Başbakan Tayyip Erdoğan, 'Asimilasyon insanlık suçudur' demişti. Ancak bu suçu işlediğini de kabul etmiyor. Kürt kültürü ve diline yönelik Cumhuriyetin kuruluşundan beri yürürlükte olan asimilasyon politikalarını ısrarlı bir şekilde sürdürüyor. Buna karşılık Kürtler ise 'Artık yeter, anadilimizi ve anadilde eğitim istiyoruz' diyor. Bunun için yıllardan beri mücadele eden Kürtler, önümüzdeki dönemde daha kapsamlı eylemlerle bu taleplerini yüksek bir sesle gündeme getirmeye hazırlanıyor. Biz de bu kapsamda Türkiye'nin asimilasyon politikalarını mercek altına aldık. Osmanlı Türk aydınları, imparatorluğun geri kalan kısmını elde tutabilmek için harekete geçmiş, bir ulusu ulus yapan dilin önemini kavramış ve Türkçe'nin bütün imparatorlukta resmi dil olmasını sağlamıştır. Bütün kamu kuruluşlarına da Türkçe bilen görevliler atanmıştır Çok büyük oranda, İttihat-Terakki Cemiyeti / Partisi'nde örgütlenen Türk aydınlarının en önemli hedefi, elde kalan Osmanlı toprakları üzerinde 'Türklerden oluşan bir ulus- devlet' yani bir Türk devleti kurmaktı. Fakak Anadolu sadece Türklerden oluşmuyordu. En büyük 'sıkıntı' buydu Türkiye'nin politikaları asimilasyon ve kolonizasyondur Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Alman Başbakanı Angela Merkel, şubat ayında Almanya'da Türk ve Alman öğrencilerle biraraya geldiklerinde; Başbakan Erdoğan, Almanya'daki Türk gençlerinin sıkıntıları olduğunu belirtip, 'Entegrasyona evet, asimilasyona hayır' demişti. Berlin'deki bir görüşmesinde de yine Erdoğan, 'Asimilasyon bir insanlık suçudur, kimse Türkleri asimile edemez' dedi. Almanya'daki Türk çocukları için de daha çok Türkçe eğitim istedi. Başbakan Erdoğan'ın asimilasyon ile ilgili tespiti hem Almanya'da hem de Türkiye'de oldukça büyük bir tartışma yaratmıştı. Alman yetkilileri, Türkleri asimile etmediklerini, sadece onları sisteme entegre etmek istediklerini söylediler. Başbakan Erdoğan ise Türkiye'ye geri döndüğünde de aynı görüşlerini tekrar etti ve 'Asimilasyon bir insanlık suçudur' dedi. Yani 'Almanların Türkleri eriterek Almanlaştırmak istediklerini ve bir insanlık suçu işlendiğini' iddia etti. Başbakan Erdoğan'ın bu tespiti oldukça çarpıcıydı. Her ne kadar Alman hükümeti bu tespite karşı çıkıp tepki gösterdiyse de, Erdoğan'ın söylediklerinde doğruluk payı vardı. Türk hükümeti de bütün gücüyle bu asimilasyon politikasına karşı duracak ve Türklerin Almanlaşmasını engelleyecekti. Başbakan Erdoğan'ın Almanya'daki Türk toplumuna ve Türk öğrencilerine verdiği açık mesaj buydu. Şubat 2008 tarihinde yapılan bu tartışmalar epeyce ilgimi çekti. Ben de Türkiye'deki asimilasyon çarkından geçen biriyim. Asimilasyondan çektiğim büyük acılardan dolayı asimilasyonu ve özellikle de Türkiye'nin asimilasyon politikalarını yıllardır araştırıyorum. Asimilasyon ile ilgili Türkiye'de kimse Başbakan Erdoğan kadar böylesine doğru bir tespit yapmadı: ASİMİLASYON BİR İNSANLIK SUÇUDUR! Artık bütün dünya da bu konuda hemfikir. Avustralya'da İşçi Partisi hükümeti de, 1910'dan 1970'lere dek süren asimilasyon politikasının kurbanı olan yerli halk Aborjinlerden, uyguladığı asimilasyon nedeniyle samimi bir özür diledi. Bu da ulusal uzlaşma adına tarihi bir adımdı. Yapılan bu tartışmalara biraz olsun katkı sunmak için çalışmalarımı biraz daha yoğunlaştırdım ve günümüz dahil Türkiye'nin asimilasyon politikalarını geniş çaplı araştırdım. Öncelikle asimilasyon konusunda bu kadar hassas olan Başbakan Erdoğan ve partisinin politikaları ve uygulamaları nelerdir, bunu bir görelim. AKP nin ele geçen