Sunday, September 21, 2008

Musa Anter'in katili koruculuk yapıyor!

Musa Anter'in kurşunlara hedef olup canını verdiği sırada yanında bulunan Taraf yazarı Orhan Miroğlu, o geceyi anlattı ve katillerin halen dışarıda olduğunu belirtti. Kürt aydını Musa Anter'in katledildiği gece yanında bulunan Taraf yazarı Orhan Miroğlu o geceyi anlattı. Kendisi de kurşunlanan Miroğlu, Anter'in katillerinin hala dışarıda olduğunu yazarak suç duyurusunda bulundu:

- Musa Anter"i anmak ve hatırlamak için bir yazı yazan dostu Yaşar Kemal, “Benimki belki tuhaf bir inanç. Ben hiçbir insanın, gözlerini kan bürümüş de olsa, işkenceci de olsa, yüzlerce insanın katili de olsa, Musa Anter gibilerine kıyabileceğine inanmazdım” demişti.

Sevgili ağabeyim Yaşar Kemal bu görüşlerinde çok haklı. Evet, kan revandı ortalık, karanlık basmadan şehrin sokaklarını terk ediyordu hayat ve bu sokaklarda sabahın ilk ışıklarına kadar ölüm kol geziyordu. ape musa anter

Evet, insanlar bazen güpegündüz ve onlarcası sokak ortalarında, kimi zaman da gece yarıları, sımsıcak yataklarından alınarak resmî plakalı araçlara teslim ediliyor sonra ıssız dağlar, ya da köprü altlarında infaz ediliyorlardı.

Ama yine de hiçbirimizin aklına, kardeşliğe, barışa ve özgürlüğe adanmış bir ömrün sahibi Musa Anter"in "fermanı kesilen" ve onun en yakın dostlarından biri Canip Yıldırım"ın deyimiyle "kitabı kapatılan" insanlardan biri olabileceğine inanmak gelmiyordu.

O da inanmamış olacak ki, kendisine kurulan o hain tuzağı boşa çıkaramadı ve o tuzağın içinde can verdi.

Yetmiş beş yıllık ömründe tanıklığını yaptığı, acısını yaşadığı bin bir beladan, tufandan her nasılsa kurtulmuş Musa Anter; bir hiç, bir kimliksiz, bir ruhsuz insan, sadece kod adıyla yaşayabilen bir yaratık, imal edilmiş bir ruhsuz cani tarafından, ılık bir sonbahar akşamı, 20 Eylül 1992 günü, Diyarbakır"da, Cumhuriyet Mahallesi, 36. sokakta katledildi.

DİYARBAKIR"A BİR HAFTALIĞINA GELMİŞTİ

Musa Anter, Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı ve bildiği, aydın ve demokrat bir insandı. O demokrasi için bütün hayatı boyunca mücadele etmiş, kitaplar, yazılar yazmış ve bu yüzden de uzun yıllar cezaevlerinde tutulmuş bir aydındı.

Anter, 1992 yılında Diyarbakır Belediyesi"nin düzenlediği festivale, kitaplarını imzalamak ve bir söyleşi yapmak için davet edildi. Bir hafta kalmak üzere Diyarbakır"a geldi. Son derece karanlık ve her gün çok sayıda insanın faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bir dönemdi. Bölgede OHAL vardı ve Türkiye adeta çift hukuklu bir sistemle yönetiliyordu.

Babamla çok iyi görüşür ve birbirlerine iltifat ederlerdi. Diyarbakır"a geldiği günden sonra, hemen her gün birlikte oldular. Babam onu hiç yalnız bırakmadı. İstanbul"a dönmeden önce, onu yemeğe davet etmek istiyorduk. Bu amaçla onu aradığımda, çok insanın kendisini davet ettiğini, ama bu davetleri kabul etmediğini, ama bize gelebileceğini söyledi.

Pazar akşamı için sözleştik, ben onu akşam otelden alacak ve eve getirecektim. O geceyi bizde geçirecekti ve ertesi sabah, onu havaalanına, ben bırakacaktım.

Sözleştiğimiz gibi, daha akşam karanlığı basmadan otele gittim. Yanında belediye görevlilileri, kültür müdürü Nevin Hanım ve sanata, edebiyata meraklı bir grup vardı. Onlarla sohbet ediyordu. Sonra onlar ayrıldılar. Biz yalnız kaldık. Ne zaman gideceğimizi sorduğumda, bir misafir beklediğini, Seyrantepe semtinde bir işi olduğunu, bu işi gördükten sonra, oradan bize gidebileceğini söyledi. Aslında davet için aradığımda da benzer şeyler söylemişti, hatta Çınar ilçesine gideceğini anlatmıştı. Otelde, yine ne işi olduğunu sorduğumda ise, bir arazi ihtilafı olduğunu ifade etti. Bu konuda bana başka bir açıklama yapmadı. 

VURULDUĞU GECE HARİÇ SÜREKLİ İZLEDİLER

Akşam karanlığı çökmeye başlamıştı. Diyarbakır"dan söz ettik biraz. Belediye Başkanı"nı eleştirdi, Diyarbakır"la ilgisiz bir belediye başkanı olduğunu söyledi ve İstanbul"a gittikten sonra bu ilgisizliği gazeteye yazacağını ifade etti. Derken, otel görevlilerinden biri, “abi beklediğin misafirin geldi” dedi. Misafir, 25 yaşlarında, uzun ince boylu, kısa saçlı biriydi. Üstünde blucin pantolon, mekap tabir edilen bir ayakkabı ve bol dökümlü bir ince gömlek vardı. Ayakta kaldı ve oturmadı bu adam. Sonra, Musa Anter ile birlikte odaya çıktılar, Anter, üstünü değiştirmiş ve gelmişti, beni bu kişiyle tanıştırma gereği görmedi, bu gelen kişinin önemli bir adam olmadığını düşündüm ben de. Önemsediği bir adam olsaydı, muhtemelen beni tanıştıracaktı diye varsayımda bulundum.

Otelden birlikte çıktık. Diyarbakır"da o tarihte, sokakta insana rastlamak mümkün değildi, çünkü insanlar, akşam karanlığı başlamadan, iş yerlerini, dükkanlarını kapatıyor ve erkenden evlerine çekiliyorlardı. Sokaklar tenhaydı ve dikkatimi bir şey daha çekti. Devletin yıllarca izlediği bir insan, Musa Anter, böyle bir günde otelden çıkıyor ve onu ne sivil ne de resmî bir polis aracı izlemiyordu. Bu tuhaf bir durumdu ve sonradan bana anlatıldığına göre sadece o güne özgü bir şeydi. Çünkü kaldığı bir hafta boyunca, hemen her gün izlenmiş ve polisler onu hiç yalnız bırakmamışlardı.

