Erdoğan DTP’li belediyelerin hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadığını iddia etmesine rağmen, AKP Hükümeti tarafından bugüne kadar Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin 8 projesi ya engellendi ya reddedildi ya da 2009 sonrasına ertelendi. Türkiye Başbakanı Erdoğan, Amed, Dersim, Van, Yüksekova ve Hakkari illerine yaptığı ziyaretlerde kitlesel olarak protesto edilmişti. Buna tepki olarak “Beğenmeyen çeker gider” açıklamalarıyla büyük tepki toplayan Erdoğan, “Paraysa paranı alıyorsun hemen. Bir tanesi çıkıp diyemez ‘AKP iktidarı ayrım yapıyor bize’ diye” şeklinde DTP’li belediyeleri suçladı. Hakkari’ye yatırım yapmış! Tugay ve Alay’ın bulunduğu kentte, 2005 yılında bir de Tümen eklendi. Her yıl Bolu, Kayseri, Denizli ve Edirne’den askeri birlikler sevk ediliyor. 85 yıllık T.C, geçici güvenlik bölgeleri ile kuşattığı kente, eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetini bile normal seviyeye çıkaramadı. Erdoğan’ın gereken bütün yatırımların yapıldığını savunuğu Hakkari, 30 yıldır silahların gölgesinde. OHAL’in fiili olarak devam ettiği, adeta askeri bir cezaevini andıran kente tek bir yatırım yapıldı: Askeri taburlar! Tarihi ve turistik mekânlarıyla tanınan Hakkari, 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim, 1980 askeri darbesi ve 1987 yılında ilan edilen OHAL uygulamasından bu yana askeri yöntemlerle idare ediliyor. Daha önceleri turistlerin çadır açtıkları dağlarda ve yaylalarda şimdi asker kulübeleri bulunuyor. 1999 yılında OHAL’in resmi olarak kaldırılmasına rağmen, OHAL fiili olarak geçici güvenlik bölgesi uygulamasıyla devam ediyor. Binlerce askerin konumlandığı Hakkari’ye yapılan tek yatırım ise askeri yığınak! Tarihi askerler işgal etti Hakkari ve Bay kalelerine, Merzan Mahallesi sırtlarındaki tepe ile Gopsı ve Berçelan yaylasına giden yol üzerinde kurulan asker ve özel tim kulübeleriyle cezaevi görüntüsünün verildiği kentte, 1999 yılından sonra sürekli asker yığınağı yapılmaya devam edildi. Tugay ve Alay’ın bulunduğu kentte, 2005 yılında bir de Tümen eklendi. Aralıksız süren operasyonlar nedeniyle her yıl Bolu, Kayseri, Denizli ve Edirne’den askeri birliklerin sevk edildiği kentte, özel harekat timleri, korucular ve polislerin de sayıları bir hayli kabarık. Hastalar Van’a sevk ediliyor Hakkari ve ilçelerinde sağlık alanında yaşanan ciddi sorunlar da devam ediyor. Kentteki hiçbir hastanede yoğun bakım ünitesi bulunmuyor. Uzman doktor yetersizliği nedeniyle hastalar daha çok Van’a sevk ediliyor. Çukurca İlçesi ile Derecik Beldesi’nde hastane olmaması nedeniyle de vatandaşlar büyük sıkıntı yaşıyor. SES Hakkari Şube Başkanı Musa Bor, sağlık alanında ciddi adımların atılması gerektiğini belirtti. Bor, kente gelen doktorların askerlik yapar gibi gitmek için gün saydığını dile getirerek, “Burada yeni iki hastane