Balon erken patladı Hasan Bildirici
Türk Genelkurmayı hapishanedeki emekli generallerine destek ziyaretinde bulunup yanlış anlaşılmamak için epeyi sabretti. Neyse ki, beklenen ziyaret bugün gerçekleşti. Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, Kandıra F Tipi Cezaevinde “Ergenekon Davası”ndan tutuklu bulunan Org. Şener Eruygur ve Org. Hurşit Tolon’u ziyaret etti. Ziyaret, Genelkurmay internet sitesinde yayınlandı. Ve Ergenekon dosyası da iddianamesiyle ile birlikte bugün öldü. Genelkurmay adına emekli generalleri ziyaret eden Korgeneral Galip Mendi, herhalde onlara çıtlatmaları için çekirdek, okuyup eğlenmeleri için çizgi romanlar, avluda güneşlenmeleri için güneş kremi götürmedi. Götürülen şey Genelkurmayın açık desteği idi. Bu destek, önceki gün emekli olan Genelkurmay Eski Başkanı Büyükanıt’ın Şemdinli’de cinayet üstü yakalanan Ali Çavuşlar için, “tanırım, iyi çocuklardır” demesinden daha şiddetli bir destektir. Bu destek, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor,” diyen iyimser herkese verilmiş bir Genelkurmay dersidir. Bu destek, Türkiye demokrasiye doğru gidiyor diyen yarım akıllı Kürtlerin akıllarıyla alay etmektir. Bu destek, Kürtleri de kandırmaya çalışan dolandırıcı Fettuhlahçı basına indirilmiş ağır bir şamardır. Hepsi suçlu, hepsi Ergenekoncu olan Türk ordusundan birkaç general eskisini ayırıp tutuklamak saçma sapan bir şeydi zaten. Hurşit Tolun ile İlker Başbuğ arasındaki fark nedir? Sima ve beden ölçüleri dışında herhangi bir farkları yoktur. Hatta icraatları açısından İlker Başbuğ’u Hurşit Tolun’dan daha suçlu ve zalim bulanlardanım ben. Neyse, Genelkurmay’ın bu açık desteğinden sanırım herkes payına düşeni alır. Başta savcılar ve hakimler... Şimdi el ve ayakları titremeden yargılama yapsınlar bakalım! Kemalist diktatörlerle; sağcı, dinci, katliamcı diktatörler arasındaki mevki, makam ve akçe kavgasını bize “demokrasi” ve “Türkiye’nin kendi bağırsaklarını temizleme” olarak yutturmak isteyenlere karşı her zamanki sözümüzü yineleyelim: “Türkiye gibi ülkeler kendi içlerinde adam akıllı bir hukuk mücadelesi yaşamadıkları sürece düzlüğe çıkamazlar. Temeli bozuk sistemi hiç kimse çatıdan düzeltemez.” 1914’lü yıllarda İttihatçılar Osmanlı’yı savaşa sokup parçalamışlardı. Enver, Cemal ve Talat Paşalar kaçmak zorunda kalmıştı. Bugünün Türkiye’si İttihatçıların kaçtığı 1920’li yılların Türkiye’sinden de geridedir. Şehirler, kasabalar, köyler bilinçsiz ve cahil İttihatçı güruhların kuşatması altındadır. İttihatçı sistem artık her çap ve kalibrede bebekten katil yetiştirmektedir. Bu sistemde devlet sorumluları; asker veya sivil, büyük bir koruma ordusu ile gezebilmekte, herkes birbirinden korkmaktadır. Kürtler, Türk şehirlerinde linç kültürü altında yaşamaktadırlar. Bu hayatın, bu ilişkilerin, bu yaşamın, bu tür bir komşuluğun çekilir bir hali yoktur. Bu sistemin bu şekilde sürmesinde sadece Türk devletinin payı bulunmuyor; Ankara’daki Ergenekon sisteminin konumlandığı kurumları Kürtlere kurtuluş ve huzur adresi olarak gösterenlerin de bu sistemin devamında pay sahibidirler. Basit bir örnek vermek istiyorum: Bugün dünyaya hükmeden en demokratik