Sunday, November 2, 2008

AVRUPA KOMİSYONU RAPORU: ‘’TÜRKİYE’DE KÜRTÇE ÖĞRENMEYE FIRSAT VERİLMİYOR’’

kurtce avrupa turkiye PNA-Avrupa Komisyonunca gelecek hafta Türkiye’ye ilişkin olarak yayınlanacak İlerleme Raporu taslağında "Kürtçe öğrenme fırsatı verilmiyor" ifadesine yer verildiği bildirildi.

ABhaberin yayımladığı ilgili haberde İlerleme Raporu’nun "azınlık hakları"na ilişkin bölümünde "Türkiye’nin azınlık haklarına yaklaşımı değişmedi" ifadesini kullanıyor ve bu konuda Türkiye’nin imzalamadığı, "Ulusal Azınlıkları’nın Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi" nde yer verilen ilkeler uyarınca ve AB devletlerindeki en iyi uygulamalarının doğrultusunda henüz "tam saygı" sağlanmadığı ifade ediliyor.

Avrupa Komisyonunca gelecek hafta Türkiye’ye ilişkin olarak yayınlanacak İlerleme Raporu taslağında  "Kürtçe öğrenme fırsatı verilmiyor" ifadesine yer verildiği bildirildi.

Raporda Kürtçe yayınına izin verildiği ancak bu konuda sınırlamaların bulunduğu kaydediliyor. Öte yandan, Türkiye’de 2003 yılında açılan Kürtçe kurslarının kapatıldığı da belirtilerek "Sonuç olarak da ne kamu ne de özel öğrenim sisteminde Kürtçe öğrenme fırsatı yok" deniliyor.

Öcalan yıllardır muhatap

ocalan_talabani_ateskes Kürt sorununda şiddet konseptinin artık devlet açısından da iflas ettiğinin daha gür sesle tartışıldığı şu günlerde, dikkatler, çözüm muhatabı olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a çevrildi. Son iki haftadır Bölge'de Öcalan'a bağlılık gösterilerine dönen kesintisiz eylemler, Türkiye'yi Öcalan faktörünü yeniden tartışmaya götürdü. Gelişmeleri kimi Öcalan'sız çözümün artık mümkün olmadığının teyidi olarak yorumladı, kimi Öcalan'sız çözümün yollarının araştırılmasına dönük çabalarıyla öne çıktı. Ağırlıkta Kürt sorununun çözümünün artık şart olduğu ve Öcalan'sız mümkün olmadığı fikri öne çıksa da, 'Devlet nasıl muhatap alır' yargısı yeniden siyasi bir malzeme olarak kendini üretmeye de başladı. Bu durum Kürt sorununda yaratılan çözüm olanaklarının iktidar hedefli siyasi kaygılarla berhava edilme kaygısını da gündeme taşıdı. Oysa bu tabuyu bizzat devletin kendisi 16 yıl önce yıktı.
Halk iktidarı çözüme zorluyor
Kürt halkı Kürt sorununda çözüm yerine çürüme ve takiyye politikaları ile öne çıkan siyasi iktidara 'ædî Bes e' dediği kesintisiz eylemlerinin ardından çözümü tartışmak zorunda bıraktıklarına yıllardır muhatap olarak da Öcalan'ı gösteriyor. Bunu üç yıl önce hazırladıkları 3,5 milyon imza ile resmiyete döken Kürtler, Öcalan'a dönük geliştirilen fiziki şiddet ve ölüm tehdidi vesilesi ile son iki haftadır sokakları kuşatarak buna tepki gösteriyor. Halkın ısrarının görmezden gelinemeyeceği bir noktaya gelmesi ile Öcalan ve PKK faktörünü yeniden tartışmak zorunda kalan Türkiye kamuoyunda, bu gerçeklikten kaçmanın son manevraları da yapılıyor. Kimi bu gerçeği farklı Kürt aktörlerini öne çıkararak, kimi Ergenekon-PKK ilişkisi gibi kanıtsız, speküle niyetlere bağlı iddiaları güncelleyerek muğlakalığın ve yeni bir çözümsüzlük stratejisinin değirmenine su taşıyor. Her ikisinin de söylemi Öcalan'ın daha önce devlet tarafından muhatap alınma süreçlerini karartmaya dönük işlev görüyor. 'Devlet teröristi muhatap almaz' anlayışını güncelliyor.
