Wednesday, September 17, 2008

Zürih Kürt Film Festivali başlıyor

ANF ZÜRİH / Bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Zürih Kürt Film Festivali 18 Eylül'e başlıyor. Kürt filminin gösterileceği festival 6 gün sürecek.

 
Geçen yıl ilki gerçekleşip ilgi gören Zürih Film Festivali bu yıl ikinci kez izleyicilerle buluşacak. Organizatörlüğünü sinemacı Resul Gültutan'ın yaptığı festival, İran, Türkiye, Suriye ve Irak’taki Kürt yönetmenlerin çektiği filmleri izleyicilerle buluşturacak.

 
Festival komitesinden yapılan açıklamada, Kürt dili ve kültürü üzerinde baskıların hala sürdüğü bir dönemde ‘böyle bir festivalde aktüel Kürt filmlerini göstermekten memnun’ oldukları belirtildi.
Son yıllarda birçok Kürtçe film yapıldığı vurgulanan açıklamada "Bu giderek artıyor. Son yıllarda 100 kısa ve dökümanter film çekildi. Ayrıca Irak otonom Kürt bölgesinde film çekme imkanları oluştu. Zaten dijital teknoloji de buna önemli katkı sundu. Bizde bu filmleri izleyicilerle buluşturmak istiyoruz" denildi.
Festivalde Yüksel Yavuz, Yusuf Yesilöz, Viyan Mayî, Özgür Rayzan, Aydın Sevinç gibi yönetmenlerin filmleri gösterilirken aynı zamanda bu yönetmenlerin katıldığı söyleşilerde düzenlenecek. Festivalde, bu yıl bir çatışmada yaşamını yitiren yönetmen Halil Uysal’da anılacak. film[1]
Perşembe günü saat 20.15'te gerçekleşecek olan festivalin galasından sonra aynı gün yönetmen Yuksel Yavuz'un "Closeup Kurdistan" adlı belgeseli ile Hisham Zaman'ın Kürtçe-Norveççe filmi "Vinterland"ı izleyiciyle buluşacak.

  •  
    2. ZURİH FİLM FESTİVALİNİN PROGRAMI
    18 Eylül
    20:55 Close-up Kurdistan
    Yönetmen: Yüksel Yavuz
    104 dk, Kürtçe/Türkçe
    22:45 Vinterland
    Yönetmen: Hisham Zaman, Norwegen 2007
    52 dk, Norveççe/Kürtçe
    19. Eylül
    20:15 Land of Legend
    Yönetmen: Rahim Zabihi Iran/Kurdistan/
    73 dk, Kürtçe
    21:35 Kevoka Spî
    Yönetmen: Viyan Mayî, zu Gast
    30 dk, Kürtçe,
    22:11 Dol
    Yönetmen: Hiner Saleem,
    94 dk, Kürtçe/Türkçe
    20. Eylül
    20:15 Berxwedan (Widerstand)
    Yönetmen: Orsola Casagrande, Bibi Bozzato,
    40 dk, Türkçe
    21:00 Vinterland
    Yönetmen: Hisham Zaman, Norwegen 2007
    52 dk, Norveççe/Kürtçe,
    22:02 Rawestgah – The Stop
    Yönetmen: Haco Cheko,
    18dk, Türkçe/Kürtçe,
    22:23 Sara - The Dream of Life
    Yönetmen: Siyar Kobanî
    25 dk, Kürtçe
    22:51 Musikliebe
    Yönetmen: Yusuf Yesilöz
    53 dk, Almanca/Türkçe/Georgisch, 
    21. Eylül
    Halil Uysal’ı anma gecesi
    20:15 Axaftina Özgür Rayzan
    20:55 Ein Lied für Zagros
    Yönetmen: Halil Uysal
    50 dk, Kürtçe
    21:55 Bawke
    Yönetmen: Hisham Zaman
    15 dk, Kürtçe/Norveççe
    22:10 Dol - Tal der Trommeln
    Yönetmen: Hiner Saleem, Autonome Region
    94 dk, Kürtçe/Türkçe,
    22. Eylül
    20:15 Şîn
    Yönetmen: Gazi Köroglu
    10 dk, Kürtçe
    20:25 Insan-i Kamil
    Yönetmen: Buket Aydin
    60 dk, Türkçe/Zazaki,
    21:32 Û Nergiz Biskivîn
    Yönetmen: Masoud Arif Salih,
    Hussein Hassan Ali,
    80dk, Kürtçe
    22:59 Gözmece
    Yönetmen: Aydin Sevic
    45dk, Kürtçe/Türkçe,
    23. Eylül
    20:15 Hersey Bembeyaz
    Yönetmen: Sabite Kaya
    20 dk, Türkçe
    20:35 Land of Legend
    Yönetmen: Rahim Zabihi Iran/Kurdistan/
    73 dk, Kürtçe
    21:58 Close-up Kurdistan
    Yönetmen: Yüksel Yavuz
    104 dk, Kürtçe/Türkçe,
    24. Eylül
    20:15 Handful of Ash
    Yönetmen: Nabaz Ahmed,
    33 dk, Kürtçe
    20:50 Angels die in the soil
    Yönetmen: Babak Amini,
    30 dk, Kürtçe
    21:27 Heaven in Mirror
    Yönetmen: Masoud Arif Salih,
    Akou Aziz Merza,
    52 dk, Kürtçe
    22:26 Zarokê Axa Qelîsî
    Yönetmen: Ömer Leventoglu
    80 dk, Kürtçe

Kürt Örgütleri´nden BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı´na mektup

Kürt Örgütleri´nden BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı´na mektup:Türk Devleti´nin üyeliğine onay vermeyin!“

Avrupa çapında faaliyetlerini sürdüren demokratik Kürt örgütleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanlığı´na yazdıkları bir mektupla, Türk Devleti´nin üyelik başvurusunu desteklememelerini istedi. KOMKAR´ın girişimleri sonucu 18 Kürt örgütü tarafından, İngilizce, Almanca, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere 4 dilde hazırlanan mektup, BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı´nın yanı sıra, Avrupa ülkeleri dişişleri bakanlıkları ile AB üyesi parlamenterlere de gönderildi.

Avrupa çapında faaliyetlerini sürdüren demokratik Kürt örgütleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanlığı´na yazdıkları bir mektupla, Türk Devleti´nin üyelik başvurusunu desteklememelerini istedi. KOMKAR´ın girişimleri sonucu 18 Kürt örgütü tarafından, İngilizce, Almanca, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere 4 dilde hazırlanan mektup, BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı´nın yanı sıra, Avrupa ülkeleri dişişleri bakanlıkları ile AB üyesi parlamenterlere de gönderildi.

 

Bilindiği gibi Türkiye, BM Güvenlik Konseyi üyelik başvurusu için ABD, Avrupa ve Arap devletleri nezdinde kulis faliyetlerinde bulunuyor.

Kürt örgütlerinin mektubu aşağıdaki gibidir:

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Dönem Başkan Sayın Michel Kafando,

Sayın Başkan,

Alınan bilgilere göre Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilmek için, başvuru hazırlığı yapmaktadır. Bu nedenle, Amerika, Arap ülkeleri ve AB üyesi ülkeler arasında yoğun bir kulis faaliyeti başlatmış bulunmaktadır.