Otelden çıktıktan sonra, binmek için ticari bir araç bakındık. Karşı caddede bulunan bir otelin önünde park etmiş bir ticari araca doğru yürüdük ve şoförünü sorduk. Şoför içerde uyuyordu, otel görevlisine uyandırmasını söyledik, o da gitti uyandırdı şoförü. Seyrantepe"ye gideceğimizi söyleyerek bu araca bindik. Ben öne bindim, Anter ve otele bizi almaya gelen bu şahıs, arkaya bindiler. Yalnız binmeden önce bir şey dikkatimi çekti: Bu şahıs, taksiye binmeden önce etrafına iyice bakındı ve kimselerin olmadığından sanki emin olmak istedi. Bu bende elbette bir kuşku yaratmıştı; “bu buluşmanın neden gün aydınlığında olmadığını” sorduğumda, Musa Anter, “buluşacağı kişilerin düşman sahibi olduklarını, gündüz pek çıkmadıklarını” söylemişti, bunu hatırlayınca, bu şahsın araca kuşkulu binişinden duyduğum şüphenin yersiz olduğunu düşündüm.

Yola çıktık. Saat akşam sekizi geçiyordu, Karanlık olmuştu artık ve gecenin karanlığında Seyrantepe"ye doğru yol alıyorduk. Seyrantepe" de üçlü bir yol ayrımı vardır; biz bunlardan Ergani ilçesine giden güzergâha girdik ve bu yolda ilerlemeye başladık. Önümüzde gidilecek ev filan kalmamıştı. Resmi kuruluşlar ve bir takım atölyeler, yani iş merkezleri dışında yolda bir şey filan görünmeyince, ben arkama döndüm ve bu şahsa sordum, dedim ki “nereye gidiyoruz biz, ev filan yok burada”. Bu şahıs da soruma soruyla cevap verdi ve dedi ki, “burası Silvan yolu değil mi?”. “Hayır” dedim, “burası Ergani yolu”. “Biz Silvan yoluna gideceğiz” dedi. Neyse geri döndürdük aracı ve Silvan yoluna geldik. Musa Anter bu arada bu şahsa nereli olduğunu sordu, çok tuhaf, Ergani yolunu bilmiyordu ama, Ergani"nin köylerinden olduğunu söyledi ve Diyarbakır şehrinin yabancısı olduğunu ifade etti. O zaman Musa Anter, “zaten biz artık Diyarbakır"da değiliz ki, burası köy” dedi. Yani bu şahsın, bizi götüreceği yer konusunda, yani bir sorun için Musa Anter"in buluşacağı insanların bulunduğu ev konusunda bir bilgisi yoktu, tabi bunu o anda bilmemiz olanaklı değildi ve Silvan yoluna girdikten sonra 36. sokak diye bilinen sokağın başında aracı durdurduk.

ANTER"İ VURACAĞI YERE GÖTÜRDÜ

Gideceğimiz evin burada olduğunu söyledi. Anter, çok kızmıştı, bir ara bana Kürtçe dedi ki, “bırak bu eşeği geri dönelim, daha gideceği yeri bilmiyor”. Ve biz tam geri dönecekken, bu şahıs girdiği bir sokaktan seslendi, gideceğimiz evi bulmuş gibi. Ardından yürüdük. Tahminen iki yüz metre kadar uzunluğunda bir sokaktı. Loş bir ışık aydınlatıyordu sokağı ve her iki tarafında tek katlı gecekondular vardı. Gecekonduların perdeleri çekikti ve ışıkları yanıyordu. Karanlık olduğu için rahat yürümesini sağlamak amacıyla sol elimi Anter"in omzuna attım ve sokağın içine doğru yürüdük.

Ben, gideceğimiz yer burası mı diye sordum bu şahsa ve o da evet dedi, burası, ama aynı anda da nasıl çektiğini, nereden çıkardığını fark etmediğim silahını bize doğrultup ateş etmeye başladı. Can havliyle geri dönmek istedim ve birkaç adım atmamıştım ki gücümün kesildiğini fark ettim. Olduğum yere yüz üstü düştüm. Çok az bir süre böyle yüzükoyun kaldım. Ama sonra da gücümü toplayıp doğrulmak istedim. Bu şahıs yanımdan geçiyordu o anda, sırtıma bir el daha ateş ettiğini fark ettim ve yeniden yüzüstü düştüm. Sokak yanılmıyorsam çıkmaz bir sokaktı ve bizi vurduktan sonra da, geldiğimiz yöne doğru kaçıp gitmişti.

Musa Anter, benden üç dört metre ilerde düşmüştü. Başına, göğsüne ve ayağına isabet eden kurşunlardan sonra fazla yaşamadı ve olay yerinde can verdi. Son sözleri ise, onun başına gelen bir mahalle sakinine, Kürtçe “beni hastaneye götürün” demek oldu.

Hastaneye kaldırıldım, o gece ve vücuduma saplanan kurşunların çıkarılması ve kanamanın durdurulması için ameliyata alındım. Bir gece sonra gözümü açtığım hastane odasında, vücudumda fark ettiğim ilk şey felç olduğumdu. Belden aşağı vücudumda hiçbir hareket yoktu. O gece Diyarbakır"da kaldım ama, bu hiç güvenli bir şey değildi. Çünkü, faili meçhul cinayetlerin sonucunda hemen hemen sağ kalan kimse olmuyordu. Bildiğim kadarıyla böyle bir cinayet girişimin sağ kalan bir gazeteci arkadaşımız vardı, Baki Karadeniz? O da tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu.

Tedavi olmak için, aynı zamanda can güvenliğimi koruyabilmek için, Diyarbakır"dan ayrıldım ve Ankara"ya gelip, Hacettepe Hastanesi"ne yattım. Üç ay kadar kaldım ve tedavi gördüm. O tarihten bu yana da Ankara"da yaşıyorum.

