor çözüm önerileri sunuyor. Sivil toplum, barışseverler, vicdanlı siyasetçiler, meslek örgütleri, toplumun bütün kesimleri; biran önce bu sorunun barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesini dile getiriyor. Halk barış istiyor, halk çözüm istiyor, halk huzur istiyor!.' Türkiye halkının artık aldatılmak istenmediğini anımsatan Türk, bu çığlığın duyulması ve gereklerinin yerine getirilmesi isteyerek, bunu yerine getirecek olanın da siyasetçiler olduğunu söyledi.
'Uygar dünyayı örnek alın'
'Emret komutanım, ne gerekiyorsa yapalım' diyen bir zihniyete artık hiç kimsenin tahammülü kalmadı. Bunu söyleyen hükümet, bunu söyleyen başbakan yarın halkın karşısına nasıl çıkacak? Oğlunun-kızının hesabını soran anne-babalara nasıl hesap verecek?' sorularını yönelten Türk, şunları söyledi: 'Buradan bir kez daha çağrı yapıyorum: Başta Hükümet ve Başbakan olmak üzere, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Siyasi Partiler acil olarak Kürt sorununa el atmalıdır. Tek bir insanımızın bile bundan sonra ölmemesini sağlamak ve akan kanı durdurmak için mümkün olan her yolu denemek zorundadır. Uygar dünya sorunlarını böyle çözüyor, böyle çözdüler. Diyalogla, uzlaşıyla ve siyasetle çözdüler.' Benzer sorunların dünyada diyalogla çözüldüğünü belirten ve bunun için örnekleri dile getiren Türk, İngiltere'nin Kuzey İrlanda sorununu diyalogla çözdüğünü ve İRA'nın böyle silahsızlandığını belirterek, şunları dile getirdi:
'Hükümet, Başbakan bunlardan hiç mi ders çıkarmıyor, bu yöntemlerden hiç mi feyz almıyor? Sormak istiyorum; Sürekli gençlerin öldüğü bir ülkeyi, daha fazla zor-şiddet yöntemlerini geliştirerek mi çağdaş uygarlık seviyesine çıkaracaksın? Başbakan birkaç yıldan beri İspanya Başbakanı Sayın Zapatero ile Medeniyetler İttifakı projesinin eş başkanlığını yürütüyor. Kendisine huzurlarınızda sormak istiyorum, Zapatero'ya bir sorsun: Katalonya'da, Bask'ta, Endülüs'te halkın kendi anadilinde eğitim ve öğrenim görmesi üniter yapınızı zayıflattı mı yoksa daha mı fazla güçlendirdi? Bölgesel meclislerin varlığı ve işlevsel olarak çalışması, İspanya'yı böldü mü yoksa kapsayıcı bir yurttaşlık anlayışı ile ülkenizin birliği ve bütünlüğünü daha da mı güçlendirdi? Fakat, ne yazık ki, bu çözümleri gören ve ülkesine bir an önce barış getirmek için uğraşan bir Başbakan yok karşımızda. Tersine, kendi selameti ve temsil ettiği çevrelerin çıkarlarını korumak için, askeri yöntemlere boyun eğen ve statükoyla uzlaşan bir Hükümet var şu an Türkiye'de.'
'Milliyetçilikte kimse Baykal'ın hızına yetişemez'
CHP Lideri Deniz Baykal'ın her çatışma sonrasında DTP'yi hedef gösterdiğini bununla da kendini başarısızlığını örtmeye çalıştığını belirten Türk, kimsenin milliyetçilik ve şovenizm konusunda, Baykal'a yetişemediğini belirtti. Türk, 'Her seferinde de tutturmuş İspanya'yı, Heri Batasuna'nın kapatılmasını örnek veriyor. Bir an önce DTP'nin kapatılmasını adeta iple çekiyor. Baykal, İspanya'nın İ'sinden bile anlamıyor değerli arkadaşlar. Heri Batasuna, bir bölgenin partisiydi ve ayrılıkçı bir politika yapıyordu. İspanya'dan ayrılıp bağımsız bir Bask Devleti kurmayı, şiddet yollarına başvurarak yapmaya çalışıyordu' diye kaydetti. Türkiye'nin 1982 Anayasası ile Franko dönemi anayasanın aynı olduğunu belirten ve Baykal'ın demokratik bir anayasa talebini bile içine sindiremediğini belirten Türk, 'Bu kadar militarist bu kadar anti-demokratik bir siyasi lider daha düşünemiyorum Türkiye'de. Aklınca, Doğu ve Güneydoğu'da CHP il ve ilçe teşkilatlarına kilit vurulmasının hesabını DTP'den çıkaracak! Sen önce, zihniyetini değiştir, demokrasiyi-insanların hak ve hukukunu öğren, militarizmden-milliyetçilikten vazgeç o zaman gel kozlarını paylaş bizimle!' dedi.
'Bölgede zaten OHAL sürdürülüyor, yeni düzenlemeler bunu meşrulaştıracak'
DTP'nin, halklar arasında barış ve kardeşliğin teminatı ve köprüsü olduğunu ifade eden Türk, bu yıkılmasının vebalinin büyük ve trajik olacağını dile getirdi. Türk, meclisi sorunun çözüm adresi olarak gördüklerini tekrarlayarak, şunları kaydetti: 'Sorunun çözümü, Milli Güvenlik ve Terörle Mücadele Yüksek Kurullarıyla olmaz. 25 yıldan beri bu kurullarda alınan kararlar askeri çözümler ve güvenlik tedbirleri oldu. Şimdi aynı ezber sürdürülmek isteniyor. Birkaç yıl önce yapılan nispi reformlardan geri dönülüyor, zaten fiili olarak devam eden OHAL mantığı, sadece bölgeyi değil bütün Türkiye'yi içine alacak şekilde yasalaştırılmaya çalışılıyor.' Hükümetin yaşananlar karşısında yaşadığı çaresizlikten dolayı askeri otoriteye teslim olduğu eleştirisini yapan Türk, bu konuda hükümetin daha önce yaptığı ve ihlallere neden olan düzenlemelere dikkat çekti. Yapılmak istenen yeni düzenlemelere ilişkin de 'Şu an Bölge'de zaten tam bir OHAL durumu yaşanıyor. İnsanlar 'dur' ihtiyarına uymadı diye öldürülüyor, ardından 'örgüt üyesi' diye kamuoyuna açıklanıyor' sözleri ile değerlendiren Türk, yapılmak istenen düzenleme ile bu yapının meşrulaştırılmak istendiğini söyledi. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından geçen hafta yayınlanan işkence verilerini açıklayan Türk, en son Engin Ceber'in işkence ile öldürüldüğünü belirterek, 'Diyarbakır Cezaevi'nde 1996'da 12 tutuklu aynı yöntemle katledilmemiş miydi? Gazeteci Metin Göktepe gözaltında işkenceyle öldürülmemiş miydi? Şimdiye kadar hangi soruşturmanın sonucunda işkenceciler adalet önünde hesap verdi, yargılandı ve cezalandırıldı?' sorularını yöneltti.
AKP, cumhuriyet döneminin sansür rekorunu elinde tutuyor
Hükümet sözcülerinin tezkere görüşmeleri sırasında kendi iktidarları döneminde sivillerin zarar görmediğini yönündeki açıklamalarını hatırlatan Türk, 8 Mart'ta ve Newroz'da yaşananların bütün dünya tarafından görüldüğünü belirterek, '4 Temmuz'da Hakkâri merkeze bağlı Kavaklı köyünde askerin 'dur' ihtarına uymadıkları gerekçesiyle açılan ateş sonucu yaşamlarını yitiren Mehmet Öztunç ve Tekin Ediş sivil değil miydi?' diye konuştu. Kürt basınına yönelik sansür ve baskı uygulamalarına da değinen Türk, son iki yıl içinde Özgür Gündem geleneğinden gelen 16 gazetenin yayını toplam 38 kez durdurulduğunu ve bunun da ibret verici bir tablo olduğunu belirterek, 'Tarih tekerrür eder sözü gerçekten doğrudur. İttihatçılar, muhalif ne kadar gazete varsa susturmuş, gazetecileri öldürtmüş, matbaaları kapattırmıştı. Bu zihniyetin bugünkü taşıyıcısı ise, AKP iktidarıdır' diye konuştu. AKP'nin cumhuriyet tarihinde gazete kapatma rekorunu elinde bulunduğunu ifade eden ve en son Kürtçe Azadiya Welat gazetesinin kapatıldığını anımsatan Türk, 'Cumhurbaşkanı Sayın Gül'ün Avrupa Birliği gezilerinde 'Bakınız Türkiye'de Kürtçe yasak değil. Günlük gazete bile çıkıyor' dediği Welat gazetesi geçen hafta bir ay süreyle kapatıldı. Gazetenin kapatıldığı gün bir AKP Sözcüsü de Meclis kürsüsünde 'İnsanlarımızın etnik alt kimliklerinin inkâr edilip görmezden gelindiği, ana dillerinin konuşulmasının ve öğrenilmesinin, şarkılarının, türkülerinin söylenmesinin, kendi dilinde TV seyretmesinin, gazete okumasının, çocuğuna özgürce isim koymasının yasaklandığı bir Türkiye'de değiliz artık' diyordu. Bir yandan TRT'den Kürtçe yayın başlayacağını açıklayacaksınız, diğer yandan Kürtlerin kendi anadillerinde yayın yapan bir gazeteyi kapatacaksınız. İşte AK Parti'nin gerçek yüzü budur' ifadelerine yer verdi. Demokratik kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapan Türk, hükümete de 'Kürtlere reva görülen şey birgün gelip sizi de vurur' uyarısında bulundu.
Irak'lı Kürtlerle diyalog yeni bir çatışma ittifakı olmasın
Kürt Federe Bölgesi ile hükümetin başlatacağı diyalog arayışlarını olumlu bulduklarını belirten Türk, 'Umut ediyoruz ki, bu diyalog yeni bir çatışma ve operasyon ittifakı olmasın. Onun yerine, Türkiye demokrasisinin gelişmesi ve farklılıkların bir arada kardeşçe yaşamasının vesilesi olsun. Fakat kendi yurttaşıyla çözüm aramak yerine, Irak Kürtleriyle çözüm arayışına giren bir mantık, elbette ki barış ve demokrasi niyetinde olamaz. Sorun içerdedir, dolayısıyla çözümü de içeridedir. Muhatap da iç dinamiklerdir. Biz Irak Kürtleriyle görüşülmesin demiyoruz, ancak; bu güne kadar DTP ile bir kez dahi görüşmeyen bir zihniyet, Sayın Barzani'yle bin kez dahi görüşse hiçbir sonuç elde edemeyecektir' dedi.
Mitinglere çağrı
Türk son olarak 20 Ekim tarihinde görülecek olan Ergenekon davasına dikkat çekerek, Kürt coğrafyasında işlenen suçların açığa çıkarılmasını istedi. Türkiye'nin geçmişi ile yüzleşmesi için davanın fırsat olabileceğini dile getiren Türk, 19 Ekim günü mağdur ailelerin ve DTP'nin Şırnak, Mersin, Malazgirt ve Ankara, 20 Ekim Pazartesi günü, Erciş, 25 Ekim Cumartesi günü Van, 26 Ekim Pazar günü, Yüksekova, İzmir ve Siirt'te yapılacak olan mitinglere katılım çağrısı yaptı.
Azadiya Welat'a destek
Grup toplantısında Azadiya Welat gazetesinin kapatılması, gazete vekiller tarafından taşınarak, protesto edildi. ANKARA (DİHA)

