Wednesday, November 12, 2008

Roj TV Türkiye'de en çok izlenen 13. kanal

roj_tv GENAR Araştırma Şirketi tarafından Türkiye'nin batı illerinde yapılan araştırmaya göre 258 televizyon kanalının bulunduğu Türkiye'de Roj TV en çok izlenen 13. televizyon.
Türkiye'de GENAR Araştırma Şirketi 2008 Türkiye-Toplum-Siyaset Araştırması 3. Çeyrek anketi ilginç sonuçlar ortaya çıkardı.
Türkiye için ise en önemli sonuç en çok izlenen televizyon kanalları arasında Kürtçe'nin dört lehçesinin yanısıra Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Süryani dilinde yayın yapan Roj TV de var.
GENAR Araştırma Şirketi, Türkiye'de halka en çok izledikleri kanalları ve satın aldıkları gazeteleri sordu.
TRT'nin Kürtçe yayına hazırlandığı bir sırada yapılan araştırmaya göre en çok izlenen televizyon kanalları arasında Roj TV'nin zirvede yer alması AKP iktidarını kızdıracak giib görüyor.
25 Ekim - 6 Kasım 2008 tarihleri arasında 14 ile bağlı 52 ilçede iki bin 85 kişiyle yüzyüze yaptığı ankete göre 'En çok izlenen televizyon kanalları' şöyle: 258 televizyon kanalının olduğu Türkiye'de TRT birinci sırada yer alırken Kanal D ikinci. Roj TV ise 13. sırada.
Bu araştırmanın sonuçları üzerine GENAR Araştırma Şirketi'nin yetkilileri, araştırmanın ağırlıklı olarak Türkiye'nin batı illerinde yapıldığına dikkat çektiler.
GENAR yetkilileri bu sonucun Roj TV açısından önemli olduğunu ve araştırmanın dilinin Türkçe ağırlıklı olmasının da göz önünde bulundurulması gerektiğine vurgu yapılıyor.
Uzmanların dikkat çektiği bir başka nokta ise Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, Türkiye genelinde yayın yapan 27 ulusal, 16 bölgesel, 215 yerel olmak üzere toplam 258 televizyon kanalı bulunuyor olması.
Bunlardan 65'i kablo ve 92'si uydu üzerinden yayın yapıyor.
Roj TV'nin bütün engellemelere rağmen 258 televizyon kanalı içinde 13. olmasının büyük bir başarı olduğu belirtiliyor.
Uzmanlar araştırma Kürt illeri esas olarak yapılsaydı ROJ Tv en çok izlenen televizyon sıralamasında en üst zirveye çıkabilirdi yorumunu yapıyor.
Roj TV'nin Türkiye'de ve Kürt illerinde engellenmesi bile en çok izlenme sıralamasını değiştirmiyor.
258 televizyon kanalının bulunduğu Türkiye'de Roj TV'nin en çok izlenen televizyonlardan 13. sırada yer almasının ayrı bir önemi daha var. Çünkü Kürt televizyonu sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan'a yayın yapmıyor.
Güney Kürdistan, Doğu Kürdistan, Güney Batı Kürdistan başta olmak üzere Irak, İran, Suriye, Avrupa, Rusya ülkelerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda ülkede Roj TV izleniyor.
Türkiye hükümetlerinin engellemek istediği, Alman devletinin Türkiye'nin isteği üzerine yasakladığı Roj TV, 2004 yılında kuruldu.
Kürtçe'nin dört lehçesinin yanında Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Süryani dilinde yayın yapıyor.ANF

İRAN’DAN KÜRDİSTAN’IN DOĞUSU’NDAKİ BÖLGELERDE YENİ BİR FÜZE DENEMESİ

Kurdistan, Iran-Turkey PNA-İran İslam Cumhuriyeti’nin Irak sınırında yeni yaptığı bir füzeyi denediği bildirildi.

İran’ın ABD ordusunun olası  bir sınır ihlaline karşı hazırlık yapmak amacyla yeni yaptığı füzeyi ’ın doğu bölgelerinde gerçekleştirdiği bildirildi.

İran’ın resmi devlet televizyonu, ’ın doğu bölgelerinde gerçeleştirilen denemelerle ilgili görüntüleri yayınladı.

Samin adı verilen füzelerin ’ın doğusundaki Merivan kentinde denendiği bildirildi.

İran Devrim Muhafızları’nın da uzun menzilli bir başka füzeyi denedikleri bildirildi. 

Güney’e hava saldırısı

 

bombebaran İlk saldırının Amediye’ye bağlı Bohola Köyü’ne yapıldığını duyuran HPG, köylülere ait bahçelerin zarar gördüğünü belirtti. Akşam saatlerinde ise Medya Savunma Alanları’na bağlı Şîkefta Birîndara alanı ile Şive ve Zevê köylerinin bombalandığı açıklandı.

Türk ordusunun Güney ’da bulunan sivil yerleşim alanları ve Medya Savunma Alanları’na yönelik hava saldırıları sürüyor. HPG Basın İrtibat Merkezi(BİM) önceki gün Türk savaş uçakları tarafından yapılan saldırıya ilişkin bilgi verdi. 10 Kasım günü savaş uçaklarının sabah saatlerinde Xakurke bölgesinde keşif uçuşları yaptığını aktaran BİM, öğlen saatlerinde Amediye, akşam saatlerinde ise Medya Savunma Alanları’na saldırı düzenlendiğini açıkladı.
HPG BİM konuya ilişkin şunları kaydetti: “10 Kasım günü gündüz saat 11:00’da Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurke alanında TC ordusuna ait savaş uçakları keşif uçuşları yapmıştır. Saat 15:00’da savaş uçakları Amediye’ye bağlı Boloha Köyü’ne saldırı düzenlemiştir. Yapılan saldırı sonucu köylülere ait bahçeler zarar görmüştür. Akşam saat 21:00-22:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Şikefta Birindara alanı ile Şive ve Zevê Köyleri’ne hava saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırıların ayrıntıları yarın(bugün) kamuoyuna duyurulacaktır.” Bu arada yerel kaynaklar da hava saldırılarını doğrularken, Amediye ve Dereluk Nahiyesi çevresinde bulunan birçok köyde evlerin pencerelerinin kırıldığını, köylülerin evlerini terk ederek korunaklı alanlara çekildiğini bildirdi. ANF/BEHDİNAN YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Aleviler ‘uç’a tepkili

aleviyuruyusankara AKP Hükümeti’nin hafta sonu Ankara’da biraraya gelen onbinlerce Alevinin eşit yurttaşlık taleplerini ‘uç’ diye tanımlaması tepki topladı.