gizli eylem planında, Kürtçe dili ile ilgili alınması istenen tedbirlerden biri: Tedbir No: 30 'Kürtçe'nin eğitim dili olarak kullanılması konusunun 'Bağımsız Kürdistan ve Kürt Ulusu yaratma' gayretlerinin bir parçası olduğu hususunun, bölücü terör örgütü ve yandaşı kuruluşlar ile bağlantısı ortaya konulacak; ulaşılan sonuçlar yurt içi ve dışındaki çalışmalarda bir mesnet olarak kullanılacaktır. Bölücü terör örgütünün siyasal alanda çok önem verdiği ve üzerinde çalıştığı bu konunun, binlerce yıldır birlikte yaşamış milletimizi birbirine kenetleyen dil bağını koparma maksatlı olduğu, Türkiye'de Türkçe'den başka resmi dil ve eğitim dilinin kabul edilmeyeceği uluslar arası her platformda ifade edilecektir. Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenimi yapılırken, bunlardan herhangi birinin eğitim-öğretim dili olmasına izin verilmeyecektir' denmektedir. İşte bu gizli eylem planı doğrultusunda bir yıl içinde olanlardan birkaç örnek: Eğitim-Sen, tüzüğüne 'anadilinde eğitim' maddesini aldı diye kapatılmayla karşı karşıya bırakıldı. Türkiye'nin en büyük ve güçlü eğitim sendikası, en önemli ilkesini tüzüğünden çıkarmak zorunda kaldı. Bu yüzden EĞİTİM-SEN davayı AİHM'e götürdü. Sendikanın 'Anadilde eğitim' davası h�l� sürüyor. Başbakan Erdoğan, Diyarbakır'daki Sivil Toplum Kuruluşları (STK) temsilcileri ile görüştüğünde, 'demokratik açılım ile anadilinde eğitim' isteyen STK başkanlarına, 'Sadece Kürt kökenli vatandaşlar yok. Çerkesler, Lazlar var. Başkaları isteyince ne olacak? biz de güzel bir laf var: 'Atış serbest, bekara karı boşamak kolay' demiş. (Radikal, 7 Mart 2008) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na Kürtçe dilekçe verdiği için yargılanan Tevn Yayınları sahibi Mehdi Tanrıkulu, 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. (Evrensel, 8 Şubat 2008) Türkiye'ye William girebilir, Welat giremez. 21. yüzyıl Türkiye'sinden demokrasi manzarası: Yedi yaşındaki çocuk, ismi Welat diye Türkiye'ye sokulmadı. Yedi yaşındaki Almanya vatandaşı Welat Dağ, 'Türkçe olmayan karekter bulunduğu' gerekçesiyle yasak olan ismi nedeniyle Türkiye'ye alınmadı. Annesi Yadigar ve kardeşleri Türkiye'ye giriş yaparken Welat Almanya'ya gönderildi. (Radikal, 21 Haziran 2008) Diyarbakır'ın Kayapınar Belediyesi'nin 5 parka vermek istediği Kürtçe çiçek isimleri, Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu'ya takıldı. Vali Mutlu, Berfin (Kardelen), Nefel (Yonca), Daraşin (yeşil ağaç), Beybun (papatya) ve Gülistan (gül bahçesi) isimlerinden sadece Gülistan'ı kabul etti. Mutlu, 21 Temmuz'da belediyeye gönderdiği yazıda, kabul etmeme gerekçesini 5393 Sayılı Yasa'da yer alan bölücü isimlere dayandırdıÖ' (Alternatif, 14 Ağustos 2008) Cezaevi İzleme Komisyonu'nun hazırladığı rapora göre, tutuklu yada hükümlüler kapalı görüş sırasında yakınlarıyla Kürtçe veya Lazca konuştukları takdirde müdahaleyle karşılaştıklarını, eğer Türkçe yapmazlarsa görüşmenin kesileceği konusunda uyarıldıklarını ifade etmişlerdir. Telefon görüşmelerinde Türkçe konuşma zorunlu kılındığını, Türkçe anlamayan bir yakınıyla Arapça, Ermenice yada Kürtçe konuştuğunda telefon bağlantısının kesildiğini ifade etmişlerdir. (Radikal, 20 Şubat 2008) Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kürtçe davetiye ve tebrik kartı bastı diye, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir hakkında çeşitli soruşturmalar açılmıştır. Kürtçe davetiyeler yüzünden Osman Baydemir hala yargılanmaktadır. İçişleri Bakanlığı'nın, belediyecilik hizmetlerini Türkçe'nin yanı sıra, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Ermenice, Süryanice gibi yerel dillerde verme kararı alan ve bunu yaşama geçiren Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve Belediye Meclisi aleyhine yaptığı başvuru sonuçlandı. Danıştay 8. Dairesi 'Belediye hizmetlerinde çok dilli belediyecilik' kararı alan Abdullah Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesine ve belediye meclisinin feshine oy birliğiyle karar verdi. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve Belediye Meclisi görevden alındı. Abdullah Demirbaş Kürtçe kullandığı için, 100 yılı aşkın bir ceza talebiyle karşı karşıyadır. Sur Belediyesi'nin eski başkanı Abdullah Demirbaş ve 12 belediye çalışanı, belediyenin faaliyetlerinde Kürtçe'yi de kullandıkları için yargılanmaya başlandılar. Suriçi'nin Kürtçe tanıtımı, çocuklara yönelik çıkarılan 'Şemamok' isimli dergi ve belediye'de kullanılan Ubuntu isimli Kürtçe yazılımı dava konusu oldu. (Evrensel, 8 Şubat 2008) Soruların cevabı yüzyıllık tarihimizde Niçin en insani hak olan 'bireylere kendi dillerinde hizmet verme' kararı, seçilmiş bir Belediye Başkanının ve Meclis Üyelerinin feshine ve görevden alınmasına neden olmaktadır? 'Türk harflerine muhalefet' deniyor. Bunun gerçekle uzaktan, yakından hiçbir ilişkisi yoktur. Gerçek yüzyıllık tarihte; gerçek, devletin İttihat Terakki'den beri yürüttüğü asimilasyon ve yok etme politikalarında saklıdır. Peki nedir bu önemli politikalar? 'Dil'e gösterilen bu hassasiyet neden? Bu konuda neden gizli eylem planları hazırlanıyor? Niçin bir Eğitim Bilim ve Emek Sendikası olan Eğitim-Sen, tüzüğüne 'Anadilde Eğitim' maddesini aldı diye, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hedef tahtasına konuluyor; kapatılmayla karşı karşıya bırakılıyor ve sendika da tüzüğünden bu en insani, eğitimin olmazsa olmaz ilkesi olan 'anadilinde eğitim' maddesini çıkarmak zorunda kalıyor? Neden üniversite öğrencileri 'Kürtçe eğitim' istedikleri için en acımasız saldırılarla karşılaşıyor ve kendi rektörleri tarafından polise teslim ediliyor, okullardan atılıyor, cezaevlerinde bir suçlu gibi ceza çekiyor? Neden bir çocuğun adı Welat diye ailesinden koparılıp Türkiye'ye sokulmuyor? Biz bunun gibi onlarca sorunun cevabını yine yüzyıllık tarihimizde bulabiliriz. Asimilasyonla ulus devlet yaratmak Herkesin bildiği gibi, Osmanlı toplum yapısı çokdilli, çokkültürlü ve çoketnikli bir yapıya sahipti. Osmanlı'da, imparatorluğunu teşkil eden halkların dillerine, kültürlerine, kimliklerine pek karışılmamış, her milletin kendisini geliştirebilmesi için de çeşitli olanaklar tanınmış ve çokdilli, çokkültürlü yapı büyük oranda korunmuştur. Gelişen milliyetçilik hareketleri Osmanlı İmparatorluğu'nu büyük oranda etkilemiş, 1911 Trablusgarp ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda İmparatorluk en önemli topraklarını yitirmiş ve bu topraklar üzerinde çeşitli ulus-devletler kurulmuştur. Bu sıralarda farklı bir dil ve kültürel özelliğe sahip olmak, ulus olmanın kanıtı olarak görülmekteydi. Osmanlı Türk aydınları, imparatorluğun geri kalan kısmını elde tutabilmek için harekete geçmiş, bir ulusu ulus yapan dilin önemini kavramış ve Türkçe'nin bütün imparatorlukta resmi dil olmasını sağlamıştır. Bütün kamu kuruluşlarına da Türkçe bilen görevliler atanmıştır. Alınan bu kararlar, diğer etnik yapıları rahatsız etmiş, milliyetçilik hareketlerinin daha da gelişmesine yol açmış ve İmparatorluğun dil demokrasisinin sonunu getirmiştir. Türkçülüğün esaslarını oluşturmak Çok büyük oranda, İttihat-Terakki