yapıldı. Ama hem araç gereç hem de personel alanında ciddi sıkıntılar yaşanmakta. Hastaların büyük bölümü Van’a sevk ediliyor. Bu da vatandaşlara ekonomik olarak büyük bir yük oluyor. Kalıcı çözümler bulunmalı” dedi. Olmayan üniversiteye rektör atandı Hakkari eğitim alanında da Türkiye’de başarısız iller arasında son sıralarda yer alıyor. Üniversite yapılması kararına rağmen inşaatı bile yapılmaya başlanmayan üniversiteye sık sık rektör ataması yapılıyor. Son olarak Rektör Prof. Dr. İbrahim Belenli için sadece küçük bir oda tahsis edilerek, üniversitesinin alt yapı çalışmasını yürütmesi istendi. Bin 500 öğretmen açığının bulunduğu kentte, açık vekil öğretmenlerle giderilmeye çalışılıyor. Eğitim Sen Hakkari Şube Başkanı İsmail Ata, eğitim alanında Hakkari’de bir çöküşün olduğuna dikkat çekerek, şunları kaydetti: “Buraya gelen öğretmenler zorunlu eğitimi bitirdikten sonra kaçıyor. Bunun için şuan köylerin büyük bölümünde eğitimle alakası olmayan insanlar atanmış ve bunlar öğrencilere ders veriyor. Yine Hakkari’nin hiçbir okulunda bilgisayar sisteminden öğrenciler yararlanmamakta. Binaların büyük bölümünde sorunlar yaşanıyor. Barınma sorunu en büyük sorun olarak insanların karşısına çıkıyor. Bu kadar sıkıntılar içinde öğretmenler sürgün edilirken, sorunun çözümüne yönelik hiçbir adım ise atılmıyor.” Kurt: Bol bol dağlar bombalanıyor Hakkari Belediye Başkanı Kazım Kurt ise Erdoğan’ın dünyanın parasını aktarsa bile Hakkari’yi almaya gücünün yetmeyeceğini söyledi. Kurt, Başbakan’ın halkın iradesini teslim almak istediğini; ancak bunu asla başaramayacağını dile getirerek, Erdoğan’a halkın 2 Kasım’da gereken dersi verdiğini söyledi. Başbakan’ın Hakkari’de aldığı tepkiye karşı ne yapacağını bilemediğini ifade eden Kurt, şunları kaydetti: “Ancak bunu iyi bilmelidir. Önümüzdeki seçimde de halk gereken cevabı en sert şekilde verecektir. Bizim yaptığımız hizmetler ortadadır. Eğer Başbakan bir sorunu dile getirecekse bunun en önemli örneği Van Belediyesi’dir. Oradaki yolsuzluklar ortada olmasına rağmen kimse ses çıkarmıyor. Başbakan’ın Hakkari’ye yaptığı tek yatırım bol bol dağları bombalamasıdır. Başbakan saygısızlıktan bahsediyor. Eğer bir saygısızlık varsa nüfusu 40 milyon olan bir halka ‘Çek git’ diyenin yaptığıdır.” SIDDIK GÜLER/ DİHA/HAKKARİ YENİ ÖZGÜR POLİTİKA |
Thursday, November 13, 2008
Ayrım yapmıyormuş yalanı
KurdTime : Thursday, November 13, 2008 0 Yorum
Gözaltında bir ölüm daha
Gözaltında şüpheli ölüm listesine bir yenisi daha eklendi, Bursa Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltında tutulan 25 yaşındaki Serkan Çedik adlı genç yaşamını yitirdi. Polis, Çedik'in düşmeden kaynaklı yaşamını yitirdiğini öne sürerken, ağabey Levent Çedik, kardeşinin dövülerek öldürüldüğü iddiasını gündeme getirdi. |
KurdTime : Thursday, November 13, 2008 0 Yorum
BAŞKAN BARZANİ YURDA DÖNDÜ...
