Friday, September 12, 2008

Alevi örgütleri: DTP kapatılamaz

Alevi_orgutleri__DTP_kapatilamaz

İSTANBUL (13.09.2008)- Alevi örgütleri, bugün İHD İstanbul Şubesi'nde yaptığı basın toplantısı ile DTP hakkında açılan kapatma davasını protesto etti, Kürt sorununa demokratik çözüm talebini dile getirdi.

 

Alevi örgütleri adına açıklamayı Özgür Demokratik Alevi Hareketi Sözcüsü Ergin Doğru yaptı. 12 Eylül askeri faşist darbesinin yıldönümünde olduklarını hatırlatan Doğru, 12 Eylül darbesinin yarattığı baskılardan Alevilerin de nasibini aldığını; Alevi köylerine cami yapma, zorunlu din dersi uygulaması gibi asimilasyoncu politikaların hedefi olduğunu söyledi.

12 Eylül zihniyetinin getirdiği bir diğer uygulama ise muhalif, demokratik partilerin kapatılması olduğunu ifade eden Doğru, “Kürt halkının dil ve kültürel taleplerinin karşılanması ve demokratik, barışçıl çözüm talebini programına koyan DTP'nin, bu davaların bugünkü hedefi” olduğunu belirtti.

DTP'nin kapatılmasına karşı açıktan tavır alınmalı

“Halkın antidemokratik seçim sistemi ile siyaset yapma hakkının elinden alınmaya çalışılması yetmiyormuş gibi bir de kapatma davalarıyla milyonlarca insanın siyasal iradesi yok sayılıyor ve Kürt sorunu çözümsüzlüğe sürükleniyor” diyen Doğru, Türkiye'nin, demokratik, laik, hukuk devleti olduğu iddiasını sürekli dile getirenlerin, AKP davasında olduğu gibi bu davada da DTP'nin kapatılmasına karşı açık tavır almak zorunda olduklarını aktardı.

Basın toplantısını Alevi-Bektaşi Federasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul Şubeleri, Özgür Demokratik Alevi Hareketi, Hubyar Sultan Kültür Derneği, Munzur Aydın Ve Sanatçılar Platformu, Tunceli Dernekleri Federasyonu, Koçgiri Kültür Merkezi Girişimi, Kapıkaya-Der Kayy-Der, Sev-Der düzenledi.

Alevi örgütleri, açıklamanın ardından oluşturdukları bir heyetle DTP İstanbul İl Örgütü'nü ziyarette bulundu.

12 Eylül'ün aynası: Diyarbakır Cezaevi

Etrafımıza bakamıyorduk. Ring aracına bindirdiler ama hepimizin o araca binmesi mümkün değil. Küçücüktü. Kollarımızın arasından zincirler geçirildi. Birbirimize bağlı olarak bindirdiler. O manzara aklıma Ermenilerin katledilmeye götürülüşünü getiriyordu
Esat Oktay tek tek 'Kürt müsün Türk müsün?' diye soruyordu. Kemal Pir de vardı. Kemal Pir Türk olmadığını söyledi. Türklük işkencenin bir parçası olmuştu. Bu nedenle 'Türk değilim' dedi. Hücreye nasıl götürdüklerini hatırlamıyorum. Oktay, 'Banyo yaptırın' dedi. İşkencenin adı banyoydu
12 Eylül 1980 askeri darbesinin kendisini en yakıcı şekilde hissettirdiği yerlerin başında cezaevleri geliyordu. 12 Eylül sabahı başlayan yoğun gözaltı ve tutuklamalardan sonra Mamak ve Metris cezaevlerinde Türkiye sosyalistleri ağır işkencelerden geçirilirken, Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar ise 12 Eylül'ü aynası gibiydi. Adından sıksa söz ettiren Diyarbakır Cezaevi 12 Eylül ve sonrasında tam bir işkencehaneye dönüştürüldü. Binlerce PKK'li tutuklunun sistematik işkenceye maruz kaldığı ve onlarca tutuklunun hayatını kaybettiği Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları 1980 yılında PKK ana davasından yakalanarak 20 yıl cezaevinde yatan Hamit Kankılıç ile konuştuk.

hamit_kankilic1_eylul_darbe Cezaevinde darbe olacağını tahmin ediyor muydunuz?
Türkiye'de 1978-79- 80 dünyadaki gelişmelerle bağlantılı bir süreçtir. ABD'nin başını çektiği NATO bir de Sovyetlerin başını çektiği Doğu Bloku vardı. Bu iki kutuplu dünyadan etkilenen özgürlük isteyen, demokratik çözümler isteyen devrimci hareketler vardı. Devrimci hareketler dünyanın pek çok yerinde başarı kazanıyordu. 1978'de bir darbeler süreci başladı. ABD, bu darbelerle halkların özgürlük ve demokrasi taleplerini bastırmak istiyordu. Pakistan, Afganistan gibi ülkelerde darbeler yapıldı. Türkiye'nin darbelerden etkileneceği tahmin ediliyordu. Bunun tartışmaları da vardı. Türkiye'de ciddi bir toplumsal muhalefet alanı gelişmişti. Kürt özgürlük hareketi halk içinde örgütleniyordu. Halkın kendi demokratik geleceğine sahip çıkmaya çalışan sosyalist hareketler vardı. Maraş gibi katliamların gelişmesi ve yükselen faşist saldırılar siyasi iktidarın giderek toplumsal sorunları çözememesi giderek askeri darbe zeminini yaratıyordu. 1980'de cezaevine düştüğümüzde darbe olur mu tartışmaları da oluyordu. Ciddi bir darbe beklentisi de vardı. Kürt özgürlük hareketi böylesi bir darbenin gelişebileceğini öngördüğü için ona dönük bir çalışma yapılıyordu. Darbeye karşı halkın korumasına dönük çalışmalar yapılıyordu.
Darbe günü neler yaşandı?
Ben 1980 Haziran'ında yakalandım. O süreçte Diyarbakır Cezaevi 7. Kolordu içindeydi. Bu cezaevi ordu içinde işlenen suçlar için vardı. Giderek siyasi tutukluların tutulduğu bir yer haline geldi. Diyarbakır 2 No'lu Cezaevi'nin inşaatının bitmesiyle birlikte bizi Diyarbakır Askeri Cezaevi'ne gönderdiler. Cuma günü görüş günüydü. Sabah erkenden arkadaşlar radyodan darbenin olduğunu duyduktan sonra hepimizi uyandırdılar. Ne olacak tartışmaları yapıldı. Bütün gün beklenti içindeydik.
Darbeyle birlikte cezaevi koşulları nasıl değişti?
12 Eylül öncesinde cezaevinde kitap bulmak çok zordu. Ama koğuşlar arası gidip gelebiliyorduk. Hayri Durmuş, Mazlum Doğan gibi arkadaşların yazdığı güncel yazılar oluyordu. Darbe sonrası askerler mazgallara vurarak psikolojik bir baskı yaratmaya çalışıyorlardı. Ziyarete gidip gelirken arkadaşları dövmeye başlamışlardı. Askeri yürüyüş dayatıyorlardı. Çok sistemli bir işkence gelişmemişti daha. Bunun nedeni darbenin ilk günlerinde toplumsal bir muhalefet bekliyorlardı. Dışarıda toplumsal muhalefetin sindirilmesi gerekiyordu. Dışarıdaki muhalefeti sindirmeden içeri yönelmek anlamsızdı. Toplumsal muhalefet gelişmeyince içeride işkence sistemli olarak artmaya başladı.
İşkenceler ve tepkiler nasıl başladı?
Darbenin ilk günlerinde daha 20 gün geçmemişti. Bize gazeteler veriliyordu. Gazetelerde diğer cezaevlerinde yapılan uygulamaları görüyorduk. Mamak'ta askeri yürüyüş yaptırma gibi dayatmalar vardı. Mamak'ta yapılanların bize de yapılacağını biliyorduk. Bu süreçte ilk etapta saçların kesilmesi dayatıldı. Her gün bir koğuşta operasyonlar yapılıyordu. Ciddi bir baskı sürecinin sinyalleri geliyordu. Biz buna nasıl karşı konulur tartışmaları yapmaya çalışıyorduk. Koğuşlar arası gidip gelmelerde artık yasaktı. Koğuş sorumluları koridorlarda dövülmeye başlandı. Daha sonra ziyaret günlerinde giderek askeri yürüyüşler dayatıldı. Ziyaret koşulları değişmişti. Başımızda dört asker vardı ve ziyarete giriş-çıkış esnasında dayaklar başlamıştı. Cezaevi idaresi ile görüşmeler yapılıyordu ama bunun bir devlet politikası olduğu ve işkencenin dozunun giderek artacağı ortaya çıkmaya başlamıştı.
Bu uygulamalara karşı nasıl bir tavır alındı?

