Saturday, August 30, 2008

Mahkeme de mezarı bulmak istemiyor

seyit_riza1_b[1] Elazığ İdare Mahkemesi, Seyit Rıza'nın mezarının yerinin tespiti için torunları tarafından Elazığ Valiliği hakkında açtığı davayı ret etti. Kararın hukuka aykırı olduğunu belirten Av. Hüseyin Aygün ise, konuyu AİHM'e taşıyacaklarını söyledi.

 

Elazığ'da 15 Kasım 1937 tarihinde idam edilen Dersim İsyanı önderlerinden Seyit Rıza'nın torunları Rüstem Polat ve Leyla Ağlar, dedelerinin mezar yerinin kendilerine bildirilmesi talebiyle 27 Ekim 2006'da Elazığ Valiliği'ne ve ilgili kamu kurumlarına başvurdu. Başvurulara, Elazığ Belediyesi, Elazığ Cumhuriyet Başavclığı, Elazığ Sağlık Müdürlüğü arşivlerinde herhangi bir bilgi veya belgenin olmadağı cevabını verdi. Elazığ Valiliği de dilekçeye yanıt verme gereği bile duymadı. Bunun üzerine aile, 30 Ekim 2006'da Elazığ İdare Mahkemesi'nde valilik hakkında dava açtı. Aygün, mahkemeden valilik ve belediyenin arşivlerinde bulunmaması halinde konunun Milli Savunma Bakanlığı, TBMM ve Başbakanlığa sorulmasını istedi. Elazığ Valiliği, mahkemeye verdiği savunmasında, 'Davanın süre aşımına uğradığını, usule ilişkin olarak husumetin yanlış gösterildiğini, yapılan araştırmalarda konuyla ilgili herhangi bir kayda rastlanmadığını' iddia etti. Elazığ İdare Mahkemesi de iki yıl aradan sonra konuyla ilgili karar verdi.

Mahkeme, valiliğin 'Arşivlerde yok' şeklindeki açıklamasını yerinde bularak davanın reddine karar verdi. Mahkeme ayrıca resen araştırma yetkisi olmasına rağmen bu yetkisini kullanmayarak ailelerin 'TBMM, Milli Savunma Bakanlığı ve Başbakanlığa sorulsun' talebini de görmezden geldi.

Ama aynı mahkeme kararının devamında ise kendisinin yapması gereken bir araştırmayı aileye bırakarak Milli Savunma Bakanlığı'na konunun sorulabileceğini açıkladı. Mahkeme kararının umut kırıcı olduğunu belirten Av. Aygün, kararın hukuka aykırı olduğunu ve kararı temyiz için Danıştay'a başvuracaklarını söyledi. Sonuç alamadıkları takdirde AİHM'e gideceklerini ifade eden Av. Aygün, 'Belediye ve valilik elinde belge bulunmamasının mahkeme tarafından hukuka uygun ve normal bulunması imkansız. Mezarlıklar Hakkında Nizamname'ye göre Elazığ Belediyesi'nin elinde belge bulunması gerekir' dedi. DERSİM / DİHA

 

‘Dilimden koparılışımı hiç affedemiyorum!’

“Ne olursa olsun, dilimden koparılışımı hiç ama hiç affedemiyorum. Yarım yarım yaşıyorum. Sözlü edebiyatı bir hayli gelişkin olan dilimden masallar dinleyemeyişim, Cegerxwîn’i Kürtçe’den okuyamayışım, bir Kürtçe koyu sohbete salt dinleyici olarak, konuşamadan yabancı kalışım kahredici durum…”

