Friday, October 17, 2008

Ceber’i böyle öldürdüler

İşkence sonucu yaşamını yitiren Engin Ceber’in arkadaşlarından şok ifadeler: Bizi hastanede bile dövdüler. İki gardiyan, Engin’in kafasını önce duvara, sonra da koğuşun demir kapısına defalarca vurdu. Engin bir süre sonra kendinden geçti

Engin Ceber ile birlikte işkence gören arkadaşları hastanede bile dayak yediklerini, Sarıyer İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde ise kelepçe ve kemerle birbirlerine bağlandıktan sonra polislerin kendileriyle hatıra fotoğrafı çektiklerini ifade etti.

PARMAKLIKLARA VURDULAR • Sabah sayımında koğuşa yaklaşık 10-15 gardiyanın geldiğini söyleyen Ceber’in arkadaşları gardiyanların sayımda ayağa kalkmayan Engin’i dövmeye başladığını söylediler. İki gardiyan’ın Engin’in kafasını tuttuğunu söyleyen Cihan Gün,”Gardiyanlardan biri Engin’in suratına vuruyordu. Diğeri ise kafasından tutup koğuş duvarına vurdu. Bununla yetinmeyip, Engin’i sürükleyip kafasını koğuşun havalandırma demir kapısına vurdular. Demir kapı kapalıydı ve bu olay yaklaşık beş dakika sürdü. Bizi daha sonra yukarı çıkardılar. Aşağıya indiğimizde Engin baygın bir halde sırt üstü koğuşun ortasında yatıyordu. Elini kolunu vücudunu sıkıyor, kasıyordu. Horultu şeklinde sesler çıkarıyordu” dedi.
Salı günü tahliye edilen Cihan Gün ve Aysu Baykal, Ceber’in babası Ali Tekin ve avukatlarıyla birlikte basın toplantısı düzenledi.
Gözaltına alındığı andan itibaren işkenceye maruz kaldıklarını belirten Baykal, Sarıyer Emniyet Müdürlüğü’nde polislerin kendileriyle hatıra fotoğrafı çektiklerini söyledi. Baykal, “Ceber’le birlikte dördümüzü kelepçeleyip sonra ikişer ikişer kemerle birbirimize bağlayarak arka arkaya sıraladılar. Bir polis bizi yere çöktürüp aramıza girdi. Kollarını omuzlarımıza atarak poz verdi, başka biri de cep telefonuyla fotoğraf çekti” dedi. 16trfs13ceber

HASTANEDE DE DAYAK YEDİK • Gün ve Baykal, gözaltı sırasında rapor almak için gittikleri İstinye Devlet Hastanesi’nde de polisler tarafından dövüldüklerini anlattı. Gün ise Metris Cezaevi’nde müdürün koğuşa gelerek hastalığı olup olmayanları sorduğunu ifade ederek, “Biz de işkenceye maruz kaldığımızı durumumuzun kötü olduğunu söyleyince, bize ‘Onu kasdetmedim. Kalp hastalığı vs olanları sordum’ dedi” diye konuştu. Gün, ayrı koğuşta olan Ceber ile duvar üzerinden kağıda yazarak konuştuklarını belirterek, “Bana sürekli dayatmalara ve işkenceye maruz kaldığını söyledi. Öleceğimi bilsem bile onların dayatmalarına uymayacağım dedi. Sözünde durdu dayak yiye yiye öldü” dedi.
Ceber’in babası Ali Tekin ise “Bu polisi nasıl, hangi okullarda yetiştiriyorlar. Ben onların akli dengesinin yerinde olduğunu düşünmüyorum. Bakan Şahin aradı üzgün olduğunu ve davanın takipçisi olduğunu söyledi. Ama gizlilik kararı var. Açığa alınanların tekrar göreve gelmeyeceğini nereden bileceğim” dedi.
Avukat Taylan Tanay ise teşhis edilenler arasında ikisi astsubay üç askerin bulunduğunu ancak açığa alınanların tamamının başgardiyan ve gardiyan olduğunun altını çizdi. Polis ve jandarma görevlileri hakkında da soruşturma açılmasını beklediklerini kaydeden Tanay, açığa alınanların bugüne kadar savcılık tarafından ifadelerinin alınarak tutuklanmış olmaları gerektiğini söyledi.

İŞKENCE İÇİN EĞİTİLMİŞLER • İstanbul Tabip Odası Başkanı Gençay Gürsoy, “İşlem gösteriyor ki kafaya iz bırakmayan ‘künt’ darbeler vurulmuş. Yani deride iz bırakmaması nedeniyle etrafına kubaş vb şeyler sarılı sert cisimler kullanılmış. Sanki işkence için eğitilmişler” diye konuştu.

MECLİS, CEZAEVLERİ VE KARAKOLLARA GİDECEK • Engin Ceber’in cezaevinde işkence sonucu ölmesi üzerine Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu harekete geçerek, İstanbul, Diyarbakır, Bandırma ve Sincan cezaevlerinde inceleme yapılması için bir alt komisyon kurdu. Komisyon Zafer Üskül başkanlığında toplanarak, karakollarda ve cezaevlerinde yaşanan olaylar ile işkence ve kötü muamele iddialarını görüştü. Komisyon, Adalet Bakanı Şahin, Engin Ceber’in cezaevinde işkence sonucu öldürüldüğünü kabul etmesi ve bu konuda soruşturma başlatılması nedeniyle, Ceber konusunda bir işlem yapmayacak. Toplantıda, CHP Milletvekili Ahmet Ersin, “Komisyon Engin Ceber ile ilgili yeterli çalışmayı yapmadı, komisyonu hadım ettiniz.” dedi. Ersin, Üskül’ü, “Başbakanlık İnsan Hakları Üst Kurulu bile komisyondan fazla çalıştı. Bir bürokrat bile senden fazla iş yapıyor. O hiç yoktan hem Adalet Bakanlığına, hem İçişleri Bakanlığına dilekçe gönderdi. Senin görevin dilekçe mi yazmak?” diye eleştirdi.
Görüşmelerin ardından, komisyonda dört yeni alt komisyon kurulması kararlaştırıldı. Buna göre, ceza ve tutukevleriyle ilgili kurulan alt komisyon, İstanbul, Diyarbakır, Bandırma ve Sincan ceza ve tutukevlerinde incelemeler yapacak. Altkomisyon Murat Yıldırım (AKP), Mithat Ekici (AKP), Gürcan Dağdaş (MHP), Fatih Arıkan (AKP) ve Melik Ejder Özdemir (CHP)’den oluşacak. Altkomisyon, cezaevlerinde güvenlik güçleri ve gardiyanların işkence ve kötü muamele uygulamaları yanı sıra, mahkumların birbirlerine yönelik baskıları da araştırıp, gündeme getirecek. İkinci alt komisyon ise İstanbul’da belirlenecek karakollarda inceleme yapacak.