1 Ocak 1981'de açlık grevi kararı aldık. Açlık grevi süreci başladı. 2. gününde operasyon başlattılar. İşkenceler ile açlık grevini kırmaya çalıştılar. Direnenlerin önemli bir kısmını hücrelere yerleştirdiler. Bende açlık grevinin 3. gününde 22. koğuştaydım. Operasyon bizim koğuşa da yapıldı. Açlık grevini tek tek işkence yaparak kırmaya çalışıyorlardı. 3. gününde açlık grevini sürdüren arkadaşları hücreye aldılar. 35 koğuşla ilk defa 3 Ocak'ta tanıştık. Baskının dozajı giderek artıyordu. Ziyaretlerde açıktan işkenceler yapmaya başladılar. Orda bulunan bir yüzbaşı, 'Ben sizin hepinizi askerleştireceğim' diyordu. Biz buna karşı direnişteydik. 12. günlük açlık grevini bitirdik. Bizim o zaman deneyimimiz yoktu açlık grevi konusunda. Halk arasında insanlar 3 gün aç kalırsa 3'ncü gün ölür deniyordu. Biz her an öleceğimizi düşünüyorduk. Koğuşlarda yeni kurallar dayatılıyordu. Herkese kuralları kabul ettirmeye çalışıyorlardı. DDKD, KUK, Rızgari, Özgürlük Yolu kurallara uymayı kabul ettiler.Kawa ve Rızgari'den bazı kişiler ise kendi inancına duyduğu saygı gereği direniyordu. Örgütlerin ciddi direniş politikası yoktu. Yemek verilirken bile dua okumaya başlamışlardı. Bu dua politik bir baskı haline gelmişti. İmamlar bile içimizde dua okumuyordu. Normalde o insanlar yemeğe otururken dua okurlardı. Yemek duası siyasi kimliğinden arındırma aracı olunca dua etmekten vazgeçiyorlardı. Fiili direniş süreci vardı. Direnenlerin hepsi 35 ve 36. koğuşta toplanmıştı. 4 kattan oluşuyordu bu koğuşlar. Tek kişilik hücrelere 5'er kişi konuluyordu.
hamit_kankilic2_eylul_darbe Cezaevinde baskı ve işkenceler devam edince 1 Şubat'ta ölüm orucu kararı alındı. Bizi içi boşalmış hiç bir değeri olmayan et kemik yığınına çevirmeye çalışıyorlardı. 35. koğuşun 4. katına bütün direnişçiler getirildi. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Muzaffer Ayata gibi arkadaşlar ölüm orucundaydı. O dönem CHP'li bir milletvekili de getirilmişti. Ona bile küfürler hakaretler ediliyordu ve o insanı bir oyuncak haline getirmişlerdi. Daha sonra, Ahmet Türk getirildi. Mehdi Tanrıkulu getirildi. Devletin temel hedefi, insanları Kürtlük düşüncesinden arındırma ve ona her türlü muameleyi yapmaktı. Bunu yaparken de zevk alıyorlardı. Biz 4. kattaydık, ölüm orucu birinci kattaydı. Günde 3 defa yarım bardak su içiliyordu. Ali Erek arkadaş 29. gününde mide kanaması geçirdi. Ölüm orucunu bıraktı. Kurallara uyması konusunda baskı uyguladılar ama bu arkadaş hiç bir kuralı kabul etmediği için mide kanaması geçirerek şehit düştü ve ilk cezaevi şehidi oldu.
Peki gösterilen direnişin ardından gelişmeler ve uygulamalar nasıl bir seyir izledi?
Cezaevinde direnişin kırılamaması üzerine Esat Oktay görevlendirildi. Esat Oktay daha sonraki yıllarda öğrendiğimiz kadarıyla ABD'de eğitim almış biriydi. Kemal Yamak vardı, darbe öncesinde 7. Kolordu Komutanı olmuştu. Yani özel bir ekip görevlendirilmiş durumdaydı. Hepsinin üzerinde komando elbiseleri vardı. Çantalarıyla 4. katta düşman toprağını işgal etmişler gibi yürüyüş yapıyorlardı. Psikolojik bir atmosfer yaratıyorlardı. İşkencenin farklı boyutlara ulaşacağının sinyalleri veriliyordu. Esat Oktay, 'Ben hiç kimseye benzemem, cezaevinde sinek dahi benden habersiz uçamaz. Benim dediklerim yapılmazsa yaşam hakkı tanınmayacaktır' diyordu. Ölüm orucu eylemi ve direnişler devam ediyordu. Bir gece yarısına doğru üzerimize deterjan karıştırılmış sular boşalttılar. 15 - 20 kişi kalıyorduk koğuşlarda. Bu koğuşlara 'krallar sarayı' diyorduk biz. Hepimiz bitlenmişiz, vücudumuzun her yerini kaplamışlar. Fiziki anlamda güçsüzleştiğimiz bir dönem ama kararlılık devam ediyor. İşkenceye karşı koyuyorduk. Bir Müslüman'ın dinine bağlanması gibi bir inanç taşıyorduk. Mürit gibiydik. İnançlı bir direniş vardı. İddianamelerimiz getirilmişti ama iddianameleri inceleme imkanı olmadı. Mahkemelere ifade verecek durumda değildik. Dünyanın hiç bir yerinde yargılanan insanlar düşünme gücünden alı konulmazlar. Ancak bizim tek derdimiz işkencelere karşı direniş geliştirmekti. İfadeleri düşünemezdik. Ölüm orucu sürecinde nisan sonu gibi mahkemeye çıkarıldık. Sabah erkenden koridorda insan açısında ürkütücü bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Maltaya girdiğimde gördüklerim anlatılabilecek türden değildi. 4 saat boyunca ellerimiz arkadan kelepçeli coplar kafamıza iniyordu. Etrafımıza bakamıyorduk. Bizi ring aracına bindirdiler ama hepimizin o araca binmesi mümkün değil. Küçücük ring aracıydı. Kollarımızın arasıdan zincirler geçirildi. Birbirimize bağlı olarak bindirdiler. O manzara aklıma Ermenilerin katledilmeye götürülüşünü getiriyordu. Mahkemede oturduğumuzda eller diz üstünde gözler 'Adalet mülkün temelidir' yazısına bakacak şekilde sabitlemişti. Biz kimlik tespiti yaptırmadık. Ölüm orucunu, işkenceleri anlattık. İki bin kişilik bir davaydı. Mahkeme bu olan bitenlerin kendilerini ilgilendirmediğini askerin sorumluluk bölgesi olduğunu söyledi. Mahkemeden getirildik. Yine hücrelere gidene kadar işkence gördük. Üzerinde 'Haydar' yazan kalaslarla saldırıyorlardı. Baktılar olmuyor ölüm orucunun 45. gününde Hayri ve Kemal arkadaşlar, işkencenin durdurulacağı ve mahkemeye çıkma koşullarının düzeltileceği konusunda anlaşma sağladılar. Ölüm orucu bitti. Bizi tekrar mahkemeye çıkarttılar ve hiç bir anlaşmaya uymadılar.
Hepimizi gruplara bölüyorlardı. Mahkeme dönüşünde ring araçlarından indirdiler. Tek tek isimlerimizi okudular Esat Oktay tek tek 'Kürt müsün Türk müsün?' diye soruyordu. Kemal Pir de vardı. Kemal Pir Türk olmadığını söyledi. Türklük işkencenin bir parçası olmuştu. Bu nedenle 'Türk değilim' dedi. Hücreye nasıl götürdüklerini hatırlamıyorum. Oktay, 'Banyo yaptırın' dedi. İşkencenin adı banyoydu. 3. katta hücrelerin lağımları tıkatılmıştı hücrelerin içine pislik dolmuştu. Mahkemeye bitli ve pisliğin içinden çıkıp gidiyorsun. Direnişi cezaevlerinden mahkemelere taşırmak gerekiyordu bu nedenle Kemal, Hayri, Mazlum arkadaşlar hep direnişi sürdürdüler. İşkencenin temposu sürekli artıyordu. 50 tane marş veriyorlardı ezberlenecek diye.
14 Temmuz direnişine giden süreci anlatır mısınız?
1981'in sonlarına doğru itirafçılaştırma başladı. Mazlum Doğan 82 Mart'ında 3 kibrit çöpüyle eylemini gerçekleştirdi. Mazlum'un eylemini iki gün sonra öğrendik. Mahkemelerde söyledik mahkeme heyeti cevap vermiyordu. Dörtlerin eylemi gerçekleşti. Mahkemelerde sadece itirafçılar konuşturuluyordu. Bizim konuşma hakkımız bile yoktu. Mahkeme heyeti karşısında işkence görüyorduk. 3 avukatımız vardı tutukladılar. Bizi kimsenin savunmaması için baskılar devam ediyordu. 1982'de dörtlerin eylemi gerçekleşti. Ancak bununla da bitmedi işkenceler. Kemal, Hayri, Karasu arkadaşlar 14 Temmuz eylemine karar verdi. Koğuşlarda insanları birbirine cinsel ilişkiye zorlama başladı. Copla tecavüzler, pislik yedirmeler oldu ve yoğun bir ajanlaştırma başladı. 14 Temmuz'a böyle gelindi. Urfa gurubundaydık biz. Bizi erkenden mahkemeye götürdüler. Hayri ile yan yanaydık. Mahkemeye çıktık. Hayri Durmuş önemli açıklamalarda bulacağım diye söz hakkı istedi. Ölüm orucu kararlarını, yaşananları ve cezaevi koşularını anlattı. 'Ben bu insanlardan sorumluydum. Bu insanlara karşı görevlerimi yerine getiremediğimden dolayı mezar taşıma borçlu yazılmasını istiyorum' dedi. Mahkeme heyeti panikledi. İşin gerçeğini anladılar.
Cezaevlerinde halen 12 Eylül'ün etkileri var mı?
Evet. 12 Eylül yasaları ile toplum yönetiliyor. 12 Eylül'ün izlerini halen taşıyoruz. Ancak halen bu yönlü ciddi bir toplumsal muhalefetin gelişmemiş olmaması Türkiye açısından utanç vericidir. O günün koşullarında olmazsa bile 12 Eylül'ün izleri halen sürüyor. Ergenekon bunun örneğidir. Bugün h�l� tutuklu ve hükümlüler aileleriyle anadillerinde konuşamıyorlar. Kürtçe yasağı bir 12 Eylül uygulamasıdır. Yine ağır tecrit koşulları, baskılar birçok yönüyle devam ediyor. Darbenin izlerinin silinmesi için yasalar değişmeli, darbeciler yargılanmalı ve demokratikleşme sağlanmalıdır. Kürt halkının ulusal demokratik hakları anayasal güvence altına alınmadığı müddetçe 12 Eylülün son bulduğu söylenemez. İSTANBUL/DİHA
UYGAR GÜLTEKİN - YUNUS TOSUN