İflas eden devlet eski defterleri açtı

bezelekarakolu1_arsiv Bezelê baskını sonrasında Türkiye'de başlayan tartışmalar sürüyor. Başarısızlıkla birlikte köşeye sıkışan ordu ve hükümet OHAL, sınırötesi operasyon gibi şimdiye kadar başarılı olmamış yöntemleri tekrar devreye koymaya çalışıyor.
www.gundemonline.org Bezelê baskınından sonra AKP hükümeti ve ordu peş peşe zirveler yaptı. Kürt sorununda çözümün tamamiyle 'güvenlik' çerçevesinde ele alındığı zirvelerin birinci gündemi hiç kuşkusuz OHAL'in tekrardan canlandırılması oldu. Şiddet siyaseti, Kürt coğrafyasına daha çok sıkıştırılarak yürütülmek isteniyor.
OHAL üzerinden yürütülen siyaset ise, daha önce 20 yıl boyunca yürürlükteydi. Binlerce faili meçhul cinayet işlendi, binlerce köy boşaltıldı, çeteleşme üst düzeye çıktı, işkence ve hak ihlalleri sınır tanımadı... Demokratikleşme engelledi, çözümsüzlük derinleşti. Bu politika kaybettirdi, kazandırmadı.
AKP, MHP ve CHP'nin savaş ittifakı sonucu geçen hafta sınırötesi operasyon tezkeresi bir yıl daha uzatıldı. Yapılan 30'dan fazla sınırötesi operasyondan sonuç alınmazken, son olarak Zap operasyonuyla bu durum bir kez daha kanıtlandı. Uzatılan tezkere de çözümsüzlükten başka bir sonuç doğurmaz.asker3
OHAL'lerinizi çok gördük
Bezelê Karakolu baskınından sonra Kürt sorunu gündemin birinci sırasına oturdu. Kürt sorununda devreye konulan şiddet konsepti ve ürettiği çözümsüzlük politikaları yerine, şiddeti daha da tırmandıracak uygulamalar yine gündemde. Bezelê baskınıyla birlikte Bölge'de uzun süre uygulanan ve binlerce kişinin yaşamını yitirmesine, binlerce köyün boşaltılmasına, milyonlarca kişinin de göç etmesine neden olan OHAL'in tekrardan gündeme getirilmesi en çok tartışılan konuların başında geliyor. Ancak OHAL tartışmalarının Bezelê baskınına dayandırılması varolan gerçekliği maniple etmeye dönük. Çünkü, Genelkurmay'ın OHAL talebi, devir-teslim töreninde bizzat Kara Kuvvetleri Komutanı Işık Koşaner tarafından dile getirilmişti. Yine, bayramdan önce Ankara Hakimevi'nde yapılan toplantıda, Genelkurmay'ın bu talebi tartışıldı. Bölge'de askerin yetkisini artıracak değişikliklerin yapılması öngörüldü. Kürt basın-yayın organlarının peş peşe kapatılması da bu toplantının sonucu. Bölge'de yıllarca faaliyet yürüten özel yetkilerle donatılmış taburların yanısıra bu kez de 'infaz timleri' olarak tanınan özel timlerin görevlendirilmesi OHAL uygulamalarının devrede olduğunun en somut kanıtı.
Devlet peş peşe zirveler yapıyor. 4 Ekim'de toplanan Terörle Mücadele Yüksek Kurulu, 9 Ekim'de de Başbakan Tayyip Erdoğan başkanlığında bir kez daha biraraya geldi. 6 saat süren toplantı serisine 14 Ekim'de devam edilmesi kararı çıktı. Zirvenin temel gündemi hiç kuşkusuz 'OHAL'in geri getirilmesi'. AKP hükümeti ve ordu, her ne kadar 2002 yılında kaldırıldığı ilan edilse de fiili olarak uygulamada olan OHAL'i tekrardan resmileştirmek istiyor. Bezelê baskını ve Diyarbakır'daki polis aracına yapılan saldırının bunun gerekçesi yapılması, asıl amacı gizlemeye dönük. AKP'nin, tartışmaları 'OHAL'i PKK istiyor' propagandasına dönüştürmesi dikkat çekiyor. Genelkurmay'ın askerin yetkisini artırma talebi OHAL tartışmalarından bağımsız ele alınamaz. Genelkurmay bu talebini, Bezelê baskınından sonra değil yeni komuta kademesinin devir-teslim töreninde açıkça ifade etmişti. 27 Ağustos'ta Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'dan Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini devralan Işık Koşaner, OHAL'i şu cümlelerle talep etmişti: 'Belli bölgelerde, belirli sürelerle ve yasalarda belirtilecek yetkili makamlarca uygulamaya konulacak tedbirleri içeren yasa tekliflerinin bir an önce sonuçlandırılması terörle mücadeleye büyük katkılar sağlayacaktır.' Genelkurmay'ın bu talebiyle ilgili Ankara Hakimevi'nde bayramdan önce sürpriz bir zirve yapıldı.
Kafa kafaya verdiler
Genelkurmay, Emniyet, Milli Savunma, Adalet Bakanlığı temsilcileri, Ankara, İstanbul ve Diyarbakır'dan 'terörle mücadelede' yetkili Başsavcı vekilleri ve akademisyenlerden oluşan 30 kişilik bir toplantıda, 'yakalama, arama, el koyma ve gözaltı süresi'yle ilgili askerin yetkilerinin artırılması talebi ele alındı. Bezelê baskınını fırsat bilen Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız, 'Güvenlik ihtiyaçları ile insan hakları arasında bir dengenin oluşması gerektiğine inanıyoruz' diyerek ordunun talebini yineledi. Hükümetten ise bu talebe yeşil ışık yakıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan, 'Ne gerekiyorsa yapılacaktır', Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise, 'İnsan hakları ve güvenlikten taviz vermeden bu meseleyi çözeceğiz' dedi.
Yargısız infaz timleri
Hükümet ve ordu art arda zirveler yapadursun, OHAL zaten Bölge'de fiilen uygulanıyor. Genelkurmay özel taburlardan sonra Bölge'ye yeni özel timler kaydırıyor. Emniyet Özel Harekat, Jandarma Özel Harekat ve Genelkurmay Özel Kuvvetleri'nin tek çatı altında koordine edilerek, Bölgesel Özel Harekat üsleri oluşturuluyor. Birimlerin, özel yetkili bir kişinin koordisanyonunda görev yapması planlanıyor. Bu kişinin de 'OHAL Valisi' olması bekleniyor. Özel harekatçılar ilk olarak, Hakkari, Şırnak, Van, Mardin, Dersim, Bingöl ve Siirt ile ilçelerinde görevlendirilecek. 481 kişilik ilk grubun Bölge'ye gittiği kaydedilirken, bir yıl içinde 7 bin özel harekat timinin Bölge'ye gönderilmesi hedefleniyor. OHAL döneminde Bölge'de, faili meçhul cinayetler, kayıplar, işkenceler ve köy boşaltmaların hepsi özel harekat birimleri tarafından gerçekleşmişti. JİTEM, bu özel birimin en faal örgütlerinden biriydi. Yine 'özel yetkilerle' görevlendirilmiş Kayseri ve Bolu tugaylarının Bölge'de gerçekleştirdikleri cinayetler hala aydınlatılmadı. Yargısız infazlarla ün yapan bu özel birliklerin Bölge'de etkinleştirilmesi, yeni katliamlara yol vermek anlamına geliyor.