Siyasal alanda Birleşmiş Milletler’in yürütme organı olarak işlev gören BM Güvenlik Koseyi´nin görevleri şöyle belirlenmiştir:

- Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine uygun biçimde barış ve güvenliği korumak.

- Uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek her türlü çekişmeli durumu soruşturmak.

- Uluslararasında çekişmeli konularda anlaşma koşullarını önermek.

- Silahlanmayı denetleyecek planlar hazırlamak.

- Barışa karşı bir tehlike veya saldırı olup olmadığını araştırarak, izlenecek yolu önermek.

- Saldırganlara karşı askeri birlikler kurarak önlemler almak.

Bizler, aşağıda isimleri bulunan kurumlar olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin bu önemli görevleri yerine getirebileceği inancında değiliz. TC Devleti kuruluşundan bu yana, vatandaşı olan 25 milyon Kürdün varlığını ret ve inkar etmiştir. Kürtleri yok saymış ve yok etmeye kalkmıştır. Bu nedenle, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir yasak, baskı ve imha politikası izlemiştir.

Bu politika aynı zamanda, Kürtlerin dışındaki toplumsal muhalefet gruplarını da ciddi şekilde etkilemektedir. Türk emekçilerine, Alevilere, Hıristiyanlara, Yezidilere, kadınlara ve yoksul halka yönelik baskı ve şiddet politikasında da, ciddi bir değişiklik yapılmamıştır.komkar_logo[1]

Geçmişten bugüne, Türk Devleti’nin bu politikasına karşı çıkanlar, toplu katliamlarla yüz yüze gelmiştir. Binlerce aydın işkence görmüş, zindanlarda çürütülmüştür. Binlerce Kürt köyü ve yerleşim alanı yakılıp yıkılmış, tarla, mera ve ormanlar yakılmış, binlerce Kürt aile sürgüne yollanmış ve yüzü aşkın Kürt ulusal önderi idam edilmiştir.

Tüm bu uygulamalara karşın Kürt halkı tarih boyunca, insani ve ulusal hakları için direnmeye, baş kaldırmaya ve gerektiğinde savaşmaya devam etmiştir.

Acılar ve yıkımlarla dolu bu zorlu mücadele sonucunda Türk yöneticileri, Kürt varlığını kabul etmek zorunda kalmışlardır. Ama, Kürtlerin insani ve ulusal hakları hala ayaklar altında çiğnenmektedir. Türk Devleti, 20 yıldan bu yana, Kürtlere karşı bazen açık, bazen de kapalı bir savaş yürütmektedir.

Türk Devleti, bu savaşı yalnızca kendi sınırları içerisinde sürdürmemektedir. Gerek havadan, gerekse karadan sık sık sınır ihlalleri yapmakta, Irak devleti sınırları içerisinde kalan Kürdistan topraklarındaki sivil yerleşim yerlerini bombalamakta, kara harekatlarıyla halkın yaşamını tehdit etmektedir.

TC Devleti, mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleştirilen ve 1,5 milyon insanın katledilmesi ile sonuçlanan Ermeni soykırımını hala kabul etmemektedir.

TC Devleti, Avrupa Birliği üyesi Kıbrıs´ta bulundurduğu askeri varlığını, tüm uluslararası çağrılara rağmen sona erdirmemekte ve işgalci konumunu sürdürmekte ısrar etmektedir.

TC Devleti, komşularına karşı, düşmanlık sınırına varan bir gerilim politikası izlemektedir. Üye olmak istediği AB’nin önüne koyduğu Kopenhag Kriterleri´ni yaşama geçirmemek için, direnmeye devam etmektedir.

Yukarıda sıraladığımız örneklerden de açıkça anlaşılacağı gibi, bugünkü konumuyla TC Devleti´nin BM Güvenlik Konseyi´nin yükümlülüklerini yerine getirmesi mümkün değildir. Bu nedenle de TC Devleti´nin BM Güvenlik Konseyi´ne üye olmasının doğru olmayacağı inancındayız.

Gerekli duyarlılığı göstereceğiniz umuduyla, durumu bilgilerinize arz ederiz.

Saygılarımızla... 17.09.2008

    Kürdistan Dernekleri Birliği KOMKAR/Almanya
    Kürt Federasyonu/İsveç
    Kürt Federasyonu/Avusturya
    Kürt Kadın Bürosu-KOMJIN/Wuppertal
    Brüksel Kürt Enstitüsü/Belçika
    Kultur Kreis Kurdistan/Karlsruhe
    Kürdistan İsçi Derneği-HEVKAR/Hamburg
    Kürdistan İsçi Derneği-KOMKAR/Danimarka
    KOMKAR-Avusturya
    KOMKAR-Belçika
    Kürdistan İşçiler Birliği-KOMKAR/Hollanda
    KOMKAR-İsviçre
    Kürdistanlı Gençler Birliği-KOMCIWAN/Almanya
    Kürt Danışma Merkezi-KOMKAR/İngiltere
    Kürdistan İsçi Derneği-KOMKAR/İsveç
    Suriyeli Kürt Dernekleri/Avusturya
    İran Kürdistanı Demokratik Öğrenciler Derneği/Avusturya

Kirmanci (Zazaki) Dil ve Kültür Enstitüsü-IKK/Berlin”

Kürd Tarih Kurumu

Aynen sanatçıların kurumlaşma ihtiyacı gibi, Kürd Aydınlanması´nın ışığını merak eden, arayan ona ihtiyaç duyan insanların onu bulabilecekleri yıkılmaz, ve her türlü politik yalpalanmayı atlatabilecek en önemli kuruluşu bir an önce gecikmeksizin kurulması gereken Kürd Tarih Kurumu olacaktır.

Kurd Tarih kurumu Süleyman Deveci Geçtiğimiz Pazar günü Hamburg´da Kürd Yazar ve Sanatçılar Clubü´nün organizesi ile Kürdistanlı tanınmış Ressam ve Yazar Nuri Aslan´ın galerisinde (Galeri Enlil) “Sanatsal kurumlaşmanın çıkmazları” isimli Sayın Aslan´ın sunduğu bir söyleşi ve tartışma toplantısı gerçekleşti. Durum yürekler acısından daha acı. Değil sanatsal, kültürel kurumlaşma gibi bir mantığın veya politikanın gündem olabileceğine dair ufukta ve gelecekte bir ihtimalin olabileceğine benzer bir umut, kesin saptama neden politikanın böyle bir ihtiyacı olsun, bu görevi onlara yüklemek haksızlık mantığı ortaya çıktı. Ki buna herhalde kimse de o kadar itirazda bulunamaz. Zira görünen gerçekliğimiz kısır bir döngünün aynen devam kararlarının alındığı, bilinen ve alışılmış politikaların gelecek yıllarımızı belirleyeceği ortada. Bu anlamda iş yine sanatçılarımızın bireysel yaratıcılıklarında, Kürd dayanışmasında, iman ve inançta, kararlılık ve kendine güven de yatıyor.

Bu anlamda benzer bir mantığı bendeniz de Kürdlerin ciddi ve saygın bir Tarih Kurumu´na ihtiyaçları olduğunu yıllardır iddia eder dururum, artık bunu da konuşmanın vakti geldi derim. Bu haliyle bile az sayılmayacak Kürdoloji Enstitülerini ciddiye alıp Kürd tarihi ile ulusal veya uluslararası saygınlığı olabilecek samimi ve kapsamlı eserler verdiklerini söylemek için insanın tarih bilincinin sıfırın altında olması gerekir. Bu anlamda salt tarihimiz ile ilgilenen ciddi ve bilimsel bir yapılanma kastedilen.

