Friday, October 24, 2008

Kürt sorununda ortak aklın peşinde

SorarLogoGri160

Sosyal Sorunları Araştırma Ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) Kürt sorunu üzerine üçüncü toplantısı 12 Ocak 2008 günü Diyarbakır’da yapıldı. Toplantı PKK’nın 3 Ocak günü şehirde gerçekleştirdiği ve 5 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırının öncesinde planlanmıştı. Nitekim İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’dan siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan 26 katılımcı, Kürt sorununa ek olarak söz konusu saldırının ardından yaşanan gelişmeleri de tartıştılar. Yaklaşık beş saat süren toplantıda “Kürt sorununda yeni bir dönem mi başlıyor?” sorusu soruldu ve yanıtı aranmaya çalışıldı. van25102008yuruyus
DİLE GETİRİLEN BAZI GÖRÜŞLER
Kürt sorununda yeni bir dönem mi başlıyor
Katılımcıların büyük bir bölümü Diyarbakır’daki son saldırının Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğinin işareti ve PKK içinde bir kırılma noktası oluşturduğu üzerinde uzlaştı. Patlamanın, Kürt çevreleri ve DTP içinde ciddi sarsıntılara yol açtığı, PKK’nın dış dünyadaki desteğinin büyük ölçüde azaldığı vurgulandı. Toplum bombalama olayını kınama konusunda aydınlardan ve sivil toplum kuruluşu yöneticilerinden daha ileride. Halk örgüte karşı hiç bu kadar net bir tavır almamıştı. 10 yıldır halk PKK’ya karşı ilk kez bu kadar tepkili ve cesur. Bu saatten sonra halk Diyarbakır’da örgütün yapacağı her türlü şiddet eylemine karşı duracaktır. Yıllardır kimlik mücadelesi verile verile kişiliklerde aşınma oldu. Ama halkın kafasında bu saldırı bir dönüm noktası oldu.
* Dağlıca altın vuruştur!
Dağlıca bir altın vuruştur. PKK askerin üzerinden AKP’yi vurmayı amaçladı. Ancak beklenen olmadı. AKP soğukkanlı davrandı. Sonuçta PKK’nın beklentisinin aksine Dağlıca askerle AKP arasındaki sorunların rafa kalkmasına yol açtı. Tüm bunlara kızgınlıkla Diyarbakır saldırısı yapıldı.
* Yeni dönem yok
Bazı katılımcılar Kürt sorununda yeni bir dönemin başladığı yönündeki saptamaya karşı çıktı. Bu kişiler umutlanmaya vesile olabilecek yeni bir dönemin başlamadığını, hatta seçimden sonra yaşanan sürecin kendilerini daha kötümser kıldığını vurguladılar. Güneydoğu’daki AKP ile Batı’daki AKP’nin farklı olduğunu, iktidar partisinin bir Kürt politikası üretemediğini savundular. AKP’nin sorunu sosyal yardımlar ve ekonomik perspektifle çözebileceğini sandığını, askerin sertlik yanlısı tutumunu savunur duruma geldiğini belirtip “AKP en azından bu sorunla ilgili olarak gündelik hayatı rahatlatıcı ve yasakları gevşetici adımlar atarsa iyi olur” diye konuştular.
Kimilerine göreyse “yeni bir dönem” değil, “yeni bir durum” söz konusu. DTP’de şiddeti ilkesel olarak reddeden bir tavır gözlenmiyor. TSK’da da militarizm dışında sorunu çözme arayışı yok. PKK’da da ciddi bir tutum değişikliği görülmüyor. Bununla birlikte DTP’de farklı kanatların var olduğu yolunda bazı işaretler ve beklentiler var. Emekli paşaların bazı özeleştiri sözleri de TSK’da bir tavır değişikliği olarak algılanıyor.
* Türkiye yol ayrımında
Kuzey Irak’taki Kürt federe devletini ya kabul edeceksin ya da düşman göreceksin. Türkiye artık bu eşiği geçti. AKP bu süreci iyi yönetti. Eğer AKP bir şeyler yapıyormuş gibi davranıp geri adım atarsa sorun birkaç misli olarak geri döner. AKP rehavete kapılmış gibi. Sorun geçiştiriliyor. Yeni dönemde DTP’nin de, Kürtlerin geçirdiği evrime uygun olarak kendini yeniden tanımlaması gerekiyor. Ancak büyük görev AKP’nin. İktidar partisinin “sivil anayasa” hazırlıkları çok önemli. Ancak bir makyaj anayasası değil, sorunları çözecek bir anayasa olması lazım.
* AKP-TSK ittifakı
Kürt sorununda akut sorun devletin katı tutumudur. Devletin hemen hemen her konuda vatandaşına karşı takındığı şüpheci tavırdır ki AKP de aynı şeyi yapıyor. “Tek vatan, tek millet ve tek bayrak” lafını dünya litaratürüne çevirdiğinizde karşınıza faşizm çıkar. Bu sözleri söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’dır. İkinci akut sorun ise bugün bir “muhafazakâr-otoriter ittifakı”nın söz konusu olmasıdır. Yani AKP-TSK ittifakı tehlikelidir. Ne var ki bu ittifak uzun süreceğe benziyor.
AKP dini cemaatleri de arkasına alarak TSK ile ittifak kuruyor. Bunun karşısında ise PKK ile derin devletin ittifakı var. Yani tehlikeli bir süreç söz konusu. Bunun yerine AKP ile DTP’nin konuşması ve birbirlerini anlaması gerekiyor.
* PKK zayıfladı ama...
PKK totaliter eğilimleri çok güçlü, Stalinist, şartlanmış insanlardan oluşan bir örgüttür. PKK’nın amacı Kürt sorununu çözmek değil, hakim güç olmaktır. AKP’nin amacı da iktidarda kalmaktır. PKK’nın sıkıştığı ve zayıfladığı, önümüzdeki dönemde daha da zayıflayacağı düşünülüyor. Zayıfladığı oranda şiddet eylemleri de artacak. Burada AKP’nin sorumluluğu var. “Terör bitsin adım atalım” söylemiyle terör bitmeyecektir. Şiddet kültüründen çıkmak uzun bir süreçtir. Paniklememek gerekiyor.
* Türklerle de konuşulsun
Kürt meselesi hep Kürtlerle konuşuluyor. Halbuki bu sorunun daha çok Türklerle konuşulması gerekiyor. Esas rehabilite edilmesi gerekenler Türklerdir. PKK 1980’li yıllarda bir alternatifti, haklı denilebilecek bazı noktalardan hareket ediyordu. Ama bugün değil. Artık çözümün önünde engel oluşturuyor. Eskiden bir Kürt sorunu vardı, buna şimdi de PKK sorunu eklendi. 22 Temmuz’da halk şiddetsiz de çözüm olabileceğine dair bir ışık gördü ve buna pirim verdi. PKK şiddeti yöntem olarak kullanan bir örgüttür. Birilerinin, dönüşmesi için ona yardım etmesi lazım. O birileri de toplumdur.
* DTP hırpalanmamalı
Ortada bir taraf ve ve diyalog sorunu var. Kürtler adına kim “tamam biz bunu kabul ettik” diyecek? PKK’nın muhatap alınmasını istemek Kürtler açısından gerçekçi olmayabilir. Ama DTP’yi hırpalamak da çözüm değil. Hırpalanırsa siyaset üretemez.
Çözüm için bazı öneriler
ToplantIda farklı katılımcılar farklı çözüm önerileri dile getirdi. Bunlardan bazıları şöyle:
* Ana dil öğrenimi sağlanmalı. Kürt dili ve edebiyatı öğretilmeli.
* Ana dil sadece öğretilmemeli, eğitim de yapılmalı.
* Medyada yayın özgürlüğü sağlanmalı.
* GAP tamamlanmalı.
* Güneydoğu’ya mahsus pozitif ayrımcılık gözeten ekonomik tedbirler alınmalı.
* Kuzey Irak tanınmalı, ilişkiler geliştirilmeli. Önce Talabani sonra da Barzani davet edilmeli.
* Kapsamlı bir af yasası çıkarılmalı.
* Kürt meselesini çözmeden önce yaşanabilir bir ortam sağlanmalı. Kürtlere güven verilmeli.
* Dağdan iniş bir şekilde karşı tarafla konuşarak mümkün olabilir. Ancak böylelikle iyi bir yasa hazırlanabilir. Aksi halde yüzlerce genç yine dağa çıkacaktır.
* AKP ve DTP birbirini anlamalı ve ortak çözüm üretmeli.
YARIN: 21 Şubat 2008’de Ankara’da yapılan “Kürt sorununda siyasetin sınırları” toplantısının notları...