omerfarukhatipoglu Şair Ömer Faruk Hatipoğlu ilk şiir kitabı ‘Düş Değil’ (1995) ile yazın dünyasına adımını attı. Şiirleri birçok sanat ve edebiyat dergisinde yayımlanan Hatipoğlu ‘Düş Değil’, ‘İnce’, ‘Sevdim Çocuk Yanımla’ ve ‘Ateşi Utandıran Yangın’ kitaplarıyla şiirdeki ısrarını sürdürdü. Hatipoğlu ile yaşamını ve şiir serüvenini konuştuk.
Türkçe yazan Kürt bir şairsiniz. Genel anlamda Kürt dili ve kültürüne yönelik hala süren asimilasyon politikaları var. Siz bu politikalardan nasıl etkilendiniz?
Ailem yaklaşık iki yüz yıl önce bu bölgeye yerleşen Xelîkan Aşireti’ne mensup bir aile. Ben doğmadan önce köyümden, şimdiki adı Gölyazı olan Xelîkan’dan göç ederek Cihanbeyli’ye yerleşmişiz. Yetiştiğim çevre (Okulu eklemeye gerek yok!), baskın dil Türkçe’nin, -hala olduğu gibi- egemenliğindeydi ki dilimin en azından bende ve çocuklarımda yitmesine neden oldu. Bu yaşamım boyunca bir yarımın olmaması anlamına geldi hep. Başka bir yerde de belirttiğim gibi, on bin yıldır akan çok kollu bir nehir dimağımda kurudu. Kürt dili ve kültürü üstündeki baskıyı yinelemeye gerek yok; çünkü malûmun ilamı. Yıllardır yok sayıldı, bilimi tarihi güldürecek bir biçimde, Hint Aryen dil grubuna üye bir dil, Ural Altay dil grubundan Türkçe’ye eklemlenmeye çalışıldı. Bugün koşullu bir kabullenme olsa da yetersiz. Benim gibi binlerce milyonlarca insan anadilinde eğitim almadığı için dilinden koparılmış. Burada bir not düşmek gerekiyor: Sözünü ettiğim Xelîkan aşireti asimilasyon politikalarına karşın düne kadar dilini ve kültürünü korudu. Ama yeniden göçler ve sözde kentleşme, aşiret yapısı ile birlikte dile de zarar vermeye başladı.
Kürtçe öğrenmek ve Kürtçe yazmak için hiç çabanız oldu mu? Buna paralel olarak muhalif bir kimlikle de olsa, şiirlerinizin Türkçe edebiyata katkı sunuyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Az çok anlasam da, Kürtçe’yi konuşamayışım, bende tanımı zor bir mahçubiyet duygusu yarattı. İçinizde yakıcı bir öğrenme isteği olsa da; bu saklanma durumu, Kürtçe kurs olanağının olmayışı, evde Kürtçeyi bilen ebeveynin Türkçe konuşması, dilinizin kapalı demir kapısını daha da paslandırıyor sonuçta. Aslında belki de öğrenme isteği geciken bir istekti. Şiirin içine girdikçe Kürtçe yazma dürtüsü acıtıcı bir hal aldı. Dilimi daha da özleten bir şey oldu şiir. Öğrenme amaçlı geç kişisel çabalar da sonuç vermedi. Kaldı ki, Kürtçe’yi yazacak bir düzeyde bilmek için dilin içine doğmak ve akademik bir eğitim almak gerekiyor.
Biliyorsunuz Çek yazar Franz Kafka yapıtlarını Almanca’dan verdi. Bizim Yaşar Kemal’imiz de bir Kürt olmasına karşın romanlarını Türkçe yazıyor. Bu örnekler çoğaltılabilir. Elbette edebiyata bir katkımız olacaksa, dilimizden katkı sunsaydık, dolayısıyla dilimize katkımız olsaydı daha iyi olurdu. Ama aslolan kalıcı şiirse, sevdiğim ve bu coğrafyanın başka güzel bir dilinden ürün vermek de kötü değil. Edebiyat evrenseldir. Bir dilden yazılmış ürün, ikinci bir dile çevrildiğinde o dilden bir şey kalmamaktadır. Mehmed Uzun’un bir romanı diyelim Norveççe’ye çevrildi. Türkçeden çevrilmesi ile bir farkı kalmıyor çevrildikten sonra.
Ne olursa olsun, dilimden koparılışımı hiç ama hiç affedemiyorum. Yarım yarım yaşıyorum. Sözlü edebiyatı bir hayli gelişkin olan dilimden masallar dinleyemeyişim, Cegerxwîn’i Kürtçe’den okuyamayışım, bir Kürtçe koyu sohbete salt dinleyici olarak, konuşamadan yabancı kalışımın kahredici durumu, yarım yarım yaşamak sınırını bütüne doğru genişletiyor. Ama Türkçe yazmaktan da asla gocunmuyorum. Önemli ve değerli olan yazdığınız dilin hakkını vermektir. Verebilirseniz ne ala!
Şiir yazmaya ne zaman ve nasıl başladığınız? Yazmaya başlamadan önce hangi yazar ve şairleri okudunuz?
Bir başlangıç tarihi yok! Şiir derken şimdi yazdığım şiir gibisi değil. Şiirimsiler, şiir sandıklarım kastım. İçimde bir dürtü daha çocuk yaşlarda sanki; ‘Şiir yaz! şiir yaz!’ diyordu. Fazla şiir ezberim yoktur, ama çok küçük yaşlarda Yunus Emre’nin “Biz dünyadan gider olduk” diye başlayan şiirini ezberlediğimi anımsıyorum. Demek ki ilk okuduğum şair Yunus. Ortaokuldayken de A.Kadir’in yazdığı ‘1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet’ adlı yasak kitabından, Nazım Hikmet’in ‘Karıma Mektuplar’ın birkaç bölümünü ezberlediğimi biliyorum. Bizim kuşak Nazım’dan ve Ahmed Arif’ten beslendi. Ben de doğal olarak onları okudum. Evimizde bir de Mehmet Akif okunurdu. Babamdan onun ve Ziya Paşa’nın şiirlerini dinleyerek büyüdüm.
Şiirlerinize Kürdistan’dan uzak olmanın etkisi oldu mu?
Uzak kalmanın, hayır olmadı. Kaldı ki böyle bir coğrafya olsa da yok!
Yok derken?
Elbette Ortadoğu’nun en kadim halklarından Kürtler’in yaşadığı coğrafyanın adıydı Kürdistan. Osmanlı fermanlardan biliyoruz ki bölge Kürdistan diye adlandırılıyordu. Alpaslan’ın Anadolu’ya girmesini sağlayan Kürt Beylikleri’nden önce de sonra da Kürt Beylikleri vardı! Asur’u yıkan, tüm Kürt Klanlıkları’nı bir araya toplayan, Herodot’un da andığı Med İmparatoru Keyakisar’dan önce de sonra da Kürtler o coğrafyada yaşıyorlardı. Xallan Çem, Nevala Çori başta olmak üzere son yirmi yılda kazısı yapılan tüm höyüklerden batılı bilim insanlarının çıkardığı sonuca; İzady’ye, bu yılın nisan ayında yitirdiğimiz Cemşid Bender başta olmak üzere kimi tarihçilere göre 5000 yıldır; hatta Hurriler’in, Gutiler’in ataları olduğu iddiasının tam anlamıyla gerçeklik kazandığı var sayılırsa; 5000 değil, 10000 yıldır, Neolitik çağdan bu yana Kürtler’in yaşadığı coğrafya!..
Binlerce yıldır kimi uygarlığın kurulmasında rol oynayan, kimi uygarlığın bir ögesi olan; üstelik Antik Çağ’da bir değil birçok krallık oluşturan Kürtlerin yaşadığı; örneğin bugünkü Zilan Aşireti’nin ataları olduğu söylenen ve tüm Anadolu’ya hükmeden Zelaniler’in, Kapadokya Zelanileri, Pontus Zelanileri gibi adlarda yöresel krallıklar oluşturdukları dönemlerden bu yana Kürtler’in varlık sürdürdüğü coğrafya!.. Ama şimdi Mezopotamya’nın büyük bir bölümü o adla anılmıyor. Günümüzün en can alıcı, yakıcı ve uluslararası önem kazanan Kürt sorununun aldığı giderek karmaşıklaşan yapı düşünüldüğünde, orda bir sınır çizmenin pratikte kimseye bir yararı yok. Aslolan Kürt kimliğinin tanınması, anayasal vatandaşlığın öne çıkarılabilmesi; dilin ve kültürün önündeki duvarların yıkılmasıdır. Özgürlüğün, gerçek demokrasinin yaşam bulduğu, Anadolu’da yaşayan tüm kültürel ve etnik unsurların, tarak dişi gibi eşit oldukları ‘o gelecekte’, sınırların kendiliğinden anlam yitireceği bellidir. Bir sınır daha çizmektense, tüm sınırların ve insanı her şeyden daha çok yozlaştıran paranın tahakkümünün kalktığı o gelecekte; özgür, ayağı yere basan eşit bireyin meselesi, coğrafyanın bir parçasına sıkışmaktan çıkacak ve tüm dünya olacaktır.
Türkiye Kürtleri’nin bir kısmının, Mezopotamya’nın bu adla anılmasını özlediklerinden hareketle, gelecekte bir gün; her türlü önyargının çıkar çatışmasının sona erdiği, sömürgeciliğin Ortadoğu’dan elini çektiği, her türlü hesabın görüldüğü bir gün; tıpkı Trakya gibi, tıpkı Anadolu gibi ama Anadolu’dan ayrı düşmeden, ayrılık düşünülmeden, Kürdistan’ın da bir ad olarak kullanılması doğaldır. Ortak akıl, sağduyu ve duygudaşlık dünya ve ülke gerçeğiyle buluştuğunda, hemen her vicdan sahibinin dile getirdiği odur ki; önce bireyin ve toplumun özgürleşmesi, gerçek demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlerlik kazanması, şiddetsiz bir ortamda konuşma, tartışma dilinin yaratılmasıdır öncül olan. Sonrası aydınlanmanın güneşinde dumansız, yangınsız ve kolaydır. Özet olarak ‘Kürdistan’dan uzak kalmak’dan değil, kültürümden, dilimden ayrı kalmaktan şiirim etkilendi. İnkarın, haksızlığın, kirli savaşın, göçün, yoksulluğun etkisi oldu şiirime. ‘Ateşi Utandıran Yangın’ tam da bu etkiyle yazıldı, evrenseli yakalamak umuduyla…
Şiir tanımsızdır veya çok farklı tanımlamalara açık olarak tanımlamak şiiri, dolayısıyla şairi nasıl etkiliyor?