Saygın bir Kürd aydını benim “Kürd Aydınlanması” bunun ışığı gibi iddialarımın aşırı duygusal, rasyonalizmden uzak, olmayan bir şeyi zorlayarak varmış gibi iddia ettiğimi ileri sürer durur. Oysa ben Kürd Aydınlanması´nın ışığını tabiki Kürdistlanlı politikacılardan, hareketlerden görmedim, almadım, öğrenmedim, yenilgiler psikozundan da, saçma sapan yalancı teoriler üretmek insanı gülünç duruma düşürür. Ama ortada mevcut bir ışığı, aydınlanmayı görmemek için de illa da kör olmak gerekmez. Konuyu biraz açmaya çalışayım o ışık nerede, merak edip arayanlar onu nerede bulabilirler:

Tanıyanlar bilir bilmez bugüne kadar yazmış olduğum 11 kitabımın henüz yayınlanan ilki Kürd tarihinden kendimce önemli gördüğüm şahsiyetlerin portrelerini anlatan ve bilerek ve isteyerek Almanca yazmış olduğum Kürd Tarihinden İnsanlar (Menschen aus der Geschichte der Kurden) idi. Kitabın kapağını yayınevi kendi hazırladığından, ki onlar bile Kürtlerin bayrağını bilir iken, tanıdığım o kadar entelektüel geçinen Kürd sırf bu kapaktan dolayı kitabı ya yok saydı, ya görmezden geldi, okumadı, okutmadı, hala bugün bile yokmuş muamelesi yapar. 8. yy´dan 19. yüzyıla kadar kendimce önemli gördüğüm hemen her yüzyıldan bir örnekle Kürterin tarihe nasıl önemli şahsiyetleri ile damgalarını vurduklarını göstermeye çalıştım. Her ortaya çıkan sesi onur saydım, ve gelecek kuşakların bu tarihe buralarda sahip çıkmalarını örnek olsun diye bura dili ile yazdım. Hemen mevcut her Kürdistani kurum ve yapıya kitap ile ilgili, tanıtma, toplantı, okuma, konuşma gibi önerilerle gittiğimde aldığım tek tepki olumsuz yanıtlar oldu. Ki bu bende ve bana işin özünün asıl muhabbetin kesinlikle Kürtlük, Kürdistan, geçmişimiz, geleceğimiz olmadığını çok kolay ve basit bir şekilde gösterdi. Tabi ki bu ilgisizlik ve tepkisizlik beni daha bir kamçıladı, ben de Kürd tarihine daha bir girer oldum. Ve adı geçen, savunduğum, büyük harflerle iddia ettiğim Kürd Aydınlanması´nın ışığının Kürtlerin tarihlerinin derinliklerinde olduğunu keşfettim. O ışığı arayan Kürd tarihinin insanlık kadar eski hemen her evresinde görebilir.

Kürt tarihi deyince akla Şerifxan, Mehmet Emin Zeki Bey dışında kimse gelmez. Yeni dönemde ise ciddi olarak E. Xemgin, ve Tori´nin dışında iki isim daha yoktur. Tabi ki tek tük, belirli dönemleri, isyanları, kesiti anlatan bazı eserleri yaratıcı Kürtler vermiyor değil, ama yetersiz den öte, her türlü bütünlüğe uzak ve o herkesin yararlanması gereken ışığın parıltısını yansıtmakta yetersiz. Aynen sanatçıların kurumlaşma ihtiyacı gibi, Kürd Aydınlanması´nın ışığını merak eden, arayan ona ihtiyaç duyan insanların onu bulabilecekleri yıkılmaz, ve her türlü politik yalpalanmayı atlatabilecek en önemli kuruluşu bir an önce gecikmeksizin kurulması gereken Kürd Tarih Kurumu olacaktır.

sueleymandeveci@hotmail.de      www.Kurdistan-post.org

TSK birlikleri sınır kapısından İran'a geçti

22turkey2.600

HAKKARİ (DİHA) - Yoğun askeri sevkiyatın sürdüğü Hakkari'de yüzlerce asker Esendere Sınır Kapısı'ndan İran'a geçti.

Dünden itibaren Hakkari'nin Federal Kürdistan Bölgesi'nde bulunan sınır noktalarına yoğun askeri sevkiyat yapılırken, son olarak minibüslerle yüzlerce asker ve korucu Esendere Sınır Kapısı üzerinden İran'a geçti. İran'a geçen askerlerin Urmiye'ye bağlı Sero Köyü'ne yerleştiği öğrenildi. Yerel kaynaklar, birliklerin Şehidan ve Hakurki bölgesine doğru gidebileceklerini iddia etti.Rojaciwan

TZPKurdi ve Azadiya Welat’tan Dilbihar’ın tutuklanmasına tepki

AMED / Kürt Dil ve Eğitim Hareketi (TZPKurdî) ve Kürtçe günlük gazete Azadiya Welat, TZPKurdi Merkezi Meclisi Üyesi ve Yazar Hamit Dılbahar'ın tutuklanmasını sert bir dille kınadı.

tzpkurdi_anadil_mitingi1 TZPKurdi, Kürt Yazar Hamid Dılbahar'ın tutuklanmasına ilişkin yaptığı yazılı açıklamada Dılbahar'ın 10 Eylül'de Batman'da düzenlenen mitingdeki konuşması nedeniyle tutuklanması kınadı. "Türk Devleti kuruluşundan bu güne kadar Kürt dili ve kültürü üzerinde asimilasyon, imha ve inkara politikaları sürdürmüştür" denilen açıklamada, Kürt halkının da bu politikalara karşı, her zaman direnmeyi bildiği belirtildi.  Kürtlerin direnişlerini sürdürdükçe devletin, baskı, imha ve inkar politikalarıyla karşı karşıya kaldığına dikkat çekilen açıklamada, "Günümüzde devlet Kürt dili, kültürü ve kimliğine karşı büyük bir tahammülsüzlük içinde bulunmaktadır. Yazar Hamit Dılbahar'ın tutuklanması da bu tahammülsüzlüğün ürünü olarak ortaya çıkmaktadır" diye kaydedildi. hemiddilbahar2

‘TUTUKLANAN KÜRTÇEDİR’

Dılbahar'ın Kürtçe'ye büyük katkılar yapan bir yazar olduğuna vurgu yapan TZPKurdi, "Hamid Dılbahar hümanist kişiliğiyle her zaman Kürtçe'nin geliştirilmesi için çaba sarf etmiştir. Dılbahar birçok kişiye duruşuyla örnek olmuş ve Kürtçe'yi sevdirmiştir. Üyemiz 'yasadışı örgüte üye olmaktan' tutuklanmıştır. Bu devletin ikiyüzlülüğünü göstermektedir. Cumhurbaşkanı Avrupa'da Kürçe'nin önünde hiç bir engelin olmadığını söylüyor ama Türkiye'de Dılbahar'ın kalemine tahammül edilmemektedir. Bu gün tutuklanan Dılbahar değildir, tutuklanan Kürtçe'dir" dedi.