Cemiyeti / Partisi'nde örgütlenen Türk aydınlarının en önemli hedefi, elde kalan Osmanlı toprakları üzerinde 'Türklerden oluşan bir ulus- devlet' yani bir Türk devleti kurmaktı. Bunun adı da 'Türkiye' olacaktı. Böylece Anadolu, 'Türklerin anayurdu' olarak belirlenir, fakat Osmanlı toplum yapısı bir Türk ulus-devleti için müsait olmadığı gibi, ortada 'Türk ulusu' denecek bir oluşum da yoktur. Bunu en iyi ifade eden 'Türkçülüğün Esaslarını' yazan ve Türkçülük düşünceleri günümüzde de oldukça etkili olan Ziya Gökalp'tir. Gökalp o günkü tabloyu şöyle çizmektedir: '...Rumeli ahalisi umumiyetle Arnavuttu; Karadeniz sahili yalnız Lazlarla, Şarki Anadolu yalnız Kürtlerle meskundu. Böyle bir coğrafi kavmiyet unvanı bulamayanlar da mefahirini daha parlak gördüğü kavimlerden birine gönüllü yazılıyordu. Bu suretle aslen Türk olan birçok genç Arnavutlukla, Araplıkla, Kürtlükle iftihar ediyorlardı. Türklükle mübahat eden tek bir fert yoktu. 'Türk' kelimesini ayıplı unvanlar gibi kimse üzerine almıyordu.' (Gökalp, 1976: 47) Levent Ürer de, 'Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları' adlı yapıtında şu önemli tespiti yapar: '...Bütün dünyada, hatta Osmanlı yöneticileri ve aydınları arasında Türk, bu İmparatorlukta sadece önemsiz bir unsur olarak tanınıyordu. Abdülhamit zamanında, Anadolu'da dolaşan Avrupalı araştırıcı ve gözlemcilerin bu dönemdeki ifadeleri, Türklerin Anadolu'da iğreti bir azınlık olduğu, nüfuslarının azaldığı, ekonomice yok sayılabilecek durumda oldukları yolundadır.' (Ürer, 2003:70) O dönemdeki gayrimüslimlerin İmparatorluktaki nüfusu da yüzde 20-25 oranındadır. Böyle bir tablodan 'Türklerden oluşan bir Türkiye' yaratmak istenmektedir ve bunu planlayanlar da Türk milliyetçiliğinin kurucu Partisi / Cemiyeti İttihat Terakki'dir. Bunun için ciddi plan ve projeler geliştirilir. Birinci aşama gayrimüslimlerin 'bünyeden atılması'dır. Bu unsurların yurt olarak belirlenen Anadolu'dan mutlaka temizlenmesi gerekir. Bu plan Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve Yahudiler üzerinde acımasızca uygulanmış ve Anadolu, belki de tarihindeki en karanlık, en korkunç ve insanlık dışı günlerini yaşamıştır. I. Dünya Savaşı'nın oluşturduğu şartlarda ve sonrasında, gerçekten de Anadolu gayrimüslimlerden temizlenmiştir. İkinci aşama 'Türk olmayan Müslümanların' kendi yerleşim bölgelerinden uzaklaştırılarak, hızlı bir asimilasyon için, Türk bölgelerine serpiştirilmeleridir. Bu plan gereğince, 1913-1916 yılları arasında, Anadolu nüfusunun 15 milyon olduğu bir dönemde, 5 milyon insanın yeri değiştirilmiştir. Ayrıca, Anadolu'nun Türkleştirilmesi için yeni bir iskan politikası da hayata geçirilir ve Balkanlardan kaçanlar, Anadolu'ya sistemli bir şekilde yerleştirilir. Geliştirilen bu Türkçülük politikalarından Anadolu'daki büyük- küçük bütün etnik yapılar paylarına düşeni fazlasıyla alacaktı, fakat esas belirleyici olan Kürtler gibi büyük gruplardı. 1. Dünya Savaşı yenilgisi İttihat Terakki Partisi'nin sonunu getirse bile, önemli toplumsal projelerini ve 'Türklerden oluşan bir ulus-devlet' yaratma hayalini geride bıraktığı cumhuriyetin kurucu kadroları devralmıştır. Mustafa Kemal'in ilk yaklaşımları Dağılan Osmanlı Devleti'nin mirası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur. Cumhuriyetin asıl kurucu üyeleri Türkler, Kürtler, Çerkesler, Lazlar, Araplar vs. olmak üzere, Anadolu'da yaşayan diğer Müslüman halklardır. Bunu en açık bir şekilde Mustafa Kemal Paşa dile getirmiştir. 