Kürt sorununda ortak aklın peşinde

Sosyal Sorunları Araştırma Ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) Kürt sorunu üzerine düzenlediği toplantıların dördüncüsü 21 Şubat 2008 günü Ankara’da yapıldı. Hemen hemen her siyasi görüşte siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan 24 kişi katıldığı toplantıdan birkaç saat sonra Kuzey Irak’a yönelik kara harekatı başladı. Nitekim toplantıda muhtemel bir kara harekatının çapı ve doğurabileceği sonuçlar da geniş olarak ele alınmıştı. “Kürt sorununda siyasetin sınırları” başlıklı beş saat süren bu kapalı toplantıdan bazı notlar aktarmak istiyoruz:
AKP’ye verilen süre tükeniyor
* Türk ordusu PKK’yı Kuzey Irak’ta tasfiye edemez
Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi teknik açıdan mümkün ancak siyasi ve ekonomik açıdan zor. Günde 20 milyon dolarlık bir maliyet var. Türkiye kısa süreli giriş çıkışlar yapacak ve ABD ile birlikte hareket edecek. Ancak böylesi bir harekatın psikolojik etkisi dışında bir etkisi olmaz. Türkiye’nin Irak’ın rızası dışında oraya asker göndermesi bir işgaldir. ABD bunu yapar ama bedelini öder. Türkiye’nin bedel ödeyecek lüksü yok. Bir kara harekatında Peşmerge güçlerinin zarar verebileceği hesapları yapılıyor. Ama Barzani’nin saldırma olasılığı yok. Böyle bir risk almaz. Türkiye de eninde sonunda Barzani’yi bir unsur olarak tanımak zorunda.
* PKK cephe savaşına girmez
PKK bu konuda deneyimli. Bir kara harekatına PKK hazırlıklıdır, cephe savaşına girmez. Türkiye’nin Kandil’e kadar gitmesi olağanüstü bir durum olur. Bu tüm Ortadoğu’yu etkiler. PKK’nın tümden ön plana çıkmasına ve Iraklı Kürtleri arkasına almasına neden olur. PKK’ya zarar verir ama psikolojik açıdan çökertmez. PKK sıkıştırma üzerine şekillenen bir hareket. Bu duruma da hızla adapte olur. PKK tasfiye olmaz, teslim olmaz. Böyle bir opsiyon mümkün değil. Kara harekatı İran ve Suriye Kürtlerini de etkiler ve PKK’ya destekleri artar.
* Kara harekatında Türkiye Kürtleri kaybeder
Bir kara harekatında Türkiye bütün Kürtleri kaybeder. Bu çok riskli ve göze alınacak bir operasyon değil. Kuzey Irak’taki kara harekatını PKK’ya karşı değil, Kürtlere karşı olarak algılar.
* Kara harekatı sorun olmaz
Kara harekatı ABD’nin kontrolü altında olursa geniş sorunlara neden olmaz. Operasyon son derece sınırlı olur. Ancak bu operasyon PKK’yı bitirmez.
* AKP’ye verilen kredi tükeniyor
Kuzey Irak’a yönelik bombalamalar Kürtler üzerinde olumsuz etki yapıyor. AKP’ye verilen kredi 22 Temmuz’dan sonra hızla tükeniyor. Batman’da yaşananlar bunun sonucu. Batman’da olanlar PKK kadrolarının tepkisi değil, halkın tepkisi... AKP’ye yönelik tepki artıyor. AKP Kürt sorununda son sözü söyledi mi, söylemedi mi bir beklenti var.
* Kosova modeli Kuzey Irak’a uygulanmaz
Kosova’nın bağımsızlığı Sırbistan’ın cezalandırılmasıdır. Türkiye bir Miloseviç çıkarmadıkça Amerika Kürtlere devlet vermeyecektir. Kosova Kuzey Irak’a uygulanabilecek bir model değildir.
* Türkiye eski yıllara nazaran daha güçlü
Türkiye’nin önceki yıllara göre PKK konusunda eli daha güçlü.Türkiye-Moskova ilişkileri de tarihte olmadığı kadar sıcak, hatta son 500 yılın en iyi ilişkileri yaşanıyor. Avrupa’daki elitin PKK’ya baskısı daha da fazlalaşmış durumda.
* Devletin geleneksel Kürt politikası iflas etti
Kürt meselesi hükümetleri aşan bir mesele. Hangi hükümet gelirse gelsin Kürt politikası uygulama şansına sahip değil. Hiçbir siyasi partinin programında Kürt sorunuyla ilgili bir madde yok. Cumhuriyet yapılanırken Kürt meselesini güvenlik meselesi olarak görüp güvenlik güçlerine havale etti. Bu hâlâ devam ediyor. AKP’nin Kürt sorunuyla ilgili bir çözüm formülü yok. Kürtlere yaklaşım konusunda AKP belki daha fazla insaflı ama eli kolu bağlı. Hükümet bu konuları devletin üst düzeyiyle tartışmalı ve devlet politikası oluşturmalı. Devletin geleneksel Kürt politikası iflas etmiştir.
* Devletin hiçbir zaman Kürt politikası olmadı
Devletin Kürt politikası hiçbir zaman olmadı. Zaman zaman raporlar hazırlandı. Sonra bunlar rafa kaldırıldı. Türkiye’de Kürt sorunu nasıl algılanıyor? Herkesin algıladığı Kürt sorunu farklı. Siyasetçilerle halkın bu soruna bakış açısı farklı. Bölgedeki ağalarla insanların bakış açısı farklı. 1996 yılında yapılan bir araştırmada Batı’da yaşayan Kürtlerin ayrı devlet isteği doğudakilerden fazla çıktı. Devlet hangi Kürtlerin taleplerini ciddiye alacak? Yine de önemli olan Türklerle Kürtlerin arasına kan girmemesi. Bu bir fırsat. Kürt sorunu demokratikleşme esasında halklar barıştırılmalı.
* Türkiyelilik kavramı tutmaz
Türkiyelilik kavramı, Osmanlılık kavramıyla aynı. Nasıl Osmanlılık tutmadıysa Türkiyelilik de tutmaz. Ancak geçici bir pansuman görevi görür. Hep Kürtlerin endişeleri üzerinde duruluyor ama Türklerin endişeleri konuşulmuyor. Kürtlerin kafasında ayrı devlet isteği var. Söz konusu taleplerle ortak yaşam olmaz.
* Etnik çözümler gerçekçi değil
Bugünkü çözümler ulusalcı ve etnik çözümlerdir. Ortadoğu’nun tarihinde bu tip çözümler yoktur. Kürtlerin yüzde 60’ı Batı’da yaşıyor ve üstelik bölgede başka etnik unsurlar da var. Birlikte yaşama projesi öne çıkmalı. Sonuç olarak Irak’a Kürdistan, Türkiye’ye demokrasi. Ayrımcılığı Kürtlerin büyük bir çoğunluğu istemiyor. Anadilde eğitim hakkı dahil tüm haklar verilmeli. Ancak anayasada din, dil ırak ve mezhebe vurgu yapılmamalı. Sivil ve demokratik anayasa olmalı. Kürt meselesinin çözümü etnik bir federasyonla olmaz.
* Tıkanıklık noktasına gelindi
2002 yılında daha elverişli bir ortam vardı. Ama adım atılmadı. Milliyetçi dalga çözüm şartlarını zorlaştırıyor. 2007 seçim sonuçları o bölgede kimlik siyasetinin anlamlı olmadığını gösteriyor. Batı bölgelerinde ırkçı söylemler yükseliyor. Doğuda ise DTP düşüşte. Bir çıkmaz var. Tıkanıklık noktasına gelindi. AKP’nin devletle ilişkisi problemli. Bu yüzden umut vaat ediyor. Ama Kürt meselesinde çok zigzag çizdi. AKP ve DTP’nin ortak hareket etmesi gerek. Ama parlamentodaki aritmetik buna izin vermiyor. AKP’nin korkaklığı DTP’nin saldırganlığı sorunu çözümsüz kılıyor.
* CHP ve MHP’den açılımlar gelebilir
AKP sosyal politikalarla Güneydoğu’dan oy almaya çalışıyor. Gelecekte CHP ve MHP’den Kürt sorununa ilişkin açılımlar gelebilir. Asker-AKP ilişkilerinde normalleşme olur ancak AKP-Kürtler ilişkisinde durum tam tersi olur.
* Türkiye kırılma noktasına doğru ilerliyor
1984 ile 2008 kıyaslaması yaparsak Türkiye, ciddi bir kırılma noktasına doğru gidiyor. 1984 yılında şehit cenazeleri nasıl kaldırılıyordu? Şimdi nasıl kaldırılıyor? Şehit cenazelerinde neler yaşanıyor? Önceleri terörist cenazeleri nasıl toprağa veriliyordu? Şimdi neler yaşanıyor? Bütün bunları karşılaştırmak gerekiyor. Önce mevcut durumu saptamak lazım. Cumhuriyeti nasıl kurtarabiliriz ona bakmak lazım.
DİLE GETİRİLEN BAZI GÖRÜŞLER
* Af tek başına sorunu çözmez
AffIn amacının iyi belirlenmesi lazım.Amaç var olan silahlı çatışmaya son vermek ise bu son derece yararlı olur.. Ancak af kendi başına sorunu çözmez. PKK’lılar bir cezadan kurtulmak için dağa çıkmadılar. Belli idealler için dağa çıktılar. Bir proje ortaya çıkmadıkça PKK’lılar teslim olmaz. Devlet yeniden politika oluşturmalı ve gereklerini yerine getirmeli. En azından işaretlerini vermeli. Bunları oluşturduktan sonra af ilan edilmeli. Ayrıca affın kapsamı geniş olmalı ve sivil hayata adaptasyonları için de projeler geliştirilmeli.
* Af için toplumsal mutabakat olmalı
Af konusunda koşullar uygun değil. Toplumsal mutabakatın olmadığı durumda af çözüm olamaz.
* Af sorunu daha da çözümsüz kılar
Af işe yaramaz. İşi daha da çözümsüz kılar. Devletin bir Kürt politikası var. İnkarcı ve asimilasyoncu bir politika. Bunun yanlışlığı üzerinde tartışmak gerekiyor. Batıdaki Kürtlerde ayrılıkçılık oranı daha fazla. DTP’nin dışlanması AKP’nin politikaları değildi. Devletin Kürt politikasındaki politikasızlığıydı.. Türkiye’nin bir Irak politikası da var. Sadece mevcut durumu kabul etmek istemiyorlar.
* Af olumlu bir sinyal olabilir
Af ilan edilse bile herkes dönmeyecek. Bir devlet projesi lazım. PKK’yı hesaba katmak lazım. Devlet güven vermeli. Önce proje olacak. Sonra af ilan edilecek... Afta göz ardı edilen bir şey var: Dağdakiler, cezaevindekiler ve yurtdışındakiler. Topyekun olarak düşünmeli ve önce siyasi proje, rehabilitasyon ve ekonomik reformlar yapılmalı. Sonra af ilan edilmeli. AK Parti ikna edilmeli. Ak Parti de devleti ikna etmeli...
* Af için iklim uygun değil
DTP’nin talebi Apo’nun tecritten çıkması. Ama tecrite karşı çıkarken kendilerini tecrit ediyorlar. DTP’ye çok da fazla rol yüklememek gerekiyor. Ankara’daki siyasal ilişkilerinde hayal kırıklığı yaşıyorlar. Şu anda af konusunda toplumsal iklim uygun değil. DTP’nin cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Diğer siyasi aktörlerden de destek gerekiyor. AKP’nin de teşvik edici olması lazım.
YARIN: l 10 Mart 2008’de İstanbul’da düzenlenen “Kara harekatı sonrası PKK ve Kürt sorunu” toplantısından notlar