Türk Devlet Bakanı Sait Yazıcıoğlu, Alevi mitingini değerlendirirken, “Uç fikirlere itibar etmiyoruz” demesine Alevi örgütleri tepki gösterdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Fevzi Gümüş, “Madımak Oteli’nin müze yapılması talebi uç bir talep midir? Orada şu anda bir et lokantası bulunuyor vicdan sahibi insanlar bundan rahatsız olur ama Devlet Bakanı olmuyor” dedi. Türkiye’nin dört bir yanında yürüyen Aleviler, hafta sonu Ankara’da düzenledikleri “Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı” mitinginde “Zorunlu din dersinin kaldırılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi, cemevlerinin yasal statüye kavuşması, Madımak Oteli’nin müze olması ve ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık hakkının tanınması” taleplerini bir kez daha yüksek sesle dile getirmişti. Mitingteki taleplere ilişkin gazetecilere konuşan Devlet Bakanı Mustafa Sait Yazıcıoğlu ise “Uç fikirler, itibar etmiyoruz” demişti. Yazıcıoğlunu’nun yorumuna mitinge katılan Alevi örgürtleri temsilcileri sert tepki gösterdi.
Vicdanlı bir yorum değil
100 binin üzerinde bir kitlenin alanda toplanmasını “İnsanların taleplerinin haklılığının işareti” olarak değerlendiren PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş, “Bu miting Alevilerin kenetlenmesi için önem taşımaktaydı ve bu kenetlenme gerçekleşti” diye kaydetti. Yazıcıoğlu’nun açıklamalarını değerlendiren Gümüş, “Madımak Oteli’nin müze yapılması talebi uç bir talep midir? Orada şu anda bir et lokantası bulunuyor vicdan sahibi insanlar bundan rahatsız olur ama Bakan Yazıcıoğlu olmuyor gibi görünüyor. Fakat insanların vicdanları var ve bu ayıptan rahatsız olup bunu lanetliyorlar” dedi. Gümüş, zorunlu din derslerinin kaldırılması talebinin mahkemelerle kazanılmış bir hak olduğuna dikkat çekerek, “Zorunlu din derslerinin kaldırılması talebi uç bir talep midir? Bu bizim zaten hukuksal yoldan kazanımımızdır. Kazanılmış bir hakkı hükümet görmezden geliyor ve biz bu hakkı talep ediyoruz. Hükümet bunları uç talepler olarak görüyor. Bu yaklaşım siyasal iktidarın kendinden farklı toplumsal yapılara gösterdiği tahammülsüzlükten başka bir şey değildir. Zaten ‘Ya sev Ya terk et’ diyen bir anlayıştan da farklı bir şey beklenemez” diye belirtti. Hükümete yakın dinci medyanın, Sivas mağdurlarının yeni bir provokasyonu olarak değerlendirmesine de sert tepki gösteren Gümüş, “Yandaş medya misyonunu yerine getiriyor. Bazı Alevi kişiliklerle konuşarak halkı sanki bir provokasyon havası varmış gibi korkutmaya çalıştılar. Ancak halk onlara da gereken mesajı vermiştir” diye konuştu.
Bu zihniyet hiçbir şeyi çözmez
Mitingde hedeflenen şeyin Alevilerin temel taleplerinin kamuoyunca görülmesi olduğuna işaret eden Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Tekin Özdil, “Taleplerimizin yerine gelmesi konusunda ne yazık ki ben o kadar umutlu değilim. Çünkü hükümeti oluşturan zihniyet, demokratik açılımları gerçek anlamda yapacak, sorunlara çözüm üretecek bir zihniyet değil. Aleviler diyor ki; ‘Köyüme zorla cami yapmayın’. Bakan da dün eylemden sonra sıcağı sıcağına bunlara ‘uç taleplerdir’ diyor. Bu zihniyet hiçbir şeyi çözemez” dedi.
Cemevleri uç talepse türban ne?
Alevi toplumunun yıllardan beri her fırsatta dile getirdiği talepleri bu sefer Meclis’e 700-800 metre mesafede dile getirdiğini belirten Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Kazım Genç, “İnsanın inançlarını yaşamak istemesi ne zamandan beri uç talep oldu. Cemevleri ibadethanedir demek uç talepse türban ne demek oluyor?” diye sordu. DİHA/ANKARA YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Anla! bu halk Türk değildir

muratkarayilan562 Karayılan: “Özrü kabahatinden büyük. Bu halk Türk değildir. Zorla mı Türk yapacaksınız. Böyle bir topluma gelip ‘çek git’ diyemezsiniz. Bizi çıkarmak isterseniz, yapabilirseniz buyrun.”

 

