Saturday, September 6, 2008

Balon erken patladı

Hasan_Bildirici

Balon erken patladı Hasan Bildirici

Bu destek, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor,” diyen iyimser herkese verilmiş bir Genelkurmay dersidir.

Bu destek, Türkiye demokrasiye doğru gidiyor diyen yarım akıllı Kürtlerin akıllarıyla alay etmektir.

Bu destek, Kürtleri de kandırmaya çalışan dolandırıcı Fettuhlahçı basına indirilmiş ağır bir şamardır.

Türk Genelkurmayı hapishanedeki emekli generallerine destek ziyaretinde bulunup yanlış anlaşılmamak için epeyi sabretti. Neyse ki, beklenen ziyaret bugün gerçekleşti. Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, Kandıra F Tipi Cezaevinde “Ergenekon Davası”ndan tutuklu bulunan Org. Şener Eruygur ve Org. Hurşit Tolon’u ziyaret etti. Ziyaret, Genelkurmay internet sitesinde yayınlandı.

Ve Ergenekon dosyası da iddianamesiyle ile birlikte bugün öldü.

Genelkurmay adına emekli generalleri ziyaret eden Korgeneral Galip Mendi, herhalde onlara çıtlatmaları için çekirdek, okuyup eğlenmeleri için çizgi romanlar, avluda güneşlenmeleri için güneş kremi götürmedi. Götürülen şey Genelkurmayın açık desteği idi.

Bu destek, önceki gün emekli olan Genelkurmay Eski Başkanı Büyükanıt’ın Şemdinli’de cinayet üstü yakalanan Ali Çavuşlar için, “tanırım, iyi çocuklardır” demesinden daha şiddetli bir destektir.

Bu destek, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor,” diyen iyimser herkese verilmiş bir Genelkurmay dersidir.

Bu destek, Türkiye demokrasiye doğru gidiyor diyen yarım akıllı Kürtlerin akıllarıyla alay etmektir.

Bu destek, Kürtleri de kandırmaya çalışan dolandırıcı Fettuhlahçı basına indirilmiş ağır bir şamardır.

Hepsi suçlu, hepsi Ergenekoncu olan Türk ordusundan birkaç general eskisini ayırıp tutuklamak saçma sapan bir şeydi zaten. Hurşit Tolun ile İlker Başbuğ arasındaki fark nedir? Sima ve beden ölçüleri dışında herhangi bir farkları yoktur.

Hatta icraatları açısından İlker Başbuğ’u Hurşit Tolun’dan daha suçlu ve zalim bulanlardanım ben.

Neyse, Genelkurmay’ın bu açık desteğinden sanırım herkes payına düşeni alır. Başta savcılar ve hakimler... Şimdi el ve ayakları titremeden yargılama yapsınlar bakalım!

Kemalist diktatörlerle; sağcı, dinci, katliamcı diktatörler arasındaki mevki, makam ve akçe kavgasını bize “demokrasi” ve “Türkiye’nin kendi bağırsaklarını temizleme” olarak yutturmak isteyenlere karşı her zamanki sözümüzü yineleyelim:

“Türkiye gibi ülkeler kendi içlerinde adam akıllı bir hukuk mücadelesi yaşamadıkları sürece düzlüğe çıkamazlar. Temeli bozuk sistemi hiç kimse çatıdan düzeltemez.”

1914’lü yıllarda İttihatçılar Osmanlı’yı savaşa sokup parçalamışlardı. Enver, Cemal ve Talat Paşalar kaçmak zorunda kalmıştı.

Bugünün Türkiye’si İttihatçıların kaçtığı 1920’li yılların Türkiye’sinden de geridedir. Şehirler, kasabalar, köyler bilinçsiz ve cahil İttihatçı güruhların kuşatması altındadır. İttihatçı sistem artık her çap ve kalibrede bebekten katil yetiştirmektedir.

Bu sistemde devlet sorumluları; asker veya sivil, büyük bir koruma ordusu ile gezebilmekte, herkes birbirinden korkmaktadır.

Kürtler, Türk şehirlerinde linç kültürü altında yaşamaktadırlar.

Bu hayatın, bu ilişkilerin, bu yaşamın, bu tür bir komşuluğun çekilir bir hali yoktur.

Bu sistemin bu şekilde sürmesinde sadece Türk devletinin payı bulunmuyor; Ankara’daki Ergenekon sisteminin konumlandığı kurumları Kürtlere kurtuluş ve huzur adresi olarak gösterenlerin de bu sistemin devamında pay sahibidirler.

Basit bir örnek vermek istiyorum: Bugün dünyaya hükmeden en demokratik ülkeler; Amerika, Almanya, Fransa, Rusya, İngiltere... İspanya... Defalarca iç savaş yaşamış ve iç savaşlarının kanlı ufkundan özgürlük ve adaleti çıkarmışlardır.

Türkiye’de yaşanan iç savaşlar ise sürekli tek yanlıdır. Egemen devletin kontrolünde, onun zamanlamasında süren, onun niyet ve hedeflerine göre biçimlenen kontrollü iç savaşlardır. Üstelik her gerilim ve çatışmanın faturası bu işin mağduru olanlara, Kürtlere ve yoksullara çıkarılmıştır. Haksızlığın, hukuksuzluğun, zorbalığın nedeni devlet her çatışma ve gerilimden güçlenerek çıkmış; Kürtler ve daha adil bir ülke isteyen solcular analarından doğduklarına bin pişman edilmişlerdir. İki yüzlü Amerika ve Avrupa çıkarcılığı her koşul ve şart altında Türk Ergenekon sistemini desteklemekle Türkiye’de hukuk oluşturacak bir iç savaşın yaşanmasına sürekli engel olmuşlardır.

Bir iktidara sürekli tank, top, silah, para, malzeme ve uluslar arası destek verirsen o ülkeden yaşayan etnik ve siyasal muhalifleri peşinen mağlup etmiş olursun.

İki yüzlü ABD ve iki yüzlü Avrupa’nın sürekli yaptığı budur.

Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Türkiye’nin Kürt sorununu çözeceğine hiçbir zaman inanmadım ben... Türkiye’nin bu haliyle değişeceğini öne süren muhaliflerin de genellikle sendika ve siyaset ağalığı ile meclis maaşı alan muhalifler içinden çıktığını gördüm…

 

Onlar hem devleti hem ezilenleri idare ettiler.

Bu tür siyasi dolandırıcılıkla bugünlere kadar geldik.

Neyse ki Genelkurmay tavrını net koydu, açık koydu.

Kürt ulusal hareketleri, işçi sendikaları, Türk sol partileri; kendi sınıf ve halk çıkarlarını savunmak açısından Türk Genelkurmayı kadar net, cesur, korkusuz olmadıkları sürece; muhaliflik yaptığını söyleyenler tarafından dolandırılmaya devam edeceğiz...

Türk devleti barıştan anlamaz. İnsanlıktan anlamaz. Katiller, tabiatları gereği, ensesinden vurup yere indirdikleri mağdur veya maktullerle iktidar ve yaşam ortaklığı yapmaz...

 

Neyse ki, bizimkileri de büyülemiş olan Ergenekon balonu erken söndü. Demokratikleşme balonu önceden sönmüştü. Kürtlük adına Türk devletinden beklenen “iyimser diğer balonlar” söneli çok oldu.

Ortadoğu’da ışıklar, sönen yıldızlar gibidir. Bazı yıldızlar sönmüş ve uzayın sonsuzluğunda dağılmış olduğu halde biz onların ışıklarını bir süre daha alırız. Kürtlüğe çözüm diye öngörülen feri sönmüş ışık yansımaları bir süre daha parlayacak. Sonra her şey kendi aslına; İttihat ve Terakki Cumhuriyeti altındaki yaşamanın o ağır ve çekilmez karanlığına bürünecek...

Topraklarımızı halklar mezarlığına çevirmiş alçaklardan adalet istemeyen insanlar olarak bu dünyadan göçüp gitmek ne büyük bir bahtiyarlık...

Ülkemiz altında yatan milyonlarca bahtsız ve vakitsiz ölü; bizlerden, çözüm ve bahtiyarlık getirmeyen aldatıcı muhalifliğin gen yapısını ve şifrelerini deşifre etmemizi buyuruyor.

Ergenekon ordusunun, hapishane Ergenekonu’nu ziyaret etmesinin hiçbir şaşırtıcılığı yok.

Muhalif geçinenleri birbirine düşüren ölü Ergenekon dosyasının ruhuna el fatiha...

Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com Kurdistan-post.org

Özgün Bir Kürt Düşüncesi Var mı?

ismailbesikci İsmail Beşikçi 68’liler ve Kürtler

1960’ların başlarında ve ortalarında, Kürtler Türk solu içinde , özellikle Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde örgütleniyorlardı. Milli Demokratik Devrim (MDD) içinde örgütlenen Kürtlerin sayısı azdı. 1960’ların sonlarına doğru, Kürtler kendi örgütlerini kurup Türk solundan ayrılmaya başladılar. Devrimci Doğu Kültür Ocaklar (DDKO) bu örgütlerin başında yer alır.

