Thursday, November 13, 2008

Ayrım yapmıyormuş yalanı

tayyiperdogan2627 Erdoğan DTP’li belediyelerin hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadığını iddia etmesine rağmen, AKP Hükümeti tarafından bugüne kadar Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin 8 projesi ya engellendi ya reddedildi ya da 2009 sonrasına ertelendi. Türkiye Başbakanı Erdoğan, Amed, Dersim, Van, Yüksekova ve Hakkari illerine yaptığı ziyaretlerde kitlesel olarak protesto edilmişti. Buna tepki olarak “Beğenmeyen çeker gider” açıklamalarıyla büyük tepki toplayan Erdoğan, “Paraysa paranı alıyorsun hemen. Bir tanesi çıkıp diyemez ‘AKP iktidarı ayrım yapıyor bize’ diye” şeklinde DTP’li belediyeleri suçladı.
Ayırım yapılıyor
AKP Hükümeti, kendi belediyelerinin bütün krediyle desteklenen projelerini anında onaylıyor. Kaynak kesintilerinde minumum payı esas alıyor. Borçlanma limitleri yükseltip, merkezi yatırımlarla destekliyor. Ancak DTP’li belediyeler için bütün negatif faktörler devrede: Kesintiler en yüksek seviyede tutuluyor. Borçlanma limiti sıfır. Merkezi destek yok. Uluslararası kredi desteği engelleniyor. Büyük projeler erteleniyor.
Amed örneği
Sadece DTP’li Amed Büyükşehir Belediyesi’nin 8 büyük projesi ya engellendi ya reddedildi ya da 2009 yılı sonrasına ertelendi. DTP’li Amed Büyükşehir Belediyesi’nin engellenen projeleri şöyle; Türkiye’nin 16 büyük şehir belediyesinden biri olan Büyükşehir Belediyesi, Katı Atık Entegre Tesisi olmayan tek belediye. Amed halen vahşi depolama yöntemi ile çöplerini bertaraf ediyor. Büyükşehir Belediyesi 2006 yılında Katı Atık Entegre Tesisi Projesi hazırladı ve finansmanı için Çevre ve Orman Bakanlığı’na sundu ve Avrupa Birliği’nin altyapının uyumlulaştırılması için Çevre Bakanlığı emrine verdiği 400 milyon Euro’luk fondan yararlanmak istedi. AB kriterlerine uygun proje getirenlere bu kaynaktan yüzde 75’i hibe olmak üzere verileceği belirtildi. Büyükşehir Belediyesi proje dosyasını detaylı olarak hazırladı ve Bakanlığa gönderilen 44 proje içinde ilk üçe girdi. Proje değerlendirme toplantılarında övüldü. Ancak 3’üncü sırada gösterilen ve resmiyet kazanacak olan DTP’li Büyükşehir Belediyesi’nin 22 milyon Euro’luk Katı Atık Projesi bir anda Bakanlık kararı ile listeden çıkarıldı. Amed’e haksızlık yapıldığı yönünde itirazlar ve bakan, milletvekilleri nezdinde girişimler sonucu proje 8’inci sıraya yerleştirildi. Başbakan, “Ayrımcılık yok” dese de övgüyle söz edilen proje, 3’üncü sıradan 8’inci sıraya alınarak 2009-2013 yatırım programına alındı.
‘Almanya ‘tamam’ dedi Hükümet reddetti’

-Engellenen bir diğer proje ise Katı Atık Yönetimi Etüt Projesi oldu. Alman Kalkınma Ajansı (KFW) ile 500 bin Euro’luk hibe anlaşması yapılmış, ancak bu hibe DPT’nin 14 Şubat 2005 tarihli yazısı ile projenin İller Bankası’ndan alınabilecek krediyle yapılabileceği görüşüne dayanılarak reddedildi.
- Dicle Vadisi Rehabilitasyonu Etüt Projesi için Türk-İspanyol Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü kapsamında 350 bin Euro hibe sağlanmasına karar verilmesine rağmen, bu proje Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından 3 Nisan 2005 tarihli yazı ile projenin 2005 yatırım programında olmaması gerekçe gösterilerek reddedildi.
-Diş İmplant Projesi için Güney Kore Büyükelçiliği ve EAID (Avrupa-Asya Diş Hekimliği Akademisi) ile hibe anlaşması yapılmasına rağmen Sağlık Bakanlığı’nın 20 Haziran 2005 tarihli yazısında yabancı hekimlere çalışma izni verilemeyeceği gerekçesiyle bu proje de reddedildi.
- Suriçi Tramvay projesi için Deutsche Bank ile 5 milyon Avro (15 yıl vadeli 5 yıl ödemesiz) kredi anlaşması yapılmasına rağmen İller Bankası Genel Müdürlüğü 16 Mart 2005 tarihli yazısı ile teminat veremeyeceğini bildirdi ve proje rafa kaldırıldı.
-Kentsel Gelişim Projesi, 2005 Türkiye-AB Malî İşbirliği Programı’na sunulmuş ve Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği’nce 9 milyon 926 bin Euro hibe sağlanmasına karar verilmesine rağmen, 18 Nisan 2005 tarihli DPT yazısında hibenin 6 milyon Euro’ya indirilmesi ve kalan miktarın diğer illere dağıtılması kararlaştırılmıştır. Ancak diğer illerden proje sunulamadığı için geriye kalan yaklaşık 4 milyon Euro hiçbir bölge belediyesine kullandırılmadı, sağlanan hibe heba oldu.
-Aziziye Kentsel Dönüşüm Projesi için Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ile 30 milyon Euro kredi anlaşması konusunda görüş birliğine varılmış, ancak yine DPT yatırım programında yer almadığı için resmi anlaşmalar yapılamadı.
Diyar A.Ş Genelgesi
Amed dışında neredeyse tüm Büyükşehir belediyelerinin kamu şirketleri bulunuyor. Büyükşehir Belediyesi’ne hibe yoluyla devredilen ve kentin kalkınmasında önemli bir işlev yüklenen Diyar A.Ş. ise hakkında dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu imzalı bir genelgeyle lağvetme kararı alındı.kazim-kurt
HİKMET ERDEN/ DİHA/AMED