PNA-Federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani az önce Uluslararası Hewler Havaalanı yoluyla Kürdistan Bölge başkenti Hewler’e döndü. Başkan Barzani, havaalanında düzenlediği basın toplantısında ABD ve Avrupa’ya düzenlediği bu son ziyaretinin ‘’çok başarılı geçti’’ğini dikkat çekti. Kürdistan, Irak ve yabancı medya mensuplarının hazır bulunduğu basın toplantısında başkan Barzani gazetecilere ABD ve Avrupa’ya gerçekleştirdiği iki haftalık ziyaretinin sonuçlarını dile getirdi. ABD ziyaretine ilişkin başkan Barzani ‘’Burada bir çok önemli görüşmeler gerçekleştirdik . Söz konusu görüşmelerde özellikle Kürdistan Bölge yönetiminin siyasi tavrını ve durumunu açıkça dile getirme fırsatını yakaladık . Sonuç itibariyle çok iyi ve başarılı görüşmelerdi’’ ifadesini kullandı. Fransa ziyareti ile ilgili ise başkan Barzani ‘’Bu ülkeye ziyaretimizde tarihi dostumuz Fransa Dışişleri bakanı Bernand Koshner ile görüştük. Bu da Fransa’nın AB dönem başkanı olmasıyla Kürdistan Bölge Yönetimi ile AB arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yolunda büyük bir önem taşıyordu’’ dedi. Türk cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürdistan Bölgesine ziyaretinin ihtimali ile ilgili gazetecilerin soruları üzerine başkan Barzani ‘’ABD’ye gerçekleştirdiğim bu son ziyaretten önce iki defa Türk heyeti ile bir araya geldik . Türkiye ile bizim aramızdaki kaygı duvarının yıktığına inanıyorum ve ilişkilerin daha da geliştirilmesi için cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün böylesi bir ziyaretini memnuniyetle karşılarız’’ cevabını verdi. |
KurdTime : Thursday, November 13, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kurdistan
Baydemir: Asıl pislik Erdoğan'ın siyaseti
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DTP'nin elindeki belediyelerin kentleri 'pislik' içerisinde bıraktığını öne süren Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'a, 'Aslında pislik olan, insanların yaşamına mal olan Başbakan'ın siyasetinin ta kendisidir' dedi. Erdoğan'ın ziyareti sırasında görmeye layık olduğu şeyleri gördüğünü kaydeden Baydemir, AKP adaylarının Diyarbakır'da kazanma şansı olmadığını vurguladı. |
KurdTime : Thursday, November 13, 2008 0 Yorum
Öcalan niye devlet istemiyor!
İsmail Beşikçi Hasan Bildirici: Bugün çözüm isteyen Kürt sorununun vardığı boyutla, Kuzey Kürdistan’daki parti ve örgütlerin bunu karşılamadaki kapasitesini nasıl değerlendiriyorsunuz? PKK çizgisi bu süreci başka bir noktaya taşıyabilir mi? Kürt sorununda tartışmaların ve gücün odağında PKK olduğu için bu soruyu sordum. Tüm eleştiri ve talep düşüklüğüne rağmen Kürt halkı PKK’de ısrar ediyor. Peki PKK ısrarı karşılayabiliyor mu?
İsmail Beşikçi: Kürt sorununun geldiği aşamada, parti ve örgütlerin sorunu karşılamadaki durumları nedir? Bugün Kürt sorununda tartışmaların ve gücün odağında PKK vardır. PKK deyince Abdullah Öcalan’ın konumunun değerlendirilmesinde, düşüncelerine bakılmasında yarar vardır. Öcalan devlete karşıyım diyor Abdullah Öcalan, 17 Eylül 2008 tarihli avukat görüşmesinde, “Ben özgür bireyim, devlet kurumuna karşıyım, çünkü devlet bir baskı aracıdır” diyor. “Benim devlet kurmakla işim yok” diyor. Görüşme notlarında devlet karşıtlığı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Öcalan’ın bu görüşlerini sık sık dile getirdiği de biliniyor. İster köleci, ister feodal olsun, ister kapitalist, ister sosyalist/komünist olsun, devletler belirli bir baskıyı bünyelerinde taşırlar. Bu çok açık. Teorik olarak devletin egemen sınıfın baskı aracı olmasıyla, devletin, her gün, her an somut olarak yaşanan baskısı arasında fark vardır. Bu konunun irdelenmesi gerekir. Özgür birey nasıl oluşur? Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’ne bakalım. İran İslam Cumhuriyeti’ne, Saddam Hüseyin dönemi Irak Cumhuriyeti’ne, Suriye Cumhuriyeti’ne bakalım. Bu cumhuriyetlerde, Kürtlere, Kürt toplumu olma özelliklerine çok yoğun baskılar var. 1988 Mart’ında, Halepçe’de, Kürtlere soykırım yapıldığı açık bir gerçektir. Halepçe’den önce, hangi gazın daha öldürücü, hangi gazın daha çok kitlesel ölümlere sebep olduğu konusunda deneyler yapılmıştır. Burada laboratuar yine Kürt köyleriydi, cezaevlerinde Kürtlerdi, sırf bu deneyler için kaçırılan Kürtlerdi. Devletin somut olarak Kürtlere nasıl baskı yaptığı ortadadır. Teorik olarak, devlet baskı aracıdır diyerek devlet kurumuna karşı çıkmak başka şeydir, somut olarak, insanlara, kitlelere her an baskı yapan, baskıyı tırmandıran, insanları, kitleleri korkutmaya, yıldırmaya çalışan devlete, içinde yaşadığımız devlete, bu devletin baskılarına karşı olmak başkadır. Türkiye’de de Kürtlere karşı çok yoğun baskılar vardır. Devlet terörü durmadan tırmandırılmaktadır. 18 bin civarında “faili meçhul” denen cinayet vardır. Binlerce köyün yakılıp yıkılması söz konusudur. Temel geçim kaynaklarının tahribi, milyonlarca insanın, onbinlerce ailenin yerini-yurdunu terke zorlanması, ormanların yakılması, devlet terörünün her zaman yaşanan göstergeleridir. Devlet denildiği zaman bu iki baskının ayrı ayrı kategoriler olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Biri teorik bir baskıdır, “devlet egemen sınıfın baskı aracıdır” denir. Öbürü, her gün her an yaşanan somut, fiili bir baskıdır. Özgür birey nasıl belirir? İnsan bu somut baskılara karşı durarak özgürleşir. Somut baskılara karşı duran bireyin, bu tür baskılardan uzak kalacağı, azade kalacağı kendi yönetimin kurmanın yolunu-yordamını aramaya çalışması da sürecin farklı bir boyutudur. . Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni düşünelim. Saddam Hüseyin döneminde, Kürtlere yapılan baskılarla, Bölgesel Kürt yönetimi’nin baskısı aynı şey midir? Bu örneğin bilince çıkarılmasında ve irdelenmesinde yarar vardır. Öcalan’nın Kürtlere baskı yapan devlete karşı bir sözü yok Abdullah Öcalan ise, devlet kurumuna karşı olduğunu sık sık dile getiriyor ama, somut devlete, Kürtlere her gün her an baskı yapan devlete karşı olduğuna dair bir sözü yok. 24 Ekim 2008 tarihli görüşme notlarında, Öcalan, “Ben savunmalarımda Cumhuriyet ve Türkiye aleyhinde bir şey söylemedim” diyor. Aslında yukarıda kısaca belirtilen sistematik baskılardan dolayı devleti eleştirmesi gerekmez mi? Öte andan Öcalan’ın Türk, Arap ve Fars devletleriyle bir sorunu yok. O sadece Kürtlerin bir devlete sahip olmasını istemiyor. Bu da zaten, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, İran, Irak, Suriye devletlerinin görüşüdür. Cezaevinde, devletin çok sıkı denetimi