AKP çözüme direniyor
Devlet adına Öcalan'la yapılan görüşmeleri özellikle AKP'ye yandaş medya Ergenekon ile ilişkiler takıntısına yontarak, 'Devlet değil Ergenekon Öcalan'ı muhatap almıştır' tezini işliyor. 'PKK ve Öcalan'dan başka Kürtler de var' diye bağıran da, çözülecek veya müzakere edilecek bir Kürt sorunu değil asayiş sorunu olduğu iddiasında olanlar da aynı devlet izanında buluşuyor. Her neyi işlerlerse işlesinler bugün sokaktaki Kürdün etkisi ile tüm kesimler bir kararın arefesinde bulunuyor; çözümsüz geleneksel devlet anlayışları ve tabuları ile yüzleşmek zorunda bırakılıyor.
Belgeler ve tanıkların anlatımları devletin tam 16 yıldır direk Öcalan ve PKK'yi muhatap aldığını gösteriyor. Yakın dönem tarihimizde yaşananlar kamuoyuna empoze edildiği gibi 'Devlet Öcalan'ı muhatap alamaz' yargısının gerçekleri yansıtmadığını gösteriyor. Bu tabunun çoktan kırıldığını gösteren örnekler AKP başta olmak üzere Türkiye'nin güncel siyasi iktidarına yön verenlerin böyle bir gerekçe ile oluşturulmuş çözüm koşullarına direnme gerekçelerini ortadan kaldırıyor.
İlk ilişki Özal'dan
Öcalan'ın 1990'lı yılların başından bu yana devletin dolaylı, aracılı veya kimi direk yöntemlerle muhatap alındığı, kimi görüşmeler yapıldığı, bu görüşmelerin sonunda tek taraflı ateşkesler ilan edildiği daha önce kamuoyuna onlarca kez duyurulmuştu. Öcalan'la devlet adına ilk ilişki dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile kuruldu. Başta YNK Lideri Celal Talabani olmak üzere pek çok aracı ile bu diyaloğu bir çözüm sürecine evirme çabasında olduğunu bizzat Öcalan'ın kendisi defalarca ifade etti. Turgut Özal'ın Talabani aracılığı ile geliştirdiği ilk ilişki 1993 ateşkesine yol açtı. O dönemlerde Özal'a yakın isimlerden biri olan gazeteci Cengiz Çandar da kimi görüşmeler yaptı, süreci takip etti. Özal çözüm için federasyon da dahil her formülü tartışmaya hazır olduğu mesajını verdi. Ancak Özal açılımlarının karşılığını yaşamıyla ödedi. Ondan sonra MİT, daha sonra da Genelkurmaylık adına mesaj gönderenler oldu.
Haddam Erbakan'ın aracısı
Özal dönemindeki açılımın samimiyetine tam olarak güvenmediği için bir fırsat kaçırdığını düşünen Öcalan, REFAH-YOL hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan'ın mesajlarına daha temkinsiz yaklaştığını İmralı'da yaptığı birçok açıklamada dile getirdi. 1998 yılı başlarında, uzlaşma zemini arayan Erbakan'ın Suriye eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam'ın aracılığı ile Öcalan'a mektup gönderdiği ise sonradan kamuoyuna yansıdı. 'Dönemin Başbakanı Erbakan, Cemaat-ül İslam'dan PKK için arabuluculuk istemiş. Onlar da bize başvurdu. Öcalan bir teklif mektubu yazdı. Bu mektubu büyükelçiliğimiz aracılığıyla Erbakan'a verdik...' diyen Haddam, Nisan 2006'daki bir röportajında bu konuda şunları söyledi; 'Biz de (Öcalan'ın) bu teklif mektubunu Ankara'daki büyükelçiliğimiz aracılığı ile dönemin Başbakanı Erbakan'a gönderdik. Bunu okudu ve çekinerek, büyükelçimizden mektubu beraberinde geri götürmesini istedi. Büyükelçimiz, 'Neden bana geri veriyorsunuz? Bunlar sizin ve sizden yanıt bekliyoruz' dedi. Bunun üzerine, Erbakan, yanıtlayacağını ancak önce TSK'den bir komutanla görüşeceğini söyledi, tekrar dokümanların geri gitmesini talep etti. TSK reddetti. Zaten daha sonra Türkiye'nin Öcalan'la bu konuda diyalog sürdürmeyi tamamen reddettiği haberi geldi.'