Kürt dili ve kültürü için verilen mücadelenin her zaman devam edileceğini kaydeden TZPKurdi, "Tutuklanan her üyemiz, bizim için bir mücadele gerekçesi olmaktadır. Hiç bir güç Kürt Dili için verdiğimiz mücadeleden bizi alıkoyamaz. Biran önce üyemizin serbest bırakılmasını istiyoruz" çağrısını yaptı.

Halka yapılan çağrıda ise "Dılbahar'ın şahsında 'Êdî Bes e, anadilde eğitim istiyoruz' kampanyasına sahip çıksınlar. Halkımız her yerde dilini geliştirmeli ve savunmalıdır" denildi.azadiya welat

AZADİYA WELAT: DEVLET KENDİ HUKUKUNU DA TANIMIYOR

Dilbihar’ın “örgüt propagandası” gibi komik bir gerekçe ile tutuklandığı tepkisinde bulunan Azadiya Welat Yazı İşleri Müdürü Emine Demir, “Biz Azadiya Welat gazetesi olarak Kürt gazeteci ve yazarlara karşı baskıları kınıyoruz” dedi.

Hemid Dilbihar’ın kamuoyu tarafından tanındığı belirten Azadiya Welat, tutuklamanın yapılan adaletsizliği ve devletin Kürtler sözkonusu olunca kendi hukukunu bile tanımadığını gösterdiğine vurgu yaptı.

Kürtçe gazete, Dilbihar’ın tutuklanmasını Kürt kültürü ve diline karşı devletin bir refleksi olarak gördüklerini ifade ederek, Dilbihar’ın bir an önce serbest bırakılarak bu adaletsizliğin giderilmesini istedi.

Azadiya Welat Yazı İşleri Müdürü Emine Demir, Kürt dilinden ötürü Dilbihar’ın tutuklandığını belirterek Kürt halkını Dilbihar ve Kürtçe dil kampanyasına aktif destek sunmaya çağırdı. Demir, ulusal ve uluslar arası insan hakları kurumlarını da duyarlı olmaya çağırdı. ANF NEWS AGENCY-Rojaciwan

"Terörle Mücadele"nin Sayıları Kafa Karıştırıyor

İlker Başbuğ, gazetecilerle toplantısında "terörle mücadele"de 24 yılda ölen PKK militanı, sivil ve güvenlik mensuplarının sayısını açıkladı.

 

1998'in resmi açıklamalarıyla birlikte okunduğunda rakamlar kuşkuya düşürüyor. Yerinden edilenlerden söz edense yok.

BİA Haber Merkezi - Ankara

17 Eylül 2008, Çarşamba

Tolga KORKUT - tolgakorkut@bianet.org

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, gazetecilerle yaptığı toplantıda, 24 yılda, "terörle mücadelede" 32 bin PKK militanının "etkisiz hale getirildiğini" söyledi.

Rakamları, bugünkü Hürriyet'te, toplantıya katılan Enis Berberoğlu veriyor.

Ancak bu rakamlar 1998'de biri Genelkurmay, diğeri dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından yapılan açıklamalarla birlikte okunduğunda, çatışmalı 24 yılın insani maliyetini hâlâ bilmediğimiz ortaya çıkıyor.

"Etkisiz hale getirilen", ölen PKK militanları

Başbuğ'a göre toplam rakam yaralı ve sağ yakalananlarla 46 bin.

Demirel'se ölen PKK militanlarının sayısını 23 bin 938, yaralılarınkini 749, sağ yakalananlarınkini 8 bin 693, teslim olanlarınkini 2 bin 304 olarak açıklamıştı.* Toplam sayı 35 bin 384.

Demirel'den yaklaşık yedi ay önce, Kurmay Albay Bülent Dağsalı'nın Genelkurmay adına yaptığı açıklamadaysa "etkisiz hale getirilen" PKK militanlarının sayısı toplamda 40 bin 407.**

Demirel'inkiyle karşılaştırıldığında, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiği 1999'un başından, PKK'nin ateşkesi kaldırdığını duyurduğu 2005'e kadar geçen, çatışmanın görece düşük olduğu dönem de dahil, 10 yıl içinde yaklaşık 8 bin PKK militanının ölmüş, yaklaşık 2 bin 500'ünün de yaralı veya sağ olarak yakalanmış olması gerekiyor.

Ancak Dağsalı'nın rakamlarına bakıldığında, Mayıs 1998'le Öcalan'ın getirildiği Şubat 1999 arasındaki çatışmanın yüksek olduğu dönem de dahil olmak üzere, 10 yılda "etkisiz hale getirilen" PKK militanının sayısı yaklaşık 6 bin.

Ölen siviller

Başbuğ'un rakamlarına göre 24 yılda 5 bin 560 sivil öldü.

Demirel'in açıklamasında bu sayı 5 bin 302. Demirel 5 bin 877 sivilin de yaralandığını söylemişti.

Dağsalı'nın açıklamasına göreyse 5 bin 238 sivil öldü.

Bu rakamların içinde, Kızıltepe'de güvenlik güçlerince 2004'te öldürülen Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz, geçen yıl Tunceli Hozat'ta askerlerce vurulan ve ölen arıcı Bülent Karataş yer alıyor mu, bilmiyoruz.

Ölen güvenlik mensupları

Başbuğ'un açıklamasında "TSK ve güvenlik güçlerinden" ölenlerin sayısı 6 bin 482.

Demirel'inkinde bu sayı 5 bin 555. Yaralananların sayısıysa 11 bin 168.

Dağsalı'nın açıklamasında ölen askerlerin sayısı 3 bin 990; polislerin sayısı 157, korucuların sayısı 1115; toplam 5 bin 262.

Başbuğ'un rakamlarında korucuların olup olmadığı haberde yer almıyor. Ancak farka bakıldığında, 1998 sonuyla bugün arasında ölen "TSK ve güvenlik gücü mensubu" sayısı en az 927.

Habere göre, Başbuğ 1990'larda PKK militanı sayısının 6 bin, bugün de 6 bin olduğunu, örgüte katılımı önlemenin şart olduğunu söylüyor.

Yerinden edilenlerden söz eden yok

Açıklamalarda, çatışmalı süreçte ülke içinde yerinden edilenlerden, yaygın deyişle "zorunlu göç" edenlerle ilgili bilgi yok. Bu konudaki tek resmi rakam, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün sonuçlarını 2006'da açıkladığı çalışmada yer alıyor.

Buna göre, son 20 yıl içinde Olağanüstü Hal (OHAL) bölgesindeki 14 ilden güvenlik nedeniyle gerçekleşen göçün boyutu 953 bin 680 ila 1 milyon 201 bin 200 kişi arasında.

"Terörle mücadele"nin maliyeti

Çatışmalı dönemin Türkiye ekonomisine parasal maliyetine dair net, ayrıntılı bir resmi açıklama da yok. En son, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in açıklamasına göre Türkiye'ye "terörün maliyeti" yaklaşık 300 milyar dolar.

Taraf'ta Nevzat Onaran'ın haberine göre, Savunma Sanayisi Destekleme Fonu'nun 2007'deki 2,8 milyar YTL'lik kaynağı 10 bakanlığınkini geçmiş durumda.

Bu rakamlar neden önemli?

Peki bütün bu rakamlar neden önemli? Her şeyden önce çatışmanın bize neler kaybettirdiğini görmek, neden bitmesi gerektiğini daha iyi anlamak için. "Yaşam hakkı"nı unutmamak için.