KUTLU SAVAŞ"IN RAPORU KATİLLERİ AÇIKLIYOR

Musa Anter cinayeti üstündeki sır perdesi artık aralanmış bulunuyor. Bu cinayetle ilgili, sonradan elde ettiğimiz bilgiler benim tahminlerimi hep doğrulamıştır. Uzun yıllar, cinayetin devlet adına gizli ve yasa dışı işler yapan gruplar tarafından işlendiğinden hiç kuşku duymadım. Nitekim, yıllar sonra devlet adına, Kutlu Savaş"ın hazırladığı rapor bunu açıkça gösteriyor. Bu raporda Musa Anter"in devlet adına çalışan gruplar tarafından öldürüldüğü kabul ediliyor, hatta onun öldürülmesinin, daha sonra aynı çevrelerde bir pişmanlığa yol açtığı üstü kapalı bir şekilde de olsa ima ediliyordu. Çünkü deniyordu bu raporda; Anter, işin filozofisiyle ilgili bir adamdı ve yaşarken bu kadar etkili olmayan Anter, aslında öldürüldükten sonra daha etkili bir şahsiyet haline geldi.

Savcılar bu cinayetin aydınlanması için hiçbir çaba göstermediler ve Musa Anter cinayeti faili belli olmasına rağmen, bugün rafa kaldırılmış bir dosyadır. Otelde kaldığı süre içinde bu gruplardan ona edilen telefonlar incelemeye alınsaydı, daha o tarihte, olayın aydınlanması mümkün olabilirdi. Ama her nedense hiçbir savcının aklına böyle bir inceleme yapmak gelmedi. Zaten o zamanda böyle cesur bir savcı bulmak da mümkün değildi.

İTİRAFÇININ İTİRAFI: ANTER"İ JİTEM ÖLDÜRDÜ

1993 yılında, Diyarbakır cezaevinde kalan bir samimi itirafçı serbest bırakıldı ve eline İzmir"de yaşayan Kürt iş adamlarının bir listesi verilerek, temizlik yapması, yani cinayet işlemesi istendi. Ne var ki bu samimi itirafçı, bunu yapacağı yerde, gidip İzmir"de bir savcıya teslim oldu ve cinayet işlemesi için, emir aldığını itiraf etti. Bu şahıs Musa Anter cinayetiyle ilgili olarak da ilk kez önemli açıklamalarda bulundu ve bu cinayetin samimi itirafçılarla, JİTEM elemanları tarafından planlandığına tanık olduğunu ifade etti. Verdiği ifadeye göre, aslında bu grup, Anter"i kaldığı otelde önce boğmak istemiş, ama Anter onları kabul etmeyince, başka bir plana başvurmuşlardı. Bu planın ne olduğunu bugün daha iyi biliyoruz ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, olay bütün yönleriyle aydınlanmıştır.

JİTEM"in Türkiye"de ve Kürt şehirlerinde işlediği cinayetlerin en önemli elemanı Mahmut Yıldırım, 1994 yılında JİTEM ve MİT arasındaki çelişkilerden kaynaklanan anlaşmazlıklar sonucu Ankara"da yakalandı ve MİT "te geniş bir ifade verdi. Ne var ki, 1994 yılında alınan bu ifadeyi, kamuoyu, ancak 2000 yılında öğrenebildi. O dönem ABD" de yaşayan MİT"çi Mehmet Eymür bu ifadeyi deşifre etmeseydi, belki böyle bir ifadenin varlığından bile haberdar olmayacaktık. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, yani JİTEM adına görevli bu şahıs, Anter cinayetini kendisinin planladığını söylüyor ve bunun için PKK"nin "kafa adamını" kullandığını söylüyordu.

DİLEKÇEMİZ KABUL EDİLMEK İSTENMEDİ

Abdülkadır Aygan"ın anlatımlarına göre bu kişi Hogır kod adlı Cemil Işık"tır ve Cemil Işık, o tarihte öyle anlaşılıyor ki PKK"den ayrılan ve JİTEM adına çalışan biridir. Ya da bu olayda JİTEM tarafından kullanılmıştır. Ben bu gelişmeler üzerine Diyarbakır"a gittim ve bu ifadede ortaya çıkan gerçeklere dayalı olarak yeniden suç duyurusunda bulundum. Savcılar bu suç duyurusu, dönemin Başbakan"ı Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve OHAL Valisi Ünal Erkan"ı da kapsadığı için, dilekçemi almak ve işlem yapmak bile istemediler. Avukatım ve arkadaşım Sedat Yurttaş"la birlikte ısrar ettik ve kabul ettirdik. Dosyayı aradılar, bin bir güçlükle buldular, kayıptı çünkü ve rafa kaldırılmıştı. O tarihten bu yana, ne bana ne avukatıma herhangi bir bilgi bir işlem ulaşmış değildir.

BİZİ OTELDEN ALAN KİŞİ: HAMİT YILDIRIM

Musa Anter cinayetinde, kuşkusuz son noktayı kendisi de uzun yıllar JİTEM adına çalışmış olan ve bu uzun dönemde işlenen cinayetlere tanık olmuş, hatta fiilen katılmış bulunan Abdulkadir Aygan koymuştur. Aygan"ın itirafları Türkiye"de Gündem Gazetesi"nde yayınlanmadan önce, onunla ilişkiye geçen gazeteci arkadaşım, beni aradı ve benimle görüştü. Böyle bir itirafçının olduğunu ve söyledikleri ile anlattıkları olayların doğru olup olmadığından emin olmak için, en azından Musa Anter cinayetiyle ilgili verdiği bilginin doğruluğunu benimle paylaşmak istediklerini ifade etti. Onu dinledim. Aygan, Anter cinayetiyle ilgili olarak tamamen doğru şeyler söylüyordu. Ve ben bu gazeteci arkadaşa Aygan"a inanmaları gerektiğini ifade ettim. Çünkü benim yaşadıklarım ve tahmin ettiklerimle, Aygan"ın anlattıkları arasında bir farklılık yoktu. Bir tek şu vardı. Ben yıllarca, Musa Anter"i sözüm ona bu "toplantıya ikna" işinde, Mardin"li olması nedeniyle, yine bir JİTEM elemanı olan General Zinnar kod adlı Alattin Kanat"ın kullanıldığını sanıyor ve tahmin ediyordum. Çünkü Mardin, Kızıltepeli"ydi Kanat ve Anter"le rahat ilişki kurabilecek durumdaydı. Fakat bunda yanılmıştım. Anter"i bu toplantıya ikna eden Alattin Kanat değil, Hogır kod adlı Cemil Işık"tı. Cemil Işık, Muş ilindendi ve Aygan"ın anlatımına göre, Yeşil, yani Mahmut Yıldırım tarafından Kuzey Irak"tan, olayda tetikçi olarak kullanılan ve halen Şırnak Kumçatı"da koruculuk yaptığı söylenen Dıjwar kod adlı Hamit Yıldırım"la birlikte Diyarbakır"a getirilmişti.