ülkeler; Amerika, Almanya, Fransa, Rusya, İngiltere... İspanya... Defalarca iç savaş yaşamış ve iç savaşlarının kanlı ufkundan özgürlük ve adaleti çıkarmışlardır. Türkiye’de yaşanan iç savaşlar ise sürekli tek yanlıdır. Egemen devletin kontrolünde, onun zamanlamasında süren, onun niyet ve hedeflerine göre biçimlenen kontrollü iç savaşlardır. Üstelik her gerilim ve çatışmanın faturası bu işin mağduru olanlara, Kürtlere ve yoksullara çıkarılmıştır. Haksızlığın, hukuksuzluğun, zorbalığın nedeni devlet her çatışma ve gerilimden güçlenerek çıkmış; Kürtler ve daha adil bir ülke isteyen solcular analarından doğduklarına bin pişman edilmişlerdir. İki yüzlü Amerika ve Avrupa çıkarcılığı her koşul ve şart altında Türk Ergenekon sistemini desteklemekle Türkiye’de hukuk oluşturacak bir iç savaşın yaşanmasına sürekli engel olmuşlardır. Bir iktidara sürekli tank, top, silah, para, malzeme ve uluslar arası destek verirsen o ülkeden yaşayan etnik ve siyasal muhalifleri peşinen mağlup etmiş olursun. İki yüzlü ABD ve iki yüzlü Avrupa’nın sürekli yaptığı budur. Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Türkiye’nin Kürt sorununu çözeceğine hiçbir zaman inanmadım ben... Türkiye’nin bu haliyle değişeceğini öne süren muhaliflerin de genellikle sendika ve siyaset ağalığı ile meclis maaşı alan muhalifler içinden çıktığını gördüm…
Onlar hem devleti hem ezilenleri idare ettiler. Bu tür siyasi dolandırıcılıkla bugünlere kadar geldik. Neyse ki Genelkurmay tavrını net koydu, açık koydu. Kürt ulusal hareketleri, işçi sendikaları, Türk sol partileri; kendi sınıf ve halk çıkarlarını savunmak açısından Türk Genelkurmayı kadar net, cesur, korkusuz olmadıkları sürece; muhaliflik yaptığını söyleyenler tarafından dolandırılmaya devam edeceğiz... Türk devleti barıştan anlamaz. İnsanlıktan anlamaz. Katiller, tabiatları gereği, ensesinden vurup yere indirdikleri mağdur veya maktullerle iktidar ve yaşam ortaklığı yapmaz...
Neyse ki, bizimkileri de büyülemiş olan Ergenekon balonu erken söndü. Demokratikleşme balonu önceden sönmüştü. Kürtlük adına Türk devletinden beklenen “iyimser diğer balonlar” söneli çok oldu. Ortadoğu’da ışıklar, sönen yıldızlar gibidir. Bazı yıldızlar sönmüş ve uzayın sonsuzluğunda dağılmış olduğu halde biz onların ışıklarını bir süre daha alırız. Kürtlüğe çözüm diye öngörülen feri sönmüş ışık yansımaları bir süre daha parlayacak. Sonra her şey kendi aslına; İttihat ve Terakki Cumhuriyeti altındaki yaşamanın o ağır ve çekilmez karanlığına bürünecek... Topraklarımızı halklar mezarlığına çevirmiş alçaklardan adalet istemeyen insanlar olarak bu dünyadan göçüp gitmek ne büyük bir bahtiyarlık... Ülkemiz altında yatan milyonlarca bahtsız ve vakitsiz ölü; bizlerden, çözüm ve bahtiyarlık getirmeyen aldatıcı muhalifliğin gen yapısını ve şifrelerini deşifre etmemizi buyuruyor. Ergenekon ordusunun, hapishane Ergenekonu’nu ziyaret etmesinin hiçbir şaşırtıcılığı yok. Muhalif geçinenleri birbirine düşüren ölü Ergenekon dosyasının ruhuna el fatiha... Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com Kurdistan-post.org |
Saturday, September 6, 2008
Balon erken patladı
KurdTime : Saturday, September 06, 2008 0 Yorum
Özgün Bir Kürt Düşüncesi Var mı?