Her ölümün yakınlarında, tanıdıklarında, onu hiç tanımayanlarda yarattığı travmanın ne denli büyük olduğunu görebilmek, çatışmanın hangi arka planla sürebildiğini anlayabilmek için de gerekli bu rakamlar.

Ayrıca bunca insanı ve bunca ekonomik kaynağı kaybetmesek, ölüm yerine yaşam için neler yapılabileceğini hayal etmek için de önemli.

Savaşanlara "Yeter, bir an önce barış" demek, barışı gerçekleştirmenin yollarını düşünmek için de... (TK/EÜ)

* Cumhuriyet, 28 Aralık 1998

** Hürriyet, 8 Mayıs 1998

*** 1998'le ilgili rakamlar, Nadire Mater'in kitabı, "Mehmedin Kitabı"ndan alındı.

Fotograflar: www.kurdtime.blogspot.com

 

14 Agusts_2007Turkey_Syria_ezidi_shingal_700_kurds

Dünya değişirken DTP

Ahmet Altan-İşte şimdi dünya gerçekten değişiyor.

Yeni bir döneme giriyor.

Ve, biz de “yeni” bir aşamaya geçmenin nasıl sancılı ve ürkütücü bir şey olduğunu hep birlikte hem yaşıyor hem izliyoruz.

Biliyorsunuz, insanlık için “yeni” bir döneme geçmek biraz yürümek gibidir, bir adımını ileri attığında öbür adımın hâlâ geridedir.

Globalizmle ilk adımı attı insanlık.

Şimdi arkada kalan adımını da atmaya hazırlanıyor.

Dünya bir yandan bilgi çağına geçiyordu ama “para sahipleri” alışkanlıklarını hemen değiştiremiyorlardı.

Hâlâ eski “usul” yatırımlarını sürdürüyorlardı.

Eldeki parayla “rant” sağlamaya uğraşıyorlardı.

Ve, en büyük rantın olduğu yere akıyordu para.

En büyük rant da her zaman en riskli bölgedir.

Yüzlerce milyar dolar Amerika’daki gayrimenkul piyasasına gitti.

Paralar orada kabardı, şişti.

O sektörün taşıyabileceğinden daha fazla para birikti.

Sonunda da her şey çöktü.

O piyasayla iş yapan bütün kuruluşlar teker teker batıyor şimdi.

Onlarla ilişkili olan başka şirketler de batacak herhalde.

Kapitalizm, dünya yeni bir döneme geçerken, “geçmişte” kalanları kendi vahşi yöntemiyle temizliyor.

Onları ayıklıyor.

Bütün dünyanın canını yakarak yapıyor bunu.

Bu acıtıcı temizlikten sonra her şey durulduğunda, yeni yatırım alanlarına kayacak para.

Yeni alışkanlıklar edinecek.

Eskiyle ilişkisi büyük ölçüde kesilecek.

Aslında siyaset denilen şey, böyle hırpalayıcı büyük değişimleri önceden sezip, insanların bundan çok fazla zarar görmesini engelleyecek önlemler almaktır.

Ama her zaman böyle olmaz.

Çünkü siyasetçiler, gelecekten çok “günle” ilgilenirler.

Gelecekle ilgilenmek daha ziyade “aydınlara” düşer.

Aydınları da pek dinlemez siyasetçiler.

Sonunda da herkes acı çeker.

Bu acı, kaçınılmaz olarak yaşanacak.

Dünya daha epey sarsılır “paranın boynuzları” üstünde.

Sonra sakinleşir.

Yeni çağın eskiyle ilişkisi biraz daha kopar.

Dünya, elbette sadece “parayla” sarsılmıyor.

Paranın yer değiştirmesi, yatırım alanlarının farklılaşması, yeni buluşlar, teknolojiler, sınıfsal hareketlilikler, toplumların yapılarını, ilişkilerini, siyasetlerini de etkiliyor.

Bütün çağ değişirken, bir toplumun yapısının aynı kalması mümkün mü?

Bugün, “paranın” yarattığı depremi izlerken, bu depremin başka alanlarda görünmeyeceğini mi sanıyorsunuz?

Sanırım bizim devletimiz öyle sanıyor.

Hâlâ geçen yüzyıldaki yönetim modelini sürdürme peşindeler.

Baksanıza, Anayasa Mahkememiz yeni bir siyasi parti kapatma davasını görüşüyor.

Böyle geçmişi silip süpürerek ilerleyen bir zaman parçasında, eski alışkanlıklarda ısrar etmek sağlıklı bir sonuç verebilir mi?

Deyin ki DTP’yi kapattılar, ne olacak?

Kürt sorunu buharlaşıp uçacak mı?

Yüzyıldır halledilmeyen meseleler hal yoluna mı girecek?

Hayır.

Daha beter olacak.

Kürtler, onların siyaset yapmasına bile izin verilmediğini, kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıldığını düşünecekler haklı olarak.

Bunun sonucu ne olur sizce?

Silahı susturur mu bu?

Silahı, sadece insanların kendi haklarını ve isteklerini özgürce dile getirmeleri, bunun için örgütlenmeleri susturabilir.

Bu ülkenin yıllarca Kürtlere çektirmediği çile kalmadı.

Bütün bunların üstüne 2008 yılında bir kere daha partilerini kapatmak istiyorlar.

Hiç bana bunun hukuki bir süreç olduğunu söylemeyin.

Bu, bal gibi siyasi bir süreç.

Türkiye’yi yönetenler, siyasi gelecek hakkında karar verirken, Amerika’dan başlayıp bütün dünyaya yayılan ekonomik krize iyi baksınlar.

“Geçmişte kalma” diretmesi binlerce insanın geleceğini yok ederken, yüzlerce milyar doların batmasına yol açtı.

Parayı yanlış kullanmanın bir bedeli var.

Siyaseti yanlış kullanmanın da bir bedeli var.

Türkiye bu tür yanlışlarda ısrar ederek bu bedeli ödemek istiyor mu gerçekten?

Üstelik de böyle bir bedel ödememek mümkünken.

Yeni bir çağa geçiyor dünya.

Dünyanın parçası olarak Türkiye de yeni bir çağa geçmek zorunda.

İnsanlığın, “arkada kalan adımı” nasıl sancıyla kaldırdığını gördük.

Türkiye “arkadaki adım” olmakta böylesine diretirse, para dünyasında çekilen acı siyasette de çekilir.

Biz baskıları çok denedik.

Özgür ve eşit olmayı da denesek olmaz mı?

Hayat her şeyi kafamıza vurarak mı öğretmeli?