Kürt sorununda ortak aklın peşinde...
Sosyal Sorunları Araştırma Ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) Kürt sorunu üzerine beşinci ve son toplantısı 10 Mart 2008 günü İstanbul’da yapıldı. Hemen hemen her görüşten siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan 25 kişi, on gün önce biten Kuzey Irak’a kara
harekatını da tüm boyutlarıyla tartıştı.
* Harekatın getirdikleri ve götürdükleri
Halk şiddetin durmasını ve Kürt meselesini güvenlik sorunu olarak gören anlayışın artık sona ermesini isterken harekatın başlaması bölgede havayı değiştirdi. Zaten genelde hareketli geçen Mart ayına, insanlar daha da politize olmuş şekilde girdi ve harekatın 8 gün içerisinde sona ermesinin de etkisiyle DTP bu hareketlilikten moral kazandı.
Harekat sonucunda PKK iki şeyi ispatlamış oldu: TSK’nın askeri müdahaleyle kendisini tasfiye edemeyeceğini ve uluslararası konjonktür ve genel hava devletin lehine olsa da askeri yaklaşım ve şiddetin sonuca götürmeyeceğini. PKK, “Harekat, biz iyi direndiğimiz için bu kadar erken bitti ABD baskısından değil” diye düşünüyor. Doğru olmayabilir ama algı bu. Bölge halkı, biriken sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşurken PKK’nın Dağlıca baskını gibi eylemler yapmasını, dolayısıyla her iki tarafın da “şahinlerini” güçlendirmesini anlamlı bulmuyor. Söz konusu sosyal ve ekonomik sorunlara çözümün gündeme gelmesinin ancak tekrar silahların susmasıyla olacağı düşüncesi hakim.
Harekat sonucunda AKP’de bir özeleştiri veya değerlendirme sürecinin yaşanmaması ve harekat boyunca AKP ve TSK’nın aynı çizgiye gelmesi de AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımı bağlamında önemli bir gösterge. Bununla beraber CHP ve MHP’nin orduyla ters düşmesi tarihi bir kırılma.
* Askeri çözüm değilse ne?
PKK, daha önce beş defa ateşkes yapmasına rağmen, hiçbirinin kapsamlı bir çözümü getirmediğini, her ateşkesten sonra devletin Kürtlerin daha fazla üstüne geldiğini düşünüyor ve bunun hayal kırıklığını yaşıyor. Bununla beraber Türkiye’nin Kürt sorununu başka hiçbir aktöre (örneğin ABD) havale etmeksizin çözebileceğini düşünüyor. Bunun için AKP hükümetinin iktidarının geri kalan 3-4 yılında nasıl bir politika uygulayacağına, çözüm geliştirip geliştiremeyeceğine bakacak. Ancak benzer şekilde hükümet ve devlet de PKK’dan ilk adımı atmasını, yani silah bırakmasını bekleyecek. Bu düğümü çözmenin tek yolu, daha güçlü olan tarafın, yani devletin, ilk adımı atması. Peki, nedir bu adım(lar)?
Öncelikle Kürtlerin dil ve kültürlerinin önündeki bütün yasal ve pratik engellerin kaldırılması, Kürtçenin tamamen serbestçe kullanılması sağlanmalı. Bununla eş zamanlı olarak genel affın gündeme gelmesi de düşünülebilir. DTP’nin Meclis’te olması iyi bir şey ama onlarla diyalog kurulmadıkça anlamlı değil - dünyada hiçbir toplumsal sorun, taraflarından birini yok sayarak çözülmemiştir, dolayısıyla tüm Kürt hareketiyle, aydınlarla siyasi ilişki ve diyalog kurulması gerekir. Bu bağlamda PKK ve Öcalan da dolaylı veya dolaysız muhatap alınmak istiyor ancak Kürt halkının önder olarak gördüğü Öcalan ile “bebek katili” söylemi arasındaki uçurum meseleyi daha da çözümsüz kılıyor.
Kürt sorununa çözümün çerçevesinin nasıl olacağını da tartışmak lazım. Türkiye, katı üniter yapısıyla daha fazla devam edemeyeceğini anlayıp, federatif yapı, özerklik, merkez-yerel ilişkisi, vs gibi yönetim modellerini konuşmalı. Bu tip yeni bir yapılanma, siyasi yapıyı zayıflatmaz, güçlendirir. Fakat bunları tartışabilecek bir ifade özgürlüğü ortamı yok. TCK’nın 301 ve 318. maddeleri varken ne Kürt sorunu ne de başka sorunlar konuşulabilir. Bu meselelerin çözümü de anayasa reformudur. Anayasa’da yurttaşlık tanımının etnik temelli olmaktan çıkarılması, Anayasa’nın toplumsal mutabakata dayalı bir ilkeler manzumesi olması, yerel hakları da koruyacak prensipler içermesi gerekir. Ancak tüm bu açılımlar, PKK silah bırakmaz, ayrılmakta ısrar eder, PKK bayrağı altında yaşamak istiyoruz derse anlamını kaybeder.
* PKK’nın Türkiye ve diğer uluslararası aktörlerle ilişkileri
PKK’yı anlamak çok zor. Uluslararası platformlarda barış dili kullanan bir PKK varken, diğer yandan son dönemlerdeki eylemleriyle Türk kamuoyu nezdinde devletin elini güçlendiren bir PKK görüyoruz. 2004 yazında, AB yolunda reform paketlerinin hızla Meclis’ten geçtiği dönemde ve 2007’de, AKP seçimlerde Güneydoğu’daki oyların önemli bir kısmını aldıktan sonra PKK’nın silahlı eylemlerinin tırmandı, ki bu da çok manidar. Oysa 2002 seçimlerinde DEHAP’ın yüzde 6,2 oy alması, MHP’nin meclis dışında kalması, AB sürecinde yapılan reformlar, silahların sustuğu dönemin getirdiği umutlardı. Şiddetin çözüm olmadığını söyleyen herkesin behemehal şiddetten uzak durması gerekirken 2004’te silahlı eylemlerin tekrar başlaması, “şahinlerin ittifakı” tezini güçlendiriyor.
PKK’nın Irak ve İran’ı kullanması gitgide zorlaşırken Kürt hareketinde Barzani cephesi daha da güçleneceğe benziyor. Bununla beraber, kara harekatı sürecinde ABD Barzani’ye “ayağını denk al” demiş oldu. Kerkük’teki referandumun ertelenmesi ve bu konuda Kürt Yönetimi’nin geri adım atması da aynı şekilde değerlendirilebilir.
* AKP ne yapacak, ne yapabilir?
AKP’de, başta Başbakan olmak üzere, Kürt meselesinde yeni bir açılım hevesinde olan kişiler var, ama parti içinde bu konudaki gerilimler çok yoğun. Erdoğan, yakın çevresinde Kürtlerin olmasından dolayı dahi parti içinde bir bedel ödüyor. Bundan da önemlisi, AKP’nin oy tabanı (Güneydoğu’dan aldığı oylar hariç) son derece milliyetçi bir kesim. Söz gelimi seçim esnasında adaylar milliyetçiliğin daha yoğun olduğu kentlerde, Öcalan’ın asılması gerektiğini söylerken, başka yerlerde barış, demokrasi mesajı verebiliyorlar.
Çatışmayı durdurmada sivil aktörlerin (aydınlar, STK’lar, vb) rolü de tekrar tartışılmalı, zira bir görüşe göre aydınlar artık halk nezdinde inanılırlıklarını yitirdiler. Esas olan kamuoylarını rehabilite etmek ve yatıştırmak, çünkü ne Kürt milliyetçiliğine koşullanmış Kürtleri demokratik açılımlara ikna edebilirsiniz, ne de milletin bölünmez bütünlüğü takıntısı içerisindeki Türk halkını.
AKP’nin ortaya bir çözüm paketi önerisi sunup tepkileri beklemesi ve ona göre pozisyon alması söz konusu olabilir. Ancak bir görüşe göre de (olursa) bu ve bundan önceki tüm açılımlar AKP’nin Kürt sorununu samimiyetle çözmek istediğinden değil, yerel seçimlerde almak istediği oylara yatırım ve AKP seçimlerde Diyarbakır gibi kilit noktaları alırsa kendini başarılı sayacak, ki bu da çözümsüzlüğün sürmesi anlamına gelebilir.
GELECEK İÇİN ÖNERİLER
1. Askeri müdahale sonuç vermeyecektir. Kuşkusuz harekatın başarılı ya da başarısız olduğuna dair argümanlar üretmek mümkün, ancak nihai çözümün askeri yolla/şiddet kullanarak gelmeyeceği çok açık.
2. Kürt sorununu çözmenin ilk ve en önemli adımı, sorunun tüm taraflarıyla diyalog kurmak. Bunun için AKP’nin DTP ile arasındaki iletişimsizlik duvarını kaldırması, DTP’lilerin de bu konuda gayret göstermeleri gerekir.
3. İfade özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmadıkça toplumsal sorunları tartışma zemini olmaz. Bu engellerin başında TCK’nın 301 ve 318. maddeleri geliyor. Bu maddeler değiştirilmeli, değişiklikler kozmetik değil ilkesel değişiklikler olmalı.
4. Anayasa, yurttaşlığı etnik temelli tanımlamayan bir ilkeler bütünü şeklinde yeniden yazılmalı, dillerin serbest kullanımı önündeki yasal ve anayasal engeller tamamen kalkmalıdır.
5. AKP, iktidarının geri kalan döneminde Kürt sorununa nasıl yaklaşacağını ve çözüm önerilerini ortaya koyan bir plan sunmalıdır.
6. Demokratik açılımların ve yasal iyileştirmelerin anlam kazanması için toplumsal bir rehabilitasyon sürecinden geçilmeli. Bunun için de her iki tarafta da sözü dinlenen kişiler sürece dahil edilmeli.
* Dizi boyunca yayınladığımız 5 toplantının raporlarını
www.sorar.org.tr adresinden edinebilirsiniz.