“İŞKENCEYİ ASGARİYE İNDİRMEDE SAMİMİYİZ” • Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, işkenceyi asgariye indirme konusunda samimi bir çalışma içinde olduklarını anlatarak, Türkiye’nin bu konuda uluslararası iş birliğine açık olduğuna dikkati çekti. Şahin, BM’nin işkenceyle mücadeleyle ilgili sözleşmesinin bir an önce Türkiye tarafından kabul edilmesi için girişimde bulunmayı düşündüğünü ifade etti.
Akdeniz Ülkeleri Noterlik 2. Kolokyumu için Antalya’da bulunan Bakan Şahin, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Şahin, bir gazetecinin, Engin Ceber’in cezaevinde ölümünün ardından yurt dışındaki basın kuruluşlarında Hükümetin işkenceye yönelik politikalarının zafiyete uğradığı şeklinde yorumlarda bulunduğunu hatırlatması üzerine şunları söyledi: “Birçok ülkede, AB ülkelerinde de zaman zaman bu tür işkence olaylarına rastlıyoruz. Hiçbir ülke, (Benim ülkemde hiçbir işkence olayı olmamıştır) diyemez. Bunu sıfıra indirmek bir hedeftir. Ama istatistikler gösteriyor ki rakamlar geçmişe nispetle önemli ölçüde azaldı. Şimdi çok daha ciddi bir  mücadele yapmak durumundayız. Belki yasal denetim mekanizmaları dışında, sivil toplumda oluşacak bir denetim mekanizması kurabiliriz.’’
Şahin, işkenceyi önlemek için izleme kurullarının da olduğunu, bu kurulların çalışmasını düzenleyen yasanın daha fonksiyonel hale gelmesi için bir yıl önce değiştirildiğini hatırlattı. Şahin, ‘’BM’nin işkenceyle mücadeleyle ilgili bir sözleşmesi var. Onun da bir an önce Türkiye tarafından kabulü noktasında en azından Adalet Bakanı olarak girişimde bulunmayı düşündüğümü ifade etmek isterim’’ diye konuştu.

GERÇEKER: CEBER’İN ÖLÜMÜ ÜZÜCÜ • Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Metris Cezaevi’nde tutuklu bulanan Engin Ceber’in ölümüyle ilgili, ‘’Bunlar üzücü, olmaması gereken şeyler. Hiçbir zaman tasvip edilecek, tasvip edilmesi de söz  konusu olacak şeyler değil. Ama oluyor. Her toplumda yanlış yapan, doğru yapanların yanında mutlaka çıkıyor’’ dedi.
Antalya Belek’te düzenlenen Akdeniz Ülkeleri Noterlikleri 2. Kolokyumu toplantısına katılan Yargıtay Başkanı Gerçeker, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Gerçeker, “ Yargının işlevi, idarecilerin işlevi yanlış yapanların önüne geçmek, yanlış yapan da varsa gereken yaptırımını uygulamaktır.’’ dedi.

İŞKENCEYE TAZMİNAT YASADA VAR AMA UYGULANMIYOR • İşkence, Engin Ceber’in öldürülmesiyle yeniden gündeme gelirken, işkence nedeniyle devletin ödemek zorunda kaldığı tazminatların işkenceciye ödetilmesinin anayasaya konulmasına karşın altı yıldır uygulanmadığı gerçeğini de ortaya çıkardı.
Memurlar ve kamu görevlilerinin işkence ve kötü muameleden dolayı oluşan tazminat cezalarını ödemeleri ilk kez 26 Mart 2002 yılında kabul edilen uyum paketiyle anayasaya girdi. Anayasanın 129. maddesinde tazminatın işkence ve kötü muameleyi yapan personele rücu ettirilmesi, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” şeklinde düzenlendi. Aynı uyum paketiyle Devlet Memurları Kanununun 13. maddesine, “İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi” fıkrası eklendi. Ancak geçen altı yıllık sürede ceza işkencecilere ödettirilmedi.

BAKAN ŞAHİN’DEN İSTEDİ • Engin Ceber’in işkence sonucu öldürülmesi üzerine TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül tazminat cezaların işkenceciye ödettirilmesi konusunu yeniden gündeme getirdi. Üskül, Adalet Bakanı Şahin’le görüşerek uygulamanın hayata geçirilmesini istedi. Üskül’e göre, Anayasanın hükmü olarak amir bir hüküm, hemen uygulanabilir.
Adalet Bakanı Şahin ise “Rücu anayasamızda var ama doğrudan uygulanabilir mi, yoksa uygulama yönetmeliği gerekiyor mu onu inceletiyorum.”dedi.Taraf

KOMKAR´dan Uluslararası Basın Enstitüsü-IPI Başkanı´na mektup

komkar_logo Kürdistan Dernekleri Birliği-KOMKAR Genel Başkanı Bekir Topgider, Uluslararası Basın Enstitüsü Başkanı David Dadge´ye bir mektup yollayarak Türkiye´deki muhalif basınla dayanışma çağrısında bulundu.

KOMKAR´dan Uluslararası Basın Enstitüsü-IPI Başkanı´na mektup:

„Türkiye´deki muhalif basınla dayanışma içinde olun“

Kürdistan Dernekleri Birliği-KOMKAR Genel Başkanı Bekir Topgider, Uluslararası Basın Enstitüsü Başkanı David Dadge´ye bir mektup yollayarak Türkiye´deki muhalif basınla dayanışma çağrısında bulundu.