Koma Civakên Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Kürtlerin tanınmadığı bir devletin bayrağını taşımayacaklarını söyledi. Karayılan, Erdoğan’ın ‘ya sev ya terket’ anlamındaki sözlerinin ırkçı ve planlı olduğunu söyledi. Karayılan, Kürt coğrafyasını teredecek olanların işgalci sömürgeciler olduğunu söyledi. Karayılan, ANF’nin Behdinan muhabiri Erdal Engin’in sorularını yanıtladı.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ya sev ya terk et” anlamına gelen açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hareketimiz hakkında devletin yeni kararlaşma düzeyini açığa vuruyor. AKP devletleşiyor devlet AKP’leşiyor ve tamamen bir devlet partisine dönüşüyor. Özelikle son kapatma davasıyla hizaya çekilen AKP için bu süreç tamamlanmıştır. Özünde Kürt politikasının kaynağı inkâr ve imhadır. Çizgisi Türk İslam sentezidir. Bu çizginin özünü şovenizm ve ırkçılık belirler. Erdoğan’ın bu son çıkışıyla birlikte AKP’nin özünün ırkçı bir bakış açısına dayandığı çok iyi görülmüştür
Kürtlerin yoğun tepkilerden sonra, Erdoğan “ya sev ya terk et” demediğini söyleyerek, daha önce kullandığı ifadeleri tekrarladı…
Başbakan ‘ben bu sözü söylemedim benim söylediğim tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek millet, buna karşı çıkabilenler sevdiği yere çekip gidebilirler’ dedi. Yani özrü kabahatinden büyük. Sözüm ona düzeltmek istiyor ama söyledikleri aynı anlama geliyor. Bunun kapalı bir tarafı yok ki açıkça ırkçılıktır. Sen askeri, sömürgeci gücünce dayanarak geliyorsun başkasının ülkesinde o başkasına diyorsun ki ‘çek git’. Yaklaşık onbeş bin yıldır buralarda yaşıyor bu halk. Sen daha bin yıl önce gelmişsin...Bu halk Türk değildir. Biz Türk değiliz. Zorla mı Türk yapacaksınız. Bu devlet 1925’ten bu yana hep öldürerek sonuç almak istemiştir ama alamamıştır. Kendisi Türk kültürünü, Türkleşmeyi bize zorla dayatıyor sonra ‘bunlar kimlik siyaseti yapıyorlar’ diyerek bizi etnik siyaset yapmakla suçluyor. Kendisi kimlik siyasetinin dik alasını yapıyor. O açıdan terk etmesi gerekenler inkâr ve imha politikasının sahipleridir. Zaten işgalci bir güçtür, gelmiş burayı işgal etmiş. Kürtler bu toprakları onbeş bin yıldır yurt edinmiş bir halktır. Böyle bir topluma gelip ‘çek git’ diyemezsiniz. Siz gidin, biz böyleyiz. Ha gitmez ve bizi çıkarmak isterseniz, yapabilirseniz buyrun. Cevabımız nettir.
AKP iktidarının bu politikaları Türkiye’yi nereye götürür?
Bu Türkiye’nin temel sorunlarını çözmez. İlker Başbuğ ve Erdoğan hükümetinin konsepti Türkiye’yi daha fazla karanlıklara sürükleyecek bir konsepttir. Türkiye’nin yanı başında devletleşme vardır. Dünyanın gündeminde Kürt sorunu vardır. Kürt halkı uyanmıştır ve diğer bütün halklar gibi haklarını istemektedir. Bu bölücülük değildir. Sadece ve sadece kendi haklarını istemektedir. Sen 250 bin askeri dağlara çekmişsin habire adam öldürme peşindesin. Sonra diyorsun ki ‘Silahla demokrasi olur mu?’ Biz de diyoruz olmaz ama sen şunu söylüyorsun: ‘Siz silahları indirin, ben sizin kökünüzü kazıyayım öldüreyim, teslim alayım, Kürtsüz demokrasiyi kurayım.’ Bunun Kürt halkı ve bizim tarafımızdan kabul edilmesi mümkün değildir.
ABD’deki siyahların sportif başarılarının ardından ABD bayrağıyla tur atmalarını örnek gösterdi. Bu doğru bir karşılaştırma mı?
Obama’ya gönderdiğimiz kutlama mesajı karşısında öfkelenmiş belli ki neden Türk bayrağını sırtlayıp taşımadığımızı soruyor. Türk devleti Kürt halkını yok sayarak, mezara gömerek üzerinde bayrak dalgalandırmak istemektedir. Böyle bir bayrağı ben elbette ki taşımam ve hiçbir şerefli Kürt de taşımaz.
Başbakan Kürtlere pompalı tüfeğiyle saldıran ırkçı Türk’ü savundu. Bu tutum nelere sebep olabilir?
Kürt-Türk çatışmasını kışkırtan bir yaklaşımdır. Ben bir kez daha halkımızı bu konuda uyarıyorum. Provokasyonlara gelmeyelim ama kendimizi savunma yöntemlerini geliştirelim. Halkımız bulunduğu her yerde, özellikle metropollerde mutlaka ve mutlaka kendi içinde geliştireceği iç örgütlenmeyle, öz savunma sistemiyle kendini savunmaya almalıdır. Çünkü bugün devletin zirvesi Kürtlere ölüm fetvası vermiştir.
Dengir Mir Mehmet Fırat’ın AKP Genel Başkan Yardımcılığından ayrılması yerine Abdülkadir Aksu’nun getirilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Başta şunu söyleyeyim Abdülkadir Aksu Amed’de doğmuş olabilir ama keklik soylu bir kimsedir. Karanlık dönemlerin adamıdır. Onun Kürtlerle ve Amed ile bir alakası yoktur. Derin devletin inkâr ve imha politikasını uygulamada kullandığı bir maşadır, bir kellecidir. Ben ‘Fırat saf dışı ediliyor o iyiydi’ falan demiyorum. Bir karar verilmiştir bu karar çerçevesinde bu kararı uygulayacak ekibe ihtiyaç vardır. Bu anlamda en iyi uygulayacak şahsiyet Abdülkadir Aksu’dur. Aynı zamanda bu devletin derin kesimlerine de bir mesajdır. Fırat, en azından Kürtlüğünü söyleyebilen biridir. Muhtemelen bu tür politikalarda çok işlevsel olmayacağı düşünülmüştür ve bu temelde bir değişikliğe gidilmiştir. Yeni sürecin kadrosu oluşturulmaktadır. Artık Kürt halkı açısından daha sert ve daha tehlikeli bir uygulamayı geliştirmektedirler.
PKK’nin büyüdüğü ve geliştiği Türkiye’deki birçok çevre tarafından da kabul ediliyor. Sertleşmelerinin nedenlerinden biri de bu mudur?
Evet bir biçimde bunu itiraf ediyorlar. Elinde rehin tuttuğu Önderliğin yaşamını tehdit ederek içine girdikleri sıkışma ve daralmadan kurtulmayı amaçlamaktadırlar. ‘Önderliğiniz elimizdedir gerekirse öldürürüz’ şeklinde tehdit ederek bizi durdurmaya çalışmışlardır. Ama Önderlik “Ben ölümden korkmuyorum” diyerek bu kozu onların elinden almıştır. Yine Önderliğe işkence olayının duyulmasıyla birlikte halkımızın şimdiye kadarki en büyük serhildan eylemliliğini geliştirmesiyle aslında Türk devletinin bu politikasını bu oyunu da boşa çıkarmıştır. Böyle Kürt halkının önderliğine hakaret ederek, halkımızın gururunu inciterek, iradesini kırmaya çalışarak hiçbir sonuç alınamaz. Milyonlarca insan artık sopa zoruyla yola getirilemez. Bunu yaptıkça kaybediyorsunuz. Başbuğ ‘katılımları önlemeliyiz’ diyor ama katılımlar gittikçe artıyor. Hadi bakalım nasıl önleyeceksiniz. Bir de bunun toplumsal temeli vardır. Kürt halkı vardır ve bu çağda Kürt halkı gibi kadim ve kalabalık bir halkı yok sayamazsınız. Örneğin Vecdi Gönül’ün “Ermeni ve Rum tehciri olmasaydı milli devlet olamazdık” diye başlayan ve adeta Kürt sorununa atıfta bulunarak ‘onları da sürseydik bugünkü sorunlar yaşanmazdı’ demeye getiren açıklamaları Erdoğan’ın son açıklamalarının fevri açıklamalar olmadığını, ırkçılığın, şovenizm ve milliyetçiliğin AKP’nin özünde bulunduğunu ortaya koyan son örnek olmuştur.