Birisi vurmadan o kafa çalışmıyor mu? taraf

Kürt müziği tehdit altında

İnternetin gelişimi, tüm dünyada olduğu gibi Kürt müzik sektörünü de ciddi düzeyde etkiliyor. Korsan CD’ler, internet üzeri müziklerin kolayca indirilebilmesi, albüm satışlarını olumsuz etkiliyor.Albümleri satılamayan ve maddi zorluklarla boğuşan Kürt sanatçılar, ‘artık albüm yapamayacak duruma geldik’ diyorlar. Kökeni bin yıllara dayanan Kürt müziğinin ses sistemi; evrende var olan doğal sesler ve bunlara ait selen/doğuşkan seslerden oluşur. Kürt halkı yaşadığı baskılar, katliamlar ve asimilasyon politikalarına karşı kendi kültürünü yaşatarak günümüze kadar varlığını korudu. Kürt halkına yönelik politikalardan Kürt müziği de nasibini aldı. Günümüze kadar taşınan Kürt müziği varlığını dengbêjlere borçludur. Kürt halkının yaşadığı acılar, katliamlar dengbêjler tarafından bir sonraki nesillere aktarılarak, Kürt müziği günümüze taşırılmıştır. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin gelişmesinden sonra Kürt halkı kimliksel olarak kültürüne sahip çıkıp, kültürünü en çok da müzikle ifade etmeye başlamıştır. Kendi kimliğini sahiplenen Kürt halkı, sanatın her alanında bir arayış içerisine girerek, kültürünün derinliğini ortaya çıkarma mücadelesi de yürüttü. Kürt sanatında yaşanan arayış ve gelişmeler özellikle de müzikal alanda büyük bir gelişme yaşanmasına neden oldu. Kürt halkının mücadelesi ve medya dünyası ile Kürt sesleri de artık Kürtlere ve dünya kamuoyuna ulaşmaya başladı. Yıllar öncesine kadar çok az olan sanatçı sayısı günümüz itibari ile binlere vardı.

