Sunday, November 9, 2008

ARJANTİN FUTBOL FEDERASYONU’NDAN KÜRDİSTAN’DA FUTBOL OKULU

ARJANTİN FUTBOL FEDERASYONU’NDAN KÜRDİSTAN’DA FUTBOL OKULU 9-Nov-08 [13:23]
PNA-Nazım Birakepri/Hewler: Dünyanın değişik ülkelerinde futbol okulları açan Arjantin, bu kez Federal Kürdistan Bölgesi’nde geleceğin yıldızları hedefiyle okul kurmak için beşkent Hewler’e bir heyet gönderdi.

Arjantin Futbol Federasyonu’ndan bir heyet dün akşam Kürdistan Bölgesi’ne geldi.

Alex başkanlığındaki Arjantin Futbol Federasyonu heyetinde, başkent Hewler’de kurulacak Arjantin Futbol Okulu Hocası Ömer Ketelan, Ömer Ketelan’ın Yardımcısı Rafael ve Amerika Spor ve Yardım Organizasyonu Temsilcisi Dane yer aldı.

Kürdistan Futbol Federasyonu’nu ziyaret eden heyet, önümüzdeki günlerde başkent Hewler’de açılması beklenen “Arjantin Futbol Okulu” ile ilgili görüş alışverişinde bulundu.

Kürdistan Futbol Federasyonu Sekreteri Selam Hüseyin, Arjantin heyetinin Kürdistan Bölgesi’ne futbol okulu açmak amacıyla geldiğini belirterek, sözkonusu futbol okulunda 7-14 yaş arasındaki çocuklara futbol eğitim verileceğini söyledi.

Taraf zor günler geçiriyor

Taraf zor günler geçiriyor ZOR GÜNLERDEN GEÇİYORUZ 

Zor zamanlardan geçiyoruz. Her taraftan sıkıştırılıyoruz. Zaten ilanlarımız azdı, şimdi en küçük gazeteleri dahi kapsayan ilan “kampayalarında” bile Taraf’ın adının üstünü çiziyorlar. Gelirlemiz çok düşük. Hiçbir para kaynağımız yok. Arkadaşlarımızın maaşlarını ödemekte zorluk çekiyoruz. Bu gazetede çalışan insanlar, bağımsız bir gazetede çalışmanın mesleki hazzını ve onurunu hissederek ama gerçekten büyük sıkıntılara katlanarak çalışıyorlar sorunları “tensikat” yaparak aşmayı düşünmedik, düşünmeyiz. Biz bir aile gibi başladık, öyle de devam edeceğiz. Okurlarımızın çoğunluğunun durumunun da bizden daha iyi olmadığını tahmin ettiğimizden fiyatımızı arttırmayı en son ana kadar geciktirmeye uğraşıyoruz. Yapabileceğimiz tek bir şey var.

O da her gün verdiğimiz. Kültür-sanat ekini kaldırmak ve maliyetlerimizi böylece azaltmak. Onun yerine bu haftadan itibaren her pazar 32 sayfalık bir kültür-sanat eki vereceğiz.

Bir de içinde bulunduğumuz sıkıntıyla çelişen iyi bir haber verelim. Bir gazete, Alkım yayınlarına ısmarladığı 100 Temel Eser’i almaktan vazgeçti. O kitaplar elimizde. Önümüzdeki haftadan itibaren “her 7 kupona 10 kitap” esasıyla okuyucularımıza dağıtacağız. Belki bu kampanyayla bize ilan vermekten çekinen “dostlarımız” biraz cesaret bulur gibi bir ümit de besliyoruz. Belki okuyucularımız arasından küçük ilanlar verecekler de çıkar.

Ancak kendimize ortak arıyoruz. Anlayacağınız, kolay teslim olmayacağız. Aksaklıklarımız, eksikliklerimiz var ama bu iyi bir gazete. Gerçekleri söyleyen dürüst bir gazete. Böyle bir gazete lazım bu ülkeye. Daha ilk yılında, kırkbinle doksanbin arasında değişen bir satış aralığına oturmayı başaran, haberleriyle Türkiye gündemini belirleyen bu gazeteyi yaşatmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Şu darboğazı aşabilirsek geleceğin çok umut vereceğini biliyoruz çünkü. taraf

Kürtler fiili olarak kazanacaktır

faso-gulen-erdogan-gul-basbug-bahceli-ataturk-baykal-demirel-erbakan

 

 

Örneğin, Kürtçe yerine, “Türkçe’den başka diller, mahalli diller”, “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” yerine, Kuzey Irak’taki oluşum” denilmektedir.

Bu ilişkilerin başka bir boyutu daha vardır. Türk düşüncesinde, “Türklerin başka halkları yönetmesi” gibi bir boyut da vardır. Türkler, kendilerini üstün görüyorlar, başka halkları yönetmek gibi bir beceriye sahip olduklarını söylüyorlar. Türkler bunu ilahi bir hak olarak algılıyorlar. Türk sağında, muhafazakar düşüncede bu çok yaygın, daha belirgin bir şekilde ifade ediliyor. Bu arada, Kürtlerin “düşük” bir ırktan geldikleri, bu bakımdan kendi kendilerini yönetemediklerini, Kürtleri hep başlarının, Arapların, Farsların, Türklerin vs. yönettiğini söylüyorlar. Bunlar elbette ırkçı niyetler, ırkçı düşüncelerdir. Irkçılık daha başka nasıl ifade  edilebilir?