SERHAT DAĞLI www.gundemonline.org

Üniversite öğrencileri 'anadil' için dersleri boykot etti

TZPKurdi'nin başlattığ 'Êdî Bes e anadilde eğitim istiyorum' kampanyası kapsamında Yurtsever Demokratik Gençlik (YDG) tarafından anadil üzerindeki baskılara dikkat çekmek amacıyla yapılan okulları boykot etme çağrısı üzerine bir çok üniversitede dersler boykot edildi.

boykotuniversitedicle1 Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi önünde toplanan öğrenciler, fakülte içerisine girerek dersleri boykot etme çağrısı yaptı.

Bunun üzerine yüzlerce öğrenci sınıflardan çıkarak, dersleri boykot etti. Fen Edebiyat, Yabancı Dil, Ziraat, Veterinerlik, Eğitim, Mimarlık ve İktisadi ve İdari Birimler fakülteleri önünde bir araya gelen öğrenciler, daha sonra yürüyüşe geldi. Yürüyüşlerde, 'W, Q ve X', 'Zimanıme rumatemeye', 'Dilimiz onurumuzdur', 'Asimilasyon insanlık ayıbıdır', 'Bê zıman jiyan nabe', 'Dil olmadan yaşam olmaz', 'Kurdi, kurdi, kurdi', 'Em zımani Kurdi dıxwazım' dövizleri taşınarak, sık sık 'Onursuz yaşam istemiyoruz', 'Biji Serok Apo', 'Zimaneme rumeteye', 'Ziman jiyan azadi', 'Dicle uyuma onuruna sahip çık' sloganları atıldı. Fakültelerden yapılan yürüyüşler sonrası öğrenciler, Tıp Fakültesi önünde bir araya geldi. Burada öğrencilere hastanedeki vatandaşlar da alkışlarla destek verdi. Eylem nedeniyle polis yoğun güvenlik önlemi aldı.
'Kimliğimizi kabul edin'
Kitle adına Kürtçe açıklamayı okuyan Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencisi Nurettin Salhan, Türkiye'nin ret, inkar ve anti-demokratik tutumlarından dolayı 15-20 milyon insanın ana dili olan Kürtçe'yi kullanmasından mahrum bırakıldığını söyledi. Salhan, insanlık hukukuna göre asimilasyonun bir insanlık suçu olduğunu belirterek, 'Türkiye 20'inci yüzyılda yürüttüğü politikaları bugünde yürütmek istiyor. Fakat Kürt halkı uyanmış ve bu politikaları kabul etmiyor. Bu ilkel politikaları bırakın Kürtlerin dilini ve kimliğini kabul edin' diye konuştu. Dünyanın hiçbir yerinde bir toplumun dilinin yasaklanmadığını kaydeden Salhan, şu taleplerde bulundu: 'Kürt sorunu demokratik yöntemlerle çözülmelidir. Kürtçe resmi dil yapılmalıdır. Kürtçe eğitim dili olmalıdır. Devlet asimilasyon politikalarından vazgeçmelidir. Kürtçe isim yerleri Kürtçe olarak yazılmalıdır. Kürtçe ibadet önündeki engeller kaldırılmalıdır.'
Eylem oturma eylemiyle sürdü
Açıklamanın ardından kitle Fen-Edebiyat Fakültesi önüne doğru,'Onursuz yaşam istemiyoruz', 'Zimaneme rumeteye' sloganlarını atarak yürüyüşe geçti. Fakülte önünde Kürt dili üzerindeki baskıları protesto etmek amacıyla 5 dakikalık oturma eylemi yapıldı. Öğrencilerin ders boykotu gün boyu sürecek.
YYÜ'de de dersler boykot edildi
egeuniverhukukogrenci Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) öğrencileri bir günlük dersleri boykot ederek Kampus Merkez Kafeterya'da bir araya geldi. Burada demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Öğrenciler daha sonra masalara vurarak, 'Bê Ziman Jiyan nabe', 'Em Zimanê xwe dixwazin' sloganlarını attı. Öğrenciler adına açıklama yapan Mesut Aslan, Türkiye'de yaşayan 20 milyon Kürdün dilinin yasaklandığını ve yıllardır süren asimilasyon politikasının devam ettiğini söyledi. Anadil kampanyasına destek verdiklerini belirten Aslan, bu nedenle dersleri bir günlük boykot ettiklerini dile getirdi. Açıklamanın ardından öğrenciler üniversiteden ayrıldı. Eylem nedeniyle üniversite çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alındı.
Batman ve Siirt'te de dersler boykot edildi
Batman Üniversitesi kantininde bir araya gelen 100 öğrenci dersleri boykot ederek, oturma eylemi yaptı. Halaylar çekerek eylemlerine devam eden öğrencilere, polisler 'dağılın' uyarısında bulunarak müdahalede bulundu. Eylemi takip etmek isteyen basın mensupları üniversiteye polis tarafından alınmadı. Siirt Üniversitesi'nde ve bazı liselerde anadilde eğitim hakkının tanınması için dersler boykot edildi.
Ege'de bir çok üniversitede eylemler yapıldı
vanuniverhukukogrenci Ege Üniversitesi, Afyon Kocatepe, Aydın Adnan Menderes, Manisa Celal Bayar, Muğla, Isparta Süleyman Demiral, Kütahya Dumlupınar üniversitelerinde de, YDG'li öğrenciler dersleri boykot ederek, Kürtçe eğitim taleplerini dile getirdi.
Dersleri boykot ederek Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi önünde biraraya gelen YDG'li öğrenciler, anadilde eğitim kampanyasına ilişkin basın açıklaması yaptı. Açıklamada, 'Be ziman jiyan nabe', 'Azadi wekhevi zımane zıkmaki', 'Ciwan hezen parastınen zımanin' sloganları atıldı. Öğrenciler adına basın açıklamasını okuyan Abdullah Umar, dilsiz bir halkın ve kültürün düşünülemeyeceğini belirterek, Mezopotamya'nın en zengin dillerinden biri olan Kürtçe'nin bütün baskı ve asimilasyonlara rağmen varlığını koruduğunu söyledi. 'Biz Kürt gençleri olarak bu faşist sistemi uyarıyoruz ve diyoruz ki anadilde eğitim hakkı doğal bir haktır. Biz dilimizi ve halkımızı yok etmenize izin vermeyeceğiz' diyen Umar, Kürt dili ve kültürü üzerindeki asimilasyon, inkar ve imha politikalarına 'Êdî Bes e' dediklerini belirtti. Umar, ilkokuldan üniversitelere kadar her alanda Kürtçe'nin eğitim dili olarak okutulmasını, üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılmasını talep etti.
Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde yapılan açıklamada konuşan YDG'li Yasin Güçlüer, Kürtçe üzerindeki baskıların 21. yüzyılda dahi devam ettiğine dikkat çekerek, 'Anadil hakkımız için gerekirse okullarımızı dahi bırakırız. Özgür ve eşit olarak bir arada yaşama irademizle mücadelemize devam edeceğiz' diye konuştu.DİHA