Hakkari’ye yatırım yapmış!
Tugay ve Alay’ın bulunduğu kentte, 2005 yılında bir de Tümen eklendi. Her yıl Bolu, Kayseri, Denizli ve Edirne’den askeri birlikler sevk ediliyor. 85 yıllık T.C, geçici güvenlik bölgeleri ile kuşattığı kente, eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetini bile normal seviyeye çıkaramadı. Erdoğan’ın gereken bütün yatırımların yapıldığını savunuğu Hakkari, 30 yıldır silahların gölgesinde. OHAL’in fiili olarak devam ettiği, adeta askeri bir cezaevini andıran kente tek bir yatırım yapıldı: Askeri taburlar! Tarihi ve turistik mekânlarıyla tanınan Hakkari, 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim, 1980 askeri darbesi ve 1987 yılında ilan edilen OHAL uygulamasından bu yana askeri yöntemlerle idare ediliyor. Daha önceleri turistlerin çadır açtıkları dağlarda ve yaylalarda şimdi asker kulübeleri bulunuyor. 1999 yılında OHAL’in resmi olarak kaldırılmasına rağmen, OHAL fiili olarak geçici güvenlik bölgesi uygulamasıyla devam ediyor. Binlerce askerin konumlandığı Hakkari’ye yapılan tek yatırım ise askeri yığınak!
Tarihi askerler işgal etti
Hakkari ve Bay kalelerine, Merzan Mahallesi sırtlarındaki tepe ile Gopsı ve Berçelan yaylasına giden yol üzerinde kurulan asker ve özel tim kulübeleriyle cezaevi görüntüsünün verildiği kentte, 1999 yılından sonra sürekli asker yığınağı yapılmaya devam edildi. Tugay ve Alay’ın bulunduğu kentte, 2005 yılında bir de Tümen eklendi. Aralıksız süren operasyonlar nedeniyle her yıl Bolu, Kayseri, Denizli ve Edirne’den askeri birliklerin sevk edildiği kentte, özel harekat timleri, korucular ve polislerin de sayıları bir hayli kabarık.
Hastalar Van’a sevk ediliyor
Hakkari ve ilçelerinde sağlık alanında yaşanan ciddi sorunlar da devam ediyor. Kentteki hiçbir hastanede yoğun bakım ünitesi bulunmuyor. Uzman doktor yetersizliği nedeniyle hastalar daha çok Van’a sevk ediliyor. Çukurca İlçesi ile Derecik Beldesi’nde hastane olmaması nedeniyle de vatandaşlar büyük sıkıntı yaşıyor. SES Hakkari Şube Başkanı Musa Bor, sağlık alanında ciddi adımların atılması gerektiğini belirtti. Bor, kente gelen doktorların askerlik yapar gibi gitmek için gün saydığını dile getirerek, “Burada yeni iki hastane yapıldı. Ama hem araç gereç hem de personel alanında ciddi sıkıntılar yaşanmakta. Hastaların büyük bölümü Van’a sevk ediliyor. Bu da vatandaşlara ekonomik olarak büyük bir yük oluyor. Kalıcı çözümler bulunmalı” dedi.
Olmayan üniversiteye rektör atandı
Hakkari eğitim alanında da Türkiye’de başarısız iller arasında son sıralarda yer alıyor. Üniversite yapılması kararına rağmen inşaatı bile yapılmaya başlanmayan üniversiteye sık sık rektör ataması yapılıyor. Son olarak Rektör Prof. Dr. İbrahim Belenli için sadece küçük bir oda tahsis edilerek, üniversitesinin alt yapı çalışmasını yürütmesi istendi. Bin 500 öğretmen açığının bulunduğu kentte, açık vekil öğretmenlerle giderilmeye çalışılıyor. Eğitim Sen Hakkari Şube Başkanı İsmail Ata, eğitim alanında Hakkari’de bir çöküşün olduğuna dikkat çekerek, şunları kaydetti: “Buraya gelen öğretmenler zorunlu eğitimi bitirdikten sonra kaçıyor. Bunun için şuan köylerin büyük bölümünde eğitimle alakası olmayan insanlar atanmış ve bunlar öğrencilere ders veriyor. Yine Hakkari’nin hiçbir okulunda bilgisayar sisteminden öğrenciler yararlanmamakta. Binaların büyük bölümünde sorunlar yaşanıyor. Barınma sorunu en büyük sorun olarak insanların karşısına çıkıyor. Bu kadar sıkıntılar içinde öğretmenler sürgün edilirken, sorunun çözümüne yönelik hiçbir adım ise atılmıyor.”
Kurt: Bol bol dağlar bombalanıyor
Hakkari Belediye Başkanı Kazım Kurt ise Erdoğan’ın dünyanın parasını aktarsa bile Hakkari’yi almaya gücünün yetmeyeceğini söyledi. Kurt, Başbakan’ın halkın iradesini teslim almak istediğini; ancak bunu asla başaramayacağını dile getirerek, Erdoğan’a halkın 2 Kasım’da gereken dersi verdiğini söyledi. Başbakan’ın Hakkari’de aldığı tepkiye karşı ne yapacağını bilemediğini ifade eden Kurt, şunları kaydetti: “Ancak bunu iyi bilmelidir. Önümüzdeki seçimde de halk gereken cevabı en sert şekilde verecektir. Bizim yaptığımız hizmetler ortadadır. Eğer Başbakan bir sorunu dile getirecekse bunun en önemli örneği Van Belediyesi’dir. Oradaki yolsuzluklar ortada olmasına rağmen kimse ses çıkarmıyor. Başbakan’ın Hakkari’ye yaptığı tek yatırım bol bol dağları bombalamasıdır. Başbakan saygısızlıktan bahsediyor. Eğer bir saygısızlık varsa nüfusu 40 milyon olan bir halka ‘Çek git’ diyenin yaptığıdır.”
SIDDIK GÜLER/ DİHA/HAKKARİ YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Gözaltında bir ölüm daha

vanpolissaldirifasizm Gözaltında şüpheli ölüm listesine bir yenisi daha eklendi, Bursa Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltında tutulan 25 yaşındaki Serkan Çedik adlı genç yaşamını yitirdi. Polis, Çedik'in düşmeden kaynaklı yaşamını yitirdiğini öne sürerken, ağabey Levent Çedik, kardeşinin dövülerek öldürüldüğü iddiasını gündeme getirdi.
Bursa Emniyet Müdürü Tahsin Demir'in açıklamasına göre, Serkan Çedik, iki gün önce uyuşturucu operasyonu kapsamında gözaltına alındı. Polisten kaçarken çatıdan düştüğü öne sürülen Çedik'e, Adli Tıp Kurumu'ndan 'düşmeden dolayı yüzünde ekimoz oluştuğuna' dair bir rapor verildi. Hastaneye kaldırılan Çedik, burada yaşamını yitirdi. Polis müdürü Demir, Serkan Çedik'in düşmeye bağlı olarak yaşamını yitirdiğini öne sürdü.
'Kardeşim tanınmayacak haldeydi'
Öte yandan Serkan Çedik'in ağabeyi Levent Çedik, kardeşinin dövülerek öldürüldüğü iddiasını gündeme getirdi. Kardeşinin Anadolu Mahallesi'ndeki dedesine ziyarete gittiği sırada mahalleye operasyon düzenleyen polis tarafından gözaltına alındığını belirten Levent Çedik, 'Kardeşim dövülerek, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı' dedi.
Kardeşinin önce Adli Tıp Kurumu'na ardından da karakola götürüldüğünü söyleyen Çedik, 'Kardeşimi gördüğümüzde tanınmayacak haldeydi. Her tarafından darp edilmişti' dedi. Kardeşinin dövülerek öldürüldüğünü belirten Levent Çedik, 'Bu işin peşini bırakmayacağız' diye konuştu.
ANF

BAŞKAN BARZANİ YURDA DÖNDÜ...

BAŞKAN BARZANİ PNA-Federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani az önce Uluslararası Hewler Havaalanı yoluyla Bölge başkenti Hewler’e döndü. Başkan Barzani, havaalanında düzenlediği basın toplantısında ABD ve Avrupa’ya düzenlediği bu son ziyaretinin ‘’çok başarılı geçti’’ğini dikkat çekti.

, Irak ve yabancı medya mensuplarının  hazır bulunduğu  basın toplantısında başkan Barzani gazetecilere ABD ve Avrupa’ya gerçekleştirdiği iki haftalık ziyaretinin  sonuçlarını dile getirdi.

ABD ziyaretine ilişkin başkan Barzani ‘’Burada bir çok önemli görüşmeler gerçekleştirdik . Söz konusu görüşmelerde özellikle Bölge yönetiminin siyasi tavrını  ve durumunu açıkça dile getirme fırsatını yakaladık . Sonuç itibariyle çok  iyi ve başarılı görüşmelerdi’’ ifadesini kullandı.

Fransa ziyareti ile ilgili ise başkan Barzani ‘’Bu ülkeye ziyaretimizde tarihi dostumuz Fransa Dışişleri bakanı Bernand Koshner ile görüştük.  Bu da Fransa’nın AB dönem başkanı olmasıyla Bölge Yönetimi ile AB arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yolunda büyük bir önem taşıyordu’’ dedi.

Türk cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürdistan Bölgesine ziyaretinin  ihtimali  ile ilgili gazetecilerin soruları üzerine başkan Barzani ‘’ABD’ye   gerçekleştirdiğim bu son ziyaretten önce iki defa Türk heyeti ile bir araya geldik . Türkiye ile bizim aramızdaki kaygı duvarının yıktığına inanıyorum ve ilişkilerin daha da geliştirilmesi için cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün  böylesi bir ziyaretini memnuniyetle karşılarız’’ cevabını verdi.