O gece Anter"i otelden almaya gelen şahıs, yani Dıjwar kod adlı Hamit Yıldırım, aslında Anter"i kendisini bekleyen Kontr-Gerilla aracına teslim etmek için gelmişti. Ama tamamen bir tesadüf eseri bu araçla buluşamayınca, infazı kendisi gerçekleştirmiştir. Aygan"ın anlatımına göre, bu şahıs halen Şırnak ilinde koruculuk yapmaktadır.

Yine olayın faillerinden Ali Ozansoy, polis memuru olarak Ankara Terörle Mücadele Şubesinde görev yapmaktadır, ama bu şahsın isminin ve fiziğinin değiştirildiği iddiası da bulunmaktadır. Yani Ali Ozansoy yaşıyor olmasına rağmen, böyle bir şahıs resmen yok.

YASAL İŞLEM YAPILSIN

Aygan"ın İsveç"te Rahşan Anter"le buluşmasından sonra Anter cinayeti yeniden kamuoyunun gündemine oturdu. Aygan bu görüşme sırasında cinayetle alakalı hakikati olduğu gibi anlatıyordu. Bu haber ve bu buluşma Hürriyet gazetesinde yayınlandıktan sonra, yeniden suç duyurusunda bulundum, hâlâ bir sonuç yok bu suç duyurusundan. Kamuoyunun dikkatini bir kez daha bu cinayete çekmek için, bir deklarasyon metni hazırladım ve bu metni Türkiye"li aydınların, sanatçıların, siyasetçilerin imzasına açtım. Aralarında Yaşar Kemal, Mehmet Uzun ve Orhan Pamuk gibi çok sayıda aydın ve yazarın olduğu 320"yi aşkın kişi, hükümetten olayın aydınlanması için harekete geçmesini talep etti. Hamit Yıldırım ve Ali Ozansoy hakkında yasal kovuşturma başlatılması isteğinde bulundu, ama ne yazık ki, bu istekler her zaman olduğu gibi, görmezlikten gelindi.

Türkiye son derece zor, çatışmalı ve yarattığı sonuçları çok kolay telafi edilemeyecek bir dönem yaşadı. Türkiye iç çatışma yaşamış bir ülkedir ve bu ülkenin demokratik bir ülke haline gelmesi için, bu karanlık geçmişi sorgulaması ve yüzleşmesi gerekiyor. Bu bağlamda Musa Anter cinayetinin aydınlanması ve sorumlularının yargı önüne çıkarılması çok önemlidir. Çünkü bu cinayet, Türkiye"nin en önemli siyasal cinayetlerinden biridir. Aygan"ın itirafları bir dönemi aydınlatmaya giden yolda, hepimizin fark etmesi gereken önemde itiraflardır. Aygan sıradan biri değildir. İfade ettiğine göre, Türkiye"de onlarca cinayetin işlenmesine ortak olmuş ve bu anlamda hukuki durumu da açıklığa kavuşması gereken biridir.

Çünkü, katıldığı ve tanık olduğu eylemleri, uluslarası hukuk ve Birleşmiş Milletler Yargı prensipleri ışığında değerlendirdiğimizde, bu eylemlerin, uluslar arası hukukun tanımladığı şekliyle, bir halka karşı sürekli, ve sistemli olarak yapılan suçlardan ibaret olduğunu görürüz.

Barış ve demokrasi yanlısı insanlar öldürüldü bu ülkede. Kamuoyunun bildiği, güvendiği, fikirlerine saygı duyduğu insanların öldürülmesi, toplumu terörize etmenin, sürekli bir çatışma ve şiddet psikolojisi içinde tutmanın en önemli yollarından biriydi.

KATİL HALEN KORUCULUK YAPIYOR MU?

Musa Anter"i ise, farklı kılan bir şey var elbette, o da belki en fazla Türk dostu olan bir Kürt aydını olmasıydı. Öyle birini seçelim ki, hem Kürtlerin hem Türklerin vicdanına otursun, bu vicdanı yaralasın ve bu yara hiç kapanmasın, hep kanasın diye düşünmüş olmalılar.

Musa Anter, elbette çok tesadüfi seçilmiş bir kurban değil, bilinçle seçilmiş bir kurban o. O karanlık yıllarda kurbanların seçimini tetikçi olarak kullanılanlar, yani Dıjwar"lar değil, hep başkaları yapıyor ve tetiği de bu zavallılara çektiriyorlardı.

İşte şimdi bu başkalarının kim olduğunu biraz daha öğrenmek ve bilmek ihtiyacındayız.

Bu ihtiyacın karşılanacağı dava ortada duruyor.

Ergenekon davası, Türkiye"nin Kürt sorunuyla yüzleşmesinin de önemli bir basamağıdır.

Binlerce faili meçhul cinayet bu dava dosyasında yargılanacak olanların bilgisi dahilinde işlendi.

Tanıklar ve mağdurlar hesap sormalı, kamuoyu onları yalnız bırakmamalıdır.

Faili meçhul cinayetlerde yakınlarını kaybedenler, köyleri yakılanlar, gözaltında kaybolanların yakınları, işkence ve ihlallere maruz kalanlar Ergenekon davasının mağdurudurlar.

Musa Anter cinayetinin hem tanığı hem mağduruyum.

JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım ve Cem Ersever"in planladığı bu cinayetin Veli Küçük ve Arif Doğan gibi JİTEM kurucu ve yöneticilerinin bilgisi dışında işlendiğini düşünemeyiz.

Ergenekon savcılarına önemli bir görev düşüyor.

Bu görev, Ergenekon"un planladığı, işlediği faili meçhul cinayetleri yeniden soruşturmak, cinayetlerin aydınlanması için tanıkları ve mağdurları dinlemektir.

BU YAZI BİR SUÇ DUYURUSUDUR

Benim burada yazdıklarım Musa Anter cinayeti hakkında bir suç duyurusu olarak kabul edilmelidir.

Bir tanık ve bir mağdur olarak, ifademe başvurulmasını talep ediyorum.

Bir tanık ve bir mağdur olarak, Başbakan"a, Adalet ve İçişleri Bakanına, kamuoyu önünde soruyorum: Hamit Yıldırım adını taşıyan TC yurttaşı biri var mıdır ve bu kişinin halen Şırnak Kumçatı"da koruculuk yaptığı bilgisi doğru mudur?

Eğer bu bilgi doğruysa, on yıl boyunca JİTEM"de bordrolu eleman olarak çalışan Abdulkadir Aygan"ın itiraflarına göre, Musa Anter"i öldüren ve beni yaralayan kişi olduğu iddiası bulunan bu şahıs hakkında şimdiye kadar yasal bir işlem yapılmış mıdır?

