Thursday, October 16, 2008

Baharat kokulu efsaneler

cudi_da_k[1]Benisa www.kurdistan-post.com beniİnsanlık tarihinin bu yöreler de Mezopotamya’da başladığı, bulunan kil tabletlerle açık bir şekilde kanıtlamıştır. Mitolojide uygarlığı yaratan Yukarı Mezopotamyalılar ve onların devamı olan Mittaniler, Medler, Guttilerdir. Mezopotamya mitolojisi tufan efsanesi ile Cudi dağında noktalanırken, Mezopotamya gelenek ve göreneklerin bugünkü örf, adetlerin geçmişin izlerini taşıması ile son dönemde bulunan kalıntılarla daha fazla öne çıkmıştır. Örneğin kutsanan günler ve türbeler hiçbir din ayırımı yapmadan her gelen kendi inancı çerçevesinde dileğini, duasını yapar, adadığı kurbanı orada keser.

Kürt uygarlığında akan suyu kutsamak ve kurban sunma geleneği günümüzde de devam etmektedir. Kırsal kesimde yaşayan Kürtler de hala su içerken yere çömelinir ve sağ elle baş tutularak saygılarını göstererek sürdürürler. Yukarı Mezopotamya, çok tanrılı dinler döneminde tanrı-kral-insan ve doğa ilişkilerini mekan olmakla kalmamış, bilimin ve uygarlığın da ana merkezi olmuştur. İnsanlığın tarihine ışık tutacak bir çok bilinmeyeni aydınlatılacak olan bulgular ve tarihi sitelerin sular altında bırakılması bir felakettir. Kürtlerin ataları ile bilgiler de, bazı araştırmacı yazarlar ve tarihçiler tarafından tahrif edilmektedir.

Mezopotamya’da bu fikirlerle bugün gezildiğinde hayal kırıklıkları ile umudu bir arada yaşarsınız. Diyarbakır Gazi köşkünden bakıp, seller, kasırgalar ve depreme karşı koyan, yok olmayan, dokunulmadan duran on gözlü köprü ile kırklar dağı ve orada geçen Suzan (suzi) öyküsünü hüzünle anımsarsınız. Volkanik görüntüsüne bakarak modern, gelişmekte olan yeni yüzünü geçip, antik bir şehre doğru dolanarak çıkıldığın da ise, Otantik dar sokaklarının merdivenlerinde gezinerek, sıcak leblebi ile tarçınlı çöreğin kokusunu Mardin çıkışında duyumsarsınız.

 

Düşüncemin durduğu noktasında her türlü realiteyi reddedip Malabadi köprüsünde durup efsanesini dinlemek de etkileyiciydi. Malabadi köyünün beyi, Batman çayının kıyısındaki köylerden birinde oturan güzel bir kıza aşık olmuş. Suların en azgın olduğu zamanlarda bile yüzerek karşıya geçer ve kızla buluşurmuş. Kız bir gün “Böyle yüzerek gelmen tehlikeli! boğulmandan korkuyorum; sen bir beysin, bu çay üstünde bir köprü yaptır da rahatça gel git” demiş. Bey de bu sözü yerinde bulup Malabadi köprüsünü yaptırmış ve kolayca karşıya gidip gelmeye başlamış. Bir zaman sonra beyin kendisine duyduğu heyecanın ve ilginin kaybolduğunu anlayan kız köprüyü sorumlu tutarak bu kez de beyden köprüyü yıktırmasını istemiş. Köprü yıkılınca bey de yine yüzerek gidip gelmeye başlamış, aynı korku ve heyecanı yaşayarak uzun bir zamana kadar aşklarını sürdürmeyi umarken bey de daha fazla direnemediği azgın sulara kapılıp boğulmuş, ama aşklarının efsaneleşmesine de neden olmuş.

Nuh Peygamber ve oğulları tarafından tufandan sonra kurulduğu söylenen Cizre’nin bilinen tarihi M.Ö 4.000 yılında Guti İmparatorluğuna kadar dayanmaktadır. Gutiler Cizre, Dicle Cudiyi’de içine alan geniş bir bölgede hakimiyet kurmuşlardır.

Yeryüzünde Tufandan sonra yapılan ikinci şehir olduğunu anlatılır.Bütün dünyayı suların altında bırakan Nuh’un tufanı bitiş noktası, bilindiği üzere bu gün Cudi Dağı olarak gösterilmeye başlandı. Nuh Peygamberin mezarının Cizre’de olması, Cizre surunun gemi şeklinde olması buna kanıt olarak gösterilir. Annem herdefasında efsaneyi aynı heyecanla anlatır:

"Nuh’un gemisin Cudi dağında olduğuna kimse inanmıyor. Ama sen bana inan kızım. Ben orada olduğuna eminim, bakma dağın şimdi küçüldüğüne...".

Eskiden Cudi dağı dünyanın en yüksek en kutsal dağıymış. İnsanlar dağa adaklar adar, yeminlerini dağa ederlermiş. Adamın biri karısının kendisini aldattığından kuşku duysa da bir türlü ispatlayamıyormuş. Emin olabilmek için karısını dağın yamacına götürüp yemin ettirmeliyim diye düşünmüş. Karısına isteğini iletmiş. Bu arada karısı katırcıyla olan ilişkisinin bilinmesi korkusu ile telaşa düşmüş. Kısa bir tereddütten sonra ‘tamam’ demiş, ‘Git şu katırcıyı çağır gelsin, bizi dağın yamacına götürsün’ demiş. Adam da karısının itiraz etmeden kabul etmesine sevinmiş. Hemen koşup katırcıyı getirmiş. Kadın katırın sırtına binerek kocası arkada katırcı önde dağa doğru yol almışlar. Bir süre yol aldıktan sonra kadın kendini katırın sırtından düşürmüş. Giyinmediği donuyla üstü açılıp saçılmış. Kocasını, aceleyle yola çıktıklarını ve donunu giymeyi unuttuğuna dair ikna etmiş. Dağa vardıklarında kadın diz çöküp yemin etmeye başlamış:

“Kutsal dağ, senin gücün önünde yemin ediyorum. Benim mahrem yerimi kocam ve bu katırcıdan başka kimse gördüyse şuan çarpılayım” diyerek, yeminleri ile kendini yerden yere vurmuş. İşte o zaman Cudi dağı kadını cezalandıramadığı ve yalanlayamadığı için pes diye ezilip büzülmüş, sonunda da çökmüş. O günden sonra ne kutsallığı kalmış ne de yüceliği. Küçülmesinin nedeni de bu yüzdendir.

Mezopotamya insanı yaşadıkları doğa olaylarını kendi uygarlık ve kültür düzeylerine göre yorumlamasını bilmiş. Yukarı Mezopotamya mitolojisini ayakta tutarak turistik bölge olma yolunda ilerlemesi bugün sevindiricidir. Geçmişin efsanelerinin mistik ve felsefe tadında olmasının bir nedeni de, yöre halkının Mitolojik kültürüne ve inancına sıkı sıkıya bağımlı oluşundandır. Fakat bu güne kadar nelerin kendisine ait olduğunu bilmeden de yaşamıştır. Bu büyük mirasın zenginliğininin farkın da olmadan bilinçsizce yaşamak, var olan hazinelerin bir çoğunun yitip gitmesine de ayrıca nedeni olmuştur.Benisa Benisa2@mynet.com