Pek çok kurum ilişkilendi
MİT-hükümet-Genelkurmaylık üçgeninde değişik aracıların mesajları kesintilerle de olsa eksik olmadı. Bu aktörler görüşmelerini birbirine paralel ama değişik aracılarla yürüttü. Bütün aracılar görüşmeleri devlet adına yaptıklarını iletti. Bu konuda yaşananların arşivlerinde kayıtlı olduğunu daha önce duyuran PKK, görüşmelerin kimi ayrıntılarını da kamuoyu ile paylaştı. Bunlardan Ülkede Özgür Gündem Gazetesi'nde de yer verilen Şahin Cilo'nun anlatımları dikkat çekiciydi. Avrupa sorumlusu olarak diplomatik çalışmalar yürüten KKK Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, kendileriyle diyalog kurma arayışına giren kurumlardan birinin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) olduğunu açıkladı. 1997 yılında MİT'in siyasal çözüm talebini kimi Kürt siyasetçiler aracılığıyla gönderdiğini söyleyen Cilo, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü noktasında kilit kurumlardan biri olan Genelkurmaylık'tan da kendilerine bu tür mesajlar geldiğine dikkat çeti. Bunun dışında Teoman Koman'ın Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde Kürt işveren Mehmet Mehmetoğlu aracılığıyla benzer içerikte mesajlar gönderdiğini ifade eden Cilo, eski MİT Müsteşarı Mahir Kaynak'ın bu mesajlardan haberi olduğunun altını çizdi. Ayrıca benzer bir yaklaşımın TÜSİAD'dan da geldiğini ifade eden Cilo, TÜSİAD'ın göndermiş olduğu mesajlardan da Mahir Kaynak ve Mehmet Mehmetoğlu'nun bilgisinin olduğunu kaydetti.
Genelkurmaylık Fırat'ı gönderdi
Aynı dönemlerde Abdulmelik Fırat'ın Şam'da Öcalan'la görüştüğünü söyleyen PKK'nin Şam diplomasi sorumlusu Delil Amed, 'O dönem Genelkurmaylık Melik Fırat'a rol vermemizi istiyordu. Melik Fırat kendisi de buna dayanarak Önderliğin yanına geldi. Genelkurmaylık'tan aldığı güce dayanarak, HADEP başkanı olmak istedi. Önderlik 'HADEP bir halk hareketidir ve yasaldır. Bu konuda biz bir şey diyemeyiz. Git halk seni kabul ederse olabilir, etmese karışmayız' dedi.' Şam ziyaretinin adından Avrupa'ya giden Fırat, PKK Avrupa Temsilcisi Cilo ile görüştü. Selim Okçuoğlu ile yaptıkları görüşmelerde Okçuoğlu Cilo'ya, Genelkurmaylığın tavsiyesini iletti. Benimsenmeyen Abdulmelik Fırat, HADEP başkanı seçilmeyince o dönemde pek çok HADEP yöneticisi tutuklandı. Öcalan da Fırat'ın Genelkurmaylık'la anlaştığını söyleyerek HADEP'in başkanı olmayı talep ettiğinden pek çok kez ayrıntıları ile dile getirdi. Daha sonra Genelkurmaylık adına gelen bir albayla yapılan görüşmelerin sonunda 1 Eylül 1998 ateşkesini ilan ettiklerini söyleyen Cilo, konu hakkında ilginç açıklamalarda bulundu.
Genelkurmaylıktan direkt ilişki
Genelkurmaylık 2. Başkanlığı'na (dönemin Genelkurmaylık 2. Başkanı Çevik Bir'di) bağlı çalışan Halkla İlişkiler Dairesi'nde görevli Albay'ın PKK temsilcisi Şahin Cilo ile yaptığı görüşmeler, hareketin tarihinde Genelkurmaylık ile PKK arasında gerçekleşen ilk direkt görüşmeler oldu. Cilo, bu görüşmelerde Albay'ın 'Bundan sonra biz de savaşı sürdüremeyiz, siz de. Karşılıklı bir mekanizma oluşturup savaşı durdurmak gerekir' dediğini, fakat bu görüşmelerin sürdüğü dönemde Güney Kürdistan'a 1997 sonbaharında Şafak operasyonu düzenlendiğini, bu nedenle görüşmeleri kendilerinin kestiğini kaydetti. Aynı ilişkinin 1998 yılı ortalarında tekrar işletildiğini belirten Cilo, Genelkurmaylığı temsil eden Albay'ın bu sefer somut öneriler getirmeye başladığının altını çizdi. Yaptıkları görüşmelerin belgelerinin arşivlerinde mevcut olduğunu dile getiren Cilo, Genelkurmaylığın bir ateşkes ilan edilmesi durumunda somut adımlar atmayı önerdiğini belirtti. Ancak 1 Eylül 98'de ateşkesin ilan edilmesinden 15 gün sonra Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde Atilla Ateş çok sert açıklamalarda bulununca Genelkurmaylık adına görüşmelere gelen Albay ile tekrar görüşen Cilo, Albayın, 'Taktiksel yaklaşıyoruz, kötü niyetimiz yok. Biz Suriye'yi sıkıştırıyoruz, başka bir şey yok. İleride biz de ateşkes ilan edeceğiz' dediğini aktardı. Bu gelişmeleri Öcalan tehlikeli bir komplo hazırlığı olarak değerlendirdi.