Özgün bir Türk düşüncesi vardır. Bu, her şeyden önce anti-Kürt bir düşüncedir. Bu, Kürt sorununa, haklar ve özgürlükler açısından değil, güvenlik anlayışı açısından bakan bir düşüncedir. İstisna yazarlar, kurumlar olabilir. Fakat bu istisnalar, Türk düşüncesinin bu ana içeriğini değiştirmez.

1967 sonbaharında gerçekleşen Doğu Mitingleri, DDKO’yu önceleyen önemli bir toplumsal ve siyasal olaydır. Doğu Mitingleri’ni TİP ve Kürt yurtseverleri birlikte düzenlemişti. 1966 da Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ (TKDP) Kürt yurtseverlerin etrafında toplandığı önemli bir örgütlenme oldu. Bu illegal yapı içinde, daha sonra, Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi ayrışması yaşandı.

Kürtlerin, Türk solundan ayrılıp kendi örgütünü kurmaya çalışması, toplumsal bilicin, Kürtlük bilincinin gelişimiyle ilgiliydi. Yükselen bilincin, Kürdistan’ı ve Kürtleri nasıl algıladığı da önemliydi. Yükselen bu bilinç Kürdistan’ı nasıl algılıyordu? Bu da irdelenmesi gereken bir konudur.

O dönemde, o yıllarda,, Türk solu, “emperyalizme karşı mücadele”, “bağımsız Türkiye” gibi sloganlar kullanıyordu. Türk solu bu çerçevede etkinlik gösteriyordu. Ama, Türk solundan ayrılıp kendi örgütünü kurmaya çalışan Kürt solu da bu sloganları aynan kullanıyordu. Kürt solu da bu sloganlar çerçevesinde faaliyet gösteriyordu. Bu, ister istemez, “özgün bir Kürt düşüncesi var mıdır?” sorusunu akla getirmektedir. Özgün bir Türk düşüncesi vardır. Bu, her şeyden önce anti-Kürt bir düşüncedir. Bu, Kürt sorununa, haklar ve özgürlükler açısından değil, güvenlik anlayışı açısından bakan bir düşüncedir. İstisna yazarlar, kurumlar olabilir. Fakat bu istisnalar, Türk düşüncesinin bu ana içeriğini değiştirmez.

1960’larda, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısına sahip oldukları kanısında değilim. Sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı günümüzde var mı? Bu da ayrıca sorulması, cevaplarının aranması gereken bir sorudur. Bu konuda, Kürt Demokratik Çalışma Grubu’nun, TEVKURD çevresinin düşüncelerinin ve tutumunun dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı nedir? Kürtler ve Kürdistan, Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve daha sonra, 1920’li yıllarda, Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Ortadoğu’nun ortasında, 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Kürtlerin ve Kürdistan’ın, dünyada, uluslar arası ilişkilerde küçücük bir siyasal statüsü yoktur. Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde, İslam Konferansı’nda vs. Kürtlerin adı anılmamaktadır. Kürtler, ancak “terör”den, “uluslar arası terör”den söz edildiği zaman anılmaktadır. Soykırıma uğradıkları zaman ise, bu uluslararası kurumlar, Kürtlerin karşılaştıkları felaketi, görmezden, bilmezden gelmektedir. “Terör” kavramının çerçevesi Türkiye’de çok geniştir. “Anadilimizi istiyoruz”, “Kürtçe eğitim istiyoruz” diyenler de çoğu zaman terörist olarak değerlendirilmektedir “Terör” ise, “terörün kökü kazınacaktır” anlayışıyla dile getirilmektedir. Sağlıklı Kürtler ve Kürdistan algısı, bu durumun, Kürtlerin bilincine çarpmasıyla oluşur. Kürtlerin başına bu lanetli nasıl geçirilmiştir? Böylesine bir bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın hedefi olan ulus zaaflar yaşayan bir ulustur. Bu zaaflar nelerdir? Sağlıklı Kürtler ve Kürdistan algısı, ancak bu durumların bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla açıklanmasıyla oluşur.

1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Ortadoğu’da gerçekleşen en ciddi emperyalist müdahale Kürtleri ve Kürdistan’ı hedef almıştır. Bu aynı zamanda en kalıcı olan bir emperyalist müdahaleydi. Türk düşüncesi, Türk solu, Türk sağı, vs. “emperyalizme karşı mücadele şiarını dilinden düşürmüyor, fakat, Kürtlerin ve Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması sürecini görmezlikten, bilmezlikten geliyordu. Böyle bir konu, böyle bir müdahale yokmuş gibi davranıyordu. Sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı bu ilişkilerin etraflı bir şekilde irdelenmesiyle oluşur.

Milletler Cemiyeti döneminde, İngiltere’ye bağlı Irak, Ürdün, Filistin, Fransa’ya bağlı Suriye ve Lübnan mandaları, (sömürgeleri) kurulurken, bir Kürdistan mandasının (sömürgesinin) düşünülmemiş olması, bilakis, Kürdistan’ın yeni kurulan bu devletler arasında paylaştırılması elbette, irdelenmesi gereken bir süreçtir.

Kürtlerin ve Kürdistan’ın 1920’lerdeki durumuyla ilgili analiz yapıldığı zaman, “Beşikçi 1920’lerden öteye gidemiyor, 1920’lerde kalmış…” deniyor. Beşikçi için böyle değerlendirmeler, böyle eleştiriler de var. Bunun ciddi bir eleştiri, sağlıklı bir değerlendirme olduğunu düşünmüyorum. Bunu, şu şekilde açıklayayım. Büyük Britanya, Birinci Dünya savaşı döneminde, Arap lideri Şerif Hüseyin’le gizli görüşmeler yapıyordu. İngiliz gizli servisi tarafından gerçekleştirilen görüşmelerde, İngiltere, Şerif Hüseyin’e büyük bir Arap imparatorluğu vaat ediyordu. Şerif Hüseyin, bunun gerçekleşmesi için canla başla çalışıyordu. Fakat, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Şerif Hüseyin’e vaat edilen büyük Arap imparatorluğu gerçekleşmedi. Örneğin tasarlanan Arap imparatorluğunun bir yerinde, Yahudiler için bir yurt, bir Yahudi devleti de kuruldu. Beşikçi bu konu üzerinde dursa, Şerif Hüseyin’e verilen sözlerin neden gerçekleştirilmediğini irdelese, sadece bu konu üzerinde dursa, daha sonraki gelişmelere dikkat çekmese, Beşikçi’nin 1920’lerde kaldığı söylenebilir. Çünkü Araplar, bir bütün olarak, 1920’lerden çok çok ileridedir. Siyasal olarak da, toplumsal ve ekonomik olarak da… Basra Körfezi’nden Fas’a kadar 22 bağımsız, Arap devleti vardır. Filistin Arap devletiyle bu sayı yakında 23’e çıkacaktır. Kürtler için durum böyle mi? Kürtler 1920’lerden daha ileri bir durumda değildirler. 1920’lerden çok daha geride kaldıkları, geride bırakıldıkları söylenebilir. Çünkü Osmanlı döneminde Kürtler, şu veya bu biçimde özerk bir yapıya sahiplerdi. Kürt dili, Kürt kültürü inkar edilmiyordu. Cumhuriyetle birlikte inkar ve imha siyasetinin yaşama geçtiği, bunun kararlılıkla uygulandığı biliniyor. 1910’larda, Kürtçe dergiler, Kürtçe gazeteler yayımlandığını bilen, gören İttihatçılar, daha sonra Kemalistler, 1923 ten sonra, “Kürtçe diye bir dil yoktur”, demeye başladılar. Aksini iddia edenleri, yani Kürtlerden, Kürtçe’den, Kürdistan’dan söz edenleri, çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya bıraktılar. Bu bakından 1920’ler, Milletler Cemiyeti dönemi elbette irdelenmelidir. Kürtlerin başına lanetli çorap nasıl geçirildi konusu elbette sorgulanması gereken bir durumdur. Bir halkın dili yoksa, gasp edilmişse artık hiçbir şeyi yoktur demektir.

Özgün bir Kürt düşüncesi şüphesiz olmalıdır. Ortadoğu’da 40 milyon olacaksın, fakat, adın, hiçbir uluslar arası kurumda yer almayacak, sadece, “terör” denildiği zaman anılacaksın.“Adımızı istiyoruz, anadilimiz Kürtçe’yle eğitim istiyoruz” diyenler ise, “terör”den kovuşturulacak. “Terör” çerçevesinde anılmak nasıl olur? “Terörün kökü kazınacak”, “terörle mücadelemiz kararlılıkla, artarak sürece” şeklinde olur. İşte bu temel çelişkileri çözümleyebilmek için özgün bir düşünceye ihtiyaç vardır. “Tarihte şu kadar şanlıydık, bizden daha büyük yoktu…” demek için değil, bu kadar büyük nüfusumuzla, bu kadar geniş toprağımızla, neden bir hiç haline geldik. Neden küçücük bir siyasal statüye sahip olamadık, sorularına yanıt bulmak için özgün bir Kürt düşüncesinin oluşumuna gerek vardır.