Can alıcı bir soru. Beni şiirde en fazla acıtan sorun!.. Keşke bir tanımı olsaydı!.. Ya da gerçekten hiç mi yok? Ya da çok tanımı olduğuna göre iyi tanımlardan birini bir şair esas alamaz mı? Aslında bir şiirde, önceki soruda değindiğimiz ögelerden; müzik, ses, ahenk, imge, duygu, düşünce, bütünlük vb. den biri eksik olduğunda şiirin bir şeyi; bir kaçı noksan olduğunda çok şeyi eksik oluyor. Bendeniz bir şiiri bir insana benzetiyorum. Şiirin iliği, kemiği, kanı, eti… yetmez, onu incelikle örten teni… yetmez, bir de ruhu vardır. Kalbi vardır, ciğeri vardır. Oysa bizim şiir heveslileri şiirin bu tanımsızlık boşluğunu söz yığınları ile doldurup duruyorlar. Bir tümceyi bölerek alt alta yazmak… Kötü şiirin emsal teşkil etmesi ve heveslinin, “-O yazıyorsa ben neden yazmayayım?” diye cesaretlenmesi… Ve sonra şiirde enflasyon!.. Aslında çok kişinin heveslenip şiir yazması iyi bir şey. Ama kötü olan, bunu hemen, alelacele okuyucunun gözüne sokmak… Yayımlamak. Kitaplaştırmak!.. Burada bu dünyanın, şiir dünyasının bir çelişkisi de dile getirilmeli. Binlerce şair, müteşair, hevesli, şiir yazıyor ve dergilerde, internet ortamında yayımlıyor ama bir şiir kitabı 300 satıyor ancak! “Bu ne yaman çelişki?” Ve asıl önemli olan buncası arasında iyi okuyucu iyi şiiri ya bulamıyor, ya da çok yoruluyor ararken.
Günümüz şairlerini, özellikle genç şairleri nasıl görüyorsunuz?
Aslında şiir ve şair hakkında konuşmak konuşanı bağlıyor. Yazan biri olarak bu sorulara yanıt verirken çok zorlanıyorum. Kim şair, hangisi şiir? sorularının gerçek yanıtını zaman verecek doğal ki. Günümüzün bir Ahmed Arif’i, bir Nazım’ı, bir Cegerxwîn’i var mı bilmiyorum!.. Acaba dönemler de büyüklüklerine depremlerine göre sancılarına göre büyük sanatçılar mı yetiştiriyor?
Günümüz şairlerini naçizane her birinin iyi şiirlerine göre değerlendiriyorum. Her birinin sevecek bir güzel şiirini bulabiliyorum. Yazdığı her şiir büyük olan var mıdır, bunu bilmiyorum. Bu bağlamda günümüz şiirinin bir sorununa yeniden değinmek gerekiyor: Yenilik!.. İlle de yenilik, yeni bir çığır açma düşüncesi, sanki eski şiirin iyi örnekleri verilmiş de sıra yeniliğe gelmiş gibi, şiirin sınırlarını zorlamaya yol açıyor. Yenilik adına anlaşılmaz söz yığınları lodalanıyor şiir sayfalarına.
Bir yerde, ‘Her iyi şiir, yenilikçi şiirin örneği olsun, geleneğe özgü olsun yeni şiirdir…’ demiştim. Elbette günümüzde gelecek vaad eden iyi şairler var. Aklıma iki ad geliyor anmadıklarımın bağışlaması dileğiyle. Biri Diyarbakır’lı Seyyidhan Kömürcü. Diğeri bir kitabıyla 3 ödül alan Ferhad Gülsün.
Şiir kitaplarını sormak istiyorum. Kısaca kendi kitaplarınızdan da bahsederek şiir ve şiir kitabı, şiir kitabı ve yayıncılık, şair ve yayıncılık ilişkilerine günümüz şartları itibariyle, nasıl bakıyorsunuz? Bir ölçü ya da ölçüsüzlük var mı?
Marks’ın mıydı “İnsanlar düşündükleri gibi yaşayamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler…” sözü? Bu coğrafyadayız ve biz bize benziyoruz. Siyaseti o, diyaneti şu, ticareti bu olan bu ülkenin yayın yaşamı farklı mı olacaktı? Yaşamın hangi halkasında adalet var ki bu dünya adil olsun? Şiirden başlarsak, şiir salt bu ülkede değil dünyada da az okunan ve her zaman acizane söylediğimiz gibi edebiyatın öksüz yetim çocuğu. Garip bir çelişki, yazanı kadar ne çizer, ne besteci vardır ama okuyanı bir bestenin dinleyeninden kıyaslanmayacak kadar azdır. Belki de herkes günde yarım saat şiir okusa, ne bileyim meydanlarda sokaklarda şiirler seslendirilse bu anlamsız kavgalar da olmayacak. Ama öyle değil işte.
Yayınevleri alıcısı bu denli az bir yazın dalına pek itibar etmiyorlar ki bu anlaşılır bir şey. Belki bir yayınevinden bir şiir kotası falan bekleyebiliriz, salt şiirle dayanışma adına. Ne yazık ki büyük yayınevlerinin şiire ilişkin böyle bir kaygısı yok. Böyle olunca; şiirin niteliği, gerçek şair kim sorgulanmadan; kafa kol ilişkilerinin öne çıkardığı şairlerin(!) ve marka adların dışında kalanların yapıtlarını yayımlama şansları kalmıyor. Şiir zaten aynı babanın, roman çocuğunu kollayan edebiyat babanın, adaletsizliğe uğramış evladı iken bir haksızlık da yayınevlerince yapılıyor.
Şiirin kitaplaşmadan önceki yaşam alanı ise dergiler. Dergilerin de çoğu ya bir grubun ya bir anlayışın etki alanı içinde. Buna muhalefet eden birkaç şairin kurduğu kuracağı dergi de bir süre sonra onu doğuran derginin bir benzeri oluyor. İşte burada kendini bir yere ait hissetmeyen, etik değerlerden yana duruşu olan bir şairin durumu düşündürücüdür. Bir şiir kitabının niteliği bu yüzden, yayımlanması/ yayımlanmaması; çok okunması/okunmaması; ödül alması/almaması ile ölçülemez!.. Kendi kitaplarımın yayım serüveni de anlattıklarımdan kalmaz. Ne alaylı ne de okullu olan bendeniz, zaten şiir dünyasıyla bir hayli geç tanıştım. Nedense (Belki de hak ettiği ilgidir) yayımlanan kitaplarım ses de getirmedi. Son kitap ‘Ateşi Utandıran Yangın’ da ne yazık ki ölü doğdu. Yayınevi, dergilere, şair ve yazarlara bile gönderme zahmetine katlanmadı. Ayrıca içeriği de pek hoşgörüyle karşılanmadı sanırım! Şimdilerde, başta “Sözlüğe şiirler” olmak üzere içinden 4-5 şiir kitap çıkabilecek şiir dosyaları gün ışığına çıkacakları günü bekliyorlar.
Son olarak; internet ortamında şiir paylaşım siteleri var. Hatırı sayılır ilgilisi de var, diyebilirim. Şiir paylaşım siteleri nasıl bir işlev görüyor sizce?
İnternet ortamı demek, çok sayfalı yeni dergi, sanal yayınevi demek!.. Aslında bir kitabın sayfaları arasındaki kokuyu almadan bir şiir okumak o eylemi eksik gerçekleştirmek gibi geliyor bana. Şiirin kokusunu kitapları veriyor. Olumlu çünkü; öyle ya da böyle şiir okura daha çabuk, daha geniş bir kitleye ulaşıyor. Dergilerde kendine yer bulamayan şairler yeni bir alan buluyorlar kendilerini ifade edebilecek. Ayrıca bir şaire, şairin şiirlerine topluca ulaşma olanağı sağlıyor internet ortamı. Olumsuz çünkü; dergilerdeki denetleme alanının olmayışı ve sayfa sayısının sonsuzluğu şimdilerde çıta sorunu olan şiirin çıtasını yerle yeksan ediyor.
Olumlu, olumsuz etkilerinden bahsederken şiire ilgi duyan gençlere bu konuda ve genel olarak şiire dair vermek istediğiniz mesajlar var mı?
Şiire ilgi duyanlara ne salık verebilirim ki? Salık vermekle şair olunmuyor! Belki “Kendi muhtac-ı himmet bir dede”yim. O zaman bana başlarda verilen salığı yineleyebilirim. Önce yetenekleri yoksa heveslenip masalarına boşuna şiir perisi beklemesinler. Sesi güzel ve güçlü olmayan biri, sesini ne kadar eğitirse eğitsin 4 oktav sese ulaşamayacaktır! Şiir yazmaya kalkışıyorlarsa, acaba böyle heveslenerek resim de çizebilir, beste de yapabilir miyim?.. sorusunu sorsunlar kendilerine. Kötü bir şair olmaktansa iyi bir okur olmak daha iyi değil midir? Yazmasınlar demiyorum, kendileri için yazabilirler. Hani zehri akıtmak için. Bu tamam. Oysa iddia sahibi olmak başka! Ama yeteneklerini duyumsayabiliyorlarsa, işte o zaman yapacakları çok şey var. Şiir bir adanma eylemi. O hayatınızdaysa çok şey hayatınızda ikincil plana düşecektir. Ve karşılığı olmayan bu sanat dalı, size bir şey vermeden sizden çok şey alacaktır! Bu çileli yolu iyi hesap etmeliler… Önce geçmişte ne yazılmış, şiirlerine sindirmeden, fazla etkilenmeden irdelemeliler… Eliot’un “Bir şairin bir şaire yapacağı en iyi eleştiri, yazacağı şiiridir!” sözünden hareketle, büyük şiirleri şiirlerine ayna yapmalılar!.. Şiirin büyük düşmanı fazlalıktan şiirlerini korumalılar. Şiiri bekletmeyi, demleyebilmeyi kendilerine ve şiire bir saygı olarak algılamalılar. Şairin en iyi eleştirmeni de alkışlayanı da kendisidir. Başkasından beklediği nesnelliği kendi şiirine gösterebilmelidir. 
Şiir, yaratıcısına ayrı bir sorumluluk yükleyecektir. İyi şiirle kötü insan yan yana eğreti Şuracağından, şair her türlü aidiyetten azade, dünyaya, insana ve bugüne, daha yukardan, gelecekten ve de vicdanının gözünden yansız bakabilmelidir. Ama hangi inançtan, etnisiteden olursa olsun; barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi evrensel değerlerden yana duruşla... Bir de son söz olarak, şiiri rüşdünü ispat etmemiş, kulağını merakla zamanın ağzına dayamış bir fakir şair olarak bendeniz, her soru sorulduğunda yanıtı, kendi şiirimden azade, salt sıradan bir okur olarak ve de her bir konunun uzmanlarından da çekingenlikle verdiğimi belirtmeliyim.
‘Düş Değil’ ile ördü kozasını
Şair Ömer Faruk Hatipoğlu aslen Gölyazı kasabasındandır, ancak 1958 yılında Konya/Cihanbeyli’de doğdu. Halen orada yaşamakta. 1980 yılından bu yana Cihanbeyli’de ticaretle uğraşıyor!.. Bir kasabada yaşamanın getirdiği yazınsal yalnızlıktan dolayı şiir dünyasına ulaşmakta bir hayli gecikti. İlk kitabı ‘Düş Değil’, Memleket Yayınları’ndan çıkıncaya dek yazın dünyasından uzakta kozasını ördü.
Şiirleri Çalı, Evrensel Kültür, İnsan, Kıyı, Papirüs, Pencere, Şiir-lik, Yaklaşım, Yazın gibi sanat ve edebiyat dergilerinde yayımlanan Hatipoğlu’nun ‘Düş Değil’, ‘İnce’, ‘Sevdim Çocuk Yanımla’, ‘Ateşi Utandıran Yangın’ şiir kitapları yayımlandı.