KOMKAR Genel Başkanı Bekir Topgider´in mektubu aşağıdadır:

“Uluslararası Basın Enstitüsü Başkanı Sayın David Dadge

Sayın Başkan,

Basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, sansür, basın-yayın organlarına ve çalışanlarına yönelik saldırılarla sürekli tartışılan Türkiye, bugünlerde Taraf gazetesine yönelik sansür nedeniyle bir kez daha gündemde. Taraf gazetesinin 14 Ekim 2008 tarihli sayısında yayınlanan "Aktütün'ü İtiraf Edin Demiştik... Biz Açıklıyoruz" başlıklı haberine, Genelkurmay Askeri Mahkemesi tarafından yayın yasağı kondu. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı'nın talebi üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi'nin aldığı "yayın yasağı"na 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 329. maddesinde belirtilen "devletin güvenliğine ilişkin bilgileri açıklamak" suçuna "vücut verebilme ihtimali" gerekçe gösterildi.

Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, yayın yasağı kararından bir gün önce yaptığı basın toplantısında „Bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum başarılı gibi gösterenler, tekrar ifade ediyorum, başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğunu ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri bugün her zamankinden daha güçlü, daha kararlı, daha azimlidir. Son sözüm şudur, herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum“ sözleriyle basını açıkça tehdit etti.

Sayın Başkan,

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Türk yazar Orhan Pamuk´un, bugünlerde gerçekleştirilen ve Türkiye´nin onur konuğu olduğu Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı´nın açılışında yaptığı konuşmada da belirttiği gibi, Türkiye´de basın, bugün de ciddi engeller ve baskılarla karşı karşıyadır. Özellikle Kürt sorunu konusunda devletin resmi ideolojisinin dışında yayın yapan muhalif sesler, gerek yasal, gerekse fiili engellerle karşı karşıyadır.

Sayın Başkan,

120 farklı ülkeden medya yöneticileri, yayın yönetmenleri, editörler, dünya çapında tanınan muhabirler ve akademisyenleri biraraya getiren ve „Özgür Basın“ sloganı ile kurulan IPI´yi, Türkiye´deki muhalif basının karşı karşıya olduğu sorunlara gerekli duyarlılığı göstermeye davet ediyoruz.

Türkiye´de baskı ve sansürle karşı karşıya olan muhalif basınla dayanışma içinde olacağınıza olan inancımızla saygılar sunuyoruz.

16. 10. 2008

 


Bekir Topgider

Kürdistan Dernekleri Birliği-KOMKAR

Genel Başkanı“

Dewleta Tirk rûyê xwe yê kirêt careke din eşkere kir:

„Êrîş li ser standa Kurdistanê“

Peyayên dewleta Tirk yên devbixwîn êrîş birin ser standa Kurdistanê ya Peşangeha Pirtûkan a Frankfurtê, nexşa Kurdistanê çirandin.

Pêşangeha Pirtûkan ya Navnetewî a Frankfurtê her sal tê amade kirin û Tirkiye îsal „mêvanê rûmetê“ ya pêşangehê ye. Dirûşma dewleta Tirk ya ji bo pêşangehê „Bi her rengê xwe ve Tirkiye“ ye. Dewleta Tirk bi vê dirûşmê, xwe di qada navnetewî da wek dewleteke demokrat dide nasîn û îddia dike, ku ew çand û edebiyatên her rengî dipejirîne û hurmet li wan nîşan dide.

Lê belê ji despêka pêşangehê vir da çapemeniya Tirk ya regezperest û balyozxaneyên dewleta Tirk rûyê xwe yê rastî, yê dij-mirovî û dij-Kurd û êrîşkar eşkere kirin. Ji ber ku di pêşangehê da standên weşanxaneyên Kurdistana Başûr jî hebûn û di standan da nexşeyên Kurdistanê û ala Kurdistanê dardakirî bûn, medya Tirk û berpirsiyarên balyozxaneyên dewleta Tirk har û dîn bûn. Dest bi propoganda dij-Kurd kirin. Nexşeyên Kurdistanê wek nîşana cudaxwaziyê, ala Kurdistanê jî wek „ala PKK“ bi nav kirin.

Li ser van propagandan, regezperestên Tirk, şevek berê di programa têlevîzyona Dogu Perînçek „Ulusal Kanal“ê da bi eşkeretî îlan kirin, ku wê êrîş bibin ser standa Kurdistanê û rojtira dinê jî êrîşî standê kirin, nexşeya Kurdistanê çirandin. Berpirsiyarên standê didin zanîn, ku wan li ser van gefxwarinan polîsê Elman haydar kirine, lê polîs tu tedbîr negirtiye.

Eşkere ye, ku balyozxaneyên Tirkiyê, medya Tirk ya regezperest ne tenê li Tirkiyê û Kurdistanê, her weha li seranserê Ewrupayê li dijî Kurdan zmaneke êrîşkariyê bikar tîne. Gurên wan yên devbixwîn jî hiç texsîr nakin û erkên xwe tînin cîh. Tê zanîn, ku demek berê li bajarê Wuppertalê standa KOMKARê jî ber bi êrîşa Tirkên hov hatibû, lê wan bersivên xwe girtibûn.

Balkêş e, ku regezperest û faşîstên Tirk yên her rengî, li dijî Kurd û Kurdistanê helwesta xwe dikin yek û bi yek dengî êrîşî Kurd û dezgehên Kurdan dikin. Divê ev yek ji bo me Kurdan jî bibe mînak. Divê çi bakûr û çi başûr, çi rojhilat û çi rojava, Kurd di doza netewî da li seranserê cîhanê hêzên xwe bikin yek û bi yek dengî helwest bigrin.

Em careke din bala dewlet û polîsê Elman dikşînin li ser êrîşkariya balyozxane, medya Tirk û Tirkên faşîst. Divê polîsa Elman bi berpirsiyarî tevbigere û tedbîrên ciddî bistîne. Divê êrîşkar bi lez bên dadgeh û seza kirin.

Em wek KOMKAR êrîşa hovane ya li ser standa Kurdistanê bi tundî şermezar dikin û pişgiriya xwe eşkere dikin.