Ruşen Çakır/vatan

DTP'li vekilin oğlu ve arkadaşları saldırıya uğradı

dtplilere saldiri ANF ESKİŞEHİR-Kurdistan-Post

Eskişehir’de aralarında DTP Milletvekili Şerafettin Halis'in oğlu ile yeğeninin de bulunduğu 2'si kız 3 üniversite öğrenci, sokakta tanımadıkları 4 kişinin saldırısına uğradı.

İstiklal Mahallesi Başarılı Sokak'ta dün saat 20.00 sıralarında meydana gelen olayda, DTP’li Şerafettin Halis'in Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü'nde okuyan oğlu 24 yaşındaki Şan Ararat Halis, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü öğrencisi olan yeğeni 25 yaşındaki Bahar Halis ile aynı üniversitenin Çalışma Ekonomisi Bölümü öğrencisi 23 yaşındaki Sevda Bulut, kimliği belirsiz 4 kişinin sopalı ve spreyli saldırısına uğradı.
Saldırganlar olay yerinden kaçarken çeşitli yerlerinden hafif yaralanan Şan Ararat Halis, amcasının kızı Bahar Halis ve arkadaşı Sevda Bulut 112 ambulansıyla Eskişehir Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

Acil serviste tedavileri yapılan 3 öğrenci daha sonra taburcu edildi. Öğrencilerden Sevda Bulut, sokakta tanımadıkları 4 kişinin saldırısına uğradıklarını söyleyerek, "Yolda yürürken arkamızdan koşarak 4 kişi yanımıza geldi. Tanımadığımız bu 4 kişi önce ellerindeki spreyleri gözümüze doğru sıkmaya başladı. Ardından da ellerindeki beyzbol sopaları ile bize saldırdılar. Saldırganlar en çok Şan Ararat Halis'i dövdü" dedi.

KÜRDİSTAN BÖLGESİ İLE FEDERAL IRAK HÜKÜMETİNDEN KOPARILAN BÖLGELER KONUSUNDA ANLAŞMA...

mahmod osman Kürdistan İttifakı Listesi üyesi Dr. Mahmut Osman, Kürdistan Bölgesi ile Federal Irak hükümetinin koparılan bölgerde Peşmerge gücü ile Irak ordusunun varlığı konusunda bir anlaşmaya varıldığını bildirdi.

Kürdistan - 24-Oct-08 [10:21] PNA- PNA’ya konuşan Osman, Kürdistan Bölgesi ile Federal Irak hükümetinin koparılan bölgelerdeki idarenin söz konusu bölgeleri idare etmesi konusunda anlaştığını bildirdi.

Osman sözkonusu bölgelerin, güce ihtiyaç duymaları halinde peşmerge yahut Irak ordusunu talep edebileceklerini, ancak bu bölgelerin talebi olmaksızın bu güçlerin hiç birinin bu bölgelere giremeyeceğini ve bununla da her iki gücün bu bölgelere girmek gibi drumlarının oluştuğunu söyledi.

Osman, söz konusu güçlerin tek taraflı değil koparılan bölgelerin idarelerinin bunu talep etmesi halinde bu bölgelere girebileceğini söyledi.

Osman, Kürdistan Bölgesi heyetinin, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile yapılan toplantıda 140.maddenin uygulanması konusundaki kararlılığını tekrar ettiğini ve Irak hükümetinin de maddenin uygulanması konusundaki ısrarını Kürdistan Bölgesi heyetine aktardığını ve maddenin uygulanması için gereksinimlerin karşılanacağına dair sözverdiğini söyledi.

Dr.Mahmut Osman, oluşturulan beş komiteden birinin bu maddenin uygulanması üzerinde çalışacağını söyledi.

OSMAN: ‘’BAŞKAN BARZANİ’NİN İRAN ZİYARETİ KÜRDİSTAN BÖLGESİNİN GELECEĞİ İÇİN ÖNEM TAŞIYOR’’
23-Oct-08 [18:35] PNA-Federal Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin son Tahran ziyareti ve burada ülkenin en üstdüzey yetkilileriyle bir araya gelmesi başta bölgede olmak üzere tüm dünya basınında büyük bir ses getirdi.Başkan Barzani'nin Tahran temasları sürüyor...

Başkan Barzani’nin İran ziyaretini PNA’ya özel olarak değerlendiren Kürdistan İttifak Listesinden Irak federal meclise üye Dr. Mahmut Osman , ‘’Başkan Barzani’nin son İran ziyareti özellikle Kürdistan Bölgesinin geleceği açısından büyük bir önem taşıyor’’açıklamasında bulundu.

Nuri El Maliki başkanlığındaki federal hükümetin komşu ülkeler İran , Suriye ve Türkiye ile sıkı ilişkileri olduğunu dikkat çeken Osman ‘’bu ilişkiler çoğu defa Kürtler için olumsuz sonuçlar doğuruyor bu yüzden Kürdistan Bölge Yönetimi komşularıyla iyi geçinmeye ve onlardaki kaygıyı giderilmeye çalışarak barışçıl niyetini onlara anlatmalı .Bu noktada da başkan Barzani’nin İran ziyareti önem taşıyor’’ dedi.

BAŞKAN BARZANİ’NİN TAHRAN’DAKİ GÖRÜŞMELERİ SÜRÜYOR

241008010307 PNA-Mensur Cihani/Tahran: İran’nın resmi daveti üzerine Tahran’da bulunan Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, ziyareti kapsamında İran İtimad Milli Partisi lideri Mehdi Kerrubi ile bir araya geldi.