İmralı'da da ilişkilendiler
Öcalan İmralı'da dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu adına bir subayın kendisi ile görüştüğünü, İmralı'ya getirildiği ilk günlerde 'bu oyunu bozalım' diyen rütbeli subayların ziyaretlerini onlarca defa dile getirdi. MİT Müsteşarı Emre Taner'in Öcalan'la görüşmek için İmralı'ya gittiğini ise geçen yıl Gazeteci Ertuğrul Özkök de yazmıştı.
Avukatları ile 24 Ekim'de yaptığı son görüşmede ise kendisi ile devlet adına yapılan görüşmeleri Öcalan, bakın şöyle özetledi: 'Özal'ın girişimleri oldu. Bunu engellediler. Daha sonra Erbakan'ın girişimleri oldu. İzin vermediler. Ordunun bir kısmı da devreye girdi. Kıvrıkoğlu, zamanında bir albayını göndermişti. Ordu kendi çözümünü böylece hayata koyacaktı. Buna da izin vermediler. Özal'ın çözümünü kabul etmediler, Erbakan'ın çözümünü kabul etmediler, ordunun çözümünü kabul etmediler. Yani böylece bu sorunu çözümsüz bıraktılar. Hatta 2002'lerde Ecevit de girişimlerde bulundu. Ben buraya getirildiğimde benimle görüşmeye gelen yetkili, 'Ben Ecevit adına sizinle görüşmeye geldim' dedi. Gelen her türlü çözüm önerisini karşılıksız bırakmadık. Özal'ın çözümüne olumlu karşılık verdik, Erbakan'ın çözümüne olumlu karşılık verdik. Buraya geldikten sonra da barış ve demokratik çözümün gelişmesi için elimden gelen her şeyi yaptım ve yapmaya devam edeceğim. Çözüm konusunda bir kusur ve eksikliğimiz yok mu diye sorulursa, iki eksikliğimizin olabileceğini düşünüyorum. Bunlardan biri ben Şam'dayken oturduğumuz binaya askeri bir ateşe geldi. Biz Şam döneminde bu kişinin bizi bombalamak için geldiğini düşünmüştük. Bulunduğu binaya bu nedenle gitmiyorduk. Ama daha sonra fark ettim ki bu kişi dolaylı bir diyaloğun önünü açmak için gelmiş olabilirdi. Ben o dönem bu konuda yanlış bir yorum yaptığımı düşünüyorum, onunla o dönem görüşebilmeliydik, onunla irtibat, diyalog, çözüm için bir fırsat olabilirdi. Yine Özal'ın yazdığı mektuba cevap konusunda geciktik. 99'dan sonra, yani buraya getirildikten sonra ise, benim demokratik çözüm için üzerime düşeni fazlasıyla yaptığımı herkes biliyor'.
Öcalan yanıt bekliyor
Bu anlatımlardan devletin pek çok mekanizmasının devlet adına Öcalan'la ilişki kurma, onu muhatap alma sorununun olmadığı açığa çıkıyor. Bu mekanizmaların ilişki kurmak değil kendi içlerinde çözümü kabullenme sorunları olduğu anlaşılıyor. Bu AKP hükümeti başta olmak üzere devlet iktidarını temsil ettiklerini düşünenlerin 'Çözümden yanayız ama, devlet Öcalan'ı muhatap alamaz!' gerekçelerinin ne denli gerçek dışı olduğunu, gerçeğin ise çözümden yana olmamaları olduğunu gösteriyor. Kaldı ki İrlanda, BASK Bölgesi gibi dünyadaki tüm benzer sorunların çözümünun 'Terörist' denenlerin muhatap alınarak geliştiğini artık herkes biliyor. Bu nokta da 'Halkımız demokratik tepkisini yükselterek hükümete ulaşırsa ve halk benden isterse müdahil olurum. Halkımız bana onurlu ve anlamlı bir diyaloğun yolu açıldı ve gel arabuluculuk yap derse ben dahil olurum' diyen Öcalan'ın çağrısı yanıt bekliyor.
FİKRİYE ATEŞ

Evet kültürel soykırımdı!

12eylul_darbesi1_300 Çünkü 12 Eylül Kürtlere konuşma yasağı getirmişti. Yurttaşın evde, sokakta, günlük yaşamında Kürtçe konuşması çıkarılan yasayla engellenmişti. Bir halkın dilini yasaklamak kültürel soykırım değil de nedir?
