Monday, September 8, 2008

Saddam’la tek sorunumuz Kerkük'tü, Şengal ve Xaneqin’in Kürdistan’a bağlanması kabul edilmişti

1masoud mesut barzani

Başkan Barzani: Irak`ın dile getirdiği yeşil ve mavi hatları tanımıyoruz!
Rizgarî Online/Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, Selahattin kentindeki makamında, Irak parlamentosundaki Kürdistan ve İslam Birliği İttifakı listelerinin üyelerini kabul etti. Görüşmede Başkan Mesut Barzani, F.Irak parlamentosunda en düzenli hareket eden grubun Kürdistan İttifakı listesi olduğunu belirtti. Başkan, önümüzdeki günlerde parlamento tatilinin sona ereceğini ve yerel seçimler yasa tasarısı, Xaneqin sorunu, petrol yasası, 2009 yılı bütçesi ve Amerika’yla Irak arasında imzalanacak olan güvenlik anlaşması gibi bir çok önemli konunun kendilerini beklediğini söyledi.
KTV`nin bildirdiğine göre Barzani, yerel seçimler yasa tasarısına yönelik, Kürdistan Bölge Yönetiminin bu konuya ilişkin tavrının açık ve net olduğunu, kesinlikle Irak anayasasının Kerkük’le ilgili 140. maddesine alternatif bir seçeneği kabul etmeyeceklerini kaydetti. Başkan, Kerkük kentinde bugün bile yerel seçim yapılmasına hazır olduklarını dile getirdi.
“Biz Arap, Türkmen, Kıldan ve Asurilerle uzlaşma içinde olmayı arzuluyoruz” diyen Başkan Barzani, Xaneqin konusunda ise şunları söyledi.
“Aslında hiçbir şekilde Xaneqin’de bir sorun yoktu. Fakat zorla bir sorun yaratılmak istendi. 1991 yılında eski rejimle yapılan müzakereler sırasında bile Xaneqin konusunda taviz verilmedi. Xaneqin’i de içine alan Celawle bölgesine giden Peşmerge gücü, Irak yönetiminin talebi üzerine oraya gitti. Teröristlere karşı amansız bir mücadele veren bu güçte yaklaşık 20 Peşmerge şehit düştü ve 40 Peşmerge de yaralandı. Benim en çok tuhafıma giden şey içinde bulunduğumuz bu dönemde yeşil ve mavi hatlardan bas edilmesidir. Eğer biz bu hatları kabul etseydik, Saddam Hüseyin bizimle anlaşma yapmaya hazırdı. Saddam’la olan müzakereler sırasında tek sorun Kerkük üzerine idi. Yoksa Şengal ve Xaneqin’in Kürdistan’a bağlanması kabul edilmişti
Irak ordusundan birliklerin Xaneqin’e gönderilmesi kesinlikle siyasi bir nedendeydi. Yoksa güvenliğin sağlanmasından dolayı değildi. Burada Bağdat yönetimine şu soruyu sormak istiyorum. Gerçekten Irak anayasasına inanıyor musunuz?
Sayın Cumhurbaşkanı Celal Talabani ülkeye döndükten sonra Xaneqin meselesi ve diğer çözüm bekleyen konular hakkında bir dizi görüşme gerçekleştireceğiz” diye konuştu.RO/Zilan Dersim

Özgürlüğe daha yakınız, Sesimiz Ankara’ya, Bağdat’a, Tahran ve Şam’a gitsin!

festival20088

Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar birkez daha “Kürdistan’a Barış Öcalan’a Özgürlük” istedi. Kürt Kültür Festivali’nde onbinlerce kişi, “sesimiz Ankara’ya, Bağdat’a, Tahran ve Şam’a gitsin” dedi.

Kürdistanlılar, işgal, inkar ve imhaya karşı demokratik çözüm ve barışı bir kez daha haykırdı. Bütün Avrupa merkezlerinden Gelsenkirchen’e akın eden Kürtler, Kürtlerin tercihini, hem Türk devletine hem de onu destekleyenlere varlıklarıyla anlattı. Bu yıl “Kürdistan’a Barış Öcalan’a Özgürlük” sloganıyla düzenlenen ve Halil Uysal’a adanan Uluslararası Kürt Kültür Festivali, Türk devletinin bütün karalama kampanyası ve Alman devletinin engelleyici tutumuna rağmen onbinleri buluşturdu. Festival’e katılanlar, katliamlar ve operasyonlar ile Kürtlerin yokedilemeyeceğini, susturulamayacağını bir kez daha ifade etti. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın alana yansıtılan görüntülü mesajı, Kürdistanlılarda büyük coşku yarattı.
16. Uluslararası Kürt Kültür Festivali, önceki gün Almanya’nın Gelsenkirchen kentinde yapıldı. Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM) tarafından “Kürdistan’a Barış Öcalan’a Özgürlük” sloganı altında organize edilen Festival, gazeteci-yönetmen-gerilla Halil Uysal’a (Dağ) adandı. Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre, İtalya ve Almanya’da yaşayan onbinlerce Kürdistanlı ve dostları, ‘bu yıl katılım olmayacak’ propagandasına inat; yağmura rağmen Festival’in yapıldığı Trabrennbahn’e(hipodrum) akın etti. Ayrıca geçen hafta Cumartesi günü Bonn kentinde start alan uzun gençlik yürüyüşü de Festival alanında noktalandı.

‘Kürdistan’a barış, Öcalan’a özgürlük’
Festival’in ana programı saat 13:00’da başladı. Önceden duyurulduğu gibi Festival alanında büyük sahnenin yanı sıra iki yan sahne de kurulmuştu. Ana sahnede “Kürdistan’a Barış, Öcalan’a Özgürlük” pankartı dikkat çekerken, yan sahnelerde de “Dilimizin Sınırı Dünyamızın Sınırıdır” ve “Tecride Son Verilsin” yazılı pankartlarla temel mesajlar verildi. En önde geleneksel kıyafetleri ile yer alan Kürt kadınları, sarı, kırmızı, yeşil renklerle dikkat çekti. KCK Önderi Abdullah Öcalan’ın resimleri ve KCK bayraklarını taşıyan kitle, sık sık Öcalan lehine sloganlar attı. Kürtler her yıl olduğu gibi bu yıl da barış ve özgürlük istediklerini vurguladı. Konuşmalar, taşınan döviz ve pankartlar, ulusal kıyafetler, bayraklar, alkışlar, zılgıtlar ve sloganlarla Kürdistan’ın işgalcilerine mesajlar verildi. Kürtlerin hiçbir şekilde işgali kabul etmeyeceği ve mücadelelerini sonuna kadar sürdüreceği kararlılığı dile getirildi. Almanya ve genel olarak Avrupa’nın Kürt politikası da atılan sloganlarla kınandı. Yapılan konuşmalarda, Roj TV yasağı, Türk ordusunun operasyonları ve Avrupa’nın Türkiye’ye verdiği desteğe sert tepki gösterildi.
‘Sesimiz Ankara’ya gitsin’
Festival’in açılış konuşmasını YEK-KOM Başkanı Ahmet Çelik yaptı. Çelik, “Hepimiz buradan barışı haykıralım. Sesimiz Ankara’ya, Bağdat’a, Tahran ve Şam’a gitsin” dedi. Kerkük üzerindeki oyunlara ve İran’ın idam politikasına işaret eden Çelik, Kürtlerin kenetlenmesini istedi. “Kürdistan’daki işgale ve ekonomik talana Êdî Bes e” diyen Çelik, Kürtlerin artık köle olarak yaşamayacağının altını çizdi. Çelik, “Eski Kürt yok artık. Kürtlerin Öcalan’ın özgürlük felsefesi ile özgürleşiyor” dedi. Daha sonra Halil Uysal anısına sinevizyon gösterimi sunuldu. Gösterim esnasında binlerce kişi “Şehid Namirin” sloganı attı.festival200821
Ana programda konuşma yapan diğer isimler şunlardı: Berlin Kürdistan Dayanışma Komitesi Basın Sözcüsü Dr. Nick Brauns, Almanya Barış Konseyi sözcüsü Peter Strusky, Kürt kurumları adına Ahmet Aktaş, Sol Parti Eşbaşkanı Lothar Bisky, DTP Eşbaşkanı Emine Ayna. Ayrıca KCK Önderi Abdullah Öcalan’ın ve KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın mesajları sinevizyon gösterimi eşliğinde sunulurken, Koma Jinên Bilind (KJB) ve Komalên Ciwanan’ın mesajları da okundu.
Dr. Brauns: Utanıyoruz
Ana sahnede halka hitap eden Dr. Nick Brauns, Almanya’nın Türkiye’ye askeri yardımını kınayarak, “Newroz’da Kürdistan’da Alman panzelerinin kullanıldığını gördük ve bundan çok utandık” dedi. Almanya’da 15 yıldır devam eden PKK yasağının anlamsız olduğunun altını çizen Dr. Brauns, yasağın derhal kaldırılmasını istedi.
‘Savaş derhal durmalı’
Festival’de bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Peter Strusky ise konuşmasında şunları ifade etti: “İlk defa kalabalık bir yerdeyim ve çok mutluyum. Kürtlere terörist diyorlar. Ben bugün Avrupa’da bir kültür görüyorum. Bize gitmeyin diyorlar. Burada barış isteyenler var. Türkiye’de Kürtlere karşı geliştirilen savaş derhal durdurulmalı. Herkesin kendi dili ve kültürünü yaşama hakkı vardır. Bu hakları Türkiye’de göremiyorum.”
Kürt kurumları adına
Kürt kurumları adına konuşan Ahmet Aktaş da şunları söyledi: “Bütün kurumlarımızın burada birarada olmasının bir sebebi vardır. Bizi inkar edenler, bizi yok etmek için bütün güçlerini harcıyorlar. Türk, Suriye, İran devletleri dünyanın gözü önünde bizleri katlediyorlar. Bu nasıl insanlık? Biz varoldukça gerilla ve Önderliğimiz ile olacağız. Bizi bölmeye çalışıyorsunuz ama bunu başaramayacaksınız. Önder Apo özgür olana kadar mücadelemiz sürecek.”
‘Yeni bir anayasa yapılmalı’
Onbinleri selamlayarak konuşmasına başlayan Sol Parti (Die Linke) Eşbaşkanı Lothar Bisky, Kürt halkına karşı uygulanan baskıları kınadı. Bisky, “Türkiye’de yeni bir anayasanın yapılmasını istiyoruz. Türkiye AB’e girmek istiyorsa, bunu yapmak zorundadır” dedi. Almanya’nın Roj TV yasağını da kınayan Bisky, şu değerlendirmede bulundu: “Düşünce özgürlüğüne uygulanan bir yasaktır. Kürt halkının dilini yasaklamak ve Türkiye’ye destek sunmaktır. Almanya bugün Kürtleri sınırdışı ederek, işkenceye gönderiyor. Sınırdışı durdurulmalıdır.”
‘Daha fazla mücadele’
Ana sahnede halkı selamlayan DTP Eşbaşkanı Emine Ayna ise Avrupa’da yaşayan Kürt halkına çözüm için daha fazla mücadele çağrısında bulundu. Ayna, “Sizler ülkenizde gerçekleştiremediğiniz festivali burada gerçekleştirerek, ben varım, buradayım diyorsunuz” dedi. Ayna, devamla şöyle konuştu: “Artık gidecek yerimiz yok. Kürdistan’da zulüm gördük, Türkiye metropollerine kaçtık, orada zulüm gördük; Avrupa’ya kaçtık ama Avrupa’da da zulüm görüyoruz. Terörist ilan ediliyoruz, yasaklanıyoruz. Artık yönümüz vatanımız olmalı, bizler kendi ülkemizde demokrasiyi kuracağız.”
Tüm kadınlara çağrı
Ayna’nın konuşmasının ardından okunan KJB mesajında şu noktalara dikkat çekildi: “Kürdistan’da yürütülen kirli savaş ulusal değerlerimizi hedeflediği kadar kadın özgürlük mücadelemize karşı da geliştirilen bir saldırıdır. Erkek egemenlikli, devletçi zihniyet gerçeği kadına özgür iradesi ile yaşama hakkını tanımadığı gibi günlük olarak da şiddeti acımasız bir şekilde dayatmaktadır.
festival20087 Tüm bunlara Êdî Bes e diyerek, onurlu yaşamı yükseltmek ancak güçlenen kadınla mümkündür. Tüm kadınları, Önderliğimizin özgürlüğüne kilitlenerek, özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz.” Ardından okunan Komalên Ciwanan’ın mesajında, Kürt gençlerin Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü konusunda öncü rol oynayacağı vurgulandı.
Öcalan: Halkıma karşı sorumluyum
KCK Önderi Abdullah Öcalan’ın sinevizyon gösterisi eşliğinde sunulan mesajı ise halkın “Bijî Serok Apo” sloganları, zılgıt ve alkışlarla karşılandı. Öcalan mesajında, demokratik kültürün yoksunluğunun maliyetine işaret etti. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemle çözülebileceğini hatırlatan Öcalan, “Türkiye demokratik adımlar atılmazsa Iraklılaşma, Lübnanlaşma kaçınılmaz olacaktır. Halklar birlikte hareket etmezse hepimiz kaybederiz” dedi. Öcalan mesajında kendi konumuna da değindi: “Zor koşullarda da olsa halkımın özgürlük, demokrasi mücadelesine katkı sunmaya çalışıyorum. Benim halkıma karşı sorumluluğum var, bir halkın kaderi söz konusu. Burada tarihi sorumluluklarım var, bunları görerek davranıyorum.”
‘Aleviler sessiz kalmasın’
Yan sahnede konuşma yapan Demokratik Alevi Federasyonu Temsilcisi Hakkı Dakni ise “Alevi yolu, hak ve vicdan yoludur” diyerek, Kürdistan’da hala devam eden kirli savaşa karşı sessizliğini koruyan Alevi kurumlarını eleştirdi.
Zengin kültür programı
Festival’in kültür programında ise sanatçılar Kawa, Diyar, Hesen Şerifi, Hani, Farqin, Venge Sodiri ve Cemil Koçgün ana sahnede müzik dinletisi sundu. Baran Kültür Evi’ne bağlı 60 kişilik halkoyunları ekibi de ana sahnenin önünde Kürdistan’ın değişik yörelerine ait oyunları sergiledi.
Yan sahnelerde ise şu isimler sahne aldı: Koma Kelaşin (Paris), Koma Rizgar, Narinxan, Sipan, Çocuk Halkoyunları Ekibi (Grevenbroich), Dezz Deniz, Zeynep, Silbis û Tari (İsviçre), Tiyatro-Jin (Frankfurt), Kadın Dengbejler, Semah Ekibi (Dortmund Aleviler Birliği Derneği), Koma Hezex, Koma Dem (Avusturya), Fevzi Kılıç, Hejar Temo, Halk Oyunları Ekibi (Baran Kültür Evi), Genco, Ali Gül (Marsilya), Leyla Kasım, Amed, Berbang, Rauf Keleş, Axin(Paris), Newaya Elende, Mehmet Karaca, Roni, Serdar, Leyla (Hannover), Mervan Sabri, Welat (Essen), Şarik Apo, Seydaye Karkeri, Robin Kurd, Halk Oyunları Ekibi (Akademi), Xemdar, Destan, Hozan Cemil, Beşir Êzidî, Koma Agire Roje, Koma Sansar, Zübeyir Salih, Simar, Grup Seyran, Pop Kültür Kürdistan, Ednan Heydo. Otobüsler ve özel araçları ile gelen onbinlerce kişi, sahneden yükselen müzik eşliğinde halaylar çekti, sloganlar attı.
Faşistlerin provokasyonu
Bu arada Gelsenkircken’in Katernberg Caddesi’nde biraraya gelen Türk faşistleri, bazı arabaların camlarını kırıp, lastiklerini patlarak provokasyon girişimlerine start verdi. Kürt gençleri de müdahale etmeye kalkışınca polis yoğun güvenlik önlemi aldı. Birkaç polisin, üniformalarını çıkararak, şeflerine, ‘Biz de Kürdüz. Aynı coğrafyadan geliyoruz. Halkımıza saldıramayız’ demesi dikkat çekti. Güvenlik önlemlerine rağmen engellenemeyen ırkçı gruptan üç kişi gözaltına alınırken; yaralanan bir kişi de hastaneye kaldırıldı.
Naziler de saldırdı
Almanya’nın Hannover kentinden katılan Kürdistanlılar da, dönüş yolunda Nazilerin saldırısına maruz kaldı. Kürtleri taşıyan iki otobüsün Hamm’daki benzin istasyonunda saat 22:30’da mola verdiği esnada camları kırıldı. Saldırıya tepki gösteren Kürt gençleri döven Naziler, polis olay yerine gelene kadar kaçtı. Saldırganların yakalanıp yakalanmadığı konusunda henüz bir açıklama yapılmadı.
Çatı partisi tartışıldı
Festival’de ilk kez program kapsamında panel gerçekleştirildi. Gazeteci Baki Gül’ün yönettiği ‘Demokrasi Güçleri ve Çatı Partisi’ konulu panele konuşmacı olarak DTP Eşbaşkanı Emine Ayna, Dr. Işık İşcanlı, Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) Başkanı Hüseyin Avgan, Avrupa Barış Meclisi Sözcüsü Murat Çakır ile avukat Mahmut Şakar katıldı. Panelin birinci bölümünde görüşlerini ve çalışmalarını açıklayan konuşmacılar, ikinci bölümde dinleyicilerden gelen soruları yanıtladı.
E.ALIÇPINAR-N.BÜYÜK-A.KARAÇOBAN-M.ZAHİT EKİNCİ-B.YAĞIBASAN-S. ÖZTÜRK/GELSENKİRCHEN