sanatcialbumler Ambargo yetmedi korsan işbaşında
Günümüzde teknolojik gelişmeler bir yandan sanatçıların çalışmalarına olumlu katkılar sunarken diğer yandan ise emeklerinin çalınmasına neden oluyor. Sanatçıların artmasıyla birlikte müzik albümlerinde de artış yaşanırken, teknolojinin gelişimiyle birlikte albümlerde yer alan şarkıların, hatta albümün tümünün internetten bedava indirilmesi mümkün olduğu için albüm satışlarında düşüş yaşanıyor. Yine albümlerin kopyalanarak korsan bir şekilde satışların yapılması da Kürt müzik piyasasını ciddi bir şekilde tehdit ediyor. Kürt müzik piyasasını tehdit eden korsan satışlar ve internet aracılığıyla albümleri bedava indirerek albüm satışlarını engellemeye karşı hiçbir önlem alınmadığı gibi, henüz bu konuda herhangi bir çalışma da başlatılmış değil. Emekleri çalınan sanatçılar, artık albüm yaparken tereddüt yaşıyor.
Kürt müziği yıllarca ağır bir ambargo altında kaldı. Asimile edilmek için her türlü yöntem uygulandı. Yıllarca televizyon ve radyolarda yeterince yer bulamadı. Bugün Kürt müziğinin dünyadaki bütün müzisyenlerin problemi olan korsan satışlar, mp3 ve internet ile başı dertte. Avrupa’da internetten telif haklarına aykırı olarak şarkı dosyası indiren insanlar hakkında yasal işlem başlatılırken, Kürt müzisyenler bu konuda uygulanan herhangi bir yaptırımda yer bulamıyor.
Bir annenin heyecanı gibi
Bir albüm yapmak büyük emek ve fedakarlık gerektiriyor. Bir sanatçı albümüne adeta bir çocuk gibi yaklaşıyor. Bir sanatçı albümünü hazırlarken önce albümde yer vereceği eserleri bir araya getiriyor. Eserleri beraber çalıştığı bestecilerin yardımı ya da kendi hazırladıkları besteler ile bir konsensüs sağlayarak bir araya getirmeye çalışıyor. Albümün ilk aşaması bu şekilde belirlendikten sonra, albümü yapacağı aranjör ve prodüksiyon şirketi ile anlaşıyor. Albümün yapmak için çalışmalara başlayan sanatçı önce albümün enstrümantellerini çalmak için aylarca stüdyo aşamasından geçiyor. Daha sonra eserlerin okunması için günler, haftalar bazen aylarca stüdyoya giriyor. Bu kadar yoğun bir tempo, stres altında çalışmasını yapan sanatçı, bir anne ya da bir babanın bebeğinin doğumunu beklerken yaşadığı heyecanı yaşıyor. Albümün piyasaya çıkması ile büyük bir mutluluk yaşayan sanatçı, bu aşamadan sonra albümün halka ulaşmasından sonra gelecek olumlu ya da olumsuz tepkileri beklemeye koyuluyor. Albüm satışı sanatçının müzik çalışmalarını finanse edebilmesi açısından önemli olduğu için albümleri korsan yüzünden satılmayan sanatçılar büyük maddi problemlerle karşı karşıya kalıyor. Yani bir anlamda bebek ölü doğuyor. Kürt müzik piyasasını tehdit eden korsana karşı Kürt sanatçılar ne düşünüyor, nasıl önlemler almayı düşünüyor, albüm satışı ile geçimini sağlayan prodüksiyonlar, müzik marketleri hangi sorunlarla karşı karşıya kalıyor, yine internetten korsan bir şekilde müzik indirenlerin neden böyle bir yöntemi seçtiği sorularını muhataplarına yönelttik.
Firmalar bir bir kapanıyor
Kemal Turgut (Devran müzik şirketi sahibi):
İnternet ve Mp3’ler yüzünden şu ana kadar Avrupa’da müzik piyasası 30 milyar Euro zarar yaptı. Bugün genel olarak baktığımızda sadece Kürt müziğini değil dünya müziğini etkiliyor. Tabi ki Türkiye’deki müzik dünyasını daha fazla etkiliyor. Bunlara karşı gerekli önlemlerin alınamayışından dolayı insanlar rahat bir şekilde indirebiliyor. İnternet üzeri müzik indirme yabancılarda yüzde 40’lara varırken, bizde yüzde 90 ve 95’lere varıyor. Bugün Avrupa genelinde 7 araba ile albüm dağıtımı yapıyoruz. Bizden büyük bir şirket yok. Müzik şirketimizde albüm satışlarında şu an yüzde 95’lere kadar varan bir kayıp söz konusu. Bu zincirleme olan bir durum. Prodüksiyon şirketinden tutalım, sanatçısına, bu işi yapan müzik marketine kadar kayıp yaşanıyor. Hatta devletin de burada bir kaybı var. Çünkü sonuçta yüzde 19’lara varan vergi kaybı var. 20 yıldır yaptığım bu işte artık kilit noktaya gelindi. Bu sektörde dağıtımcısı, tüketicisi herkes zarar görüyor. Türkiye’de Unkapanı’na baktığımızda bu şirketlerin aşağı yukarı yüzde yetmişi gitmiş vaziyette. Geriye kalan yüzde otuz da sallantıda. Artık yaptığın işin giderlerini karşılayamıyorsun, önünde ışık göremiyorsun, sanatçıya bir şey veremiyorsun. Sanatçıya bir şey veremediğin zaman sanatı etkiliyor. Örneğin sanatçı sonuçta belli bir stüdyoda çalışmalarını yaparak sana getiriyor. Yaptığı masrafın geri dönüşü olmadığı zaman artık albüm yapma isteği kalmıyor. Şu anda Türkiye’de stüdyoların yüzde ellisi kapanmış durumda. Daha ucuz yollarla albüm yapmayı tercih etmeye başladılar.
Tabii dinleyici bunu hak etti diyemeyiz, ama sonuçta bu yolu dinleyiciler seçtiler. Bu dinleyici vatandaşlarımız bedavadan albümleri indirdiklerinden dolayı sanatçılara bir şey dönmüyor. Şimdi single moda oldu. Sanatçılar, bir parça, iki, üç ya da dört parça ile single çıkarıyor. Bu da sektör için ucuza mal oluyor. Dağıtım şirketleri şu anda kendi paralarını toparlayamaz durumdalar. Müzik marketlerinin çoğu kapandı. Zor bir süreçten geçiyoruz. Son 8 yıl içinde bu noktaya geldik. Devlet bu konuyla yeterince ilgilenmedi. Caydırıcı cezai yöntemler uygulayamadılar. Milyonlarca ciro yapan müzik şirketleri kapandı. Burada devlet de zarar görüyor. Sonuçta yaptığın iş vergi karşılığında devlete gidiyordu. Bunu devlet de biliyor ama uygulama çok ağır gidiyor.
Avrupa çapında devletlerin kaybı 20-30 milyar Doları buldu. Mp3 olayını ve müziklerin internetten indirilmesini yok etmek gerekiyor. Mp3 çalarları üreterek, onların satışından para kazanacağız derken, sektörün bu tarafına bakamadılar ve sonuçta onlarca şirket kapandı. Bu giderek daha da kalitesiz bir yapıya yol açacak.
‘Acaba prodüksiyonlar mı korsan?’beser sahin
Beser Şahin (Sanatçı):
Korsan günümüzde öyle bir aşamadaki, prodüksiyonlar korsanlara karşı yenik durumda. Ama şöyle bir soru işareti de var: Acaba korsanın kendisi prodüksiyonlar mı oluyor? Sözleşmeli çalışan, prodüksiyonlar ve sanatçılar arasında zaman zaman bu tür sorunlar gündeme gelmiştir ve bu anlamda yorumlar yoğun. Gerçekten insan anlam veremiyor neden korsana karşı başedilemiyor. İnternet ortamına karşı bazı programlardan bahsediliyor eğer bahsi edilen projeler gelişirse önüne geçilebilir. Yoksa hepimizi çok kötü etkiliyor. Yüzde seksen satışlarda etkilenme var. Avusturulya, Kanada gibi uzak ve zamanında ulaşılamayan yerleri baz alırsak herkes internet üzeri albümleri indirerek dinliyor. Günümüzde herkesin cebinde bir internet var. İstediği albüme istediği anda ulaşabiliyor.
‘Bir kültür sorunu’diyar_gule_nece
Diyar (Sanatçı):
Aslında bu korsan sadece Kürt müziği pazarında değil bütün dünyada bir sorun haline gelmiş durumda. Sanata olan saygı ve kültür sorunu ile bağlantılı bir durum. Avrupa’daki müzik sektöründe böyle olduğuna inanmıyorum. İnsanlar bir albümü dinlemek istediklerinde gider bir cd’yi alır ve dinler. Ama bizde ise tam tersi. Bir cd çok fazla pahalı da değil. Yetişkin bir insanın bir sigara parası. Orjinal bir cd’yi alıp dinleme bir kültür sorunudur diye düşünüyorum. Burada yaptığımız çalışmayı, örneğin ekonomik, kültür, emeğe saygı hepsini tek tek ele alırsak kişilik sorunu ortaya çıkıyor. Şöyle demek istemiyorum. Korsan dinleyenler kültürsüzdür demek istemiyorum. Bir örnek vereyim; stüdyoda albüm çalışması yaparken bir arkadaşım beni ziyaret etti. Bir günlük çalışmamıza tanıklık etti ve hayretler içinde kaldı. Sonra bana aynen şöyle dedi: ‘Ben sanıyordum ki siz sadece bir gün çalıp çıkıyorsunuz. Gördük ki aylarca süren bir çalışma.’ Sonra dedi ki ‘ben daha önce korsan bir şeyler almışım ama bu çalışmanızı gördükten sonra utanıyorum. Ben bu iş için bu kadar emek sarfedildiğini, bunun mutfağında bu kadar çalışıldığını bilmiyordum.’ Gerçekten bir albüm çalışmasına bakıldığında; stüdyo aşaması, bestesinden, demosundan, okuma aşaması, mix aşamasına kadar her parçayı bin defa dinliyoruz. Burada müthiş bir emek veriliyor. Ama insanlarımız bu emeği görmüyor.
O yüzden korsanın önüne geçilemiyor. Bazı yaptırımlar olabilir. Toplumlarda bunun önüne ancak kültür seviyesi geliştirilerek geçilir. Biz prodükson firması değiliz, biz albümlerden öyle gelir falan da elde etmiyoruz. Albümlerimizden bize dönen bir gelir de yok. Firmalar albümü çıkarıyor. En çok zarar gören firmalar. Firmalar para kazanamayınca biz de albüm hazırlamakta zorlanıyoruz. Geçmişte birçok albümüm yüz bin satmıştı. ‘Gule Neçe’ albümünün yine beşyüzbin satışı oldu. Şimdiki albümler bu kadar satılmıyor. Firmalar kar yapamadıkları için albümleri hazırlamada finans sağlayamıyorlar. Eskiden hiç çekinmeden albümümüzün hazırlık aşamasında verdikleri finansal katkıyı şimdi sunmuyorlar. Bu da moral ve motivasyonumuzu etkiliyor.
Ben bir daha albüm yapabileceğimi sanmıyorum. Son çıkan ‘Natirsim’ albümünde hastanelik oldum stresten. Albümü yaparken firmalardan istediğin desteği alamıyorsun. Borç para alıyorsun. Müzisyen stüdyoda kalıyor. Bir sürü sıkıntı. Finansal olarak gerçekten korkunç bir kaos yaşıyorsun. Sanatçıyı albüm hazırlığında ne firmalar anlıyor ne insanlar anlıyor.
Normalde sanatçıların en moralli olduğu zaman albümü yaptığı zamandır. Benim en çok sinirlendiğim, stres yaşadığım dönemler albümü okuduğum zamanlardır. Nitekim şimdi albümü iki defa okumak zorunda kaldım. Avrupa’da on bin tane yapılan ilk baskıda çok kötü okudum. Bu da albüm yapımı aşamasında yaşadığım stresden kaynaklı. Şimdi yeniden okumak zorunda kaldık. Moralsizlik, stres kötü etkiliyor. Hem albüm hazırlıyoruz hem de cebimizden para veriyoruz. Sanatçılar bir taraftan kendi yaşamını idame etirmek için sahnede kalıyor. Sonuçta iddiamız, halkımızın kültürünün, direnişinin türkülerini yapabilmek, gücümüz kadarı ile bunları söyleyebilmek, halkımıza moral verebilmek, onların dertlerini paylaşmak. Şarkılarımızın dinleyiciye ulaşması her şeyden önemli tabii. SÜRECEK
ERDAL ALIÇPINAR YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Başbuğ AKP ve'mehmetçik basın' ile mutabık

Türk Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Türk basın temsilcilerini karargahında brife etti. Başbuğ, basının psikolojik harekata daha aktif katılımı talimatını verdi.