İsmail Beşikçi 68’liler ve Kürtler 1960’ların başlarında ve ortalarında, Kürtler Türk solu içinde , özellikle Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde örgütleniyorlardı. Milli Demokratik Devrim (MDD) içinde örgütlenen Kürtlerin sayısı azdı. 1960’ların sonlarına doğru, Kürtler kendi örgütlerini kurup Türk solundan ayrılmaya başladılar. Devrimci Doğu Kültür Ocaklar (DDKO) bu örgütlerin başında yer alır.
1967 sonbaharında gerçekleşen Doğu Mitingleri, DDKO’yu önceleyen önemli bir toplumsal ve siyasal olaydır. Doğu Mitingleri’ni TİP ve Kürt yurtseverleri birlikte düzenlemişti. 1966 da Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ (TKDP) Kürt yurtseverlerin etrafında toplandığı önemli bir örgütlenme oldu. Bu illegal yapı içinde, daha sonra, Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi ayrışması yaşandı. Kürtlerin, Türk solundan ayrılıp kendi örgütünü kurmaya çalışması, toplumsal bilicin, Kürtlük bilincinin gelişimiyle ilgiliydi. Yükselen bilincin, Kürdistan’ı ve Kürtleri nasıl algıladığı da önemliydi. Yükselen bu bilinç Kürdistan’ı nasıl algılıyordu? Bu da irdelenmesi gereken bir konudur. O dönemde, o yıllarda,, Türk solu, “emperyalizme karşı mücadele”, “bağımsız Türkiye” gibi sloganlar kullanıyordu. Türk solu bu çerçevede etkinlik gösteriyordu. Ama, Türk solundan ayrılıp kendi örgütünü kurmaya çalışan Kürt solu da bu sloganları aynan kullanıyordu. Kürt solu da bu sloganlar çerçevesinde faaliyet gösteriyordu. Bu, ister istemez, “özgün bir Kürt düşüncesi var mıdır?” sorusunu akla getirmektedir. Özgün bir Türk düşüncesi vardır. Bu, her şeyden önce anti-Kürt bir düşüncedir. Bu, Kürt sorununa, haklar ve özgürlükler açısından değil, güvenlik anlayışı açısından bakan bir düşüncedir. İstisna yazarlar, kurumlar olabilir. Fakat bu istisnalar, Türk düşüncesinin bu ana içeriğini değiştirmez. 1960’larda, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısına sahip oldukları kanısında değilim. Sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı günümüzde var mı? Bu da ayrıca sorulması, cevaplarının aranması gereken bir sorudur. Bu konuda, Kürt Demokratik Çalışma Grubu’nun, TEVKURD çevresinin düşüncelerinin ve tutumunun dikkate değer olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı nedir? Kürtler ve Kürdistan, Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve daha sonra, 1920’li yıllarda, Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Ortadoğu’nun ortasında, 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Kürtlerin ve Kürdistan’ın, dünyada, uluslar arası ilişkilerde küçücük bir siyasal statüsü yoktur. Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde, İslam Konferansı’nda vs. Kürtlerin adı anılmamaktadır. Kürtler, ancak “terör”den, “uluslar arası terör”den söz edildiği zaman anılmaktadır. Soykırıma uğradıkları zaman ise, bu uluslararası kurumlar, Kürtlerin karşılaştıkları felaketi, görmezden, bilmezden gelmektedir. “Terör” kavramının çerçevesi Türkiye’de çok geniştir. “Anadilimizi istiyoruz”, “Kürtçe eğitim istiyoruz” diyenler de çoğu zaman terörist olarak değerlendirilmektedir “Terör” ise, “terörün kökü kazınacaktır” anlayışıyla dile getirilmektedir. Sağlıklı Kürtler ve Kürdistan algısı, bu durumun, Kürtlerin bilincine çarpmasıyla oluşur. Kürtlerin başına bu lanetli nasıl geçirilmiştir? Böylesine bir bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın hedefi olan ulus zaaflar yaşayan bir ulustur. Bu zaaflar nelerdir? Sağlıklı Kürtler ve Kürdistan algısı, ancak bu durumların bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla açıklanmasıyla oluşur. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Ortadoğu’da gerçekleşen en ciddi emperyalist müdahale Kürtleri ve Kürdistan’ı hedef almıştır. Bu aynı zamanda en kalıcı olan bir emperyalist müdahaleydi. Türk düşüncesi, Türk solu, Türk sağı, vs. “emperyalizme karşı mücadele şiarını dilinden düşürmüyor, fakat, Kürtlerin ve Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması sürecini görmezlikten, bilmezlikten geliyordu. Böyle bir konu, böyle bir müdahale yokmuş gibi davranıyordu. Sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı bu ilişkilerin etraflı bir şekilde irdelenmesiyle oluşur. Milletler Cemiyeti döneminde, İngiltere’ye bağlı Irak, Ürdün, Filistin, Fransa’ya bağlı Suriye ve Lübnan mandaları, (sömürgeleri) kurulurken, bir Kürdistan mandasının (sömürgesinin) düşünülmemiş olması, bilakis, Kürdistan’ın yeni kurulan bu devletler arasında paylaştırılması elbette, irdelenmesi gereken bir süreçtir. Kürtlerin ve Kürdistan’ın 1920’lerdeki durumuyla ilgili analiz yapıldığı zaman, “Beşikçi 1920’lerden öteye gidemiyor, 1920’lerde kalmış…” deniyor. Beşikçi için böyle değerlendirmeler, böyle eleştiriler de var. Bunun ciddi bir eleştiri, sağlıklı bir değerlendirme olduğunu düşünmüyorum. Bunu, şu şekilde açıklayayım. Büyük Britanya, Birinci Dünya savaşı döneminde, Arap lideri Şerif Hüseyin’le gizli görüşmeler yapıyordu. İngiliz gizli servisi tarafından gerçekleştirilen görüşmelerde, İngiltere, Şerif Hüseyin’e büyük bir Arap imparatorluğu vaat ediyordu. Şerif Hüseyin, bunun gerçekleşmesi için canla başla çalışıyordu. Fakat, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Şerif Hüseyin’e vaat edilen büyük Arap imparatorluğu gerçekleşmedi. Örneğin tasarlanan Arap imparatorluğunun bir yerinde, Yahudiler için bir yurt, bir Yahudi devleti de kuruldu. Beşikçi bu konu üzerinde dursa, Şerif Hüseyin’e verilen sözlerin neden gerçekleştirilmediğini irdelese, sadece bu konu üzerinde dursa, daha sonraki gelişmelere dikkat çekmese, Beşikçi’nin 1920’lerde kaldığı söylenebilir. Çünkü Araplar, bir bütün olarak, 1920’lerden çok çok ileridedir. Siyasal olarak da, toplumsal ve ekonomik olarak da… Basra Körfezi’nden Fas’a kadar 22 bağımsız, Arap devleti vardır. Filistin Arap devletiyle bu sayı yakında 23’e çıkacaktır. Kürtler için durum böyle mi? Kürtler 1920’lerden daha ileri bir durumda değildirler. 1920’lerden çok daha geride kaldıkları, geride bırakıldıkları söylenebilir. Çünkü Osmanlı döneminde Kürtler, şu veya bu biçimde özerk bir yapıya sahiplerdi. Kürt dili, Kürt kültürü inkar edilmiyordu. Cumhuriyetle birlikte inkar ve imha siyasetinin yaşama geçtiği, bunun kararlılıkla uygulandığı biliniyor. 