BEDRİ ADANIR YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

BAŞKAN BARZANİ: ‘’YASANIN ENGELLENMESİ DURUMUNDA KERKÜK’Ü KÜRDİSTAN’A KATARIZ’’

PNA-Fedaral Kürdistan Bölgesi (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Irak hükümetinin ülkenin daimi anayasasının 140.maddesinin yerine bir alternatif getirmek için çaba göstermesi durumunda, Kerkük İl Meclisinin isteğini uygulamaya geçireceklerini ve Kerkük’ü Kürdistan Bölgesi’ne katacaklarını söyledi.

baskan barzani

Kürdistan Bölgesi Başkanı Barzani, Eş-Şark el-Awsat gazetesine verdiği mülakatta, Irak hükümetinin ülkenin daimi anayasasının yerine bir alternatif getirmek için çaba göstermesi durumunda, Kerkük İl Meclisi’nin isteğini uygulamaya geçireceklerini ve Kerkük’ü Kürdistan Bölgesi’ne katacaklarını söyledi.

Xaneqin’deki krize de değinen Başkan Barzani, bu kentteki olayı büyük bir hata olarak vasıflandırarak Başkent Hewler ile Bağdat arasında görev ve haklar konusunda bir dengenin olması gerektiğini söyledi.

Irak hükümetinin itilafla kurulduğunu söylen Başkan Barzani, emniyet, ekonomi ve askeri alanlarda dengesiz bir paylaşım olmasına ve aynı zamanda Bağdat’ta rolleri olmamasına rağmen bu hükümete ortak olduklarını ancak onların muamele tarzının garip olduğunu söyledi.

Başkan Barzani, Kürdistan Bölgesi hükümetinin Bağdat’ta hatırı sayılır bir rolünün olmadığına işaret ederek Irak’ın üzerinde kurulduğu ortaklıktan şüphesinin olduğunu söyledi.

Xaneqin ve çevresinde meydana gelen olaylar konusunda Başkan Barzani, ‘’Xaneqin’de meydana gelen büyük bir hataydı. Peşmerge güçleri ile Irak ordusu arasında bir tür karşılaşma çabası vardı.’’ dedi.

Başkan Barzani, ‘’Hiçkimse Irak konusunda üzerimizde minnet duymasın çünkü biz , bizden daha Irak’lı olduklarını söyleyenlerden önce bu ülkedeydik. Irak’ta bir daha ikinci sınıf vatandaş konumuna düşmeyi kabul etmeyiz’’ dedi.

'Erdoğan onbaşı oldukça generaller konuşur'

Genelkurmay yetkililerinin devir-teslim törenlerinde son günlerde peşpeşe yaptıkları açıklamalar, Türkiye'deki askeri vesayet rejiminin düzeyini bir kez ortaya koydu. Kürt sorunundan, demokratikleşme ve laiklik konularına kadar birçok konuda konuşan askeleri, hükümet can kulağıyla dinledi. DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, 'Generaller karşısında onbaşı görüntüsü çizen bir Başbakan oldukça generaller konuşmaya devam eder' dedi.

buyukanit_basbug_devir_teslim_toren2

'Askeri siyaset' dönemi 

Genelkurmay'daki devir-teslim töreninde komutanların 'terörle mücadeleden' dış politikaya, ulus-devletten kültürel haklara kadar her alanda yapmış olduğu konuşmalar, iç ve dış tehdit algılamalarına dayalı olarak toplumu, kamuoyunu, medyayı, siyaseti ve hükümeti TSK'nin çizgisine çekme girişimlerinin önümüzdeki dönem ağırlık kazanacağının işaretini verdi.

Yaşar Büyükanıt sonrası gözlerin çevrildiği yeni Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, şaşırtmadı ve askeri konulardan çok TSK'nin alanına girmeyen hemen her konuda görüşlerini dikte etmekten kaçınmadı. Ağırlıklı olarak dış politika, ulus-devlet, kültürel haklar ve laiklik konularını ele alan Başbuğ, hükümete resmen askeri bir rota çizdi. Kafkaslar'da yaşanan çatışmayla birlikte savaş rüzgarlarının yeniden esmeye başlaması orduyu da harekete geçirmiş olsa gerek. Başbuğ, hemen her konuyu askeri güvenlik çerçevesi içerisine oturtarak, Türkiye'nin önümüzdeki dönem savaş senaryolarına göre dizayn edileceğinin işaretini verdi. Bu açıdan Başbuğ döneminin siyasetin milli güvenlik çizgisine daha fazla oturtulacağı bir dönem olacağı kaydediliyor.

Toplumu biçimlendirme

Başbuğ'un değerlendirmeleri içerisinde en dikkat çekici noktalardan birini toplumu, kamuoyunu ve medyayı TSK'nin çizgisinde hareket etmeye çağıran mesajlar oluşturdu. '...Gerektiğinde kişisel çıkarlarını aşabilen, toplumun genelini ilgilendiren konularda kamuoyu oluşturabilen vatandaşlardan oluşan 'kamu çıkarını gözeten sivil toplum' oluşumuna sahip olan ülkelerin bu sorunu büyük ölçüde aştığı görülmektedir. Bu nedenle kendi çıkarları yerine, ülke çıkarlarını gözetebilen sivil toplum örgütlerine sahip olunması demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur' şeklindeki sözleri bunlardan biri. Küreselleşme çağında, 'Devlet', 'Birey' ve 'Özgürlük' kavramlarından birinin diğerinin aleyhine genişlemesinin tehlikeli olduğunu savunan Başbuğ, bu noktada medyayı ve iletişim araçlarını da sorumluluğa çağırmaktan geri kalmadı. Başbuğ'un dikte etmeye çalıştığı bu görüşlerin bir süre önce deşifre olan ancak Genelkurmay'ca kabul edilmeyen TSK'nin kamuoyunu kendi çizgisine çekmeyi hedeflediği 'Bilgi Destek Eylem Planı'yla örtüşmesi dikkat çekti. Sözkonusu planda TSK güdümlü kamuoyu, sivil toplum örgütü, medya ve aydın-yazar oluşturulması tasarlanıyordu. Başbuğ'un sözlerinden TSK'nin resmiyette kabul etmediği bu planı önümüzdeki dönem hayata geçirmeye çalışacağı anlaşılıyor.

Farklı kültürleri bastırma

'Terörle mücadele' başlığı altında askeri operasyonlar üzerinde fazla durmayan Başbuğ, asıl mücadele edilmesi gereken alan olarak Kürtlerin siyasal, kültürel kimlik taleplerini gösterdi. Başbuğ, farklı kültür, kimlik ve dillerin anayasal güvenceye kavuşturulması yönündeki toplumsal talepleri Türkiye'nin üniter yapısını bozacak istekler olarak gördü ve TSK'nin bunun karşısında duracağı mesajını verdi. Başbuğ'un 'Türk kimliği'ne yaptığı özel vurgu, farklı kimlik taleplerinin 'egemen kimlik'le ezilmeye çalışacağının da göstergesi durumunda. Başbuğ açıkça hükümete 'Kültürel hakları içeren yeni bir anayasaya kalkışmayın' uyarısında bulundu. 'Alt kimlikler üst kimlik haline getirilemez' diyen Başbuğ'un bu sözlerle hedef aldığı adres, 'Kürt kimliği anayasal güvence altına alınsın' diyen DTP oldu. Başbuğ, 'Kültürel alandaki düzenlemeler herhangi bir şekilde siyasal alana doğru götürülemez' diyerek, Kürtlere açıkça 'Kürtçe yayın vs gibi göstermelik düzenlemeler dışında başka bir şey beklemeyin' mesajını verdi.

Dış politika askerin emrinde

Başbuğ konuşmasında doğrudan hükümetin alanına giren Kıbrıs, Irak, Türk-Amerikan ilişkileri gibi dış politika konularında da TSK'nin görüşünü dikte etmekten kaçınmadı. Başbuğ açıkça önümüzdeki dönem Türkiye'nin dış politikasında asker ağırlığının daha fazla hissedileceğinin işaretini verdi. Bu durum ister istemez hükümet-ordu ve Türkiye-AB ilişkilerinde yeni krizlerin yaşanmasını kaçınılmaz hale getirecek. Türkiye-ABD ilişkilerini mükemmel olarak gören Başbuğ'un 'Görevlerimizden birisi de, bu işbirliğinin korunmasıdır' diyerek, TSK'nin ABD çizgisi dışına çıkmayacağının mesajını verdi. Bu da TSK'nin Ortadoğu başta olmak üzere Türkiye'nin yakın bölgesinde ABD politikaları ekseninde rol oynama isteğini yansıtıyor.

Büyükanıt'ı, Başbuğ düzeltti!

Devir-teslim töreninde PKK konusunu ağırlıklı olarak ele alan eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt oldu. Büyükanıt, 'Terörle mücadele'deki eşikleri sıralarken PKK'nin silahlı eylemlerinin en güçlü olduğu dönemi 1991-2003 arası yıllar olarak açıkladı ve 'Yılda 500 şehit veriyorduk' dedi. Ancak Büyükanıt'ın, bu noktada atladığı önemli bir ayrıntı oldu. O da; aynı dönem içerisinde TSK'nin de en büyük sınırötesi operasyonları gerçekleştirmiş olması. Bugün halen hava harekâtını savunan Büyükanıt, geçmişte yürütülen 'Çelik', 'Balyoz', 'Zeli' gibi büyük operasyonların da içinde yer aldığı 24 sınırötesi operasyona rağmen PKK'nin neden tasfiye edilemediğine açıklık getiremedi. Kendi dönemini 'terörle mücadeledeki' üçüncü 'büyük eşik' olarak nitelendiren Büyükanıt, 'Sınırötesi operasyonların, TSK'nın imkan ve kabiliyetlerinin bugün ulaştığı seviye hakkında bir fikir vermek için yeterli olduğunu düşünüyorum' derken yapılan operasyonların ancak ABD'nin desteğiyle gerçekleşmiş olduğunu dikkatlerden kaçırmaya çalıştı. Büyükanıt'ı düzelten ise Başbuğ oldu. Başbuğ, 'TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri arasındaki işbirliği ve anlayış mükemmel seviyededir' dedi.