altında tutulan PKK liderinin, örgütünü yönetmesi, Kürtlerin önünü kesmeye çalışması yanlıştır. Bu, ahlaki bakımdan da yanlıştır. Abdullah Öcalan, örneğin Filistinlilere şöyle diyor mu? “Ne diye ayrı devlet peşinde koşuyorsunuz, Musevilerle kardeş kardeş yaşayın.” Veya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, Kıbrıs Türklerine şöyle diyor mu? “Devlet gericiliktir. Ne diye ayrı bir devlet olarak tanınmak istiyorsunuz, Rumlarla bir arada yaşayın…” Böyle demiyor. Bunu sadece Kürtlere söylüyor. “Devlet gericiliktir, sakın yanaşmayın” diyor. Ancak devletin fiili olarak yaşanan baskılarına hiç sözü yok. Abdullah Öcalan, 24 Ekim 2008 tarihli avukat görüşmesinde, milliyetçiliğe karşı olduğunu da vurguluyor. “Ben her türlü milliyetçiliğe karşıyım. Türk, Kürt, Arap, Fars,Alman milliyetçiliği fark etmez. Hepsine karşıyım., her türlü milliyetçiliği lanetliyorum” diyor. Kürtlerin, Türk, Arap, Fars, Alman milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğini aynı kefeye koymaları bana çok şaşırtıcı gelmektedir. Kürtler için Türk milliyetçiliği, elbette olumsuzdur. Çünkü, diliyle, kültürüyle Kürtleri tarihten silmek istiyor, Kürtlerin kökünü kazımak istiyor. Kütler için Arap Milliyetçiliği elbette kötüdür. Çünkü, soykırıma varan operasyonlarla Kürtleri yok etmek istiyor. Kürtlerin bu saldırgan milliyetçiliklere, ırkçılıklara karşı kendini koruması, diline, kültürüne sahip çıkması neden kötü olsun? Hatta, bu saldırgan milliyetçiliklere, ırkçılıklara karşı direnme, kendi köküne yönelme gerekli değil midir? Kürt milliyetçiliği bundan başka nedir? Kürt milliyetçiliği ile, Kürt yurtseverliği kanımca aynı şeydir. “Bir Kürt dünyaya bedeldir” diyen, Kürtleri, Arapları, Farsları Kürtleştirmeye çalışan, Kürtleşmeyenleri idari ve cezai yaptırmalarla yıldırmaya çalışan, cezaevlerine dolduran, imha operasyonları uygulayan Kürt otoriteleri mi var? Olmadığı biliniyor. O halde, Kürt milliyetçiliğini, Türk, Arap, Fars milliyetçilikleri ele aynı kefeye koymak yanlış değil midir? Kürtleri ve Kürdistan’ı müştereken baskı altında tutan devletlerin engellemek istedikleri esas süreç de Kürtlerdeki bu milliyetçi gelişmelerdir. Kürt diline, Kürt kültürüne neden sıkı yasaklar getiriliyor? Bu durum karşısında, Kürtlerin biraz milli duyguya sahip olmaları, milliyetçi olmaları gerekmez mi? Ben Kürt milliyetçisi değilim demek bir zaaftır Kürtlerin önemli bir kısmı, özellikle de okur-yazar olanlar, “ben milliyetçi değilim, devrimciyim, enternasyonalistim” demektedir. Bir satır Kürtçe konuşamayan, ülkesinin adını bile söyleyemeyen bu insanların, “ben milliyetçi değilim, devrimciyim, enternasyonalistim” demeleri insani bir zaaf olmalı…Kendisi olmayan, kendinden kaçan, egemen ulusun dilini ve kültürünü yaşayanların devrimciliğinin, enternasyonalizminin kime hayrı dokunur? Kendisine hayrı olmayanların, devrimciliğe, enternasyonalizme nasıl bir hayrı, yararı dokunabilir? Ama, bu sözlerin, bu tutumun, Kürtleri müştereken baskı altında tutan devletlere yararı çok büyüktür. Çatışmalarda, asker kaybı olduğu zaman, batı ve Orta Anadolu’da, şehirlerde, beldelerde Kürtler linç edilmeye kalkışılmaktadır. Çarşıda, pazarda, kahvehanelerde Kürtler baskı görmektedir. Çarşıda, pazarda, inşaatlarda Kütçe konuşan