Ege’de, Akdeniz’de ormanlar yanıyor. Türk basını, “ciğerlerimiz yanıyor” diye manşet atıyor.

“İtfaiyeciler, helikopterler, halk, asker, yangını söndürmek için elbirliğiyle çalışıyor.” Basın bu konularda çok yoğun bir kampanya yürütüyor. Ağaçlandırma çalışmaları hemen başlıyor. Kürt bölgelerindeyse ormanları askerler yakıyor. Kürt bölgelerinde, devlet, ormanları sistematik olarak yakıyor. Halkın, kovalarla, bakraçlarla yangını söndürme girişimlerine güvenlik güçlerince izin verilmiyor. Bu tür olaylarsa, Türk basınında haber olarak bile yer almıyor. Bu tür olayların basına yansımamasına özellikle dikkat ediliyor. Bu tutumda büyük bir çelişki var. Birbirlerine çok zıt bu tutumların irdelenmesi yine özgün bir düşünceyi gerekli kılmaktadır. Birbirine çok zıt olan bu düşüncelere, duygulara ve tutumlara rağmen, “kardeşlik” diye bir kavram da var. “Türk-Kürt kardeşliği” Bu kavram böylesine çarpıcı zıtlıklara rağmen nasıl üretilebilmiş? Bu kavramın işlevi nedir?

Her yıl Ağustos aylarında Ordu ve Giresun yörelerine gelen fındık işçilerinin, aile olarak buralara gelen, derme-çatma çadırlarda yaşayan, yollarda çok ağır trafik kazaları kazalarıyla karşılaşan fındık işçilerinin karşılaştıkları sorunlar yakından biliniyor. Buna rağmen “kardeşlik” hiç bitmeyen bir slogan…Kürtler de bu kavramı sık sık kullanıyor. Bu aymazlık da ayrıca irdelenmelidir.

Devlet ve hükümet yetkilileri, Deniz Gezmiş, Vedat Aydın, Musa Anter, Kemal Akbulut, Oluç Korkmaz, gibi kişilerin isimlerinin Kürt şehirlerindeki caddelere, sokaklara verilmesini suç sayıyor. Buna rağmen, “Kürtlerin bu ülkede tek hakkı vardır, o da Türklere hizmetçi olma hakkı” diyen Mahmut Esat Bozkurt’un adı, üniversitelere, barolara her yerlere veriliyor. 33 Kürt’ün, Özalp’da, katledilmesinin emrini veren Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın isimleri de öyle…Bütün bunlara rağmen “kardeşlik” nasıl dile getirilebiliyor? İşte bütün bunlar için özgün bir Kürt düşüncesine yine gerek vardır.

Avrupa özgürlükler alanı olarak bilinir. Avrupa Konseyi’ne “Avrupa’nın vicdanı” denir. “Dünyanın vicdanı!” Ama, Avrupa, “Avrupa’nın vicdanı” Kürtlerin hakları ve özgürlükleri konusunda her zaman kısıtlayıcı, engelleyici bir tavır içinde olmuştur. Örneğin, 600 bin civarında bir nüfusa sahip olan Karadağ’ın, 2 milyona yakın bir nüfusu olan Kosova’nın, özgürlüğü, bağımsızlığı hararetle savunulurken, Ortadoğu’da 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan Kürtler konusunda, olumsuz bir tavır ortaya konulmaktadır. Avrupa’nın bu derin çelişik tutumunun irdelenmesi için özgün bir Kürt düşüncesine yine gerek vardır.

Kürtler ve Kürdistan, Sovyetler Birliği’nde, ulusların kendi geleceklerini belirleme ilkesinin en coşkulu bir şekilde savunulduğu bir dönemde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Sovyetler Birliği yöneticileri bu süreçte, Kürtlerin değil, Kürtleri ezenlerin arkasında durmuştur. O dönemde, Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın anti-Kürt politikalarıyla Sovyetler Birliği politikalarının fazla bir farkı yoktur. Sovyetler Birliği de İngiltere gibi, Fransa gibi anti-Kürt politikalar izlemekte, Kürtleri ezenlere destek vermektedir.

“Mazlum milletler” kavramı da Sovyetler Birliği döneminde dile getirilen bir kavram olmuştur. 1915 deki Ermeni soykırımına rağmen, 1919 da, 1920’lerde, Anadolu için bu kavram nasıl dile getirilebiliyor?

Kürtler, dünyada bir eşi daha bulunmayan bir inkar ve imha politikasıyla karşı karşıyadır. Kürtlerin somut durumları, konumları ve istekleri karşısında bu inkar ve imha politikaları da bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla açıklanabilmelidir. Bunun için de özgün bir düşünceye, özgün bir Kürt düşüncesine gerek vardır.

1960’ların sonlarında, Kürtler,üniversitelerde eğitim gören Kürt gençleri, ayrı örgütlenme gereğini duymuşlardır. Bunun bir bilinç yükselmesi olduğu söylenebilir. Buna rağmen, Türk solunun kullandığı kavramları, sloganları aynen kullanmaya devam etmişlerdir. Buysa Kürtlük bilincinin yükselmesini engelleyici bir tutumdur. Türk düşüncesinin, Türk solunun kavramları kullanılarak sağlıklı bir Kürtler ve Kürdistan algısı yapılamaz. Bu konularda Kürtler kendileri düşünmelidir. Kürtler, Kürtleri ve Kürdistan’ı kendi düşünceleriyle, kendi yöntemleriyle analiz etmelidir. Bütün bu konularda özgün bir Kürt düşüncesine gereksinim büyüktür.

İsmail Beşikçi www.Kurdistan-Post.org

Devlet için 94 cinayet

OguzYorulmaz

2005’te öldürülen Özel Harekat polisi Oğuz Yorulmaz’ın annesi, oğlunun devlet adına 93-94 cinayet işlediğini söyledi.