1920'de Büyük Millet Meclisi'nde yapılan bir tartışma üstüne, Mustafa Kemal açık ve net konuşmuştur: 'Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada maksut olan ve Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden mürekkep (oluşmuş) Anasır-ı İslamiye'dir...' (Günel, 2006: 287) Türkiye'nin Lozan'a giderken de Misak-ı Milli'nin 'Kürt ve Türklerin oturdukları toprakları' kapsadığını duyurarak gitmiştir. İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti Lozan'da, 'Türkler ve Kürtler' adına hareket eden ve her iki halkı temsil eden bir bileşim olduğunu dile getirmiştir. GÜLÇİÇEK GÜNEL TEKİN Eğitimci-Araştırmacı Yazar YARIN: Cumhuriyetin dilkırım politikaları Şark ıslahat fermanı Vatandaş Türkçe Konuş! CHP ve İskan Kanunu Türkiye'nin asimilasyon politikaları 2 'Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek mübadele ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum' İskan Kanunu, dilediği kimseleri dilediği yerlere nakletmek ve hatta büyük kitleleri oturdukları yerlerden zorla göç ettirerek başka yerlerde iskan eylemek, fertleri, sülaleleri icabında hudut dışına çıkarmak gibi çok şumullü haklara sahiptir... Cumhuriyetin 'dilkırım' tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası alanda resmen tanındıktan sonra, İttihat Terakki'nin hayalini kurduğu 'Türklerden oluşan bir Türkiye' projesi hayata geçirildi ve 1924 Anayasası, Türkiye halkını 'Türk' olarak tanımladı. Ayrıca vatandaşlık da 'Türk' olma koşuluna bağlanıyordu. Türklerden oluşan bir ulus-devletin inşası için CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) ve hükümeti çeşitli plan ve projeler geliştirdi. Ulus-devletin inşası için çeşitli raporlar hazırlandı. Cumhuriyet Halk Fırkası / Partisi tarafından Türk milliyetçiliğinin memleket dahilindeki hedefi ise şöyle belirlendi: 'Tek bir dil konuşan, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan yurttaşlardan oluşmuş siyasi ve içtimai bir bütün meydana getirmek, yani vatan içinde 'anadili tek, ülküsü tek birlik bir millet' yaratmaktır. Bu hedefin tahakkuk yolları: Bu memlekette her şerefin ve nimetin Türkçe ve kendisini Türk hissederek Türkçülükten başka bir kavmiyete bağlılık göstermeyenlere has olduğunun tam bir şuurla zihinlere nakş edilmesi.' (Bulut, 1998: 174) Şark Islahat Fermanı 'Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmak için' ölümden de daha kötü olan 'Şark Islahat Planı', 1925 yılında hazırlandı ve uygulamaya kondu. Kürtler için 'ölüm fermanı' anlamına gelen Kürtçe'nin Cumhuriyet döneminde ilk kez yasaklanması bu plan uyarınca gerçekleşti. Bu aynı zamanda Kürtlerin tarihinde ilk kez uygulanan bir 'dilkırım' yani 'beyaz katliam'dır. Şark Islahat Planı gereği Türkiye'nin batısına sürgüne gönderilen Kürtler, boyunlarına takılan zincir ve ayaklara bağlanan prangalar ile ıslah edilmeye çalışılıyor Planın 41. Maddesi şöyle: 'Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısnımansur (Adıyaman), Besni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emrine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.' (Cemal, 2003: 379) Planın bir maddesinde şöyle deniyordu: 'Fırat'ın batısındaki bölümlerde dağınık biçimde yerleştirilmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları tamamen yasaklanmalı ve kız okullarına önem verilerek Türkçe konuşmaları sağlanmalıdır.' Plana göre, 'sivil ve askeri mahkemelerde yerli hakim bulundurulmayacak, idarenin her şubesinde, hükümet nüfuzunu güçlendirmek için Kürt memur çalıştırılmayacak, okullarda, belediyelerde, devlet dairelerinde, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar cezalandırılacaklardı.' (Göldaş, 2003: 29) Nitekim, Türkçe'den başka dil kullananlar cezalandırıldı. Koyunun 25 kuruş ettiği dönemde, konuşulan her Kürtçe kelime başına 5 kuruş ceza alındı. Kendi dilini konuşan Kürt halkına her türlü maddi ve manevi baskı uygulandı. Vatandaş Türkçe Konuş! 