17.10.2008

Aleviler Ankara'ya yürüyor

alevi_dedesi300x200 Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) organizasyonu ile Aleviler, zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane yapılması amacıyla 7, 8, 9 Kasım tarihlerinde Ankara'ya yürüyecek.
PSAKD, zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, Alevi kültürünün önündeki engellerin kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesi talebiyle Türkiye'nin dört bir tarafından Ankara'ya yürüyüş düzenliyor. Türkiye'nin doğusundan Varto, batısından Çerkezköy'den başlayacak olan yürüyüşe 10 bin Alevi'yi Ankara'ya yürütmeyi amaçlayan PSAKD, talepleri karşılanırsa söz konusu 'alevi açılımı'nın bir anlam taşıyacağına vurgu yapacak. 7, 8, 9 Kasım tarihlerinde yapılacak yürüyüşte, talepler dile getirilecek ve duyarlılık talebinde bulunulacak.
Yolsuzluk, yoksulluk ve Kürt sorunu gündemde olacak
Başta Alevilerin talepleri olmak üzere, Türkiye'de yaşanan yoksulluk ve yolsuzluk konuları da mitingin teması arasında yer alacak. Türkiye'nin doğusu ve batısından başlatılan mitingde yaşanan linç girişimleri ve Kürt sorunun çözümsüzlüğü de protesto edilecek. Konuya ilişkin PSAKD tarafından 19 Ekim'de basın açıklaması yapılması bekleniyor.ANKARA (DİHA)

Frankfurt Kitap Fuarı'nda Kürdistan standına saldırı

Kurdistan-haritasi Almanya'nın Frankfurt kentinde resmi açılışı dün yapılan 60. Frankfurt Kitap Fuarında Federe Kürdistan Bölgesi standına bir grup aşırı sağcı Türk tarafından saldırı yapıldı.

Türk basının ’Frankfurt Kitap Fuarı'nda harita rezaleti’, ‘Bölücü Kürdistan haritası’ haberleri ardından bir grup aşırı sağcı Türk, Federe Kürdistan Bölgesi’nin standına saldırdı. Kürdistan standı yetkilileri dünden bu yana Türk gazetecilerinin provokasyon girişimleri sonucu saldırıya maruz kaldıklarını söylediler. Alman polisine önlem alması konusunda dün uyarı yaptıklarını ancak polisin uyarıyı ciddiye almadığını belirten stand yetkilileri saldırıyı kınadı. 

Saat 14:00 sıralarında gerçekleşen saldırı ardından polis Kürdistan standı önünde geniş güvenlik önlemleri aldığı görülürken, dünya basını Kürdistan standına gelerek yayın yaptılar. Saldırganların Kürdistan haritasını yırtmaları ardından standa 2 yeni harita daha asıldı.  Türk basını ve Türk büyükelçiliğinin tarafından bu grubun kışkırtıldığını söyleyen Kürt yetkilileri, saldırıyla ilgili bir basın toplantısı düzenleyecekler.boykotuniversitedicle1


 

Diyarbakır'da 50 öğrenci gözaltına alındı
Diyarbakır'da gözaltına alınan öğrencilerin sayısının 50'ye yükseldiği öğrenildi.
TZPKurdi'nin başlattığı 'Êdi Bes e anadilde eğitim istiyorum' kampanyası çerçevesinde Dicle Üniversitesi'nde (DÜ) yapılan yürüyüşe katıldıkları gerekçesiyle 7 öğrenci akşam saatlerinde gözaltına alınmıştı. Aynı gerekçeyle şu saate kadar 50 öğrencinin gözaltına alındığı öğrenildi. Gözaltına alınanların İl Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğü bildirildi. Öte yandan Koşuyolu, Ofis semtlerinde de sivil ve resmi giyimli polisler tarafından araçlar durdurularak üst ve araç araması yapıyor.
DİYARBAKIR (DİHA)

Linç Kültürü-Hülya Yetişen

7948-der-linc[1] Ağlayan bir çocuk görmüştüm. Ufacıktı elleri daha, gizleyemiyordu gözyaşlarını.  Eğildim, silmek istedim gözyaşlarını. Başını çevirerek izin vermedi. “Bakkal amcanın oğlu öldü” dedi, ağlama sesini yükselterek. Yavrusunun hüzünle ağlamasına dayanamayan anne “ Senin kardeşin değil ki! O yabancı!!!” deyince hıçkırıkları ve ağlama sesi kesildi çocuğun.

Durdu, düşündü çocuk. Gözyaşlarıyla birlikte sildi hafızasından yaşıtı olduğu bakkal amcanın oğlunu. Büyükler doğru söyler ya! Yabancı bir çocuk için ağlamak gerekmiyordu...

Türkiye’de ötekileşme, ötekileştirmeyi yaşıyoruz. Bir ülkenin hem yetimi, hem öksüzü, hem de ötekisi, azı, azınlığı olmak kolay değil. Esirgemeyen, bağışlamayan bu devlette, kimsesiz ve kimliksiz olmak ölümcül bir gerçekliktir. Cumhuriyet her yaşta utanmayı öğretti bize. Türk olmayan her şeyi ve herkesi yok saymayı da. Sürekli ve kesintisiz bir utanma  hali  bizimkisi. Tutunacak ve sığınılacak  bir göz bırakmadı bize.

Türkiye’nin Batı şehirlerinde ve kasabalarında Kürtlere yönelik gelişen ve lince varan  ırkçı saldırılar, Güney Kurdistan’a yapılması öngörülen  askeri operasyon ile ilgili  Tezkere’nin Meclis’ten büyük bir  çoğunlukla geçmesi, Kürdistanı’nda  OHAL’in tekrar gündeme gelmesi, işkenceyle cezaevinde Engin Ceber’in öldürülmesi,  Fethi Naci’nin ‘İnsanlık Tükenmez’ sözünü  silindir gibi ezip geçiyor. İnsanoğlu ve insankızı durmadan tükenerek  azalıyor. Her bilinç, karşısındakinin ölümünü izlerken, kendini de yok etmeye devam ediyor.

Türkiye, korkularına göre siyaset oluşturan bir devlet yapılanmasına sahiptir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Batı’ya anti-emperyalist kaygıyla yakınlaşıldığı dönemde, Osmanlı korkusu başattı. Sonra Kürt isyanlarını bahane ederek  yarattıkları Kürt korkusu, ABD’nin desteği ile sovyet ve  komünizm korkusu, şeriat korkusu......uzayıp gider bu korku zinciri.

Shymalan, “Village”  filminde iktidar ve korku arasındaki ilişkiyi çok boyutlu önümüze koymuştu. Köy halkının dışarıya çıkmasını istemeyen ihtiyar heyeti, geceleri kostümlerini giyerek köyü kuşatan ormanın içerisinde dolaşıp çeşitli sesler çıkarıyorlardı. Bu korku, köylülerin onlara itaatini kolaylaştırdığı gibi, köy dışında herşeye canavarmış gözüyle baktıkları için, ihtiyar heyetinin varlığını tehlikeye düşürecek dış dünya ile iletişim olanaklarından da  mahrum bırakıyordu..