Kürtler güçlü bir şekilde özgürlük istemiyor (Gecmis röportaj)

 

İsmail Beşikçi- www.kurdistan-post.org 
Tarih: 9 Kasım 2008 Pazar

Hasan Bildirici: Türklerle Kürtlerin bir arada yaşaması zorlaşıyor diyorsunuz. Bu görüşü doğrulayan bir çok örnek var bir önceki cevap içinde. Bir zamanlar bu topraklarda Rumlar ve Ermeniler de vardı. Bugün Kürtlere yapılanların aynısı geçmişte onlara da yapılmıştı. Bu demektir ki, Türk ırkçılığına dayalı devlet sisteminin böyle bir özelliği var. Nüfusla birlikte şehirleri, kasabaları, köyleri ve mülkiyeti de Türkleştirmek... Bun da en çok da Türklük iddiasında olan göçmenleri kullanıyor. Göçmenlik arayıştır, alan edinmek için yerlilerden daha atılgan ve fanatik davranmaktır. Hele bu Türk göçmenler için daha çok böyledir. Türkiye’nin dört bir tarafındaki ırkçı saldırılara rağmen Kürt siyasetçileri ve aydınları çok iyimser. Belirttiğiniz gibi hala kardeşlikten söz ediyorlar... Bu durum bana biraz, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar bize saldırmaz diyen Rusların durumunu hatırlatıyor. Hitler birlikleri öyle ani bir saldırılar başlatmışlardı ki, binlerce kilometrelik alandaki Rus askerleri ve silahları bir santim bile kıpırdamadan yerle bir olmuştu. Bir gün sanırım Kürtler Türk ırkçılığı karşısındaki iyimserliğin bedelini ağır ödemek durumuyla karşı karşıya kalabilirler. Batı illerindeki servetlerini kaybettiklerinde, yoksulluğu onları ne kadar sarıp sarmalayabilir?.. Aslın da bunun da cevabını vermişsiniz. Kürtlerin Kürdistan’dan kopmaması ve batı illerindeki varlıklarına çok umut bağlamamaları gerekir diyorsunuz. O zaman şöyle bir soru çıkaralım buradan: Türk devletinin Kürt sorununu çözme niyet ve yeteneği yok. Hiçbir zaman da olmayacak. Yani Kürt sorununu uluslar arası koşullar mı çözecek artık? Türk sisteminin çözüm güç ve niyetinden Kürtler kesinlikle umut kesmelidir diyebilir miyiz?

Kürtlerin kazanımları fiili kazanımlar olacaktır

İsmail Beşikçi:Türk devletinin Kürt sorununu çözme niyeti yok. Niyet olmadığı için bu konuda yetenek geliştirmesi de söz konusu değil. Kürtlerin kazanımları fiili kazanımlar olacaktır. 20-25 yıl öncesini düşünelim. Kürtler ve Kürtçe inkar ediliyordu. Kürtler, Türk; Kürtçe, Türk dilinin ilkel bir şivesi sayılıyordu. Aksini iddia etmek, yazmak, konuşmak çok ağır idari ve cezai yaptırımlar getiriyordu. Ama gerilla mücadelesi sürecinde, devlet artık bu tür iddialarda bulunamıyor. Kürtler artık fiilen kabul ediliyor. Bu artık, fiili bir kazanımdır. Devlet artık, bu tür yazıları, konuşmaları, iddiaları görmezlikten, duymazlıktan gelmektedir. Yine bu mücadelenin bir aşamasında, Ekim 1991 de, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. Süleyman Demirel bunu sadece bir defa söylemiş olsa da, bu sözün bu kabulün gereklerini hiç yerine getirmemiş olsa da, bunun, Kürt-Türk ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Mücadelenin boyutlanması ise fiili kazanımı daha da güçlendirmiştir.

Türk devleti Kürtlerle masaya oturmaz

Devletin Kürtlerle, Kürtlerin temsilcileriyle masaya oturması, soruna birlikte çözüm aranması mümkün görünmemektedir, kanısındayım. Çünkü, Kürtler, dünyada bir eşi daha bulunmayan inkarcı, imhacı ve ırkçı bir politika ile, sistematik bir uygulamayla karşı karşıyadır. Bir Kürt’ün kendisine “Kürdüm” demesini devlet, Türlüğe hakaret, devlete hakaret olarak algılamaktadır. Dünyanın başka bir yerinde, ulusal kurtuluş mücadelelerinde, toplumsal mücadelelerde, Kürt-Türk ilişkilerindeki bu inkarcı duruma rastlamak mümkün değildir. Bu ifadenin bir abartma olarak değerlendirilmemesi gerekir. Bu bakımdan, Kürtlerin kazanımları fiili kazanımlar olacaktır. Bu da başta Kürt diline sahip çıkmak, Kürtçe’yi işlevsel bir hale getirmekle mümkün olacaktır. En sağlıklı çözüm arayışı Kürtçe’ye sahip çıkmaktır. Daha ileri çözümlere yol açacak tek yol budur. Geçen yıl Diyarbakır’da, Sur Belediyesi çok dillilik çalışmalarından dolayı, idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Belediye Başkanı görevden alındı. Kürtlerin yönettiği bu tür belediyeler çoğaldığı zaman, çok dillilik benzeri çalışmalar çoğaldığı zaman bu hak da fiilen kazanılma yoluna girebilir. Bu tür çalışmalarından dolayı, başka belediyeler de idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. Ama, Diyarbakır’da, Mardin’de, Van’da, Hakkari’de, Muş’ta, Bitlis’te, Ağrı’da, Batman’da, Bingöl’de vs. bu girişimler çoğaldığı zaman, sivil itaatsizlik eylemleri geliştiği zaman, devletin bu süreçte davalarla baş etmesi zorlaşacaktır. Devletin bütün engellemelerine rağmen, fiilen kazanılmış bir hak, daha sağlam, daha kalıcı olmaktadır.