Bahçeli'nin salladığı 3 harita

Internethaber- Gavur Dağı'ndan Sivas'a uzanan bir hat... Bahçeli grup toplantısında işte bu haritayı sallıyordu... Bu harita sözde Kürdistan haritası...

barzani

Barzani'nin ofisinde hemen arkasında
asılı olan sözde Kürdistan haritası...

Üç harita vardı elinde...

Birinci harita;
Mesut Barzani'nin ofisinde hemen arkasında asılı olan haritaydı...
Harita, güneydeki Gavur Dağı'ndan, kuzeydeki Sivas'a kadar Türkiye'yi ortadan ikiye bölüyordu. Sözüm ona Kürdistan işte bu topraklardı...

İkinci harita;
Kürt liderlerin uluslararası masalarda, görüşme masasına serdikleri haritaydı... Bu haritada tıpkı Barzani'nin masasının arkasına astığı gibi...

map.

Kanlı terör örgütü PKK'nın kullandığı
Türkiye'yi bölünmüş gösteren harita.

Üçüncü harita;
Kanlı terör örgütünün kullandığı harita... Aynı çizgiler ve sözüm ona aynı sınır hattı bu haritada da yer alıyor...

GAVUR DAĞI BAHÇELİ'NİN MEMLEKETİ

Bahçeli Osmaniye'de yaptığı bir konuşmada Erdoğan'a “Sen Kasımpaşalıysan ben de Gavur Dağlı"yım” diye seslenmişti. Bu söz de halk arasında çok tutmuştu.

Peki Gavur Dağı nerede?
Bahçeli ile ilgisi ne?


Bahçeli"nin memleketi ve seçim bölgesi Osmaniye, Gavur Dağı"nın eteklerindedir. Bahçeli ve yakınları bu dağın tam da rakımı en yüksek yerlerinden biri olan Bahçe ilçesinde muhkimdir. Soyadı da buradan gelir.  Geçmişi, kültürü, anıları, acıları bu dağdadır ve onunla büyümüştür Bahçeli.
Gavur Dağlılar, yiğit, mert, sözünün eri diye bilinirler…

KIZDIRAN HAT

gavurdaginin ardi 
Gavur Dağı Türkiye'yi bölünmüş gösteren
haritalarda, sözde Kürdistan sınırının
başlangıç yeri olarak gösteriliyor.

PKK"nın, Barzani"nin ve bazı yabancı kuruluşların bile kullandığı bir sözde Kürdistan haritalarında Gavur Dağı sözde Kürdistan sınırı olarak gösteriliyor.
Sınırın Gavur Dağı"nda başlayan ucu yukarıda Sivas"a uzanıyor. Bahçeli, AKP"li Nihat Ergün"ün eleştiri için söylediği "Gavur Dağı-Sivas hattı" söylemine işte bu nedenle sert tepki gösterdi.


YENİ ADI NUR DAĞI: Gavur Dağı, aslında bu dağın eski adı. Yeni Adı Nur Dağı. Ama halk hala Gavur Dağı diye anar ve bilir. Sarp ve zor bir dağdır. Eskiden bu dağı aşmak çok zor ve saatler sürerdi. 1. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından yapılmış dar ve bir aracın zor geçtiği bir asfalt  yol yıllarca kullanıldı.bahceli

Sonra; yeni bir yol yapıldı ancak yine de geçmek zordu. Turgut Özal, viyadükler ve tünellerle bu dağı delerek yol yaptı. Bu tarihten sonra da 'yumuşayan dağ'ın adı da Nur Dağı olarak değiştirildi. Ama halk hala eski adını kullanıyor.

Gazetecilerden Başbuğ'a tepki

altan[2] MEHMET ALTAN-STAR

"Ben 60 ihtilalini gördüm, 71 muhtırasını yaşadım, 80’i yaşadım, 28 Şubat’ı yaşadım. Bu basını bilgilendirme değil basını korkutma açıklaması, toplantısı oldu.

Halbu ki Taraf gazetesinde ciddi iddialar var. Bu iddialar doğru mu değil mi bunu açıklamak demokrasi ve kurumların güçlenmesine neden olur.O kadar çok darbeden geldik geçtik ki bunun kimseye yararı yok. Tonu yükselterek, tehdit ederek, sorunlar çözülmüyor. Sorunlar iddialara medeni demokratik şekilde, korkutmaya meyletmeden, Türkiye’ye tek parti, askeri diktatörlükmüş gibi başka mesajlar vermeden çözülür.

