Ortadoğu coğrafyasının en önemli özgünlüklerinden biri, çokkültürlü bir yapısı olmasıdır. Bu özgünlük, aslında artı bir değer olması gerekirken, devletçi zihniyetin otoriter anlayışı yüzünden azap haline gelebiliyor. Çünkü devletin belirli bir kesimin/ulusun elinde olması, diğer halklara karşı baskı/zor kullanmasına sebep oluyor. Ortadoğu'nun çokkültürlü yapısında yeri olan Alevilik, birçok devletin içindeki halkları belirli oranda etkilemiş, yaşamlarını değiştirmiş bulunmaktadır. Devletlerin, bu inanç karşısındaki tutumu, ya bu inancı ret etme ya da İran'da olduğu gibi, bir politik sistem haline getirme olmuştur. Ortadoğu'nun kendisine has olan kültürel yapısı, egemenlerin korkulu rüyası olmaktadır. Oluşturdukları sistemin kaygan bir yapısı olduğu için, hakim olan düşünce/inanç biçimini aşırılaştırarak, diğer inanç/düşünce sistemleri üzerinde tahakküm kurmasına sebep oluyor. Bu devlet(ler)in dinsel çalışmalarda çok ince politikalar üretmelerini de sağlıyor. Örneğin, son günlerde Türkiye'de devletinin hakim olduğu dinsel düşünce sistemi, (hakim olan ılımlı-islam/siyasal İslam sayesinde) ülke içerisinde bulunan, diğer dinlere 'ince asimilasyon' politikası diyebileceğimiz siyaseti uygulamaktadır. Devletin 80 yıllık pratiği, uygulanan baskının ne şekilde olduğunu gösteriyor. Özellikle 50'li yıllardan itibaren, gerçekleştirilen politikalar tam olarak, Türk-İslam sentezine dayalıdır. Çünkü, genç cumhuriyetin İslam'la olan ilişkisi hiçbir zaman kopartılamamıştır. Laisizm güç olamamış diyebiliriz. Buna dayalı olarak yeni bir siyasal anlayışı geliştirerek, hem devlete bağlı 'yurttaş'ları oluşturma, hem de din yönünden denetim altında bulundurabileceği bir sistem oluşturulmaya çalışılmıştır. Fakat isyanlar ve denetim dışı örgütlenmeler bu anlayışı ters-yüz etmiştir. Alevilik birçok araştırmacıyı çekmekte, birçok yazarı ve okuru, bu inanç biçimi üzerinde düşünmesine yol açmıştır. Araştırmacılar, genel anlamda Alevilik üzerinde fikir birliğini sağlayamamıştır. Bu aslında Alevilik açısından bir sorun değil, bilakis Alevilik inancının çok katmanlı, çokkültürlü topluluklarda vücut bulunduğunun göstergesidir. Evet birçok halkın kendi değerlerini Alevilikle özdeşleştirdiği bir gerçek. Fakat bunu sorun olarak görmek, ayrı bir yanılgı değil midir? Temel anlamda Aleviliğin, belirli bir ulusta vücut bulduğunu söylemek doğru mudur? Cevap, tabii ki hayırdır. Çünkü, Alevilik, Ortadoğu'nun geniş coğrafyasına yayılmış, ezilenlerin, yoksulların umudu haline gelmiştir. Haliyle, Aleviliği belirli bir 'dinin' egemenliği/mezhebi olarak görmek yanılgıdan ibarettir. Örneğin, Aleviliğin İslamiyet'in dogmatizmine karşı özgürlük çıkışı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, Muhammed'den sonra halifelik kurumunun otoriter zihniyetine karşı Ali ve Ali'nin yolundan gidenlerin özgürlükçü duruşu ortadadır. İslamiyet'in dönemin köleci-feodal yaşamına karşı başlattığı, isyancı ruh birçok ulusu etkilemiş, Ortadoğu'da aydınlanmayı yaşatarak, ilerici bir rol oynamıştır. Fakat birçok düşünce/inanç sisteminin yaşadığı temel sorunlardan biri olan, dogmatizmin, İslam'la buluşması çok geç olmamıştır. İslam'ın yayıldığı uluslarda, farklı yorumlama biçimleri oluşmuştur. Tabi ki, bir çok ulusu etkisine alan İslamiyet, kurumsal niteliğe sahip olarak, devletleşmeyi sağlamıştır. Devletleşmeyle birlikte, baskı, zor, ötekileştirme had safhaya ulaşmıştır. İslam'ın siyasal kimliğe bürünmesinden sonra, özgürlükçü rolü de kaybolmaya yüz tutmuştur. İktidarını koruma iç güdüsüyle, hakim olan Sunni mezhebi, İslamiyet'i farklı yorumlayan kesimlere karşı zora başvurmaktan asla çekinmemiştir. Türkiye'de şuan da iktidar olan AKP zihniyetinin, Alevilik üzerinde uyguladığı sistemli politikalar, aslında 80 yıllık devletin uyguladığı politikalardan pek farksız değildir. AKP'nin gelmiş olduğu siyasal çizgi, bunun net göstergesidir. Sistemli bir şekilde Aleviler üzerinde tahakküm kurmaya çalışan AKP'nin politikaları, 80'li yıllarda Kenan Evren'in, hız verdiği Türk-İslam sentezinden başka bir şey değildir. Örneğin, birçok siyasal akımda olan, savruldukça dökülen 'Alevi' Reha Çamuroğlu'nun, -Aleviler üzerinde etkisi olmamasına rağmen-, Erdoğan'ın danışmanlığına getirilerek, sözüm ona Alevileri etkilemeye çalışmıştır. Ama balık baştan kokar. Çünkü uyguladıkları politikalar, birkaç 'dede'lerin dışında kimseyi etkilememiş, hatta büyük tepkiye yol açmıştır. En sonunda, etkili olamayacağını anlayan 'alevi' Reha, danışmanlıktan istifa etmiştir. Türkiye'de Türk-İslam sentezinin getirdiği siyasal baskı, özelde Alevilere, genel de ise tüm muhalif hareketlerine karşıdır. Ülkede 1980'den beridir şiddetli bir şekilde uygulanan politikalar, belirli 'Alevi dede'lerini de etkileyerek, bu anlayış içerisinde eritmeye çalışmaktadır. Bu anlayışı sürdüren, kurumlar, Aleviliğin özünü kirletmeye, özgürlükçü, her türlü otoriter anlayışa karşı yükselttiği sesi boğmaya çalışmaktadır. Bu anlayış, özgürlükçü Alevilerce 'düşkün'lük olarak nitelendirilmektedir. Aleviler, baskı ve zulme karşı direnmeyi, erdemlilik olarak kabul etmektedir. Baskı varsa direnişte vardır. İşte bu anlayış, Alevilerin en büyük kurallarından biridir. Osmanlıdan günümüze, her türlü katliamları yaşamış Aleviler, muhalif olmayı, sistemle uyuşmamayı büyük bir yücelik olarak kabul etmiştir. Dersimde, Sivas'ta, bunu tüm egemenlere göstermişlerdir. Net olarak diyebiliriz ki, Aleviliğin İslamiyet'e yaptığı en büyük katkı, eşitlikçi, özgürlükçü anlayıştır. SERKAN AKTAŞ gundemonline.org |