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Kürtler çözümü haykırdı

kurt_kultur_festivali16_2

Almanya'nın Gelsenkirchen kentinde önceki gün yapılan 16. Kürt Kültür Festivali'nde biraraya gelen onbinlerce Kürt, Türkiye, İran, Irak, Suriye, Avrupa ve ABD'ye Kürtlerin barış ve özgürlük istediğini haykırdı. Festivalde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a özgürlük istendi ve Kürt dili üzerindeki yasaklar protesto edildi.

'Kürdistan'a barış, Öcalan'a özgürlük', 'Dilimizin sınırı dünyamızın sınırıdır' ve 'Tecride son verilsin' dev pankartlarının açıldığı üç ayrı sahnede, Kürt sorununun çözümü dile getirildi. Sık sık Öcalan lehinde sloganların atıldığı festivalin açılış konuşmasını yapan YEK-KOM Başkanı Ahmet Çelik, barış istediklerini vurgulayarak, 'Sesimiz Ankara, Bağdat, Tahran ve Şam'a gitsin' dedi. Kürtler her yıl olduğu gibi bu yıl da barış ve özgürlük istediklerini vurguladı. Sahnede yapılan konuşmalar, taşınan döviz ve pankartlar, ulusal kıyafetler, bayraklar, alkışlar, zılgıtlar ve sloganlarla Kürtlerin yaşadığı ülkelere mesajlar verildi. Kürtlerin hiçbir şekilde işgali kabul etmeyeceği ve mücadelelerini sonuna kadar sürdüreceği dile getirildi. Almanya ve genel olarak Avrupa'nın Kürt politikası da atılan sloganlarla kınandı. Roj TV yasağı, Türkiye'nin operasyonları ve Avrupa'nın Türkiye'ye verdiği destek festival alanında protesto edildi.

Koma Civakên Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan'ın, KCK yürütme konseyi ve yöneticileriyle sinevizyonda verdiği mesaj dakikalarca alkışlandı. Karayılan, Öcalan ve Kürtler üzerinde artan saldırılara dikkat çekerek, Kürtlerin 1 Eylül'deki barış talebine karşı devletin savaş çağrısı yaparak karşılık verdiğini söyledi. Kürt sorununun çözümü için umutlarının her zamankinden daha fazla olduğunu belirten Karayılan, 'Bugün özgürlüğe daha yakınız' dedi. Karayılan, tüm Kürt örgütlerine de ulasal birlik çağrı yaptı.

Festivalde konuşan DTP Eşbaşkanı Emine Ayna da, Türkiye'de gelişebilecek iç savaşın önüne Öcalan'ın geçtiğini söyledi. Ayna, '1999 yılında iç savaşa giden bir süreçte Sayın Öcalan çok önemli adımlar attı, ama bunlar değerlendirilmedi. Türkiye'de barışın gelişmesini isteyenler bu şiddete karşı birlik oluşturmalılar. Her gün gerilla ve asker cenazeleri geliyor. Eğer bugün ölümlerin yaşanmasını istemiyorsak, siyasi görüşü ne olursa olsun Kürt Siyasi Hareketi'nin yanında olunmalıdır' dedi. Çözüm için Kürt Konferansı ve Çatı Partisi hazırlıklarını sürdürdüklerini de sözlerine ekleyen Ayna, 'Êdî Bes e'nin bir çözüm süreci olduğunu vurguladı. GELSENKİRCHEN / ANF

İşte Ergenekon ziyaretçisi paşanın icraatları

Ergenekon sanıklarını cezaevinde TSK adına ziyaret eden Mendi, 1999'da Şemdinli'de 7 sivili katleden Kayseri Komando Tugayı'nın sorumlusu olarak AİHM'de yargılanıyor
Ergenekon sanıkları orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'u TSK adına ziyaret eden ve Kıbrıs'ta görev yaptığı sırada birçok yasadışı olaya adı karışan Korgeneral Galip Mendi'nin, sorumlusu olduğu Kayseri Tugay Komutanlığı'na bağlı askerlerin 28 Eylül 1999'da Şemdinli'ye bağlı Öveç Yaylası'nda 7 sivili öldürdüğü, Mendi'nin bu nedenle AİHM'de yargılandığı ortaya çıktı.