Başkan Barzani, resmi bir ziyaret için bulunduğu Tahran’daki temaslarına devam ediyor.

Başkan Barzani, temasları çerçevesinde bugün İran İtimad Milli Partisi Genel Sekreteri Mehdi Kerrubi ile Tahran’da bir araya geldi.

Kerrubi’nin Tahran’daki parti binasında gerçekleşen görüşmede, genel olarak Irak’ın şimdiki durumu ele alınırken Kürdistan Bölgesi ile İran İslam Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler ve iki taraf arasındaki ekonomik destek ve yardımlaşmalar masaya yatırıldı.

Görüşmede, Iraklı ve Amerikalı yetkililerin üzerinde müzakere ettiği ve Irak’taki Amerikan askerlerinin statüsünü belirleyen stratejik güvenlik anlaşması, Kürdistan Bölgesi ile Bağdat’ın siyasi, ekonomi ve ticaret alanında diğer ülkelerle ilişkisi değerlendirildi.

Görüşmede ayrıca, genelde Irak ve özelde de Kürdistan Bölgesi’ndeki oluşumlar arasındaki ilişkilerden bahsedildi.

İran İtimad Milli Partisi Genel Sekreteri Kerrubi, ölümsüz lider Mustafa Barzani’nin diktatörlüğe ve devrik Baas rejimine karşı çabalarına değinerek, bunu takdir ettiklerini söyledi.

Genelde Irak, özelde de Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi gelişmelerden bahseden Başkan Barzani de, Bağdat’ta yapılan son görüşmelere değindi.

 

231008065604 BAŞKAN BARZANİ İLE LARİCANİ, HEWLER –TAHRAN İLİŞKİLERİNİ GÖRÜŞTÜ...
PNA-Mensur Cihani/Tahran: İran yönetiminin resmi daveti üzerine başkent Tahran’da bulunan federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani ,buradaki temasları sırasında İran meclis başkanı Ali Laricani ile bir araya geldi.Başkan Barzani ile Laricani arasında geçen görüşmede özellikle Hewler ile Tahran arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine vurgu yapıldı.

Bugün öğle saatlerinin ardından gerçekleşen görüşmede meclis başkanı Laricani , Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani ve beraberindeki üstdüzey Kürt heyetinin Tahran’a düzenlediği tarihi ziyaretten dolayı memnuniyetini dile getirdi.

İki taraf arasında ortak çıkarlar doğrultusunda ilişkilerin geliştirilmesinin önemine vurgu yapıldığı görüşmede genelde de Irak ve bölgede istikrarın gelişmesi noktasında gerekli adımların atılması gerektiğinin altı çizildi.

Başkan Barzani ile İran yetkilileriyle geçen görüşmelerde başkan Barzani’yi eşlik eden üstdüzey Kürt heyeti de hazır bulunuyor.231008062008

 

PNA-Mensur Cihani/Tahran: İran ,Irak ve Kürdistan’daki son siyasi gelişmeler doğrultusunda çeşitli temaslarda bulunmak üzere başkent Tahran’da bulunan federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani , burada ülkenin en üstdüzey yetkililerle görüşmelerini sürdürüyor. Başkan Barzani, bugün İran Ulusal Çıkarlar Yüksek Konseyi başkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani ile bir araya geldi.

İran ve Irak arasında başta güvenlik olmak üzere her alanda ilişkilerin geliştirilmesinin vurgulandığı görüşmede özel olarak da Kürdistan Bölge yönetimi ile İran İslam cumhuriyeti arasındaki ikili ilişkiler masaya yatırılarak görüş alışverişinde bulunuldu.

 

BAŞKAN BARZANİ, AHMEDİNEJAD’LA BİR ARAYA GELDİbarzani ahmedinejat
23-Oct-08 [14:52]

İran’ın resmi daveti üzerine Tahran’da bulunan Federal Kürdistan Bölgesi (FKB) Başkanı Mesut Barzani, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile bir araya geldi.

Beraberindeki üstdüzey bir heyetle dün Tahran’a giden Başkan Barzani, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’la bir araya geldi.

Başkan Barzani’nin Ahmedinjad tarafından sıcak karşılandığı görüşmede, iki taraf arsındaki ortak çıkarlar ve Irak ile İran arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi gibi konular ele alındı.

İran Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gerçekleşen ve 1 saat süren görüşmede ayrıca, Kürdistan Bölgesi ile İran arasındaki ilişkiler değerlendirildi.

Görüşmede, Kürdistan Demokrat Partisi’nin Politbüro Sekreteri Fazıl Mirani, Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi’nin Politbüro üyesi Erselan Bayiz, Kürdistan İslam Birliği Genel Sekreteri Muhammed Bahattin, Kürdistan Emekçiler Partisi Genel Sekreteri Kadir Aziz, FKB Başkanlık Divanı Başkanı Dr.Fuad Hüseyin, FKB Hükümetinin Tahran Temsilcisi Nazım Ömer Debbağ, Kürdistan Demokrat Partisi’nin İran Temsilcisi Şevket Bamerni, Irak’ın İran Büyükelçisi Muhammed Mecid El-Şeyh ve İran’ın Bağdat Büyükelçisi Muhamed Hasan Kazımi Kumi de hazır bulundu.

Başkan Barzani'nin, ziyareti kapsamında İran İtimad Milli Partisi lideri Mehdi Kerrubi ile de bir araya gelmesi bekleniyor.

Dersim halkı da Erdoğan'ı kabul etmeyecek

tuncelibasinaciklamasi Dersim'de sivil toplum örgütleri, Başbakan Erdoğan'ın yapacağı geziyi kabul etmediklerini belirtti. DTP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, son günlerde yaşanan gelişmelerin barışa giden yolun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinden açılabileceğinin bir kez daha ortaya çıktığına vurgu yaparak, 'İşte tüm bunlardandır ki, Başbakan'ın ilimize gelişini kabul etmek istemeyen Dersim insanı, inanç ve duygularını dışa vuracaktır' dedi. Belediye Başkanı Songül Erol Abdil de, 'Dersim halkı gibi ben de Başbakan'ı karşılamaya gitmeyeceğim' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan'ın 25 Ekim'de Tunceli'ye yapacağı geziye ilişkin kentteki sivil toplum örgütlerinin katılımıyla Belediye Konferans Salonu'nda basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya, DTP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, DTP Tunceli İl Örgütü, EMEP Tunceli İl Örgütü, Eğitim Sen, SES, Genel-İş, Halk Kültür Merkezleri, Halk Cephesi, ESP, Demokratik Halklar Platformu ve Partizan'ın da aralarında sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Toplantıda konuşan DTP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Türkiye'nin hassas bir süreçten geçtiğini belirterek, AKP Hükümeti'nin yakıcı sorunlar karşısında körler ve sağırlar içindeki pervasızlığını devam ettirdiğini kaydetti. Böyle bir ortamda Erdoğan'ın kente gelişinin kabul edilmeyeceğini belirten Halis, 'Dersim halkı Başbakan'ın gelişini kabul etmeyecek' dedi. Her şeyden önce AKP'nin Kürt sorununa yaklaşımının bölgede yaşamı çekilmez kılan koşulları daha da artırdığına vurgu yapan Halis, 'Yalnız bölgede değil Türkiye'nin birçok ilinde Kürtlerin yaşamı güvenceden yoksun ve tehdit altındadır' diye konuştu. AKP ve Erdoğan'ın zorlaştırıcı, kışkırtıcı tutumunun, operasyonlardaki ısrarının, insan öldürmedeki ısrarı olduğunu ve kendileri için insani ve vicdani boyutuyla kabulünün olanaksız olduğunu söyleyen Halis, AKP ve Erdoğan'ın Türk-İslam anlayışının başta Aleviler olmak üzere tüm farklı inançları ve etnik azınlıkları inkar ettiğine vurgu yaptı.
'Öcalan'a saldırı provokasyondur'
Erdoğan'ın Tunceli'de yakılan ormanlara da seyirci kaldığını ifade eden Halis, 'Başbakan'ın ilimizin topraklarını barajlarla sulara boğdurtması ısrarı kabul edilemez bir durumdur. Bunlar yetmiyormuş gibi son günlerde Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'a yapılan fiziki saldırı, Kürt hassasiyetini tetikleyerek istenmeyen sonuçların doğmasına yol açmıştır. Bu Türk ve Kürt halkların birbirine düşürmeyi amaçlayan bir provokasyondur' dedi. Son günlerde yaşanan gelişmelerin barışa giden yolun Öcalan üzerinden açılabileceğinin bir kez daha ortaya çıktığına vurgu yapan Halis, 'İşte tüm bunlardandır ki Başbakan'ın ilimize gelişini kabul etmek istemeyen Dersim insanı, inanç ve duygularını dışa vuracaktır' dedi.
Okullara Erdoğan'ı karşılama talimatı
Halkın Erdoğan'ın gelişine karşı demokratik tepkisini dışa vurmaya hazırlanırken, Erdoğan'ı karşılamaya çalışanların gayri yasal bir şekilde okullara gönderdikleri talimatnamelerle öğretmenler ve öğrencilerin karşılamaya katılmasının zorunlu tuttuğunu söyledi.
Abdil: Dersim halkı gibi bende karşımaya gitmeyeceğim
Belediye Başkanı Abdil'e, Erdoğan'ın gelişine ilişkin kente asılan afişlerin neden belediye tarafından toplatıldığı ve Erdoğan'ı karşılamaya gidip gitmeyeceğine ilişkin soru yöneltildi. Abdil soruyu, 'Ben de tüm Dersim halkı gibi Başbakan'ı karşılamaya gitmeyeceğim. Afişler ise izinsiz olarak kent halkı adına asılmıştı. Ve vatandaşlar bundan duydukları rahatsızlığı bize illetti. Biz de bunun üzerine kime ait olduğu belli olmayan afişleri toplattık' şeklinde yanıtladı.DİHA