Bütün bu söylem ve pratikleri bir bütünün parçaları olarak değerlendirmek mümkün mü?
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, bizim çocuklarımızın kollarının kameralar önünde kırılması, bizim analarımızın sokak ortasında potinler altında ezilmesi, bizim gençlerimizin; genç Yahyaların panzerlerin altında ezilmesi, en son olarak önderliğimize işkence ve ölüm tehdidinin yapılması bunların hepsi bir sürecin birbiriyle bağlı halkalarıdır. Yani göz korkutarak, bastırarak, önderliğiyle, gençliğiyle, hareketiyle, kadınıyla halkımızı teslim almak istemektedirler. Biz teslim olmayacağız, hiçbir biçimde olamayız da. Bunu iyi bilmeleri gerekiyor. Öyle uçakları üzerimize salarak, halkın çocuklarını öldürterek bizi teslim alacaklarını sanıyorlarsa bunlar büyük bir hayal peşindedirler. Bu dönem geçti. Kürt özgürlük hareketi milyonluk bir harekettir artık. Teslim olma eşiğini çoktan aşmıştır. Bunu bilmeleri gerekiyor. Biz şiddete hiçbir zaman boyun eğmeyeceğiz.
Aleviler de tarihlerinin en büyük yürüyüşünü bu süreçte gerçekleştirdiler…
AKP’nin Alevilere yaklaşımı da suya düştü. Yürüyüşte ortaya konulan tutumlar bellidir. AKP herkese oynamaya çalıştı, herkese bir biçimde bir umut vermeye çalıştı.Bütün Alevi taleplerini destekliyoruz. Biz Türkiye’de eşit özgür yurttaşların renkleriyle, etnisiteleriyle, özgürce ve kardeşçesine yaşamasını esas alıyoruz. Türk devletinin hem Kürt halkına, hem Kürt ve Türk Alevi halkına dönük baskısı bilindiği gibi at başı yürüyor. Kürtlere dönük her bir hamlenin ardından Alevilere dönük bir hamle gelir bu böyledir. Kürt özgürlük mücadelesinin yarattığı gelişme ortamında Alevilik artık ifade edilmekte, tartışılmakta, alanlarda onbinlerle sahiplenilen bir düzeye gelmiş bulunmaktadır. Bu 88’lerden bu yana gelişen bir olgudur. Hatırlayalım. Alevi  hareketinin öncülüğüne oynayan bazı kişilerin bu konuyu görmeden, bundan bağımsız sanki Alevi sorununu çözeceklermiş gibi bir doğrultu oluşturmaya çalışmaları yanlıştır. Bu baskıcı sistemin uygulamalarına karşı ezilen tüm kesimlerin omuz omuza vermesi gerekir. Kürt halkının bir kesimi de Alevidir ve tüm Türkiye’deki Alevi kesimler ile diğer bütün ezilen kesimlerin ve sosyal tabakaların bu baskıcı politikalara karşı birleşmeleri, tavır birliğine gitmeleri gerekir. Bundan saptırmak aslında halklarımızın bu konularda verdiği emeği ve çabaları boşa çıkarmaktır. Alevi hareketi CHP’nin şovenist ve statükocu çizgisine takılarak Alevi haklarını elde edemez. Yeri orası değildir. Alevi Hareketi ile Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi arasına mesafe koymaya çalışmak büyük bir yanlıştır. Nitekim böyle düşünen ve bunu uygulamak isteyenler vardır. Gerçek anlamda Alevi kültürüne ve demokratik anlayışa sahip olan kişi ve çevrelerin bu yanlış politikalara karşı durmaları gerekmektedir.
Kürt demokratik kurumlarına, siyasal örgütlerine yine halka dönük baskılar yoğunlaştı. Hasan Cemal, Çillerleşme dönemine işaret etti.
Bazı yanlarıyla 94 sürecine benzetmek mümkün. O zaman Tansu Çiller-Doğan Güreş ikilisi sürecin başını çekiyordu. Şimdi de İlker Başbuğ-Tayyip Erdoğan ikilisi benzer bir yaklaşım içinde. Bir takım yeni oluşumlar yaratıyorlar, özel ordudur, özel timin Kürdistan’a götürülmesidir, yeni bir müsteşarlıktır, bu tür girişimlerle üstü örtülü OHAL gibi bir sistem geliştirmek istiyorlar. Ama süreç ‘94 süreci değildir. Her şeyden önce bizim konumumuz çok farklıdır. Kürdistan Özgürlük Hareketi çok daha ileri bir düzeydedir. Ama bir baskı sistemi geliştirebilirler. Bu son hamledir. Türkiye’nin gideceği başka bir yer yoktur. Ne uluslararası ne ulusal düzeyde yoktur. Artık yeni bir Kürt politikasına ihtiyaç vardır. Eğer onlar geliştirmezse onlara rağmen gelişir. Her şeyden önce bu böyle devam ederse biz kendi sistemimizi kendimiz kuracağız. Bu dava daha da derinleşecek ve genişleyecektir. Yani 94’deki gibi argümanları yoktur, rezervleri yoktur, tükettiler. Kamuoyunu ve Türk toplumunu daha neyle kandıracaklar, daha neyle avutacaklar. Türk devletinin Önder Apo’yu doğru tanıması, Kürt halkının iradesinin temsilini doğru ele alması, bu temelde Kürt halkıyla diyalog geliştirmesi bir çözüm getirebilir. Bunun dışında bir çözüm yoktur ve biz başka bir çözüm de tanımayacağız. Pozisyonumuz güçlüdür. Dayandığımız rezervler de güçlüdür, önümüz de açıktır. Biz daha fazla ilerleyeceğiz.
Seçimlerin AKP ve devlet açısından Kürt özgürlük mücadelesini bitirmeye dönük ele alındığı biliniyor. Sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Elbette mücadelenin önemli bir aşamasında gerçekleşecek bir seçim olacak. Bu açıdan bir önemi vardır. Ama ben şunu söylemek istiyorum; seçimler bizim için o kadar büyük bir role sahip olmayacaktır. Biz hiçbir zaman kendi geleceğimizi seçimlere falan bağlamadık. Çünkü özgür seçimler yoktur. Çünkü karşıda bir devlet var ve bu devletin tüm imkanlarıyla ağırlığını koyması vardır. O açıdan belki DTP’li siyasetçiler önemini ifade etmek amacıyla bunun bir referandum olduğunu, söyleyebilirler ama biz öyle görmüyoruz. Yani biz bunu bir referandum gibi görmüyoruz. Referandum başka bir olaydır. Ama önemini vurgulamak için söylüyorlarsa olabilir. Özellikle sürecin, demokratik barışçıl çözüm sürecine kanalize olmasında bu seçimler bir rol oynayabilir. Yoksa bu seçimleri öyle çok belirleyici bir yere oturtmanın çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Bizim için adeta sonucu tayin edecek bir olay gibi ele alınması doğru değildir. Biz öyle yaklaşmıyoruz. Belki yasal siyasi bir parti kendisi açısından böyle yaklaşıyor olabilir. Onu bilemeyiz, bizi de bağlamaz. Biz böyle ele almıyoruz.
Sayın Öcalan’ın durumuna ilişkin Kürt halkının tepkileri sürüyor. Son olarak bu konuda söyleyecekleriniz var mı?
Bundan sonra da halkımız bu çok anlamlı yurtsever duruşunu sürdürecektir. Kuşkusuz Türk devletinin bu yöndeki politikasını tüm halkımız gözetlemelidir. Çünkü devletin siyasetinin esası böyle anlaşılabilir. Şimdiye kadar herhangi bir değişiklik yok. Tersine hücre içinde hücre cezasıyla işkence sisteminin daha fazla derinleştirilmesi söz konusudur. Bu izlenecek, takip edilecektir. Türk devletinin bu konudaki yaklaşımlarının hem İmralı’da hem dışarıda değişmemesi halinde halkımızın tutumunun daha üst bir aşamada daha ileri bir tarzda yetkinleştirmesi gerekmektedir. Bütün yurtsever, demokratik kurumların kendini buna göre hazırlaması gerekmektedir. HABER MERKEZİ YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Adana'da polisin vurduğu Amed Yıldırım felç oldu