Mahalli idarelerde, örneğin belediyelerde, Kürtlerin ağır basmasının çok önemli olduğu kanısındayım Hasan. Bunun, Ankara’da, TBMM’de Kürtlerin temsil edilmesinden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun için belediye seçimlerine önem vermek, iyi hazırlanmak gerekir .

Dış güçler çözüm sağlayamaz

Dış güçlerin, örneğin, uluslar arası kurumların Kürt sorununu çözmek için girişim başlatması kanımca olası görünmemektedir. Bu, doğru da değildir. Bu, uluslar arası kurumların anti-Kürt yapılarıyla yakından ilgilidir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Milletler Cemiyeti’de, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler de anti-Kürt bir yapıya sahiptir. Milletler Cemiyeti döneminde kurulan statüko, Birleşmiş Milletler döneminde daha da olumsuz bir yapıya büründürülerek korunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Milletler Cemiyeti döneminden gelen birçok olumsuz yapıyı düzeltmiş, değiştirmiştir. Ama, Ortadoğu’nun ortasında kurulun statüko, yani Kürdistan’a yönelik statüko değiştirilmemiştir, aynen korunmaktadır. Öte yandan, Kürtlerin bu yoldaki söylemleri de sağlıklı değildir. “Bir şey istemiyoruz, sınır çizmek, bayrak vs. düşünmüyoruz, kardeşçe bir arada yaşamak istiyoruz” söylemleri uluslar arası kurumları, uluslararası güçleri Kürtlerin lehine harekete geçirmez.

Türk devleti ırkçıdır

Dikkat edersen, Türk devleti için, inkarcı, imhacı sıfatları yananda, ırkçı sıfatını da kullandım değerli Hasan. “Irk devleti” diyerek sen de bu kavramı kullanıyorsun ve çok isabetli kullanıyorsun. Burada, bu kavramla ilgili küçük bir açıklama ve değerlendirme yapma gereğini duyuyorum. Türk düşüncesi, Türk aydını, devletin, ırkçı olmadığını ısrarla ileri sürerler. “Irkçı devlet asli tebaası, yani asli uyruğu saydığı insanlarla ‘ötekiler’ arasına, asli uyruğu ile daha ‘düşük’ dediği ‘ırklar’ arasına aşılmaz duvarlar koyar. Böylece ‘ötekiler’in, asli uyruğu ile karışmasını önler. Türkiye’deyse böyle bir durum yoktur. Bilakis halkların birbirine karışması teşvik edilir.” denir. Bu çok yaygın bir görüştür. Türk sağı, Türk solu, Türk liberali, Türk siyasal İslamı bu görüşü yoğun bir şekilde destekler. Üniversite, yargı gibi devletin temel kurumları, basın, sendikalar, siyasal partiler, genel olarak sivil toplum kurumları, yine bu görüşü destekleyen tavır ve davranışlar sergiler. Bu oturmuş, geçerli, toplumda çok büyük kabul görmüş düşünceyi irdelemekte yarar vardır.

1960’larda, 1970’lerde. 1980’lerde, Güney Afrika için, “dünyanın en ırkçı devleti denirdi. Burada beyaz yönetim yerlilere şöyle söylüyordu: “Sizin renginiz siyah. Siz bizim içimize, beyazların içine karışmayın. Sizin mahalleleriniz, okullarınız, hastaneleriniz, parklarınız, otelleriniz, plajlarınız, eğlence yerleriniz ayrı olsun.” Bunun için “Bantustan” denen, dikenli tellerle çevrili çok geniş alanlar kurmuşlardı. Yerliler buralarda yaşıyorlardı. Ama özerkliklerini koruyarak yaşıyorlardı. Dikenli tellerle çevrili bu geniş alanlarda fiziki altyapı çok yetersizdi. Su, elektrik sık sık kesilirdi. Kanalizasyon sistemi çok olumsuzdu. Yollar, okullar, hastaneler, konutlar pek çok olumsuzluk içeriyordu. Fakat buralarda yerliler özekliklerin koruyarak, kendileri olarak yaşıyorlardı. Beyazlarla yerliler arasında aşılmaz duvarlar vardı. Buna Apartheid sistemi deniyordu.

1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde, ABD’de de benzer bir sistem vardı. Zenciler, beyazların girip çıktığı kahvehanelere giremezlerdi. Zencilerin çocukları beyazların çocuklarının devam ettiği okullara alınmazlardı. Beyazlarla zenciler arasındaki duvarlar aşılmazdı.