'Kitlesel refleks' bildirileri

Büyükanıt'ın konuşmasında ilk kez 'Türk-Kürt çatışması'ndan sözetmesi de dikkatlerden kaçmadı. Büyükanıt, 'Türk ulusu uzun yıllardır yaratılmaya çalışılan bir Türk-Kürt çatışmasından, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da şiddetle kaçınmalıdır' dedi ancak, çatışma provaları en çok onun döneminde yapıldı. 2005'te Mersin Newrozu'nda Ergenekoncuların gerçekleştirdiği bayrak provokasyonu sonrası Genelkurmay 'Sözde Vatandaşlar' bildirisi yayınlamıştı. Bildiriyi o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı olan Büyükanıt'ın kaleme aldığı iddia edilmişti. Bu bildiri sonrası her yerde Kürtlere karşı linç girişimleri başladı. Geçen yıl 8 Haziran'da Genelkurmay 'TSK'nın beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir' şeklinde bir başka bildiri daha yayınlamış ve kamuoyunda bu bildirinin Türk-Kürt çatışmasına yol açacağı eleştirileri artınca Büyükanıt, 'Refleksten kastımız demokratik tepkidir' demişti.

Erdoğan, onbaşı görüntüsü verdikçe generaller konuşur

Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un tehdit ve uyarıları siyasette geniş yankı uyandırırken, DTP'den uyarılara tepki geldi. DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, 'Generaller karşısında onbaşı görüntüsü çizen bir başbakan oldukça generaller konuşmaya devam eder' dedi. Başbuğ'un laiklik ve cemaatlerle ilgili uyarılarını değerlendiren Demirtaş, Başbuğ'un mesajlarının yüzde 80'inin politik mesajlar olduğunu belirterek, Başbuğ döneminin de siyaset ağırlıklı olacağını söyledi. Bilinenlerin tekrarlandığı bir açıklama olduğunu kaydeden Demirtaş, 'Ordunun Türkiye'yi hala tehditler ülkesi gibi gördüğü ortada. Bütün söylemini, politikasını tehditler üzerinden kurmasını ise doğru bulmuyoruz. Görünen o ki İlker Başbuğ dönemi de siyaset ağırlıklı bir ordu görüntüsüyle geçecek' dedi. Hak ve özgürlükler konusunda ordunun daha demokratik yaklaşımını beklediklerini, ancak kusurun Genelkurmay da değil, Başbakanlıkta olduğunu belirten Demirtaş, 'Generaller karşısında onbaşı görüntüsü çizen bir başbakan oldukça generaller de konuşmaya devam ederler. Konuşmanın tümü mahkum edilemez ama askeri bir yetkilinin politikacılara mesaj vermesi demokrasiye aykırı' dedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, 'Giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar' şeklinde uyarı niteliği taşıyan sözlerine 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 'Beyanlar çok açık, herkes çok iyi anlasın' diye değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, güçlü, modern ve etkili Türk Silahlı Kuvvetleri'nin caydırıcılığının yüksek tutulmasının ulusal bekanın kaçınılmaz bir gereği olduğunu vurgulayarak, 'Ordumuzun modernizasyonunun kesintisiz devam ettirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel öncelikleri arasındadır. Çevremizde yaşanan gelişmeler, konunun önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir' dedi. www.gundemonline.org

Kürtleri komisyondan attılar

Bağdat yönetimi üzerinde denetimini sürdüren ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın Kerkük referandumunu ertelemesinden sonra Irak ordusu Xaneqin'i işgal etti. Tepkiler üzerine ordu geri çekilirken, Bağdat hükümeti şimdi de Kürtleri, ABD'nin işgalci güç olarak daha ne kadar kalacağını belirleyecek olan komisyondan çıkardı. Irak Genelkurmay Başkanı'nın bile Kürt olmasına rağmen Xanekin'in askerlerce işgalinden haberi olmadığını belirten Federal Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Dr. Fuad Hüseyin, Kürtlerin çıkartılan kararlardan haberdar olması gerektiğini söyledi.

 
malikiIrak'taki işgal gücü ABD ile Nuri El Maliki başbakanlığıyla Celal Talabani başkanlığındaki hükümet, Kürtlere karşı politikalarını boyutlandırıyorlar. Kürdistan İttifakı Listesi'nden Irak Parlamentosu'na seçilen Dr. Mahmud Osman, Irak Başbakanı Maliki'nin ABD ile yürütülen müzakereler için kurulan komisyonda bulunan Kürt üyeleri çıkarma kararı aldığını bildirdi. Konuya ilişkin PNA'ya özel bir demeç veren Osman, sözkonusu komisyonun daha önce Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin yönetiminde olduğunu söyledi. Osman, komisyonun eski halinin değiştirildiğini ve komisyonda bulunan Kürt temsilcilerin çıkarıldığını vurguladı. Bunun ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın geçen hafta Irak'a yaptığı ziyaret sürecine denk gelmesi dikkat çekiyor. ABD ile yapılan müzakerelerde işgal ordusunun 3 yıl daha Irak'ta kalması tartışılıyor.
Üst düzey heyet oluşuyor
Kürtlerle Bağdat yönetimi arasında artan gerilimi düşürmek içinse üst düzey toplantılar organize edilecek. Federal Irak Hükümeti ve Devlet Başkanlığı'ndan oluşturulacak üst düzey bir heyetin Kürdistan Bölgesi ile koparılmış bölgeler konusunda son zamanlarda irtifası artan krizi görüşmek üzere bazı toplantılar yapma kararı aldığı bildirildi.
Irak Başbakanı Maliki ve Irak Devlet Başbakanı yardımcıları biraraya geldi. Irak Devlet Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, Irak Devlet Başkanı 1. Yardımcısı Tarık Haşimi'nin ofisinde ABD ile yapılması beklenen stratejik güvenlik anlaşması konusunda bir toplantı yapıldığı belirtildi. Toplantıda Irak ordusunun girip çıktığı Xaneqin ve Karatepe'deki son gelişmelerin değerlendirildiği ve bu konuda Kürdistan Bölgesi ile üst düzeyde toplantılar yapma kararı alındığı belirtildi.rice
'Genelkurmay Başkanı habersiz'
Federal Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Dr. Fuad Hüseyin, Irak askerinin Xaneqin'e gönderilmesinin Federal Irak Daimi Anayasası'nın 140. maddesinin uygulanmasına karşı gelmek anlamı taşıdığını söyledi. Federal Irak hükümetini tek taraflı olarak karar çıkarmakla suçlayan Hüseyin, Kürtlerin çıkartılan kararlardan haberdar olması gerektiğini söyledi. Irak Genelkurmay Başkanı'nın Kürt olmasına rağmen çıkartılan karardan haberi olmadığını belirten Hüseyin, 'Federal Kürdistan Bölge Hükümetiyle kordinasyon kurmaksızın Xaneqin'e askeri güç gönderdi. Biz ve Irak tarafı da 140. maddenin kalması ve uygulamaya geçirilmesi üzerinde ısrarlıyız. Ancak, Irak askerinin Xaneqin ve çevresindeki bölgelere Irak askerinin getirilmesi 140. maddenin uygulanmaması girişiminden başka anlama gelmiyor. Eğer askeri güç teröristlere karşı ise ve Irak ile Kürt tarafı arasındaki kordinasyonla bu bölgelere geliyorsa bu olağan bir şeydir. Ancak şuanki geliş şekli tehlikeli bir durumun işaretidir ve bunun tekrar edilmesine izin verilmemeli' diye konuştu.
Barzani-Haşimi görüşmesi
barzani-0407Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesud Barzani ile Irak Devlet Başkanı Birinci Yardımcısı Tarık el Haşimi de bir telefon görüşmesi yaptı. Barzani görüşmede, Kürtlerin, Xaneqin'deki gelişmeler ve Kürdistan Bölgesi'nden koparılan bölgeler konusundaki tutumuna işaret etti. Barzani, Haşimi'nin, sorunların çözümünde önemli bir rol üstlenmesi temennisinde bulundu. Haşimi de, Kürdistan Bölge Başkanlığı'nın sorunların çözümünde çok önemli bir rol oynadığını hatırlatarak bütün sorunların diyalog ve müzakereler yoluyla çözüme kavuşturulması temennisinde bulundu. Haşimi, ayrıca, Barzani'nin Irak Acil Siyasi Liderliği toplantısına katılımının önemli bir adım olacağını vurguladı.
Bu arada Xaneqin Kaymakamı Muhammed Mela Hasan, Irak askeri güçlerinin Xaneqin ilçesinden çekilmesinin ardından ilçede durumun tamamen sakinleştiğini söyledi.
BAĞDAT / XANEKİN www.gundemonline.org (Kaynak)