Anne Nuran Yorulmaz, “Sadece Veli Küçük’le bitmez bu iş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar..” diye devam etti. Ergenekon soruşturması devam ederken; Türk Genelkurmayı cezaevindeki paşaları resmen ziyaret edip, onları yalnız bırakmadı. Bu gelişme, Ergenekon’da sınırların bir kez daha hatırlatıldığı ve Şemdinli davasının akıbetine uğrayacağı kaygısını beraberinde getirdi. Tartışmalar sürerken ilk kez bir devlet tetikçisinin annesi konuştu. Oğuz Yorulmaz’ın annesi, oğlunun devlet adına 93-94 cinayet işlediğini açıkladı. Özel Harekatçı Oğuz Yorulmaz, 25 Ağustos 1996’da bir telefon ihbarı sonrası Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal cinayetine karıştığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Ancak Ankara’dan gelen emirle serbest bırakıldı. Daha sonra korucubaşı DYP Milletvekili Sedat Bucak’ın korumalığını yaptı. 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasından sonra, Sabancı cinayetinin örtbas edilmeye çalışıldığını ileri sürdü. 13 Ocak 1997’de tutuklandı. Susurluk davasında “çete oluşturmak”tan 4 yıl hapse mahkum oldu. Aynı davada Özel Harekat Dairesi eski Başkanvekili İbrahim Şahin ve MİT eski görevlisi Korkut Eken 6’şar yıl, 11 kişi de 4’er yıl hapis cezası aldı. 296 gün hapis yattıktan sonra tahliye oldu. Yorulmaz (42), 29 Mayıs 2005’te Bursa’da bir barda Nilüfer Turizm’in sahibi Hüseyin Kayapalı’nın korumalarıyla çıkan çatışmada öldürüldü.
Nurhan Yorulmaz, oğlunun cenaze töreninde “Ben oğlumu memur verdim, çete yaptılar. Oğluma sahip çıkmadılar. Mehmet Ağar, Tansu Çiller şimdi konuşsun” demişti.kayipespaciklama
Annesi biliyormuş
Star Ana Haber bülteninde bir röportajı yayınlanan Oğuz Yorulmaz’ın annesi Nuran Yorulmaz şok açıklamalar yaptı. Yorulmaz, şunları söyledi: “Ergenekon’da sadece paşalar değil siyasetçiler de var. Ben evladımı devlete memur verdim, çeteci vermedim. Ortalama 93-94 kişiyi öldürmüşler. Bazı Kürt işadamlarını başta Ömer Lütfi Topal, Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibi ‘PKK’ya destek oluyorlar’ diyerek devlet adına öldürdüler. Oğlum, özel harekat, vurucu tim bunu nereye gönderirlerse oraya gidiyor. Devlet çete yaptı. Veli Küçük Paşa bunların başıydı. Emirleri ondan alıyorlardı. Sadece Veli Küçük’le bitmez bu iş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin...”
Pehlivanlı’nın intikamı
Öldürülen ANAP Milletvekili Alparslan Pehlivanlı’nın katilini oğlunun arkadaşlarıyla öldürdüğünü söyleyen anne Yorulmaz “..... o zaman başbakandı. Pehlivanlı öldürüldükten sonra rahmetli Abdullah Çatlı’ya telefon ediyor. ’Pehlivanlı’nın kanı yerde kalmasın’ diyor. ’Vuranı temizleyin’ diyor. Abdullah Çatlı’dan böyle bir ricada bulunuyor. O da benim oğluma havale ediyor” dedi.
Geç gelen pişmanlık
Anne Yorulmaz röportajın sonunda şunları söyledi: “Tansu Çiller o zaman ’Devlet için kurşun sıkanlar da bir yiyenler de bir’ diyordu. Hani nerede? Oğlumu kullanıp bir kenara atan devlet ölümünden sonra da yardım etmedi. Oğlumun ölümünden sonra ne arayan oldu ne soran. Bir torunum var. Tarhana ve erişte yapıp satarak katkı sağlamaya çalışıyorum. Ama yaşlandım yapamıyorum eskisi gibi. Evladımı kullandılar attılar kenara.”
Pehlivanlı aracında vuruldu
MHP kökenli Alparslan Pehlivanlı, ANAP’ta siyaset yaparken 1991 genel seçimleri öncesi seçim bölgesi Keskin’in ANAP’lı İlçe Başkanı Metin Vural’la anlaşmazlığa düştü. Vural’ı tokatlayan Pehlivanlı, siyasi hasmını partiden de ihraç ettirdi. Bunu hazmedemeyen Vural, “Pehlivanlı’yı öldürteceğim” dedi. 14 Nisan 1994’te dönemin Kırıkkale Milletvekili Alparslan Pehlivanlı’nın aracı, önüne geçen bir araçtan kurşun yağmuruna tutuldu. Pehlivanlı aldığı kurşun yaralarıyla can verdi. Cinayetle ilgili Metin Vural’ın kardeşi Hacı Vural, Halim Ünver ve Üçler Talay tutuklandı. Cinayetten 8 ay sonra 9 Ocak 1995’te Metin Vural polis kimlikli 3 kişi tarafından kaçırılıp öldürüldü.
Yeni Yorulmazlar motivasyonu
Tokat İl Jandarma Komutanlığı’nda yapılan törende konuşan İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Hüseyin Tosunlu, Türk askerinin dünyanın en şerefli ve en güçlü askeri olduğunu iddia etti. Albay Tosunlu şöyle konuştu: “Bu yüksek şeref şuanda sizlere korunmak üzere verilmiştir. Bu şerefi en iyi şekilde koruyacağınıza inancım tamdır. Ne mutlu vatan ve millete hizmet edecek evlat yetiştiren anne ve babalara. Ne mutlu vatan ve millet bayrak uğruna seve seve hayatını feda etmek için yemin eden genç Mehmetçiklere. Ne mutlu Türk’üm diyerek Atatürk’ün yolunda milletine hizmet etmek için vazifeye koşanlara.”
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Öcalan: “Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük’ün JİTEM’i” Ergenekon ise yeniden yapılandırılıyor

“Devlet Ergenekon’da yeni bir yapılanma geliştiriyor” diyen Öcalan, “tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük’ün JİTEM’idir” dedi.

ocalan0003
PKK karşıtlığına çeviriyorlar’

“Şu anki Ergenekon tutukluları işi bitmiş, deşifre olmuş olanlardır. Elbette devlet bu örgütün yerine yeni bir yapı oluşturacaktır. Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük’ün JİTEM’idir, asıl Ergenekon duruyor, yeni bir yapılanma geliştiriliyor.” KCK Önderi Abdullah Öcalan, “şu anki Ergenekon tutukluları işi bitmiş, deşifre olmuş olanlardır. Elbette devlet bu örgütün yerine yeni bir yapı oluşturacaktır. Bu nispeten hukuka bağlı bir yapı olacak. Çünkü Ergenekon’da sınırsız yetki ve hukuk tanımazlık vardı. Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük’ün JİTEM’idir, asıl Ergenekon duruyor, yeni bir yapılanma geliştiriliyor” dedi. Öcalan değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Ergenekoncularla Hükümetin uzlaşabileceğine dair emareler var, ancak henüz netleşmiş değil. Kısa bir süre sonra bunlar açığa çıkar. Ergenekoncuların çok fazla içeride kalacaklarını zannetmiyorum.”
Kürdistan Demokratik Konfederalizm (KCK) Önderi Abdullah Öcalan, “geçen hafta idrar yoluyla ilgili sıkıntılarım olmuştu. Bu konuyla ilgili doktor geldi, kan ve idrar örneklerini aldılar. Henüz sonucu tarafıma iletilmiş değil, sanırım bir iki gün içinde gelir. Daha önceki uykusuzluk hali bundan kaynaklanıyor olabilir. Zaten yaşımız da ilerlemiş. Doktorlar, yaşa bağlı olarak, bu tür sorunların yaşanabileceğini söyledi. Sanırım prostat başlangıcı olabilir” dedi.

ULUS DEVLET ÇÖZÜM DEĞİL
Bu haftaki görüşmede ulus-devleti değerlendiren Öcalan, “Tarih Nedir kitabında çok önemli bir cümle var, ‘milliyetçilik yapanlar, iktidarın kendilerine tanrı tarafından verildiğini düşünürler’ şeklinde olması lazım, önemli bir cümledir. Kerkük sorunu çok önemli bir konu. Kerkük’le ilgili görüşlerimi daha önce söylemiştim, Diyala’da da belli peşmerge gücü var. Görünen o ki, Irak’ta artık tek devlet olmayacak, üç ulus-devlet olacak. Bunun önü alınamaz artık. Bugünlerde Abhazya, Osetya devletlerinden-bağımsızlığından bahsediliyor. Bunlar çözüm değildir. ABD oyunlarıyla bu hale gelindi. Rusya da ABD’den farklı değildir. Ulus-devlet çözüm değildir. Yine Kıbrıs’ta iki devlet iki devlet diye tutturuluyor. Kosova’da aynı şekilde ulus-devletten bahsediliyor. Bunların hiç biri çözüm değil. İki yüz ulus-devlet varsa iki yüz milliyetçilik vardır. Kürdistan ulus-devleti de çözüm değildir. Çözümün ne olduğunu savunmalarımda belirttim” diye konuştu.

ERGENEKON SIZMAK İSTEDİ
Ergenekon’un PKK içine sızarak denetim altına istediğini belirten KCK Önderi Öcalan, bu konuda şu hususları belirtti: “Ergenekon’a ilişkin daha önce de belirtmiştim. Gazetelerden anladığım kadarıyla Savcı, cesurca birçok konuya değinmiş. Ancak önce şunu belirtmek istiyorum. Bana gelen gazetelerde özellikle son Yeni Şafak gazetesinde bu konuyla ilgili yazı ve yorumlar kesilmişti. Dişe dokunur bir şey bırakılmamıştı. Yine de kısaca değineceğim. Türkiye’nin Ergenekon’la geçmişi 1946’da gelişen ABD ilişkilerine kadar dayanıyor. Ergenekon’la ‘80 öncesinde Türk solunu önce çatıştırdılar sonra da bitirdiler. Bunda Ergenekon’un rolü büyüktür. Şimdi birçok ilişki daha iyi anlaşılıyor. Bunlar o dönemde Kürt Hareketi’yle de ilgilendiler. Bu Ergenekon’un PKK ile ilişkisi olduğu söyleniyor. PKK’ye sızan ajanlar üzerinden ilişki kurarak PKK’yi denetime almak istemişlerdir. Veli Küçük, bu kişileri kastederek, ‘örgüte hâkim olduğu ve kendi denetimlerinde olduğu’ yönünde beyanlarda bulunmuştur. Bunlardan önce MİT eliyle harekete sızıp denetim altına almak istediler, Pilot Necati, Kesire gibi. Pilot Necati öldü mü yaşadı mı, uçak kazasında öldüğünü duymuştum. Kesire MİT’ten mi tam bilemiyorum ama babası Ali Yıldırım onlarla bağlantılı. Kesire daha sonra biriyle anlaşıp gitti, bize karşı hareket etti. Yine o dönemde Av. Hüseyin Yıldırım geldi, konuştu, bir şeyler geveledi. Bunlar adına hareket ediyordu. Örgütü ele geçirmek için akla hayale sığmayacak yol ve yöntemler denediler. Hatta kadınları erkeklerle, erkekleri de kadınlarla düşürmeye çalıştılar, bunda bir miktar da başarılı oldular. Esas hedefleri örgütü tam anlamıyla ele geçirmekti. O dönem PKK’ye karşı mücadele yürüten bazı örgütler vardı. İşte KUK, KAWA, STERKA SOR gibi örgütler vardı. Bu örgütler üzerinden PKK’ye hâkim olmaya çalışıyorlardı. Haki Karer’i Alaattin Kaplan eliyle şehit ettiler. Bu olaydan sonra bu adamı takip ettirdim. Onlarla bağlantılı çalıştığı sonucuna vardım.”