Diyarbakır Cezaevi'nde sadece işkence yoktu, kültürel soykırım da vardı. Görüşe giden anneler, tek kelime edemeden görüş sürelerini dolduruyordu. Cezaevi duvarlarına büyük harflerle 'Türkçe konuş, çok konuş' sloganı yazılmıştı
Evet darbeden tüm demokratik güçler etkilendi, ancak Kürtlerin anlam ve mana dünyası daha farklı etkilendi. Batıda solcular darağaçlarına gönderildi ama Bölge'de Kürt gençler Kürt oldukları için diri diri yakıldı
Tarih 21 Ekim 2008... Yer Diyarbakır... DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk konuştu ve şöyle dedi: '1980 askeri darbesi hem Kürt halkı için hem de bütün Türkiye için eşi benzeri görülmemiş siyasi, sosyal ve kültürel soykırıma neden oldu.' Bu sözlerden sonra yer yerinden oynadı. Kürt sorunu konusundaki 'bilgisizliklerini', her defasında 'ukala' tavırlarıyla kamufle etmeyi başaran medya leşgerleri, hemen kaleme sarıldılar. Kimi, 'Sen nasıl öyle konuşursun' diyerek isyanını dile getirdi. Kimi de, 'Nankör' diyerek aba altından sopa gösterdi. Medya leşgerleri tepkiliydi ama Ahmet Türk haklıydı. Çünkü 12 Eylül rejimi ile birlikte Kürtlere karşı kültürel soykırım uygulanmıştı. Nasıl mı? İşte soykırımın su götürmez kanıtları...
12 Eylül'e genel bakış
Önce 12 Eylül'e kuşbakışı göz atmakta yarar var. 12 Eylül rejimi ile birlikte siyasal nedenlerle 650 bin kişi gözaltına alındı. Yaklaşık 200 bin kişi hakkında sıkıyönetim mahkemelerinde dava açıldı. 65 bin kişi çeşitli cezalara mahkum edildi. Açılan davalarda 6 bin 353 kişinin idamı istendi, verilen idam kararlarının sayısı 500'ü geçti. Bunlardan 50'si infaz edildi. Yüzbinlerce kişi fişlendi, 388 bin kişiye pasaport yasağı kondu. Bizzat sıkıyönetim komutanlarınca 4 bin 891 kamu görevlisinin işine son verildi ve bir o kadarı da sürgüne gönderildi. Ülke dışına kaçan veya kaçmak zorunda olanların sayısı 30 bin, vatandaşlıktan çıkarılanların sayısı 15 bini buldu. Yüzbinlerce kitap yakıldı, bine yakın sayıda film yasaklandı ve bütün demokratik kitle örgütlerinin kapısına mühür vuruldu. Türkiye'de hiçbir karşı koyma, direniş olayı yaşanmadan bütün toplumsal muhalefet susturulmuş, sol kısa bir sürede darmadağan edilmiş, darbeciler 'korku'lanın önüne çok rahat geçmenin rahatlığını yaşıyorlardı. Ülke dikensiz gül bahçesi haline getirilmişti. Mamak Askeri Cezaevi'nde toplanan siyasi tutsaklara askeri yürüyüş halinde marşlar söyletilip, boy boy fotoğraflar gazetelerde yayınlatılarak, topluma 'İşte sizin kurtarıcılarınız bunlardır' denilerek, sola olan inanç ve güven kırdırılmış, geleceğe olan umutlar karartılmıştı. Üniversiteler eski konumundan çıkarılmış, kimi demokrat-devrimci aydın hocalar ya cezaevlerine konulmuş, ya da kaçmıştı. Kalanlar ise darbeyi ve darbenin dayanağı olan Türk-İslam felsefesi doğrultusunda dersler veriyor, askeri kışlaları yönetilir gibi yönetiliyordu üniversiteleri.
Sadece Kürtler etkilenmedi ama...
12 Eylül rejiminden sadece Kürtler mi etkilendi? Hayır, sadece Kürtler etkilenmedi. Sol, demokratik muhalefeti teşkil eden Türkiyeli yurtseverler de ciddi bedeller ödedi. Ancak 'Solcular da Kürtler kadar acı çekti, bedel ödedi' tezi, bizi Kürtlere kültürel soykırım uygulandı sonucundan uzaklaştırmıyor. Uzaklaştırmamalı da. Çünkü Kürtler 12 Eylül'ü solculardan daha farklı algılar oluşturarak yaşadılar. Çünkü 12 Eylül Kürtlerin anlam ve mana dünyasında daha farklı çağrışımlar doğurdu. Bu çağrışım iki farklı mekanda yaşandı. Biri toplumsal ve siyasal yaşamda, diğeri Diyarbakır Cezaevi'nde. 12 Eylül askeri darbesi, Bölge'de adeta 'işgal' süreciydi. Askerin girmediği ev, köy kalmadı. Her tarafta Apocular aranıyor, köylüler gece yarıları evlerinden çıkarılıyor, anadan doğma soyularak işkence yapılıyordu. Apocular ve silahlar soruluyor, asker istediklerini elde edemeyince de erkekleri kadınların karşısına çıkararak onurlarıyla oynuyordu. İl ve ilçelerde ise infaz ve tutuklamalar gerçekleştiriliyordu.