Bu canavarlaşma aygıtı, Türkiye’de komünistler, Ermeniler, Kürtler, Müslümanlar...... biçiminde değişip gidiyor. Bir kültür haline dönüşüyor. Linç, toplumun dokusuna işleniyor:

1955 yılında, 6-7 Eylül olayları olarak geçen, Rumlara yönelik saldırılar, 24 Aralık 1978’de 111 kişinin öldüğü Maraş Katliamı, 5 Temmuz 1980’de Çorum olayları, 5 bin kişinin can verdiği olaylar sonrası yaşanılan  12 Eylül askeri darbesi, 1 Mayıs 1977 katliamı, Nevroz kutlamaları sırasında Mersin’de yaşanan bayrak krizi, 1993’teki Sivas Madımak katliamı, Trabzon’da bildiri dağıtan 5 gence yönelik linç  girişimi, ve en son da Altınova’da, Adana’da Kürtlere yönelik linç girişimleri ve bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Gelinen noktada gücünü linç kültüründen alan ve daha üst boyutlarda yaşanması muhtemel olaylarla karşı karşıyayız. Etnik bir yapının yaşam hakkının ciddi bir tehdit altında olduğu böylesi bir süreçte hâlâ ve telaşla üst alıntılara dayalı siyasi projeler/perspektifler üreten siyasetler, iflas ettiklerini artık görmelidirler.

Linç kültürü, ve olaylarına karşı somut önerme ve eylemlerle siyaset arenasına girecek olan sol, halklar nezdinde yitirdiği itibarını yeniden kazanabilir. Bu da olumsuzluklar içinde bir şanstır.Hülya Yetişen WWW.KURDISTAN-POST.COM

Barzani tüm isteklerimizi karşılayamaz…

mehmet%20ali%20birand M.Ali Birand-Posta

Türk toplumu Barzani’ye çok kızgın.      

Herşeyin başında, bize gereken desteği vermediğinden dolayı kızgın. PKK’yı durdurmadığı veya durduramadığı için son derece kızgın.       

Üstelik sadece bu kadar da değil.           

Daha dün aşiret reisi olarak gördüğü birinin, bugün karşısına neredeyse bir Devlet Başkanı gibi çıkmasını galiba pek hazmedemiyor. Daha düne kadar, sıkıştıkça Türkiye’den destek isteyen, Talabani ile kavgasını kazanabilmek için Ankara’dan silah alan birinin bugün koskoca Türkiye’ye meydan okumasını içine sindiremiyor.          

Türk toplumu Barzani’yi küçümsüyor.           

Dönemin değiştiğini, koşulların değiştiğini, dengelerin ve bölgedeki rollerin değiştiğini anlayamıyoruz veya anlamak istemiyoruz.           

Hala eskilerde yaşıyoruz.           

Hala “ Bizim verdiğimiz pasaportla dolaşırdı, şimdi adam oldu” diyoruz.           

Şu sıralarda ise, o eski aşiret reisinden medet umuyoruz. Ondan gereken desteği elde edemediğimiz taktirde, PKK ile mücadelemiz güçleşecek.

           

Beklentilerimizin listesi de oldukça uzun:

►PKK’nın lider kadrosunu yakalayıp bize teslim edin.

►Sınır boyundakilerden başlayarak, Kandil’deki kampları dağıtın ►PKK’nın K.Irak’ta kamp kurmasını engelleyin.

►PKK’nın K.Irak’ta dolaşmasını, silah ve cephane taşımasını  engellemek için kontrol noktaları oluşturun.

►Hava alanlarında kontrolleri arttırın ve PKK liderlerinin giriş çıkışlarını durdurun.

►Türkiye aleyhinde ve PKK lehinde açıklamalar yapmayın ve Washington’un yaptığı gibi, Ankara ile sürekli istihbarat alış verişine girin..

 

Ancak kendi kendimize “Acaba Barzani bu beklentilerimizi yerine getirebilir mi? Hepsini olmasa dahi, yarısını karşılayabilir mi ?” diye sormuyoruz.
Barzani’nin sorunlarını, kendi içindeki dengeleri ve neleri yapıp neleri yapamayacağını düşünmüyoruz. Kendimizi onun yerine koymuyoruz.           

Barzani’nin yukarıdaki listemizin tümünü değil yarısını dahi yerine getiremez.
Bunu yapması PKK’ya savaş ilan etmesi anlamına gelir ki, bu da Kürdün Kürdü kırması demektir. Ne gücü yeterlidir, nede moral açıdan böyle bir eyleme hazırdır.

Buna karşılık, Türkiye’ye sınırlı dahi olsa destek verebilir. Bunun koşulu da, bizim Barzani’yi daha iyi anlamamız, küçük görmememiz, varsa ihtiyaçlarını karşılamamız ve birlikte adım atmayı kabul etmemizdir.

 

O  DA , TÜRKİYE’Yİ ANLAMALIDIR

Madalyonun bir de diğer tarafı var.                       

Nasıl bizler Barzani’yi anlamalı, yapabilecekleri kadarını istemeli ve birlikte hareket etmeliysek, O’nun da bizi anlaması ve Türkiye’de yanan ateşi hissetmesi gerekir.Zira Ankara’dan bakıldığında, Barzani’nin iyi niyetle yaklaşabileceği, hatta kısıtlı dahi olsa destek verebileceği noktalar var.
Kuzey Irak Yönetimi Başkanı acaba Türkiye’yi iyi okuyabiliyor mu ?                       

Türkiye’deki yangının giderek arttığının farkında mı?                       

Kürt-Türk iç içeliğinin, birlikte yaşama koşullarının giderek tehlikeye girdiğini hissetmiyor mu?                       

Eğer yarın bu topraklar üzerinde bir Türk- Kürt çatışması çıkarsa, unutmayalım ki, bu yangın çok kısa sürede Kuzey Irak’a da sıçrar.                       

Doğrudur, Irak’ın istilasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Mesud Barzani ile ilişkilerini gerginleştirdi. Kerkük ve Bağımsızlık çalışmaları Ankara’yı gerdi. Ancak bugün, artık bu iki konuda da mesafe alındı. Her iki sorun da çok daha ileriye ertelendi. Dolayısıyla, yeni bir sayfa açmanın zamanı geldi.                       