1990’larda ne oldu? Güney Afrika’da, yerlilerin kararlı mücadelesi sonunda, Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mandela, cezaevinden çıkarıldı. 1994 yapılan seçimler sonunda Cumhurbaşkanı oldu. Nelson Mandela’yı 27 yıl cezaevinde tutan beyaz yönetimin lideri De Klerk cumhurbaşkanı yardımcılığına, Nelson Mandela’nın yardımcılığına getirildi. Dikenli tellerle çevrili, Bantustan denilen ve fiziki alt yapısı çok olumsuz alanlarda yaşayan, fakat kendileri olarak ve özerkliklerini koruyarak yaşayan yerliler başarıya ulaşmışlardı. Burada, “dünyanın en ırkçı devleti” denilen yerde, resmi görüşün nasıl esnek olduğuna da dikkat etmek gerekir. Afrika Ulasal Kongresi Lideri Nelson Mandela’yı 27 yıl cezaevinde tutan yönetimin, 1994’den sonra, O’nun yardımcılığını kabul etmesini, başka türlü nasıl değerlendirmek gerekir? 1960’llarda, 1970, lerde, 1980’lerde, Afrika Ulusal Kongresi’nin terörist bir örgüt, Nelson Mandela’nın da bir terörist olarak kabul edildiği biliniyor.

Türkiye’de durum nasıl? Kürtlerin yaşantılarında, beklentilerinde bir değişiklik oldu mu? İnkarcı, imhacı ve ırkçı görüşler hala, Türk siyasal hayatının temel görüşleridir. Kürtlere söylenen şudur: “Türklüğün değerlerini kabul edersen, Kürtlükten tamamen koparsan, örneğin Türkçe öğrenir konuşursan, Kürtçe’yi kamu hayatının tamamen dışına atarsan, kapılar sana açıktır. Türklüğün değerlerini kabul ederek, bu değerleri yaşayarak kamu yönetiminin bütün alanlarında görev alabilirsin, kamu yönetiminde, devlet bürokrasisinde yükselebilirsin. Kendi özel işini kurup geliştirebilirsin. Ama, Kürt kalarak, Kürtlüğün değerlerini koruyarak, bunlar için mücadele ederek hiçbir kazanç elde edemezsin.” Bu bakımdan bu söylemi, aslında bir dayatma olarak kabul etmek gerekir. Türk düşüncesi, Türk aydını, devletin ırkçı olmadığını, birlikte yaşamanın söz konusu olduğunu, Kürtlerin, Türklerin birbirine karıştığını söylüyor ama, bunun temel koşulundan söz etmiyor. Daha açık bir ifadeyle Kürtlere dayatılan şudur: “Sen benimle birlikte yaşayacaksın, ama bana benzeyerek yaşayacaksın. O ilkel dili, o ilkel değerleri unutacaksın. Başka seçeneğin yoktur.” Türkiye’de hızla değişen bir toplum hiç değişmeyen bir resmi ideoloji ile yönetiliyor. Soruların temel kaynağı budur.

Türk ırkçılığı ağır bir ırkçılıktır

Kişi olarak, “sen benimle birlikte yaşayacaksın, ama bana benzeyerek yaşayacaksın, o ilkel dili, değerleri unutacaksın, başka seçeneğin yok” ırkçılığının, “sen benim dışımda yaşa, benim içime karışma” ırkçılığına göre çok daha ağır, çok daha çürütücü olduğunu düşünüyorum. Çünkü yerliler,”dünyanın en ırkçı devleti” denen yerde, “kendileri” olarak yaşamışlar, “kendileri” olarak mücadele etmişler, başarıya ulaşmışlardır. Kürtler ise “kendileri” olarak değil, hep devletin istediği biçimde, egemen devlet için yaşamışlar, “kendileri” olarak hiçbir şeyin, hiçbir değerin sahibi olamamışlardır. Kürt değerleri bu süreçte çürümeye yüz tutmuştur. Halbuki doğal olan, insani olan, doğru olan kişilerin, toplumların, “kendileri” olarak yaşamalarıdır. İnsani olan, doğal olan, doğru olan budur.

Kürtlerin Türklerin için karışması neden isteniyor? Elbette asimilasyon için. Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu, devletin, Cumhuriyet’in, temel politikalarından biridir. Devlet, Kürtlerin asimilasyonunu sağlayabilmek için ekonomik, politik, toplumsal, kültürel her önlemi almakta, uygulamaktadır. Bulgaristan’daki Türklerin, Batı Trakya’da ki, Kerkük’deki Türklerin, Kuzey Kıbrıs’taki, Kosova’daki Türklerin, Almanya’daki Türk işçilerinin asimilasyonuna kaşı çıkan devlet, Kürtlerin Türklüğe asimilasyonunu gerçekleştirmek için yoğun bir çaba içindedir.