Baydemir: Asıl pislik Erdoğan'ın siyaseti

osman_baydemir_kale_dusmez Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DTP'nin elindeki belediyelerin kentleri 'pislik' içerisinde bıraktığını öne süren Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'a, 'Aslında pislik olan, insanların yaşamına mal olan Başbakan'ın siyasetinin ta kendisidir' dedi. Erdoğan'ın ziyareti sırasında görmeye layık olduğu şeyleri gördüğünü kaydeden Baydemir, AKP adaylarının Diyarbakır'da kazanma şansı olmadığını vurguladı.
Hollanda'nın Rotterdam kentinde Dilek adlı halk operasını izlemeye gelen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ANF'nin sorularını yanıtladı. Baydemir, Erdoğan'ın DTP'nin hizmet etmediği yönündeki eleştirilerine sert cevap verdi. Baydemir sekiz yıllık çalışmalarının seksen yıllık Cumhuriyet tarihinin tüm hizmetlerini katlar nitelikte olduğunu belirterek, Diyarbakır'ın Türkiye'nin en temiz kentlerinden biri olduğunu ifade etti. Baydemir Diyarbakır'ın kale olmaya devam edeceği mesajını verdi.
DİYARBAKIR'A CUMHURİYET TARİHİNDE EN BÜYÜK HİZMETİ YAPTIK
Yerel seçimler yaklaşıyor ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, artık her konuşmasında DTP belediyelerini hedef alıyor. Büyükşehir Başkanlığı'nı yaptığınız bu son dört yılda Diyarbakır'da neler değişti, daha önce olmayan yenilikler nelerdir?
Beş yıllık zaman diliminde, yaşamın her alanında A'dan Z'ye kadar ciddi müdahaleler gerçekleştirdik ve ciddi sonuçlar elde ettik. Sadece bir iki vurgu yapmam gerekirse; Cumhuriyet tarihi boyunca kentimiz Diyarbakır ve Diyarbakır insanına, yapılmayan hizmetin tümünü sekiz yıllık, dokuz yıllık zaman diliminde yerel yönetimimizde gerçekleştirme şansını ve şüphesiz onurunu yaşadık.
Rahatlıkla diyebilirim ki, sekiz yıllık çalışmalarımız seksen yıllık Cumhuriyet tarihinin tüm hizmetlerini katlar niteliktedir. Kent merkezine su sorunumuz yoktur. Gelecek 30 yılın tüm alanlarına da hitap edebilecek, ihtiyaca cevap olabilecek su rezervine de biz sahibiz. Sadece şehir merkeziyle de sınırlı kalmadık, bize bağlanan 97 yerleşim biriminin yüzde 50'sinin suyunu da götürdük. Evlere bağlantısını gerçekleştirdik. Şu anda 97 kilometrelik halka içerisinde bize bağlı köylerde bir elin parmak sayısı kadar köyümüzde su sorunu var. Bunları da birkaç aylık zaman dilimi içerisinde rahatlıkla ortadan kaldırabiliriz.
Dolayısıyla ben kendimin gençliğinde, üniversite yıllarımda, avukatlık mesleğinde geçirdiğim tüm zaman dilimi içerisinde tanık olduğum bir gerçek vardı. Annelerimiz, genç kadınlar, hatta bizler, çeşitli merkezlerden suyu tulumlarla, bidonlarla merkezden taşırdık. Bu artık tarihe karışmıştır. Ankara, İstanbul gibi metropol kentler su sorunu yaşarken, Diyarbakır'da böylesi bir problem yaşamıyoruz. Aynı zamanda Siirt, Van, Bingöl gibi bölge kentleri de bu sorunu yaşarken biz yaşamıyoruz. Bu emek, çaba ve vizyon meselesidir. Bu vizyonel bakışın ortaya çıkardığı sonuçlardır. Biz diğer belediyeler gibi popülist yaklaşımlar ortaya koymadık. Yerel yönetim anlayışımızın temelinde altyapı bulunmaktadır. Altyapı bitirilmeden, üst yapıya yapacağınız her müdahale tabiri caizse geçici rötuş veya makyaj çalışmalarıdır. Bizi AKP belediyeciliğinden ayıran en önemli husus da alt yapıya verdiğimiz önemdir.
Bununla hemen birlikte, kanal hizmeti, yine Diyarbakır'ın kent merkezinin, gecekondu bölgeleri de dahil- AKP belediyeleri gecekondu bölgelerine hizmet götürmemektedir. Bizler yoksul yurttaşlarımızın, göç mağduru olan yurttaşlarımızın yaşamış olduğu mahallelerimiz başta olmak üzere kent sınırları içerisinde, yani sorumluluk sahamız içerisinde tek bir kanalizasyon sorunumuz bulunmamaktadır. Yüzde 100'ünü tabiri caizse çözdük. Şüphesiz kent büyüyor, gelişiyor. Kent büyüdükçe, geliştikçe alt yapı hizmetleri de sürdürülür olması lazım. Şu anda kentin böyle bir problem alanı yoktur.
SITMA SAYISI SIFIRA İNDİ
Bu çalışmalarda somut olarak ne gibi sonuçlar elde ettiniz?