Kim ne derse desin, Türkiye K.Irak Kürtleri için tek çıkış, tek güvenlik unsurudur. Kürtler sırtlarını İran’a değil, Türkiye’ye dayadıkları sürece güvencede kalabilirler. Kürtler Türkiye ile iyi ilişki kurdukları oranda, daha kolay zenginleşir. Batıya gitmelerinin tek yolu da yine Türkiye’den geçer.                       

PKK ile savaşmaları, PKK’lıları öldürmeleri de gerekmiyor.

Ankara’nın tek istediği, bu kanserin Kuzey Irak’ta yerleşmesinin ve oradan gelip Türkiye’de insanları öldürmesinin kontrol altına alınması. PKK’nın ellerini kollarını sallayarak dolaşmalarının engellenmesi.                       

Gerisini bırakın bir hallederiz.                       

Bunu da, hem güvenlik önlemleri alarak, hem de işin esasına girerek hallederiz.                       

Yeter ki, Barzani ile diyalogu oluşturalım. Türk kamuoyundaki duyarlıklar artık ince diplomatik oyunları kaldıramayacak derecede yüksektir.                       

Yeter ki, Barzani de Türk kamuoyunu anlasın...                       

Unutmayalım, ne bizler Barzani’yi küçümseyerek veya döverek bir yere varabiliriz, ne de Barzani Türkiye’yi kendine düşman ederek bir şey kazanabilir.

PKK yenilse, DTP kapatılsa

gerila-ht M.Salih Erol WWW.KURDISTAN-POST.ORG

Bezele Baskını’ndan sonra Kürt Sorunu’ndaki tartışmalar iyice kızıştı. Türkiye gibi, hatalarını tartışma konusu yapmayan bir devlet yapısı göz önüne alındığında demektir ki, bu tartışmalar devlet eliyle yapılıyor. Mantık itibariyle düşünülecek olursa meselenin tartışılıyor olması iyidir, desteklemek de lazım.

Fakat...

Tartışmalar şekillendikçe, bildiğimiz osmanlı oyunlarından birinin tekrar sahnelenmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Ve ister istemez gardınızı almak zorunda kalıyorsunuz.

Devletin kiminle problemi var?

PKK’yle.

Peki, devlet kiminle irtibat halinde?

Güneyli Kürtlerle.

İşte Osmanlı oyunu dediğimiz bu. İşinize gelmediği zaman, “üç beş çapulcu”, “aşiret lideri” filan diyerek kocaman bir halkı küçümseyeceksiniz, işiniz düştüğündeyse diplomatik diyaloglar geliştirmeye çalışacaksınız. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” lafına benzeyen bu konuyu tartışmaya gerek yok ama iyi niyetimize leke düşmesin diye yazmaya devam edelim...

Tartışıldığı gibi, devletin Barzani ile görüşmesinin iki sebebi olabilir; Bir, PKK ile savaşmasını istemek. İki, arabuluculuk görevi üstlenmelerini beklemek. Niyeti baştan belli olan böylesi arayışlar bir matematik problemi olmadığından aklı başında her insan, bu yanlış bir hesaptır ve tutmaz, der.

Çünkü;

PKK- Barzani çatışması Kürtlerin yakın tarihinde var olan ve her çeşitten Kürdün nefretle andığı tarifi mümkün olmayan müthiş bir sızıdır. Ne Saddam’ın kimyasalları, ne Dersim Katliamı, ne Qamişlo Katliamı, ne Mahabat Yenilgisi, ne de Kasaplar Deresi Katliamı Kürdün canını bu kadar acıtmamıştır. Kürtler, “bırakûji” dedikleri bu illeti bir daha hatırlamamak üzere tarihlerine gömmüşlerdir. Dolayısıyla Barzani buna ne cesaret gösterebilir, ne de tenezzül eder.

Arabuluculuk meselesine gelince...

Bu senaryo birincisinden daha başarısız ve tutması da ihtimal dışı. Barzani, “Madem ki arabuluculuk ve çözüm istiyorsunuz neden gidip meclisinizdeki legal yollarla seçilmiş temsilcilerle görüş müyorsunuz? dese, kim ne cevap verecek? PKK lideri Öcalan da ikide bir bu öneride bulunuyor.

DTP ise PKK ile olan gönül bağlarını inkâr etmiyor zaten. Açık açık diyorlar ki, Bu savaşın bitmesi için arabulucu olalım. Ayrıca “bizim tabanımızala PKK’nin tabanı bir”de diyorlar.

Böylesi sorunları çözmenin dünya da örnekleri de var üstelik. Mesela, ne Türkiye İngiltere kadar güçlü bir ülke ne de IRA, PKK kadar güçlü bir örgüt. İngilizler, hiç gocunmadan IRA temsilcisi Shin fine’le masaya oturdular. Üstelik Shin Fine’ın DTP kadar da gücü yok.

Açık söylüyorum;

Devletin dönüp dolaşacağı yer masaya oturmaktır. Ne Barzani’den savaşmasını beklemek ne de arabulucu olmasını istemek PKK’yi bitirir. Hatta daha ilerisini de söyleyelim, hiç bir güç PKK’yi bitirmez, ancak ve ancak PKK isterse kendini bitirir. Bunu militarist ve duygusal milli duygularla söylemiyorum. İki sebebi var; Bir, savaşla bitirilebilme şansı olsaydı dünyanın güçlü ordularından biri olan Türk Ordusu bu kadar zamandır bitirirdi. Bu tarz örgütlerin yapıları ortada, dağda bu kadar direnç gösteren bir yapılanma sıkışması durumunda şehre iner, inmesi durumunda hangi güç onların yapabileceği eylemleri durdurabilir ki, bu da iki. Üstelik bunun orta yerde örnekleri de var; Devletin yıllardan beri yenmeye çalıştığı bir sürü sol örgüt var ve militan sayıları da PKK gibi binlerle değil, onlarla ifade ediliyor. Devlet şehre inmiş bu örgütleri alt edebildi mi ki dağda sıkıştırdığı PKK ile şehirde başedebilsin? Diyarbakır’da polis otobüsüne yapılan saldırı şehre inmiş bir PKK’nin neler yapabileceğinin göstergesi değil de nedir?

Şu da var...