amedyildirim Adana'da polisin 'dur' ihtarına uymadığı gerekçesiyle sırtına açılan ateş sonucu ağır yaralanan ve tedavi gören 14 yaşındaki Amed Yıldırım felç oldu. Belden aşağısını kullanmayan Yıldırım'ın en az 5 ameliyat daha geçireceği öğrenilirken, İHD konuya ilişkin rapor hazırladı. İHD, sorumlu polislerin 'Bilerek ve isteyerek adam öldürmeye teşebbüsten' yargılanmasını istedi.
Adana'nın Şakirpaşa Oba Mahallesi'nde 9 Kasım'da motosikletli 3 gençle yine motosikletli iki polis arasında kovalamaca yaşanmış, polisin 'Dur' ihtarı üzerine polisin ateş etmesi sonucu Mardin Nusaybin doğumlu 14 yaşındaki Amed Yıldırım'ı sırtından aldığı kurşunla ağır yaralanarak Adana Numune Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Yoğun Bakım Ünitesi'nde tedavisi devam eden Yıldırım'ın sağlık durumu ciddiyetini koruyor. Yıldırım'ın vücuduna giren kurşunun iç organlarını ağır tahribata uğrattığı, bağırsakları, böbreği ve omirliğin zedelediği öğrenilirken, baba Nuri Yıldırım çocuğunun sağlık durumuna ilişkin bilgi verdi. Baba Yıldırım, şimdiye kadar bir ameliyat geçiren Amed'in iç organlarının tahribat görmesi nedeniyle beş ameliyat daha geçirmesi gerektiğini söyledi.
Amed belden aşağısını kullanamıyor
Amed'in bir böbreğinin zedelendiğini, bağırsaklarının parçalandığını ve kalça kemiğinin kırıldığını belirten baba Yıldırım, hayati tehlikeyi atlattığını ancak çocuğunun belden aşağısının felç kaldığını ifade etti. Oğlunun şuanda fizik tedavi gördüğünü söyleyen baba Yıldırım, 'Doktorların bize söylediğine göre ancak 2-3 ay sonra çocuk cerrahisi iç organlarına müdahale edebilecek. Oğlum hala yoğun bakımda. Biraz kendine geldi ama kimsenin yanına gitmesine izin vermiyorlar. Oğlum felç kaldı' diye konuştu. Baba, Amed'in sağlığına tekrar kavuşmasını ümit ettiklerini kaydetti.
İHD raporunu açıkladı
İHD Adana Şubesi ise Amed Yıldırım'ın polis tarafından vurulmasına ilişkin hazırladığı raporu açıkladı. Raporda, 9 Kasım 2008 tarihinde saat 14.30 sularında Adana Ova Mahallesi'nde polislerin 14 yaşındaki Amed Yıldırım'ı belinden vurarak ağır yaraladığı hatırlatıldı. Yıldırım, 'Omzuna sıkılan kurşun belinden aşağıya doğru dalağını ve böbreğini parçalayıp omurilik iliğini zedeleyip kalça kemiğinde durmaktadır. Kurşun omzundan aşağıya doğru sıkılmıştır. Amed Yıldırım ölüm tehlikesini atlatmış durumda, ancak ömür boyu felç kalma riski halen devam etmektedir' denildi.
'Sorumlu polisler korunmaktadır'
Raporda, Adana Valisi İlhan Atış'ın olaya ilişkin yaptığı açıklamada polisin 'Dur' ihtarına rağmen motosikletli gençlerin kaçtığını ve polisin motosikleti durdurmak amacıyla lastiğe ateş ettiğinin söylediğini belirtilerek, şunlar ifade edildi: 'Bu açıklamada seken kurşunun çocuğa isabet ettiği iddia edildi. Valilik, 'Olayla ilgili gözaltına alınan iki polis memuru 10 Kasım 2008 tarihinde savcılığa çıkarılmış ve savcılıkta alınan ifadelerinin ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardır. Polisler hakkında adam yaralamaktan dava açılmıştır.' Valiliğin açıklamalarının gerçeği yansıtmadığının belirtildiği raporda, 'Görgü tanıklarının anlatımlarını değerlendirdiğimizde polislerin bilerek ve isteyerek adam öldürmeye teşebbüs ettiği çok net anlaşılmaktadır. Bilerek ve isteyerek adam öldürmeye teşebbüste etmekten polislerin hakkında dava açılması gerekirken, polisler hakkında adam yaralamaktan dava açılması bir kez daha polislerin korunduğunu görülmektedir' denildi.
Amed suçlu değilmiş
Adana Valiliği'nden yapılan açıklamada, Pazar günü, polisin motosikletini çalarak arkadaşlarıyla birlikte gezdiği ve polisin 'dur' ihtarına uymadığı gerekçesiyle vurulan 14 yaşındaki Amed'in hırsızlık olayına karışmadığının tespit edildiği belirtilmişti.Açıklamada, A.Y.'nin, sadece motosiklet çalan kişilerle gezmeye çıktığı ve herhangi bir sabıkasının bulunmadığının belirlendiği kaydedilmişti.
SONGÜL ADSIZ / ERSİN ÇELİK - ADANA (DİHA)