Böyle bir iddia var, bu iddiaya yalan demiyorsun, açıklama da yapmıyorsun ama bunun üstüne gideni bunu soranı ‘fena yaparız’ diyorsun. Bu hangi demokratik ülkede var? Ve daha evvel bizim yaşadıklarımızdan ne sonuç aldık?

Önemli olan bu iddiaların doğru veya yanlış olduğuna cevap vermektir. Korkutma Türkiye’de hiçbir işe yaramaz. Aynı zamanda korkutma geri de teper. Türkiye oraları aştı. Çok garipsediğim, aynı zamanda Türkiye açısından da talihsiz bulduğum bir açıklama oldu. Keşke tersi olsaydı. Demokratik ülkelere yaraşır biçimde, daha önce söyledikleri şekilde iddialara cevap verseydi.

Ama bir de unutmamak gerekir ki Türkiye’nin bu konumundan da rahatsız olan bütün kurumların içinde Türkiye’yi dünyaya taşımak isteyen insanlar var. Sadece sözcülerinden ibaret değil Türkiye’nin kurumları. Onu da unutmamak lazım. "

ŞAMİL TAYYAR-STAR

Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, Genelkurmay Başkanı'nın açıklamalarını doğru bulmadığını söyledi.

Orgeneral Başbuğ'un aynı uslübü Dağlıca baskınından sonra bir resepsiyonda gazetecilere yaptığı açıklamada da kullandığına dikkat çeken Tayyar, eleştirilerin sorunun çözümüne katkı sunacağına inandığını vurguladı. "Demek ki yolunda gitmeyen ve aksayan bazı işler var. Yoksa bu kadar toplantılar niye yapılıyor?" diye soran Tayyar, beklentisini ise şu sözlerle ortaya koydu:

"Bu tartışmaların sonucunda doğru yöntem bulunabilirse, bir şehidimizin sayısını azaltmaya katkısını sunabiliyorsak çok önemli ve iyi bir adım olarak görüyorum. Eğer sorunları görmezlikten gelir ve bunların tamamını halının altına süpürmeye devam edersek sadece ve sadece kendimizi kandırırız. Türkiye maalesef 25 yıldır bunu yapıyor. Ama bir dönemdir görüyorum ki Türkiye artık yanlışları halının altına süpürme anlayışından kurtulmayı istiyor. Bu toplantıların anlamı da budur. İçişleri Bakanlığı bünyesinde güvenlik müsteşarlığının kurulması öngürülüyor. İstihbaratın tek merkezden koordinası görüşülüyor. Demek ki bir istihbarat, yönetim zaafı var. Özel Tim Doğu ve Güneydoğu'da etkin bir şekilde kullanılmak isteniyor. 1997 yılında elindeki ağır silahlar alınıp merkeze gönderildi. Daha sonra parçalandı. Ama şimdi bunun bir yanlış olduğu görülüyor. Bütün bu yanlışlar pozitif katkı sunmaya yönelik eleştirel yaklaşımlardan kaynaklanıyor. Ama keşke sayın Genelkurmay Başkanı anlamaya çalışsaydı. Daha doğru bir tavır göstermiş olurdu." (CİHAN)

RUŞEN ÇAKIR/ VATAN:

'Çok sert bir açıklama. Başbuğ bu sert açıklamasıyla çıtayı o kadar yükseltti ki o çıtayı aşmak nasıl olacak bilmiyorum. Devamının geleceğini gösteren çok sert bir açıklamaydı. Aktütün olayında terör örgütünün başarılı olarak gösterildiği şeklindeki sözleri de dikkat çekici. Belli ki bu yöndeki yayınlar Genelkurmay'ı çok rahatsız ediyor. Bu sızma olayını Başbuğ'un çok ciddiye alacağını biliyorduk ama göreve geldikten çok kısa bir süre sonra sızmış olması bu olayın artık Genelkurmay için kronik bir hal olduğunu gösteriyor. Genelkurmay'ın bunun üstüne gideceğini, bununla çok ciddi olarak uğraştıklarını söyleyebiliriz.

Dağlıca olayında da benzer bir açıklama olmuştu ama kamuoyuna yönelik bilgilendirme yapılmamıştı. Sızan bilgi ve belgelere yönelik kendi içlerinde bir değerlendirme yapıyorlar ama bunların kamuyonu bilgilendirmek için kullanılacağını sanmıyorum.

Belki eskiden de sızıyordu ama yayınlanma konusunda ürkek davranılıyordu. Ama şimdi bazı gazeteler özellikle Taraf gazetesi bu yönde çok aktif bir yayın çizgisi izliyor. Birçok belge Taraf'a sızdı. Ama örneğin polisi zor durumda bırakacak bir belge görmedik mesela Taraf'ta, nedense daha çok askere yönelik. Yasemin Çongar daha önce kaynaklarına ilişkin açıklamada 'birkaç iyi adam' filmine gönderme yapmış, ellerine geçen belgelere birkaç iyi adamın sızdırması sonucu ulaştıklarını belirtmişti.

Genelkurmay'ın rahatsız olduğu iki konu olduğunu söyleyebiliriz:

- Genelkurmayın gizli belgesinin medyaya sızıyor olmasından

- Bu bilgilerin sunuş şeklinden rahatsızlar.'

YASEMİN ÇONGAR/TARAF:

'Aşırı sert bir açıklama. Bir Genelkurmay Başkanı'ndan beklenmeyecek bir uslüpla konuştu. Bu çok üzücü ama esas üzücü olan kamouyonun beklediği bilgilerin bu açıklamada olmamasıydı. Bu saldırı neden amacına ulaştı, ulaşmadıysa neden bu kadar şehit verildi, bir Genelkurmay Başkanı'nın görevi bunları açıklamak olmalıydı. Konuya ilişkin soruşturma açıldığını söyledi, bu sevindirici ama daha önce benzer soruşturmalarda bu incelemelerin sonuçları kamuoyuyla paylaşılmadı. Bundan sonra paylaşılacak mı, bilmiyoruz...

Aktütün olayında Taraf'ın yayınladığı bu belgeler Genelkurmay'ın saldırıdan haberdar olduğunu gösteriyor. Bu yöndeki okumamız doğru mu, doğruysa gereği neden yapılmadı? Bunların cevabını vermeyip, tehditkar bir üslüp kullanması son derece üzücü. Genelkurmay başkanı topluma bunların hesabını vermek zorundadır. Biz gazetemize ulaşan belgelerin doğruluğundan emin olduğumuz sürece elimize geçen bilgileri yayınlıyoruz, yayınlamaya da devam edeceğiz.'

MURAT YETKİN/RADİKAL:

"Aslında açıklama için söylenecek pek bir şey yok. Genelkurmay'ın yayınlara ne kadar tepkili olduğunu öğrenmiş olduk. Çok açıklayıcı değildi, daha çok tepki gösteren bir açıklamaydı. Gizli bilgileri sızdıranlara ilişkin mesajlar verdi, ama Aktütün konusunda yapılan yayınlar doğru muydu bunu anlamak mümkün olmadı. Bu açıklama yayınlanan belge ve bilgilerin doğrulandığı anlamına geliyor mu, gelmiyor mu, bu net değil. Soru sorma imkanı olsaydı bunların doğru olup olmadığına ilişkin bir şeyler söyleyebilirdik. Keşke gazetecilere soru sorma imkanı verilseydi de bunları anlayabilseydik."

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE - ZAMAN

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un yaptığı konuşmanın "çok gergin ve duygusal" olduğunu söyledi. Türköne, yapılan açıklamanın 12 Eylül rejimini hatırlattığını belirterek, bu görüntülerin Türkiye'ye yakışmadığını kaydetti.