ortaklar_koyu_katliami_galipmendi Ergenekon örgütünün yöneticisi olmaları nedeni ile tutuklanan paşaları TSK adına ziyareti ile gündeme gelen Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi'nin Bölge'de bulunduğu dönemde işlenen cinayetlerde de sorumluluğu olduğu ortaya çıktı. TSK'nın yeni komuta kademesinde etkin rol alan Galip Mendi'nin adı, 1994-1996 yılları arasında Kıbrıs'ın 'Gladio'su olarak bilinen 'Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı'nda görev yaptığı sırada gazeteci Kutlu Adalı cinayetine karışmasından sonra 1998 ile 2000 yıllarında Şemdinli'de yaşanan birçok faili meçhul cinayetle gündeme geldi. O dönemde Kayseri Tugay Komutanlığı'nda görevli olan Korgeneral Mendi'nin görev sorumluluğu sırasında Şemdinli'ye bağlı Öveç Yaylası'nda 28 Eylül 1999 tarihinde 5'i Irak uyruklu 7 kişinin ölümünde sorumlu olarak AİHM'de yargılandığı ortaya çıktı. Olaylardaki vahşet Bölge'deki Ergenekon'un devlet olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
ortaklar_koyu_katliami_b 7 köylünün öldürülmesinden sorumlu
Mendi'nin görev yaptığı sırada Kayseri Taburu operasyon sırasında Şemdinli'de bulunan Öveç Yaylası 5'i Irak uyruklu olmak üzere 7 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan köylülerin cesetleri 28 Eylül 1999'da yaylada bir kayanın altında çukura gömülü bulundu. Cenazeler arasındaki Bozyamaç köylülerinden Mehmet Arıcı'nın yakınlarının savcılığa bilgi vermesi üzerine soruşturma başlatıldı. Başlatılan soruşturma kapsamında Bozyamaç köylüleri tanık olarak dinlendi. Köylüler, olaydan bölgede görev yapan Kayseri 1. Komando Tugayı'na bağlı 2. ve 3. Tabur askerlerini sorumlu tutarken, Tugay Komutanlığı 'Türk askeri gasp yapacak, adam öldürecek kadar şerefsiz ve haysiyetsiz değil' yazılı bir metni askerler hakkında açılan Şemdinli Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. Bozyamaç Köyü'nden Burhan Eren, Arıcı'nın askerler tarafından gözaltına alındığı günü şöyle anlatmıştı: 'Amcamın oğlu Emin Eren ile keçilerimizi otlatıyorduk. Mehmet Arıcı da bizim biraz ilerimizde keçilerini otlatıyordu. Kayseri Komando'ya bağlı askerler gelerek üstümüzü aradılar. Askerler Mehmet Arıcı'yı da yanımıza getirdiler, üstünü aradılar, herhangi birşey çıkmadı. Mehmet Arıcı'nın tüm elbiselerini çıkardılar, kendisinden para istediler. Mehmet Arıcı parasının olmadığını söyledi. Askerler, 'Para vermezsen senin kilodunu da indireceğiz' dediler ve onun kilodunu da indirdiler. Daha sonra askerler 6 kişiyi daha getirdiler, bizim onları tanıyıp tanımadığımızı sordular. Mehmet Arıcı'nın dışındakileri tanımadığımızı söyledik. Sonra ben ve Emin Eren'i bıraktılar. Geri kalanların kimliklerini ve saatlerini aldılar, bel bağlarıyla ellerini bağlayıp, yanlarında götürdüler. Aradan 1-2 saat geçtikten sonra onların gittiği istikametten silah sesleri geldi.'

Ortaklar köyünde 14 kişi kaybedildi
Kayseri Taburu'nun tek vukuatı Övenç Yaylası olayı değil. Tabur 23 Temmuz 1994 yılında Ortaklar (Balgate) köyüne bağlı Ormancık Mezrası'na bir baskın düzenledi. Baskın yapan askerler tarafından Kerim İnan isimli köylü köy meydanında öldürülürken, Aşur Seçkin, Kemal İzce, Yusuf Çelik, Reşit Şevli, Mirhaç Çelik, Seddık Şengül, Naci Şengül, Casım Çelik, Hurşit Taşkın, Cebbar Sevli, Hayrullah Öztürk ile Salih Şengül isimli köylüler de gözaltına alındı. Gözaltına alınan köylülerden bir daha haber alınmazken, Müdahil Avukat Levent Kanat, iç hukuk yollarının tükenmesi sonucu 2003 yılında dosyayı AİHM'e gönderdi. O dönemde birçok kişi baskından dolayı akıl dengesini yitirirken, babası askerler tarafından öldürülen Sefer İnan ifadesinde: 'Olaydan bir gün önce Ormanca köyü Xebêrt Yaylası'nda çatışma çıkmıştı. Sonraki gün binlerce asker köye girdi. Kadınları, erkekleri ve çocukları üç ayrı grupta köyün meydanında topladılar. Bize burada 6 saat boyunca işkence yapıldı. Daha sonra babamın da bulunduğu 14 kişinin ismi okundu. Babamı yanımızda tarayarak öldürdüler. Köyün içinde bulunan 7 kişiyi aldılar. Kalan 6 kişi ise Şemdinli'den köye gelirken yolda askerler tarafından alındı. Biz bu 13 kişiden bir daha haber alamadık. Köyümüz hayvanlar ve eşyalarla birlikte ateşe verildi, silahlarla tarandı' demişti.
SIDDIK GÜLER


Askerler hakkında dava açıldı
Şemdinli İlçe İdare Kurulu tarafından askerlerin yargılanması için yetki verildikten sonra, Şemdinli Asliye Ceza Mahkemesi'nde askerler hakkında 'Gasp ve kasten adam öldürmek' suçundan dava açıldı. Mahkeme 3 Temmuz 2001'de, Şemdinli'de görev yapan askerlerin isim listesini ve adreslerini Kayseri 1. Komando Tugay Komutanlığı'ndan istedi. Tugay'ın mahkemeye gönderdiği 10 Ekim 2001 tarihli ve Kurmay Albay Fazıl Ulaşan imzalı cevap yazısında ise, isim ve adres listesi yerine şu ifadeler yer aldı: '1- TSK personelinin gasp ve kasten adam öldürmek gibi bir suçu işleyecek kadar şerefsiz ve haysiyetsiz olacağı düşünülemez. 2- Görevsizlik kararında yazıldığı şekilde, TSK'yi rencide edici ve sadece PKK yanlısı olarak bilinen köylülerin ağzından TSK personeline karşı bir suçlama ile karşı karşıya kalınmıştır. 3 - 1. Komando Tugay 2 ve 3. Komando Taburlarının anılan tarihte olay bölgesinde herhangi bir operasyon görevi yoktur. Anılan bölgede görev icra etmemişlerdir. 4- Şemdinli Cumhuriyet Savcılığı'nın 1999/295 hazırlık ve 1999/73 sayılı görevsizlik kararında olayın oluşu ile ilgili iddiaların anlatılan ve yazılan hususların, TSK mensupları tarafından gerçekleştirilebileceğine ihtimal dahi vermek düşünülemez.'
Dosya Şemdinli Savcılığı'nda
2 köylü ile 5 Irak uyruklu kişiyi öldüren askerlerle ilgili yargılama süreci ise ilginç bir seyir izledi. Kaymakamlığın izin vermesi üzerine olayı gerçekleştirdiği belirtilen askerler hakkında Şemdinli Cumhuriyet Savcılığı'nca soruşturma başlatıldı. Ancak savcılık 1999 tarihinde hazırladığı 294 sayılı dosya kapsamında görevsizlik kararı aldı. Bunun üzerine İlçe İdare Kurulu'nda görüşülen dosya ikinci derecede incelenmek üzere Van Bölge İdare Mahkemesi'ne gönderildi. Dosyayı görüşen mahkeme, olayda görgü tanıkları ve mağdurların bulunduğu belirtilerek dosyayı Şemdinli Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. İç hukuk yollarının tıkanmasından dolayı mağdurların avukatları 2001 yılında davayı AİHM'e taşıdı. AİHM'de ise yargılanma sürüyor. Dosyada aralarında dönemin Tugay Komutanı Galip Mendi'nin yanı sıra Piyade Komando Yüzbaşı İ. Hakkı Volkan, Kıdemli Piyade Yüzbaşı Ferhat Soycan ile Kıdemli piyade Yüzbaşı Kemal Aksu'nun da aralarında bulunduğu birçok askeri yetkili yargılanıyor. HAKKÂRİ / DİHA

 

»İlgili Başlıklar 

Türkiye'nin asimilasyon politikaları

Başbakan Tayyip Erdoğan, 'Asimilasyon insanlık suçudur' demişti. Ancak bu suçu işlediğini de kabul etmiyor. Kürt kültürü ve diline yönelik Cumhuriyetin kuruluşundan beri yürürlükte olan asimilasyon politikalarını ısrarlı bir şekilde sürdürüyor. Buna karşılık Kürtler ise 'Artık yeter, anadilimizi ve anadilde eğitim istiyoruz' diyor. Bunun için yıllardan beri mücadele eden Kürtler, önümüzdeki dönemde daha kapsamlı eylemlerle bu taleplerini yüksek bir sesle gündeme getirmeye hazırlanıyor. Biz de bu kapsamda Türkiye'nin asimilasyon politikalarını mercek altına aldık.
Osmanlı Türk aydınları, imparatorluğun geri kalan kısmını elde tutabilmek için harekete geçmiş, bir ulusu ulus yapan dilin önemini kavramış ve Türkçe'nin bütün imparatorlukta resmi dil olmasını sağlamıştır. Bütün kamu kuruluşlarına da Türkçe bilen görevliler atanmıştır
Çok büyük oranda, İttihat-Terakki Cemiyeti / Partisi'nde örgütlenen Türk aydınlarının en önemli hedefi, elde kalan Osmanlı toprakları üzerinde 'Türklerden oluşan bir ulus- devlet' yani bir Türk devleti kurmaktı. Fakak Anadolu sadece Türklerden oluşmuyordu. En büyük 'sıkıntı' buydu