Her şeyden önce biz yerel yönetimler olarak, temel hedefimiz, insanlarımızın sağlıklı bir çevrede yaşamalarını sağlamaktır. İnsanlarımızın hasta olmayacağı, sağlığını yitirmeyeceği bir sosyal zemini, bir kent zemini ve yaşamını oluşturmak ve olgunlaştırmaktır. Kent merkezimizde, kanal hizmetimiz, su hizmetimiz, sağlık politikamız, insanların hasta olmayacağı bir ortamı yaratmaktır. Öncelikle hastalığın üreyeceği zemini ortadan kaldırmaktır.
2004 yılında Türkiye genelinde 8400 sıtma vakası yaşanmıştı. Bunun 4200'ü kentimiz Diyarbakır'daydı. Çevre Koruma Daire Başkanlığımızın faaliyetleri, DİSKİ Genel Müdürlüğümüzün kanal ve su faaliyetleri, Sağlık Daire Başkanlığımızın bilinçlendirme, eğitim ve aynı zamanda ilaçlandırma faaliyetleri sonucu 2007 ve 2008 yılında, Diyarbakır'da sorumluluk sahamızda yaşanan sıtma sayısı sıfırdır. Yaşanan tifo sayısı sıfırdır, yaşanan şark çıbanı sayısı sıfırdır. Brusella sıfırdır.
Şüphesiz ki biz bu hastalıkları tarihe karıştırmakla yetinmeyeceğiz. Bu hastalıkları ve daha büyüklerini üreten siyasi yaklaşımları da üretmiş olduğumuz hizmet ve halka verdiğimiz güvenle onları da inşallah tarihe gömeceğiz.
SOSYAL BELEDİYECİLİK POLİTİKASI YÜRÜTÜYORUZ
Tamda bu noktada bunlarla da yetinmedik. Sağlık merkezini oluşturduk. Hekimleri büyükşehir belediyesi kadrosu, çalışanları büyükşehir belediyesi kadrosu, tamamen büyükşehir belediyemizin ekonomik desteğiyle finanse edilen bir merkezdir. Bu merkezimizde, memografiden tutun yani anne çocuk sağlığını ilgilendiren bütün üniteler, polikliniklerden oluşmaktadır. Aynı zamanda her düzeyde kan tahlilleri, birinci basamak dediğimiz filimler çekilmekte. Başvuran herhangi bir yurttaşımızın tahliller sonucunda hastalık teşhisleri konulabilecek bir donanıma sahip olan bir merkezdir. Bu merkezimize başvurmak için herhangi bir şartımız bulunmamaktadır. Yeşil, sarı kart, kırmızı kart, hiçbir kart talep etmiyoruz. Yeter ki yurttaşımız başvuruda bulunsun. Eğer ailemiz çok mağdur ise, ilaç alacak durumu yok ise, ilacını da kendimiz temin ediyoruz. Tamamen sosyal bir devlet, sosyal belediyecilik politikası yürütüyoruz.
KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR SAĞLIK MERKEZİMİZ
Dikkatli olursak aslında Diyarbakır'da Yeşil Kart sahibi olmak demek başlı başına bir handikaptır. İşsizliğin aslında ifadesidir. Ama aynı zamanda Yeşil Kart sahibi olmak için bir güvenlik kontrolünden, adeta GBT'den geçmek gerekiyor. Yeşil Kart sahibi olamayan yüzde 30'luk bir nüfusumuz var. Tam da noktada kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresidir sağlık merkezimiz.
KÖYLERE KADAR SAĞLIK TARAMALARI YAPIYORUZ
Burada eğitimin de rolü çok önemli. Sağlık Daire Başkanlığımız, Kültür Dairemiz ve ilgili olabilecek tüm birimlerimizle birlikte bir ekip oluşturduk. Bu ekibimiz hem kent merkezindeki ekonomik olarak dezavantajlı mahallelerimiz ve yerleşim birimlerimizde, ve aynı zamanda sıkı durun, köylerde sağlık taramaları faaliyetlerini yürütüyoruz. Her yıl bunu yapıyoruz. Sadece ve sadece 2007 yılı içerisinde Suriçi'ni pilot bölge olarak belirledik. 5 bin evi taramadan geçirdik. Daha önce böyle bir hizmet olmamıştır ve biz bu kendimize bir görev olarak görüyoruz. Bu halka ne kadar hizmet edersek, yine yeterli olmadığı inancını taşıyoruz.
BU HALKIN BELEDİYESİDİR
Bizatihi ben kendim bir iki etkinliğe katılmıştım. Birimlerimizle bir köye misafir oluyoruz. 70 yaşındaki bir dedenin bana söylediği: 'Ben köyümde, yaşamımda ilk kez bir belediye başkanı görüyorum. Ben yaşamımda ilk defa bir belediye başkanının elini sıkıyorum ve yaşamımda ilk defa bir belediye başkanı benimle konuşuyor, benim dilimle Kürtçe konuşuyor.'
Benzer durum kadınlar için de geçerli: 'Yaşamında ilk defa doktor gördüm bu köyde, ilk defa tiyatrocu gördüm, sinema gördüm ama ilk defa dilimle gördüm. Bana sağlığımı soran bir doktor, bir hemşire gördüm.' İşte bizi AKP ve AKP belediyeciliğinden, tüm siyasi organizasyonların yerel yönetimlerinden ayıran en önemli özelliklerden birisi de budur. Bu halkın belediyesidir.
BU ÜLKENİN EN TEMİZ BELEDİYESİYİZ
Hükümetin belediye çalışmalarına ciddi yardımları oluyor mu? Bütçeniz projeleriniz için yeterli mi?

Açıkça ifade etmek gerekirse, yıllık gerçekleşen bütçemizle ortaya çıkardığımız hizmeti zaman zaman mukayese ettiğimiz de bizim dahi şaşırdığımız anlar oluyor. Bu kadar kısıtlı bütçeyle bu kadar hizmet nasıl oluyor. Kürtçede bir deyim var, Türkçesini bilmiyorum: 'Yek sere ki çotran milyoneki insan'. Peki bu nasıl yetecek: 'Em e vi seri ya çortana xwe biki nava mehir, bila xwede teala ji bereketa xwe teke nav, em e li hemu insane xwe pavre bikin.'
Dürüst ve şeffaf bir yerel yönetim anlayışını ortaya koyduğumuzda, yani bütün kamu kaynaklarını doğru bir politika, doğru bir perspektifle ama sadece ve sadece halk lehine kullandığımızda ortaya ürün çıkıyor. Bu sekiz yıllık pratik, özellikle de bu son dört yıllık pratiğin kefili, mesulü, sorumlusuyum, bu ülkenin en şeffaf belediyesiyiz. En temiz belediyesiyiz ve bu konuda en iddialı yerel yöneticileriyiz.
ERDOĞAN YÜKSEKTEN ATIYOR
Başbakan Erdoğan neden ısrarla Diyarbakır'ı istiyor?

Her siyasetçinin yüksekten atma hakkı vardır. Bazıları çıkar derki atma falankes atma... Elbette ki her siyasetçinin preze yapma hakkı vardır. Başbakan da bana göre preze yapıyor, balon şişiriyor. Bize düşen, halkımıza, mücadelemizde düşen de onun balonunu usulüne göre söndürmektir. Aslında söndürülmüştür. Bütün bu tabloya rağmen neden AKP örneğin Kürt illerinin geri kalanını istiyor? Neden istiyor? Bu hizmet aşkı mıdır, başka bir şey midir? Bunun hizmet aşkı olmadığına ben bütün içtenliğimle inanıyorum. Bu siyaseten Kürdü bitirmektir. Kürt mücadelesini, demokrasi talebini, eşit ve onurlu birlikte yaşam talebini ve onurlu barış talebini ortadan kaldırma çabasıdır. Bu noktada çok dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum.
'OH' ETTİK, İYİ ETTİK
Başbakan Erdoğan'ın şahsınıza ve diğer DTP belediye başkanlarına yönelik eleştirilerini haklı buluyor musunuz?

Hükümetin bana ve bütün belediye başkanı arkadaşlarıma yönelttiği tek haklı eleştiri vardır. O da siyaset yaptığımız gerçeğidir. Doğrudur dört yıllık, beş yıllık zaman dilimi içerisinde hizmeti ve siyaseti birlikte yürüttük. Hem birlikte yürüttük hem de 'oh' ettik, iyi ettik. Aynı koşullar oluşursa tekrar siyaset yaparız. Çünkü bu halkın iradesi parlamentoda temsil edilmemekteydi ve Kürtlerin yönetimlere yaklaşımı kanaldan, sudan ve çöpten de ibaret değildir. Kürt halkının başka sorunları da var. Biz bu sorunlara bütünlüklü yaklaştık. Hem hizmette onları geçtik hem de halkımızın özlemlerine, taleplerine dikkat çektik, vurgu yaptık.
FARKINDALIK YARATTIK
Dolayısıyla Diyarbakır kenti, bu ayrıntıyı da sizlerle, okurlarınızla paylaşmak isterim. Hem Türkiye sınırları dahilinde, hem de Ortadoğu ve özellikle de gelişmiş dünyada, Diyarbakır'a dair, Diyarbakır'ın etnik, kimliksel, tarihsel kimliğine dair farkındalık yarattık. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediyemiz Dünya Birleşik Kentler Yerel Yönetimler Teşkilatı'nın üyesi oldu bu yönetimde. Yine belediyemiz 4 bin belediye içerisinde 300 kişilik Dünya Konseyi'ne seçildi. Yine Diyarbakır kentimiz Dünya Birleşik Kentler Yerel Yönetimler Teşkilatı'nın yönetim kurulu üyesidir. Türkiye'de Diyarbakır dışında bir tek İstanbul var. 100 belediyeden bir tanesidir. Ayrıca Diyarbakır Büyükşehir Belediyemiz Dünya Birleşik Kentler Yerel Yönetimler Teşkilatı'nın Ortadoğu ve Batı Asya Seksiyonunun eşbaşkanıdır. Yine Dünya Barış Komitesi'nin Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Ve Belediyemiz dünyadaki bütün yerel yönetimler içerisinde Türkiye'deki tüm diğer belediyelere diplomaside büyük bir fark atmıştır.
SADECE HÜKÜMET DEĞİL, DEVLET DE DİYARBAKIR'I İSTİYOR
Diyarbakır halkının, yöre halkımızın taleplerini, özlemlerini, davasını uluslar arası platformlara büyük bir olgunlukla taşımasını başarmıştır. Temel sıkıntılardan biri de budur hükümetin. Sadece hükümet Diyarbakır'ı istememektedir, devlet Diyarbakır'ı istemektedir. Bu bir devlet politikasıdır. Çünkü devlet de alışkın değildi Diyarbakır'ın böyle temsil edilmesine. Yenilik oluştu.
Son olarak her uluslar arası delegasyon yakın döneme kadar Türkiye'ye geldiğinde birinci adres Ankara'ydı, ikincisi Diyarbakır, bunun bir anlamı olmalıdır. Dolayısıyla Diyarbakır'daki muhatapları da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'dir. O halde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi hangi siyasetin elinde olursa Diyarbakır ve bölgenin yansıması da o dille ifade edilecektir. Bunun için de AKP hükümeti ve devlet tarafından Diyarbakır'ın kimliği değiştirilmek, iradesi düşürülmek isteniyor. Diyarbakır halkı bunun farkındadır, bunun bilincindedir ve Diyarbakır halkı onuruna da iradesine de sahip çıkacaktır.
PİSLİK OLAN BAŞBAKAN'IN SİYASETİNİN TA KENDİSİDİR
Konuşmanızda Diyarbakır'ın durumunu anlattınız ancak yinede sormak istiyorum. Başbakan Erdoğan'a cevap olarak, Diyarbakır pislik, çöplük içerisinde midir?