Diri diri insan yaktılar
Sadece ve sadece bir olayın anlatımı dahi 12 Eylül rejiminin Bölge'de nasıl cereyan ettiğini anlamaya yeter de artar. Tarih 10 Ekim 1981. Yer Dersim'in Ovacık ilçesine bağlı Kale Deresi Mezrası (Derê Garedesi)... 20 yaşındaki Behzat Firik, evinden alındı, ağabeyi Ekber'in gözleri önünde ormanda bir ağaca bağlandı. Sonra işkence başladı... Yüzbaşı Osman Aytekin, askerlerin sırayla ateşte kor haline getirdikleri kasaturayla Behzat'ın vücudunu dağlıyor, yetmiyor gözünü ve yüzünü çiziyordu. Bir grup asker de, yüzbaşının emri üzerine Behzat'a işkence yapıp ateş korlarını vücuduna serpiştiriyordu. Behzat, daha fazla dayanamamış ve kan kusmaya başlamıştı. Vahşet devam etti... Ayakları ateşin içine yerleştirildi. Kesif bir yanık kokusu vadiye yayılırken ayakları dirhem dirhem topuklarına kadar yanmaya başladı. Abisi Ekber Firik, çaresizdi. Bir şeyler yapmak istiyor, ama elinden bir şey gelmiyordu. Gördükleri karşısında daha fazla dayanamayıp bayılıvermişti. Sonra Behzat Firik'in cansız bedenine bir el kurşun sıktılar.
12 Eylül vahşetinin sembolü Kürt genciydi
Sonra ne mi oldu? Behzat'ın babası Firik Dede, dev gibi bir adamdı. Seyit çocuğuydu. Dersim'de tanınan bir insandı. Çöktü, sakal bıraktı. Ölünceye kadar oğlunun yasını tuttu. Sakal ve bıyığına makas vurmadı. Devletten gelen hiçbir yardımı kabul etmedi. Var mı bundan daha iyi 12 Eylül'ü sembolize eden bir olay. Hayır yok. Ama her yıl 12 Eylül rejimi protesto edildiğinde siz 12 Eylül'ün sembol ismi Behzat'ın hiç fotoğraflarının taşındığını gördünüz mü? Siz hiç Behzat'ın yaşadıklarını dile getiren bir sunum işittiniz mi? Siz hiç Türk medyasının Behzat'ın yaşamöyküsüne yer verdiğini duydunuz mu? Peki Behzat kimdi? Üniversite öğrencisiydi. Yoksul bir Kürt genciydi. Var mı böyle bir örnek Batı'da? Hayır. Siz üniversite öğrencisi bir genci diri diri abisinin gözleri önünde yakarsanız, bunun toplumda yaratacağı çağrışım ve algıyı tehditle, inkarla sileceğinizi zannediyorsanız yanılırsınız. Nitekim toplum bunu hiçbir zaman unutmadı. Unutmayacak da.
Bir halka dilini konuşma denildi
Şimdi gelelim 12 Eylül ve kültürel soykırıma... Askeri darbe ile gelen 1982 Anayasası'nın 26'ncı (Düşüncelerin açıklanmasında ve yayılmasında kanunla yasaklanmış herhangi bir dil kullanılamaz) ve 28'inci (Kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayım yapılamaz) maddeleri, yaklaşık bir yıl sonra, yine cunta tarafından çıkarılan 2932 sayılı yasa ile ete kemiğe büründü. 2932 sayılı Türkçe'den Başka Dillerin Kullanımı Hakkındaki Yasa, 'milletin bölünmez bütünlüğü'nü dil bağlamında korumayı istemenin, demokrasiyi nasıl sakatlayabileceğinin en somut örneği oldu. Yasa, 2'nci maddesinde 'Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri (Yasanın yapıldığı dönemde Irak'ta Kürtçe ikinci resmi dildi) dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır' diyerek Kürtçe'yi yasakladı. 3'üncü maddesinde ise, 'Türk Devleti vatandaşlarının anadili Türkçe'dir' diyerek Türkiye'de anadilini bilmeden yaşayan milyonlarca yurttaşın bulunduğu izlenimini yarattı. O dönemde varlığı bile reddedilen bir milletin, doğal olarak varlığı reddedilen dilini, o dilin adını bile ağıza almadan yasaklamanın dahiyane yolunu içeren bu yasa 1991'de yürürlükten kaldırıldı. Anayasa'nın 26 ve 28'inci maddeleri ise Ekim 2001'de Anayasa'dan çıkarıldı. Ancak, tüm yurttaşların anadilinin Türkçe olduğu anlayışını yansıtan 42. madde (Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadil olarak okutulamaz ve öğretilemez) h‰l‰ yürürlükte. 12 Eylül 1980 Darbesi ile Kürtçe konuşmak yasaklandı. Kürt nüfusun hakim olduğu illerde PTT'den tutun da cezaevlerine kadar, neredeyse tüm kamu alanlarına 'Türkçe'den başka dilde konuşmak yasaktır' levhaları asıldı. Türkiye, bu düzenlemeyle bir dili kullanmayı özel yasa çıkararak resmen yasaklayan ilk ve tek ülke olma özelliğini AB uyum yasaları çıkana kadar başarıyla korudu.