TALABANİ, KERKÜK’TE BUSH’A YAKIN DURUYOR

talabani with bush

TALABANİ, KERKÜK’TE BUSH’A YAKIN DURUYOR

BIRGUN-ANF ABD’de kalp ameliyatı geçiren Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Washington’da ABD Başkanı George Bush ile görüştü. Görüşme ardından basın karşısına çıkan iki lider, Irak yerel seçim yasası ile ABD-Irak stratejik çerçeve anlaşmasının imzalanması gereğini görüştüklerini belirtti.

Celal Talabani, “Biz Irak’tan size, bizi kötü bir diktatörlükten kurtaran kahraman olarak bakıyoruz” diyerek ABD’den beklentilerinin büyük olduğunu ifade etti.

‘TÜRKİYE İLE HİÇBİR SORUNUMUZ YOK’

Talabani, Barzani’ye bağlı güçlerin ve diğer Kürtlerin reddettiği Irak yerel seçim yasasının bir an önce çıkarılması ve ABD-Irak stratejik çerçeve anlaşması üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Irak’ın komşu ülkelerle ilişkilerine de değinen Talabani Bush’a hitaben, “Sayın Başkan, size sunu söylemekten memnuniyet duyuyorum ki, komşularımızla ilişkilerimiz çok iyi şekilde gelişti. Türkiye, Suriye, İran ve Arap ülkeleriyle ilişkilerimiz şimdi normal ve bu ülkelerden hiçbiriyle hiçbir problemimiz yok” dedi.

Talabani, geçen haftalarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Ürdün Kralı Abdullah"ın Bağdat"a yaptıkları ziyaretlerin de çok başarılı geçtiğini sözlerine ekledi.

Irak’ta “teröristlerin” kontrol ettiği bir yer kalmadığını, bazı yerleri de ülkeye zarar veren milislerden kurtardıklarını belirten Talabani, Bush ve ABD sayesinde Irak hükümeti olarak ellerindeki parayı şimdi ülke inşası ile harcadıklarını ifade etti. Talabani son olarak, “Sizin büyük halkınız ile Irak halkı arasındaki dostluğun güçlenerek devam etmesini diliyoruz” diyerek ABD’nin “Irak halkı için yaptığını” asla unutmayacaklarını belirtti.

ÖZGÜRLÜĞÜNÜ EN ÇOK İSTEYEN ADAM!

Konuşmasına Talabani’nin sağlığının iyi olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek başlayan Bush, “Irak’ın özgürleşmesini en çok isteyen adam” Talabani ile seçim yasası ve ABD-Irak stratejik çerçeve anlaşmasının imzalanmasının gereğini konuştuklarını söyledi.

ABD gibi Irak’ın da Irak’taki ABD askerlerinin geri çekilmesini istediğini söyleyen Bush ancak “her ikimiz de bu vizyonun başarıya dayalı gerçekleşmesini istiyoruz’’ diye konuştu.

***

Ziyaretin zamanlaması

Talabanİ ile Bush arasındaki görüşmenin ABD’nin de baskıları ile Kerkük’ün Federal Kürt bölgesine bağlanmasını savunmayan yeni Irak yerel seçim yasasının parlamentodan geçirilmeye çalışıldığı, Peşmerge güçlerinin Diyala ve Xaneqin’den çıkarıldığı döneme denk geldi.

ABD, Türkiye’nin de isteği doğrultuda, Kerkük’ün geçeceğini belirleyecek olan Irak anayasasının 140. Maddesini geçersiz kılacak yeni yerel seçim yasasının çıkarılarak yılsonundan önce seçimlerin yapılmasını savunuyor.

Kerkük’ün özel bir statüyle Bağdat’a bağlanmasını öngören seçim yasasının kabul edilmesi durumunda, sadece Kerkük değil, Musul bölgesinde bulunan birçok Kürt köy ve kasabasının da Federe Kürdistan’a bağlanmasının önüne geçilmiş oluyor. Buna tepki gösteren Kürtler, Kerkük’te referandumun yapılması ve Kürt Federe Bölgesine bağlanmasından vazgeçmeyeceklerini söylüyor. Ancak Talabani, daha önce yaptığı bir açıklama da Kerkük için, Kürt Arap ve Türkmenler tarafından eşit şekilde özel bir kent olarak yönetilebileceğini söylemişti.

Kürtlerin kaygılarını arttıran bir diğer gelişme ise Peşmerge güçlerinin bazı bölgelerden çıkarılması oldu. Kürtlerin destek verdiği Irak başbakanı Nuri Maliki Ağustos ortalarında Irak ordusu birliklerini Peşmerge kontrolündeki Diyala bölgesine göndererek Peşmergelerin bölgeden çekilmesini istedi.

Irak askerleri 19 Ağustos günü Celewla ile Karqatepe-Cebare bölgelerine girmesi ardından Peşmerge güçleri geri çekildi. Bununla yetinmeyen Irak ordusu 2003 yılından bu yana Peşmerge kontrolündeki Kürt kenti Xaneqin’i kuşatma altına aldı.