Diyarbakır Türkiye'nin en temiz kentlerinden bir tanesidir. Aslında pislik olan, açık söylüyorum, insanların yaşamına mal olan Başbakan'ın siyasetinin tak kendisidir. Başbakan'ın her iki sefer Diyarbakır'a geldiğinde görmüş olduğu manzara çözüm getirmeyen siyasetinin sonuçları ve enkazlarıydı. Sayın Başbakan siyasetinin sonuçlarını biçiyor, ektiğini biçiyor. Görmeye layık olanı görüyor. Neyi görmeye layıksa Diyarbakır halkı onu göstermiştir.
GÜNDEMİMDE ADAYLIK MESELESİ YOK
Adaylığınız konusunda kulislerde çeşitli iddialar konuşuluyor. Siz Diyarbakır'a yeniden aday mısınız?

Benim gündemimde, Baydemir'in gündemin adaylık meselesi yoktu. Önümde iki ay var. Bu zaman diliminde bütün çabam projelerimizi tamamlamak ve Diyarbakır halkına çok daha kaliteli bir kent sunmaktır. Şahsımın gündeminde seçimler yoktur. İkincisi Diyarbakır halkı bana beş yıllığına temsil etmek ve hizmet etme görevini verdi. Siyasetim, partim tarafından. Bu beş yıllık zaman zarfında, rabbime birlerce kez şükürler olsun ki bana güven duyan halkıma ve siyasetime karşı mahcup olmadım. Ama aynı zamanda onları da mahcup ettirmedik. Dolayısıyla gelecek zaman dilimi, halkımızın, partimizin, hareketimizin takdirinde olacaktır. Adayımız kim olursa olsun, Baydemir'e düşen şey onun kazanması için çaba sarf etmek ve ondan sonraki beş yıl içerisinde de yönetimimizin başarılı olması için destek ve dayanışmada bulunmaktır.
DİYARBAKIR'DA SEÇİM SORUNUMUZ YOK
AKP'nin herhangi bir adayının DTP'nin Diyarbakır adayı karşısında şansı var mı? Hatta biraz daha iddialı şekilde Erdoğan bile aday olsa bir başarı beklenebilir mi?

Bence bu atmosferde bu tür polemiklere girmemek lazım. Hakikatten çok hassas bir süreç. Bu hassas süreci de hassasiyetle değerlendirmek gerekiyor. Benim iddiam şu, siyasetimizin olağanüstü bir hatası olmazsa, olağanüstü bir hatamız olmazsa, çünkü seçimlere daha 5 ay var. Ben Diyarbakır'da sorunumuz olmadığına inanıyorum. Bölgenin pek çok kentinde sorunumuz olmadığına inanıyorum.
Seçimlerde beklenen oy oranına ilişkin bir tahminde bulunabilir misiniz?
Bunu söylemek benden çok partimize düşer.
KİMİ GETİRİRLERSE GETİRSİN ŞANSLARI YOK
Peki yerel seçimlere kadar DTP'nin kapatılması kararı çıkarsa, bu seçmenlerinizi ne derece de etkiler?

Şüphesiz ki bu soruya verebileceğim bir cevabım var. Ama dediğim gibi milletvekillerimizin, parti genel merkezimizin yanıt vermesi lazım.
AKP'nin olası adayı konusunda bir fikriniz var mı? Belirlenecek adayın kazanma şansı var mı?
Bence şansları yok. Kimleri getirirlerse getirsinler şansları olmadığını düşünüyorum.
TİYATROMUZU ÜLKE SINIRLARININ DIŞINA TAŞIDIK
Son olarak, belediyeniz ve Hollanda Kültür Bakanlığı'nın desteklediği töre cinayetini anlatan Dilek adlı halk operasını Rotterdam'da izlediniz. Bu oyun belediyenizin kültürel faaliyetleri açısından nasıl bir gelişmeyi ifade ediyor?

Evet Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin en ayırt edici özelliklerinden bir tanesi de kültüre verdiği önemdir. Esasen 1990'lı yıllarda tiyatro kuruluyor. Ama daha sonra gelen yönetim tiyatroyu dağıtıyor. Tekrar 1999 yılında, DTP geleneği yönetiminin gelmesi ile tiyatromuz tekrar perdeyi açıyor. 2004 yılından bu yana, yılda en az 3 oyuna perdemizi açtık. Ve bu üç oyundan en az bir tanesi Kürtçe oldu. Bugün bütün Türkiye'de ve Kürt coğrafyasında, Kürtlerin yaşadığı bölgede düzenli Kürtçe oyun yapan ve Kürtçe oyuna perde diyen tek tiyatrodur Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi şehir tiyatrosu.
Artık bütün oyunlarımız, hatta zaman zaman Irak Kürdistan'ında, zaman zaman Türkiye'nin batı yakasında perde açıyor. Ama bu yıl bir ilke imza attık. Tiyatromuzu ülke sınırlarının dışına taşıdık. Tiyatro Rast ile tiyatromuz ortak bir oyun gerçekleştiriyor. Ben de bu heyecanı paylaşmak, arkadaşlarımın emeklerine tanıklık etmek ve şüphesiz ki her bir kent, burada yaşayan, Kürtler, Türkler ve yerleşik halk arasında sanat bağını kurmak, katkı sunmak, destek vermek için bulunuyorum.
CELİL DEMİRALP - ROTTERDAM / ANF

Öcalan niye devlet istemiyor!

ocalan

İsmail Beşikçi
Tarih: 11 Kasım 2008 Salı

Hasan Bildirici: Bugün çözüm isteyen Kürt sorununun vardığı boyutla, Kuzey Kürdistan’daki parti ve örgütlerin bunu karşılamadaki kapasitesini nasıl değerlendiriyorsunuz? PKK çizgisi bu süreci başka bir noktaya taşıyabilir mi? Kürt sorununda tartışmaların ve gücün odağında PKK olduğu için bu soruyu sordum. Tüm eleştiri ve talep düşüklüğüne rağmen Kürt halkı PKK’de ısrar ediyor. Peki PKK ısrarı karşılayabiliyor mu?

İsmail Beşikçi: Kürt sorununun geldiği aşamada, parti ve örgütlerin sorunu karşılamadaki durumları nedir? Bugün Kürt sorununda tartışmaların ve gücün odağında PKK vardır. PKK deyince Abdullah Öcalan’ın konumunun değerlendirilmesinde, düşüncelerine bakılmasında yarar vardır.