Yetkiye Ne Hacet! Vahşet Sürüyor…

Ordu yetkilileri topyekûn imha ısrarını dile getirirken, Bölge'de yaşananlar korkunç düzeye ulaştı. Genelkurmay Bölge için özel yetkiler isterken, son dönemlerde görülen uygulamalar, 'yetkisiz bunlar yapılıyorsa yetkili daha neler yapılır' kaygısını güçlendirdi. İnfaz edilen HPG'liye işkence edildi, bir sivil yurttaş öldürüldü, köy tarandı

buyukanit_basbug_devir_teslim_toren

Kulakçılar işbaşında
Bölge'de 1990'lı yıllarda görülen vahşet uygulamaları yeniden devreye konuldu. Mardin Derik kırsalında infaz edilen HPG'li Mustafa Tangüner'in kulağı kesildi. Tangüner'in vücudunda sigara yanıkları ve kesik izleri tespit edildi.
Bir infaz daha
Askerin Bölge'de gerçekleştirdiği infazlara bir yenisi eklendi. Mardin Nusaybin'de pikniğe çıkan Nusret Kalkan, askerlerce öldürüldü. Kalkan'ın ailesinden 20 kişi gözaltına alınırken, Mardin Valisi ise, Kurt'u 'terörist' ilan etti.
Köyü taradılar
Bingöl Karlıova'ya bağlı Kızılağaç köyünün Meşeli Mezrası kobra helikopterlerle tarandı. İHD'ye başvuran köylüler, köyün 2 saat boyunca tarandığını belirterek, yetkililerin köyde inceleme yapmasını istedi.
Ya yetkileri olsaydı
Askerin yetkisinin arttırılmasını isteyen Büyükanıt, geçen yıl Erzincan'da araçlarında taranan arıcıları örnek gösterdi ve askerlerin yetkileri olmadığı için bir şey yapmadıklarını ileri sürdü. Ancak gerçekler Büyükanıt'ı yalanlıyor.
infaz_nusretkalkan_cenaze2 Yetkiye ne hacet öldürüyorsunuz ya!
Göreve geldiği günden beri sivil katliamları meşrulaştırmak isteyen eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, önceki gün görevini Orgeneral İlker Başbuğ'a devrettiği devir-teslim töreninde sivil katliamlar için sınırsız yetki istedi. Her fırsatta bu katliamların meşrulaştırılmasını isteyen Başbuğ'un görevde bulunduğu dönemde meydana gelen sivil infazlar ise yetkiye gerek olmadığını gözler önüne serdi. Bölge'de Büyükanıt'ın görev süresince onlarca insan askerler tarafından vurularak öldürülürken, sadece Dersim'de 4 sivil yurttaş askerler tarafından öldürüldü, 5 kişi de yaralandı.
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, dün görevini Orgeneral İlker Başbuğ'a devretti. Devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada, jandarmaya 'katliam' yetkisi isteyen Büyükanıt, 'terörle mücadele'de başarıya ulaşabilmek için mücadelenin hukuki esaslar çerçevesinde yürütüldüğünü, ancak bu hukuki esasların zorlaştırılmasının, 'terörle mücadele'yi zafiyete uğrattığını iddia etti. Büyükanıt, gerekçe olarak da 18 Haziran 2007'de Erzincan'da yaşanan bir olayı örnek gösterdi. Büyükanıt, bir kamyon kasasında örgüt üyelerinin olduğu istihbaratı alan güvenlik güçlerinin gizli bölmeleri arayamaması sonucunda kamyondaki örgüt üyelerinin ateş açtığını ve olayda askerlerin yaşamını yitirdiğini savundu. Ancak olayda Hasan Metin ve Ahmet Belli adlı arıcılar Ordu'ya giderken asker tarafından durdurulup arandığı sırada çatışma meydana gelmiş ve olayda Hasan Metin yaralanmıştı. Büyükanıt'ın konuşmalarının gerçeği yansıtmadığını belirten Hasan Metin ve Ahmet Belli'nin avukatı Hüseyin Aygün de, olayda askerin tüm yetkisini kullandığını belirterek, çatışmanın askerin bu yetkisini kullandığı esnada çıktığını söyledi. Elinde yetki olmaksızın kolluk güçlerinin öldürmeye devam ettiğini kaydeden Aygün, 'Yetkileri olsun olmasın öldürmeye devam ediyorlar ve yargı da üzerine gitmiyor. Kolluk kuvvetlerinin tutuklandığını ya da cezalandırıldığını görmedik. Genelkurmay'ın istediği yetkiler verilirse katliamlar olur. Yetkisi olsa da olmasa da kimse hesap sormuyor. Caydıran bir şey yok. Hükümet bu konuda caydırıcı önlemler almıyor. Caydıracak yerde tam aksine yeni cinayetlerin önünü açıyor' diye konuştu.
Bunlar 'yetkisiz' infazlar
reflect[1]_1 Büyükanıt öldürmek için askere daha fazla yetki isterken, sadece Dersim'de birkaç yıl içinde birçok sivil yurttaşın askerlerce öldürülmesi veya vurulması bile yetkiye ne gerek dedirtecek cinsten. İşte askerin Dersim'deki 'yetkisiz' infaz ve yaralamaları: Mazgirt Alanyazı köyünde İmam Boztaş 8 Mart 2004'te evinde öldürüldü. Mazgirt Aslanyurdu köyü Çanakçı Mezrası'nda Şirin Yıldırım, 21 Aralık 2004'te jandarma tarafından açılan ateş sonucu yaralandı. Dersim Merkez Aktuluk Köyü Meytan Mezrası'nda Hasan Şahin, 3 Ağustos 2005'te öldürüldü. Mazgirt Balkan köyünün Çangal Mezrası 30 Eylül 2005'te gece tarandı. Pülümür Kuzluca köyünde, Arıcılık yapan Hüseyin Arslan jandarma tarafından 18 Mayıs 2006'da öldürüldü. Aynı olayda bir kişi de yaralandı. Mazgirt Balkan köyünde 20 Temmuz 2006'da gece harman savuran köylülerin üzerine otomatik silahlarla ateş açıldı, Özcan Kaplan isimli yurttaş yaralandı. Mazgirt Göktepe köyünde 25 Ağustos 2007'de Hasan Canpolat, evinin önünde otomatik silahlarla tarandı, şans eseri kurtuldu. Mazgirt Koyunuşağı köyü Gölek Mezrası'nda 3 Eylül 2007'de Seydali Taydaş ve Hıdır Taydaş adlı kardeşler jandarma özel harekât timlerince tarandı. Olayda Hıdır Taydaş ağır yaralandı. Ovacık Yeşilyazı köyünü, askerler 10 Eylül 2007'de taradı. Hozat Boydaş köyü yakınlarında 27 Eylül 2007'de odun toplayan Bülent Karataş ve Rıza Çiçek tarandı. Karataş ölürken, Çiçek ağır yaralandı.
RÜŞTÜ DEMİRKAYA

Kulakçılar yeniden işbaşında!
Bölge'de 1990'lı yıllarda uygulanan vahşet uygulamalar yeniden devreye konuldu. HPG'lilerin cenezalerine her türlü işkence yapılırken, Mardin'in Derik ilçesi kırsalında çıkan çatışmada sağ yakalandıktan sonra infaz edilerek öldürülen HPG'li Mustafa Tangüner'in kulağı kesildi. Kafasından vurulan Tangüner'in vücudunun değişik yerlerinde sigara yanığı ve kesik izleri tespit edilirken, Tangüner'in ailesi bu vahşete karşı hukuk mücadelesine başlayacak. Aile, Türkiye'de hukuk yollarının tükenmesi durumunda olayı uluslararası hukuka taşıyacak.