1910’larda, Kürtçe dergiler, Kürtçe gazeteler yayımlandığını bilen, gören İttihatçılar, daha sonra Kemalistler, 1923 ten sonra, “Kürtçe diye bir dil yoktur”, demeye başladılar. Aksini iddia edenleri, yani Kürtlerden, Kürtçe’den, Kürdistan’dan söz edenleri, çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya bıraktılar. Bu bakından 1920’ler, Milletler Cemiyeti dönemi elbette irdelenmelidir. Kürtlerin başına lanetli çorap nasıl geçirildi konusu elbette sorgulanması gereken bir durumdur. Bir halkın dili yoksa, gasp edilmişse artık hiçbir şeyi yoktur demektir. Özgün bir Kürt düşüncesi şüphesiz olmalıdır. Ortadoğu’da 40 milyon olacaksın, fakat, adın, hiçbir uluslar arası kurumda yer almayacak, sadece, “terör” denildiği zaman anılacaksın.“Adımızı istiyoruz, anadilimiz Kürtçe’yle eğitim istiyoruz” diyenler ise, “terör”den kovuşturulacak. “Terör” çerçevesinde anılmak nasıl olur? “Terörün kökü kazınacak”, “terörle mücadelemiz kararlılıkla, artarak sürece” şeklinde olur. İşte bu temel çelişkileri çözümleyebilmek için özgün bir düşünceye ihtiyaç vardır. “Tarihte şu kadar şanlıydık, bizden daha büyük yoktu…” demek için değil, bu kadar büyük nüfusumuzla, bu kadar geniş toprağımızla, neden bir hiç haline geldik. Neden küçücük bir siyasal statüye sahip olamadık, sorularına yanıt bulmak için özgün bir Kürt düşüncesinin oluşumuna gerek vardır. Ege’de, Akdeniz’de ormanlar yanıyor. Türk basını, “ciğerlerimiz yanıyor” diye manşet atıyor. “İtfaiyeciler, helikopterler, halk, asker, yangını söndürmek için elbirliğiyle çalışıyor.” Basın bu konularda çok yoğun bir kampanya yürütüyor. Ağaçlandırma çalışmaları hemen başlıyor. Kürt bölgelerindeyse ormanları askerler yakıyor. Kürt bölgelerinde, devlet, ormanları sistematik olarak yakıyor. Halkın, kovalarla, bakraçlarla yangını söndürme girişimlerine güvenlik güçlerince izin verilmiyor. Bu tür olaylarsa, Türk basınında haber olarak bile yer almıyor. Bu tür olayların basına yansımamasına özellikle dikkat ediliyor. Bu tutumda büyük bir çelişki var. Birbirlerine çok zıt bu tutumların irdelenmesi yine özgün bir düşünceyi gerekli kılmaktadır. Birbirine çok zıt olan bu düşüncelere, duygulara ve tutumlara rağmen, “kardeşlik” diye bir kavram da var. “Türk-Kürt kardeşliği” Bu kavram böylesine çarpıcı zıtlıklara rağmen nasıl üretilebilmiş? Bu kavramın işlevi nedir? Her yıl Ağustos aylarında Ordu ve Giresun yörelerine gelen fındık işçilerinin, aile olarak buralara gelen, derme-çatma çadırlarda yaşayan, yollarda çok ağır trafik kazaları kazalarıyla karşılaşan fındık işçilerinin karşılaştıkları sorunlar yakından biliniyor. Buna rağmen “kardeşlik” hiç bitmeyen bir slogan…Kürtler de bu kavramı sık sık kullanıyor. Bu aymazlık da ayrıca irdelenmelidir. Devlet ve hükümet yetkilileri, Deniz Gezmiş, Vedat Aydın, Musa Anter, Kemal Akbulut, Oluç Korkmaz, gibi kişilerin isimlerinin Kürt şehirlerindeki caddelere, sokaklara verilmesini suç sayıyor. Buna rağmen, “Kürtlerin bu ülkede tek hakkı vardır, o da Türklere hizmetçi olma hakkı” diyen Mahmut Esat Bozkurt’un adı, üniversitelere, barolara her yerlere veriliyor. 