Türkiye'nin, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet'e geçişle birlikte, Osmanlı toplumunun çoğulcu-heterojen (Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Ermeni, Rum, Gürcü, Boşnak vs) toplum yapısını aynen devraldığı sosyolojik ve tarihi bir gerçekliktir. Kürtler Osmanlı anayasa sistemi içinde feodalite temelinde kendi özyönetimine sahipti. 1921 Anayasası'yla da çokkültürlü yurttaşlık 'Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı' biçiminde formüle edilmişti. Ancak 1924 Anayasası ile başlayan ve 1961 Anayasası ile devam edip 1982Anayasası ile dil yasağına dek varan toplumsal çoğulculuğu ve kültürel çeşitliliği yadsıyan türdeş ulus-devlet ideolojisini amaç edinen devlet yapılanmasının esas alınması ile birlikte Kürt isyanları da başlamış oldu. Tarihe 'Dersim İsyanı' olarak geçen 28. Kürt isyanı da işte böylesi bir tek tipleştirmeye tepki olarak doğdu. 1 Kasım 1936 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi açılış konuşmasında Mustafa Kemal, 'Cumhuriyeti birlikte kurduk' dediği Kürt halkına yönelik bir katliam fermanı okudu ve hedef Dersim'di. Kürsüye çıkan Mustafa Kemal, 'Dahili islerimizden en mühim bir safra varsa o da Dersim meselesidir' diyerek, 'Ezilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır' diyordu. Ve nitekim 1934 yılında çıkarılan Iskan Yasası'nı Dersim'de uygulayamayan devlet, 1935'te Tunceli Kanunu çıkardı. Bu kanunla birlikte vali ve komutan, belediye başkanını atama dahil, sinirsiz yetkilerle donatıldı. Özel Tunceli Mahkemeleri kuruldu. Dersim'de, Bingöl, Elazığ ve Erzincan illerini içine alan Dördüncü Umumi Müfettişlik bölgesi oluşturuldu ve başına Korgeneral Abdullah Alpdoğan tayin edildi. Dersim ilinde hızlı bir inşaat faaliyeti başladı. Yollar açıldı, köprüler ve karakollar kuruldu. Dersim kuşatıldı Bu durum karşısında Seyit Rıza, diğer aşiretleri toplantıya çağırdı. Ve Demirci Kawa'nın Zalim Dehak'a karşı isyan bayrağını çektiği gün olan 21 Mart günü Dersimliler de bu yeni 'katliam planına' karşı ilk isyan ateşini yaktılar. 1937 yılının 21 Martı'nda, Newroz gecesi, Harçik Çayı üzerindeki köprünün yıkılmasıyla isyan başlamış oldu. Öldürmek için geniş yetkilerle donatılmış Korgeneral Alpdoğan, bir duyuru ile Dersim, Elazığ ve Çapakçur illerinin sıkıyönetim bölgesi olduğunu bildiriyor ve bütün halkı yakmak, tecavüz ve ölümle tehdit ediyordu. Teftişlerin sonunda Dersim adının aynı zamanda yapılan askeri operasyonun adı olan 'Tunç Eli' şeklinde değiştirildiğini bildiriyordu. Korkunç gelecek beliriyordu. Dersimli aşiret reisleri ardı ardına toplantılar ve görüşmeler yapıyorlardı. Ama anlaşma oluşamıyordu. Nedeni ise aşiretler arasındaki eski sürtüşmelerdi. Ancak 'dost' olan aşiretler kısmen, bölge bölge anlaşmalar yapabiliyorlardı. Başta Seyit Rıza olduğu halde Yukarı Abbasan, Ferhadan, Kara-balyan aşiretleriyle Bahtiyar, Yusufan, Demenan, Haydaran ve kısmen de Kalan aşiretleri kuvvetli ve sıkı bir birlik kurabilmişlerdi. Ovacık, Kocan, Semkan, Mazgirt, Pülümür ve Nazimiye bölgelerinin aşiretleri tamamen tarafsız ve sadece gözlemci durumda kalmaya, Hozat aşiretleri ise hükümete teslim olmaya karar vermişlerdi. Bu aşiret reisleri Elazığ'a gelmiş, Alpdoğan'a katılmış, hükümetin her türlü önerilerini kabul edeceklerini bildirmişlerdi. Halkın taleplerini aktarmak ve Dersim'e ilişkin alınan kararların geri alınması için Seyit Rıza, General Abdullah Alpdoğan'la Kürtlerin temsilcisi olarak görüştü. General görüşmenin hemen ardından bir genelge yayınlayarak bütün Kürt aşiretlerinden 200 bin silah toplamalarını istedi. Yeni garnizon yapımına başlanması üzerine