mustafa_tanguren_hpgli_infaz_kulak

Derik ilçesi Tepebağ bölgesinde 23 Ağustos'ta çıkan çatışmada sağ yakalanan HPG'liler Mehmet Dölek (20) ve Mustafa Tangüner'in sağ yakalandıktan sonra kurşuna dizilerek infaz edildikleri ortaya çıktı. Öldürülen Mustafa Tangüner'in cenazesi önceki gün Diyarbakır'da toprağa verilirken, cenazenin yıkanması sırasında kafasında bir kurşun yarası olduğu ve vücudunun değişik yerlerinde sigara söndürüldüğü ortaya çıktı.
HPG'li Tangüner'in cenazesini yıkayan ve aynı zaman da akrabası olan Hikmetin Tangüner, Tangüner'in vücudunda ezikler olduğunu belirterek, 'Vücudu simsiyah olmuştu, kulağı kesilmişti. Kolundan parça kesilmiş. Vücudunda bıçak izi gibi birçok kesik vardı. Sigara yanığı izleri vardı. Bir cani bile bunu yapmaz. Ne Türkiye'de ne de başka bir yerde böyle vahşetler kabul edilemez' diye konuştu. HPG'lilerin aileleri ise olayın infaz olup olmadığı ve işkence olayının aydınlığa kavuşması için hukuki yollara başvuracak. HPG'li Tangüner'in babası Mehmet Mehdi Tangüner, 23 Ağustos'ta karakolun kendisini çağırdığını söyleyerek, 'Bana 'Oğlun çatışmada öldü, cenazesi Malatya'dadır' dediler. Önce inanmadım, gitmedim. Sonra beni merkeze gönderdiler. Onlar da doğruladı. Oğullarımla birlikte Malatya'ya teşhis etmeye gittik. Teşhis sırasında oğlumun vücudunun hep yanıklar içersinde olduğunu gördüm. Kulakları kesilmişti' diye konuştu. Oğlu HPG'li Tangüner'in sağ yakalandığını ve işkence edildiğini belirten baba Tangüner, 'Sol kolundan bıçaklarla parça koparılmış. Vücudunda da çok büyük yanık izleri var. İnsanlık dışı muamele yapmışlar oğlumun cesedine. Umut ediyorum ki bundan sonra kimseye bu insanlık dışı işkence vahşet uygulamazlar.' Baba Tangüner hukuki yollara başvuracaklarını ve gerekirse AİHM'e gideceğini söyledi.
Tangüner Ailesi'nin avukatı ve cenazenin hukuki işlemleriyle ilgilenen Av. Mehmet Şirin Tangüner daha önce de HPG'lilerin infaz edildiği yönünde bir takım bilgilerin olduğunu aktararak, '26 Ağustos'ta aileyle beraber Malatya'ya gittik ve teşhis için morgda cenaze üzerinde yaptığımız incelemede vücutta işkenceyi andıracak ciddi izler vardı. Sigara söndürmeden tutalım, sol kolunda ciddi parçalar alınmasına kadar. Kulakları kesilmişti. İnsani değerleri aşağılayan, insanlıkla hiçbir şekilde bağdaşmayan izler tespit ettik' diye konuştu. Bu olayın peşini bırakmayacaklarını söyleyen Av. Tangüner, hukuk mücadelesini başlatacaklarını ve iç hukuk yollarının tükenmesi durumunda AİHM'e gideceklerini söyledi. DİYARBAKIR - DİHA
HİKMET ERDEN / LEYLA SÖĞÜT
İlgili Haberlerin ayrıntısına ulaşmak için tıklayınız...

İnfaz edip kulağını kestiler, üzerinde sigara söndürdüler

ANF-AMED / Mardin'in Derik ilçesi kırsalında çatışmada yaşamlarını yitirdiği öne sürülen ve Diyarbakır'da toprağa verilen Mehmet Mustafa Tangüner (Kawa Kalan) adlı gerillanın vücudunda işkence izleri olduğu ve kulağının kesildiği ortaya çıktı. Kafasından vurulan Tangüner'in vücudunun değişik yerlerinde sigara yanığı ve kesik izleri tespit edildi.

reflect[1]_1

Derik ilçesi Tepebağ bölgesinde 23 Ağustos günü çıkan çatışmada yaşamını yitirdiği öne sürülen Mehmet Dölek (Latif Gap) ve Mehmet Mustafa Tangüner (Kawa Kalan) adlı gerillaların, sağ yakalandıktan sonra kurşuna dizilerek infaz edildikleri öğrenildi.

Katledilen gerillalardan Mehmet Mustafa Tangüner'in cenazesi önceki gün Diyarbakır'da toprağa verilirken, cenazenin yıkanması sırasında vücudunda işkence izleri olduğu ve kulağının kesildiği tespit edildi. Tangüner'in kafasında bir kurşun yarası olduğu ve vücudunun değişik yerlerinde sigara söndürüldüğü ve kesik izleri bulunduğu ortaya çıktı.

Mehmet Dölek ve Mehmet Mustafa Tangüner adlı HPG gerillaları, ihbar üzerine 23 Ağustos günü Derik ilçesinin Tepebağ bölgesinde bir itirafçı ve Mardin Özel Harekat Timleri'nin de katıldığı bir operasyon sonucunda yaralı halde sağ yakalandıktan sonra kurşuna dizilmiş ve Mardin Valiliği yapmış olduğu açıklamada, iki gerillanın çatışma sonucu yaşamlarını yitirdiğini açıklamıştı. Iki HPG gerillasının sağ yakalandıktan sonra işkence edilerek kurşuna dizilmesi ardından, çatışma sonrasında Derik ilçesinde bulunan Özel

Harekat Timleri, karakolda mehter marşı çalarak bu olayı kutlamışlardı. HPG gerillaları Mardin ve Diyarbakır'da onbinlerce kişinin katıldığı bir törenle toprağa verilmişti.

Seven’in avukatları: Türkiye şov yapıyor!

Fransa’da tutuklu olan Kürt siyasetçi Nedim Seven, Paris’e gelen Türk heyeti boykot etti. Seven’in avukatları, iade talebinin sözkonusu bile olamayacağını belirterek Türkiye’nin iddialarının temelsiz olduğunu ve şov yaptıklarını kaydetti.

nedim%20seven CELİL DEMİRALP-ANF

PARİS / Fransa’da tutuklu olan Kürt siyasetçi Nedim Seven, Paris’e gelen Türk heyeti boykot etti. Seven’in avukatları, iade talebinin sözkonusu bile olamayacağını belirterek Türkiye’nin iddialarının temelsiz olduğunu ve şov yaptıklarını kaydetti.
Mart 2008’de İtalya’da tutuklandıktan sonra 19 Haziran günü Fransa’ya dönüşünde yeniden gözaltına alınarak tutuklanan Kürt siyasetçi Nedim Seven hakkındaki soruşturma sürüyor. Nedim Seven’i Fransa’da 6 avukattan oluşan bir kolektif savunuyor.
‘TARİHİ SORGU’ YALANI
Bazı Türk medya organlarında “tarihi sorgu” başlığı ile Türkiye’den bir heyetin 21 Ağustos günü Paris’te yapılan sorguya katıldığı yönündeki haberler Seven’in avukatları tarafından ciddi bulunmadı.
ANF’ye bilgi veren avukatlar kolektifi, Avrupa Birliği, ABD ve Türkiye arasında “terörle mücadele” adına oluşturulan “Uluslar arası Sorgu Komisyonu” çerçevesinde Türk heyetin geldiğini belirtti. Geçen yıl Almanya’nın Frankfurt kentinde ABD, AB ve Türkiye’den savcıların katıldığı bir toplantıda PKK ele alınmıştı. Bu toplantıda sonra Avrupa’da Kürtlere karşı bir dizi operasyon gerçekleşti. Almanya’da dernekler basıldı, Fransa’da Kürt siyasetçiler tutuklandı.
Nisan 2007’de Fransa’dan 6 kişilik bir heyet de İstanbul’a giderek Emniyet Müdürlüğü ve cumhuriyet savcılarından PKK hakkında bilgi istemişti. Bu görüşmelerde Türk yetkililer Rıza
Altun, Nedim Seven ve Canan Kurtyılmaz’ın iade edilmesini istemişti.
Seven’in avukatları Paris’e gelen Türk heyetin Seven ile direkt mülakata geçmesi ve soru sormasının yasak olduğunu belirterek, “Türk heyet sorularını sorgu hakimine verdi. Heyet salondaydı ancak soru sormaları ve mülakata girmeleri kesinlikle yasaktı. Verilen sorular savcı tarafından müvekkilimize iletildi” dedi.
Ancak Seven’in, Türk heyetinin bu ziyaretinin hukuksuz olduğunu belirterek boykot ettiği bildirildi. Seven heyetin hiçbir sorusunu yanıtlamadı. Avukatlar kolektifi, Türkiye’nin verdiği dosyanın boş olduğunu ve sadece itirafçıların beyanatlarından oluştuğunu kaydetti.
TARTIŞMALI OPERASYONLAR
nedim_seven_03 Nedim Seven, geçen yıl şubat ayında yapılan bir operasyon sırasında da gözaltına alınmış ancak daha sonra serbest bırakılmıştı. Şu anki soruşturma da daha önce 15 kişinin tutuklanmasına yol açan soruşturmanın devamı olarak yürütülüyor. 5 ve 6 Şubat 2007 sabahı aniden Fransız polisi, Kürt ev ve kurumlarına baskınlar düzenleyerek, 15 kişiyi gözaltına almıştı.
Bunlar arasında Rıza Altun ve Canan Kurtyılmaz da bulunuyordu. Savcı iddialarına kanıt bulamayınca bunların tümü 27 Şubat’a kadar serbest bırakılmıştı. Serbest bırakılanlar ülke içinde cezaevi koşulları yaşıyor. Hiçbirinin Paris merkezi ve Kürt derneğine giremiyor. Paris içinde serbest dolaşma hakları bile bulunmuyor. “Birinci bölge” olarak belirlen Paris merkezinin dışında ancak seyahat edebilen bu kişiler, ancak avukat görüşmeleri gibi zorunlu hallerde Paris içerisinden geçebiliyorlar.
Fransa’daki bu operasyon siyasi olarak değerlendirilmişti.  İnsan Haklarını İzleme Örgütü (HRW) Temmuz 2008’de yayınladığı bir raporda Fransız yargıçlar ile antiterör polisleri arasında “geniş bir ilişki” olduğu eleştirisinde bulunmuştu. HRW, PKK ve Halkın Mücahitleri’ne baskın düzenleyen yargıç Jean-Louis Bruguière için, “Fransa’nın en ünlü ve en tartışmalı yargıcı” demişti.
İADE SÖZKONUSU BİLE OLAMAZ
Fransız avukatlardan oluşan kolektif, Türkiye’nin 15 kişi hakkında verdiği dosyada somut bir delil olmadığını belirterek Seven’in Türkiye’ye iadesinin sözkonusu bile olamayacağını belirtti. Kolektif, “Türkiye bunların prosedür olarak iadesini isteyemez. Fransa hukukuna göre Fransa’daki bazı iddialar gereği hakkında soruşturma devam ediyor. Ya dava açılır ya da savcı delil yetersizliğinden dolayı dava açmaktan vazgeçer” dedi.
Her iki halde de iade talebinin görüşülmeyeceğini ifade eden avukatlar, ayrıca tümünün iltica talebinin incelenmesinin kabul edildiğini belirterek mülteci yasaları gereği de iadenin mümkün olmadığını kaydetti.
ŞOV YAPIYORLAR
“Türkler bu tür dönemlerde sürekli psikolojik savaş güdümlü medyatik şovlar yapıyor” diyen kolektif,  Türk medyasında yer alan haberlerle hem Türk hem de dünya kamuoyunun yanıltılmaya çalışıldığını belirtti.
Kolektif, “İtalya’da da Türkiye’nin iade talebi vardı, ama gündeme bile almadı, buna karşın Fransa’nın iade talebine cevap verildi. Türk hükümeti bu tür çarpıtmalarla sadece şov yapıyor” diye tekrarladı.
Uyuşturucu ticareti iddialarını da yalanlayan avukatlar, “uyuşturucu meselesi hiçbir şekilde sözkonusu dahi edilmemiştir” dedi. Kolektif, Avrupa ülkeleri raporlarında bile PKK’nin hiçbir zaman uyuşturucu ticareti yapmadığını belirtildiğine vurgu yaparak, “Avrupa’da başta İtalya, İngiltere Fransa ve Almanya’da resmi belgeler de bunu gösteriyor” diye belirtti:
Müvekkilleri hakkında Fransız sorgu yargıçlarının hazırladığı dosya hakkında bilgi verme haklarının olmadığını ifade eden avukatlar, buna karşın Fransız hakimlerin yürüttüğü soruşturmanın hukuk çerçevesinde yürütüldüğünü ve kendilerini rahatsız edecek bir tarzda olmadığını belirtti.