Diyelim ki PKK, istenildiği gibi kayıtsız şartsız bir şekilde teslim oldu veya yenildi ve onun uzantısı DTP de bitti. Peki, doğacak boşluktan faydalanarak oluşabilecek ve kendilerine şiddeti hedef seçen marjinal Kürt örgütlenmelerin yapabileceği tahribatların hesabını kim verebilir?

Ve Kürt tarafı...

Ne devletin bu kirli savaşı daha fazla kaldırabilecek gücü kaldı, ne de halkın acılara katlanabilecek kadar sabrı. Bu iş “ya olacak, ya olacak” aşamasına gelmiştir. Bundan gayrisi pazarlık işidir. “Pazarlık” kavramını sık sık ve özellikle kullanıyorum. Bu yüzden “sen bizim değerlerimize nasıl ticari bir mal muamelesi uygularsın” diyen tenkitler de alıyorum ama inançla ve inatla “pazarlık” diyorum, bu iş şu an pazarlık aşamasındadır.

Ve...

Kürtlerin cesur, başı dik, bir ileri iki geri adım atmayan, zorluklarla karşılaşınca yalpalamayan siyaset erbabına ihtiyacı vardır. Bu süreci destekleyecek de entellektüel çevreye. Her çeşitten Kürdün çözüme katkı sunacağı kesindir. Ayrılıklar ve fikir uyuşmazlıkları aslında doğru tespiti yapabilmek için gereklidir. Bir bütün olarak Kürt çevreler uyanık olmak zorundadır, ama sağduyusunu yitirmeden ve aklın yolunu terk etmeden. salihmehmet_1@hotmail.com M.Salih Erol WWW.KURDISTAN-POST.ORG

İmralı Cezaevi'nde Öcalan'a saldırı

imrali-ocalan_300 Asrın Hukuk bürosu avukatları, İmralı Tek Kişilik Kapalı Cezaevi'nde bulunan müvekkilleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a cezaevi personeli tarafından fiziki saldırı düzenlendiğini açıkladı.
Asrın Hukuk Bürosu avukatları tarafından yapılan açıklamada, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın cezaevi personelinin fiziki saldırısına maruz kaldığı belirtildi. Saldırıdan AKP hükümeti ve Genelkurmay Başkanlığı'nın sorumlu tutulduğu açıklamada, şunlara yer verildi: 'Müvekkilimiz Sayın Abdullah Öcalan, İmralı Tek Kişilik Kapalı Cezaevi'nde dokuz yıldır ağır tecrit koşullarında tutulmaktadır. Son beş yıldır da, defalarca hücre içinde hücre cezasına maruz bırakılmıştır. Müvekkilimize dönük tüm bu hukuk dışı uygulamalara, geçtiğimiz hafta, insanlık dışı, kötü muamele niteliğinde uygulamalar eklenmiştir.
Bu olay müvekkilimizin anlattığı şekliyle şöyle gelişmiştir: İmralı Cezaevi'nde bulunan müvekkilimizin odası, 'arama yapacağız' bahanesiyle görevlilerce dağıtılmıştır. Müvekkilimizin bu duruma itirazı üzerine kendisine, 'Sus, sen konuşamazsın, bir kelime bile konuşma hakkın yok' denilmiş, akabinde iki görevli kollarına girerek, müvekkilimiz yan odaya götürülmüş, bir görevli de arkadan sırtına bastırmak suretiyle yere çökmesine yol açmışlardır. Müvekkilimiz bu durum karşısında, 'Bu uygulamadansa beni öldürün daha iyi' demesi üzerine bir görevli 'Ona da sıra gelecek' şeklinde açık tehditte bulunmuştur.
İmralı'da 9 yıldır ilk kez uygulanan bu fiziki yönelim kuşkusuz işkence ve kötü muameledir. Müvekkilimize karşı uygulanan bu fiziki yönelimin, son dönemde artan çatışmalı ortam ile paralellik göstermesinin tesadüfi olmadığını düşünmekteyiz. Bu olayın gelişiminden hemen önce İmralı Cezaevi personelinin değiştirilmiş olması da dikkat çekicidir.
Bununla birlikte gerçekleşen uygulamanın kesinlikle cezaevi görevlilerinin bireysel tutumları olmadığını düşünüyoruz. İmralı Cezaevi'nin idari yapısı da göz önüne alındığında, İmralı'da, Başbakanlık Kriz Merkezi'nin talimatı dışında bir uygulamanın gerçekleşmeyeceği aşikardır. Dolayısıyla müvekkilimize dayatılan bu uygulamalar, 1982 Diyarbakır Cezaevi uygulamalarına benzemektedir.
Böylesi tahrik içerikli yaklaşımlar karşısında müvekkilimiz, halkına karşı sorumluluğu gereği sağduyulu hareket etmeyi esas alacağını ve buradaki tüm olumsuzluklardan devletin sorumlu olduğunu belirtmektedir. İmralı Cezaevi'nde, en yüksek 'güvenlik' koşullarında tutulan müvekkilimize yönelik gelişen ve gelişecek uygulamaların Genelkurmay ve Hükümetin bilgisi dışında gerçekleşmeyeceğini, dolayısıyla sorumluların derhal açığa çıkarılması için gereken devlet sorumluluğunun gösterilmesi gerekliliğini kamuoyuna bir kez daha hatırlatmak isteriz.'ocalanhalkserok


İSTANBUL (DİHA)

DTP MYK Öcalan için olağanüstü toplantı gerçekleştirdi
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik İmralı Cezaevi'nde fiziki saldırının ardından DTP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) olağan üstü toplandı. İmralı'da yaşananlardan AKP Hükümeti'nin sorumlu olduğunu belirten DTP MYK, hükümet nezdinde girişimlerde bulunacak. Görüşmelerde bu tür saldırıların çatışmalı ortamı daha da derinleştireceği uyarısı yapılacak.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a İmralı Cezaevi'nde fiziki saldırının duyulması üzerine DTP MYK olağanüstü toplantı. Saldırıyı değerlendiren DTP MYK, öncellikli olarak hükümet nezdinde girişimlerde bulunma kararı aldı. İmralı Cezaevi'nin Başbakanlık Kriz Merkezi'ne bağlı olduğunu belirten MYK, dolaysıyla yaşananlardan hükümetin sorumlu olduğunu kaydetti. MYK, yapılacak görüşmelerde bu tür saldırıların Türkiye'deki çatışmalı ortamı daha da derinleştireceği uyarısında bulundu.
DTP önünde yoğun güvenlik önlemi
DTP Genel Merkezi önünde yoğun güvenlik önlemi alınması ise dikkat çekti. Güvenlik önleminin, çatışmada yaşamını yitiren askerlerin çelenk bırakacak olması gösterildi. ANKARA - DİHA

KÜRT YÖNETİMİNDEN MUSUL’DAKİ HRİSTİYAN AİLELERE PARA YARDIMI...