bölge halkı bazı şantiyeleri basarak nöbetçilerin silahlarına el koydu. Seyit Rıza, General Alpdoğan'dan genelgesini iptal etmesini ve ulusal haklarını güvence altına alan yeni bir bölgesel yönetimin oluşturulmasını istedi. Hükümetin bu talebe cevabı bölgeye hemen çok sayıda askeri birlik göndermek oldu. Keşif uçuşu yapan uçakların eşliğinde başlatılan askeri operasyonlar kış bastırdığından kesildiyse de Dersim kuşatma altında tutulmaya devam etti. Bir süre sonra Alpdoğan, kurmay bin başı ve istihbarat reisi olan Şevket'i Dersim'e göndermişti. Bu kişi aşiretlere konukluğa gitmek bahanesiyle ilk önce Hozat ve daha sonra da Ovacık merkezine giderek oradan yanına aldığı bir-iki aşiret reisi ile birlikte Seyit Rıza'nın bölgesine gitmek istemişse de, Seyit Rıza buna razı olmamıştı. Şevket almış olduğu bilgilere dayanarak, Seyid Rıza'nın öteden beri hasmı ve arazi sorunundan aralarında ciddi kavgalar olan kardeşinin oğlu Rayber'e konuk olmak üzere Haçili köyüne gideceğini bildirmiş ve Rayberin gönderdiği korumayla Haçili'ye giderken karşısında Alişer'i bulmuştu. Alişer, Şevket'in Rayber'in yanına gideceğini daha önceden sezerek, acele Rayber'in yanına giderek Şevket'i kabul etmemesini istemişti. Alişer aynı zamanda Seyit Rıza'yı da konu ile ilgili uyarmıştı. Ama Şevket, Rayber'i kandırmayı başarmış ve Rayber'i de yanına alarak Elazığ'a, generalin yanına götürmüştü. Ve Rayber Seyit Rıza'ya karşı cephe alması için çeşitli vaatlerle kandırılmıştı. Kurmay Binbaşı Şevket, Hozat aşiretlerinin arasında sürtüşmeler çıkarmaya çalışmaktaydı. Hükümetin bütün önlemlerinin Dersim'in yola getirilmesi için alındığını, yola getirileceklerin Seyit Rıza ve tarafları olan aşiretler olduğunu, diğer aşiretler de silahsızlandırıldıktan sonra serbest bırakılacaklarını söylüyordu. Ama askerler teslim olan fakir ve silahsızları da tamamen imha ediyordu. Plan gereği af dileyip tekrar Seyit Rıza'nın yanına gelen Rayber, bu sefer de Alişer ve Zarife'yi katletmiş ve kellelerini de Elazığ'a, General Alpdoğan'a götürmüştü. Dersim dağlarında savaş giderek şiddetlenir ve yüzbini aşkın insan katledildi. Evler talan edildi. 'Ayıptır zulümdür' Seyit Rıza uzun ve yoğun süren bir çatışmadan sonra, barış görüşmeleri yapmak için çağrıldığı Erzincan'da 5 Eylül 1937'de tutuklanır ve Elazığ'a getirilir. Seyit Rıza ve 71 kişi Elazığ'da yargılandı. Mahkeme heyeti 11 kişi hakkında idam kararı verdi ama çok yaşlı oldukları gerekçesiyle 4'ünün cezası 30 yıla indirildi. Seyit Rıza, Seyit Rıza'nın oğlu Resık Hüseyin, Şeyhan Aşireti reisi Seyit Husên, Yusufan Aşireti reisi Kamer'in oğlu Fındık, Demenan Aşireti reisi Cebrail'in oğlu Hasan, Kureyşan Aşireti'nden Ulkiye oğlu Hasan, Mirza Ali'nin oğlu Ali hakkında verilen idam kararları 15 Kasım'da apar topar infaz edildi. Seyit Rıza ile isyanın önderi konumundaki 11 kişi 18 Kasım 1937'de Elazığ'ın Buğday Meydanı'nda asıldılar. Seyit Rıza'nın cesedi sonradan bir ziyaret yeri olmasını önlemek için yakılarak, külleri de bilinmeyen bir yere gömüldü. Seyit Rıza'nın idam anı şöyle anlatılır: 'Meydana çıkarıldığında meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evlad-ı Kerbelayız, bir hatayız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir' dedi ve sehpaya yürüdü çingeneyi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve infazını gerçekleştirdi.' Binlerce insanın katledildiği ve binlercesinin de sürgün edildiği Dersim Katliamı'nın üzerinden yıllar geçti ama aradan geçen bunca zamana rağmen hala Seyit Rıza'nın mezarının nerede olduğu bilinmiyor. Seyit Rıza'nın mezarının bulunması için torunları 2005 yılından