BİNLERCE İNSANI ÖLDÜRDÜLER
“Planlarının başında, beni tasfiye etmek geliyordu” diyen Öcalan konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ancak Suriye güvenlik sisteminin olmasının yanında benim çok dikkatli ve disiplinli hareket etmem de bu durumu engellemiştir. Beni öldürseler bile örgüte tam hâkim olamayacaklarını anladıkları için beni etkisizleştirip etrafımdaki bana bağlı dürüst kadroları tasfiyeye yöneldiler. Tuncay Güney, bir itirafçının ifadesine dayanarak ‘biz o dönemde Öcalan’ı öldürebilirdik ancak örgüte tam anlamıyla hâkim olamayacağımız için bunu yapmadık’ demiş. Bu doğru olabilir. Benim çevremdeki çok değerli kadroları infaz ettiler.

Daha sonra ‘90’ların başında planlamadığım, benim aklıma gelmeyecek, talimatım dışında ve bizi çok zor durumda bırakmak için bu kamuoyuna yansıyan çoluk çocuk, kadın-yaşlıların öldürüldüğü bir dizi eylemlere giriştiler. Bu eylemlerin amacı bizi halkın gözünden düşürmekti. Önceleri bize yakın şimdi bize düşman olan Hakkârili bir aşiret vardı, bunların en değerli oğlunu çağırtıp öldürüyorlar. Aşiret bize cephe aldı. Bununla beraber korkunç vahşi birçok cinayetler işlediler. Yine bunların uzantıları de benzer şeyler yaptılar. Bunlar ‘gördüğünüzü vurun’ talimatı almışlardı. Sonrasında Hizbullah eliyle bu cinayetleri devam ettirdiler. Hatta bu örgüt mensupları kendi içlerinde bile birbirlerini öldürdüler. Tabi Adıyaman’daki Menzil ordan geçti zaten. Binlerce dürüst insan öldürüldü. Musa Anter, Vedat Aydın, Behçet Cantürk cinayetleri bunların eliyle yaptırılmıştır. Bunlar sınırsız yetkilerle donatılmıştı. Şemdin, Sait Çürükkayaların etkin olduğu dönemde Bingöl, Muş, Diyarbakır üçgeninde birçok cinayetler işlendi. Diyarbakır’da birçok hain ve işbirlikçi bulmak da mümkündür. Almanya 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra örgüte yönelik politikalar geliştirmeye başladı. Amacı örgütü kendi denetimi altına almaya çalışmaktı. Yine Katılım Partisi, Hak Par gibi partiler Avrupa’da karar verilip oluşturulan partilerdir. Yerimize doğacak boşlukta kullanılmak üzere hazır edilmişlerdir. Hak Par Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmadı, bu da manidardır.”

ASIL ERGENEKON DURUYOR
Asıl Ergenekon’un tasfiye edilmediğini belirten Abdullah Öcalan, “Barzani ve Talabani’nin de benzer şekilde örgütü denetimine alma girişimleri olmuştur. Her fırsattan istifade etmeye çalışmışlardır. Barzani’nin bunlarla 1946’ya kadar giden ilişkileri var. Talabani daha sonradır, 1970’lerden sonra etkili olmaya başlamıştır. Sami Abdurrahman vardı. Talabani öyle söylendiği gibi büyük bir politikacı değildir. PKK’nin 20-30 yıllık mücadelesinin ortaya çıkardığı değerler üzerinden kendilerine çıkar sağlıyorlar. Bizden sonrası için Barzani ve Talabani hazırlanmıştı. Hareketi denetime alma önce MİT eliyle yürütüldü, MİT başarılı olamadı daha sonra JİTEM’i devreye soktular. Kendi iç çatışmalarından dolayı Ersever’i öldürdüler. Eşref Bitlis cinayeti de bununla bağlantılıdır. JİTEM’den sonra Ergenekon’u devreye soktular. Bunlar başarılı olamayınca, daha sonra CİA ve MOSSAD devreye girerek İmralı’ya getirildim. ‘99’ların sonu ve 2000’lerin başlarında benim İmralı’ya getirilmemle bunların işi bitti. Tuncay Güney, ifadelerinde; Veli Küçük’ün ben İmralı’ya getirildiğimde üzüldüğünü belirtiyor. Çünkü kendisine artık ihtiyaç duyulmayacaktı, İmralı’yla birlikte artık yetki ve karar CİA-MOSSAD-MİT’e geçmişti. ABD, komplo sürecinde Avrupa ve Yunanistan’ın yanında Rusya’yı da satın almıştı. Karşılığında da halen tartışılıyor Mavi Akım Projesi, IMF kredileri verilmişti. Şu anki Ergenekon tutukluları işi bitmiş, deşifre olmuş olanlardır. Elbette devlet bu örgütün yerine yeni bir yapı oluşturacaktır. Bu nispeten hukuka bağlı bir yapı olacak. Çünkü Ergenekon’da sınırsız yetki ve hukuk tanımazlık vardı. Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük’ün JİTEM’idir, asıl Ergenekon duruyor, yeni bir yapılanma geliştiriliyor” dedi.

HÜKÜMETLE UZLAŞMA EMARELERİ VAR
Öcalan, Ergenekon konusundaki değerlendirmelerini şöyle tamamladı: “Ancak şunu da belirtmek istiyorum; Ergenekoncularla Hükümetin uzlaşabileceğine dair emareler var, ancak henüz netleşmiş değil. Kısa bir süre sonra bunlar açığa çıkabilir. Çok fazla içeride kalacaklarını zannetmiyorum. Ergenekon’a yapılan müdahale bir demokrasi hamlesi değildir. Yerine yeni bir yapı oluşturularak sonlandırılacak bir süreçtir. Eğer bir demokrasi hamlesi olsaydı, benim buradaki durumuma da yansıyacaktı. Şu anda benim buradaki durumumda bir değişiklik yoktur. Devletle herhangi bir anlaşma ya da uzlaşmam yoktur. Herkes, halkımız bunu böyle bilsin. Herkes, demokratik mücadelesine devam etmelidir. Bu konuda ben de üstüme düşeni yaparım.”

AKP İRADESİZ BİR PARTİ
AKP’nin iradesiz bir parti olduğunu belirten KCK Önderi, “AKP, şu an iktidar değil, iradesi yok, isterlerse AKP’ye 24 saat içinde müdahale edebilirler. AKP, tüccar mantığıyla hareket etmeye devam ediyor. Deveyi hamuduyla yutmaya çalışıyor. Süreci de yuvarlanarak götürmeye, göstermelik paketlerle ömrünü uzatmaya çalışıyor. Holdinglerin başlarındaki kişiler özel olarak seçilmiş kişilerdir, aynı zamanda birbirleriyle irtibatlıdırlar ve tabana karşı dini kullanmaktadırlar. Cemaatler ve tarikatlar şeklinde örgütleniyorlar. Cemaat derken sadece dini cemaatleri kastetmiyorum. Eski ülkü ocağı gibi yapılanmalar da söz konusu. Halkın da bütün bu olan bitenden ne yazık ki haberi yok. Kürtleri sosyal yardım, mikro-makro kredilerlerle kandırarak denetiminde tutmaya çalışıyorlar. Kredi almayın demiyorum ama halkın asgari temel haklarını, demokratik taleplerini göz ardı etmesinler. ABD, 1946 yılına kadar laik-milliyetçiliği kullanarak denetimini sürdürdü. ‘46’dan sonra ise İslam milliyetçiliğini destekledi. Yanlış anlaşılmasın halkın geleneksel İslam anlayışına, inancına ve laikliğe saygılıyım ama laik-faşizme ve siyasal İslam’a karşıyım, siyasal İslam faşizmdir. Yeşil Kuşak ABD projesidir; Afganistan, El Kaide ve Ilımlı İslam ABD politikalarının ürünüdür” diye konuştu.