“Kendileri” olarak yaşamanın nasıl değerli olduğunu, Türk düşüncesi, Türk aydını, 1985-1988 arasında, Bulgaristan’da, isim değiştirme sürecinde göstermiştir. Bu yıllarda, Bulgaristan yönetimi, orada yaşayan Türklere, Türk azınlığa, “eğer Türk ismini bırakıp Bulgar ismi alırsanız yaşamınız kolaylaşır. Bulgaristan Komünist Partisi’nde ve Bulgaristan devlet yönetiminde yer alır, bu yönetimlerde yükselme olanakları bulursunuz. Aksi halde, Bulgaristan’daki yaşamınız çok zorlaşır” diyorlardı. Bulgaristan yönetiminin Türk azınlığa bu dayatması, başta Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Başbakanlık, hükümet, kamu yönetimi olmak üzere, basın tarafından, üniversite ve yargı organları tarafından, siyasal partiler, işçi ve işveren sendikaları, sivil toplum kurumları tarafından, dinsel kurumlar ve spor kurumları tarafından… yoğun bir şekilde eleştirilmişti. Bulgaristan yönetimi ırkçılık ve sömürgecilik yapmakla, emperyalist olmakla, gericilikle ve çağdışı olmakla suçlanmıştı. Uluslar arası kurumlardan, bu yönde harekete geçip Bulgaristan yönetimini eleştirmeleri ve uygulamalarından geri adım atmasının sağlanması istenmişti. İkili ilişkiler çerçevesinde, Türkiye’deki her kurum, muadili kurumla ilişkiye giriyor, Bulgaristan yönetiminin eleştirilmesini ve bu çağdışı uygulamayı bırakması için baskı yapmasını istiyordu. Bu süreçte, “kendileri” olarak yaşamanın ne kadar değerli olduğu açıkça anlaşılıyor.

Türkler kendileri için istedikleri hiç biri şeyi Kürde layık görmüyorlar

Buradan hareketle Türk ırkçılığının başka bir özelliğini daha görüyoruz. Milli değerlere sahip olmak, örneğin anadili özgürce kullanmak Türkler için çok değerli. Türkler, bunu her yerde, her koşulda istiyorlar, savunuyorlar. Fakat Türkler, kendilerin layık gördükleri, kendileri için istedikleri bu değerleri başkaları için örneğin Kürtler için layık görmüyorlar, Kürtleri için istemiyorlar. Kendinize layık gördüğünüz, kendiniz için istediğiniz bazı şeyleri başkaları için istemiyorsanız, başkalarına layık görmüyorsanız, başkalarını o değerlere sahip olmak için, o değerlere kavuşmak için yaptıkları mücadeleyi bastırmaya çalışıyorsanız, bu düşüncede, bu eylemde ve bu niyetlerde ırkçılık var demektir. Türk devlet ve hükümet yöneticileri, TBMM, hükümet, kamu yönetimi, üniversite, yargı organları, Türk siyasal partileri, işçi sendikaları, sivil toplum örgütlerinin çok büyük bir kısmı, Türk din kurumları, Türk spor kuruluşları vs. örneğin Bulgaristan’daki Türkler için istedikleri hakları Kürtleri için layık görmüyor, Kürtler için istemiyor. Kürtlerin bu doğrultuda yaptıkları mücadeleye karşı duruyor. İşte ırkçılık budur. Kaldı ki, Bulgaristan’daki Türklerin konumlarıyla, Ortadoğu’daki örneğin Türkiye’deki Kürtlerin konumları çok farklıdır. Kürtler, binlerce yıldır kendi toprakları üzerinde yaşamaktadır. Bulgaristan’daki Türkler ise, Bulgaristan’ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra, yani 1376-1387 yılları arasında, Anadolu’dan kaldırılarak, oraya yerleştirilen Türklerdir. Oğuz boylarının Ortasya’dan Anadolu’ya akınlarının ise, onbirinci yüzyılın ortaları olduğu bilinmektedir. Bu gelişmelerde şu sonucun vurgulanması da önemlidir. Bulgaristan yönetimi sözü edilen bu uygulamayı ta, 1988 yılında bırakmıştır. Bugün oradaki Türkler, Türk azınlığı, kendi siyasal partileriyle, Haklar ve Özgürlükler Partisi’yle Bulgaristan hükümetinde yer almaktadır. Türkiye’deyse, şunca fedakar ve vefakar mücadeleye rağmen, Kürt, Kürtçe gibi adlar bile kabul edilmemiştir. Örneğin, Kürtçe yerine, “Türkçe’den başka diller, mahalli diller”, “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” yerine, Kuzey Irak’taki oluşum” denilmektedir.

Bu ilişkilerin başka bir boyutu daha vardır. Türk düşüncesinde, “Türklerin başka halkları yönetmesi” gibi bir boyut da vardır. Türkler, kendilerini üstün görüyorlar, başka halkları yönetmek gibi bir beceriye sahip olduklarını söylüyorlar. Türkler bunu ilahi bir hak olarak algılıyorlar. Türk sağında, muhafazakar düşüncede bu çok yaygın, daha belirgin bir şekilde ifade ediliyor. Bu arada, Kürtlerin “düşük” bir ırktan geldikleri, bu bakımdan kendi kendilerini yönetemediklerini, Kürtleri hep başlarının, Arapların, Farsların, Türklerin vs. yönettiğini söylüyorlar. Bunlar elbette ırkçı niyetler, ırkçı düşüncelerdir. Irkçılık daha başka nasıl ifade edilebilir?