denge_welat_rojname Türkiye'nin politikaları asimilasyon ve kolonizasyondur
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Alman Başbakanı Angela Merkel, şubat ayında Almanya'da Türk ve Alman öğrencilerle biraraya geldiklerinde; Başbakan Erdoğan, Almanya'daki Türk gençlerinin sıkıntıları olduğunu belirtip, 'Entegrasyona evet, asimilasyona hayır' demişti. Berlin'deki bir görüşmesinde de yine Erdoğan, 'Asimilasyon bir insanlık suçudur, kimse Türkleri asimile edemez' dedi. Almanya'daki Türk çocukları için de daha çok Türkçe eğitim istedi. Başbakan Erdoğan'ın asimilasyon ile ilgili tespiti hem Almanya'da hem de Türkiye'de oldukça büyük bir tartışma yaratmıştı. Alman yetkilileri, Türkleri asimile etmediklerini, sadece onları sisteme entegre etmek istediklerini söylediler. Başbakan Erdoğan ise Türkiye'ye geri döndüğünde de aynı görüşlerini tekrar etti ve 'Asimilasyon bir insanlık suçudur' dedi. Yani 'Almanların Türkleri eriterek Almanlaştırmak istediklerini ve bir insanlık suçu işlendiğini' iddia etti.
Başbakan Erdoğan'ın bu tespiti oldukça çarpıcıydı. Her ne kadar Alman hükümeti bu tespite karşı çıkıp tepki gösterdiyse de, Erdoğan'ın söylediklerinde doğruluk payı vardı. Türk hükümeti de bütün gücüyle bu asimilasyon politikasına karşı duracak ve Türklerin Almanlaşmasını engelleyecekti. Başbakan Erdoğan'ın Almanya'daki Türk toplumuna ve Türk öğrencilerine verdiği açık mesaj buydu. Şubat 2008 tarihinde yapılan bu tartışmalar epeyce ilgimi çekti. Ben de Türkiye'deki asimilasyon çarkından geçen biriyim. Asimilasyondan çektiğim büyük acılardan dolayı asimilasyonu ve özellikle de Türkiye'nin asimilasyon politikalarını yıllardır araştırıyorum. Asimilasyon ile ilgili Türkiye'de kimse Başbakan Erdoğan kadar böylesine doğru bir tespit yapmadı: ASİMİLASYON BİR İNSANLIK SUÇUDUR! Artık bütün dünya da bu konuda hemfikir. Avustralya'da İşçi Partisi hükümeti de, 1910'dan 1970'lere dek süren asimilasyon politikasının kurbanı olan yerli halk Aborjinlerden, uyguladığı asimilasyon nedeniyle samimi bir özür diledi. Bu da ulusal uzlaşma adına tarihi bir adımdı.
Yapılan bu tartışmalara biraz olsun katkı sunmak için çalışmalarımı biraz daha yoğunlaştırdım ve günümüz dahil Türkiye'nin asimilasyon politikalarını geniş çaplı araştırdım. Öncelikle asimilasyon konusunda bu kadar hassas olan Başbakan Erdoğan ve partisinin politikaları ve uygulamaları nelerdir, bunu bir görelim. AKP nin ele geçen gizli eylem planında, Kürtçe dili ile ilgili alınması istenen tedbirlerden biri:
Tedbir No: 30
'Kürtçe'nin eğitim dili olarak kullanılması konusunun 'Bağımsız Kürdistan ve Kürt Ulusu yaratma' gayretlerinin bir parçası olduğu hususunun, bölücü terör örgütü ve yandaşı kuruluşlar ile bağlantısı ortaya konulacak; ulaşılan sonuçlar yurt içi ve dışındaki çalışmalarda bir mesnet olarak kullanılacaktır. Bölücü terör örgütünün siyasal alanda çok önem verdiği ve üzerinde çalıştığı bu konunun, binlerce yıldır birlikte yaşamış milletimizi birbirine kenetleyen dil bağını koparma maksatlı olduğu, Türkiye'de Türkçe'den başka resmi dil ve eğitim dilinin kabul edilmeyeceği uluslar arası her platformda ifade edilecektir. Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenimi yapılırken, bunlardan herhangi birinin eğitim-öğretim dili olmasına izin verilmeyecektir' denmektedir. İşte bu gizli eylem planı doğrultusunda bir yıl içinde olanlardan birkaç örnek:
Eğitim-Sen, tüzüğüne 'anadilinde eğitim' maddesini aldı diye kapatılmayla karşı karşıya bırakıldı. Türkiye'nin en büyük ve güçlü eğitim sendikası, en önemli ilkesini tüzüğünden çıkarmak zorunda kaldı. Bu yüzden EĞİTİM-SEN davayı AİHM'e götürdü. Sendikanın 'Anadilde eğitim' davası h�l� sürüyor.
Başbakan Erdoğan, Diyarbakır'daki Sivil Toplum Kuruluşları (STK) temsilcileri ile görüştüğünde, 'demokratik açılım ile anadilinde eğitim' isteyen STK başkanlarına, 'Sadece Kürt kökenli vatandaşlar yok. Çerkesler, Lazlar var. Başkaları isteyince ne olacak? biz de güzel bir laf var: 'Atış serbest, bekara karı boşamak kolay' demiş. (Radikal, 7 Mart 2008)
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na Kürtçe dilekçe verdiği için yargılanan Tevn Yayınları sahibi Mehdi Tanrıkulu, 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. (Evrensel, 8 Şubat 2008)
Türkiye'ye William girebilir, Welat giremez. 21. yüzyıl Türkiye'sinden demokrasi manzarası: Yedi yaşındaki çocuk, ismi Welat diye Türkiye'ye sokulmadı. Yedi yaşındaki Almanya vatandaşı Welat Dağ, 'Türkçe olmayan karekter bulunduğu' gerekçesiyle yasak olan ismi nedeniyle Türkiye'ye alınmadı. Annesi Yadigar ve kardeşleri Türkiye'ye giriş yaparken Welat Almanya'ya gönderildi. (Radikal, 21 Haziran 2008)
Diyarbakır'ın Kayapınar Belediyesi'nin 5 parka vermek istediği Kürtçe çiçek isimleri, Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu'ya takıldı. Vali Mutlu, Berfin (Kardelen), Nefel (Yonca), Daraşin (yeşil ağaç), Beybun (papatya) ve Gülistan (gül bahçesi) isimlerinden sadece Gülistan'ı kabul etti. Mutlu, 21 Temmuz'da belediyeye gönderdiği yazıda, kabul etmeme gerekçesini 5393 Sayılı Yasa'da yer alan bölücü isimlere dayandırdıÖ' (Alternatif, 14 Ağustos 2008)
Cezaevi İzleme Komisyonu'nun hazırladığı rapora göre, tutuklu yada hükümlüler kapalı görüş sırasında yakınlarıyla Kürtçe veya Lazca konuştukları takdirde müdahaleyle karşılaştıklarını, eğer Türkçe yapmazlarsa görüşmenin kesileceği konusunda uyarıldıklarını ifade etmişlerdir. Telefon görüşmelerinde Türkçe konuşma zorunlu kılındığını, Türkçe anlamayan bir yakınıyla Arapça, Ermenice yada Kürtçe konuştuğunda telefon bağlantısının kesildiğini ifade etmişlerdir. (Radikal, 20 Şubat 2008)
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kürtçe davetiye ve tebrik kartı bastı diye, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir hakkında çeşitli soruşturmalar açılmıştır. Kürtçe davetiyeler yüzünden Osman Baydemir hala yargılanmaktadır.
İçişleri Bakanlığı'nın, belediyecilik hizmetlerini Türkçe'nin yanı sıra, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Ermenice, Süryanice gibi yerel dillerde verme kararı alan ve bunu yaşama geçiren Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve Belediye Meclisi aleyhine yaptığı başvuru sonuçlandı. Danıştay 8. Dairesi 'Belediye hizmetlerinde çok dilli belediyecilik' kararı alan Abdullah Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesine ve belediye meclisinin feshine oy birliğiyle karar verdi. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve Belediye Meclisi görevden alındı. Abdullah Demirbaş Kürtçe kullandığı için, 100 yılı aşkın bir ceza talebiyle karşı karşıyadır. 
kurdi_rojname_gazete Sur Belediyesi'nin eski başkanı Abdullah Demirbaş ve 12 belediye çalışanı, belediyenin faaliyetlerinde Kürtçe'yi de kullandıkları için yargılanmaya başlandılar. Suriçi'nin Kürtçe tanıtımı, çocuklara yönelik çıkarılan 'Şemamok' isimli dergi ve belediye'de kullanılan Ubuntu isimli Kürtçe yazılımı dava konusu oldu. (Evrensel, 8 Şubat 2008)
Soruların cevabı yüzyıllık tarihimizde
Niçin en insani hak olan 'bireylere kendi dillerinde hizmet verme' kararı, seçilmiş bir Belediye Başkanının ve Meclis Üyelerinin feshine ve görevden alınmasına neden olmaktadır? 'Türk harflerine muhalefet' deniyor. Bunun gerçekle uzaktan, yakından hiçbir ilişkisi yoktur. Gerçek yüzyıllık tarihte; gerçek, devletin İttihat Terakki'den beri yürüttüğü asimilasyon ve yok etme politikalarında saklıdır.
Peki nedir bu önemli politikalar? 'Dil'e gösterilen bu hassasiyet neden? Bu konuda neden gizli eylem planları hazırlanıyor? Niçin bir Eğitim Bilim ve Emek Sendikası olan Eğitim-Sen, tüzüğüne 'Anadilde Eğitim' maddesini aldı diye, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hedef tahtasına konuluyor; kapatılmayla karşı karşıya bırakılıyor ve sendika da tüzüğünden bu en insani, eğitimin olmazsa olmaz ilkesi olan 'anadilinde eğitim' maddesini çıkarmak zorunda kalıyor? Neden üniversite öğrencileri 'Kürtçe eğitim' istedikleri için en acımasız saldırılarla karşılaşıyor ve kendi rektörleri tarafından polise teslim ediliyor, okullardan atılıyor, cezaevlerinde bir suçlu gibi ceza çekiyor? Neden bir çocuğun adı Welat diye ailesinden koparılıp Türkiye'ye sokulmuyor? Biz bunun gibi onlarca sorunun cevabını yine yüzyıllık tarihimizde bulabiliriz.
Asimilasyonla ulus devlet yaratmak
Herkesin bildiği gibi, Osmanlı toplum yapısı çokdilli, çokkültürlü ve çoketnikli bir yapıya sahipti. Osmanlı'da, imparatorluğunu teşkil eden halkların dillerine, kültürlerine, kimliklerine pek karışılmamış, her milletin kendisini geliştirebilmesi için de çeşitli olanaklar tanınmış ve çokdilli, çokkültürlü yapı büyük oranda korunmuştur. Gelişen milliyetçilik hareketleri Osmanlı İmparatorluğu'nu büyük oranda etkilemiş, 1911 Trablusgarp ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda İmparatorluk en önemli topraklarını yitirmiş ve bu topraklar üzerinde çeşitli ulus-devletler kurulmuştur. Bu sıralarda farklı bir dil ve kültürel özelliğe sahip olmak, ulus olmanın kanıtı olarak görülmekteydi.
Osmanlı Türk aydınları, imparatorluğun geri kalan kısmını elde tutabilmek için harekete geçmiş, bir ulusu ulus yapan dilin önemini kavramış ve Türkçe'nin bütün imparatorlukta resmi dil olmasını sağlamıştır. Bütün kamu kuruluşlarına da Türkçe bilen görevliler atanmıştır. Alınan bu kararlar, diğer etnik yapıları rahatsız etmiş, milliyetçilik hareketlerinin daha da gelişmesine yol açmış ve İmparatorluğun dil demokrasisinin sonunu getirmiştir.
Türkçülüğün esaslarını oluşturmak
Çok büyük oranda, İttihat-Terakki Cemiyeti / Partisi'nde örgütlenen Türk aydınlarının en önemli hedefi, elde kalan Osmanlı toprakları üzerinde 'Türklerden oluşan bir ulus- devlet' yani bir Türk devleti kurmaktı. Bunun adı da 'Türkiye' olacaktı. Böylece Anadolu, 'Türklerin anayurdu' olarak belirlenir, fakat Osmanlı toplum yapısı bir Türk ulus-devleti için müsait olmadığı gibi, ortada 'Türk ulusu' denecek bir oluşum da yoktur. Bunu en iyi ifade eden 'Türkçülüğün Esaslarını' yazan ve Türkçülük düşünceleri günümüzde de oldukça etkili olan Ziya Gökalp'tir. Gökalp o günkü tabloyu şöyle çizmektedir: '...Rumeli ahalisi umumiyetle Arnavuttu; Karadeniz sahili yalnız Lazlarla, Şarki Anadolu yalnız Kürtlerle meskundu. Böyle bir coğrafi kavmiyet unvanı bulamayanlar da mefahirini daha parlak gördüğü kavimlerden birine gönüllü yazılıyordu. Bu suretle aslen Türk olan birçok genç Arnavutlukla, Araplıkla, Kürtlükle iftihar ediyorlardı. Türklükle mübahat eden tek bir fert yoktu. 'Türk' kelimesini ayıplı unvanlar gibi kimse üzerine almıyordu.' (Gökalp, 1976: 47)
Levent Ürer de, 'Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları' adlı yapıtında şu önemli tespiti yapar: '...Bütün dünyada, hatta Osmanlı yöneticileri ve aydınları arasında Türk, bu İmparatorlukta sadece önemsiz bir unsur olarak tanınıyordu. Abdülhamit zamanında, Anadolu'da dolaşan Avrupalı araştırıcı ve gözlemcilerin bu dönemdeki ifadeleri, Türklerin Anadolu'da iğreti bir azınlık olduğu, nüfuslarının azaldığı, ekonomice yok sayılabilecek durumda oldukları yolundadır.' (Ürer, 2003:70)
O dönemdeki gayrimüslimlerin İmparatorluktaki nüfusu da yüzde 20-25 oranındadır. Böyle bir tablodan 'Türklerden oluşan bir Türkiye' yaratmak istenmektedir ve bunu planlayanlar da Türk milliyetçiliğinin kurucu Partisi / Cemiyeti İttihat Terakki'dir. Bunun için ciddi plan ve projeler geliştirilir. Birinci aşama gayrimüslimlerin 'bünyeden atılması'dır. Bu unsurların yurt olarak belirlenen Anadolu'dan mutlaka temizlenmesi gerekir. Bu plan Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve Yahudiler üzerinde acımasızca uygulanmış ve Anadolu, belki de tarihindeki en karanlık, en korkunç ve insanlık dışı günlerini yaşamıştır. I. Dünya Savaşı'nın oluşturduğu şartlarda ve sonrasında, gerçekten de Anadolu gayrimüslimlerden temizlenmiştir.
İkinci aşama 'Türk olmayan Müslümanların' kendi yerleşim bölgelerinden uzaklaştırılarak, hızlı bir asimilasyon için, Türk bölgelerine serpiştirilmeleridir. Bu plan gereğince, 1913-1916 yılları arasında, Anadolu nüfusunun 15 milyon olduğu bir dönemde, 5 milyon insanın yeri değiştirilmiştir. Ayrıca, Anadolu'nun Türkleştirilmesi için yeni bir iskan politikası da hayata geçirilir ve Balkanlardan kaçanlar, Anadolu'ya sistemli bir şekilde yerleştirilir. Geliştirilen bu Türkçülük politikalarından Anadolu'daki büyük- küçük bütün etnik yapılar paylarına düşeni fazlasıyla alacaktı, fakat esas belirleyici olan Kürtler gibi büyük gruplardı.
1. Dünya Savaşı yenilgisi İttihat Terakki Partisi'nin sonunu getirse bile, önemli toplumsal projelerini ve 'Türklerden oluşan bir ulus-devlet' yaratma hayalini geride bıraktığı cumhuriyetin kurucu kadroları devralmıştır.
Mustafa Kemal'in ilk yaklaşımları
Dağılan Osmanlı Devleti'nin mirası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur. Cumhuriyetin asıl kurucu üyeleri Türkler, Kürtler, Çerkesler, Lazlar, Araplar vs. olmak üzere, Anadolu'da yaşayan diğer Müslüman halklardır. Bunu en açık bir şekilde Mustafa Kemal Paşa dile getirmiştir. 1920'de Büyük Millet Meclisi'nde yapılan bir tartışma üstüne, Mustafa Kemal açık ve net konuşmuştur:
'Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada maksut olan ve Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden mürekkep (oluşmuş) Anasır-ı İslamiye'dir...' (Günel, 2006: 287)
Türkiye'nin Lozan'a giderken de Misak-ı Milli'nin 'Kürt ve Türklerin oturdukları toprakları' kapsadığını duyurarak gitmiştir. İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti Lozan'da, 'Türkler ve Kürtler' adına hareket eden ve her iki halkı temsil eden bir bileşim olduğunu dile getirmiştir.latin_alfabesi_duvarda
GÜLÇİÇEK GÜNEL TEKİN
Eğitimci-Araştırmacı Yazar