175 bin kişinin yaşadığı kentin kontrolüne ilişkin Bağdat’ta yapılan görüşmelerde Xaneqin kenti de Bağdat yönetiminin kontrolüne devredilmiş oldu.

Türk devletinden işkence çeşitleri

Gazeteci Oğuz Güven'in 78 kuşağını anlattığı "Zordur Zorda Gülmek" adlı kitabında insanın kanını donduran işkence yöntemleri anlatılıyor. İşte, Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşme Araştırma ve Adalet Komisyonu raporundan akıllara durgunluk veren işkence yöntemleri:

metin-goktepeBu işkenceler kanınızı dondurur

FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.
KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.

ZlNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.

GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur,  zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.

turkiye_KÖPEK SALDIRTMA AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu.

KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.

RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, "ranza altı ol" komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığmadığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki kalaslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı.

KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.

turkiye_falaka KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir,  her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi.

SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.

COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.

ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.

LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.

c_isik_van_iskence1 KiTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.

MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes elli'yi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.

ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın "öl" komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.

SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın "çek-bırak" komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar-filtreleri dahil- tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pencereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.

TURK POLISI KURDISTANBANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, "Yat-sürün" komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.

SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.

GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deliğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun ellerine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.

LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın "uygun adım marş" demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.

turkiye_iskence4 PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardı. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanırdı. Tutuklulara bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenirdi.

İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi..

TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi.

HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.

5sivilgenc_vahseti1_sirnak VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.

AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05'den akşam 17-19'a kadar tutukluların oturması yasaktı.

KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gülmesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarıdaki işkence yöntemleri uygulanırdı.

GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.

AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelirken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.

MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi. www.Kurdistan-post.org

Bir Yılan Hikayesi: ABD-Irak Güvenlik Anlaşması Görüşmeleri

abd_irak

Güney’de, Güney Kürdistan Hükümeti doğrudan taraf olmasa da, ABD-Irak anlaşması yakından takip ediliyor. Güney Kürdistan medyasında genişçe bir yer tutan ABD-Irak Güvenlik Anlaşması, yapılan konferanslar ve seminerlere de konu oluyor.

Basına yansıyan bilgiler, ABD’nin Irak’ta oluşturacağı askeri üsler ve askerlerin geri çekilmesini belirleyen takvim konusunda büyük görüş ayrılıkları yaşandığını gösteriyor. Bazı kaynaklar, petrol ve doğal gaz konusunda uzlaşmanın kolayca sağlanacağı dile getirirlerken bazıları da asıl çatışmanın bu konuda yaşanacağını söylüyorlar. Petrol Ve Gaz Yasası’nın yaklaşık 8 aydır hazır olmasına karşın Parlamento’ya sunulmadığını, ABD-Irak Güvenlik Anlaşması ile ilgili görüşmelerin sonuçlanmasının beklendiğini ifade ediyorlar.

Dema Nû-Hewlêr-Bölgede güvenlik ve petrol sorunu istense de birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki unsurdur. Bölge petrolüne bağımlı olan ülkeler, petrol akışının ucuz ve düzenli sağlanması için, bölgede huzur ve istikrar istiyorlar. Ama bölgede huzur ve istikrara karşı olan devlet ve güçlerin sayısı da bir hayli.

Bölgenin yeniden düzenlenmesi ve bölgesel dengeler açısından bir hayli öneme sahip olan ABD-Irak Anlaşması’na ilişkin görüşmelerin iki direkt tarafı olmasına karşın, dolaylı tarafları çok. İran, Suriye, Türkiye, İsrail gibi bölge devletleri başta olmak üzere, birçok Doğulu ve Batılı ülke, şu veya bu biçimde görüşmeleri etkilemeye çalışıyor.

Ortadoğu petrollerine bağımlı olan Çin, Hindistan, Kore ve Japonya, hem ABD ve hem de Irak ile olan ilişkileri nedeniyle zaten işin içindeler. ABD ile hegemonya savaşı başlatan Rusya, kendi devasa olanaklarının yanı sıra, etkilediği bölge devletleri ve siyasi güçler kanalıyla söz sahibi olmak istiyor.

Kafkasya’daki son gelişmelerden sonra, enerji alanında Rusya’da bağlı olmaktan kurtulmak isteyen ve bu amaçla enerji kaynaklarını çeşitlendirme kararı alan AB’nin, Ortadoğu’da daha aktif olması bekleniyor. Sahip olduğu petrol ve doğal gaz rezervleri nedeniyle Irak’ın AB nezdinde daha çekici bir hale geldiği ifade ediliyor.

osmanli-harita-kurdistan Çekici hale gelen iki ülke daha var. Türkiye ve Güney Kürdistan. Türkiye, özellikle Avrupa için büyük bir öneme haiz olan enerji nakil hatları açısından önemli, Güney Kürdistan ise deyim yerindeyse bir petrol ve doğal gaz deryası üzerinde yüzüyor. Bazı kaynaklar, bu durumu ileri sürerek, Kafkasya’daki son gelişmelerin, Türkiye ve Güney Kürdistan hükümeti arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini zorunlu hale getirdiğini belirtiyorlar.

Bu ortamda yürütülen Irak-ABD Güvenlik anlaşmasına ilişkin çelişik, birbirini tekzip eden haberler havada uçuşuyor. Hangi haberin doğru, hangisinin dezinformasyon olduğunu ayırt etmek zorlaşıyor.

Bu nedenle Kuzey Kürdistan ve Türkiye kamuoyunun konuya ilişkin bilgilerine katkıda bulunmak amacıyla, Güney Kürdistan medyasında yer alan haberleri derledik.

**

30 Ağustos tarihli günlük Xebat gazetesinde, ajanslar dayandırılan bir haberde, “ABD-Irak Güvenlik Anlaşması’nda yer alan maddelerin büyük bir bölümünde anlaşma sağlanamadı” deniliyor. ABD Dışişleri bakanlığı, önümüzdeki hafta, görüşülmesi amacıyla Irak hükümetine yeni öneriler sunacaklarını açıkladı.

Haberde ayrıca ABD’nin, askerlerinin çekilmesine ilişkin takvimin 7 yıla kadar uzatılması konusunda ısrarlı olduğu belirtiliyor. Iraklı bir parlamenterin konuya ilişkin olarak söylediklerine yer verilen haberde, Parlamenterin ağzından şu görüşler dile getiriliyor. “Anlaşmanın bir çok maddesinde, özellikle de ABD askerlerinin kimliği, yetkileri ve çekilmelerine ilişkin takvim konularında, ABD yönetimi ile anlaşmaya varılmadı.”

Irak’ın önde gelen politikacılarından biri olan Abdulkerim Samerayi, yabancı güçlerin çekilmesini ilişkin takvim belirlenmedikçe, Irak Parlamentosu’nun anlaşmayı onaylamayacağını belirtti. Samerayi ayrıca anlaşmazlıkların devam ettiğini, çözümü doğrultusunda hiçbir ilerlemenin sağlanamadığını da dile getiriyor.

Haberde Beyaz saray’ın, askerlerinin geri çekilmesine ilişkin takvimin belirlenmesi ve durumlarının Güvenlik Anlaşması’nda yer alması konusunda görüşlerine de yer veriliyor. Beyaz Saray’a göre, iki ülke arasındaki güvenlik anlaşması, Irak’taki ABD askerlerinin geleceğini kapsamıyor. Bir Beyaz Saray Sözcüsü yaptığı açıklamada, anlaşmaya varılmadığını, Irak ile ABD arasındaki görüşmelerin devam ettiğini, ABD askerlerinin 2011 yılında tamamen çekilmelerinin uzak bir ihtimal olduğunu dile getirdi. Aynı sözcü, ABD hükümetinin, anlaşmanın imzalanacağı; anlaşmanın, Irak’ın durumuna bağlı olarak ABD askerlerine ülkede kalma ve başarılarını sürdürme olanağı tanıyacağı görüşünde olduğunu da belirtti.

İlginç olan, Beyaz Saray Sözcüsü’nün söz konusu açıklamayı, Irak Başbakanı Maliki’nin, 2011 yılı sonunda Irak’ta tek bir ABD askeri kalmayacağını belirtmesinden sonra yapması.