İRAN KENDİ SONUNU HAZIRLIYOR
İran’ın mevcut politikalarının kendi sonunu getireceğini söyleyen Öcalan, “İran’da idamla yargılanan arkadaşları destekliyorum. Yanlarındayım. İdam olsa bile bunu metanetle karşılamalılar. İran da bu tür politikalarına devam ederse kendi sonunu hazırlayacak, sonunu getirecek. Bu İran’ın sonu olur. Ahmedinejad, bu politikalarıyla Amerika’ya hizmet ediyor. O bölgede yaşayan halkımızın hayati tehlikesi olanlar Irak sınırına yakın Bradost bölgesine yerleşebilirler. Bu durum Irak-Şengal’deki Êzidîler için de geçerlidir. Bir bütün olarak yerlerini yurtlarını terk etsinler demiyorum, durumu kritik olanlar oraya gidebilirler. Diğerleri de gerekli savunma tedbirlerini alıp, geliştirebilirler. Daha önce Êzidîlerin bir katliamla karşılaşabileceklerini belirtmiştim, bu tür durumlara karşı tedbirli olmalıdırlar. Ben devlet yetkililerine sesleniyorum, umarım aklı selim davranırlar, diyalog ve demokratik çözümü geliştirirler. Ben çözüm için elimden geleni yaptım yapmaya çalışacağım. Ama ben buradayım bu nedenle hareket kabiliyetim kısıtlı, buna rağmen elimden geleni yapmaya çalışıyorum” dedi.
Finans Kapital anlayışının çok tehlike olduğunu belirten Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Finans Kapital anlayışı, çok tehlikeli bir anlayıştır. Bu anlayış yer, kurutur, tüketir, soyup, soğana çevirir. Yer altı yer üstü kaynaklarını yok ettiler, doğayı tahrip ettiler, çevreyi yok ettiler, yerin altını üstüne getirdiler. Bu anlayışa karşı çıkmak elbette mümkün. Bu sömürü sistemi son altmış yıldır hatta bin yıldır devam ediyor. Bu anlayışın panzehiri savunmalarımda yer alıyor, savunmalarımda bu konudaki somut önerilerimi sunmuştum.”

ASGARİ MÜŞTEREKLERDE BİRLEŞİLEBİLİR
KCK Önderi Öcalan, çatı partisine ilişkin de şunları belirtti: “Çatı partisinin olması önemlidir. Sol’la, demokratik çevrelerle bir araya gelinmesi şarttır. Bütünlük kurulması gereklidir. Bunun için bir araya gelinmesi şarttır. Asgari müştereklerde birleşilebilir. Sol ve demokratik tüm güçlerin DTP ile bir araya gelip birlik kurması çok önemlidir, hayati değerdedir. Bu, şu aşamada Türklükten de Kürtlükten de önemlidir, ekmek su kadar önemlidir. Nasıl ki havasız susuz yaşanmıyorsa, demokratik birliksiz de yaşanmaz. Benim Çatı Partisi ve birlik önerilerim ile diğer önerilerim Afrika ve Latin Amerika ve dünyanın her yeri için de geçerlidir, uygulanabilir. Ben bütün kültürlere saygılıyım. Türk kültürüne de Kürt kültürüne ve diğer tüm kültürlere saygılıyım. Bu kültürler demokratik ilkeler etrafında bir araya gelmelidir. Diyarbakır’a çok önemli bir rol düşüyor. Birliğini bütünlüğünü açıkça ortaya koymalıdır. Diyarbakır halkına bu vesileyle selamlarımı iletiyorum.” ANF/İSTANBUL

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Hewler’de terörist bir eylem düzenlemek isteyen bir kadın intihar eylemcisi yakalandı

HEWLER’DE İNTİHAR SALDIRISI HAZIRLIĞI İÇİNDE OLAN 17 YAŞINDAKİ BİR KADIN İNTİHAR EYLEMCİSİ ETKSİZ HALE GETİRİLDİ

Kürdistan Bölgesi Güvenlik Ajansı Parastina

PNA-Kürdistan Güvenlik Ajansı, Hewler’de terörist bir eylem düzenlemek isteyen bir kadın intihar eylemcisinin yakalandığını bildirdi.

Kürdistan Bölgesi Güvenlik Ajansı tarafından konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamda, başkent Hewler’de terörist bir eylem düzenlemek isteyen bir kadın intihar eylemcisinin yakalandığı bildirildi.

Açıklamda, Kürdistan halkı düşmanlarının bir defa daha Kürdistan halkına zarar vermek için eylem hazırlığına girdiği ancak eylemin  ve eylemcinin Kürdistan Bölgesi  Güvenlik Ajansı  Birimileri tarafıdan etkisiz  hale getirildiği belirtildi.

Açıklamada, kadın intihar eylemcisinin sözde Irak İslam Devleti adlı terör örgütüne  mensup olduğu belirtildi.

Kadın intihar  eylemcisinin 17 yaşında ve Bağdat nüfusuna kayıtlı olduğu belirtildi.

Açıklamada, adı Dua Hamit İbrahim olduğu belirtilen kadın intihar eylemcisinin  beraberindeki  6 Kg patlayıcıyla etkisiz  hale getirildiği belirtildi.

 

Kürdistan - KERKÜK…90 KG TNT BOMBASI ELE GEÇİRİLDİ.    

6-Sep-08 [16:10]PNA-Kekük’te 90 Kg TNT bomasının ele geçirildiği bildirildi.

Kekük polisi, Kerkük’ün güneybatısında düzenlenen bir operasyonda 90 kg TNT bombasının ele geçirildiğini bildirdi.

Operasyonun bugün düzenlendiğini söyleyen Kerkük ve Kazaları emniyet sorumlusu Serhat, operasyonun Havice ve Ryaz arasında bulunan Vuşiha köyünde düzenlendiğini ve operasyon sırasında 90 Kg TNT bobasının bulunduğunu bildiridi.

 

Benzer Haberler

Yakıp yıktıkları köylerin tazminatını ödememek İçin Bin Takla Atıyorlar

Tazminata belge engeli


Türkiye'nin 'Terör ve Terörden Doğan Zararların Karşılanması' uygulaması lafta kaldı. Çatışmaların yoğun yaşandığı 1990'lı yıllarda devletin zorla boşalttığı köylerine dönüşü sağlamak için çıkarılan Köye Dönüş Yasası'ndan yararlanmak için Mardin Valiliği'ne başvuran köylülerden 15 yıl öncesine ait hayvan tutanağı, fatura ve hayvancılık vergi kaydı gibi belgeler istendi. Köylülerin sözkonusu belgeleri komisyona sunamamaları nedeniyle komisyon hayvan zararlarını ödemeyi reddetti.


Midyat'a bağlı Sivrice köyünün devlet tarafından boşaltılan mezralarında oturan 91 köylü 2004'te 'Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonu'na başvurarak zararların ödenmesini talep etti. Başvurunun üzerinden beş yıl geçtikten sonra komisyon, 30 köylünün başvurusunu tartışmalı bir şekilde karara bağladı. Komisyon, mahalli bilirkişilerin beyanlarına, köylülerin ahır ve samanlıkları bulunduğunu kanıtlamalarına rağmen hayvancılık yaptıklarına inanmadı. Komisyon ayrıca 15 yıl öncesine ait hayvan tutanağı, fatura ve hayvancılık vergi kaydı gibi belgeler istendi. Köylülerin sözkonusu belgeleri komisyona sunamalarını istedi. Köylülerin ürün zararının da büyük bir bölümünü karşılamayan komisyonun ilginç uygulamaları bununla da sınırlı kalmadı. Zararların ödenmesini isteyen kadın müracaatçılardan, eşlerinin sabıka kayıtları istendi. Komisyon, eşinin sabıka kaydını getirmeyen kadınların dosyasını karara bağlamadı.
Köylüler ise komisyonunu bu kararlarına ittiraz etti. Köylüler itiraz dilekçelerinde köylerinden göç ettikten sonra başka şehirlerde 11 yıl boyunca kirada kaldıklarını, ancak komisyon hiçbir başvurucunun kira zararını ödemeyi de kabul etmediğine işaret etti. 11 yıl boyunca ortalama 33 bin YTL kira zararı olduğunu belirten mağdur köylüler, evlerindeki hasarın karşılanması için de komik paraların ödendiğini belirtti. Bazı köylülerin müracaatlarının ise mezralardaki evlerinin zaten eski olduğu ve köyün boşaltıldığı tarihten önce köyü terk ettikleri gerekçesiyle, hiçbir ödeme yapmadıklarına dikkat çekti.
Zararların karşılanmamasını eleştiren DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan da, yasanın amacına uygun kullanılmadığını ve halkın mağduriyetinin arttığına dikkat çekti. Kaplan, 'Şimdiye kadar yapılan 275 bin başvurunun dörtte birinin sonuçlandığı, bunlardan 4 bin 700 kadarının da idari yargıya intikal ettiği görülmekte. İdari yargıda görülecek dava sayısı 30 bini aşabilecek ve muhtemelen de bunların 10 bini tekrar AİHM'e intikal edecektir. Başvuruların büyük çoğunluğunun reddedilmesi, halkın mağduriyetini daha da arttırmakta. Bu nedenle yasa amacına hizmet etmemekte' dedi.ANKARA / ANF

6-7 Eylül : Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...

Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...
6_7_eylul_olaylari1 Cumhuriyet tarihinin azınlık karşıtı politikalarının en önemli pratiklerinden biri olan 1934 Trakya Olayları, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları, azınlık mensuplarına 2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan 20 Kur'a İhtiyatlar askerlik uygulaması ve 1944 Varlık Vergisi uygulamasından sonra, azınlıklara bu coğrafyada artık yaşama hakkı olmadığını gösteren ve bunu anlayamayanlara bunu net olarak ifade eden 6-7 Eylül İstanbul Pogomu, önemli bir özel harekât operasyonu olarak, Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekelerinden biri olarak kaldı...