Türköne, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, askerin onurunun peşinde olduğunu, verdiği tepkilerden bunun anlaşıldığını ifade etti. Yapılan açıklamanın şeklinin 12 Eylül rejimi dönemini hatırlattığına işaret eden Türköne, medeni bir ülkeye bu tür görüntülerin yakışmadığını vurguladı. Türköne, hiç bir ordunun da bu şekilde açıklama yapmayacağına dikkat çekerek, Dünya'nın 4. büyük ordusunun elinde kaleminden başka bir şeyi olmayan insanları tehdit ettiğini kaydetti.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kahramanlığının eleştirildiği yönündeki ifadelerinin de yanlış olduğunu ifade eden Türköne, eleştirilerin ordunun kahramanlığına değil sevk ve idaresine yönelik olduğunu belirtti. Türköne, Türkiye'de tartışılanın TSK'nin asli görevine dönmesi olduğunu kaydetti.

Orgeneral Başbuğ'un açıklamasının medya ve siyaset dünyasını nasıl etkileyeceğine yönelik bir soruya ise Türköne, çok ciddi bir değişimin olmayacağını kaydetti. Türköne, Türkiye cumhuriyeti devletinde yazarların ve gazetecilerin TSK'yi övme gibi bir görevininde bulunmadığına dikkat çekti.

Siyasi cesaret...

candar[1] Cengiz Çandar-Referans

Mesut Barzani ile Bağdat’ta yapılan görüşmeden sonra, kuzeydeki Kürt yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye gelmesi de bekleniyor.

Bütün bunlar, “terör”ü sona erdirecek, PKK’nın kökünü kazıyacak adımlar olmayacak; bunu bilelim. Ancak, doğru yönde davranışlar.

Gelgelelim, bir yandan da bunlar “eksik” adımlar. İngilizcede “too little, too late” diye bir deyiş vardır; “çok az, çok geç” anlamına gelir.

Türkiye, Iraklı Kürt liderlerle Erbil’de en yüksek düzeyde görüşmeyi içine sindiremediği, Musul’da konsolosluk açtıktan gayrı Basra’da, ülkenin en güneyinde konsolosluk açmayı düşündüğü halde Erbil “sıranın en arkasında” beklediği sürece, doğru yönde de olsa atacağı her adımın “çok az, çok geç” olması ihtimali bulunuyor.

Mesut Barzani ile görüşmek “dramatik” bir gelişme değil; Bağdat’ta görüşmenin “radikal” bir tarafı yok. Mesut Barzani, Türkiye’de cumhurbaşkanı, başbakan sıfatı taşıyan kişilerle zaten defalarca görüştü. Daha alt düzeyde bir Türk yetkilisiyle görüşmesini “dramatik” bir gelişme olarak göremeyiz.

Kaldı ki, Mesut Barzani Irak’ın yeni statüsü ortaya çıkalıberi Türk yetkililer ile Bağdat’ta bir araya geldi. Bağdat’ta. Onunla yönetim merkezinin bulunduğu mekanlarda, Erbil ya da Selahaddin’de görüşen sadece MİT Müsteşarı oldu.

Bunun anlamı, Ankara’nın Irak Kürt yöneticilerine “güvenlik sorunu” çerçevesinde yaklaşıyor olmasıdır. Bu, Türkiye’nin Irak’ın yeni “siyasi statüsü”nü, yani anayasal federal yapısını ve bu bağlamda Kürtlerin yetkileri hayli gelişmiş biçimde kuzeyde “özerk yönetim”e sahip olduklarını kabullenmekte, bu “yeni tarihi olgu”yu içine sindirmekte zorlandığını ortaya koyuyor.

Daha da önemlisi, Türkiye’nin bir numaralı sorununa yani “Kürt sorunu”na, “siyasi” bir sorun olarak yaklaşmak yerine, onu “terör bağlantılı” bir “güvenlik sorunu” olarak algılamayı ifade ediyor.

Diyarbakır’da Ankara kaynaklı hiçbir politikanın bir türlü “dikiş tutturamaması”nın ve en önemlisi “asla tutturamayacak olması”nın nedeni de bu.

***            ***          ***

Diyarbakır’da hafta sonu bir sivil toplum kuruluşu diye nitelendirilen etkili bir meslek kuruluşunun eski  başkanı, gelinen durumu “Ankara, Kürtlere ilişkin her türlü politikasını PKK’yı eksen alarak, ona göre ayarlıyor. Bu da burada hepimizi felç ediyor. Bizleri de PKK’nın esiri konumuna sokuyor” sözleriyle şikayet ediyordu.

Gerçekten, Diyarbakır’da son yıllarda kendiliğinden Kürt vatandaşlarımızın en önemli “sözcüsü” konumuna tırmanan ve böylelikle Güneydoğu ile Türkiye’nin bütün arasında işlevsel bir “yapıştırıcı” rolüne giren STK’ların şu son dönemde fazla bir hükmü kalmamış durumda.

Bunun “baş sorumlusu” olarak “umutları yeşertmiş” olan Başbakan gösteriliyor. Yeşerttiği umutları, “Kürt kimliği”nin tanınması ve bu yönde gereğinin yapılması doğrultusunda gerekli hatta zorunlu hiçbir adımı atmayarak soldurttuğu için.

Diyarbakır’dan bakıldığında, Başbakan ile “sorun”a beklendiği biçimiyle “güvenlik odaklı” yaklaşan asker arasında net sınırlar görülmüyor. “Var” deseniz de, Diyarbakır o “sınırlar”ı görmüyor.

“Diyelim ki,  PKK diye bir şey yok. Hiçbir zaman da olmadı? Kürt sorununa ilişkin hiçbir adım atılmayacak mıydı? Mesele, sadece ekonomik boyutu, yani bölgenin geri kalmışlığı, insanlarının yoksulluğu, işsizliği yönünden mi ele alınacaktı?” sorusunu işittik Diyarbakır’da.

Devletin politikasızlığı ya da yanlış siyaseti ile PKK arasında sıkışarak etkilerini, işlevlerini yitirmekte olan Diyarbakır ileri gelenleri böyle bir “varsayım”dan ürettikleri soruyu soruyor ve buna bir soru daha ekliyor:

“PKK hiç olmamış olsa ya da ezilmiş, yok edilmiş olsa, ‘Kürt dilinde eğitim’, Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi’nde / İstanbul’da, Ankara’da) ‘Kürdoloji Enstitüsü’ kurulması, Kürtçe televizyon-radyo yayımının, Kürtçe gazete, dergi, kitap basımının hukuki güvencelerle önünün açılması düşünülmeyecek miydi?”

Bu soru ortada yerde duruyor?

Bu yönde hiçbir hareketlilik görülmediği, dahası Ankara’dan böyle bir “niyet” fark edilmediği için alan “şiddete açık” hale geliyor ve işte orada PKK “psikolojik üstünlüğü” ele geçiriyor.

Diyarbakır’da dershane saldırısında dibe vuran PKK, Aktütün’e rağmen, şimdilerde kendisine hayli geniş bir “psikolojik” manevra alanı bulmuş durumda.

Bunu basit göstergelerden bile anlayabilmek mümkün. “Ülkeye Bakış” gazetesinin dağıtıldığını sokak aralarında dolaşırken görüyorsunuz. Aynı gazete, bayilerde de var. Bir bayiden nasılsa alırım diye fazla sallanırsanız, birkaç saat sonra bulamayabilirsiniz. Bitiyor çünkü.

“Ülkeye Bakış” her hafta biri kapatılan gazetelerin ardından geçen hafta piyasaya sürülenin adı. Haftaya o olmayabilir. Yerini bir başkası alır. Gazetenin birinci sayfasında PKK liderlerinden Mustafa Karasu ile son gelişmeler üzerine –muhtemelen Kandil’de- yapılmış uzun bir söyleşinin haberi var.