Ayrıca, Musa Anter cinayeti ve başka faili meçhul cinayetler hakkında itiraflarda bulunan Abdulkadir Aygan"ın ifadesine ve tanıklığına başvurmak için İsveç hükümeti nezdinde, acaba hukuki olarak başlatılmış bir girişim söz konusu mudur?

Kaynak: taraf

Baydemir kimlik siyaseti yaptığını kabul etti

baydemir Radikal Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı DTP'li Osman Baydemir, kendisi için “Kimlik siyaseti yapıyor” denildiğini belirtirken, “Oh olsun iyi ki yapmışım. Bizim Diyarbakır konusunda korkumuz ve sorunumuz yoktur. Ama Sayın Başbakan da Diyarbakır halkının iradesine boyun eğmesini ve saygı göstermesini öğrensin. Ben kimlik siyasetini Temmuz 2007'de DTP'nin Meclis'e girmesi ile bıraktım” dedi.

'İYİ Kİ SİYASET YAPMIŞIM'

Yerel seçimler konusunda daha önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile tartışmaya giren ve Diyarbakır için, “Bu kale düşmez, kaleyi düşüremezler” diyen Belediye Başkanı Osman Baydemir, bu tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Katıldığı yerel bir kanalda bu konu ile ilgili soruyu yanıtlayan Baydemir, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bir çok kişinin kendisini hizmet yerine ‘kimlik siyaseti' yapmakla suçladığını anlatırken şöyle dedi: “Doğrudur, Temmuz 2007'ye kadar hem hizmet, hem de siyaset yaptım. Çünkü halkım Meclis'te temsil edilmiyordu. Tabii ki siyaset yapacaktım. Ama bu süre içerisinde Cumhuriyet tarihinde Hükümletlerin yapamadığı kadar bu kentte hizmet yaptık. Yani hem siyaset, hem de hizmeti birlikte yaptık. Siyasi temsilcisi olarak hizmet etmeye çalıştım. Ama, Temmuz 2007'de Milletvekillerinin Meclise girmesi ile yükümüz hafifledi. Çünkü artık siyaseti milletvekilleri ve partideki arkadaşlarımız yapıyor. Ama iyi ki siyaset yapmışım. Oh olsun.”

'İKİ GÖZÜM, 8 YILDIR NE YAPTIN?'

Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanı Osman Baydemir, yerel seçime 18 ay kala 2007 yılı Temmuz ayında Başbakan Erdoğan’ın, “Ben Diyarbakır'ı alacağım'' sözüne kızdığını belirterek, şöyle devam etti: “Bu ne anlama geliyor. Allah aşkına, Muhammed aşkına bu hizmet aşkı mıdır? Vallahi, billahi, tillahi bu hizmet aşkı değildir. İki gözüm, 8 yıldır iktidarsınız ne yaptınız? Yurttaşımın hayatında ne değiştirdiniz? Şu anda kent içinde bulunan okulların hali nedir? Bizim Diyarbakır konusunda bir korkumuz ve kuşkumuz yoktur. Ama sayın Başbakan da Diyarbakır halkının iradesine boyun eğmesini öğrensin. Bunu herkesin yapması lazımdır. Halkın iradesi ne ise biz ona göre saygılı davranmalıyız.” (dha)

Orgeneral Başbuğ'u dinlerken, Ahmet Türk'ü anımsamak...

"Ben bir Kürdüm. Türk soyadını biz seçmedik. Nüfus memuru öyle uygun görmüş... 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'ne girdim. Her gün Tanrı'ya 'Canımı al da, beni bu işkenceden kurtar' diye yalvarıyordum. Ölüm bile elimize geçmiyordu. Beni 200 askerin arasına çırılçıplak getirip copla dövdüler. Tuvaletlerde pislik yediriyorlar, 24 saat işkence yapıyorlardı. Dayaktan her yerimiz simsiyahtı. Bir gün adam copunu kaldırmış, 'Atatürk'ün annesinin adı ne?' diye sordu. Bildiğim halde söylemedim. Aklım copa takılmıştı. Gece baskın yapılıyor, dayakla marş okutuluyordu. Korkudan 56 tane marş ezberledim. Birçok insan cezaevinde gözümüzün önünde öldürüldü. Yüzbaşı, doktora bağırarak 'Rapora ranzadan düştü diye yaz' diyordu. Bir asteğmen, gözlerimle gördüm, 'İnsanlığımdan  utanıyorum' diye ağlıyordu."

hasancemal Hasan Cemal-Milliyet
‘Yalvarıyordum ama ölüm bile elime geçmiyordu!’