Ergenekon Bukalemun'unun en rezil operasyon örneklerinden biri
'Siz maddi zarar gördünüz, bizimse insanlığımız zarar gördü.'
Reşat Nuri Güntekin (*)


29 Ağustos 1955 tarihinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları arasında Londra'da Kıbrıs görüşmeleri başladı. Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu toplantıda elinin güçlendirilmesi için, Ankara'ya yolladığı bir mesajla bir şeyler yapılmasını isterdi. Tam o sırada Selanik'te Mustafa Kemal'in doğduğu evde bir bomba patladı ve Zorlu bombayı bahane ederek toplantıyı terk etti. Aslında Zorlu'nun istediği şeyler toplantı devam ederken, CHP'li gençlerin yönetimindeki Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından hazırlanmaktaydı. Bu amaçla Taksim Meydanı'nda ağırlıkla üniversiteli gençlerin katıldığı bir gösteri düzenlendi. Her şey gösterilerin tamamlanmasından sonra başladı ve güvenlik güçlerinin 'karışmayın' talimatı nedeniyle her şey çığrından çıktı. Selanik'teki bomba haberinin acele baskıyla ulaştırılması ile birlikte fiili saldırılar başladı. Bomba haberi radyodan 13 haber bülteninde verilir, ama asıl MİT mensubu Mithat Perin'in çıkardığı DP yanlısı İstanbul Ekspres Gazetesi tarafından yapılan özel bir baskı ile duyurulur .
Devlet tarafından örgütlenen binlerce kadınlı ve erkekli talan sürüsü, ellerinde muhtarlardan aldıkları adreslerle, İstanbul'daki gayrimüslimlerin evlerini, işyerlerini, hastanelerini, ibadethanelerini ve okullarını talan ederler. Hasar, o zamanki değerle yaklaşık 150 milyon TL'yi bulmaktadır, bu rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan Dolarına eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere 60 milyon TL tazminat öder, ki bu miktar zararı karşılamaktan uzaktır.
O sıralarda DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos, TBMM'de yaptığı konuşmada, 'Evimin yanında polis karakolu var. Bizi tanırlar, anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, ev tamamiyle tahrip ediliyor ve evimin önünde duran silahlı jandarmalar ise hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede diyebilirim ki evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır. Yataktan aşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dahil her şeyleri tahrip edilmiştir. Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur evimin halini gözleriyle görmüştür... Saldırganların sarf ettikleri cümleler de şunlardır; 'Kırın, yıkın, mebusun evini. Bedavadan para alıyor.''Azınlık mebusların kaderi midir, bilinmez! 40 yıl önce, İttihat ve Terakki döneminde de azınlık mebuslarının malları talan edilmiştir. Azınlık mebusları o zamanda Meclis kürsüsünde nelere maruz kaldıklarını nafile yere anlatmışlardır. Ne kadar DEP'li milletvekillerinin başına gelenleri hatırlatıyor değil mi?
'Asıl safha bir tertiptir'
ABD Genel Konsolosu Arthur Richard, ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği raporunda, 'Polis hiçbir şey yapmadan durdu, hatta halkı alkışlarken, bir sürü dükkânların yağma edilişine gözlerimle şahit oldum' demişti. Trabzon Milletvekili Selahattin Karayavuz ise, 12 Eylül 1955'te TBMM konuşmasında şöyle demiştir: 'Hadisenin en mühim safhası işin Tertip edilmiş olduğudur. Çünkü İstanbul gibi bir yerde 60 km saha içinde her yerde aynı zamanda aynı tahripkar hadisenin cereyanı, bu hadisenin bir çapulculuk eseri olarak yapılmasına imkân vermez. Asıl safha bir tertiptir ve Yunanistan'da muhterem Atatürk'ün evine atılan bir bomba hadisenin işaretinden başka bir şey değildir. O işaret üzerine buradaki fesat unsurları harekete geçmistir.'
6/7 Eylül olayları, Kıbrıs olayları bahane edilerek Patrikhane ve Rumlara yönelik gibi gösterilse de, 6/7 Eylül olayları Kıbrıs'la ilişkilendirilerek sadece 'Rumlara yapılmış bir misilleme' olmadığının bir göstergesi, tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59'u Rumlara aitken, kalan yüzde 17'nin Ermenilere, yüzde 12'nin Yahudilere ait olması, hatta dönmelere ve Müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekânların bile saldırıya uğraması olmuştur. Bu arada kim vurduya giden Türklerin de dükkânları olmuştu. Bunlardan biri de annemin dayısı Şehri Beyin Talimhane'deki otomobil yedek parçası dükkanı idi. (R.Z.)
'Dün küstah bir Rum Yeni Cami önünde linç edilmiştir'

Hatırlıyorum
1955 Eylül ayları... 7 yaşlarında idim. Babam o zamanlar Balıkesir vali muavini idi. Yıllarca İstanbul'da kaymakamlık yapmıştı. Daha sonra fatura kaymakamlara kesilip, hepsi görevden alınınca, babam birkaç ay sonra yeniden İstanbul'a atanacaktı. O sırada İstanbul'da olan ablamlar ise, bizzat olayların içinde saldırı tehditi ile yüzyüze kalacaklardı. 'Buna nasıl izin verilir' diye söyleniyordu, annemle babam izleyen günlerden birinde, akşam yemeğinde oturduklarında. 'İstanbul yanıyor, İstanbul alevler içinde!' O günlerin hikayesini Kürt yazarı Emine Erdem ile birlikte, 'Bir Yerde Bir Gül Ağlar' (Belge Yayınları, 2000, Türkçe ve Yunanca iki dilli) adlı bir kitapta anlattık, kendi tanıklıklarımız üzerinden. Rum, Yahudi, Ermeni aile dostlarımız vardı. Rum ve Ermeni dostlarımız için endişe besledikleri gibi, ablamlar için de merak içindeydiler. Daha sonraları da, 'onların yüzüne nasıl bakacağız' diye konuştuklarını hatırlıyorum. Haklıydılar, 'amca', 'hala', 'dayday' dediğimiz bu insanlarla bir daha o eski sıcaklık yaşanmadı. 1950 seçimleri ile başlayan, insanların o bahar havası kısa sürmüştü. DP'lilerin 1945 yılında utangaç bir biçimde tek parti rejimine karşı ittifak kurmayı bile düşündükleri, ama faşizan CHP gençliğinin sol eğilimli TAN gazetesini tahrip etmesinden sonra şeytan gibi kaçtıkları sosyalistler, daha 1951 yılında bir toplu tevkifatın kurbanı olmuştu. Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkan Behice Boran ve diğer barışseverler de. Ve 1955 yılında ise artık kurban azınlıklardı. Önce komünistler ve sosyalistler halolundu, sonra sıra azınlıklara geldi. Ve 1960'ta ise halledenler halledildi! Tezgah bir kez kurulmaya görsün, herkesin sırası gelir! R.Z.

Özel Harp Dairesi destekli bu harekâta 200 binin üstünde bir güruhun katıldığı tahmin ediliyor. 2005 Ekimi'nde olayların 50. yıldönümünde, olaylara ilişkin Tarih Vakfı'nın düzenlediği bir fotoğraf sergisi Karşı Sanat Galerisi'nde açıldığında, Ergenekoncu bir grubun saldırısına uğramış, adeta olayın küçük çapta bir canlandırması yaşanmış gibi olmuştu. Abdülhamit'le başlayıp İttihat ve Terakki/Cumhuriyetle devam eden zor metodunun zirvelerinden biridir 6/7 Eylül. Müslümanların -daha sonra Türklerin- gayrimüslimleri ekonomik hayattan silmek ve onların yerine geçmek için iktisat dışı yaptıkları sermaye transferlerinin en önemlilerinden biridir, 6/7 Eylül 1955.
Cumhuriyet Gazetesi, tamamiyle bir hayal ürünü olan bir yazı ile, 9 Eylül 1955 sayısında beş sütundan şu haberi vermiştir: Yağmacıların ve tahrikçilerin merkezi, Beyrut'ta bulunan kızıl bir teşkilattır. Tabii yağmacıların merkezinin Ankara olduğunu bilen ve sonradan kahraman Oktay Engin'e iş veren devletin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet, bu tip yalan haberlerle devletin bu eylemlerde mesuliyetini gizlemek istemiştir. İstanbul Ekspres, 9 Eylül 1955 sayısında, 'Kızıl Maske düştü, tahrikçiliğin elebaşları Türkiye'yi dostsuz bırakma gayesini güttüler' diye başlık atmıştı. Yalan üstüne yalan haber yayınlayan İstanbul Ekspres, 14 Eylül'de 'Vatandaş ihbar et: Komünistleri, uydurma haber verenleri, tahrikçileri' başlığını içermistir. Uydurma haber veren tahrikçi İstanbul Ekspres Gazetesi'ni de kim kime ihbar edecektir?