Maliki, ABD ve Irak’ın askeri güçlerin çekilmesine ilişkin takvim konusunda anlaşmaya vardıklarını söyledi. “Güvenlik açısından Irak’ta durum iyiye doğru gidiyor” diyen Maliki, yabancı güçlerin Irak’ı terk etme zamanının geldiğini belirtti.

Xebat’ta yer alan haberde, İngiltere’de yayınlanan İndependin gazetesinde yayınlanan bir makaleye değiniliyor. Makalede, “ABD askerlerin çekilmesi halinde Irak paramparça olur. Çünkü şu anda Iraklı güçler arasında bir uyum yok ve anlaşamazlar” deniliyor.

Bazı siyasi gözlemcilerin, Maliki’nin Irak’ın egemenlik haklarını korumaya çalıştığına vurgu yapıyorlar. Maliki de yaptığı açıklamada, görüşmelerde önemli mesafe alındığını, çözüme kavuşturulması gereken bazı ayrıntılar bulunduğunu dile getirdi. Görüşmelerde ilerleme sağlanmasında etkili olabilecek bazı önerilerde bulunduklarını belirten Maliki, anlaşmaya varılması için her iki tarafında yumuşak davranması gerektiğine vurgu yaptı. Anlaşmanın her iki tarafın tam egemenlik hakları temeli üzerinde olması gerektiğini dile getiren Maliki, üzerinde durulması gereken bir iki önemli nokta bulunduğuna dikkat çekti.

Irak Parlamentosu başkanı Mahmut Meşhedani de yaptığı açıklamada, Irak’ın geleceği açısından önemli gördüğü anlaşmanın imzalanması konusunda acele edilmemesini istedi. Görüşmeleri yapılan anlaşmanın bir çok engelle karşılaştığını ve bu nedenle Parlamento tarafından onaylanmayacağını dile getirdi.

Anlaşmanın daha sonra onay için Irak Parlamentosu’na sunulacağını dile getiren Maliki’nin, Irak adına görüşmeleri yapan heyeti değiştirdiği dile getiriyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı Mofeq Rubeyi, Başbakanlık Danışmanı Sadık Rukayi ve Başbakanlık Bürosu Yöneticisi Tarık Necim’den oluşan yeni bir heyet atayan Maliki’nin bu tavrının, öteki güçleri görüşmelerden dışlamaya, görüşmelerle ilgili dosyalara tek başına sahip olmaya ve bazı gerçekleri saklamaya yönelik olduğu yorumları yapılıyor.

Hewlêr gazetesinde yer alan bir haberde, siyasi kaynaklara dayanılarak, Maliki’nin heyete atadıkları kişilerin diplomasi ve uluslar arası yasalar konusunda bilgi sahibi olmadıkları iddia ediliyor. Bazı siyasi kaynaklar ise, Maliki’nin heyeti değiştirme kararını, Cumhurbaşkanlığı’na danışarak alması ve Parlamento’nun onayına sunması gerektiğine vurgu yapıyorlar.

Kürdistan İttifak Listesi’nden Irak Parlamentosuna giren Dr. Mahmut Osman Seva Radyosu’na yaptığı açıklamada, yeni heyeti oluşturanların Başbakan’a çok yakın kişiler olduğuna işaret ederek, Maliki’nin böylelikle tüm gelişmeleri kontrolü altına almayı amaçladığını dile getiriyor ve Maliki’yi niçin değişiklik yaptığını açıklamaya çağırıyor. Söylenenlerin aksine, ABD-Irak Güvenlik anlaşmasının 3 yıllık olduğunu belirten Mahmut Osman, 3 yılın sonunda anlaşmanın uzatılabileceğini dile getiriyor.

Öte yandan Irak Dış İşleri Bakanı Hişyar Zebari, Iraqiye televizyonuna yaptığı açıklamada, Irak adına görüşmeleri yürüten heyetin değiştirildiğine dair haberleri yalanladı, eski heyetin çalışmalarına devem ettiğini dile getirdi. Görüşmelerde önemli ilerlemeler kaydedildiğini belirten Zebari, “anlaşmanın teknik ve yasal yönleri tamamlandı, sadece siyasi yönü kaldı” dedi. Anlaşmanın siyasi yönünün Başbakanlığı, Ulusal Politika ve Güvenlik Kurulu’nu, İcra Kurulu’nu, Parlamento Gurupları Başkanlığı’nı ilgilendirdiğini ve söz konusu kurumların çalışmalarına başladığını anlatan Zebari, taraflar anlaşmaya vardıkları anda Güvenlik anlaşması imzalanacaktır”  dedi.

Öte yandan Irak İttifak Cephesi Sözcüsü Selim Abdullah yaptığı açıklamada, hükümeti ABD-Irak Anlaşması’nın içeriği ve maddeleri hakkında açıklama yapmaya çağırdı. Parlamento’da gurubu bulunan Elıraqiye Listesi Üyesi Osama Nuceyfi de, listesinin ABD-Irak Anlaşmasının içeriği konusunda bilgi sahibi olmadığını söyledi. Osama ayrıca, Irak’ın egemenliği ve çıkarlarının korunmadığı anlaşmalara olumlu oy vermeyeceklerini belirtti.

Irak Hükümeti Sözcüsü Ali Dabag yaptığı açıklamada, hükümetinin anlaşmanın 3 yıl için olmasını istediğini söyledi. ABD-Irak Güvenlik anlaşması’na temel oluşturacak metnin, bu yılın başında Nuri maliki ve Buş tarafından imzalandığını anlatan Ali Dabag, anlaşmada ABD askerlerinin çekilmesini ilişkin bir tarih belirlenmediğini söyledi.

Iraklı siyasi yetkililer, anlaşmanın imzalanma tarihine ilişkin olarak hiçbir şey söylemezken, ABD’li yetkililer yakın bir gelecekte, anlaşmanın Buş ve maliki tarafından imzalanacağını söylüyorlar.

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Hurre adlı televizyona verdiği demeçte, ABD ve Irak heyetlerinin, ABD askerlerinin geri çekilmesinin 2011 yılına kadar tamamlanması konusunda anlaşmaya vardıklarını söyledi. Maliki ise, “Irak haklarına bildirmek isterim ki, 2011 yılı sonu, son ABD askerinin Irak’ı terk ettiği gün olacaktır” dedi. Meclis çalışmaya başladığında, anlaşmanın onay için sunulacağını belirten Maliki, anlaşmanın parlamento tarafından kabul edilmesinden sonra resmen imzalanacağını söyledi. Anlaşmanın imzalanması için her hangi bir tarih vermeyen Maliki, Anlaşmanın 10 gün içinde parlamentoya sunulacağını dile getirdi.

Diğer yanan, Vaşington Post gazetesi, Beyaz Saray’a yakın bir kaynağa dayandırdığı haberinde, Buş’un birkaç gün içinde Irak’a gerçekleştireceği son ziyaretinde, ABD-Irak Güvenlik Anlaşması’nı Maliki ile birlikte imzalayacağını ileri sürdü.

Londra’da yayınlanan Hayat adlı gazeteye açıklamada bulunan Irak Hükümeti sözcüsü Ali Dabag, görüşmelerin tamamlandığını, Iraklı siyasi güçlerin hazırlanan metin konusunda görüş birliği içinde olduklarını ve ABD’lilerin bu konudaki düşüncelerinin bilinmediğini dile getirdi, bu yıl kabul edilmesi halinde, anlaşmanın önümüzdeki yol uygulanmaya konulacağını belirtti.

**

Görüldüğü gibi, tam bir yılan hikayesine dönen anlaşmayı, kamuoyunda söylenen ama taraflarca onaylanmayan noktalar daha gizemli hale getiriyor. Bunların başında da ABD’nin Irak’ta oluşturacağı üslerin sayısı ve yerine ilişkin. ABD Irak’tan muharip güçlerini çekeceği ama Irak’ta 5 adet büyük askeri üs oluşturacağı, bu üslerden en az ikisinin Güney Kürdistan’da kurulacağı söyleniyor. Bazı kaynaklar bu rakamı 50(!) olarak veriyorlar.