Öcalan devlete karşıyım diyor

Abdullah Öcalan, 17 Eylül 2008 tarihli avukat görüşmesinde, “Ben özgür bireyim, devlet kurumuna karşıyım, çünkü devlet bir baskı aracıdır” diyor. “Benim devlet kurmakla işim yok” diyor. Görüşme notlarında devlet karşıtlığı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Öcalan’ın bu görüşlerini sık sık dile getirdiği de biliniyor. İster köleci, ister feodal olsun, ister kapitalist, ister sosyalist/komünist olsun, devletler belirli bir baskıyı bünyelerinde taşırlar. Bu çok açık.

Teorik olarak devletin egemen sınıfın baskı aracı olmasıyla, devletin, her gün, her an somut olarak yaşanan baskısı arasında fark vardır. Bu konunun irdelenmesi gerekir.

Özgür birey nasıl oluşur? Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’ne bakalım. İran İslam Cumhuriyeti’ne, Saddam Hüseyin dönemi Irak Cumhuriyeti’ne, Suriye Cumhuriyeti’ne bakalım. Bu cumhuriyetlerde, Kürtlere, Kürt toplumu olma özelliklerine çok yoğun baskılar var. 1988 Mart’ında, Halepçe’de, Kürtlere soykırım yapıldığı açık bir gerçektir. Halepçe’den önce, hangi gazın daha öldürücü, hangi gazın daha çok kitlesel ölümlere sebep olduğu konusunda deneyler yapılmıştır. Burada laboratuar yine Kürt köyleriydi, cezaevlerinde Kürtlerdi, sırf bu deneyler için kaçırılan Kürtlerdi. Devletin somut olarak Kürtlere nasıl baskı yaptığı ortadadır. Teorik olarak, devlet baskı aracıdır diyerek devlet kurumuna karşı çıkmak başka şeydir, somut olarak, insanlara, kitlelere her an baskı yapan, baskıyı tırmandıran, insanları, kitleleri korkutmaya, yıldırmaya çalışan devlete, içinde yaşadığımız devlete, bu devletin baskılarına karşı olmak başkadır.

Türkiye’de de Kürtlere karşı çok yoğun baskılar vardır. Devlet terörü durmadan tırmandırılmaktadır. 18 bin civarında “faili meçhul” denen cinayet vardır. Binlerce köyün yakılıp yıkılması söz konusudur. Temel geçim kaynaklarının tahribi, milyonlarca insanın, onbinlerce ailenin yerini-yurdunu terke zorlanması, ormanların yakılması, devlet terörünün her zaman yaşanan göstergeleridir. Devlet denildiği zaman bu iki baskının ayrı ayrı kategoriler olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Biri teorik bir baskıdır, “devlet egemen sınıfın baskı aracıdır” denir. Öbürü, her gün her an yaşanan somut, fiili bir baskıdır. Özgür birey nasıl belirir? İnsan bu somut baskılara karşı durarak özgürleşir. Somut baskılara karşı duran bireyin, bu tür baskılardan uzak kalacağı, azade kalacağı kendi yönetimin kurmanın yolunu-yordamını aramaya çalışması da sürecin farklı bir boyutudur. . Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni düşünelim. Saddam Hüseyin döneminde, Kürtlere yapılan baskılarla, Bölgesel Kürt yönetimi’nin baskısı aynı şey midir? Bu örneğin bilince çıkarılmasında ve irdelenmesinde yarar vardır.

Öcalan’nın Kürtlere baskı yapan devlete karşı bir sözü yok

Abdullah Öcalan ise, devlet kurumuna karşı olduğunu sık sık dile getiriyor ama, somut devlete, Kürtlere her gün her an baskı yapan devlete karşı olduğuna dair bir sözü yok. 24 Ekim 2008 tarihli görüşme notlarında, Öcalan, “Ben savunmalarımda Cumhuriyet ve Türkiye aleyhinde bir şey söylemedim” diyor. Aslında yukarıda kısaca belirtilen sistematik baskılardan dolayı devleti eleştirmesi gerekmez mi? Öte andan Öcalan’ın Türk, Arap ve Fars devletleriyle bir sorunu yok. O sadece Kürtlerin bir devlete sahip olmasını istemiyor. Bu da zaten, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, İran, Irak, Suriye devletlerinin görüşüdür. Cezaevinde, devletin çok sıkı denetimi altında tutulan PKK liderinin, örgütünü yönetmesi, Kürtlerin önünü kesmeye çalışması yanlıştır. Bu, ahlaki bakımdan da yanlıştır. Abdullah Öcalan, örneğin Filistinlilere şöyle diyor mu? “Ne diye ayrı devlet peşinde koşuyorsunuz, Musevilerle kardeş kardeş yaşayın.” Veya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, Kıbrıs Türklerine şöyle diyor mu? “Devlet gericiliktir. Ne diye ayrı bir devlet olarak tanınmak istiyorsunuz, Rumlarla bir arada yaşayın…” Böyle demiyor. Bunu sadece Kürtlere söylüyor.

“Devlet gericiliktir, sakın yanaşmayın” diyor. Ancak devletin fiili olarak yaşanan baskılarına hiç sözü yok.

Abdullah Öcalan, 24 Ekim 2008 tarihli avukat görüşmesinde, milliyetçiliğe karşı olduğunu da vurguluyor. “Ben her türlü milliyetçiliğe karşıyım. Türk, Kürt, Arap, Fars,Alman milliyetçiliği fark etmez. Hepsine karşıyım., her türlü milliyetçiliği lanetliyorum” diyor.

Kürtlerin, Türk, Arap, Fars, Alman milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğini aynı kefeye koymaları bana çok şaşırtıcı gelmektedir. Kürtler için Türk milliyetçiliği, elbette olumsuzdur. Çünkü, diliyle, kültürüyle Kürtleri tarihten silmek istiyor, Kürtlerin kökünü kazımak istiyor. Kütler için Arap Milliyetçiliği elbette kötüdür. Çünkü, soykırıma varan operasyonlarla Kürtleri yok etmek istiyor. Kürtlerin bu saldırgan milliyetçiliklere, ırkçılıklara karşı kendini koruması, diline, kültürüne sahip çıkması neden kötü olsun? Hatta, bu saldırgan milliyetçiliklere, ırkçılıklara karşı direnme, kendi köküne yönelme gerekli değil midir? Kürt milliyetçiliği bundan başka nedir? Kürt milliyetçiliği ile, Kürt yurtseverliği kanımca aynı şeydir. “Bir Kürt dünyaya bedeldir” diyen, Kürtleri, Arapları, Farsları Kürtleştirmeye çalışan, Kürtleşmeyenleri idari ve cezai yaptırmalarla yıldırmaya çalışan, cezaevlerine dolduran, imha operasyonları uygulayan Kürt otoriteleri mi var? Olmadığı biliniyor. O halde, Kürt milliyetçiliğini, Türk, Arap, Fars milliyetçilikleri ele aynı kefeye koymak yanlış değil midir? Kürtleri ve Kürdistan’ı müştereken baskı altında tutan devletlerin engellemek istedikleri esas süreç de Kürtlerdeki bu milliyetçi gelişmelerdir. Kürt diline, Kürt kültürüne neden sıkı yasaklar getiriliyor? Bu durum karşısında, Kürtlerin biraz milli duyguya sahip olmaları, milliyetçi olmaları gerekmez mi?