YARIN:
Cumhuriyetin dilkırım politikaları
Şark ıslahat fermanı
Vatandaş Türkçe Konuş!
CHP ve İskan Kanunu

 

Türkiye'nin asimilasyon politikaları 2


'Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek mübadele ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum'
İskan Kanunu, dilediği kimseleri dilediği yerlere nakletmek ve hatta büyük kitleleri oturdukları yerlerden zorla göç ettirerek başka yerlerde iskan eylemek, fertleri, sülaleleri icabında hudut dışına çıkarmak gibi çok şumullü haklara sahiptir...


Cumhuriyetin 'dilkırım' tarihi
Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası alanda resmen tanındıktan sonra, İttihat Terakki'nin hayalini kurduğu 'Türklerden oluşan bir Türkiye' projesi hayata geçirildi ve 1924 Anayasası, Türkiye halkını 'Türk' olarak tanımladı. Ayrıca vatandaşlık da 'Türk' olma koşuluna bağlanıyordu.
Türklerden oluşan bir ulus-devletin inşası için CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) ve hükümeti çeşitli plan ve projeler geliştirdi. Ulus-devletin inşası için çeşitli raporlar hazırlandı. Cumhuriyet Halk Fırkası / Partisi tarafından Türk milliyetçiliğinin memleket dahilindeki hedefi ise şöyle belirlendi: 'Tek bir dil konuşan, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan yurttaşlardan oluşmuş siyasi ve içtimai bir bütün meydana getirmek, yani vatan içinde 'anadili tek, ülküsü tek birlik bir millet' yaratmaktır. Bu hedefin tahakkuk yolları: Bu memlekette her şerefin ve nimetin Türkçe ve kendisini Türk hissederek Türkçülükten başka bir kavmiyete bağlılık göstermeyenlere has olduğunun tam bir şuurla zihinlere nakş edilmesi.' (Bulut, 1998: 174)
Şark Islahat Fermanı
'Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmak için' ölümden de daha kötü olan 'Şark Islahat Planı', 1925 yılında hazırlandı ve uygulamaya kondu. Kürtler için 'ölüm fermanı' anlamına gelen Kürtçe'nin Cumhuriyet döneminde ilk kez yasaklanması bu plan uyarınca gerçekleşti. Bu aynı zamanda Kürtlerin tarihinde ilk kez uygulanan bir 'dilkırım' yani 'beyaz katliam'dır.

sark_islahat_plani_zincirlenen_kurtler

Şark Islahat Planı gereği Türkiye'nin batısına sürgüne gönderilen Kürtler, boyunlarına takılan zincir ve ayaklara bağlanan prangalar ile ıslah edilmeye çalışılıyor

Planın 41. Maddesi şöyle: 'Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısnımansur (Adıyaman), Besni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emrine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.' (Cemal, 2003: 379)
Planın bir maddesinde şöyle deniyordu:
'Fırat'ın batısındaki bölümlerde dağınık biçimde yerleştirilmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları tamamen yasaklanmalı ve kız okullarına önem verilerek Türkçe konuşmaları sağlanmalıdır.' Plana göre, 'sivil ve askeri mahkemelerde yerli hakim bulundurulmayacak, idarenin her şubesinde, hükümet nüfuzunu güçlendirmek için Kürt memur çalıştırılmayacak, okullarda, belediyelerde, devlet dairelerinde, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar cezalandırılacaklardı.' (Göldaş, 2003: 29)
Nitekim, Türkçe'den başka dil kullananlar cezalandırıldı. Koyunun 25 kuruş ettiği dönemde, konuşulan her Kürtçe kelime başına 5 kuruş ceza alındı. Kendi dilini konuşan Kürt halkına her türlü maddi ve manevi baskı uygulandı.
Vatandaş Türkçe Konuş!
15 Ekim 1927 tarihinde toplanan CHF'nin büyük kurultayında da, partinin en büyük amacının 'dil birliği'ni sağlamak olduğu belirtildi ve hemen ardından da, Dar-ül-fünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti, azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur eden 'Vatandaş Türkçe Konuş!' kampanyasını başlattı. Gerçekte hükümet politikası olarak da yürütülen bu kampanya sadece yasalarla kalmadı, aynı zamanda bir saldırı ve şiddet politikasına da dönüştü. Kendi dilini konuşanlar taciz edildi, dövüldü ve 'Türklüğe hakaret' suçuyla yargılandı.
Yine CHF'nin azınlıklardan sorumlu IX. Bürosu'nun, 1939-1940 yıllarında hazırlandığı sanılan azınlıklar konusundaki raporunda, 'anadilleri Türkçe'den başka olan ve küçük topluluklar halinde yaşayan Müslim Yurttaşlar' konusunda da şu çarpıcı belirleme yapılmaktadır: 'Bunlardan köylerde cemaatler halinde yaşayanlar şunlardır: Muhtelif vilayetlere dağılmış yüz bin kadar Çerkez, Karedeniz sahillerimizin doğu şimalinde altmış beş bin kadar Laz, muhtelif yerlerde elli bin kadar Gürcü, yirmi beş bin kadar Arnavut, yirmi beş bin kadar Boşnak ve otuz beş bin Pomak. Ancak bunlar şehir ve kasabalardaki gibi Türk camiası içinde dağılmış olmayıp, köylerde toplu bir halde yaşayarak dil ve geleneklerini muhafaza ve idame etmektedirler... Milli birliği bozan bu durumun ortadan kalkması için bu cemaatlerin Türklüğe temsilleri (asimilasyonları) lazımdır... Yapılacak şeylerin en mühimi, bilhassa hudutlarda bulunan Lazların içerilere alınması ve bütün bu kavimler nerede olursa olsunlar bunların toplu olan köylerinin dağıtılması, bunun mümkün olmadığı yerlerde ve hallerde de en verimli ve en zengin köylerden başlayarak buralara en az yüzde elli nisbetinde Türk yerleştirmek ve buralarda okullar tesis ederek planlı bir şekilde bunları Türkleştirmek. ' (Bulut, 1998: 181)
CHP ve İskan Kanunu
Azınlıklara ait işlere bakan 1X. Büro'nun, CHP Genel Sekreterliği'ne sunduğu raporunda Kürtlere de büyük yer verilmektedir. Bu raporda yer alan çok çarpıcı belirlemeleri aktarıyorum:
'Bir kısım Doğu ve Cenupdoğu Vilayetlerinde Ekseriyet Teşkil Eden Kürtler. Kanaatimize göre Türkiye'de en mühim milliyet meselesi Kürt meselesidir. Eldeki istatistiklere göre 31 Vilayette muhtelif lehçelerle Kürtçe konuşan nüfusun sayısı bir buçuk milyonu geçmekte... Irkları, eski milliyetleri ne olursa olsun, bunlarla aramızda milli birliğin en esaslı amili olan dil birliği yoktur. Bu realiteyi açık ve sarih olarak görmek lazımdır. 'Dağ Türkü, Yayla Türkü' gibi tabirlerle hakikati kendi gözlerimizden saklamak zarardan başka bir şey getirmeyeceği gibi, bunların Türk olduğuna da mazileri ne olursa olsun bugün ne kendilerini ve ne de başka bir kimseyi inandıramayız. Bunun için memleketin büyük bir kısmında yabancı bir unsurun toplu olarak yaşadığını bilmek ve itiraf etmek ve buna göre tedbirler almak zaruridir... Bağlı haritaya bakacak olursak Ağrı, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Tunceli, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Urfa vilayetlerinde Kürtler nüfusun yüzde altmışından fazlasını teşkil etmekte ve muayyen bir memleket parçasında ekseriyet halinde bulunmaktadırlar... Bu durumu göz önüne alarak memleketin bu kısmı için müstacalen (acilen) hususi tedbirler almaya mecburuz. Bir taraftan Kürt nüfusunun çokluğu, diğer taraftan oturdukları sahanın genişliği dolayısıyla Çerkez, Arnavut, Gürcü gibi küçük yabancı kavimler için teklif ettiğimiz temsil (asimilasyon) tedbirleri bu seha için kafi değildir. Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek mübadele ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum.
latin_alfabesi_duvarda2 1-Manevi Tedbir:
Manevi tedbirden maksadım, memleketin bu parçasının anavatanın herhangi bir köşesinden burası en zayıf ve tehlikeli yerimiz olması dolayısıyla, hususi bir itinaya muhtaç olması...
2-İskan Tedbiri:
Sadede girmeden şurasını arz edeyim ki Türkiye Cumhuriyeti 'Birlik Bir Millet' yaratmak işini daha ilk kuruluşunda göz önüne almış ve malum mübadeleyi yaparak memleketimiz için çok mühim olan Rum davasını Anadolu için halletmiştir. Yalnız Türkçe'den başka dil konuşan Müslüman vatandaşların temsili (asimilasyonu) işinde esaslı adımlar atmak için henüz vakit ve imkan bulunamamıştır. Bu yoldaki son teşebbüs 21.V1.934 tarihinde neşredilen 2510 sayılı İskan Kanunu ile yapılmıştır. Bu kanun 'Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus oturuş ve yayılışını' tanzim etmeyi tasarlamış ve bu hedefe varabilmek için, hükümete çok esaslı tedbirler almak imkanını vermiştir. Bu kanuna göre hükümet memleketi bu bakımdan muhtelif bölgelere ayırarak buralara toplu Türk muhacirler iskan etmek, buralardan dilediği kimseleri dilediği yerlere nakletmek ve hatta büyük kitleleri oturdukları yerlerden kaldırarak başka yerlerde iskan eylemek, fertleri, sülaleleri icabında hudut dışına çıkarmak gibi çok şumullü haklara sahiptir...'
Halbuki kanunun ruhu tamamen bir temsil (asimilasyon) ve dahili kolonizasyondur. Bu kanunun bu tarafının işleyememesinin sebebi, kısmen dünya harbinin doğurduğu durum olmakla beraber bu iş için kurulan idare makinesinin da bu büyük iş için yeter olmamasıdır...
Ancak bu iskanın iyi bir netice verebilmesi için yukarıda saydığımız mıntıkalara yerleştirilecek olan Türk nüfusunun miktarı buralarda oturan Kürt nüfusuna tekabül etmeli ve medeni seviye bakımından Kürde üstün olan bu muhacirler mıntıkalarına göre, istihsal vasıtası ve aletleriyle tam bir surette teçhiz olunarak maddeten de üstün bir hale getirilmelidir. Bu verimli ovalara yerleştirilecek olan Türk nüfusu ve bölgelerin iklimine uyan ve memleketin kesif bir surette meskun olan mıntıkalarından alınabilir.
Ayrıca bu sahalara memleketimiz dışında oturmakta olan Türk nüfusu da getirilebilir. Bu hususta ilk hatıra gelen kısım Romanya ve Bulgaristan Türkleridir, ki bunlar oralarda tedrici bir surette erimeğe mahkumdurlar. İkinci kısım olarak İran'ın Kürt ve Farslarla meskun olan Şiraz bölgesinde oturan ve nüfusu 200 bini aşan ve büyük bir hayvan servetine malik olan Kaşkailer düşünülebilir. Bu suretle bu mıntıka için hariçten bir milyona yakın bir nüfus elde edilebilir ki bu yekun Aras, Murat, Şimali Fırat ve Dicle mailelerinde oturan Kürt nüfusunun üstüne çıkar. Buralarda halen oturmakta olan Türkler de hesap edilirse mevcut Türk nüfusu büyük bir ekseriyet kazanmış olur.
Aşiretlerin İskanı:
Göçebelik devam ettiği müddetçe temsil (asimilasyon) politikasının büyük zorluklara maruz bulunduğu bugün herkes tarafından anlaşılmış bir hakikat olduğundan burada bu işin lüzumundan bahsetmek fazla olur. Yalnız bu işin de diğer umumi iskan işi gibi halen iyi işlemediğini zikretmek kafidir.
Temsil İşinde Şehir ve Kasabaların Kolları:
Şark Vilayetlerinde şehirler öteden beri büyük bir temsil (asimilasyon) makinesi rolünü oynamışlardır... Binaenaleyh ilk yapılacak işlerden biri bu havalideki şehir ve kasabaların kuvvetlendirilmesidir. Bu da her şeyden evvel buralara gidecek olan her türlü yolların bir an evvel yapılması ile başlayacak ve bu yollar bu şehir ve kasabaların pazarlarını memleketin diğer iç pazarlarına açacaktır. Pazarı Türkleşen bir kasaba temsil (asimilasyon) makinemize ilave edilmiş kuvvetli bir çark demektir...
Temsil İşinde yolun Ehemmiyeti:
...Bugün demiryolunun geçtiği her yerde Türkçe'nin yayılmaya başladığını zikretmek bir borçtur. Diyarbakır'dan kalkarak Cizre'ye, Elazığ'dan çıkarak, Muş üzerinden Tatvan'a gidecek olan iki demiryolu temsil (asimilasyon) işimiz bakımından yol politikamızın bel kemiğini teşkil edecektir...
Temsil İşinde Maarif (eğitim) Teşkilatının Rolü:
...Bu mıntıkada yaşayan ve Türkçe'den başka dil konuşan insanların okutulup okutulmayacağı hakkında öteden beri çeşitli fikirler serdolunduğundan bu meseleyi kısaca münakaşa edip bir hükme varmak zaruridir. Bir topluluğun temsilinin (asimilasyonunun) ilk şartının o topluluğa kendi dilimizi öğretmek olduğu bir mütearife (bilinen şey) dir. Bir dilin de ilk evvel bu mantık ve müessir yayın vasıtası okuyup yazmaktır. İnsanlık büyük kitlelerin okuyup yazmasının henüz okuldan başka bir vasıtasını bulamamıştır. Binaenaleyh bizim de bu vasıtaya müracaatımız zaruridir. Yani biz de bu bölgedeki insanlara kendi dilimizde okuyup yazmak öğreteceğiz ve bunun için maarif teşkilatı yapacağız. Yalnız bu maarif teşkilatına şimdiye kadar takip ettiğimiz esasların dışına çıkarak hususi şekillere bağlamaklığımız lazımdır.
Bunun için koyacağımız ana kaideler şunlar olacaktır:
1-Şehir ve kasabaların temsil işinde rollerini arz ederken buralarda mecburi ilk öğretimin devlet yardımıyla tam tatbikini teklif etmiştim. İlk iş olarak bunun ele alınması.
2-Bu bölgede ilk ağızda münhasıran Kürt olan köylerde okul açılmayarak ilk önce nüfusu karışık olan köylerde açılması.
Şimdiye kadar yapılan tecrübelerden okul bulunan muhtelif köylerde Kürt çocuklarının Türkçe konuştukları ve Türkçe'nin evlere girdiği, okul bulunmayan muhtelit (karışık) köylerde ise Türk çocuklarının Kürtçe konuşarak Türklerin Kürtleştiği her zaman görülen ve idare adamlarınızca tespit edilen hadiselerdir...
3-Bir taraftan muhtelif köylerde ilk öğretimi yayarken diğer taraftan da hususi bir maarif teşkilatıyla sakinleri münhasıran Kürt olan köylerin çocukları için bölge yatılı ilk okulları tesisine başlanmalıdır. Bu okulların hedefi bu çocuklara anadillerini unutturarak Türkçe'yi ana dilleri yerine ikame etmek olacaktır. Bunun için bu okullar yarı yarıya Türk çocuklarından teşekkül etmelidir.
4- Bu esaslar dahilinde kurulacak olan maarif teşkilatında çalışacak öğretmenlerin ana dillerinin Kürtçe olmamasına hususi surette itina ve dikkat edilmelidir.
8- Bir dili en iyi ve kolay öğreten anadır. Bunun için bu mıntıkalarda kızların tahsiline bilhassa itina etmek temsili (asimilasyonu) bir kat daha kolaylaştıracaktır.
Dokuz maddede arz ettiğim bu teşkilat kelimenin en geniş manasıyla yalnız ana hatları göstermektedir. Bu işin bütün teferruatıyla planlaştırılması hükümetin vazifesidir.' (Bulut, 1998: 182-191)
GÜLÇİÇEK GÜNEL TEKİN
Eğitimci-Araştırmacı Yazar