Yeni bir harekâtın başarı şansı düşük

 Türkiye'nin ABD desteğiyle sonbaharda yapmayı planladığı belirtilen kara harekâtının başarı şansı oldukça tartışmalı.

asker_kara_harekati

Uzmanlar, Türkiye'nin 1990'lı yılların politikalarına sarılarak geliştirmeye ve bu konuda ABD'ye verdiği büyük tavizler karşılığında hayata geçirmeye çalıştığı tasfiye konseptinin, Şubat 2008'deki Zap operasyonunda görüldüğü gibi başarı şansının çok düşük olduğuna dikkat çekiyor. Neden olarak ise, hem PKK'nin askeri ve coğrafi olarak konumlanması, hem de Kürtler arasında bir kez daha Kürt örgütlerinin karşı karşıya gelmesine karşı oluşmuş olan ciddi bir kamuoyunun bulunması gösteriliyor.
Masa başında ve karşılıklı tavizler karşılığında oluşturulan planların her zaman başarı şansı barındırmadığına dikkat çeken uzmanlar, Türkiye ve ABD'nin Zap operasyonundaki durumunu hatırlatıyor. Sonbaharda yapılması planladığı belirtilen olası bir kara harekâtında Türkiye ve ABD'nin hesaplarının Şubat 2008'deki Zap operasyonundaki hesaplarla hemen hemen aynı olduğuna dikkat çekilirken, burada yürütülecek olan bir mücadelenin de hemen hemen aynı taktikleri barındıracağı belirtiliyor. Türkiye'nin yine karadan bir askeri yığınakta bulunacağı, uzman birliklerle de yapacağı nokta operasyonlarıyla hedefleri vurmayı amaçlayacağı ve mümkünse alan kontrolünü elinde tutmaya çalışacağı kaydediliyor. Ancak Zap operasyonunda bunların hiçbiri gerçekleşmemiş, askeri birlikler coğrafya koşullarına bile dayanamamıştı. Bunun yanısıra uzmanlar, özellikle de PKK'nin konumlanışını, askeri taktiğini ve teknolojik donanımını göz önüne alarak Türkiye'nin askeri hesaplarının kolay kolay tutmayacağına işaret ediyor.
Zap operasyonunda sonuçlar çıkarmaya çalışan Türkiye'nin olası askeri harekâtta en önemli kozunun KDP güçlerini de savaşın içine çekmek yönünde olacağı belirtiliyor. Kuzeyden başlatacağı olası bir harekâtta Türkiye'nin, 1997'deki gibi Güney'de de KDP güçleri ve Amedi, Bamerni, Kanimasi gibi üslerdeki birlikleriyle PKK'yi kuşatmayı amaçlayacağı kaydediliyor. Ancak bu ihtimali zayıf bulan uzmanlar, şu hususlara dikkat çekiyor: 'KDP güçleri 1997'deki gibi dağlık alanda peşmergelik yapmıyor, savaşma kapasiteleri oldukça düşük ve dolayısıyla PKK'nin uygulayacağı gerilla taktikleri karşısında dayanmaları zor. Ama daha da önemlisi, Kürt kamuoyunun büyük tepkisini çekecek olan bir kara harekâtında KDP'nin yer alıp almayacağını, çok iyi hesaplaması gerekecek. Ortaya çıkaca sonuç, Türkiye'nin vereceklerinden en az on kat daha fazla KDP'ye kaybettirebilir.' KDP'nin Zap operasyonu sırasında da böyle bir durum değerlendirmesi yaptığını hatırlatan uzmanlar, 'Eğer KDP Kürt kamuoyunun tepkisinin düşük olacağını ve kazançlı çıkacağını hesaplasaydı Türkiye'ye destek vermekten çekinmezdi' tespitinde bulunuyor. Dolayısıyla olası bir kara harekâtında Kürtlerin karşı karşıya getirilmesi planı, Türkiye açısından oldukça zor görünüyor. Bu durum karşısında Türkiye'nin askeri harekâtını yine Zap operasyonundaki gibi kurgulamak zorunda kalacağı, en fazla Güney'e giriş noktaları ve harekât tarzı konusunda bazı taktik değişikliklere gidebileceği, bunun da PKK açısından çok zor bir durum ortaya çıkarmayacağı kaydediliyor.
Öte yandan uzmanlar PKK, Türkiye ve KDP açısından koşulların 1997'dekine hiç benzemediğini de hatırlatıyor ve ekliyor: '1997'den önce Türkiye'nin sayısız askeri operasyonu ve sürekli bir KDP, YNK desteği vardı. PKK ise bugünkü koşullarda olduğu gibi Güney Kürdistan'da tam anlamıyla yerleşik değildi. Bugün PKK'nin alan hakimiyeti hem askeri mevzilenme hem de silahlanma açısından her zamankinden çok daha güçlü. Türkiye ve KDP'nin alan hakimiyeti ve askeri varlığı ise sıfır. 1990'lı yıllarda KDP'nin denetiminde bulunan alanlar mevcuttu ve Türkiye büyük oranda bu alanlar üzerinden PKK'ye karşı daha rahat bir konumdaydı. Dolayısıyla olası bir harekât, ellerinde olan alanlar üzerinden şekillenmeyecek, çünkü denetimlerinde alanlar mevcut değil. Bu nedenle öncelikle alan elde etmeleri, daha sonra ise mümkünse yerleşmeleri gerekecek. Bu ise çok zor. Çünkü PKK boş durmayacak ve denetimindeki alanları kolay kolay bırakmayacak. Zap denemesi de bunu gösterdi.'
Uzmanlar, askeri harekât tarzının bile olası bir operasyonun başarısızlığını şimdiden gösterdiğine dikkat çekerek, bunun doğuracağı sonuçların Zap operasyonu sonrasında olduğu gibi doğrudan siyasi ve bölgesel hesapları etkileyeceğini belirtiyor. Bu ise, hesapların bir başka bahara ertelenmesi demek oluyor.
NURİ FIRAT