Ben Kürt milliyetçisi değilim demek bir zaaftır

Kürtlerin önemli bir kısmı, özellikle de okur-yazar olanlar, “ben milliyetçi değilim, devrimciyim, enternasyonalistim” demektedir. Bir satır Kürtçe konuşamayan, ülkesinin adını bile söyleyemeyen bu insanların, “ben milliyetçi değilim, devrimciyim, enternasyonalistim” demeleri insani bir zaaf olmalı…Kendisi olmayan, kendinden kaçan, egemen ulusun dilini ve kültürünü yaşayanların devrimciliğinin, enternasyonalizminin kime hayrı dokunur? Kendisine hayrı olmayanların, devrimciliğe, enternasyonalizme nasıl bir hayrı, yararı dokunabilir? Ama, bu sözlerin, bu tutumun, Kürtleri müştereken baskı altında tutan devletlere yararı çok büyüktür.

Çatışmalarda, asker kaybı olduğu zaman, batı ve Orta Anadolu’da, şehirlerde, beldelerde Kürtler linç edilmeye kalkışılmaktadır. Çarşıda, pazarda, kahvehanelerde Kürtler baskı görmektedir. Çarşıda, pazarda, inşaatlarda Kütçe konuşan kişiler Türkleri tahrik etmiş olmakta, galeyana getirmektedir. Mevsimlik fındık işçileri Karadeniz yörelerinde çok ağır hakaretlerle aşağılamalarla karşılaşmaktadır. Yaşanan olaylar bu kadar açıkken, Kürt milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği nasıl aynı kefeye konabilir? Batı ve Orta Anadolu şehirlerinde, Kürtlere karşı böylesine linç saldırıları yaşanırken, Kürt şehirlerinde, yaşayan sivil bir Türk’e, bir Türk aileye Kürtlerin saldırdığı duyulmuş, görülmüş bir şey midir?

1960’ları, 1970’leri düşünelim. Resmi ideoloji Kürtleri ve Kürtçe’yi inkar ediyordu. Kürtlerden, Kürtçe’den söz edenler çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalıyordu. Bu konularda çok yoğun baskılar vardı. Bu durum karşısında bir Kürt’ün, “Kürdüm” dediğini, makul bir şekilde, Kürtlerden ve Kürtçe’den söz ettiğini düşünelim. İnsanın özgürleşmesi, aydınlanması böyle başlar. Özgür birey bu karşı duruş sürecinde belirir. Bir de bir araştırmacı, bir yazar düşünelim. Devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla karşılaşmamak için bu konulara hiç değinmiyor. Durmadan, “devlet egemen sınıfın baskı aracıdır” diyerek, Markslı, Engelsli, Leninli onlarca dipnotuyla yazılar yazıyor. Bu tutumdan, bu süreçten özgürleşme, aydınlanma falan çıkmaz. Bu tutum insanı özgürleştirmez. Özgürleşme, aydınlanma, somut baskıya karşı, düşün yasaklarına karşı durmakla gelişir.

PKK, büyük bir harekettir

PKK büyük bir harekettir. PKK’nin çok büyük bir hareket olduğu da söylenebilir. Ama istemleri çok küçüktür. Çok çok küçüktür. PKK bireysel haklara değil, kollektif haklara vurgu yapabilmelidir. Eleştiri, özgür eleştiri çok önemli kurumlardır. Bu, sadece düşün hayatında değil, siyasal hayatta da vazgeçilmez bir kurum olmalıdır. Abdullah Öcalan, konuşmalarında, yazılarında, avukat görüşmelerinde, savunmalarında demokrasiden çok söz eden demokrasiyi isteyen bir liderdir. Eleştiri olmadan, özgür eleştiri olmadan demokrasi olur mu? Özgür eleştiri sadece bilimin değil, demokrasinin de temel koşuludur. PKK Abdullah Öcalan’ı eleştirebilmelidir. PKK’liler, sempatizanlar, Kürt halkı bu bilince ulaşabilmelidir. “Yanlışlarının da militanıyız” anlayışıyla bir yere varılamaz. Ciddi bir kazanım elde edilemez. Önemli olan, doğru olanı doğal olanı savunmaktır. Doğal olana ise, yani Kürt toplumu olma özelliklerine ise, çok ağır baskılar yapılmaktadır. Bu baskılara elbette karşı durulmalıdır.


Hasan Bildirici"nin notu:

İsmail Beşikçi ile yaptığımız sohbet beş başlık halinde toplandı ve bu bölümle birlikte tümü yayınlanmış oldu. Biz bu sohbetle, Beşikçi'nin her alanda Kürt mücadelesi, bugünü ve geleceğiyle ilgili görüşlerini almış ve sizlere iletmiş olduk. Sohbette eksik bıraktığımız yönler olabilir. Ya da bizleri takip edenlerin farklı soruları olabilir. Bu türden sorusu olan arkadaşlar bize mesajlarını iletebilirler.

Bunları İsmail Beşikçi'ye iletmek gibi bir sorumluluğumuzun olduğunu bildirmek isterim.

Ayrıca bize zaman ayırdığı için Beşikçi'ye Kurdistan-Post adına teşekkürlerimizi iletmek istiyorum.

Saygılarımla

Hasan Bildirici


İsmail Beşikçi- www.kurdistan-post.com

Gaf mı, itiraf mı?

Yunanistan'dan Vecdi Gönül'e tepki

vecdi_gonul4[1] Milliyet - Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün mübadeleye ilişkin olarak söylediği, "Ege'de Rumlar, Türkiye'nin pek çok yerinde Ermeniler yaşasa aynı milli devlet olabilir miydik?" ifadesi Yunanistan'da tepki yarattı.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos, dün düzenlediği basın toplantısında sorular üzerine, "Sayın Gönül'ün yaptığı açıklama en azından talihsiz bir beyandır" dedi. Kumuçakos, açıklama için "Geçmişin karanlığında kalması gereken tehlikeli ve kabul edilemez bir mantık" ifadesini kullandı. Kumuçakos, "daha sonra yapılan açıklamaların da bu beyanın yarattığı olumsuz izlenimi ortadan kaldırmaya yeterli olmadığını" savundu.
Gönül'ün sözleri Yunan basınında da fırtına kopardı, "etnik temizlikler itiraf ediliyor", "soykırım yanlısı vaaz" gibi yorumlar yapıldı. Yunan gazetelerinin konuyla ilgili haberlerinde şu ifadeler yer aldı:

Elefterotipiya:
- Şok eden itiraf. Ermeni ve Rumların Türkiye’den gönderilmesi gerekliymiş.
- Türk Savunma Bakanı'nın, Yunan ve Ermenilerin kovulması ile ilgili tahrikçi itirafı.
- Gaf mı? Dili mi sürçtü? İtiraf mı? Her olasılıkta Vecdi Gönül Türkiye'de günün adamı.

Etnos:
- Rum ve Ermenilere etnik temizliğin kinai itirafı.
- Türk Savunma Bakanı resmen, modern Türk devletinin kuruluşunun Rum ve Ermenilerin "gönderilmesine" dayandığını itiraf etti.

Elefteros Tipos:
- Soykırım yanlısı vaaz.
- Türk Savunma Bakanı tahrikçi açıklamalar yaptı ve Türkiye’nin AB üyeliğine çok sıcak bakan çevreleri bile şoke etti.

TaNea:
- Mübadele iyi ki olmuş.
- Vecdi Gönül’ün açıklaması Türkiye’de büyük tepkiler yarattı. Acaba AKP ülkeyi dinci milliyetçiliğe mi sürüklüyor?armenian_genocide1

 

Bu da Vecdi Gönül'ü detekleyen Cengiz Çandar'ın yazısı

Doğruya doğru...

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün sözlerini ilk duyduğumda ilk tepkim “Doğru söylemiş” oldu. Ardından gece bir arkadaşım aradı, “Vecdi Gönül’ün bu açıklaması hakkında kesin ve tavizsiz tavrımı beklediğini” söyledi. Tabii, benim Vecdi Gönül’ün sözlerini “doğru söylemiş” olarak nitelediğimi bilmiyordu.