33 Kürt’ün, Özalp’da, katledilmesinin emrini veren Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın isimleri de öyle…Bütün bunlara rağmen “kardeşlik” nasıl dile getirilebiliyor? İşte bütün bunlar için özgün bir Kürt düşüncesine yine gerek vardır. Avrupa özgürlükler alanı olarak bilinir. Avrupa Konseyi’ne “Avrupa’nın vicdanı” denir. “Dünyanın vicdanı!” Ama, Avrupa, “Avrupa’nın vicdanı” Kürtlerin hakları ve özgürlükleri konusunda her zaman kısıtlayıcı, engelleyici bir tavır içinde olmuştur. Örneğin, 600 bin civarında bir nüfusa sahip olan Karadağ’ın, 2 milyona yakın bir nüfusu olan Kosova’nın, özgürlüğü, bağımsızlığı hararetle savunulurken, Ortadoğu’da 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan Kürtler konusunda, olumsuz bir tavır ortaya konulmaktadır. Avrupa’nın bu derin çelişik tutumunun irdelenmesi için özgün bir Kürt düşüncesine yine gerek vardır. Kürtler ve Kürdistan, Sovyetler Birliği’nde, ulusların kendi geleceklerini belirleme ilkesinin en coşkulu bir şekilde savunulduğu bir dönemde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Sovyetler Birliği yöneticileri bu süreçte, Kürtlerin değil, Kürtleri ezenlerin arkasında durmuştur. O dönemde, Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın anti-Kürt politikalarıyla Sovyetler Birliği politikalarının fazla bir farkı yoktur. Sovyetler Birliği de İngiltere gibi, Fransa gibi anti-Kürt politikalar izlemekte, Kürtleri ezenlere destek vermektedir. “Mazlum milletler” kavramı da Sovyetler Birliği döneminde dile getirilen bir kavram olmuştur. 1915 deki Ermeni soykırımına rağmen, 1919 da, 1920’lerde, Anadolu için bu kavram nasıl dile getirilebiliyor? Kürtler, dünyada bir eşi daha bulunmayan bir inkar ve imha politikasıyla karşı karşıyadır. Kürtlerin somut durumları, konumları ve istekleri karşısında bu inkar ve imha politikaları da bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla açıklanabilmelidir. Bunun için de özgün bir düşünceye, özgün bir Kürt düşüncesine gerek vardır. 1960’ların sonlarında, Kürtler,üniversitelerde eğitim gören Kürt gençleri, ayrı örgütlenme gereğini duymuşlardır. Bunun bir bilinç yükselmesi olduğu söylenebilir. Buna rağmen, Türk solunun kullandığı kavramları, sloganları aynen kullanmaya devam etmişlerdir. Buysa Kürtlük bilincinin yükselmesini engelleyici bir tutumdur. Türk düşüncesinin, Türk solunun kavramları kullanılarak sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı yapılamaz. Bu konularda Kürtler kendileri düşünmelidir. Kürtler, Kürtleri ve Kürdistan’ı kendi düşünceleriyle, kendi yöntemleriyle analiz etmelidir. Bütün bu konularda özgün bir Kürt düşüncesine gereksinim büyüktür. İsmail Beşikçi www.Kurdistan-Post.org |
KurdTime : Saturday, September 06, 2008 0 Yorum
Devlet için 94 cinayet
KurdTime : Saturday, September 06, 2008 0 Yorum
Etiketler : Asker
Öcalan: “Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük’ün JİTEM’i” Ergenekon ise yeniden yapılandırılıyor
KurdTime : Saturday, September 06, 2008 0 Yorum
Hewler’de terörist bir eylem düzenlemek isteyen bir kadın intihar eylemcisi yakalandı
KurdTime : Saturday, September 06, 2008 1 Yorum
Yakıp yıktıkları köylerin tazminatını ödememek İçin Bin Takla Atıyorlar
|
KurdTime : Saturday, September 06, 2008 0 Yorum
Etiketler : Asker
6-7 Eylül : Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...
Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...
Özel Harp Dairesi destekli bu harekâta 200 binin üstünde bir güruhun katıldığı tahmin ediliyor. 2005 Ekimi'nde olayların 50. yıldönümünde, olaylara ilişkin Tarih Vakfı'nın düzenlediği bir fotoğraf sergisi Karşı Sanat Galerisi'nde açıldığında, Ergenekoncu bir grubun saldırısına uğramış, adeta olayın küçük çapta bir canlandırması yaşanmış gibi olmuştu. Abdülhamit'le başlayıp İttihat ve Terakki/Cumhuriyetle devam eden zor metodunun zirvelerinden biridir 6/7 Eylül. Müslümanların -daha sonra Türklerin- gayrimüslimleri ekonomik hayattan silmek ve onların yerine geçmek için iktisat dışı yaptıkları sermaye transferlerinin en önemlilerinden biridir, 6/7 Eylül 1955. Mahkeme zabıtlarına göre, 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekan saldırıya uğramıştır Kısacası o günün basınının bu olaylarda mesuliyeti büyüktür... Milliyet Gazetesi 8 Eylül tarihinde şu yazıyı içermişti: 'Dün küstah bir Rum Yeni Cami önünde linç edilmiştir. Saat 15.30 sıralarında bu saygısız şahıs eline geçirdiği bir Türk bayrağını yırtmak istemiştir. Durumu gören halk derhal koşarak bayrağı elinden almış ve kendisini tekme ve yumruk ile dövmeye başlamıştır. Bu sırada beyin üstü düşen küstah ölmüştür'. Yani kabahat Rumların kendilerindedir. Bırakınız 6-7 Eylül tarihlerini, başka devirlerde bile bir İstanbullu Elen'in Türk bayrağını İstanbul'da alenen yakması tamamiyle olanak dışıdır. Çünkü bunu yapacak kişi kendisinin neyi beklediğini bilirdi. Gazete burada kafadan attığı bir hikâye ile öldürülen zavallı bir insan için özür dileyeceğine bir de küstah demiştir. İstanbul'un Elen'leri için 6 Eylül 1955 günü bir cehenneme dönüşmesine rağmen Vatan Gazetesi, 7 Eylül İstanbul'da bazı tahrip ve yağmalar oldu diye yazmaya hiç utanmamıştır. İstanbul Ekspres Gazetesi ise 7 Eylül sayısında çok saçma bir yazı ile Ata'mıza yapılan suikast nefretle karşılandı ilân etmiştir. Şimdi ölü insana nasıl suikast yapılabilir diye mantıklı bir soru geliyor insanın aklına ama ne mantığı, burada mantık falan yok, o devrin gazetelerinin yobaz, milliyetci, faşist, ajancı ve kinci ideolojisinin çıplaklığı vardır yalnızca. İstanbul Ekspres 7 Eylül sayısında daha tahkikat yapılmadan bile 'Mesul Yunan makamları'... Ulus ise aynı gün 'Yunanlılar Atatürk'ün evine bomba attılar' başlığı atmıştı. 'Vatandaş Türkçe konuş' Bu olaylar sonucunda devletin istediği göç başlar ve birkaç ay içinde büyük işyerlerinin önemli kısmını Müslümanlar devralır. Yıllarca hiçbir şey bulunmaz olur, bulunanlar da artık rekabet olmadığı için pahalı, kalitesiz ve estetikten uzaktır. Artık gayrimüslimler için Türkiye'de yatırım risklidir. Homojenleştirmede bir merhale daha atlanmıştır. Bu hedef daha sonra 1974, 1980 göçleri ile tamamlanacaktır. |