Dersim katliamı ilk kez uluslararası platformda!

13 Kasım'da Avrupa Parlamentosu'nda '70 yıl sonra Dersim 38' konferansı düzenleniyor. Dersim katliamının canlı şahitlerinin de katılacağı konferansla ilk kez Dersim katliamı uluslar arası platforma taşınıyor. Türkiye ile AB arasında krize yol açarken konferansın organizatörlerinden AP milletvekili Feleknas Uca konferansın Avrupa Birliǧi üyeliğine hazırlanan Türkiye'nin geçmişini yeniden irdelemesi, geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Feleknas Uca ANF'nin sorularını yanıtladı.

sengal_feleknas_uca
70 yıl sonra Dersim 38 jenosidini AB parlamentosuna taşıdınız ve bir konferans düzenleyeceksiniz. Bu konferansın içeriği nasıl olacak?
Konferans, Türkiye'de üzerinde birçok tarih eseri, roman ve şiir kitabı yazılan ve Kürtlerin tarihinde derin izler bırakan Dersim ayaklanması ve bu ayaklanmanın katliam uygulanılarak bastırılmasını ilk kez uluslararası platforma taşıyacak. Özellikle Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin hala devam ettiği gözönüne getirilirse, Konferansın Avrupa Parlamentosunda yapılması da ayrıcalık kazanıyor.
Konferansta, 1937-38 yılında Dersim'de gerçekleşen katliam öncesi ve sonrasındaki gelişmeler belgelere dayalı olarak dünya kamuoyuna sunulacak. Dersim katliamının canlı şahitleri, yaşadıklarını aktaracak. Konferans, Dersim katliamıyla ilgili olarak, şimdiye kadar elde edilen verilerin toplamını aktaracak bir karaktere de sahip olacak.
Konferansı yapma amacınız ne?
Konferansı yapmamızın amacı, Kürtlerin yakın tarihinde kolektif travmaya neden olan tarihi bir döneme ışık tutmaktır. Bilindiği gibi, Koçgiri, Şeyh Sait, Ararat, Zilan ve Dersimde Kürtler, Türkiye'nin inkar ve imha politikasına karşı direnmişlerdi. Bu direnişler için Dersim'in de önemli bir yeri var. Bu katliamda, Munzur suyuyla birlikte günlerce kan aktığı söylenir. Bu katliamla ilgili şarkılar yapıldı. Katliam, nesillere aktarıldı. Sadece katliamı yaşayanlar değil, sonraki nesiller de bu travmanın etkisinden hala da kurtulmuş deǧiller
Konferansın diǧer amacı da, birçok tarihi kırımda olduğu gibi, Dersim'deki katliamla da tanışmak istemeyen Türkiye'yi kendi tarihiyle yüzleşmesine katkıda bulunmaktır. Türkiye sadece Dersim'le deǧil, aynı zamanda yukarıda aktardıǧım katliamlar dönemindeki tarihiyle de yüzleşmek istemiyor. Bu anlamda konferansın bir amacı da, Türkiye'deki tarih bilincini, bilimsel veriler ve tarihe ışık tutarak ilerletmek olacaktır.
Avrupa Birliǧi üyeliǧine hazırlanan Türkiye, geçmişini yeniden irdelemeli ve yeni bir tarih bilinci oluşturarak, inkar ve imha politikasını reddeden yeni bir yapılanma için adım atmalıdır. Türkiye'nin buna ihtiyacı var ve Türkiye'deki birçok aydın, sanatçı, yazar ve düşünür, Türkiye'nin tarihiyle bilimsel bir seleksiyon sürecini başlatarak, yüzleşmesinden taraftır. Konferansın bu amaca katkıda bulunacaǧını ümit ediyorum.
Konferans duyurusu yapıldıktan sonra Türk basını ve Türk Dişişleri Bakanlıǧı sert tepki gösterdi. Basın bunun Ermeni oyunu olduǧunu, AB oyunu olduǧunu yazdılar ve sizi de hedef gösterdiler. Neler söyleyeceksiniz?
Başta, basında beni hedef alan suçlamaların sahiplerinin, Dersim'de katledilenlerin aileleri ve hayatta kalan şahitleri karşısında, utanmaları gerektiǧini belirtmek istiyorum. Basın bizden bilgi almadan düzeysiz bir saldırı başlattı. Ancak, Avrupa Birliǧi'ne üye olmak isteyen bir ülkenin yetkilileri, bizi suçlamak yerine Türkiye'yi ve Kürt halkını da yakından ilgilendiren Dersim katliamıyla ilgili, bizimle birlikte ciddi bir bilimsel faaliyet içine girmeliydiler.
Ancak 'Ermeni ve AB oyunu' gibi klasik söylemleri ciddiye almıyorum. Eǧer Ermeni halkının da Dersim'den yakınen 20 yıl önce bir soykırıma uǧradıǧını gözönüne getirirsek, bu iddiaların sahiplerinin tarihi kabul etmek bir yana, Ermeni halkına saygı duymadıklarını da tespit edebiliriz.
Bu bir AB oyunu deǧildir çünkü, AB'nin en güçlü ülkelerinden Almanya, Yahudi katliamını kabul etmiş, maǧdur Yahudiler ve onların mirasçılarına yüksek düzeyde tazminat ödemiş ve ödemeye hala da devam etmektedir. Bu suçlama, Avrupa'nın deǧerlerini, demokratik ve medeni anlayışını kabul etmeyen bir zihniyetin ürünüdür.
Dersim de yaşananları siz nasıl deǧerlendiriyorsunuz? Soykırım mı, katliam mı? Bu konuda oldukça farklı görüşler var.
Birleşmiş Milletler 21 Kasım 1947'de 'Soykırımının uluslararası bir suç' olduǧunu kabul etti. BM Konvasyonu‘nun II. maddesinde:

a) Bir grubun üyelerini öldürmek;

b) Grup üyelerine ciddi fiziki ve zihinsel zarar vermek;

c) Grup üyelerinin yaşam şartlarına, grubu fiziksel olarak yok etme amaçlı zarar vermek;

d) Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek;

e) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek, soykırımının amaçları arasında yer almaktadır.
Katliamlar ile ilgili tanımlamalarda ise, katliamların, ırk, din, siyasi düşünce farkına sahip olanlara uygulandıǧı ve birçok defasında da intikam için yapıldığı belirtilmektedir. Katliamların aynı zamanda etnik temizlik stratejisinin de bir parçası olarak yapılabileceǧini kabul edersek, Dersim'de 1937 yılında gerçekleştirilen, Türkiye'nin Kürtlere uyguladıǧı soykırımı planının bir adımı olarak, bölgesel bir katliamdır. Ortadoǧu'nun yakın tarihinde, Kürtlere uygulanan soykırımının ilk halkası olarak Koçgiri'yi alırsak, Şeyh Sait, Ararat, Zilan, Dersim, Mahabad, Enfal, Halepçe, Kamışlo, Şengal katliamları, Kürtler'e uygulanan soykırım politikasının parçası olan katliamlardır. Ancak bu soykırım tarihi incelendiǧinde, Kürtler açısından tüm katliamlar etnik temele dayandıǧı için, bu baǧlamda Jenosit ile Katliam arasındaki fark çizgisinin belirgin olamadıǧını belirtmek istiyorum.
Kürt katliamları ilk defa uluslar arası arenaya taşınıyor. Bu süreci nereye kadar götüreceksiniz?
Bu, konferansta yapılacak önerilerle yakından ilgili olacak. Dersim'de başlatılan ve son olarak da Dersim DTP Milletvekili Şerafettin Halis'in de Parlamento'da dile getirdiǧi gibi, Seyit Rıza ve diǧer mücadele liderlerinin defedildiǧi yerlerin açıklanmasıyla ilgili kısa vadeli bir kampanya var. Dersim'de son yirmi yılda yakılıp yıkılan köylerin inşasıyla ilgili faaliyet devam ediyor.
Dersim katliamının Türkiye'de resmi olarak gündeme alınıp tartışılması ve katiamın maǧdurlarına tazminat ödenmesiyle ilgili uzun vadeli bir proje önerisi gündemleşebilir.
Konferansta ve sonuç bildirgesinde ne gibi talepleriniz olacak?
Bunu şimdiden kestirmek benim için zor. Katılımcılar ve bizzat Dersim halkının taleplerini deǧerlendirecek olan Konferans herkesin merakla beklediǧi sonuçları da ilan edecektir.
Konferans yapıyorsunuz ve oldukça tartışılıyor ve heyecan da yaratmış durumda. Kürt kamuoyuna ve Dersimlilere neler öneriyorsunuz?
Bana göre günümüzde de Dersim yeni bir oyunun içine çekilmek isteniyor. Dersim aynı zamanda tehdit altında olan önemli bir bölge. Dersim halkı Dersim'e sahip çıkmalıdır. Tüm Kürtler Dersim'e sahip çıkmalıdırlar.
Dersim halkına, Katliamı yaşayanların yaşadıklarını belgeselleştirmelerini öneriyorum. Bu acı tarih, bu mücadele, yengi ve katliam tarihi belgelenmelidir; hikayeler, şarkılar, ağıtlar, ninniler, kahramanlık örnekleri gelecek nesillere aktarılmalıdır.
BRÜKSEL - ANF

Derin Kürt çatlağı

erdogan-fethullah Enis Berberoğlu/Hürriyet

ANKARA
BAŞBAKAN ile Fehmi Koru arasındaki görüş ayrılığı hafta sonu medyanın gündemindeydi.