itibaren hukuksal mücadele başlattı. Fakat bunlara rağmen hiçbir sonuç elde edilemedi. Konuya ilişkin DTP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, 25 Aralık 1935 tarihinde çıkarılan 'Tunceli Kanunu' esas alınarak 4 Mayıs 1937 yılında başlatılan 'Tedip ve Tenkil'i sormuştu. Halis, Seyit Rıza ve henüz 18 yaşını doldurmamış oğlu ve 5 arkadaşı ile birlikte idam edildiklerini ve gizlice defnedildiklerini belirterek, mezarlarının yerlerini sormuştu. Soru önergesine yanıt veren Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, olaya ilişkin herhangi bir arşiv bulunmadığını iddia etti. Dersim tarihten ders çıkarabilecek mi? Yani aradan geçen zamana rağmen aslında devletin Dersim politikası hiç değişmedi. Dersim'de hala insanlar öldürülüyor, dağlar bombalanıyor, insanlar sürgün ediliyor ve tutuklanıyor. Özelde Dersimliler ve genelde de bir bütünen Kürtlerin kendilerini kendi dili ve kültürleriyle ifade etmesi hala engelleniyor. Ama inatla Kürtler AP'de 13 Kasım'da 'Dersim 38' konferansı düzenlendi. Tc. Devleti konferansın iptali için yaptığı tüm diplomatik çalışmaya rağmen engelleyemedi. Bu bir başlangıç oldu. Dersim, katliamı unutmadığı gibi unutturmadı. Devlet bu yeni isyana karşı şimdi de Dersim'de yeni Rayberler yaratma peşinde. Dersimliler birbirine kırdırtılmaya çalışılıyor. Bakalım Dersimliler kendi yakın tarihinden ders çıkarıp buna göre tavır belirleyecek mi? Dersim'de jenosid uygulandı Türkiye'nin engellemelerine rağmen 13 Kasım'da AP'de yapılan '70 yıl sonra Dersim 1938' konferansının Türkiye'nin, tarihiyle yüzleşmesi gerektiğinin altı çizilerek, 'Dünya barışına hizmet etme iddiasında olan Türkiye'nin öncelikle kendi iç barışını sağlaması, demokratik, çoğulcu ve insan haklarına saygıyı esas alan bir politika izlemesi gerekir' denildi. Sonuç bildirgesinde, 'Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı jenosidi 1937-38'de Dersim'de uygulandı. 1935'te çıkarılan 37 maddelik 'Tunceli Kanunuî, on yıllar sonra kimsen açılan Genelkurmay belgeleri, Meclis konuşma tutanakları, 4 Mayıs 1937'de Bakanlar Kurulu'nun aldığı karar ve döneme ait çeşitli resmi belgeler, tanık ve mağdurların anlatımları bu jenosidi kanıtlamaktadır' ifadeleri kullanıldı. Bildirgede şu talepler yer aldı: 'TC Devleti kendi tarihiyle yüzleşmeli, jenosit mağdurlarına karşı uluslararası hukuktan doğan sorumluluklarını yerine getirmelidir. İdam edilen Seyit Rıza, oğlu ve diğer Derimliler basta olmak üzere, mezar yerleri bilinmeyen kimsilerin cesetlerine ne yapıldığı açıklığa kavuşturulmalı.Jenosit sırasında askerler tarafından kaçırılan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan çocukların akıbetleri açıklığa kavuşturulmalıdır.Türkiye, AB ülkeleri, ABD ve Rusya Federasyonu'nun elinde bulunan Dersim Jenosidine ilişkin tüm arşivler kamuoyuna açılmalıdır.Dil, kültür, inanç ve kimlik alanında yapılmış tahribatın etkisini azaltabilmek amacıyla özel bir rehabilitasyon programı uygulanmalıdır.Bölgeyi insansızlaştırma ve yasanmaz bir hale getirmeyi amaçlayan barajların yapımı derhal durdurulmalı, doğaya zehir saçan siyanürlü altın isletmesi kapatılmalı, doğanın korunmasına donuk önlemler alınmalıdır. Dersim Jenosidinin unutulmaması, gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkması için basta AB olmak üzere ilgili tüm kurumlar Türkiye nezdinde girişimlerde bulunmalıdır. Konferansa DTP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, Dersim Belediye Başkanı Songül Abdil Erol, Dersim Yeniden İnşa Derneği Başkanı Süleyman Ateş ve Die Linke (Sol Parti) Avrupa Parlamentosu Milletvekili Feleknas Uca katıldı. DENİZ IRMAK |