YARIN:
Çarpıcı asimilasyon raporları
İnönü: Erzincan Kürt merkezi olursa, Kürdistan'ın kurulmasından korkarım
Celal Bayar'ın Şark Raporu
Dersimli okşanmakla kazanılmaz
Devletin Bölge'ye uygulayacağı kalkınma program esasları
MGK'nin Kürt Raporu

Okullarda boykot var!

2008-2009 eğitim-öğretim yılının ilk ders zili bugün çalıyor. Ancak çocuklarının asimilasyon cenderesine alınmasına karşı çıkan Kürtler, anadilde eğitim talebiyle okulları boykot etme kararı aldı

kurtce_icin_yuruyus_amed Asimilasyon zili çalıyor
İlköğretim ve liselerde okuyan toplam 14 milyon öğrenci ve 662 bin öğretmen bugün dersbaşı yapıyor. Milyonlarca Kürt çocuğu ise, her yıl olduğu gibi bu yıl da anadilde eğitim hakları olmadığı için, bilmedikleri Türkçe'yle zorunlu asimilasyon eğitimine alınıyor.
Anadilde eğitim talebi
Çocuklarının asimilasyon cenderesine alınmasına karşı çıkan Kürtler, anadilde eğitim talebini bu yıl daha gür bir sesle dile getirmeye hazırlanıyor. Bu amaçla miting gibi hafta boyunca çeşitli etkinliklere hazırlanan Kürtler, okulları boykot etme kararı aldı.
Asimilasyona karşı boykot
Kürt çocukları bir eğitim-öğretim yılına daha Kürtçe yasağıyla giriyor. Kürt dilinin asimilasyonuna karşı yürüyüş, miting ve sokak eğitimleri start aldı. Kürt çocukları, okulların açılışını boykotlarla karşılıyor
Bugün 2008-2009 eğitim-öğretim yılının ilk günü. Milyonlarca Kürt çocuk, Cumhuriyet tarihinden bu yana sürdürülen asimilasyon cenderisi altında bir kez daha okula 'Kürtçesiz' başlıyor. Almanya'da 'Asimilasyon insanlık suçudur' diyen Başbakan Tayyip Erdoğan, Kürtlerin talebini ise görmezden geliyor. Tıpkı geçmiş hükümetler gibi inkar ve asimilasyon politikasında ısrar ediyor. Devletin asimilasyoncu ve baskıcı politikalarına karşı Kürtler, yeni eğitim-öğretim yılında ayakta. Batman'dan sonra dün de Diyarbakır'da Kürt çocukları, yürüyüş düzenledi. 'Artık Yeter, Anadilimizi ve Anadilde Eğitim İstiyoruz' diyen Kürt çocukları, bugün okulları boykot ediyor. Yüksekova, Nusaybin, Silopi ve Kurtalan yürüyüşleri için de katılım çağrısı yapıldı.
Batman'dan sonra dün de 'Anadilde Eğitim İstiyoruz' kampanyası kapsamında Dicle Fırat Kültür ve Sanat Merkezi (DFKSM) bünyesinde sanatsal atölyelerde eğitim gören çocuklar, aileleri ile birlikte 'Zimane me çanda me ye rumetameye stranê me ye (Dilimiz kültürümüz onurumuz müziğimizdir)' sloganıyla yürüyüş düzenledi. DTP Diyarbakır Milletvekili Gülten Kışanak, DTP Diyarbakır İl Başkanı Nejdet Atalay, DFKSM çalışanları ile yüze yakın çocuğun katıldığı yürüyüş sırasında sık sık zılgıtlar ve alkışlar eşliğinde 'Zimane me çanda me ye', 'Zimanê me rumeta me ye', 'Zimanê me stranê me ye' sloganları atıldı. Çocukların yöresel kıyafetleriyle katıldığı yürüyüş sırasında 'Em perwerdehiya kurdi dıxwazın (Ana dilde eğitim istiyoruz)' yazılı döviz taşıdı. Kürtçe şarkılar da söyleyen çocukların İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde açıklama yapmalarına ise polis izin vermedi. Bunun üzerine çocuklar, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti önünde açıklamalarını yaptı.