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un gazeteci milletiyle yaptığı brifinglerin haberlerini dinlerken, okurken bir an Ahmet Türk'ü anımsadım.
Niye mi, anlatayım.
Orgeneral Başbuğ'un bazı nüanslara dikkat etmekle birlikte 'Kürt sorunu'nun adını koymaktan ya da sorunun özüne parmak basmaktan kaçındığını düşünüyorum.
İki noktaya indirgiyor sorunu:
Yoksulluk ve işsizlikle mücadele.
Terör ve şiddetle mücadele.
Devletin malum resmi tezi...
Başbakan Erdoğan da bu resmi teze yanaştı gibi. Diyarbakır'da, 2005 yılının Ağustos ayında söylediklerini unuttu galiba. O tarihte "Kürt sorunu bizim de sorunumuz" demişti. Hatta, "Devlet olarak geçmişte bizim de hatalarımız oldu" diyerek bir heyecan dalgası yaratmıştı.
Ama gerisi gelmedi.
Brifinglerinde Orgeneral Başbuğ, geçmişte komutanlardan çok dinlediğimiz 'Terörle mücadele', 'terörizmle mücadele' gibi bazı ince ayrımlar yaptı, fakat sorunun dibine inmedi.
Kürt sorunu demedi.
Geçmişteki "Kürt yoktur, Türk vardır!" politikasının yol açtığı yaralardan söz etmedi.
Kürt dilinin nasıl inkâr edildiğini hiç hatırlamadı.
'Ulus-devlet'i klişe olarak yineledi. Oysa kültürel farklılıklar tanınarak, ulus-devletlerin de zaman içinde, örneğin Fransa'daki gibi nasıl demokratik nitelik kazanabileceklerini ya bilmiyordu, ya yok saydı Orgeneral Başbuğ.
Bilinen şeyler...
Ama bütün bu bilinenleri yok sayarak, 1980'lerden beri yaşanan 'PKK olgusu'nu, Türkiye'yi maddi ve manevi açılardan çok kanatan terör ve şiddeti yerli yerine oturtmak, demokratik ve barışçı çözüm yollarında yürümek olanaksızdır.
Ahmet Türk'ü bunun için anımsadım.
12 Eylül'de, Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde yaşadıklarını anlatıyordu bu yakınlarda. Ben de o acı günleri bir zamanlar Ahmet Türk ailesinin Mardin-Derik arasındaki Kasri Kanco'sunda bir gece vakti kendi ağzından dinlemiştim:
"Ben bir Kürdüm. Türk soyadını biz seçmedik. Nüfus memuru öyle uygun görmüş... 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'ne girdim. Her gün Tanrı'ya 'Canımı al da, beni bu işkenceden kurtar' diye yalvarıyordum. Ölüm bile elimize geçmiyordu. Beni 200 askerin arasına çırılçıplak getirip copla dövdüler. Tuvaletlerde pislik yediriyorlar, 24 saat işkence yapıyorlardı. Dayaktan her yerimiz simsiyahtı. Bir gün adam copunu kaldırmış, 'Atatürk'ün annesinin adı ne?' diye sordu. Bildiğim halde söylemedim. Aklım copa takılmıştı. Gece baskın yapılıyor, dayakla marş okutuluyordu. Korkudan 56 tane marş ezberledim. Birçok insan cezaevinde gözümüzün önünde öldürüldü. Yüzbaşı, doktora bağırarak 'Rapora ranzadan düştü diye yaz' diyordu. Bir asteğmen, gözlerimle gördüm, 'İnsanlığımdan  utanıyorum' diye ağlıyordu." (Mehmet Gündem'in röportajı, Yeni Şafak, 25.08.08)
İnce eleyip sık dokumak gereksiz.
Kürt sorununu biraz hissetmek ve anlayabilmek için biraz insanlık, biraz cesaret yeterli olabilir. Yaşananları az da olsa öğrenmek bile, bizim devletin ezberlerini bozmak için isteyene bir sürü ipucu verebilir.
Ahmet Türk şimdi kısa adı DTP olan Demokratik Toplum Partisi'nin Genel Başkanı.
Ve partisi topun ağzında.
Davası Anayasa Mahkemesi'nin gündeminde, kapatılabilir. Ahmet Türk geçen gün yaptığı sözlü savunmasında şöyle diyordu:
"DTP demokratik siyaset yapmakta, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü için çalışmaktadır. DTP'nin PKK ile herhangi bir örgütsel bağlantısı ve ilişkisi yoktur. DTP, Kürt sorununun demokratik çözümüne dönük siyaset yapan bir partidir. Kapatma davası, DPT'nin bu çabalarına yönelik bir tasfiye politikasıdır. Bu aynı zamanda Kürtlerin demokratik siyaset yapma zeminini ortadan kaldırma, Kürt sorununun diyalogla, demokratik yollarla çözümünü istemeyen güçler, Kürtlerin dil ve kültürel vb. demokratik haklarının tanınmasını engellemek için kapatma davasını devreye koymuştur. DTP'nin kapatılmasını isteyen anlayış, demokrasi ve hukuk dışı bir anlayıştır."
Ben de katılıyorum.
DTP kapatılmasın.
Ve Başbakan Erdoğan medyayla, gazeteci milletiyle uğraşmayı bırakıp, Türkiye'de partiler düzenini demokratikleştirmenin adımlarını bir an önce atmaya baksın.
İyi pazarlar!

BAŞKAN BARZANİ: “140.MADDENİN TEMEL AMACI SORUNLARIN ÇÖZÜMÜDÜR”

1masoud mesut barzani PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Irak Daimi Anayasasında bulunan 140.maddenin uygulanmasının temel amacının sorun yaratmak değil; sorunların çözümü olduğunu söyledi.

VOA’nın Kürtçe servisine konuşan Başkan Barzani, 140.maddenin uygulanmasının temel amacının sorun yaratmak değil; sorunların çözümü olduğunu söyledi.

Başkan Barzani, “140.maddenin uygulanmasını istemeyenler, Irak’ta asayişin, sükunetin yerleşmesini ve mevcut olan tarihi sorunların çözülmesini istemeyenlerdir. Bu yüzden 140.madde ne kadar erken uygulanırsa Irak’ın birliği ve egemenliği de o kadar korunmuş olur” dedi.

Irak’ta Kürtlerin rolünün azaltılması için çabalar olduğunu, ancak bu çabaların başarılı olamayacağını ve bu çabaların sonuçsuz kalacağını söyleyen Başkan Barzani, “Çünkü Biz Bağdat’ta zayıf bir şekilde kalmayacağız. Biz kan verdik ve Yeni Irak’ın ortağıyız. Bu yüzden kararların alınmasında hakka sahibiz” dedi.

FELAH MUSTAFA: “KÜRDİSTAN BÖLGESİ’NİN ENDİŞELERİNİ ABD’YE İLETTİK”

PNA- Federal Kürdistan Bölge (FKB) Hükümeti Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, Kürdistan Bölgesi’nin doğrudan alınan kararlara katılmama konusundaki endişelerini ve bu konudaki duyarlılığı ABD Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’na illettiklerini söyledi. image

ABD’ye gerçekleştirdiği ziyaretinde Bush yönetiminin üst düzey yetkilileri ve Amerikan  Kongresi üyeleriyle Washington'da yaptığı yoğun toplantıların ardından El-Şark el-ewsat gazetesine demeç veren Mustafa, Kürdistan Bölgesi’nin Irak’ta doğrudan alınan kararlara katılmama konusundaki endişelerini ve bu konudaki duyarlılığı  ABD Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’na illettiklerini söyledi.

Mustafa, Kürdistan Siyasi Liderliği ile Kürdistan Bölge hükümetinin karşılıklı görüşmeler üzerinde ısrarlı olduğunu belirterek Irak’ın şuanda önceki rejim olmadığını söyledi.

Bugünkü Irak’ın federal demokratik bir Irak olduğunu vurgulayan Mustafa, “Bu açıdan da  Kürtler siyasi süreçte başlıca rolü üstleniyor.” dedi.

Felah Mustafa demecinde, “Bazı Federal Irak hükümeti ile Irak Parlamentosundaki yetkililerin Kürdistan Bölgesi’nin deneyimine karşı saygıyı esas alamayan bir tutum sergilediğini biliyoruz. Bunlar, Bölge ve Kürdistan halkının ilerlemesini istemiyor. Ancak biz deneyimlerimizi devam ettireceğiz ve bunun için daha da çalışacağız” dedi.