İsmail Beşikçi

Aleviler 'Ayrımcılığa hayır' dedi

alevilermiting09112008 Alevilerin Ankara Sıhhiye Meydanı'nda düzenlediği 'Ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık hakkı' mitingine yaklaşık 100 bin kişi katıldı. Mitingde AKP'ye tepki gösterildi.
Alevi Bektaşi Federasyonu'nun öncülüğünde Ankara Sıhhiye Meydanı'nda 'Ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık hakkı' mitingi 100 bin kişinin katılımıyla yapıldı. Mitingde konuşma yapan Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Tekin Özdil, hak ve eşitlik için Ankara'da toplandıklarını belirterek, bir Kürt'ün hesabını bir Türk'ün sorması gerektiğini, bir Alevi'nin hesabını bir Sünni'nin sorması gerektiğini ve bir Türk'ün gözyaşlarını bir Kürt'ün silmesi gerektiğini ifade etti. Türkiye'yi katillere ve işkencecilere terk etmeyeceklerini söyleyen Özdil, 'Devletin bize elbise biçmesini istemiyoruz. Bu ülkeyi terk etmeyeceğiz. Alevi'si Sünni'si bu ülkeye sahip çıkacağız. İşkencecileri, yargısız infazları, faili meçhul cinayetleri, Kerbelayı, Maraş'ı, Sivas'ı, Madımak Oteli'ni unutmadık ve unutmayacağız' dedi.alevilermiting09112008-1
'İktidar eşitlik talebini görmezden geliyor'
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Fevzi Gümüş ise, eskiden Alevi olduklarını söyleyemediklerini dile getirerek, bugünkü iktidarın şiddetin kaynağı olduğunu belirtti. İktidarın farklı inanç, düşünce ve etnik kökenlilerin eşitlik talebini görmezden geldiğini kaydeden Gümüş, 'Alevilerin inançları ret edilerek, yok sayılarak eşitlik ihlal ediliyor. Alevilerin çocuklarına zorla din dersi veriliyor. Alevi köylerine, Alevi inancını yok etmek asimile etmek için zorla camiler yapılarak eşitlik ihlal ediliyor. İnsanlar Alevi olduğu gerekçesiyle ayrımcılığa tabi tutuluyor. Hükümet farklı inanç, düşünce ve etnik kökenlerin eşitlik talebini görmezden gelerek, Türkiye'nin ulusal birikimini emperyalizme peşkeş çekerek, eğitim, sağlık gibi en temel ihtiyaçları serbest piyasaya açarak da şiddet uyguluyor' dedi. Gümüş, Başbakan Erdoğan'ın 'Ya sev ya terk et' anlayışını eleştirerek, Başbakanı'n ırkçı ve gerici olduğunu söyledi.
'Alevilerin üzerindeki baskılar kalkmalı'
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız da, ayrımcılığa karşı ve haklı, meşru ve insani taleplerini gerçekleştirmek için Ankara'ya yürüdüklerini söyledi. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasını isteyen Balkız, inanç olgusunun kişiye has olduğunu ve kimsenin inançlara müdahale etme hakkının olmadığını belirtti. Alevilerin üzerindeki baskıların kalkmasını talep eden Balkız, 'Zorunlu din dersinin kaldırılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesini, Cemevlerinin yasal statüye kavuşmasını, Madımak Oteli'nin müze olmasını ve ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık hakkının tanınmasını istiyoruz' dedi.
Balkız, Alevilerin taleplerini yıllardır dile getirdiklerini belirterek, şunları söyledi: 'Aldığımız yanıt sadece 'Yerden göğe kadar haklısınız' oldu ancak gerçek bir uygulama göremedik. AKP Hükümeti eğer gerçekten içten ise 'Alevi açılımı' diye tartışılan ucubenin nemenem bir şey olduğunu açıklamalıdır. Aleviler, taleplerini parti programlarına ve seçim bildirgelerine almayan partilere oy vermeyecektir' diye konuştu.
DTP'li vekiller sahneden indirildi
Miting görevlileri sahnede yer alan DTP milletvekilleri Sırrı Sakık, Hasip Kaplan, Sevahir Bayındır ve Şerafettin Halis'i sahneden indirdi. Buna tepki gösteren Sakık, görevlilerle tartıştı. Görevlilerin sahnenin çok kalabalık olmasından kaynaklı olduğu için herkesi indirdiklerini söyledi. Arif Sağ, Edip Akbayram, Ferhat Tunç, Mustafa Özarslan gibi sanatçıların verdiği mini konserle sona eren mitingde, ÖDP, EMEP, DTP, SDP, ESP, SHP, CHP, DSP, KESK, DİSK, TMMOB, Halkevleri ve Halk Cephesi'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda demokratik kitle örgütü temsilcileri de yer aldı. ANKARA (DİHA)