Kadınlardan Gebze Cezaevi'ndeki saldırıya ilişkin suç duyurusu

kadingebzeaciklama Gebze Cezaevi'nde PKK'li kadın tutuklulara erkek adli tutukluların bıçak ve sopalarla saldırmasına tepki gösteren kadınlar, Sultanahmet Adliyesi'nde suç duyurusunda bulundu.
Aralarında DTP, SDP, EKD, Gökkuşağı Kadın Derneği, Mor Çatı, Başka Kültür Evi ve bağımsız feministlerin de bulunduğu çok sayıda kadın, Gebze Cezaevi'nde PKK'li kadın tutuklulara yapılan saldırıya tepki gösterdi. 'Jin jiyan azadi', 'Gebze Cezaevi'ndeki kadınlar tecavüz ve ölüm tehdidi altında' dövizlerini taşıyan kadınlar, 'Yaşasın kadın dayanışması', 'Biji yekitiya jinan' sloganlarını attı. Konuya ilişkin açıklama yapan avukat Özlem Özkan, 'Adli mahkumların sürekli küfür ve tecavüz tehditlerini de içeren bu saldırı ülkemizde son zamanlarda oluşturulmaya çalışılan linç ortamını hatırlatmaktadır' dedi.
'Olayların sorumlusu cezaevi yetkilileridir'
Cezaevi yetkilileri yaşanan olayların sorumlusu olarak değerlendiren Özkan, 'Yüksek güvenlikli diye tanımlanan cezaevinde adli mahkumların ellerinde bıçak ve satır olmak suretiyle cezaevinin her yanında rahatça girip çıkabilmeleri cezaevi yetkililerinin olayda ihmali olduğunu ortaya koymaktadır. Bu olayların sorumlusu sadece birkaç adli mahkum değil, aynı zamanda cezaevi yetkilileridir' diye belirtti. Özkan son olarak olayın takipçisi olacaklarını belirterek, sorumluların ortaya çıkarılması ve şüphelilerin cezalandırılmasını talep ettiklerini belirtti.
Gebze Cezaevi'nde tutuklu bulunan Nevroz Bozkurt'un annesi Türkiye Bozkurt ise çocuklarının güvenliğinin olmadığını belirterek, 'Olayın sorumluları devlet ve cezaevi yetkilileridir. Kızımın can güvenliğinden endişeliyim. Sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz' dedi.
Gebze'de yaşananları Kürt ve Türk çatışmasının bir sonucu olduğunu belirten SDP İstanbul İl Yöneticisi Eylem Karabulut da, 'Kürt sorununa demokratik çözüm yolu aranmalı. Yetkililer bir an önce aklını başına almalı. Genel siyasi bir af ilan edilmesi gerekiyor' diye konuştu.
İSTANBUL (DİHA)