Washington ziyaretleri sırasında Kürdistan Bölgesi’nin Washington Temsilcisi Kubad Talabani ile Demokrat parti ve Cuhuriyet partinin kongresine katıldıklarını belirten Mustafa, “ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve Dışişleri Bakanlığı yetlkilileriyle yaptığımız toplantılar Irak ile Kürdistan Bölgesi’nin durumuyla ilgiliydi. Toplantılarda Kürdistan Bölgesi’nin Irak’ta doğrudan alınan kararlara katılmama konusundaki endişeleri ve bu konudaki duyarlılığı ABD Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’nda ele aldık. Onalara tutumumuzun bu açıdan sabit ve açık olduğunu anlattık” dedi.

ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yetlkilileriyle yaptıkları görüşmelerde Bağdat-Washington arasında imzalanması beklenen stratejik güvenlik anlaşmasının da gündeme geldiğini kaydeden Mustafa, Kürdistan Siyasi Liderliği’nin güvenlik anlaşmasının  en kısa sürede tamamlanmasında ısrarlı olduğunu ve bunu desteklediğini vurguladı.

Tutumlarının açık ve aşikar olduğunu söyleyen Mustafa,“Kürdistan Bölgesi’nin Yeni Irak’ta önemli bir parça olduğunu ve Anayasanın hakem olmasını istediğimizi yinelemek istiyoruz. Ama bazı taraflar mevcut olan deneyime inanmak istemiyorlar.” dedi.

Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin merkezi hükümetinin “Federal Bölgeler” karşısında güçlendirmesi talebine de değinen Mustafa, “Bizim istediğimiz; Federal hükümetin (Bağdat) edasında güçlü olmasıdır. Askeri güçte değil. Saddam rejimi başta olmak üzere eski rejimler de askeri güce başvurdu ve bunu sadece Irak halkına karşı kullandılar. Eğer Federal hükümet bu şekilde askeri güce önem veriyorsa bu başarılı olmamaış bir denemedir.” dedi.

Gelecek 23 Eylül'de bayilerde

Alternatif Gazetesi'nin bir ay süreyle yayınının durdurulmasına tepki gösteren gazete çalışanları, kararı demokrasiden uzaklaşmanın bir anlamı olarak değerlendirdiler. Alternatif ve Gelecek gazeteleri İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cevat Düşün, gazetenin yayınının durdurulmasına karşın 23 Eylül'de Gelecek Gazetesi'yle devam edeceklerini belirterek, 'Okurlarımızın en büyük desteği Gelecek Gazetesi'ne sahip çıkmak olacaktır' dedi.

gelecek_gazeteleri Son dönemde özgür basın geleneğinden gelen basın yayın kuruluşlarına yönelik baskı sansür ve kapatmalar, Alternatif Gazetesi'nin 1 ay yayının durdurulması ile devam ediyor.

alternatif_gazeteleri 

Alternatif ve Gelecek gazeteleri İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cevat Düşün, Alternatif ve Gelecek gazetelerinin 3 defa kapatıldığını, fakat bu baskı ve kapatmalardan asla vazgeçmeyeceklerini ifade ederek, 'Biz her şekilde gerçekleri yazmaya devam edeceğiz, izlediğimiz yayın politikasından taviz vermeyi düşünmüyoruz. Yayın politikamız Türkiye'nin demokratikleşmesi için gerekli. Okurlarımızı bu yayın politikasından ve haber alma haklarından mahrum bırakmayacağız. İki gün sonra gerçeklerle birlikte Gelecek Gazetesi ile okurlarımızla buluşacağız. Bu kapatmalara baskılar karşı okurlarımızın bize vereceği en büyük destek yeni çıkacak olan Gelecek Gazetesi'ni sahiplenmek olacaktır' dedi.
'Erdoğan'ın söylemleri faşizmi aratmıyor'
nuri_firat_gazete Türkiye'de basın özgürlüğünün olmadığını söyleyen Alternatif Gazetesi Haber Müdürü Nuri Fırat, Alternatif ile birlikte son 2 yılda 35 gazetenin kapatıldığına dikkat çekerek, 'Son dönemlerde basına dönük saldırılar Türkiye'de tabloyu ortaya koyuyor. Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın diktatöryal rejimi hatırlatan söylemleri ve basına yönelik açıklamaları böyle bir olayla karşılaşmamız bir şok etkisi yaratmamıştır. Demokratik rejimlerde hiçbir şekilde tahammül gösterilemeyecek olan Orgeneral Başbuğ'un bir devlet başkanı gibi hareket etmesidir. Orgeneral Başbuğ'un son dönemlerde özellikle yandaş medyayı, etrafında toplamış ve bir dizi direktifler vermiştir. Verdiği direktifler arasında öne çıkan, Kürtlere karşı sınır tanımayan bir saldırgan politikanın izlenmesi yönündedir. Kürt sorunun demokrasiyi, insan haklarını savunan ve bunların sesini vermeye çalışan basın tamamen susturulmaya çalışılıyor. Orgeneral Başbuğ'un ve Başbakan Tayip Erdoğan'ın söylediklerini yan yana getirdiğimizde gazetemizin kapatılmasının tamamen tesadüf olmadığı ortaya çıkıyor. Yıllardır bu politikayı izlediler, tekrar izliyorlar, ama şunu da belirtiyoruz 35 defa kapattılar biz 36 defa çıkacağız. Biz gerçekleri yazmaya devam edeceğiz' diye konuştu.
'Türkiye faşist bir devlet olma yolunda'
bayram_balci_gazete Bir ülkede gazetelerin sık sık kapatılmasının o ülkede demokrasinin olmadığının göstergesi olduğuna ve aksine 'demokrasi vardır' diyenlerin tamamen yalan söylediğini vurgulayan Alternatif Gazetesi Editörü Bayram Balcı, 'Son dönemdeki Doğan medya grubu ve Başbakan arasındaki kavgada, ana akım medya, Doğan grubunu savunma peşine düştüler. Hatta bazı gazeteler manşetine 'Doğan medyasını da mı savunacaktık' gibi kinayeli başlıklar attılar. Fakat bu başlıkları atan gazetecilerin hiçbir tanesi gerçek anlamda, Türkiye'de basın özgürlüğü ile bir dertlerinin olmadığı da Kürt basınına yönelik saldırıların kapatmalarının karşısında sessiz kalmaları ile açığa çıkmıştır. Şu nettir, Türkiye'deki gazeteler iki yüzlü gazetelerdir ve çoğu da sahtekardır. Söyledikleri başka, yaptıkları başkadır. Bunların amacı halkı kandırmaya yönelik yayın yapmaktır. Gazetemiz üzerinde 35'i aşmış kapatma kararına karşı kıllarının kıpırdamaması bunların birer göstergesidir' diye kaydetti.
Geçmişte insanların böyle bir saldırının karsında da bir araya gelip kınayabildiklerini ifade eden Balcı, 'En azında destek olduklarını hissettiriyorlardı. Zülfü Livaneli'den tutun da, Orhan Pamuk'una, Yaşar Kemal'ine kadar gazetelerinin susturulmasına yönelik bir duyarlılık vardı. Ama şimdi bu samimi yaklaşımlar yoktur. Bir ülkede eğer 30'un üzerinden bir gazete kapatılıyorsa, buna tepki gösterilmiyorsa bu demokrasiden ne kadar uzaklaşıldığının göstergesidir. Samimiyetle basın özgürlüğünü savunan çok az insan var' dedi.
'Okurlar gazetelerine sahip çıkmalıdır'
Gazetenin yazarlarından Salih Sezgin, Musa Anter'in ölümünün 16. yıldönümünde Alternatif'in yayının durdurulmasının dikkat çekici olduğunu belirterek, 'Özellikle Başbakanın ve Orgeneral Başbuğun açıklamalarında sonra gazetemize yönelik yoğun baskıların bu kapatılmayla başladığını gösteriyor. İlginç bir şey, bu kapatma Ape Musa'nın katledilmesinde denk geldi. Dikkatimi çeken bir şey var özgür basına karşı özellikle ezilen Kürt ve Türk halkının, emekçinin sesi olan bu gazeteye yapılan baskılara karşı bir sessizlik de var. Nasıl ki Diyarbakır'da yaşanan vahşete aydını yazarı, duyarlı olması gereken bütün kesimler sessizleştiyse, özgür basına karşı yapılan bu uygulamalara karşı ney yazık ki sağır ve dilsizleştiriyorlar. Bu ülkede aydın, sanatçı yazar, yurtsever ve duyarlı herkesi bu baskılara karşı ses çıkarmaya çağırıyoruz. Başta da okurların gazetesine sahip çıkmasını istiyoruz ve bu kapatmayı kınıyorum' diye konuştu.
kudret_gulun_gazete Gazete çalışanı Kudret Gülün ise baskı ve kapatma kararını şiddetle kınadıklarını söyleyerek, yaklaşık iki yıldır Kürt özgür basını üzerindeki baskıların arttığına ve sık sık kapatmalarla karşı karşıya kaldıklarına işaret etti. Bu kapatmaların hiçbir yasal dayanağının olmadığını ifade eden Gülün, 'Kesinlikle özgür basın ve Kürt basınına yönelik farklı özel bir yaklaşımdan kaynaklıdır. AKP, birkaç hafta önce Türkiye'de basın özgürlüğünden bahsediyordu, ama maalesef bugünde gördük ki, Türkiye'de ezilenlerin sesi olan basın kesinlikle özgür değildir. Ve sansürlerle karşı karşıyadır. Fakat baskılar bizi kesinlikle yıldırmayacaktır. Her zaman sesimiz halkın sesi olacaktır' dedi.İSTANBUL (DİHA)