İç sayfalarda boydan boya iki sayfayı kaplıyan söyleşiden gayrı, yine PKK liderlerinden Duran Kalkan’la ilgili fotoğraflı haberler, örgütün çeşitli organlarının açıklamaları geniş yer kaplıyor.

Gazeteyi okurken, Aktütün’ün asıl adının “Bezene” olduğunu da öğrenmiş olduk. Dağlıca’nın adının Oramar olduğunu biliyorduk.

Tam buraya gelmişken soralım: Bölgede değiştirilen şehir, kasaba, belde, köy, mezra isimlerinin geri verilmesi düşünülüyor mu?

Bu, hayati bir sorun. İsim değişiklikleri, bölgenin her köşesinde Ankara’nın “Kürt kimliğini silme” iradesi olarak algılanıyor.

“Kürt kimliği” şayet resmen tanınacaksa, değiştirilen isimlerin iadesi gerekiyor.

***            ***           ***

PKK’nın, hükümetin “kimlik sorunu”na ilişkin anlamlı hiçbir adım atmaması sayesinde “psikolojik üstünlüğü” ele geçirmesinin adeta otomatik sonucu, STK’ların “işlev” yitirmesi. Bu bakımdan, Genelkurmay Başkanı’nın Diyarbakır’a gelip STK yöneticileriyle görüşmesinin Türkiye’ye bir getirisi olmadığı gibi, STK’ların bölgedeki etkilerinin zayıflamasını arttırmak ve hızlandırmakta bayağı bir payı olmuş.

STK’lar, şimdilerde doğan bu durumun önüne geçmek için ellerinden geleni yapmışlar. Gerek Cumhurbaşkanı’nın ve gerekse Başbakan’ın kasasında ayrıntılı talepleri, raporları yazılı haliyle var. Her ikisiyle ve birçok devlet yetkilisiyle yüzyüze defalarca görüşülmüş.

Yani, Ankara’nın soruna, ne istendiğini, nelerin olabileceğine ilişkin bir “bilgi eksikliği” yok.

Ne var?

“Siyasi cesaret” eksikliği var.

Aynı “siyasi cesaret” eksikliği, konunun Irak ve oradaki Kürt yönetimiyle ilişkilere gelince de söz konusu. “Doğru”sunu biliyorlar. Doğru adımı, gecikmiş ve ürkek biçimde ve eksik atıyorlar.

İçerde ise “doğrusu”nu bildikleri kuşkulu. Biliyorlarsa bile “siyasi cesaret” eksikliğinden malul oldukları besbelli...

Söz Tüfekte

asker2 HUSEYIN TURHALLI KURDISTAN-POST

Genel yaklaşım itibarıyla toplumsal veya toplumlar arası çelişkiler açığa çıktıklarında politik kurumlar yapıcı çözüm yollarına yönelir. Buna rağmen sonuçta sorunun çözüm yöntemini içte toplumsal kültür, toplumlar arası ilişkilerde de tarihsel sürecin ilişki biçimi belirler.

Askeri olarak işgal edilmiş, ekonomik olarak sömürgeleştirilmiş, ulusal olarak soykırım tehdidine alınmış Kürdistan’da 200 yıllık tek çözüm “tenkil, tebdil ve tehcir” olmuştur. Türk politik aklının bugün de üzerinde döndüğü kadran bu kültürel tortudur.

Savaşan taraflar arasında oluşan ilişki sıvı-kap ilişkisine benzetilir. Sıvı, içine dolduğu kabın şeklini alır. Kap ise sıvının aldığı şeklin simetriğidir. Kürt sorununa yaklaşımda askeri zor dışında başka bir yol öngörmeyen zorbalığa karşı Kürtlerde de zora dayalı bir direniş kültürü oluşmuştur. “Zor zane, zêr zane. Dengê tifingê mor zane” (Zor bilir, altın bilir. Mor ağızlı tüfeğin sesi bilir) deyimi bu anlayışın formüle edilmiş ifadesidir.  

PKK’nin, zor seçeneğini temel çözüm yöntemi olarak deklare etmesiyle birlikte hızla gelişen destek, toplumun uyarılan tarihsel hafızasının reaksiyonudur. 1999 sonrasında siyasal her türlü istemden vazgeçmesine rağmen askeri zor örgütlülüğünden vazgeçmeyen PKK’ye, toplumsal desteğin sürmüş olması da bu çerçevede yorumlanmalıdır. 

Az Bilgi Çok Senaryo

Bir çok askerin ve gerilla kaybının yaşandığı daha önceki eylemlerde olduğu gibi Bezelê (Aktütün) eylemi de komplo teorileri ile izah edildi, ediliyor. 

Savaşan güçler, rakiplerine üstünlük sağlamak amacıyla teknikten çok beyinsel güçlerini kullanırlar. Buna “savaşta hile” veya taktik de diyebiliriz. Taraflar arasında güç dengesinin olmadığı durumlarda zayıf tarafın elindeki tek silah, taktiktir. Hayvanlar aleminde bile bu kural geçerlidir. Örneğin şahin karşısında hiçbir savunma silahı olmayan tavşan, tepesinde gezinmekte olan düşmanını pür dikkat izler.  Şahin avını kapmak için saldırıya geçinceye kadar tavşan bir taktik olarak yerinden kıpırdamaz. Saldırı anında neredeyse kurşun hızına ulaşan şahin, pençelerini avının bedenine geçirecekken tavşan ani bir atakla yer değiştirir. Saldırıyı boşa çıkarır. Avını kapamayan şahin de hızını alamayarak kayalara çarpar can verir.

Basına yansıyan görüntü ve bilgilere göre, askeri komutanlar, günler öncesinde gerilla güçlerinin Bezelê Karakolu’na yönelik saldırı hazırlığını adım adım izlemişlerdir. Taktik bir hile olarak, alana güç yığmasını da görmezden gelmişlerdir.  Bunun için bir çok tepeye özel eğitimli askerleri yerleştirip uygun görecekleri bir zamanda gerilla gücünü ablukaya alıp imhayı planlamışlardır.

Savaşta aynı teknik bir çok defa kullanılabilir, ancak taktik bir defa kullanıldıktan sonra karşı tarafın eline geçer.  Gerilla, askerin daha önce defalarca kullandığı aynı taktiği Bezelê’de de kullanmak istediğini fark edince eylemin hazırlık sürecini uzun tutup askeri yormuş, dikkatini dağıtmıştır. Karakola saldırıyormuş  görüntüsünü yaratıp askeri ezber içine çekmiştir. Yorulan, dikkati dağılan askerin beyni, yakınında patlayan iki havan mermisiyle birlikte dumura uğrayınca bilinen sonuç gerçekleşmiştir. Hepsi bu.

Karşılıklı iradelerin çarpıştığı savaşta her zaman için hata yapmak mümkündür. Askeri literatürde buna “savaşta sürtünme” denir. Taktik ve teknik hataya düşen taraf, yanılmanın bedelini öder. Bezelê Karakolu’nda asker, taktikteki hatasının bedelini ödemiştir!

Abdullah Öcalan’nın örgütten ayrılanları kuşku altında bırakmak maksadıyla “ Acayip büyük eylemler yapıyorlardı. Devlet içindeki derin güçlerle ilişkileri olmasa bunu yapamazlardı!” biçimindeki sözleri ile “PKK bu eylemi derin güçlerle (ergenekon) bağlantı içinde yapmıştır!” tarzındaki açıklamalar aynı mantığın ve bilgi eksikliğinin ürünüdür. Deneyimlerin beslemediği bilgi eksik, yüzeysel ve çoğu zaman da yanlıştır. Komplo teorilerinin bolluğu da bu bilgi eksikliğinden doğmaktadır.