Akla hayale gelmeyen işkenceler
12 Eylül ve kültürel soykırım öngören zihniyetinin hayata geçirildiği bir diğer mekan Diyarbakır Cezaevi'ydi. 12 Eylül sürecinde her Kürt ailesinden birileri Diyarbakır Cezaevi'nden geçti. İşkenceler yapıldı orada. Ve bu ciddi bir kırılma noktası yarattı. Bu cezaevi stratejik bir konumdaydı. Çünkü PKK'nin yüzde doksan kadro ve sempatizanının toplandığı bir cezaeviydi. Diyarbakır devlet ve devleti güvenceye almaya çalışan darbeciler için önemli bir merkezdi. Burada alınacak sonuç devletin geleceğini belirleyecekti. Bundan dolayı Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı'na özel harpçi Kemal Yamak getirilmiş, onun ekibinden cezaevi yönetimi oluşturulmuş ve özel politikalarla belirlenen uygulamalar devreye sokulmuştu. Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde uygulanan işkenceler, günlük yaşamda yaşananlar insanın aklına-hayaline gelmeyecek uygulamalardı. Esat Oktay'ın 'Sizi öyle bir hale getireceğim ki, sizi dışarı bıraksak dahi, siz dışarı çıkmak istemeyeceksiniz' sözleri, uygulamaların hangi politikanın sonuçları olduğunu ortaya koymaktaydı. Diyarbakır Cezaevi'nde sadece akla hayale gelmeyecek işkence yöntemleri yoktu. Bunun yanısıra kültürel soykırım öngören uygulamalar vardı. 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'ne görüşe gelen ve Türkçe bilmeyen anneler, on dakikalık görüş süresince oğullarına bakıp gözleri buğulu, tek kelime edemeden görüş sürelerini dolduruyordu. Cezaevi duvarlarına büyük harflerle 'Türkçe konuş, çok konuş' sloganı yazılmıştı.
Bizi bugün acıtan dünün solcuları
Diyarbakır Cezaevi'ndeki PKK'li tutuklular sadece ve sadece Kürt oldukları veya Kürtler lehine taleplerde bulundukları için akla hayala gelmeyen işkence vakalarına maruz bırakılıyorlardı. Çünkü Diyarbakır Cezaevi'nde hayata geçirilen işkence vakaları sadece kimlik talebine yöneltilmişti. Kimliği, ıstırap ve işkence nedeni sayan bir kamu zihniyetini kültürel soykırım olarak tanımlamayacağız da, ne olarak tanımlayacağız? Bize acı veren geçmişimizle yüzleşmeden, o acıyı 'acıtan gerçeklik' olarak gözler önüne sermeden kangrenleşen yaralarımızı nasıl saracağız? Susturarak mı, tehdit ederek mi? Yoksa entellektüel linç girişimleri başlatarak mı? Kültürel soykırım tartışmalarında daha da acı olan gerçeklik ise şudur: Sırf solcu oldukları için 12 Eylül döneminde çile ve işkence çeken dünün sol aydınlarının, bugün sözlerinden dolayı Ahmet Türk'ü eleştiri bombardımanına tutmaları. CENGİZ KORKMAZ

Hakkâri'de yaşam durdu

hakkarikepenkkapatma02 Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kente gelişine tepki olarak Hakkâri merkez, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde kepenkler açılmadı. Araçların kontaklarının da açılmadığı Hakkari ve ilçelerinde güvenlik güçleri yoğun güvenlik önlemi aldı.
Erdoğan'ın ziyareti nedeniyle Hakkâri, Şemdinli ve Yüksekova esnafı kepenk açmadı. Araçların çalışmadığı il merkez ve ilçelerde yaşam durma noktasına geldi. Çevre illerden getirilen takviye ekipleri Hakkâri genelinde yoğun güvenlik önlemleri aldı. Hakkâri'nin birçok noktasına çevik kuvvet ekipleri yerleştirilirken, belirli noktalara ise keskin nişancılar konumlandırıldı.