6_7_eylul_olaylari3

Mahkeme zabıtlarına göre, 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekan saldırıya uğramıştır

Kısacası o günün basınının bu olaylarda mesuliyeti büyüktür... Milliyet Gazetesi 8 Eylül tarihinde şu yazıyı içermişti: 'Dün küstah bir Rum Yeni Cami önünde linç edilmiştir. Saat 15.30 sıralarında bu saygısız şahıs eline geçirdiği bir Türk bayrağını yırtmak istemiştir. Durumu gören halk derhal koşarak bayrağı elinden almış ve kendisini tekme ve yumruk ile dövmeye başlamıştır. Bu sırada beyin üstü düşen küstah ölmüştür'. Yani kabahat Rumların kendilerindedir. Bırakınız 6-7 Eylül tarihlerini, başka devirlerde bile bir İstanbullu Elen'in Türk bayrağını İstanbul'da alenen yakması tamamiyle olanak dışıdır. Çünkü bunu yapacak kişi kendisinin neyi beklediğini bilirdi. Gazete burada kafadan attığı bir hikâye ile öldürülen zavallı bir insan için özür dileyeceğine bir de küstah demiştir. İstanbul'un Elen'leri için 6 Eylül 1955 günü bir cehenneme dönüşmesine rağmen Vatan Gazetesi, 7 Eylül İstanbul'da bazı tahrip ve yağmalar oldu diye yazmaya hiç utanmamıştır. İstanbul Ekspres Gazetesi ise 7 Eylül sayısında çok saçma bir yazı ile Ata'mıza yapılan suikast nefretle karşılandı ilân etmiştir. Şimdi ölü insana nasıl suikast yapılabilir diye mantıklı bir soru geliyor insanın aklına ama ne mantığı, burada mantık falan yok, o devrin gazetelerinin yobaz, milliyetci, faşist, ajancı ve kinci ideolojisinin çıplaklığı vardır yalnızca. İstanbul Ekspres 7 Eylül sayısında daha tahkikat yapılmadan bile 'Mesul Yunan makamları'... Ulus ise aynı gün 'Yunanlılar Atatürk'ün evine bomba attılar' başlığı atmıştı.
'Bu heyecanı yaratan insan bugün Nevşehir Valisi'dir'
6_7_eylul_olaylari4 (1) 'İstanbul Rumlarının Septemvriana dedikleri olayların mağdurları, 6-7 Eylül 1955 olaylarını aradan 53 yıl geçmesine rağmen henüz unutamadılar. Varlık Vergisi faciasından yaklaşık 12 yıl sonra bu olaylar, İstanbul Rum toplumunun artık Türkiye'de barınamayacağını belli etmişti. O devirde İngiltere'de yer alan Kıbrıs müzakereleri ve Kıbrısta olan olaylarla ilgili abartılı, katı bir milliyetçi ve bazı durumlarda tamamiyle uydurma haberlerle, gazeteler Türk halkını galeyana getirmeye çabalamış ve İstanbul Rumları için teklikeli bir ortam yaratılmıştır. Bu ortamı yaratan devr Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakanı Menderes ve Zorlu üçlüsünün bilgi ve onayı ile bu olaylar gerçekleşmiştir, olayda ateşi tutuşturan ise CHP'lilerin kurduğu Kıbrıs Türktür Cemiyeti olmuşur. Bu da Özel Harp ekibinin hem muhalefeti, hem de iktidarı kuşattığını göstermektedir. Cemiyet Başkanı Hikmet Bil ile yönetiminde yer alan CHP İstanbul Gençlik Kolları Başkanı Orhan Birgit, Kıbrıs sorunu ve 'bomba olayına' karşı infiali harekete geçirmek üzere aktif çalışan insanlardan biridir. Aynı kişinin 1974 Kıbrıs işgali sırasında hükümet sözcüsü olması herhalde bir rastlantıdır!
6 Eylül gecesini Rumlar, 15. yüzyılda Fransa'da Protestanların katledildiği gece ile ilişki kurarak Saint Bartholomeus Gecesi olarak da anarlar. Bu olaylar, 1905 yılında Rusya'da gerici Rusların Yahudilere yönelik pogromlara veya Nazi Almanyası'nda Yahudi ev ve işyerlerinin saldırmaya uğradığı, 1937 Kristal Gecesi'ne de benzetilebilir.
Tanık olduğu 6-7 Eylül olaylarını 'Gül Sancısı' adlı romanında işleyen ANAP Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, Aktüel Dergisi'nin yer alan bir röportajda, asıl amacın Osmanlı'dan beri iktisadi hayatı elinde bulunduran azınlık sermayesinin Türk kesimine transferi olduğu görüşündedir: 'Hadiselerin başlangıç itibariyle bir tertip olduğu ortadadır. Nitekim o tarihte Atatürk'ün evine bomba koymak suretiyle bu heyecanı yaratan insan bugün Nevşehir Valisi'dir. Bir mürettip. Bugün devletin tertibinden sorumlu bir makamın sorumlusudur! Bu da az buz bir iş değildir. Hadise, sadece bir sermaye transferi anlamı da taşımaz. Bir sermayeyi, bir varlığı yok etmektir... Ama kabul etmek zorundayız ki o hadiseden sonra Anadolu'dan İstanbul'a gelmiş, palazlanmış esnaf, ticaret hayatının da sahibi olmuştur. 6-7 Eylül hadisesinde tahrip edilen kadronun yerini dolduranlar, bugün Türk iktisadi hayatında önemli isimler olmuşlardır.'

'Vatandaş Türkçe konuş'
'Cumhuriyet tarihinin azınlık karşıtı politikalarının en önemli pratiklerinden biri olan 1934 Trakya Olayları, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları, Azınlık mensuparına 2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan 20 Kur'a İhtiyatlar askerlik uygulaması ve 1944 Varlık Vergisi uygulamasından sonra, azınlıklara bu coğrafyada artık yaşama hakkı olmadığını gösteren ve bunu anlayamayanlara bunu net olarak ifade eden 6-7 Eylül İstanbul Pogomu, önemli bir özel harekat operasyonu olarak Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekelerinden biri olarak kaldı.'
'Olaylar sırasında ya da aldıkları yaralardan dolayı sonradan 16 Rum öldü. 32 kişi ciddi biçimde sakat kaldı. ABD konsolosluğu raporlarına göre 50 Rum kadınının ırzına geçildi. Rum kaynaklarına göre ise bu sayı 200'ü bulmaktaydı. Bir papaz da zorla sünnet edildi, kan kaybından komaya giren papaz Yedikule hastanesine kaldırıldıktan sonra öldü.
Olaylar o kadar merkezi düzenlenmişti ki, İzmir'de, Diyarbakır'da, Midyat'ta da saldırı olayları yaşanır.'

Bu olaylar sonucunda devletin istediği göç başlar ve birkaç ay içinde büyük işyerlerinin önemli kısmını Müslümanlar devralır. Yıllarca hiçbir şey bulunmaz olur, bulunanlar da artık rekabet olmadığı için pahalı, kalitesiz ve estetikten uzaktır. Artık gayrimüslimler için Türkiye'de yatırım risklidir. Homojenleştirmede bir merhale daha atlanmıştır. Bu hedef daha sonra 1974, 1980 göçleri ile tamamlanacaktır.
1944 yılı içinde Cumhuriyet Halk Partisi'nin azınlıklardan ve gelir dağılımından sorumlu 9. Bürosu tarafından hazırlanan 'Azınlıklar Raporu', aslında Cumhuriyetin de onları eşit ve özgür yurttaş gibi görmediğini ortaya çıkarıyordu. Büro raporunda, gayri Türk diye tanımlanan Çerkes, Arnavut, Boşnak vd. Müslüman halkların hemen asimile edilmeleri gerektiği vurgulanırken, Türkleşmelerinden umut kesilen gayrimüslimler için şunlar öneriliyordu: Rumlar, İstanbul'un fethinin 500 yılına kadar (1953) sürülmeli, İstanbul Rumsuzlaştırılmalıdır. Bu süreci başlatmak da sözde CHP'nin karşıtı olan DP iktidarına düşmüş, ama onların da yanlarına kalmamış, Özel Harpçilerin benzeri taktikleri ile 1960 yılında onursuzca alaşağı edilmişlerdir.
(*) Ayşe Nur Zarakolu'nun büyük dayısı olan ve Büyükada'da Rumlarla, Ermenilerle ve Yahudilerle komşu olarak yaşayan romancı Reşat Nuri Gültekin, vapur iskelesinde rastladığı komşularından birine, utanç içinde bu sözleri etmişti. Elbette, komşularımız sadece maddi değil, manevi açıdan da büyük bir travma yaşamışlardı. (R.Z.)
Ragıp Zarakolu ve Sait Çetinoğlu