Genel olarak yürütülmekte olan savaşın hem Kürtlerin hem de Türklerin yararına olmadığı biçimindeki sav her zaman için tartışılabilir, tartışılmalıdır. Bunu tartışmak yerine kendini asker yerine koyarak bazı eylemleri tartışmak aydın aklının değil, ancak eksik aklın kârı olabilir. Üretilen senaryolar da bu yanlışlığın ürünüdür.

Savaşçı Psikolojisi

Savaş, tarafların kendi iradelerini karşı tarafa zor araçlarıyla kabul ettirme mücadelesi olduğundan sadece nesnel verilere dayanılarak izah edilemez. Kaldı ki irade söz konusu olduğunda nesnel değil, öznel durumun esas alınması gerekir. Bu gerçeği dikkate almadan görünür verilerle düşünce üretmeye çalışanlar, yöntem yanlışlığı nedeniyle kaçınılmaz olarak yanılırlar. Buna rağmen hatayı tekrar tekrar nesnel verilerde arar, göremezler. Çaresizliğe düşer, çözümü asker ve/veya gerilladan beklerler. Silahlı güçler sorunu çözemeyince bu sefer de onları, çözümün önünde engel olarak görürler. Bu yanılgı içinde kendini kandıran kalemler, kamuoyunu da yanlış temelde şekillendirir. 

Kim ne derse desin çarpışan tarafların yok etme ve yok olmama dışında hiçbir düşünceleri ve çözüm önerileri yoktur, olamaz! Savaşçı muharebe süresince öldürmekten haz duyar. Ancak savaşma azmi zaman ve mekânla sınırlıdır. Uzun süren savaşlarda askerin politikaya müdahalesi politik öncünün/aydının çözümsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Bu gerçeklik Türkiye cephesi için olduğu kadar Kürt cephesi için de geçerlidir. Dolayısıyla silahlı güçlerin politik çözüme karşı olduğu biçimindeki söylem, en azından savaşçının alt benliği açısından gerçeği yansıtmamaktadır.  

Toplumsal hafızayı yadsıyarak, savaşı güncel verilerle yorumlamaya çalışan aydın ile politikacının nihai sonuçta tutunacakları tek nesne askerin kuyruğudur. Kürt ve Türk aydınlarının bir sağa bir sola sallanışlarının nedeni de budur.

Einstein’in kulakları çınlasın. İnsanın düşünce kalıplarını değiştirmek, atomu parçalamaktan daha zormuş!

Ne diyelim, zaman dışında düşünceyi parçalayacak ve yeniden yapılandıracak bir cihaz yapılmadı daha. Söz yine tüfekte......... Hüseyin Turhallı azina2004@hotmail.com

AP’de Dersim konferansı

dersim alevi kurt isyan Halvoriye 20302Dersim’i Yeniden İnşa Derneği tarafından 13 Kasım’da Avrupa Parlamentosu’nda “Dersim 38 Konferansı” gerçekleştirilecek.

Katliamın sorumlularının hala açığa çıkarılmadığına dikkat çekilecek olan konferansta, Dersim katliamının unutturulamayacağı mesajı verilecek. Resmi açıklamalara göre Dersim katliamında12 bin kişi katledildi. Dersimlilere göre ise 70 bin kişi katledildi. Katliamdan sonra binlerce Dersimli sürgüne gönderildi, yerlerinden edildi. 16 Kasım 1937’de Kürt halkının önderlerinden Seyit Rıza ve yedi dava arkadaşı Elazığ’da idam edildi. Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarının nerede olduğu ailesinin bütün girişimlerine rağmen hala açıklanmadı. Dersim katliamının 70. yılında Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilecek konferansa ilişkin basına ve kamuoyuna yönelik yazılı bir açıklama yapan Dersim’i Yeniden İnşa Derneği Yönetim Kurulu, Dersim katliamını unutturmayacaklarına dikkat çekti. Açıklamada, “1937-38 yıllarında Dersim’de Türk devleti tarafından yapılan katliamın üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen bu katliam hiç unutulmadı, unutulmayacak ve hala sorumluları açığa çıkarılmadı. Dersim katliamı, ‘Dersim bir çıban başıdır’ sözleriyle Türkiye Cumhuriyeti rejiminin Dersim’i hedef göstermesiyle başladı” denildi.Dersim51
Alıkonulan çocuklar nerede?
1938 trajedisinin, geride sadece ölü ve yaralılar, sürgünler; insansızlaştırılmış, adı ve bütün varlığı yasak bir bölge bıraktığının altı çizilen yazılı açıklamada, şu noktalar dile getirildi: “Dersim Kürtleri, kimlik, dil, kültür ve inançlarından dolayı planlı, sistematik bir katliama ve en acımasız asimilasyona maruz kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, günümüzde de süren ‘tek dil ve tek millet’ politikası önce Koçgiri’de, ardından Şeyh Sait İsyanı’nda, Zilan’da sonra Dersim’de ağır katliamlar yaşattı. Dersim katliamında Türk devleti on binlerce insanı öldürdü; kalanlar sürgün edildi, Dersim insansızlaştırıldı. Bu acımasız uygulamaların nedeni; Kürt, Alevi ve Kızılbaş olmaktı.” Aradan 70 yıl geçmesine rağmen Türk devletinin diğer Kürt katliamlarında olduğu gibi bu katliamla da hala yüzleşmediğine vurgu yapılan açıklamada, “Öldürülen on binlerce insanın sorumluları hiç yargılanmadı ve açığa çıkarılmadı. Parçalanan aileler kendi geçmişlerini öğrenemedi. Binlerce kişi kendi yakınlarından hala haber alamamıştır. Devlet tarafından o dönem alıkonulan Kürt çocuklarının nerede oldukları bilinmiyor” denildi. 
İnkar ve imhayla olmazab dersim
Barış içerisinde birarada yaşamanın yolunun demokratik bir zihniyet dönüşümünden geçtiği belirtilen açıklamaya şöyle devam edildi: “Türkiye ise devlet politikası olarak uyguladığı katliam arzusundan vazgeçmiş değil. Halen Kürt coğrafyası bombalanıyor, köyler boşaltılıyor, insanlar kimlik ve kültürlerinden dolayı katlediliyor. Bizler Dersim katliamının ve diğer Kürt isyanlarında da olduğu gibi çözümün öldürmek ya da ölmek değil, farklılıklarımızın zenginlik olarak görülmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Kürt sorununun çözümü inkar ya da imhayla değil, barışçıl yöntemlerle sağlanabilir.” 70. yılında Dersim katliamını dünya kamuoyuna hatırlatmak için 13 Kasım 2008 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda Sol Grubun ev sahipliğinde “Dersim ‘38 Konferansı”nı düzenleyecek olan Dersim’i Yeniden İnşa Derneği Yönetim Kurulu, amaçlarını şöyle özetledi: “Tarihimizle yüzleşmek, katledilen atalarımızı ve analarımızı unutmadığımızı ve unutmayacağımızı göstermek için orada olacağız. Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Yahudiler, Alevi-Kızılbaşlar, Süryaniler, Asuriler kısacası tüm Türkiye yurttaşları ve ötekileştirilenler bu yüzleşme çağrısının asli sahipleridir. Konferansa başta AB ülkelerini, BM’yi, sivil toplum örgütlerini ve Kürt halkını duyarlı olmaya çağırıyoruz.”
HABER MERKEZİ YENİ ÖZGÜR POLİTİKA