Akp'ye oy veren insanlar ihanete uğruyor

liberaller Liberal köşe yazarları, açık destek verdikleri Erdoğan ve AKP’ye Kürt sorunu karşısında tutumu sertleştirmesi nedeniyle tepki gösteriyor. Ancak liberal aydınlara bu kez İslamcı çevrelerin ünlü yazarları da destek veriyor
AKP’ye bugüne kadar yazılarıyla açık destek veren liberal köşe yazarları, Erdoğan’la yollarını ayırıyor. 1 Mayıs’ta göstericilere uygulanan şiddet nedeniyle başgösteren bu yol ayrımı bu kez de Başbakan’ın “Kürt sorunu” karşısındaki sert söylemiyle derinleşiyor. Erdoğan’a sadece liberaller değil, Fehmi Koru, Ali Bulaç gibi İslami çevreden yazarlar da tepki gösterdi. Köşe yazılarına yansıyan Erdoğan eleştirilerinden bazıları şöyle...
Çillerleşiyor
MİLLİYET yazarı Hasan Cemal NTV’deki Yazıişleri programında Erdoğan’ın ilk başta Özallaşma sürecine girdiğini ama şimdi Demirelleştiğini ve giderek Çillerleştiğin söyledi: Hasan Cemal, “Erdoğan’ın 2005’te Diyarbakır’da yaptığı konuşmayı alıp bir daha okuması lazım. Ondan sonra da ’Sevmeyen bu ülkeyi terk etsin’ demek gibi Almanya’da Neonazilerin söylediği, Türkiye’de MHP’nin neredeyse ağzına almayıp kardeşlikten söz etmeye başladığı bir şeyi kullanabilmesi, ’pompalı tüfek’ sözü ki, bu bir yerde şiddete tahrik ve teşviktir ve suça girer. Bu kadar vahim sözlerle birlikte PKK’yı tecrit etmek ve Kürt meselesinde bir şeyler yapmak mümkün değil” dedi.
Hayal kırıklığı
Hükümete yakın Star Gazetesi’nin başyazarı Mehmet Altan ise dünkü yazısında şunları yazdı: (...) Zaten Alevilerin yığınsal olarak protestoya hazırlandığı AK Parti’nin ikinci dönemde bizlerde yarattığı en büyük hayal kırıklığı ne oldu? Herkes için özgürlük istememesi... Başörtüsü için istediğini özgürlüğü, Alevilere vermemesi, belediye işletmelerinde kendi gibi olmayana yasak getirmesi... Söz verdiği Sivil Anayasa’yı rafa kaldırması. Hálbuki... Yasakçılıkta değil, özgürleşmekte birleşmek esas olmalı...
Kötü yönetim
Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu köşesinde Başbakan Erdoğan’ın İstanbul’da bir vatandaşın PKK sempatizanı gruba pompalı tüfekle ateş etmesi üzerine söylediklerine hatırlattı ve şöyle tepki gösterdi: Bu sözleri sarfeden Başbakan... Bu sözler sadece ürkütücü değildir, aynı zamanda bir bakışın izdüşümüdür. Bu bakış en basit ifadeyle ’siyaset ve demokrasiden vazgeçmiş, kendisini askeri dil ve mantığa bırakmış bir tutum’u resmetmektedir. Bunun adı ise ’kötü yönetim’dir...
Bu devletin dilidir
İSLAMİ çevrelerin etkili yazarlarından Ali Bulaç Zaman’da AKP’yi şöyle eleştirdi: (...)Türkiye’nin her tarafında demokratik mücadeleye katılmanız en tabii hakkınız, ama siyasetin dilini, üslubunu, tarzını böylesine sertleştirip, reste karşı rest ve giderek basit bir belediye seçimini ’ya sev ya terk et’ noktasına getirmek ne kadar makul, ne kadar ülkenin siyasi istikrarına ve sosyal barışına hizmet eder? Bu, sivil siyasetin dili değil buyuran, tehdit eden, dışlayan, ezmek isteyen devletin dilidir.
AKP’yi bizzat Erdoğan kapatıyor
Taraf gazetesinin yayın yönetmeni Ahmet Altan, AKP’deki değişimi şöyle yorumladı: Özgürlüklerin genişletilmesini AKP’den bekleyen muhafazakârların, Kürtlerin, demokratların ’partisiz’ ve ümitsiz kalacağı bir döneme giriyoruz gibi görülüyor. AKP, kendisini kapatmaya çalışan Anayasa Mahkemesi’nin istediği türden bir parti olacak herhalde. Artık kapatılmaz. Kapatılmasına gerek kalmadı çünkü o eski AKP’yi bizzat Erdoğan kapatıyor şimdi. İnsanlar kendilerine yeni bir parti bulana kadar da Erdoğan çok sevdiği başbakanlık koltuğunda oturur. Son seçimde, büyük bir kesim değişimi gerçekleştirecek partinin AKP olduğunu sanarak oy verdi. Şimdi o insanlar ihanete uğruyorlar. vatan