kişiler Türkleri tahrik etmiş olmakta, galeyana getirmektedir. Mevsimlik fındık işçileri Karadeniz yörelerinde çok ağır hakaretlerle aşağılamalarla karşılaşmaktadır. Yaşanan olaylar bu kadar açıkken, Kürt milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği nasıl aynı kefeye konabilir? Batı ve Orta Anadolu şehirlerinde, Kürtlere karşı böylesine linç saldırıları yaşanırken, Kürt şehirlerinde, yaşayan sivil bir Türk’e, bir Türk aileye Kürtlerin saldırdığı duyulmuş, görülmüş bir şey midir? 1960’ları, 1970’leri düşünelim. Resmi ideoloji Kürtleri ve Kürtçe’yi inkar ediyordu. Kürtlerden, Kürtçe’den söz edenler çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalıyordu. Bu konularda çok yoğun baskılar vardı. Bu durum karşısında bir Kürt’ün, “Kürdüm” dediğini, makul bir şekilde, Kürtlerden ve Kürtçe’den söz ettiğini düşünelim. İnsanın özgürleşmesi, aydınlanması böyle başlar. Özgür birey bu karşı duruş sürecinde belirir. Bir de bir araştırmacı, bir yazar düşünelim. Devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla karşılaşmamak için bu konulara hiç değinmiyor. Durmadan, “devlet egemen sınıfın baskı aracıdır” diyerek, Markslı, Engelsli, Leninli onlarca dipnotuyla yazılar yazıyor. Bu tutumdan, bu süreçten özgürleşme, aydınlanma falan çıkmaz. Bu tutum insanı özgürleştirmez. Özgürleşme, aydınlanma, somut baskıya karşı, düşün yasaklarına karşı durmakla gelişir. PKK, büyük bir harekettir PKK büyük bir harekettir. PKK’nin çok büyük bir hareket olduğu da söylenebilir. Ama istemleri çok küçüktür. Çok çok küçüktür. PKK bireysel haklara değil, kollektif haklara vurgu yapabilmelidir. Eleştiri, özgür eleştiri çok önemli kurumlardır. Bu, sadece düşün hayatında değil, siyasal hayatta da vazgeçilmez bir kurum olmalıdır. Abdullah Öcalan, konuşmalarında, yazılarında, avukat görüşmelerinde, savunmalarında demokrasiden çok söz eden demokrasiyi isteyen bir liderdir. Eleştiri olmadan, özgür eleştiri olmadan demokrasi olur mu? Özgür eleştiri sadece bilimin değil, demokrasinin de temel koşuludur. PKK Abdullah Öcalan’ı eleştirebilmelidir. PKK’liler, sempatizanlar, Kürt halkı bu bilince ulaşabilmelidir. “Yanlışlarının da militanıyız” anlayışıyla bir yere varılamaz. Ciddi bir kazanım elde edilemez. Önemli olan, doğru olanı doğal olanı savunmaktır. Doğal olana ise, yani Kürt toplumu olma özelliklerine ise, çok ağır baskılar yapılmaktadır. Bu baskılara elbette karşı durulmalıdır. Hasan Bildirici"nin notu: İsmail Beşikçi ile yaptığımız sohbet beş başlık halinde toplandı ve bu bölümle birlikte tümü yayınlanmış oldu. Biz bu sohbetle, Beşikçi'nin her alanda Kürt mücadelesi, bugünü ve geleceğiyle ilgili görüşlerini almış ve sizlere iletmiş olduk. Sohbette eksik bıraktığımız yönler olabilir. Ya da bizleri takip edenlerin farklı soruları olabilir. Bu türden sorusu olan arkadaşlar bize mesajlarını iletebilirler. Bunları İsmail Beşikçi'ye iletmek gibi bir sorumluluğumuzun olduğunu bildirmek isterim. Ayrıca bize zaman ayırdığı için Beşikçi'ye Kurdistan-Post adına teşekkürlerimizi iletmek istiyorum. Saygılarımla Hasan Bildirici İsmail Beşikçi- www.kurdistan-post.com |
KurdTime : Thursday, November 13, 2008 0 Yorum
Etiketler : Röportaj
Gaf mı, itiraf mı?
KurdTime : Thursday, November 13, 2008 0 Yorum