Bu hengame içinde kesin olan bir şey varsa o da ABD’nin askerlerinin Irak’ta bulunmasına izin veren BM kararında belirtilen sürenin yılın sonunda dolması. Her iki tarafın da bu durumu göz önüne alarak yıl sonuna kadar bir anlaşmaya varacakları tahminleri giderek ağırlık kazanıyor. www.Kurdistan.nu

Ceset yakan İnfazcılara yargı aranıyor!

25 Ağustos 2005 tarihinde Batman'ın Beşiri ilçesi kırsalında çıkan çatışmada sağ yakalandıktan sonra infaz edildiği ve cesedi yakıldığı belgelerle kanıtlanmasına rağmen Beşiri Savcılığı'ndan sonra Diyarbakır Askeri Savcılığı da görevsizlik kararı verdi. Dosya Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildi. İHD Genel Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ, bu tür olayların üzerine gidilmemesinin yeni infazlara yol açtığını belirtti.

 abbas_emani_besiride_katledildi1

2005 Haziranı'nda Ülkede Özgür Gündem'in fotoğraflarla belgelediği infazla ilgili harekete geçen 10 Temmuz 2006'da Diyarbakır Barosu, İHD ve MAZLUMDER Diyarbakır Şubesi, olayın yaşandığı Beşiri Savcılığı'na suç duyusurunda bulundu. Suç duyurusunda, Emani'yi infaz eden üst düzey görevlilerin, askerlerin tespiti ve cezalandırılması talep edildi. 10 Ekim 2006 tarihinde Beşiri Savcılığı, Emani'nin başına kurşun sıkılarak infaz edilmediğini, ancak çatışmada boyun kırılmasına bağlı solunum ve dolaşım yetmezliğinden dolayı öldüğü gerekçesiyle failler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdi.Emani Ailesi'nin itirazı üzerine Midyat Ağır Ceza abbas_emani_besiride_katledildi2 Mahkemesi, AİHM'in bazı kararlarına da atıfta bulunarak savcılığın kararını iptal etti ve soruşturmanın başlatılmasını istedi. Ancak infazcıları kurtarmak ve olayı üzerinden atmak isteyen Beşiri Savcılığı, soruşturmayı yürütmek, operasyona katılan askerleri ve üst düzey yöneticileri sorgulamak yerine görevsizlik kararı vererek dosyayı askeri savcılığa gönderdi. Diyarbakır Askeri Savcılığı da, 'olayın jandarmanın askerlik göreviyle ilgisinin olmadığı' gerekçesiyle 7 Ağustos 2008'de görevsizlik kararı verdi. Bu karardan sonra Emani dosyası Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildi.

Yalçındağ: İnfazlar sürer

İHD Genel Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ, Emani dosyasının benzer dosyalar gibi tozlu raflara terk edilmesi kaygısını taşıdıklarını söyledi. Yalçıdağ, iç hukuk yollarının etkili olmadığını ve süresi dolunca AİHM'e başvuracaklarını belirtti. 28 Ağustos'ta Mardin'in Nusaybin ilçesine bağlı Beyazsu piknik alanında askerlerce infaz edilen HPG'li Nusret Kalkan'ın olayını hatırlatan Yalçındağ, 'Bu tür suçların cezasız kalması, soruşturmasız bırakılmasının başka bir tehlikesi var: Bundan sonra da benzer suçlar işlenmeye devam edecek' dedi. ALTERNATİF

12 Eylül 2006 tarihinde Koşuyolu Parkı'ndaki Tit katliamı failleri iki yıldır bulunamıyor

 

Katliamcılar korunuyor
Diyarbakır Koşuyolu Parkı'nda Türk İntikam Tugayı (TİT) tarafından gerçekleştirilen ve 2'si bebek, 7'si çocuk toplam 10 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırının üzerinden geçen iki yıla rağmen failler hâlâ bulunamadı. Adaletin yerini bulmasını isteyen mağdur yakınları ise Ergenekon davasına müdahil olacak.
Diyarbakır 12 Eylül 2006 akşamı Koşuyolu Parkı'nda meydana gelen büyük bir patlamayla sarsıldı. Patlamada Abdullah (6 aylık), Nazlıcan (4) ve Nazar Çetinkaya (2) adlı kardeşler ile Şilan (6 aylık), Zilan (8), Evin (10), Mizgin Demir (12) kardeşler ve anneleri Faide Demir, Hasan Marangoz (14), Rojhilat Aslan (28) yaşamını yitirdi

baris-demir3

5 yaşındaki Barış Demir, Maide Çetinkaya ve Ali Haydar Kaplan ayağını, Emine Yetişecek ise sol elini kaybetti. Olayın üzerinden 24 saat geçmeden Türk İntikam Tugayı (TİT) imzalı e-mailler haber merkezlerine ulaştı. E-mailde 'PKK'nin batıda şehit ettiği her bir Türk için Diyarbakır'da 10 Kürdü öldüreceğimize ant içeriz' yazıyordu. Aradan geçen iki yıla rağmen failler bulunmadığı gibi vicdanlardaki yaraya merhem olacak bir adım dahi atılmadı. Koşuyolu Parkı'nda kullanılan bombanın fotoğraflarının yer aldığı 'www.turkintikamtugayi.8m.com' isimli internet sitesi ve haber merkezlerine ulaştırılan e-maille ilgili hiçbir teknik takibat yapılmadı. Yayınlanan fotoğraflarda yer alan mekanın Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı'na bağlı bir binanın bodrum katı olduğu iddiaları dolaşırken, polis beton zeminin bulunabileceği otelleri araştırmakla yetindi. Diyarbakır'dan gönderildiği Telekom'un sitesinden dahi tespit edilen e-maille ilgili bir sonuca ulaşılmaması ise katillerin saklandığını ortaya koydu. Konuyla ilgili soruşturma ise Diyarbakır Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve Cumhuriyet Savcılığı arasında kaybolup gitti.

Ergenekon'da gizlendi
Diyarbakır'da yaşanan patlamanın faillerinin yakalanması yönünde umutlar tükenirken yaşanan 'Ergenekon' gözaltıları ve arkasından hazırlanan iddianamede patlamanın izlerine rastlandı. 'Ergenekon davası' kapsamında hazırlanan Ergenekon iddianamesinin 442 klasörlük ekleri arasında yer alan 243 nolu klasör 'DIYARBAKIR DOSYASI' adıyla dizine kaydedildiği ortaya çıktı. Ancak avukatlara dağıtılan ekler arasında 537 sayfadan oluştuğu belirtilen klasörün ilk 444 sayfası yer almadı. Koşuyolu patlaması ile dizinde belirtilmesine rağmen hiçbir evrakın dosyada yer almaması patlamayı TIT'in üstlenmesi nedeniyle 'bir şeyler gizleniyor' yorumlarına neden oldu.
Ergenekon'a müdahil olacaklar
Yakınlarını kaybedenler ve mağdurların avukatlığını yapan İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Ömer Halefoğlu, adalet beklediklerini belirterek, 'Olayı TİT üstlenmişti. olarak Ergenekon davasında bu olayla ilgili bölümler var. Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı'ndan bilgi aldıktan sonra Ergenekon davasına müdahil olacağız' dedi. Olayda Nazdar, Nazlıcan ve Abdullah adında 3 çocuğun kaybeden ve kendisinin de bacağı kopan Maide Çetinkaya, olayın üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen her gece rüyasında olayı tekrar tekrar yaşadığını anlattı. Devletin hiçbir şekilde haklarını savunmadığını ve kendilerine sahip çıkmadığını ifade eden Çetinkaya, olayı üstlenen TİT'in Ergenekon'un uzantısı olduğunun ve sorumluların bu davanın failleri olduğunu söyleyerek, Ergenekon davasına müdahil olacaklarını vurguladı. Patlamada 6 yeğenini ve bir ablasını kaybeden, kendisi de sakat kalan Emine Yetişecek ise, 'Bizi öldürüp yaralayan katiller de hâlâ insanların içinde geziyorlar ve yeni katliamlar yapıyorlar. Artık yeter, nereye kadar çocukları annesiz bırakacaklar' dedi. Patlamada yaşamını yitirene Rohilat Aslan'ın annesi Remziye Aslan da, Ergenekon davasına müdahil olacakların belirterek, şunları dile getirdi: 'Devlet katilleri ortaya çıkarsın ve onlardan hesap sorsun. Tabii ki ben de Ergenekon duruşmasına katılacağım. Çünkü zaten o tarihte TİT bu olayı üstlendi. Ergenekon ile ilgili haberlerde de bir iki defa gördüm, Koşuyolu bombasıyla ilgili ifadeler geçti. Bu olay da o davanın dosyasında vardır ama kimse açıklamıyor. Benim dünyamı yıktılar. Bundan sonra yaşamamın tek nedeni adaletin yerini bulması içindir' diye konuştu. DİYARBAKIR - DİHA
LEYLA SÖĞÜT / HİKMET ERDEN

Amed Koşuyolu Parkı’nda 2’si bebek, 7’si çocuk toplam 10 kişinin yaşamını yitirdiği katliamla ilgili soruşturmada tek bir adım atılmadı. Devlet, katliamı unutturmaya çalışsa da, olayda yakınlarını kaybedenler ile mağdurların acıları halen ilk günkü gibi.