Köy boşaltmalar ve kontr-gerilla stratejisi

koy_bosaltmaPKK'nin başlattığı '29. Kürt İsyanı' Ağustos 1984'ten bu yana 25. yılına girerken; devam eden savaş hali ve 'Kürt meselesi', Türkiye'nin en büyük ve en temel sorunu olarak başat konumunu koruyor. Geride kalan 24 yılda neler yaşandı, nasıl acılara tanık olundu ve nereden nereye varıldı? 'Beşinci kol' medyanın manipülasyon ve dezanformasyonlarının ötesinde, bütün bunların Türkiye'de mikro ya da makro analizinin yapıldığını; savaşın, aktörlerin, strateji, politika ve uygulamalarının geçen zaman içinde gerçekçi ve bilimsel yöntemlere riayet edilerek incelendiğini, değerlendirilebildiğini söylemek neredeyse imkansız.
Ortada ismi konulamayan bir 'mesele' ve sürüp giden bir savaş var. Lakin çeyrek asırdır Türkiye'nin bütün dengelerini sarsmasına ve geleceğe dair (potansiyel) ürkütücü sonuçlarına rağmen Türkiye 'akademisi' ve düşün dünyası (çok cılız bazı çabaları dışında tutarsak) ya tümüyle kör-sağır ya da tarafgir bir tutum içinde. Kuruluşunun üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen PKK gerçeğine komplo teorilerinin ötesinde bir açıklaması olmayan bu cenahın, Kürt toplumuna ve savaşın yol açtığı değişim ve tahribatlara dair bilimsel, analitik çalışmalara yönelmemiş olması ya da böyle bir çabadan ısrarla imtina etmesi bir eleştiri konusu olduğu kadar, ortak bir gelecek inşasına dair karamsarlıkları da besleyen bir husustur. Yanlı ve yanlış bilgi üzerine bina edilmek istenen bir egemenliğin sorunları çözemeyeceği ve kalıcı olamayacağı kabul edilmelidir.
Türkiye'de 'akademi' dünyası bu konuda çalışmalara alakasız kaladursun, dünyanın ileri gelen birçok üniversitesinde 'Kürt çalışmaları' hayli prim yapmakta ve kayda değer, tartışma yaratacak fikir ve yayınlar ortaya çıkmaktadır. Burada tanıtımını yapacağımız kitap da bunlardan birisi olmakla birlikte; hem yöntembilimsel açıdan, hem de vardığı sonuçlar ve ileri sürdüğü tezler açısından, son yıllarda üretilen en önemli kaynaklardan biri konumundadır.
Hollandalı Joost Jongerden'in kaleme aldığı 'Türkiye'nin İskan Sorunu ve Kürtler' isimli kitabı, Kürtlerin yaşadığı illerde 1984'ten beri devam eden savaş sırasında köylerin boşaltılmasını, insanların göçertilmesini ve geri dönüş sürecinde rehabilitasyon çalışmalarını inceleyen sosyolojik bir çalışma. Jongerden 2002-2005 gibi görece çatışmaların azaldığı bir dönemde çalışmasını yürütmüş. 'Kürt çalışmaları' konusunda dünyanın en önemli isimlerinden olan Martin Van Brunessen'in kitabın Sunuş'un da yazdığına göre Jongerden; '...Kürt kırsal alanında süren rehabilitasyon çabalarını ve köye dönüş sürecini gözlemleyen tek akademik gözlemcidir.'
Kitabında göç ve iskan olgusuna odaklanan yazar, bir yandan olgunun tarihsel evrimine mercek tutarak karşılaştırmalı bir yöntem izlerken, diğer yandan aynı yöntemi politikalar ve kavramlar üzerinden yürütmektedir. Bu konuda kendisinin kullandığı 'yeniden iskan' kavramı kilit bir yer teşkil edip, kitabın temel tezi, önermesi konumundadır.
Yazar kendisine örnek olarak seçtiği Diyarbakır'ın dört köyünde derinlemesine inceleme ve gözlemlerle geri dönüş ve rehabilitasyon çalışmalarını mercek altına almış. Özellikle 'köye dönüş' konusundaki algılama hatalarına dikkat çekerek, köye dönüşün nasıl sorunlu bir kavram ve karmaşık bir olay olduğu, ve yeni 'yerleşim örüntüleri' yarattığı üzerinde durmuş.
Çeyrek asırdır devam eden savaşın taraflarının incelenip, profillerinin çıkarıldığı kitapta, köy boşaltmalarının amacı olarak tespit ettiği 'kontr-gerilla stratejisi' üzerinde durulmakla birlikte; TC devletinin idari yapılanması ve TSK'nin örgütlenme biçimi, istatistiki bilgilerle değerlendirilmektedir. Yine cephenin karşı tarafındaki PKK gerçekliğine dair, kuruluşundan, kırsal alandaki örgütlenmesine, öngördüğü savaş stratejilerine, Kürt toplumundaki yankısına kadar gerçekçi bir değerlendirme yapılmaktadır. Tarafların savaş stratejileri bağlamında kırsal alanın boşaltılmasının konu edildiği kitapta, 1991 öncesi ve sonrası olmak üzere hedef ve politikaları iki ayrı döneme ayırmaktadır.
Jongerden'in sosyolojinin alan çalışması ve örnek olay incelemesi yanında, mikrotarihçiliğin önemine yaptığı vurgu ve Diyarbakır özgülünde bu yönlü yaptığı çalışma ve öne sürdüğü tezler kitabını benzersiz kılan özelliklerdir. 1895 ve 1915 Ermeni olayları ekseninde Diyarbakır'daki yerel seçkinler arası gruplaşmanın Ermeni olaylarına yansıması ve yazarın bu konuda öne sürdüğü tezler hayli tartışma yaratacak niteliktedir. Genel kanının aksine; kıra ve aşiret yapısına dayanan Hamidiye Alayları'ndan ziyade, şehrin ileri gelen ailelerinin olaylara müdahil olduğu tespiti ve bu yönlü Milli İbrahim Paşa ve Pirinççizadeler karşılaştırması, tarihe sorgulayıcı yaklaşmamız gerektiğini bir kez daha bize hatırlatıyor. Bu anlamda disiplinlerarası karşılaştırmalı bir yöntem izleyen Jongerden, bugüne kadar kullanılmamış birçok kaynağı tartışmalara katarak dikkat çekici bir ürün ortaya çıkarmış.
'Çatışma sonrası yeniden inşa konusuna özel önem veren Wageningen Üniversitesi'nde', 1991 yılında, kırsal alan sosyolojisi üzerine lisansüstü eğitimini tamamlayan Joost Jongerden, çevirisi yapılan bu kitabı 2006 yılında doktora tezi olarak aynı üniversiteye sunmuş. Önceki yıllarda Uluslararası Af Örgütü adına çalışmalar yapan Jongerden, 1996 yılında İstanbul'da toplanan BM İnsan Yerleşimleri Konferansı (Habitat) toplantılarına da katılmış. Yerlerinden edilen Kürtlerin sorunlarının görmezden gelinmesini protesto eden sivil toplum örgütlerinin düzenlediği 'Alternatif Habitat' toplantılarına da katılan yazar, bu dönemde İstanbul'da göç mağduru insanlarla yüz yüze görüşmeler yapmış.
2001 yılında tekrardan İstanbul'u ziyaret ederek göç ettirilen köylülerle yeniden mülakatlar yapmış. Ardından Hollanda Bilimsel Araştırmalar Örgütü'nün (NWO) sağladığı ödenekle, 'geri dönüş' sürecini yerinde izlemek üzere Diyarbakır'a yerleşen yazar, Bölge'yi boydan boya gezerek gözlemlerde bulunmuştur. Üç yıl boyunca yürütülen gözlem ve araştırmaların neticesi olarak ortaya çıkan bu kitap, sunuş ve önsözün ardından yedi ayrı bölümden oluşmaktadır.
Kitap iskan ve yeniden iskan kavramlarına getirdiği açılımlar ve tartışmalar ile zihinsel evrenimize yeni ve önemli katkılarda bulunuyor. Kürtlerin 1980 ve 1990'larda maruz kaldığı göç olgusuna dair kuramsal düzeyde açıklayıcı bir kavram ne yazık ki üretilememiştir. Çeyrek asırlık tarihimizin en büyük 'sosyal felaketi' olmasına rağmen sorunun görmezlikten gelinerek, tarif edilmekten kaçınılması tümüyle siyasi saikler sebebiyledir. Sorunu tarif ederken bugüne kadar kullanılan; 'zorunlu göç' ya da 'ülke içinde yerinden edilme' kavramları olgunun kapsamını yansıtamadığı gibi tarihsel perspektiften koparmakta ve uygulamanın ana mantığını vermemektedir. TESEV tarafından hazırlanan ve 2006'da kamuoyuna sunulan raporda (1) kullanılan 'ülke içinde yerinden edilme' kavramı, uluslararası insan hakları hukuku kapsamında BM bünyesinde üretilmiş bir kavram. İç savaş veya çatışmalar nedeniyle bir grup insanın yerinin zorunlu veya keyfi nedenlerle değiştirmesini 'ülke içinde yerinden edilme' olarak tanımlıyor. BM'nin bağlayıcılıktan ve yaptırım gücünden uzak 'Yol Gösterici İlkeleri' kapsamında kullanılan bu kavram, sorunu devletlerin egemenlik hakları içerisinde değerlendirerek baştan iki yüzlüce bir tu tum takınıyor. Ayrıca maruz kalınan göç olayının etnik ve tarihsel boyutunu, sınırları aşan yönlerini görmezlikten geliyor.
Kürtler tarafından da yaygınca kullanılan 'zorunlu göç' kavramı yeterince açıklayıcı olmayıp, belirsizlikler taşımaktadır. Öncelikle göçün kaynağındaki neden, bunu dayatan 'zor'un kimliği ve güttüğü amaç, bu kavram özgülünde somutluk kazanmıyor. Bu belirsizliklerin en önemli sebeplerinden birisi de, uygulamanın iki yüzlüce, ismi konulmadan, yani görünürde bir plan ve şema olmadan, gizlenerek, fiilen uygulanmış olmasıdır. Aradan yıllar geçmesine rağmen Kürtlerin göçertilmesine dair resmi bir yazı ya da belge ortaya çıkmış değil. Bu konuda çıkarılmış bir yasa ya da karar da ortada yok. Sadece OHAL Valiliği'nin yetkileri kapsamında gerekli görüldüğünde bazı mekanların boşaltılabileceğine dair bir madde var. Oysa cumhuriyetin ilk yıllarında 1920 ve 1930'larda isyanlar nedeniyle göç ettirilen Kürtler hakkında, tıpkı 1927'de olduğu gibi kanunlar çıkarılmış, göç edecekleri bölgeler, kaç kişinin göç edeceği, sayıları, iaşe ve barınma koşulları, bununla ilgilenecek resmi kurum vb bir plan dahilinde yürütülmüştür.
Jongerden'in kitabında kullandığı 'yeniden iskan' kavramı, sorunu açıklamaya daha yatkın bir mahiyete sahip görünüyor. Fakat yazar 'yeniden iskan' kavramını cumhuriyet tarihi boyunca yürütülen iskan politikaları bağlamında ele alıyor. İlk kez imparatorluklardan ulus-devletlere geçiş sürecinde gündeme gelen uygulamaların tarifi için kullanılan kavramın fikir babası, siyaset bilimci Robert Koehl, yeniden iskanı; 'kontrol edilemez olduğuna inanılanların, hakim olunan bir bölgeden uzaklaştırılması ve onların yerine kontrol edilebilir bir nüfusun iskan edilmesi' biçiminde tanımlıyor. Devletlerin uyruklarının özellikleriyle ilgilenmelerinin sonucu olarak gündeme gelen 'yeniden iskan' uygulamaları, nüfus değişiklikleri ve etnik 'temizlik' biçiminde tezahür ediyor. 20. yüzyılın başında üç büyük imparatorluğun parçalandığı coğrafyada kurulan yeni ulus-devletlerin pratiklerinde ve ulusçuluk algılarında bunlar kendini gösterir. 'Bu yeni ulusçuluk kavramı, politik birliğin (devletin) sınırları ile kültürel birliğin (ulusun) sınırlarının birbiriyle örtüştüklerini, bir devletin gücünün büyük ölçüde ulusu nitelendirdiğine inanılan özel kültürel kimlik idealine bu devlet uyruklarının ne derecede uyum sağladıklarıyla belirlendiğini kabul eder (Koehl, 1953: 231).'
Yani etnik, kültürel farklılıklar güçlü bir devletin ve ulusun inşası önünde engel olarak görülür ve devletin tüm uyruklarının aynı kültürü, kimliği ve ideali 'özümsemeleri' dayatılır. Ulus-devletin mekana yaklaşımını da bu bağlamda ele almak gerekir. Yeniden iskan ile 'mekanın üretilmesi' kavramları birbirinden ayrılamaz. Mekanın üretilmesi ile güdülen amaçta, nüfusun yönlendirilmesi, 'etnik mühendislik' çalışmalarıyla mekanın ulusal kılınması ve 'ulusal insanın' yaratılmasıdır. Bu anlamda; Türkiye'de milliyetçi, hatta ırkçı söylemin kendini en çıplak bir biçimde dışavurduğu yazılı metinlerin, iskan kanunları olması şaşırtıcı olmasa gerek. Haziran 1934'te çıkarılan 2510 sayılı iskan kanunu bunlar içerisinde çok özel bir yere sahiptir. Osmanlı'dan cumhuriyete iskan işleri uzmanı olarak hep görev başında kalan ve 2510 sayılı kanunun mimarı olan, dönemin dahiliye vekili Şükrü Kaya'nın ifadesiyle, gelmiş geçmiş en kapsamlı iskan kanunu olup, cumhuriyetinde en temel kanunlarından biridir.
Türkiye nüfusunu Türk ırkına mensup ve Türk kültüründen olanla olmayan biçiminde ikiye ayıran kanun, üç bölgeye taksim edilen 'mekanı' Türklüğün çoğaltılıp hakim kılınması temelinde yeniden düzenlemeye ve yerleşime açıyor. Biliminsanı kimliğinin ödünsüz ismi İsmail Beşikçi; 'Kürtlerin Mecburi İskanı' adlı kitabıyla kanunu sorgulayıp, Kürtler açısından değerlendirerek ciddi bir eleştiriye tabi tutmuştur. Jongerden ise kitabında Beşikçi'yi ve Kürtler adına yasayı değerlendiren başka kimseleri, kanunu sorgularken 'dar ve eksik' kalmakla eleştiriyor. Kanunun sadece Kürt isyanlarını bastırmak için bir araç olarak çıkmadığına, Türkler için bir anavatan yaratmak hedefinde olduğuna işaret etmiştir. Anadolu'nun Türkler için bir anavatan olarak tasarlanması ve böyle bir misyonla yüklenmiş siyasi coğrafyaya dönüşümü İttihatçılarla birlikte başlar. Yine cumhuriyet rejimi de Anadolu'nun ulusal bakımdan sahiplenilmesi için çokça fikir yürütüp, uğraş içinde olmuştur. Konuya dair 1930'ların iki önemli fikir dergisinin (Kadro ve Ülkü) karşılaştırıldığı kitapta, dönemin önemli isimlerinden sosyolog Nusret Kemal Köymen'in görüşlerine genişçe yer verilir. Toprak ile halk arasında yeni bir ilişki yaratılmasının zorunlu olduğunu, çıkarılan 2510 sayılı iskan kanununun bu temelde bir ulus inşasına olanak tanıyacağını savunan Köymen; köylülüğün halka dönüştürülmesi, ulusun bütünleştirilmesi doğrultusunda hayli kalem oynatmış.
Kırsal alanın kontrol altına alınması, köylülüğün halka dönüştürülmesi ve ulusun bütünleştirilmesi 1930'lar Türkiyesi'nin çokça tartıştığı konular olmuş. Modernleşme ve ulus inşası çalışmalarının birlikte yürüdüğünün adı olan bu tartışmalarda ileri sürülen bazı çözüm önerilerinin bugün hala tartışılıyor olması dikkat çekici. Kırsal alanda yaşamayı ve devletle çok sınırlı bir ilişki içinde bulunmayı sorun olarak addeden bu zihniyetin sahipleri, bir yerleşim yerini ve zaman içinde orada filizlenen kültürün varlığını yok sayarak, kağıt üzerinde merkez-köyler, köy-kentler ya da şehirköyler inşa etmekle, yeni bir toplum yaratmayı tasarlamışlardır. Tarım ve sanayinin bir araya getirilmesiyle oluşturulacak Tarsan'lar, köy ve kent arasındaki çelişkiye son verecek köy-kentler veya en çok rağbet gören haliyle merkez-köy projeleri yıllarca tartışma gündemlerinden ve uğraşıdan eksik kalmamıştır. Kitaptan öğrendiğimize göre, bu projelerin uygulanması için devlet birkaç kez karar almış ancak uygulamada bu hep akamete uğramıştır. Bu yönlü dikkat çekici kararlardan biri Aralık 1983'te Bakanlar Kurulu tarafından alınan merkez-köy projesinin uygulanması olup, bu kapsamda 4319 merkez-köy kurulması için bir liste yayınlamıştır. Listede yer alan köylerin yüzde 26'sının Kürt illerinde kurulacak olması elbetteki kararın en dikkat çekici yönüdür.
1990'ların ikinci yarısından sonra boşaltılan köylerin yeniden yerleşime açılması konusu gündeme geldi. 1998 yılında 'Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi' kapsamında yaptırılan araştırmalarda, köylerin boşaltılmasının büyük acılara sebep olduğu fakat, kırsal alanın yeniden şekillendirilmesi anlamında merkez-köyler kurulması için bir fırsat oluştuğu ve bu fırsattan yararlanılması gerektiği tavsiye edilmiştir. Lakin ordu ve Bölge'de güvenlikten sorumlu diğer makamlar önerilere karşı çıkmış, Bölge'nin yeniden yerleşime açılmasına sıcak yaklaşmamıştır. Bugünde aynı tutumunu sürdüren çevreler, kontrol dışı kırsal alanda gerillanın yeniden zemin bulacağından çekindikleri için 'köye dönüş' önünde zorluklar çıkarmaya devam etmektedirler. Jongerden bu sorunlu 'geri dönüş' sürecine dikkat çekerek, Diyarbakır'a bağlı İslamköy, Beruk, Matrani ve Mira köylerinde yaptığı gözlem ve araştırmaları sunuyor.
Türkiye'de 'yeniden iskana' tabi tutulan insanların sayısında net bir rakam olmadığı gibi, geri dönüşler konusunda da somut ve gerçek rakamlar bilinmemektedir. Gerçek istatistiki verilerin ortada bulunmaması, sorunu daimi bir belirsizlik evrenine sürükleyip, gerçekliğine koşut bir değerlendirmenin yapılmasının önünü kesmektedir. Bu anlamda geçmiş 'iskan' uygulamalarından ayrılan bugünkü 'yeniden iskan' pratiği, oldukça bilinçli bir tarzda belirli bir planlama ve şemadan kaçınılarak icra edilmiştir. Benzer uluslararası deneyimlerden çıkarılan sonuçların ışığında, göçe zorlanan insanlar, merkez-köy veya kamp tarzı yerleşim yerlerinde toplu olarak bulundurulmaktan kaçınılmıştır. Bunun meseleyi görünür kılacağı, uluslararası bir boyut kazandıracağı ve belirli yerlerde biriken kitleyi radikalleştireceği düşünülerek ısrarla uzak durulmuştur. Bu şekilde gerçekleştirdiği eylemi inkar eden devlet, suçlarını gizleyebildiği gibi, her türlü sorumluluktan da kendini azat etmiş oluyor. 'Bazı açıklamalara göre Türkiye, 20. yüzyılın sonunda dünyada görülen yerlerinden edilen insanlarla ilgili ikinci en büyük örneğin yaşandığı bir ülke. Ne var ki uluslararası insan haklarıyla ilgili topluluklar, bu konuda hemen hemen hiçbir şey yapmış değiller. Bu tepkisizlik, yerlerinden edilen vatandaşların (korunması ve bakımıyla ilgili) devletin herhangi bir sorumluluk almamasının sonucu, bunun nedeni de mağdurların ortada görülmemeleri (ABD, Mülteciler Komitesi, 1999: 1).'
(1) Zorunlu Göç ile Yüzleşmek : Türkiye'de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası. TESEV Yayınları.2006.
NAMIK KEMAL DİNÇ
Tarihci-Araştırmacı