Yüksekova'da polis, merkezi işgal etti
Yoğun güvenlik önlemlerin alındığı Yüksekova'da ise mahaller de ablukaya alındı. DTP İlçe binası önü başta olmak üzere birçok noktaya onlarca polis yerleşirken, polis iki kişinin bir araya gelmesine dahi izin vermemesi dikkat çekti. Sık sık insanların toplu gezmemeleri yönünde uyarılar yapılırken, uyarı ve önlemlere rağmen bazı noktalarda vatandaşlar birikmeye başladı.hakkarikepenkkapatma022
Protesto gösterileri başladı
Erdoğan, Diyarbakır, Tunceli, Van'dan sonra Hakkari'de de protesto ediliyor. Yüksekova'da bir çok noktasında bir araya gelen gençler, Başbakan'ın gelişini protesto etmek için gösteri düzenledi. Gösterilere polis yer yer müdahale ediyor. Kepenklerin kapandığı ve araçların çalışmadığı Yüksekova'da Mezarlık, Yeşildere, Esentepe, Göhgür mahalleri başta olmak üzere birçok noktada ateşler yakılarak barikatlar kuruldu. Güngür ve Mezarlık mahallerinde, 'Katil Erdoğan, Hakkari'den defol', 'Biji Serok Apo', sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Yürüyüşe geçen kitlelere polis gaz bombalarıyla müdahale etti. Polisin müdahale etmesiyle birlikte bazı noktalarda gruplar ile güvenlik güçleri arasında çatışmalar başladı.
HAKAKARİ (DİHA)

Bir başbakan Van'a geldi ve gitti


van011120085 Kepenkler kapatıldı, protesto gösterileri yapıldı, Van'da hayat durdu; Başbakan Erdoğan protesto gösterileri arasında Van'a gelip gitti.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Van'a yapacağı ziyareti protesto etmek amacıyla kenttin birçok noktasında öğle saatlerinde başlayan protesto gösterileri saatlerce sürdü. Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı kentte yaşam durdu.
DTP İl binası kuşatıldı
DTP İl Binası önünde yapılması planlanan basın açıklaması sırasında İl binası ablukaya alındı. Gerginliği arttıran polisleri protesto eden kitle oturma eylemi yaptı. 'Rûreş Erdoğan', 'Erdoğan Kürdistan'dan defol', pankartları açıldı.
Kitle yürüyüşe geçti
Açıklamadan sonra DTP İl binası önünde toplanan kitle yürüyüşe geçti. Yürüyüşe polis gaz bombalarıyla sert bir şekilde saldırmasıyla, olaylar mahallelere ve ara sokaklara sıçradı. Burada bir araya gelen gruplar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan lehine sloganlar atarak Erdoğan'ın Van'a gelmesini protesto etti.
Konvoy mahsur kaldı
Protesto gösterilerinin devam ettiği Van'a gelen Erdoğan'ın konvoyu Emniyet Müdürlüğü önünde beklemek zorunda kaldı. Bir çok noktada çatışmaların çıkması üzerine Başbakan'ın konvoyu Emniyet Müdürlüğü önünde beklerken, Erdoğan'ın konuşma yapacağı Beşyol'a giren yüzlerce kişi, 'Bijî Serok Apo' sloganını attı. Bunun üzerine Erdoğan'ı bekleyen AKP'liler dağıldı.van011120085aracyakma
Erdoğan konuşurken 10 araç ateşe verildi
Erdoğan'ın Van'da konuşma yaptığı açıklama sırasında birçok noktada devam eden eylemlerde 10 araç ateşe verildi. Erdoğan'ın konuşma yaptığı sırada alana iki noktadan girmek isteyen kitlenin üzerine polis ateş açtı. Gösterilerde 5 gösterici yaralanırken, 15 kişi gözaltına alındı. Öte yandan 8 polis yaralandı. Gösterilerde AKP il binasının camları kırıldı. Kitle, bir itfaiye aracının da bulunduğu 10 aracı ateşe verdi.
Halk İnisiyatifi halkı kutladı
Van Demokratik Halk İnisiyatifi Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın gelişini protesto eden Van halkını kutladı. Halk İnisiyatifi açıklamasında 'Van Demokratik Halk İnisiyatifi olarak artık bir provokatör olduğu tescillenen Erdoğan'ın kentimize gelişini kepenk ve kontak kapatarak, serhildana kalkarak, protesto etme çağrımıza yurtsever halkımızın gösterdiği duyarlılık ve katılımı, sergilediği direnişi selamlıyor ve kutluyoruz' diyerek kutladı. VAN www.gundem-online.com