Kürt düşmanlığı mübahtır!

'Ermeni, Rum, Kürt ya da ne tür gâvursa, buradayım, Kökten kazıyalım, kökten illeti!' dizeleri ile yayımlanan İlhami Erdoğan'ın 'şiir' kitabı, Türkiye'de ırkçılığın boyutlarını gözler önüne sererken, AKP'li Sarıgazi Belediyesi de söz konusu kitabı okullarda dağıtmak istedi. Ancak tepkiler üzerine vazgeçti. Asıl dikkat çekici olan kitap hakkında bugüne kadar herhangi bir davanın açılmamış olması.

ilhami_erdogan_irkci_siir 'Şair'den(!) ürperten dizeler

İsmail Türüt'ün Ermenilere hakaret ve tehdit savurduğu 'Plan Yapmayın Plan' türküsünün ardından bu kez 'Ermeni, Rum, Kürt ya da ne tür gâvursa, buradayım. Tüm dünya başa devrilse; Kökten kazıyalım, kökten illeti!' dizeleri ile yayımlanan İlhami Erdoğan'ın şiir kitabı Türkiye'deki ırkçılığın boyutlarını gözler önüne serdi. AKP'li Sarıgazi Belediyesi'nin söz konusu şiir kitabından 100 adet dağıttı iddia edildi. Belediyenin öğrencilere ve kütüphanelere dağıtmak istediği 'Ozan İlo' mahlası ile şiirler yazan İlhami Erdoğan'ın 'Ben Ölmem Daha' adlı şiir kitabı Kürtlere ve Ermenilere hakaretler içeriyor. Belediyenin okullarda eğitime destek amacıyla! dağıtmak istediği şiir kitabında

'İş bize kalacak, görünen o ki,

Kökten kazıyalım, kökten illeti!

Kiminin Ermeni aslıdır kökü;

Kökten kazıyalım, kökten illeti!

Bunlar Kürt değiller, bozuk soyları,

Bakın; Ermeni'dir kesin boyları,

Birebir benzeşir, kancık huyları;

Kökten kazıyalım, kökten illeti!..'

dizelerine yer veriliyor.

Kitabın yayınevi, belediyeye 100 adet kitap gönderildiğini doğrularken, belediyenin tepkiler üzerine kitabın dağıtımından vazgeçtiğini söyledi. Sarıgazi Belediye Meclis Üyesi Mehmet Yıldız, Belediye Başkanı Kemal Ayyıldız'ın 100 adet kitabın Sarıgazi'de dağıtıldığını iddia etti. Yıldız, bölgede demokrat geçinen AKP'nin batıda uyguladığı politikanın MHP'den daha tehlikeli olduğunu söyledi. Konuyu belediye meclisi toplantısına da taşıdıklarını belirten Yıldız, kendilerine 'Numune olarak geldi' cevabı verildiğini söyledi. Yıldız tepkileri üzerine kitabın dağıtımının durduğunu söyledi. Bu arada iddialara ilişkin görüşlerine başvurmak istediğimiz Sarıgazı Belediye Başkanı Kemal Akyıldız, toplantıları olduğu gerekçesi ile sorularımıza yanıt vermezken, Belediye Kültür Müdürü Mehmet Kalkan ise iddiaları reddetti. FIRAT ÇAĞIN gundemonline.org