15 Ekim 1927 tarihinde toplanan CHF'nin büyük kurultayında da, partinin en büyük amacının 'dil birliği'ni sağlamak olduğu belirtildi ve hemen ardından da, Dar-ül-fünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti, azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur eden 'Vatandaş Türkçe Konuş!' kampanyasını başlattı. Gerçekte hükümet politikası olarak da yürütülen bu kampanya sadece yasalarla kalmadı, aynı zamanda bir saldırı ve şiddet politikasına da dönüştü. Kendi dilini konuşanlar taciz edildi, dövüldü ve 'Türklüğe hakaret' suçuyla yargılandı. Yine CHF'nin azınlıklardan sorumlu IX. Bürosu'nun, 1939-1940 yıllarında hazırlandığı sanılan azınlıklar konusundaki raporunda, 'anadilleri Türkçe'den başka olan ve küçük topluluklar halinde yaşayan Müslim Yurttaşlar' konusunda da şu çarpıcı belirleme yapılmaktadır: 'Bunlardan köylerde cemaatler halinde yaşayanlar şunlardır: Muhtelif vilayetlere dağılmış yüz bin kadar Çerkez, Karedeniz sahillerimizin doğu şimalinde altmış beş bin kadar Laz, muhtelif yerlerde elli bin kadar Gürcü, yirmi beş bin kadar Arnavut, yirmi beş bin kadar Boşnak ve otuz beş bin Pomak. Ancak bunlar şehir ve kasabalardaki gibi Türk camiası içinde dağılmış olmayıp, köylerde toplu bir halde yaşayarak dil ve geleneklerini muhafaza ve idame etmektedirler... Milli birliği bozan bu durumun ortadan kalkması için bu cemaatlerin Türklüğe temsilleri (asimilasyonları) lazımdır... Yapılacak şeylerin en mühimi, bilhassa hudutlarda bulunan Lazların içerilere alınması ve bütün bu kavimler nerede olursa olsunlar bunların toplu olan köylerinin dağıtılması, bunun mümkün olmadığı yerlerde ve hallerde de en verimli ve en zengin köylerden başlayarak buralara en az yüzde elli nisbetinde Türk yerleştirmek ve buralarda okullar tesis ederek planlı bir şekilde bunları Türkleştirmek. ' (Bulut, 1998: 181) CHP ve İskan Kanunu Azınlıklara ait işlere bakan 1X. Büro'nun, CHP Genel Sekreterliği'ne sunduğu raporunda Kürtlere de büyük yer verilmektedir. Bu raporda yer alan çok çarpıcı belirlemeleri aktarıyorum: 'Bir kısım Doğu ve Cenupdoğu Vilayetlerinde Ekseriyet Teşkil Eden Kürtler. Kanaatimize göre Türkiye'de en mühim milliyet meselesi Kürt meselesidir. Eldeki istatistiklere göre 31 Vilayette muhtelif lehçelerle Kürtçe konuşan nüfusun sayısı bir buçuk milyonu geçmekte... Irkları, eski milliyetleri ne olursa olsun, bunlarla aramızda milli birliğin en esaslı amili olan dil birliği yoktur. Bu realiteyi açık ve sarih olarak görmek lazımdır. 'Dağ Türkü, Yayla Türkü' gibi tabirlerle hakikati kendi gözlerimizden saklamak zarardan başka bir şey getirmeyeceği gibi, bunların Türk olduğuna da mazileri ne olursa olsun bugün ne kendilerini ve ne de başka bir kimseyi inandıramayız. Bunun için memleketin büyük bir kısmında yabancı bir unsurun toplu olarak yaşadığını bilmek ve itiraf etmek ve buna göre tedbirler almak zaruridir... Bağlı haritaya bakacak olursak Ağrı, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Tunceli, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Urfa vilayetlerinde Kürtler nüfusun yüzde altmışından fazlasını teşkil etmekte ve muayyen bir memleket parçasında ekseriyet halinde bulunmaktadırlar... Bu durumu göz önüne alarak memleketin bu kısmı için müstacalen (acilen) hususi tedbirler almaya mecburuz. Bir taraftan Kürt nüfusunun çokluğu, diğer taraftan oturdukları sahanın genişliği dolayısıyla Çerkez, Arnavut, Gürcü gibi küçük yabancı kavimler için teklif ettiğimiz temsil (asimilasyon) tedbirleri bu seha için kafi değildir. Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek mübadele ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum. 1-Manevi Tedbir: Manevi tedbirden maksadım, memleketin bu parçasının anavatanın herhangi bir köşesinden burası en zayıf ve tehlikeli yerimiz olması dolayısıyla, hususi bir itinaya muhtaç olması... 2-İskan Tedbiri: Sadede girmeden şurasını arz edeyim ki Türkiye Cumhuriyeti 'Birlik Bir Millet' yaratmak işini daha ilk kuruluşunda göz önüne almış ve malum mübadeleyi yaparak memleketimiz için çok mühim olan Rum davasını Anadolu için halletmiştir. Yalnız Türkçe'den başka dil konuşan Müslüman vatandaşların temsili (asimilasyonu) işinde esaslı adımlar atmak için henüz vakit ve imkan bulunamamıştır. Bu yoldaki son teşebbüs 21.V1.934 tarihinde neşredilen 2510 sayılı İskan Kanunu ile yapılmıştır. Bu kanun 'Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus oturuş ve yayılışını' tanzim etmeyi tasarlamış ve bu hedefe varabilmek için, hükümete çok esaslı tedbirler almak imkanını vermiştir. Bu kanuna göre hükümet memleketi bu bakımdan muhtelif bölgelere ayırarak buralara toplu Türk muhacirler iskan etmek, buralardan dilediği kimseleri dilediği yerlere nakletmek ve hatta büyük kitleleri oturdukları yerlerden kaldırarak başka yerlerde iskan eylemek, fertleri, sülaleleri icabında hudut dışına çıkarmak gibi çok şumullü haklara sahiptir...' Halbuki kanunun ruhu tamamen bir temsil (asimilasyon) ve dahili kolonizasyondur. Bu kanunun bu tarafının işleyememesinin sebebi, kısmen dünya harbinin doğurduğu durum olmakla beraber bu iş için kurulan idare makinesinin da bu büyük iş için yeter olmamasıdır... Ancak bu iskanın iyi bir netice verebilmesi için yukarıda saydığımız mıntıkalara yerleştirilecek olan Türk nüfusunun miktarı buralarda oturan Kürt nüfusuna tekabül etmeli ve medeni seviye bakımından Kürde üstün olan bu muhacirler mıntıkalarına göre, istihsal vasıtası ve aletleriyle tam bir surette teçhiz olunarak maddeten de üstün bir hale getirilmelidir. Bu verimli ovalara yerleştirilecek olan Türk nüfusu ve bölgelerin iklimine uyan ve memleketin kesif bir surette meskun olan mıntıkalarından alınabilir. Ayrıca bu sahalara memleketimiz dışında oturmakta olan Türk nüfusu da getirilebilir. Bu hususta ilk hatıra gelen kısım Romanya ve Bulgaristan Türkleridir, ki bunlar oralarda tedrici bir surette erimeğe mahkumdurlar. İkinci kısım olarak İran'ın Kürt ve Farslarla meskun olan Şiraz bölgesinde oturan ve nüfusu 200 bini aşan ve büyük bir hayvan servetine malik olan Kaşkailer düşünülebilir. Bu suretle bu mıntıka için hariçten bir milyona yakın bir nüfus elde edilebilir ki bu yekun Aras, Murat, Şimali Fırat ve Dicle mailelerinde oturan Kürt nüfusunun üstüne çıkar. Buralarda halen oturmakta olan Türkler de hesap edilirse mevcut Türk nüfusu büyük bir ekseriyet kazanmış olur. Aşiretlerin İskanı: Göçebelik devam ettiği müddetçe temsil (asimilasyon) politikasının büyük zorluklara maruz bulunduğu bugün herkes tarafından anlaşılmış bir hakikat olduğundan burada bu işin lüzumundan bahsetmek fazla olur. Yalnız bu işin de diğer umumi iskan işi gibi halen iyi işlemediğini zikretmek kafidir. Temsil İşinde Şehir ve Kasabaların Kolları: Şark Vilayetlerinde şehirler öteden beri büyük bir temsil (asimilasyon) makinesi rolünü oynamışlardır... Binaenaleyh ilk yapılacak işlerden biri bu havalideki şehir ve kasabaların kuvvetlendirilmesidir. Bu da her şeyden evvel buralara gidecek olan her türlü yolların bir an evvel yapılması ile başlayacak ve bu yollar bu şehir ve kasabaların pazarlarını memleketin diğer iç pazarlarına açacaktır. Pazarı Türkleşen bir kasaba temsil (asimilasyon) makinemize ilave edilmiş kuvvetli bir çark demektir... Temsil İşinde yolun Ehemmiyeti: ...Bugün demiryolunun geçtiği her yerde Türkçe'nin yayılmaya başladığını zikretmek bir borçtur. Diyarbakır'dan kalkarak Cizre'ye, Elazığ'dan çıkarak, Muş üzerinden Tatvan'a gidecek olan iki demiryolu temsil (asimilasyon) işimiz bakımından yol politikamızın bel kemiğini teşkil edecektir... Temsil İşinde Maarif (eğitim) Teşkilatının Rolü: ...Bu mıntıkada yaşayan ve Türkçe'den başka dil konuşan insanların okutulup okutulmayacağı hakkında öteden beri çeşitli fikirler serdolunduğundan bu meseleyi kısaca münakaşa edip bir hükme varmak zaruridir. Bir topluluğun temsilinin (asimilasyonunun) ilk şartının o topluluğa kendi dilimizi öğretmek olduğu bir mütearife (bilinen şey) dir. Bir dilin de ilk evvel bu mantık ve müessir yayın vasıtası okuyup yazmaktır. İnsanlık büyük kitlelerin okuyup yazmasının henüz okuldan başka bir vasıtasını bulamamıştır. Binaenaleyh bizim de bu vasıtaya müracaatımız zaruridir. Yani biz de bu bölgedeki insanlara kendi dilimizde okuyup yazmak öğreteceğiz ve bunun için maarif teşkilatı yapacağız. Yalnız bu maarif teşkilatına şimdiye kadar takip ettiğimiz esasların dışına çıkarak hususi şekillere bağlamaklığımız lazımdır. Bunun için koyacağımız ana kaideler şunlar olacaktır: 1-Şehir ve kasabaların temsil işinde rollerini arz ederken buralarda mecburi ilk öğretimin devlet yardımıyla tam tatbikini teklif etmiştim. İlk iş olarak bunun ele alınması. 2-Bu bölgede ilk ağızda münhasıran Kürt olan köylerde okul açılmayarak ilk önce nüfusu karışık olan köylerde açılması. Şimdiye kadar yapılan tecrübelerden okul bulunan muhtelif köylerde Kürt çocuklarının Türkçe konuştukları ve Türkçe'nin evlere girdiği, okul bulunmayan muhtelit (karışık) köylerde ise Türk çocuklarının Kürtçe konuşarak Türklerin Kürtleştiği her zaman görülen ve idare adamlarınızca tespit edilen hadiselerdir... 3-Bir taraftan muhtelif köylerde ilk öğretimi yayarken diğer taraftan da hususi bir maarif teşkilatıyla sakinleri münhasıran Kürt olan köylerin çocukları için bölge yatılı ilk okulları tesisine başlanmalıdır. Bu okulların hedefi bu çocuklara anadillerini unutturarak Türkçe'yi ana dilleri yerine ikame etmek olacaktır. Bunun için bu okullar yarı yarıya Türk çocuklarından teşekkül etmelidir. 4- Bu esaslar dahilinde kurulacak olan maarif teşkilatında çalışacak öğretmenlerin ana dillerinin Kürtçe olmamasına hususi surette itina ve dikkat edilmelidir. 8- Bir dili en iyi ve kolay öğreten anadır. Bunun için bu mıntıkalarda kızların tahsiline bilhassa itina etmek temsili (asimilasyonu) bir kat daha kolaylaştıracaktır. Dokuz maddede arz ettiğim bu teşkilat kelimenin en geniş manasıyla yalnız ana hatları göstermektedir. Bu işin bütün teferruatıyla planlaştırılması hükümetin vazifesidir.' (Bulut, 1998: 182-191) GÜLÇİÇEK GÜNEL TEKİN Eğitimci-Araştırmacı Yazar YARIN: Çarpıcı asimilasyon raporları İnönü: Erzincan Kürt merkezi olursa, Kürdistan'ın kurulmasından korkarım Celal Bayar'ın Şark Raporu Dersimli okşanmakla kazanılmaz Devletin Bölge'ye uygulayacağı kalkınma program esasları MGK'nin Kürt Raporu |
0 Yorum:
Post a Comment