 

Diyarbakır'da çocuklar yürüdü Kürtçe açıklama yapan DFKSM Çocuk Korosu Üyesi Güldan Tayık, mücadelelerinin dil ve kimlik üzerinden toplumun özgürlüğü için olduğunu belirtti. Okulların açılmasıyla birlikte dillerinin her zamanki politikalarla yine yok sayılacağını vurgulayan Tayık, 'Bilindik asimilasyon politikaları devam edecek. Bu da en başta kültürümüzün ve tarihimizin inkarına yöneliktir. Biz Kürt çocukları olarak bu politikalara sessiz kalmayacağız. Her zaman ve her yerde bu asimilasyona karşı bütün kuvvetimizle karşı duracağız' dedi. Yeni eğitim ve öğretim yılına girerken Kürt çocuklarının taleplerini de dile getiren Tayık, şunları kaydetti: 'Biz Anadilde eğitim İstiyoruz. Biz kitaplar arasında Kürtçe yazılmış hikaye kitapları da istiyoruz. Biz kültür tarihimizi kendi dilimizle öğrenmek istiyoruz. Biz Kürtçe şarkılar söylemek istiyoruz.' DFKSM Çocuk Korosu da açıklamanın ardından müzik dinletisi sundu.
Her yerde yürüyüş Şırnak'ın Silopi ilçesinde de bugün yapılacak olan 'ædî Bes e Kürt diline eğitim hakkı tanınsın' yürüyüşüne katılım çağrısı yapıldı. Eğitim Sen Silopi Temsilciliği Basın Sözcüsü İdris Mete, herkesin kendi anadilinde eğitim görmesinden yana olduklarını ve insanların anadilin dışında başka bir dilde eğitim görmesinin bilimselliğe ve hukuka aykırı olduğuna dikkat çekti. Mete, 'Bölgemizde gençlerin ve çocukların SBS, OKS, ÖSS sınavlarında gerilerde olmasının sebebi anadilde eğitimin olmamasıdır' dedi. Yürüyüşe bir destek de imamlardan geldi. DİVES Silopi Temsilcisi Emin Toğurlu, şunları belirtti: 'Çocuklarımıza okullarda anadilde eğitimin daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Camilerde bile hutbe ve vaazlarımız Türkçe yapılmaktadır. Anadilde olmadığından dolayı halkımız bizlerden hiçbir şey anlamamaktadır. Bizler de hutbe ve vaazlarımızı anadilde yapmak istiyoruz.' DTP Silopi İlçe Başkanı Süleyman Şavluk, Kürtçe üzerindeki engellerin kaldırılmasını, Kürtlerin diline ve kültürüne yönelik asimilasyon ve engellemelere karşı 'ædi Bes e' demenin zamanın geldiğini ifade etti. Bir diğer yürüyüşte Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde bugün saat 14.00'te yapılacak. KURDİ DER Başkanı Besim Baykal da, FLY İş Merkezi'nden Ahmedê Xani Parkı'na kadar düzenlenecek yürüyüş için Kürtlere 'Dilinize sahip çıkın' çağrısında bulundu. Mardin'in Nusaybin ilçesinde de, bugün düzenlenecek yürüyüş için katılım çağrısı ve çocukların okulları boykot etme çağrısı yapıldı. DTP Kurtalan İlçe Örgütü de, bugün ilçe binası önünde başlayıp Saat Kulesi'ne kadar yapılacak yürüyüş için bildiri dağttı. Kurtalan Halk Meclisi de yaptığı açıklamada, halktan çocuklarını bugün okula göndermemelerini ve anadillerine sahip çıkmasını istedi. DİYARBAKIR / DİHA

Barzani: “24. Madde Bölge Devletlerinin Oyunuydu”

Dema Nû-Hewlêr

Hewlêr gazetesinde yer alan bir habere göre, Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Şarkulevsat adlı gazetenin kendisiyle yaptığı röportajda, gündemdeki gelişmelere ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Bağdat ile Hewlêr arasında gerginliğe neden olan 24 sayılı İller Yönetim Yasası’nın, bölge devletleriyle onların Irak meclisindeki uzantılarının eseri olduğunu dile getiren Barzani, “ilginç olan ‘müttefik’ olarak adlandırılan bunca parlamenterin nasıl aldatıldığı ve yasaya olumlu oy verdiğidir” dedi.

Kerkük sorununun Anayasa çerçevesinde ve saydam bir biçime çözülmesinde ısrarlı olduklarını belirten Kürdistan Bölge Başkanı, “başka yollara başvurmayacağız, anayasal haklarımızı yasalar kanalıyla alacağız” dedi.

Barzani, 0 Ağustos tarihli Şarkulevsat gazetesinde yayınlanan röportajında, Kerkük Encümeni’nin, kentin Kürdistan’a bağlanmasını talep eden kararına ilişkin bir soruya verdiği cevapta şöyle dedi: “Talep ciddidir, Kürdistan Bölgesi için önemlidir. Irak parlamentosu’nun çalışmalarına başlamasını bekliyoruz. Eğer 140. maddeye alternatif oluşturmada ısrar ederlerse, Kerkük Encümeni’nin talebini kabul edeceğiz”

Kürtlerin federal hükümette yer almalarına ilişkin bir soruya “bu bizim başta gelen sorunumuzdur. Son Bağdat ziyaretimde bunun üzerinde durdum ve ‘biz hükümete ortak mıyız, değil miyiz’ diye sordum” diyerek cevaplandıran Barzani konuşmasına devamla şunları söyledi: “Onlar hükümetin ortağı olduğumuz konusunda ısrar ediyorlar. Ama yapılanlar bende kuşku uyandırıyor.” Bağdat’ta Kürtlerin de içinde yer aldığı bir koalisyon hükümeti olduğunu belirten Barzani, hükümetin acayip tavırlarına vurgu yaparak, “güvenlik, askeri ve ekonomik alanlarda hiçbir rolümüz yok, kurum ve kuruluşlar konusunda hiçbir şey bilmiyoruz” dedi.

Son Bağdat ziyareti esnasında, yapılan görüşmeler neticesinde varılan anlaşmaya da değinen Barzani, anlaşmanın hayata geçirilmesi amacıyla uygun mekanizmalar oluşturduklarına anlattı ve “ama Kürdistan’a döndükten sonra yapılanlar kulak arkası edildi. Besbelli ki bu tavır ittifaka, ülkeye ve Irak’ın geleceğine hizmet etmiyor. Aksine, yeni Irak’ın inşası ortak temeller üzerinde iş yapmayı gerektiriyor. Tek yanlı iktidarların yaptıkları ortada” dedi.

2001 yılında Londra’da yapılan kongrenin hedefleri, muhalefet ve iktidar dönemindeki politikalarla ilgili bir soruyu cevaplarken, “Anayasa’da yer almayan ve üzerinde anlaşmadığımız hiçbir şeyi talep etmiyoruz. Irak halkının önemli bir bölümü Anayasa’yı kabul etmiştir. Hak ve görevleri belirleyen de bu Anayasa’dır. Bu nedenle biz Kürdistan Bölgesi’nde, Kerkük ve benzeri yörelerle ilgili 140.Maddesi de dahil, tüm maddelerine bağlıyız” diyen Barzani, devamla şunları dile getirdi. “Irak’ın birliği, Anayasa’ya bağlı olmaya bağlıdır. Anayasa’ya bağlılık da eziyetlerine katlanmak demektir.”

Başta Celal Talabani olmak üzere, Bağdat’ta bulunan öteki Kürt politikacıların, siyasi kararlardaki etkilerine dair bir soruya, “kuşkusuz Devlet Başkanı Celal Talabani’nin siyasi süreçteki etkisi büyüktür. O, devlet başkanı olarak değil, Talabani olarak Iraklı gurupların büyük bir bölümü birleştiren, bir araya getirendir. Çünkü Devlet Başkanı’nın yetkileri sınırlıdır. Yetkilerin nasıl paylaşıldığını da bilmiyoruz” diyerek cevaplandırdı. Aşırı merkeziyetçi bir yapının hakim olduğunu belirten Barzani, “iktidarı ele geçirenler, kendilerini her türlü kararı vermeye yetkili görüyorlar. Müttefiklerine danışma ve Anayasa’ya bağlılık akıllarına gelmiyor” dedi.

Yerli ve yabancı medya kuruluşlarının Kürtler ve sorunlarına ilişkin olumsuz tavırlarını tehlikeli bulan Barzani, “medya kuruluşlarının saldırı kampanyası, Kürtlere ağır baskıların yapıldığı dönemde gerçekleşiyor” dedi. Kürtlerin, Kürt-Arap birliğinde oynadığı önemli rolü değerlendiren Mesud Barzani, Kürtlerin bu rolünü bulanıklaştırmayı amaçlayan söz konusu kampanyayı “vicdansız ve zalimce yürütülen bir kampanya” olarak değerlendirdi. “Cehennemin fotoğrafını güzel çekin demiyoruz, gerçeklerimizi göstermenizi istiyoruz” diyen Barzani açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Bu durumun nedenlerinden birisi de, ne yazık ki görevini yerine getiremeyen Kürt medyasının zayıflığıdır.”

Her türlü gerginliğe karşı olduklarını anlatan Barzani, gerginlik, ve çatışma çıkartmak isteyen güçlerin varlığına dikkat çekerek, bu çabaları boşa çıkarmak için çalıştıklarını belirtti. “Bağdat-Hewlêr arasında yaşanan gerginlikler çatışma aşamasına ulaşmamıştır” diyen Barzani, diyalog yoluyla çözülmesi gereken bir çok sorunun bulunduğuna vurgu yaptı. “Bizi birbirimize bağlayan şeyler, uzaklaştıran şeylerden daha çok, Ortak noktalarımızın bulunduğu kabul edilmelidir” diyen Kürdistan Bölge Başkanı, federalizm ve  demokrasinin anlamı konusunda görüş ayrılıkları olduğunu, bu ayrılıkların çatışmaya dönüşmesini istemediklerini anlattı.

Haneqin gerginliğine değinen Barzani, “ordunun Haneqin’e gönderilmesi büyük bir yanlıştı. Ama bilinmelidir ki Irak ordusu bizim de ordumuzdur, bir çok peşmerge gücü Irak ordusuna karıştı ve yeni Irak ordusunun temel taşlarından biri oldu” dedi. Aydın, yeni ve ülkenin korunması temeli üzerine kurulmuş bir ordu istediklerini dile getiren Mesud Barzani konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bilinmelidir ki Haneqin’de bulunan Kürt güçleri, bölgede asayiş ve emniyetin sağlanmasına katıldı. Huzur ve güveni tehdit eden teröristlerin bölgeden süpürülmesini sağlayan peşmerge güçleri Federal Hükümet’in talebi üzerine bölgede bulunuyordu, Bağdat çekilmelerini istediğinde de çekildi. Ama onların yerini alan ordu güçleri, taşkınlık yapıyorlar, geçmişte Enfal operasyonları gerçekleştiren askerleri aratmayan tavırlar gösteriyorlar. Ne yazık ki eski akıl ve davranışları da birlikte getirmişler. Bu nedenle bize göre söz konusu güçler yeni Irak ordusu değildir, Kürdistan ve Irak’ı viran eden BAAS ordusunun kalıntılarıdır.”

Irak ordusunun gerekli olduğunda harekete geçirilmesine karşı olmadıklarını, istendiğinde orduya yardıma hazır olduklarını anlatan Mesud Barzani, bazı komutanların yaptıkları kendilerine geçmişi hatırlattığını dile getirdi.

Barzani, Genelkurmay Başkanı Babekir Zêbari’ye danışılmadan Haneqin’e askeri güç gönderildiği iddiasına ilişkin soruya şu cevabı verdi: “Zannedersem bu dönemde, işler Genelkurmay Başkanı’na danışılmadan ve onun arkasından kotarılıyor. Şu anda Zêbari’nin Genelkurmay Başkanlığı şeklidir ve bu görevde kalmasına gerek kalmayabilir.”

Bir soru üzerine, Kürdistan Bölge Başkanı, gelişmelerin bağımsızlığa doğru gitmesi konusundaki görüşlerini de anlattı. “Bağımsızlık bir haktır. Ama hayata geçirilmesi için şartların uygun olması gerekir. Biz bu hakkımızı koruyoruz, çünkü bu hakkı talep etmek suç değil. Irak tüm Iraklılarındır. Nasıl Bağdat ve Basra’da Kürtler varsa aynı şekilde Hewlêr, Süleymaniye ve Dihok’da da Arap var. Hewlêr tüm Iraklılar içindir. Şoven bakış açıları beni çok şaşırtıyor. Eger bizi Iraklı olarak görmüyorlarsa, bize direkt söylesinler. Çünkü bize ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmasını kabul etmeyiz. Hak ve görevlerde eşit ve ortak olmalıyız. Eğer böyle değilse, buyursunlar, cesaret edip bize ‘siz Iraklı değilsiniz’ desinler. Bizim de o zaman verilecek bir cevabımız olur. Kimse Iraklılığımız üzerine pazarlık yapmamalıdır. Bizim bu ülkedeki varlığımız, bizden çok Iraklı olduklarını iddia edenlerden öncedir. Biz bu pazarlığı kabul etmiyoruz” dedi.