Açıkçası Taha Kıvanç (=Fehmi Koru) dün Yeni Şafak’ta değinmeseydi pas geçecektim.
Ama Fehmi Koru, "Başbakan’ı eleştirme" ve "Başbakan tarafından eleştirilme" özgürlüğüne sonuna kadar sahip çıktıktan sonra... Düğmeye neden basıldığını kayda geçirdi: Güneydoğu (Kürt) politikasında anlaşmazlık...
Fehmi Koru’nun durduğu yerin siyasi koordinatlarını ıskalarsanız, bu gerekçeyi hafife alabilir, hatta bahane sayabilirsiniz. Fevkalade yanılırsınız!
* * *
Güneydoğu (Kürt) meselesi bu ülkede çok hükümeti iktidarsız bıraktı.
Kimi siyasetçi askerin arkasına saklanıp ateş etti; bazısı orduyu taşeron saydı, diğeri hamaset edebiyatıyla durumu kurtarırım sandı... Hepsi aynı kara delikte yutuldu.
Geçmişten ders çıkartan AKP ile TSK’nın yeni yönetimi dengeli ilişki kurdu.
Siyasi sorumluluk hükümete, askeri operasyon yetkisi Genelkurmay’a bırakıldı.
Belki aksini düşüneniz çoktur; ama işler kötüye değil iyiye gitmeye başladı.
Ama bu yakınlaşma neticesinde arada sıkışıp kalanlar da olmadı değil.
Örneğin, Fethullah Gülen cemaati son birkaç yıldır Güneydoğu’da çok aktif. Bu bilgi, derin devlet istihbaratı değil, gazete sütunlarından alıntı: "Fethullah Gülen Hocaefendi geçen yıl Kurban Bayramı’nda yakınlarına, dostlarına, nazının geçtiklerine, internet aracılığıyla kurbanlarını Güneydoğu’ya göndermeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Bu tavsiye ile yüz binlerce kurban Güneydoğu’daki ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı." (Mehmet Kamış, Zaman Gazetesi, 14 Kasım 2007)
Cemaatin okulları ve teşkilatı ile bölgeye yayılma politikası da sır değil zaten. Hüseyin Gülerce’ye göre Fethullah Gülen’in Güneydoğu bilançosu çarpıcı: "...Kim koşmuş Doğu’ya, Güneydoğu’ya bu manada? Dağa çıkışın önünü kesmek için kim Van’a, Diyarbakır’a, Hakkári’ye, Batman’a okullarla, dershanelerle, okuma salonlarıyla eğitim gönüllüleri olarak yangına köpük sıkar gibi, kim koşmuş? Kim Kurban Bayramı’nın ilk günü, anasının babasının elini öpmeden, yavrularıyla bayramlaşmadan Güneydoğu’nun köylerine varasıya kadar kapı kapı et dağıtmaya, onların ikram ettiği şekeri almaya koşarak gitmiş..." ( Zaman, 13 Kasım 2007)
Özetle, Güneydoğu’da PKK ve DTP’ye karşı ortak cephe oluşturan... İslami seçenek sunan cemaatin hükümet ve asker yakınlaşmasından memnun olması beklenemez. Hatta Diyarbakır Barışı’nı varlığına tehdit bile sayması mümkün.
* * *
Meselenin Başbakan açısından analizinde yine Fehmi Koru’nun durduğu yerin önemi var. Teyitli bilgi olmasa da Başbakan’ın, Fehmi Koru’nun çıkışının Çankaya’nın tavrı olarak algılanacağı endişesi taşıdığını düşünüyorum.
Bu noktada "algılanacağı" sözcüğünün altı kuvvetle çizilmeli... Doğru olmasa bile böyle bir izlenimin doğması sakıncalı ve tehlikeli.
Çünkü, Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında sorun olduğu algısı AKP seçmenini rahatsız eder.
Nitekim benzer yorumların geçen hafta sonu Başbakan’ın katıldığı yemekli dost sohbetinde dile getirildiğini de duydum.
Ve son olarak Başbakan’ın daha iki hafta önce Fehmi Koru’nun kızının nikáh şahidi olduğunu hatırlamak lazım. Başbakan, aile mahremiyetini paylaştığı Koru’nun kendisini eleştirirken farklı üslup kullanmasını beklemiş olabilir.

 

85 Yıllık Türkiye'den, 1000'lerce yıllık Kürdistan'a tahammülsüzlük davası!

Nil Demirkazık hakkında dava açıldı

Nil Demirkazık ANF ANKARA / Nil  Demirkazık hakkında TCK’nın 215. Maddesinden açılan soruşturma sonucu “suçu ve suçluyu övme”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” suçlarından dava açıldı.

Nil Demirkazık hakkında Ankara’da bir gazeteye verdiği röportajdaki sözlerinden dolayı başlatılan soruşturma kapsamında dava açıldı. Davaya Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinde önümüzdeki günlerde başlanması bekleniyor.

 

Demirkazık röportajında  “PKK Terör örgütü değildir, Sayın Öcalan Kürt halkının ve Kürdistan’ın lideridir”  ifadelerinin yansıra “PKK barış için mücadele vermektedir, Bu mücadelede Türkiye’nin öncelikli olarak PKK’li gençlerin dağlarda neden Kürt halkını savunmak zorunda bırakıldıklarını düşünülmesi gerekiyor . PKK’li şehitlerde anne baba evladıdır sadece  ölen askeri şehit sayarsak ayrımcılık bölücülük yapmış oluruz. Ben PKK li gençler içinde  için de gözyaşı döküyorum” demişti.

Demirkazık, “Türkiye sadece Türklerin değildir aynı zamanda Kürtlerin vatanıdır” derken yeni bir sivil Anayasada Kürtlerin dil ve kültürel kimliğinin de kabul görmesi gerektiğini vurgulamıştı.  Demirkazık  AKP’yi  “takiyyeci”,  milliyetçi kesimi  “paranoyak”, Türk halkını ise “ayrımcılıkla” suçlamıştı.

 
Türkiye’nin “Güneydoğu bölgesi” olarak adlandırılan bölgenin aslında “” olduğunu söyleyen Nil Demirkazık ,  Türkiye tarafından “Kuzey Irak” olarak adlandırılan  bölgenin de aslında “  devleti” olduğunu anlatarak, “Kuzey Irak Türklerin uydurmasıdır, orası da   dır, Güneydoğu olarak bilinen bölgede   dır ,  kimseye tarih dersi vermek istemem Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal bile o bölgeden   olarak söz etmişti 80 yıl önce” demişti.