Amed’in Koşuyolu Parkı’nda, ikisi bebek, 7’si çocuk toplam 10 kişinin ölümüne neden olan katiller hala korunuyor. Katliamı, devletin bir birimi olan TİT üstlendiği halde, iki yıldır Türk yargısı ciddi bir girişimde bulunmadı. Türk İntikam Tugayı (TİT) tarafından gerçekleştirilen ve 2’si bebek, 7’si çocuk toplam 10 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırının üzerinden geçen iki yıla rağmen failler bulunamadı. Olayda yakınlarını kaybedenler ile mağdurların acıları ise halen ilk günkü gibi. Amed, 12 Eylül 2006 akşamı Koşuyolu Parkı’nda saat 21:15’te meydana gelen büyük bir patlamayla sarsıldı. Abdullah (6 aylık), Nazlıcan (4) ve Nazar Çetinkaya (2) adlı kardeşler ile Şilan (6 aylık), Zilan (8), Evin (10), Mizgin Demir (12) kardeşler ve anneleri Faide Demir, Hasan Marangoz (14), Rojhilat Aslan (28) yaşamını kaybetti. 5 yaşındaki Barış Demir, Maide Çetinkaya ve Ali Haydar Kaplan ayağını, Emine Yetişecek ise sol elini kaybetti.
Katliamı TİT üstlendi
Patlamanın ardından Amed halkı ayağa kalkarak saldırı karşısında tepkisini ortaya koydu. Öfke Kürt coğrafyasının geneline yayıldı. Olayın üzerinden 24 saat geçmeden Türk İntikam Tugayı (TİT) imzalı e-mailler haber merkezlerine ulaştı. E-mailde “PKK’nın şehit ettiği her bir Türk için Diyarbakır’da 10 Kürdü öldüreceğimize ant içeriz” yazıyordu. Aradan geçen iki yıla rağmen failler bulunmadığı gibi vicdanlardaki yaraya merhem olacak bir adım dahi atılmadı.
‘Soruşturma’ kayboldu
“www.turkintikamtugayi.8m.com” isimli internet sitesinde, bombanın nasıl hazırlandığı anlatıldı. Yayınlanan fotoğraflardaki mekanın Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’na bağlı bir binanın bodrum katı olduğu iddiaları dolaşırken, polis beton zeminin bulunabileceği otelleri araştırmakla yetindi. Soruşturmayı yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, merkezi İngiltere’de bulunan ve ücretsiz web hizmeti sunan “8m.com” şirketine ulaşarak “turkintikamtugayi.8m.com” isimli sitenin kim tarafından ve kim tarafından kurulduğu yönünde bir araştırmaya girmedi. Konuyla ilgili soruşturma ise Diyarbakır Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve Cumhuriyet Savcılığı arasında kaybolup gitti.
amed-patlama1Tazminat taleplerine ret
Yaşamını yitiren 10 vatandaş ile yaralananlar için İçişleri Bakanlığı aleyhinde “idarenin sorumluluğu vardır” ilkesi gereğince 350 bin YTL ile 700 bin YTL arasında değişen miktarlarda tazminat başvuruları yapıldı. Ancak Bakanlık tarafından bu tazminat talebi reddedildi. Diyarbakır Valiliği ise “Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun” çerçevesinde çeşitli miktarlarda tazminat kararı aldı. Buna yönelik itirazlar, Bölge İdare Mahkemesi’nde devam ediyor.
‘Her gece rüyamda görüyorum’
Olayda Nazar, Nazlıcan ve Abdullah adında 3 çocuğunu kaybeden ve kendisinin de bacağı kopan Maide Çetinkaya, olayın üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen her gece rüyasında olayı tekrar tekrar yaşadığını anlattı: Bir çocuk termosu kaldırırken patlama oldu. Kendimden geçtim. Kendime geldiğimde oturmuş vaziyetteydim. Kızım Nazar’ı kaldırmak için elini tuttum ama kolu elimde kaldı. İnsan unutamaz.
Tazminat değil, yargılama
Patlamada 6 yeğenini ve bir ablasını kaybeden kendisi de sakat kalan Emine Yetişecek ise patlamadan sonra yaşadığı travmayı atlatamamış. Patlamada sağ bacağı dizden, sol ayak ve sol el parmakları kopan ve sol gözünü kaybeden Yetişecek, “Olaydan sonra ablamın oturduğu evin kapısı bir daha açılmadı” dedi. Emine Yetişecek, kendisi, ablaları ve yeğenleri için Valilik tarafından verilmek istenen tazminata da tepki göstererek, “Onlar dünyanın malını verseydi ben yeğenlerimin bir tırnağını bile vermezdim. Bizi öldürüp yaralayan katiller de hala insanların içinde geziyorlar ve yeni katliamlar yapıyorlar. Adalet istiyoruz” dedi.
‘Bir aile yok oldu’
Mizgin, Zilan, Şilan, Evin, Barış ve Hebun isimli 6 çocuğu olan Faide Demir ise 5 çocuğu ve gelen misafirleri ile birlikte Koşuyolu Parkı’na gitti. Faide Demir’in oğlu Hebun tatil olduğu için Silvan’da dedesinin evinde eşi Mehmet Demir ise Ankara’da idi. Patlamada anne Faide Demir ile Mizgin, Zilan, Şilan, Evin adlı çocuklar hayatlarını kaybetti. Geriye baba Mehmet Demir, Hebun ve patlamada sağ ayağı kopan Barış kaldı. Protez bacak ile yürümeye çalışan Barış’a şimdi halası Hediye Demir bakıyor. Hediye Demir, Barış’ın annesi ve kardeşlerini kaybetmeyi kabullenemediğini ve sürekli ağladığını anlattı: İlk yıl hiç kimseyle konuşmuyordu. Bu yıl artık bazen gelip bizimle konuşuyor. Bizden bir şeyler isteyebiliyor.
‘Oğlum 4 dil biliyordu’
Patlamada yaşamını yitirene Rohilat Aslan’ın annesi Remziye Aslan, “Benim oğlum dört lisan biliyordu (Türkçe, Kürtçe, İngilizce ve Fransızca). Oğlum çok insancıl biriydi. Arkadaşlarıyla lokmasını paylaşırdı. Bir arkadaşının sıkıntısını kendi sıkıntısı olarak görür ve onu çözene kadar günlerce yatmazdı” diyerek, yaşanan vahşeti hiç bir zaman unutmayacaklarını ifade etti: Bir şarapnel parçası kalbine saplanmıştı. İçim yanıyor. Allah benim ahımı, bu olayı yapanlar ve yaptıranlardan alsın. Bundan sonra yaşamamın tek nedeni adaletin yerini bulması içindir.
LEYLA SÖĞÜT / HİKMET ERDEN/ DİHA/AMED YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

BUGÜN 12 EYLÜL

12 Eylül 1980'de insanlık suçu işlendi. Darbeciler hâlâ yargılanmadığı gibi korunuyor ve zihniyetleriyle politikaları ısrarla sürdürülüyor. Bugün yaşananlar bunun birer kanıtını oluşturuyor