“Kerkük’ün Kürdistan Bölgesi’ne dahil edilmesinden sonra bağımsız devlet ilan edileceği, gerçeklerden uzak bir belirlemedir” diyen Barzani, Kerkük’ün, Kürtlerin gördüğü eziyet ve baskının bir ifadesi olduğunu dile getirdi. Geçmişte uygulanan yanlış politikaların Kerkük’ü hassas bir sorun ve her Kürdün gönlünde açılmış bir yara haline getirdiğini belirten Barzani, “biz sorunu büyütmek değil, çözmek istiyoruz. Sorunun çözümsüz kalması, patlamaya hazır beklemesi demektir. Geçmişteki deneylerimizden niçin yararlanmayalım? Anayasa’da sorunun çözüm yolunu gösteren bir madde var. Kerkük Irak’ın bir kentidir, durumu Bağdat, Süleymaniye ve Basra’nınki gibidir. Ama ‘Kerkük Kürdistan Bölgesi sınırlarına katılmamalıdır’ görüşünde ayak diretmek, bir sorundur. Biz zorla Kerkük’ü Kürdistan Bölgesi sınırları içine katmayı istemiyoruz. Aksine, 140. Maddenin uygulanmasını istiyoruz. Eğer Kerkük halkı, Kürdistan Bölgesi sınırları içine dönme kararı verirse, engel olunmamalıdır.” 140. Maddenin gerekleri yerine getirildikten sonra, Kerkük halkının referandumda ortaya koyacağı iradeye saygılı olacaklarını dile getiren Kürdistan Bölge Başkanı, “Kerkük’ün Kürdisdani kimliğe kavuşmasının, bağımsız Kürdistan ile ilişkisi yoktur. Kerkük Kürdistan sınırlarına dönsün ya da dönmesin, yaradanın tüm haklara tanıdığı bağımsızlık, bizim de hakkımızdır” dedi.

Kerkük’e gerçekleştirdiği ziyaret ve Kerküklüler ile yaptığı görüşmeleri de anlatan Barzani, Türkiye’nin bu kente müdahalesine ilişkin olarak, “Kerkük bir Irak kentidir ve sorun bir iç sorundur. Ne Türkiye ne de bir başka ülke Kerkük sorununa karışmamalıdır” dedi.

Hewlêr ile Bağdat arasında gerginliğe yol açan 24. maddeye ilişkin görüşlerini de dile getiren Mesud Barzani, 24. Maddenin bölge devletleriyle onların Irak meclisindeki uzantılarının eseri olduğunu belirtti, “ilginç olan ‘müttefik’ olarak adlandırılan bunca parlamenterin nasıl aldatıldığı ve yasaya olumlu oy verdiğidir” dedi.

Kerkük konusunda hiçbir uzlaşmaya gitmeyeceklerini, gerekli bedeli ödemeye hazır olduklarını anlatan Barzani, “Kerkük sorununun Anayasa çerçevesinde ve açık bir biçimde çözülmesinde ısrar ediyoruz” dedi.

Görüşme kapılarının kapanmasına ilişkin bir soruya verdiği cevapta, kapıların kapanmaması için ciddi bir çaba harcadıklarını belirterek, 140. Maddenin uygulanması için çalıştıklarını bildirdi.

Kerkük Encümeni’nin Kürdistan Bölgesi sınırlarına dahil olma talebini, ciddi bir talep olarak değerlendiren Barzani, “Irak parlamentosu’nun çalışmalarına başlamasını bekliyoruz. Eğer 140. maddeye alternatif oluşturmada ısrar ederlerse, Kerkük Encümeni’nin talebini kabul edeceğiz” dedi.

İran, Suriye ve Türkiye’den yarım milyon Kürdün getirilip Kerkük’e yerleştirildiği iddiasını yalanlayan Barzani, “yarım milyon kuş saklanamazken biz Kerkük’te yarım milyon insani nasıl saklayabiliriz” dedi. Kürtlerin Arap ve Türkmenlere baskı yaptıklarına dair suçlamaları da şiddetle reddeden Barzani, “bu konudaki sayfalarımız temizdir” dedi.

Kürdistan Bölgesi ve Türkiye arasındaki ilişkilerin  normal seviyede yürüdüğünü dile getiren Barzani, ilişkilerin daha da iyileştirilmesi için çaba harcadıklarını belirtti.

Uluslararası alanda Yılmaz Güney

Yılmaz Güney, sadece Türkiye'de değil, uluslararası alanda tanınan bir sinema ustasıydı. Hem işlediği konular, hem siyasi kişiliği, hem de sinemada çığır açan ustalığıyla uluslararası alanda kendisine yer açmış biriydi. Mahkum olduğu 1972'de özgürlüğü için 13 ülkeden çağrı yapan 170 sanatçıyla yolu birçok nedenden dolay kesişen bir sinemacıydı.

 yilmaz_guney_1

Güney'in uluslararası boyutu
Yılmaz Güney'in mahkum olduğu 1972 sonrasında 13 ülkeden 170 sanatçı, Güney'in özgürlüğüne kavuşturulması için ortak bir 'af çağrısı' yaptılar. İmza atanlar arasında Elizabeth Taylor, Alida Valli, Richard Burton, Melina Mercouri gibi uluslararası sanatçılar yanında Agnes Varda, Costa-Gavras, Jean-Luc Godard, Peter Brook, Tony Richardson, Francesco Rosi, Elio Petri, Marco Ferreri ve Jules Dassin gibi sinema ustaları ve yönetmenler de bulunuyordu. Daha sonraki yıllarda Yılmaz Güney'in bu isimlerle karşılaştığını, onlarla yollarının birleştiğini biliyoruz. Örneğin Costa-Gavras'la 1982'de, Cannes Film Festivali'nde 'Altın Palmiye'yi paylaştı. 'Yol', o yıl Cannes'daki en büyük ödülü böyle kazandı. Costa-Gavras ise 'Missing-Kayıp'la Şili'de Allende rejimi karşıtlarına CIA'ın ne tür yardımlar yaptığını ve ABD yanlısı askeri darbeden sonra Şili halklarının karşılaştığı zulmü anlatıyordu. Jules Dassin, Güney'e af çağrısını imzalarken, 1940'ların sonunda ABD'yi MacCartizm belası nedeniyle terkedip, Paris'e sığındığı günleri anımsıyordu mutlaka. Ve daha o günlerde Albaylar Cuntası yüzünden Yunanistan'ı terk etmek zorunda kalan Juels Dassin'in oyuncu eşi Melina Mercouri, Yılmaz Güney'e büyük bir yakınlık duyuyordu. 1981 sonrasında Mercouri'nin Yunanistan Kültür Bakanı olarak Güney'e gösterdiği dostluk da biliniyor. İmza atanlardan Jack Lang'a gelince, 1981'den itibaren defalarca François Mitterand'ın Kültür Bakanı sıfatıyla Güney'i ağırlamak olanağı bulacaktır. İşte uluslararası dostluk ve dayanışmalar bu tür zor ve acılı günlerde veya film şenliklerinde doğup, yeşerir, gelişir. Bu dostluklar arasında Güney Amerikalı birçok sinema emekçisini ve ustasını da katmak gerekiyor. Yılmaz Güney birkaçının ilk filminin yapımına yardımcı oldu örneğin. Güney hapishanedeyken filmlerinin Türkiye dışında da birçok şenlikte ödül aldığını anımsatmalıyız. Bunlar da onun yurtdışında tanınmasına ve uluslararası boyutunun genişlemesinde belirleyici oldular.
yilmaz_guney_2 Aydınlar vesayet altında
Ekim 1981'de yurtdışına çıkmak zorunda kaldığında, Güney, yıllardan beri uluslararası düzeyde tanınan bir sinema ustasıydı. Yılmaz'ın en büyük şanssızlığı büyük olasılıkla ülkesindeki aydınlar tarafından yeterince tanınmaması, yeterince desteklenmemesidir. Bunun değişik nedenleri bulunuyor: Birkaçını burada sıralamak yine de şart: Türkiyeli aydın korkaktır. Tutarsızdır. Devlete bağımlıdır. Bağımsız, yani bir okumuş yazmışa aydın sıfatını kazandıran birincil önemdeki özelliklerden birine sahip olamamaktadır. Evet devletin denetimi ve vesayeti altında kimi tavırlar takınabiliyor ama bağımsız tavır takınmaktan fena halde korkuyor. 60'lı yılların kendine özgü koşulları altında, aydın takımı ilk kez işçi hareketi ve sosyalist mücadeleyle ilişkiye girdi. Sandı ki sosyalizm gelecek kısa sürede ve ayrıcalıklı bir konum elde edecek. Öyle olmadı. 12 Mart 1971 askeri darbesi devrimcilerle birlikte belli sayıda aydının da tutuklanmasına neden oldu. Bu olay aydınlarla devrimciler arasında 'kopuşun' dönüm noktasıdır. Gelişmelerin aldığı seyirden fena halde korkan aydınlar, neredeyse bütün aydınlar, işçi hareketinden ve devrimcilerden uzaklaştılar. 1960'ların 'radikalizminden', hatta kimi kez kraldan fazla kralcı radikalizminden, renksizliğe, teslimiyete ve yozlaşmaya doğru inişe geçti aydınlar. Oysa aynı günlerde, darbenin birinci derecede hedeflediği Yılmaz Güney, gittikçe radikal, gittikçe siyasi ve devrimci tavırlar takındı. Türkiyeli aydınlarla Yılmaz Güney arasındaki en önemli fark budur. Ve bu fark Yılmaz'la öbürleri arasındaki 'boşanma'nın da tutanağıdır. 1974'te 'genel affı' izleyen günlerde İstanbul'da düzenlenen 'Özgürlük ve Demokrasi Gecesi'nde Güney yaptığı konuşmayla dikkatleri çekti: 'Bizim safımız halkımızın safıdır. Düşmanımız emperyalizm ve oligarşidir. Bu mücadelede üstüme düşeni yapmaya hazırım...' Hapishane yıllarında çevresinde birçok devrimci gençle, değişik kümelerdeki Marksist-Leninistlerin toparlanması için çalıştı. Akşam'da yazdı. Bu yıllar Yılmaz Güney'in aydınlarla ve mutlaka kendisiyle de geniş hesaplaşmasında bir adımdır. CHP, ona milletvekilliği teklifi getirdi. Yılmaz Güney kabul etmedi. Güney Dergisi'nde ve onu izleyen Yurtsever-Devrimci Demokrat, Demokrasi Bayrağı ve Paris'te yayınlanan mayısta siyasi yazılarıyla o günlerde ve sonrasında Türkiye'de tabu olan konuları ele aldı. Bu bağlamda Kürt ulusal hareketi ve Kürdistan'a ilişkin yazıları neredeyse göle atılan birer taştı. Bu çalışmaları, ölümünden sonra, arkadaşlarının özverisiyle üç cilt olarak ve 'Siyasi Yazılar' başlığıyla yayınlandı. Türkiye'deki 12 Eylül 1980 askeri darbesini, işkenceyi, hapishanelerdeki vahşeti en iyi biçimde ve en etkili yöntemlerle Yılmaz Güney ve yoldaşları Avrupa kamuoyuna yansıttı. Bu arada Paris Kürt Enstitüsü'nün kurucuları ve en birinci maddi ve mali yardımcısı olarak da önemli bir işi gerçekleştirdi. Bu çerçeve içinde Avrupa'daki Kürt diasporasıyla ilişkiye girdi. Bunların arasında Cigerxun, Abdurrahman Qasimlo, İsmet Şerif Vanlı, Şivan Perwer, Mahmut Baksi, Kendal Nezan sayılabilir. Türkiye'den Paris'e gelen aydın ve sanatçı yakınlarına, dostlarına, ustalarına ve arkadaşlarına 'Duvar'ı daha montajı tamamen bitmemişken, göstermekten kıvanç duydu. Yılmaz Güney hiçbir arkadaşını, yoldaşını, 'yol arkadaşını', 'abadayılarını', yakınlarını hiçbir zaman unutmadı. M. ŞEHMUS GÜZEL