Sözün bittiği an: 12 yaşındaki çocuğun kol ve kafasını kırdılar

feyzullahene Siirt'in dün gece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik gerçekleştirilen fiziki saldırıyı protesto etmek amacıyla ateş yakan gruba müdahale eden polis 12 yaşındaki Feyzullah Ene adlı çocuğu darp etti. Darp sonucunda kolu ve kafasın kırılan Ene'nin ayrıca sağ ayak bileğinin üstünde çatlak oluştu.
Siirt'in Seyrantepe Mahallesi'nde dün gece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik gerçekleştirilen fiziki saldırıyı protesto etmek amacıyla ateş yakan gruba müdahale eden polis olayla ilgisi olmadığı belirtilen 12 yaşındaki Feyzullah Ene isimli çocuğu darp etti. Darp nedeniyle Siirt Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Ene'nin sağ kolu kırılırken, kafasının sağ kısmında kırıklar ve sağ ayak bileğinde çatlak olduğu tespit edildi.feyzullahene2
Aile İHD'ye başvurdu
Yaşanan olayın ardından Ene ailesi polisler hakkında dava için İHD Siirt Şubesi'ne başvurarak hukuki yardım talebinde bulundu. Konuya ilişkin bilgi veren Ene'nin babası Mehmet Ene, oğlunun akşam saat 19.00'da dersini yapmak için mahalledeki arkadaşının evine gittiğini ve o sırada eylem yapan kişilere müdahale etmek için gelen polisler tarafından darp edildiğini söyledi. Aldığı darplar sonucunda oğlunun çevredekiler tarafından hastaneye kaldırıldığını anlatan baba Ene şunları belirtti: 'Bize bilgi verilmesi üzerine hastaneye gittik. Oğlum işkenceye maruz kalmıştı. Kafasında ve sağ kolunda kırık mevcuttur. Ayrıca sağ ayağında çatlak tespit edildi. Vücudunun hemen hemen tüm bölgesinde morluklar var. Kolunu ve bacağı alçıya alınan oğlumu bugün taburcu edecekler. Hastanede ben, annesi ve oğlum, polisler hakkında davacı olduğumuzu söyledik. Adli vaka olarak kayıtlara geçti. Oğluma yönelik saldırı bire bir yaşam hakkının sona erdirilmesi amaçlıdır. Bu yaştaki çocuğa yapılanlar kabul edilemez.'
ÖMER AYDINLI - SİİRT (DİHA)