12eylul_darbesi1_300Politika hiç değişmedi
Kürt sorununu tamamen bitirmek amacıyla 12 Eylül Darbesi yapılmıştı. Ancak aradan geçen 28 yıla rağmen Kürt sorunu uluslararası bir hal alırken, devlet politikası hiç değişmedi. Dün yine Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da katıldığı 'Terör Zirvesi' toplandı ve çözümsüzlük kararları alındı.
Tek kelimeyle vicdansızlık
Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan oğlu İdris Nakçi'nin ziyaretine gelen ve Türkçe bilmeyen 43 yaşındaki anne Saliha Nakçi, gardiyanlar tarafından zorla dışarı çıkarıldı. Anne Nakçi, gardiyanlar tarafından kendisine, 'Burada İngilizce, Fransızca, Arapça konuşabilirsin ama Kürtçe konuşamazsın' dediğini belirtti.
İnfazcılar yargılanmıyor
HPG'li Abbas Emani'nin, Ağustos 2005'te Batman Beşiri'de çıkan çatışmada sağ yakalandıktan sonra infaz edildiği, daha sonra da bedeninin ateşe verildiği belgelenmesine rağmen, failler hakkında dava açılmıyor. Beşiri Savcılığı ve Diyarbakır Askeri Savcılığı'nın görevsizlik kararı verdiği dosya Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildi.
Koşuyolu Katliamı gizleniyor
Diyarbakır Koşuyolu'nda 12 Eylül 2006'da devlet bağlantılı organizasyonların düzenlediği bombalı saldırıda 8'i çocuk 10 kişi yaşamını yitirdi. Gerçekler gizlendi. Öyle ki, karanlıkları açığa çıkardığı iddia edilen Ergenekon iddianamasinde bile olayın üstü örtüldü. Patlamada sağ ayağı kopan Barış ise, annesi ve 4 kardeşinin acısını hâlâ yaşıyor.
Yaylacılar tarandı
Bölge'de askeri operasyonlar aralıksız sürerken, sivillere yönelik baskılar da artıyor. Dersim'in Gökçek köyü Toptaş mevkiinde yaylacıların çadırlarının bulunduğu bölgenin iki askeri helikopter tarafından tarandığı ve yaylacıların hayvanlarının katledildiği bildirildi. Milletvekili Şerafettin Halis konuyu Meclis'e taşıyacak.
Türkiye geçmişiyle yüzleşmeli
Ergenekon davasıyla birlikte bir kez daha Türkiye'nin kirli geçmişi kamuoyunun gündemine gelirken, AKP hükümeti ve ordu izledikleri politikalarla 12 Eylül'ü sürdürmeye kararlı. 12 Eylül Darbesi'nin yıldönümünde demokratik kamuoyu darbecilerin yargılanmasını ve Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesini istiyor.

Gardiyanlar:'Burada İngilizce, Fransızca, Arapça konuşabilirsin ama Kürtçe konuşamazsın'

Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan oğlu İdris Nakçi'nin ziyaretine gelen ve Türkçe bilmeyen 43 yaşındaki anne Saliha Nakçi, gardiyanlar tarafından zorla dışarı çıkarıldı. Anne Nakçi, gardiyanlar tarafından kendisine, 'Burada İngilizce, Fransızca, Arapça konuşabilirsin ama Kürtçe konuşamazsın' dediğini belirtti.

cezaevi iskence

Vicdansızlara bak!

Cezaevlerinde Kürtçe engellemeleri sistemli şekilde işliyor. Sincan 2 Nolu F Tipi'nde Kürtçe telefon görüşmelerinin cezaevi yönetimi tarafından engellendiği ve aileleriyle görüşen siyasi tutuklu ve hükümlülere Kürtçe görüş yasağı getirildi. Oğlu İdris Nakçi'yi ziyarete gelen anne Saliha Nakçi (43), Türkçe'yi çok az anladığını ancak konuşamadığını belirtti. Maddi imkansızlıklara rağmen oğluyla görüşmek için Diyarbakır'dan Ankara'ya geldiğini dile getiren anne Nakçi, 'Cezaevinde işlemlerimi bitirdikten sonra görüş kabininde oğlumla konuşmaya başladım. Kürtçe konuştuğum sırada gardiyanlar müdahale etti. 'Burada Kürtçe konuşulmaz, Kürtçe dışında istersen İngilizce, Fransızca, Arapça istediğin dille konuşabilirsin ama Kürtçe konuşamazsın' dediler' şeklinde konuştu. Anne Nakşi, daha 40 dakika süresi varken kendisini zorla dışarı çıkartıldığını söyledi. Cezaevinde Kürtçe konuşma yasağının devam etmesi halinde kendisinin hiçbir zaman oğluyla Türkçe konuşmayacağını belirten anne Nakçi, 'Cemil Çiçek'in oğlu cezaevine girse şayet ona 'sen Kürtçe konuşacaksın' deseler gelip oğluyla Kürtçe konuşabilir mi? Ben de Türkçe bilmiyorum. Türkçe konuşamıyorum. Bu tür uygulamalar devam etse bile ben Türkçe öğrenmeyeceğim. Gerekirse oğlumla hiç görüştürmesinler ben Kürtçe konuşmaya devam edeceğim' diye tepki gösterdi. İHD'ye başvuruda bulunan Nakçi, her yerde devam eden Kürtçe yasağının kaldırılmasını istedi. ANKARA / DİHA

DTP Meclis'te KÜRTÇE konuşacak

AHMET TURK DTP 

Aktüel Bakış- DTP yönetimi, "anadil kampanyası" kapsamında Türkiye genelinde çeşitli etkinlikler düzenleyecek. Anadilde eğitimi ve öğretimi Meclis gündemine de taşıyacak.

 
DTP Genel Başkan Yardımcısı Kamuran Yüksek, Anayasa Mahkemesi'nde 16 Eylül'de görülecek kapatma davası nedeniyle, Şeyh Sait'in asıldığı Diyarbakır'daki Dağkapı Meydanı'nda halk mahkemesi kurulacağını söyledi.

BEDELİNİ ÖDEMEYE HAZIRIZ
Yüksek, halkın DTP'yi yargılayacağını, anadilde eğitim etkinliği kampanyası kapsamı çerçevesinde milletvekillerinin Meclis kürsüsünden Kürtçe konuşacağını belirtti. Değişik çevrelerden "PKK"yı kınayın, terör örgütü olarak görün, çizginizi değiştirin" telkinleri yapıldığını belirten Yüksek, "Bizi biz yapan bunlar. Siyasi çizgimizi değiştirmeyiz. Bedelini ödemeye de hazırız" diye konuştu.

PARTİMİZİ KAPATIRSANIZ..
Yüksek, DTP'nin gündemindeki üç önemli konuyu "anadilde eğitim", "parti kapatma davası" ve "Ergenekon" olarak sıraladı.  Yüksek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Partimizi kapatırsanız, Kürtler legal zeminde mücadeleden vazgeçer, başka yerlere yüzünü döner. Bu noktaya gelirse halkı ikna edemeyiz.”

1leyla zana

DTP MECLİS'TE YİNE KÜRTÇE KONUŞACAK
DTP yönetimi, "anadil kampanyası" kapsamında Türkiye genelinde çeşitli etkinlikler düzenleyecek. Anadilde eğitim ve öğrenim hakkının Anayasa"ya konulmasını isteyen DTP yönetimi, konuyu Meclis gündemine de taşıyacak. Bu kapsamda milletvekilleri TBMM kürsüsünde Kürtçe konuşarak kampanyaya destek verecek.

ÇOCUKLAR DA MECLİS'TE KÜRTÇE KONUŞACAK
15 Ekim'e kadar sürecek olan kampanya çerçevesinde okul boykotları yapılacak, sokaklarda sembolik Kürtçe dersleri verilecek, çocuklar TBMM'de grup toplantısına davet edilip Kürtçe konuşmaları sağlanacak.

ZANA: TÜRKÇE GAZETE OKUMAYIN
Batman"da Demokrasi Platformu"nun düzenlediği, “Anadilde eğitim istiyoruz” mitinginde konuşan, kapatılan DEP"in eski Milletvekili Leyla Zana da, Kürtlerin diline sahip çıkmasını isteyerek, Kürtçe olmayan televizyonları izlememeleri, gazeteleri okumamaları çağrısında bulundu. Kaynak: milliyet