Ertesi (dün) sabah, bir meslektaşım “Duydun değil mi?” diye sordu. Ona “Doğru söylemiş” diye tepki verdiğimde, “Söylenecek şey mi bu!” diye söylendi.

-         Yanlış mı söylediği?

-         Yanlış değil ama söylenir mi!

-         Niçin söylenmez? Türkiye’nin bunca aydını aralarında Vecdi Gönül’ün söylediklerini mealen yıllardır konuşmuyorlar mı?

-         Evet, ama onun söylemesi siyaseten yanlış...

Zaten bazı gazeteler, “Bu sözler Gönül’ün başını çok ağrıtır” manşetiyle yayımlandı. Görüşleri sorulan kimi akademisyenler ise, “Ne dediğinin farkında değil”, “Umarım yabancılar duymamıştır” cinsinden “muhalif” tepkiler verdiler.

Bense, Vecdi Gönül’ün doğru söylediği kanaatimi koruyorum. Hatta Vecdi Gönül’ün bu sözlerinden onun “siyaseten hata yaptığı”nın ötesine geçerek, sözlerinin “sağlıklı” sonuçlar üretebileceği, kafamızı asıl onun üzerine yoğunlaştırmamız gerektiği düşüncesindeyim.

Vecdi Gönül’ün o sözleri özellikle bir “objektif saptama” amacı ile yapmadığının, elbette, farkındayım ama Vecdi Gönül’ün niyeti söz konusu açıklamasının “doğruluğu”na ilişkin durumu ortadan kaldırmıyor.

***                   ***                ***

Vecdi Gönül dediğiniz anda, duracaksınız. Mülkiye mezunu. İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı, Ankara ve İzmir Valiliği, Sayıştay Başkanlığı yapmış, altı yıldır Milli Savunma Bakanı. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı olmasaydı, şimdi Çankaya’da Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak, üstelik Gül gibi tartışmalı bir sürece de neden olmadan, o oturuyor olacaktı.

Yani “devlet”in bir bedende cisimleşmiş hali olabilirse, o Vecdi Gönül’dür. Bugüne dek taşıdığı sıfatlara ve halen taşımakta olduğu sıfata bakılırsa, Vecdi Gönül “devlet”in ta kendisidir ve söylediği sözler bu bakımdan hem “ağırlık” hem de “değer” taşımaktadır.

Ne demiş Vecdi Gönül?

10 Kasım münasebetiyle Türkiye’nin Brüksel Büyükelçiliği’nde düzenlenen törende yaptığı konuşmada Cumhuriyet’in kuruluşunda en önemli iki unsuru, ilkini İngilizcesi ile söyleyerek “nation building” (ulus inşâsı) ve “ekonomi” olarak sıralamış. Ulus yaratmak için padişahlık ve halifeliği kaldıran Atatürk’ün “bugün fazla hatırlanmayan ama çok önemli” bir diğer adımının Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi olduğunu belirtmiş.

Şöyle devam etmiş:

“Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu nation building’de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle kendilerini mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz. O halde (Türkiye’nin) gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.”

Son cümlesi hariç, söyledikleri doğru.

Bir yanı, nüfus mübadelesiyle bu topraklara gelmiş bir ailenin çocuğu olarak, ben, “nüfus mübadelesi”nin bir “ulus inşa etmek” için yapılan bir tür “etnik temizlik” olduğunu on yıllardır biliyorum. Türkiye-Yunanistan arasındaki “nüfus mübaledesi”nin, aynı amaca yani bir “ulus-devlet inşa etmek” amacına yönelik olarak “Ermeni tehciri”nin devamı olduğunun da yıllardır farkındayım.

“Etnik temizlik” kavramını, bizler Bosna’da (ve genel olarak eski Yugoslavya’da) 1990’larda kullanıldığı vakit ilk kez işittik. Galiba, uluslararası siyaset terminolojisine de ilk kez o vesileyle girdi “etnik temizlik” sözcükleri. Ama gerçekleştirilen ve varılmak istenen amaç açısından “nüfus mübadelesi”nin pekâlâ “etnik temizlik” olarak nitelenmesi mümkün.

Amaç, çok-uluslu, çok-etnili ve çöken Osmanlı mirası üzerinde bir “Türk ulus-devleti” inşa etmek idi. Böyle bir “devlet”in üzerine oturacağı toprakların mümkün olduğu ölçüde “Türk ulusu”ndan oluşması gerekiyordu.

“Ermeni tehciri” de, Anadolu Rumlarının gönderilip yerine (Lozan deyimiyle) Yunanistan’daki “Müslüman ahali”nin getirilmesi, İmparatorluğun yerini alacak “ulus-devlet”in “ulusal zemini”ni oluşturmak için elzemdi.

Bosna’yı da Sırbistan’ın içine almak amacıyla ve dağılan Yugoslavya’da bir “Sırp ulus-devleti” kurmak için, Sırplar katliamlar ve soykırımsal bir kampanya ile hedeflerine varmak istediler. Türkiye’de, bu, Milli Mücadele’den galip çıkan Ankara hükümetinin Yunanistan ile anlaşma imzalayarak gerçekleştirdiği bir şey. Ama yönelmek istediği hedef bakımından aynı şey.

Kuşkusuz, “yöntem”deki muazzam “kan farkı”nı hesaba katmak gerekiyor. Ama bu da, Türkiye’nin lehine yazılabilecek “yöntem farkı”. Aynı şey, “Ermeni tehciri” için söylenemez. Zaten “soykırım” tartışması da kendisini bu noktada ortaya koyuyor. Anadolu’na yüzlerce yıl varlığını sürdürmüş olan bir “ulusal topluluk” artık kendi vatanında yaşamaz hale gelmişse, buna ne kadar incitici olursa olsun “soykırım” diyenler de elbette var.

Ermeni ve Rum varlığının, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “devlet sistemi” olarak üzerine oturduğu topraklarda barınamaması, “ulus-devlet”e “ulusal zemin” oluşturmamış mıdır?

Bunun neresi yalan ya da yanlıştır? Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları hatta ve hatta Hrant Dink cinayeti, Malatya’daki mini-katliam, bu “trend”in bir devamı değil midir?

***               ***              ***

Vecdi Gönül’ün konuşmasında “eksik” ya da “yanlış” olan husus da, burada çıkıyor.

“Türkiye’nin gerçekten çağdaş, medeni, aydınlanmış insanlar ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.”

İşte burası eksik ya da yanlış.

Tarihi değiştirmek elde değil. Olan olmuştur. “Ulus-devlet” tam da Vecdi Gönül’ün tanımladığı şekilde oluşmuştur. Ancak, böyle oluşması, Türkiye’yi “gerçekten çağdaş, medeni, aydınlanmış insanlar ülkesi” yapmamıştır.

Tam tersine, kompleksli, kendi tarihini olduğu gibi görmeyi reddeden, yakın tarihinden kaçan, tarihinin üzerini örtmeye uğraşan” ve böyle davrandığı ölçüde “çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanlar olamayan insanlar ülkesi” yapmıştır.

Tarihle yüzleşmek, tarihin gerçeklerini kabullenmek ve hatta bugünün “yerleşik değerleri” açısından bakıldığında tarihinin kötü sayfalarından ötürü “özür dileyebilmek” erdemine sahip olmak, Türkiye’yi gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanlar ülkesi yapacak.

Hiçbir ülkenin tarihi Bakire Meryem gibisinden “masum” değildir olamaz.

Dolayısıyla,  tarihi gerçeklerle yüzleşerek, tarihimizin pek de övünülemeyecek sayfalarını açık yüreklilikle ifade ederek ve “özür dileme erdemi”ni ortaya koyarak, Türkiye’nin “ulus-devlet” niteliğini değiştirmeyeceğiz.

Ya ne yapmış olacağız?

Türkiye’yi gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanlar ülkesi haline getireceğiz.

Yıllardır uğraştığımız da bu...

WWW.KURDISTAN-POST.COM