Kurdistan Hristiyanlara yardim 15-Oct-08 [18:3]
PNA-Uzun bir süredir terörist grupların şiddetli saldırılarına maruz kalan Musul’daki binlerce Hristiyan aile evlerini terk etmek zorunda bırakıldılar. Bugün federal Kürdistan Bölge parlamentosu konuyu değerlendirmek üzere özel bir oturum gerçekleştirdi.

Musul’da Hristiyan ailelerine karşı gerçekleştirilen  terörist saldırıların oybirliği ile kınandığı bugünkü parlamento oturumunda, terörist gruplarca zorla  yerlerinden edinmiş Hristiyan ailelerine 100 milyon dinar para yardımında bulunması kararı alındı.

Irak ve Kürdistan’daki Hristiyan toplumunun liderlerinin de hazır bulunduğu bugünkü  parlamento oturumunda federal Bağdat hükümetine Musul’da Hristiyan ailelerine karşı başlatılan saldırılara  derhal müdahelede bulunması çağrısında bulunuldu.

Ayrıca Kürdistan parlamentosu  Musul’da Hristiyan ailelerine karşı başlatılan saldırılarına ilişkin bir araştırma komisyonu kurulması  yönünde  karar aldı.


 

Kürdistan - “MUSUL’DAKİ HRİSTİYANLARA YÖNELİK SALDIRILARIN ARKASINDA DIŞ GÜÇLER VAR”    

13-Oct-08 [13:31]
PNA- Irak Parlamentosu üyesi Hristiyan milletvekili Yunadm Yusuf Kena, Musul’daki Hristiyanlara yönelik saldırıların arkasında dış güçlerin gizli ajandalarının olduğunu söyledi.

Kena yaptığı açıklamada, Musul’da Hristiyanlara yönelik saldırıların arkasında dış güçlerin gizli ajandalarının olduğunu söyledi.

Musul’daki Hristiyanlara yönelik son saldırıların, seçim yasasında azınlıklarla ilgili olan ve kaldırılan 50. Maddeyle ilgisinin olmadığını reddeden Kena, “Bu yorumlar doğru değildir, asılsız ve doğruluktan uzaktır” dedi.

Hristiyan milletvekili Kena, Musul’da yaşanan saldırıların dış ajandaların çerçevesinde geldiğini, amaçlarının Irak’taki güvenlik ve istikrarı bozmak olduğunu vurguladı.

 

Kürdistan - MUSUL’DA SALDIRI: 1 HRİSTİYAN İŞADAMI ÖLDÜ.    


13-Oct-08 [12:55]
PNA-Musul kentinde düzenlenen saldırıda bir Hristiyan işadamının hayatını kaybettiği bildirildi.

Musul polisinden isminin açıklanmasını istemeyen bir kaynak, dün geç saatlerde kimliği belirsiz silahlı kişilerin kentin doğusundaki Eğa mahallesinde Hristiyanın sahibi olduğu müzik mağazasını basarak işadamını öldürdüğünü açıkladı.

Saldırıda işadamının yeğeninin de yaralandığı belirtildi.

Aynı kaynak, Musul’un kuzeyinde bulunan Gerac Şimal bölgesinde silahlı kişilerin  ateş açması sonucu bir polis memurunun hayatını kaybettiği bildirildi.

Öte yandan Irak hükümetinin resmi sözcüsü Ali El-Debbağ, takviye güvenlik güçlerinin Hristiyanları korumak amacıyla Musul'a gönderildiğini bildirdi.

“Kürdistan’ı daima müttefik ve dost olarak görüyoruz”

ingiliz heyet Kurdistanda Kürdistan - RAMMEL: “İNGİLTERE, KÜRDİSTAN’I MÜTTEFİK VE DOST OLARAK GÖRÜYOR”  
PNA-İngiltere yönetiminin Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Bill Rammell, ülkesinin Kürdistan’ı daima müttefik ve dost olarak gördüğünü söyledi.

Kürdistan Bölge Parlamanetosu Başkanı Adnan Müftü, dün İngiltere’nin Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Rammell ve İngiltere’nin Irak Büyükelçisi Christopher Prentice’i kabul etti.

Parlamento Başkan Yardımcısı Kemal Kerkuki’nin de hazır bulunduğu Görüşmede, genelde Irak özelde de Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi meseleler ele alınırken Kürdistan Bölgesi ile İngiltere arasındaki dostluk ilişkilerin geliştirilmesinin önemine vurgu yapıldı.

 

Görüşmede, Irak Daimi Anayasasında bulunan 140.madde, son zamanlarda Xaneqin’de meydana gelen olaylar ve yasa dışı 22 Temmuz grubunun oluşumu ele alındı.

Görüşme sırasında bir konuşma yapan Parlamento Başkanı Adnan Müftü, Yeni Irak’ta sorunların anayasal düzende ve diyalog yoluyla çözüme kavuşturulmasını istediklerini söyledi.

Hewler ve Bağdat arasında askıda kalan sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gereksinimine vurgu yapan Müftü, Bağdat’ta yapılan müzakerelerde sorunların açık bir şekilde Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile ele alınacağını kaydetti.

Müftü, bölge ülkelerin Irak’ın içişlerine müdahalede bulunmalarının siyasi sürecin başarılı olması önünde büyük bir sorun olduğunu da belirtti.

Son günlerde Musul’da 12 kişinin hayatını kaybetmesine ve yüzlerce kişinin evlerini terk etmesine yol açan, Hristiyanlara yönelik şiddet olaylarını da sert bir şekilde kınayan Müftü, Hristiyan vatandaşlara hak ve istekleri karşısında Kürdistan Bölge Parlamentosu’nun desteğini yineledi.

Kürdistan Bölgesi ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getiren İngiltere’nin Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Rammell da, İngiltere’nin Kürdistan’ı daima müttefik ve dost olarak gördüğünü söyledi.

Rammell ayrıca tüm sorunların çözümlenmesi amacıyla Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki müzakereleri önemli ve olumlu bir adım olarak niteledi.