Erdoğan Çillerleşiyor

hasancemal60 Çillerleşme süreci dediğim bu uç noktadır. Gazeteci Hasan Cemal, ilk dönemlerde Özal’a özenen Türk Başbakan Recep T. Erdoğan’ın Demirelleşme sürecini tamamladığını söyledi. Çillerleşme sürecine işaret eden Cemal, “‘Sevmeyen bu ülkeyi terk etsin’ demek gibi Almanya’da Neonazilerin söylediği bir şeyi kullanabilmesi, ‘pompalı tüfek’ sözü ki, bu bir yerde şiddete tahrik ve teşviktir ve demokratik açıdan baktığınız vakit de suça girer” dedi. Uzun süre AKP Hükümeti’ni destekleyen Gazeteci Hasan Cemal, dün NTV’den Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır’ın birlikte sunduğu Yazı İşleri programına katıldı.
Alevileri görmüyor
Pazar günü Alevilerin ilk defa Ankara’da sokağa çıkarak, taleplerini haykıracaklarını hatırlatan Cemal, “Başbakan Erdoğan’ın dini inancının Sünni boyutu ve bir yerdeki İslamcı geçmişi ağır basıyor, o yüzden de Aleviliği görmemiş oluyor” dedi.
Önce Demirelleşti
2002-2003’ten itibaren Recep T. Erdoğan’ın bir Özallaşma süreci içine girdiğini savunan Cemal, “Fakat 2005’ten sonra bu süreçte tersine bir dönüş başladı. Bence ‘Demirelleşme’ sürecine girdi bu sefer. Demirel’i hatırlayın, başbakan olduktan sonraki siyaset yasaklarını kaldırarak falan gelmişti. ‘Kürt realitesi’ dedi en uç noktaya gitti ve sorunu unuttu”” diye konuştu
Çillerleşme başladı
Hasan Cemal şöyle devam etti: “Ondan sonra 1990’larda Güneydoğu ve Kürt meselesi OHAL’ler, faili meçhuller ve olağanüstü insan hakları ihlaliyle öyle bir sürece girdi. Bir Çillerleşme süreci vardı. ‘Çillerleşme’ sürecinde bir şey vardır, bu söyleyeceğimi Mehmet Ağar çok iyi bilir; ‘Doğru Yol+Asker =İktidar’ formülünü geliştirilmeye başlandı. Doğan Güneş Paşa’nın Genelkurmay Başkanlığı döneminde de Çiller bütün bu meseleyi ‘Demirelleşme’nin bir devamı olarak aldı ve askere teslim etti.”
Neden Çillerleşme süreci?
Şimdi bu ‘Çillerleşme’ sürecinin işaretlerini de Erdoğan’da gördüğünü vurgulayan Hasan Cemal, “Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un ilk defa Bakanlar Kurulu’na brifing vermesi, arkasından Başbakan Erdoğan ve bakanları alarak Eğridir’e Komando Okulu’na götürmesi... çok ilginç. Bence Silahlı Kuvvetler siyaseti en iyi oynayan ve bilen kurumların başında geliyor. Başbuğ Paşa bunu çok dikkatle oynuyor. Erdoğan’ı da kendi oyun alanı içine çekmeye başladı. Ve bu Çillerleşme süreci dediğim bu uç noktadır” diye konuştu.
Erdoğan suç işledi
Erdoğan’ın 2005’te Kürt sorunuyla ilgili yaptığı konuşmayı alıp bir daha okuması gerektiğinin altını çizen Hasan Cemal, sözlerini şöyle tamamladı: “Ondan sonra da ‘Sevmeyen bu ülkeyi terk etsin’ demek gibi Almanya’da Neonazilerin söylediği, Türkiye’de MHP’nin neredeyse ağzına almayıp kardeşlikten söz etmeye başladığı bir şeyi kullanabilmesi, ‘pompalı tüfek’ sözü ki, bu bir yerde şiddete tahrik ve teşviktir ve demokratik açıdan baktığınız vakit de suça girer. Bence bu kadar vahim sözlerle birlikte Türkiye’de Kürt meselesinde bir şeyler yapmak mümkün değil.”
İSTANBUL



Seydi Fırat: Yeni konsept işliyor
Türkiye Barış Meclisi Sekreteryası’ndan Seydi Fırat, Türkiye’de yeni bir konsept oluşturulduğunu ve devletin bu konsept temelinde Kürt sorununda şiddeti artırdığına dikkat çekerek, “Bu konsept, iki halkın birlikteliğini sağlayacak tüm sigortaları etkisiz duruma getirmeye çalışıyor” dedi. Barış Meclisi çalışmaları kapsamında Hatay’a giden Türkiye Barış Meclisi Üyesi Seydi Fırat, Başbuğ-Erdoğan ikilisinin yeni konseptini anlattı. Fırat, “Bu konsept temelinde Kürt sorununda devletin giderek şiddeti öne aldığını ve geliştirdiğini görüyoruz. Bunun iki ayağı vardır, birincisi hükümet, ikincisi ise ordudur. Bu iki kesimin ortaklaştığı ve yürüttüğü çalışma çıkmaza gidiyor. Türkiye’de iki halkın birlikteliğini sağlayacak tüm sigortalar etkisiz duruma getirilmeye çalışıyor” şeklinde konuştu.
AKP’nin itibarı sıfır
Devletin yanlış politikası ve baskıcı zihniyetinden dolayı barışa olan güvenin yok olmaya ve parçalanmaya başladığını ifade eden Fırat, şunları söyledi: “Barış güveni giderek parçalanıyor, özellikle Başbakan’ın üslubu, davranışları ve sözleri barış ortamını yok etmeye başladı. Bu bilinçli yapılan bir süreçtir. Kürt toplumunda AKP’nin itibarı sıfıra düşmüştür. Hükümet son politikalarıyla yıprandı, bunun verdiği bir sıkışmayla gerginliği geliştiren bir politika yaratıyor ama ne yazık ki sanki Kürtler bu şiddeti yapıyor gibi gösteriliyor.”
KCK Önderi Abdullah Öcalan’ın zor şartlar altında tutulduğunu ifade eden Fırat, “Ona yapılan her türlü saldırı Kürt halkına yapılmış sayılır. Devlet ve AKP Hükümeti, Öcalan konusunda Kürtlere ne sağlığı, ne de diğer konularda güvence veremiyor. AKP’nin politikaları sonucunda Kürt ve Türk halklarının güven zemini tümden daralıyor. Kardeşliği zemini yok oluyor. Bu nedenle Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalıdır” şeklinde konuştu. YENİ ÖZGÜR POLİTİKA