ilkerbasbug11 Başbuğ, 17 Ekim’de bitecek ‘sınır ötesi savaş’ tezkeresinin uzatılması konusunda AKP ile mutabık olduklarını söyledi. Türk Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Genelkurmay Karargahı’nda basın-yayın organlarının genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcileri ile buluştu. Başbuğ’un gazetecilere verdiği brifingi değerlendiren muhalif gazeteciler, bunun Türkiye’de militarizmin klasik uygulamalarından biri olduğunu ifade etti.
Basın kuruluşu temsilcilerinin çağrılı olduğu iki günlük ‘İletişim Toplantısı’nın ilki dün Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un da katılımıyla Genelkurmay Karargahı’nda yapıldı. 4 saate yakın süren toplantıya muhalif basın çağrılmadı. Toplantıya çağrılmayanlar arasında Gündem geleneğinden gelen Alternatif gazetesi ile Taraf, Birgün, Evrensel ve Hayat TV bulunuyor. Toplantıya, daha önce Genelkurmay’ın etkinliklerine akredite olmayan basın kuruluşları da katıldı. AKP’nin yayın organları gibi çalışan Yeni Şafak ve Star gazetesi ile Kanal 24 televizyonu karargaha çağrılanlar arasındaydı. Başbuğ bugün de ajans ve televizyonların temsilcileriyle bir araya gelecek.
Basın ayağı için çalışılıyor
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 30 Ağustos’ta devir teslim töreninde yaptığı konuşmalar ve görevi devraldıktan hemen sonra Amed, Van ve Malatya’ya yaptığı geziler esnasında sarf ettiği sözlerle Kürt sorununa yaklaşımının da ipuçlarını vermişti. Bölge gezileriyle destek bulmaya çalışan Başbuğ, dün de bunun basın ayağını oluşturmak için gazetelerin yönetici ve Ankara temsilcilerine yeni dönem TSK faaliyetlerine ilişkin brifing verdi.
Bila ve Yetkin aktardı
CNN TÜRK’e konuşan Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila ve Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Yetkin, Orgeneral Başbuğ’un konuşmasından satır başlarını aktardı:
Tezkere: Başbuğ, Meclis açılır açılmaz konunun gündeme geleceğini ifade etti. ‘Tezkere uzatılması konusunda hükümetle mutabıkız’ dedi.
28 Şubat: Başbuğ, TSK’nin 28 Şubat’taki görüş ve tavrının aynen devam ettiğini, bu konuda bir değişiklik olmasının mümkün olmadığını ifade etti.
e-Muhtıra: Başbuğ, bunun TSK adına, Genelkurmay Başkanı adına açıklandığını, kendisinin değerlendirme yapamayacağını belirtti.
Laiklik-Üniter devlet: Başbuğ, temel konularda TSK’nin tavrının değişmeyeceğini söyledi.
Engenekon: Emekli orgenerallerin TSK adına ziyaret edilmesi, hizmetlerine karşı bir vefa borcudur.
Yeni Şafak: Sevgiyle karşılandık Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdülkadir Selvi, davet sonrası ilk kez katıldıkları toplantıyla ilgili şunları söyledi: “Genelkurmay’da sevgiyle karşılandık. Normalleşme sürecinin farkındayız, biz de bu sürece katkı yapacağız.”
Alternatif: Senaryo hiç değişmiyor
Toplantıya çağrılmayan Alternatif Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ragıp Zarakolu, Başbuğ’un gazetecilere vereceği brifingin standart bir şey olduğunu ve Türkiye’de basın ile Genelkurmay arasında böyle bir ilişkinin zaten var olduğuna dikkat çekerek, “90’lı yıllardan beri bu ilişki var ve senaryo hiç değişmiyor. Bu brifingle medya belli bir yönlendirmeye tabi tutulmaya, etki altına alınmaya çalışılıyor. Bu uygulama Türkiye’nin klasik uygulamalarından biri” dedi. Başbuğ’un daha önce sarf ettiği sözlerinde topyekun savaş çağrısında bulunduğunu hatırlatan Zarakolu, “Dolayısıyla buna tutarlı olarak adımlar atılmaya çalışıyor. Diyarbakır ziyareti ile bir adımını attı. Şimdi de basına brifing veriyor. Ama şunu belirtmek gerekiyor. Bunlar barış ortamının tesisi açısından çok olumlu şeyler değil” şeklinde konuştu.
ÇGD: Yandaş bulma telaşında
Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay ise, Başbuğ’un Kürt illeri gezisi sırasında kendisine yandaş bulma telaşına girdiğini hatırlatarak, “Bütün bunlar düşünülünce Türkiye’de muhalefet adeta yok. Böyle olunca da asker öne çıkıyor. Çelişki ve yanlışlık da burada başlıyor” diye konuştu.
ANKARA YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

70'lik dedeye asker işkencesi

Bölge'de operasyonların artmasıyla birlikte sivillere yönelik had safhaya ulaşan baskılara bir yenisi daha eklendi. Diyarbakır'ın Dicle ilçesi Kocalan köyünde ikamet eden 70 yaşındaki Zülfü Çelebi, 13 Eylül'de operasyondan dönen askerlerce Kuran-ı Kerim okuduğu sırada saatlerce işkenceden geçirildi. Askerler hakkında suç duyurusunda bulunan Çelebi, işkencecilerin cezalandırılmaması durumunda vatandaşlıktan ayrılma talebinde bulunacağını belirtti.

iskence_asker_yasli

Vicdansızlar!
Yıllardır süren çatışmalı ortamın yaşattığı acılara her gün bir yenisi eklenirken, son dönemlerde askerlerin sivil halka yönelik baskı ve işkencesinin son kurbanlarından birisi de 70 yaşındaki Zülfü Çelebi oldu. Diyarbakır'ın Dicle ilçesi Kocalan köyünde ikamet eden 70 yaşındaki Zülfü Çelebi, 13 Eylül'de operasyondan dönen askerler tarafından Kuran-ı Kerim okuduğu sırada işkenceden geçirildi. Bir oğlu PKK'de, bir oğlu da şu anda askerde olan Çelebi, kendisine işkence yapan askerlerin cezalandırılmaması durumunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmak için başvuracağını söyledi.
Dicle'nin Kocalan köyünde yaşayan 70 yaşındaki Zülfü Çelebi, 13 Eylül'de Alindokbirin olarak adlandırılan mıntıkada bulunan bahçesinde Kuran-ı Kerim okuduğu sırada operasyondan dönen askerlerin işkencesine maruz kaldı. Askerlerin sebepsiz bir şekilde işkence yaptıkları Çelebi, yaşadıklarını şöyle anlattı: 'Her zamanki gibi bahçemde keçilerimi otlatıyordum. Ramazan ayı nedeniyle Kuran-ı Kerim kitabımı da kendimle birlikte getirmiştim. Ağacın gölgesinde oturmuş Kuran okuyordum. Operasyondan dönen askerler bana yaklaştıklarında 'O Kuran'ı at ve yere yat' diye bağırdılar. Ben şaka yaptıklarını sandım. Ancak üzerime doğru geldiklerini gördüm. Ben de 'Ben ne yapmışım. Kuran okuyorum. Lütfen bana karışmayın yaşlı bir adamım' dedim. Ancak bunu söylerken içlerinden birisi çok sinirlenmeye başladı ve beni yere yatırdılar. Önce elbiselerini çıkartmamı istediler. Gömleğimi çıkarttım ama 'pantolonu da çıkart' diye bağırmaya başladılar. Ben de ağladım 'Lütfen yapmayın, haramdır. Nasıl pijamamı çıkartırım' dedim. Bu kez beni tekmelemeye başladılar. Ne kadar çığlık atsam da sesimi duyan olmadı ve başıma silah dayadılar. O sırada şahadet getirdim ve 3 kez silahın tetiğine bastılar. Meğer silahta mermi yokmuş. Elbiselerimi paramparça ettiler, beni iyice dövdükten sonra bırakıp gittiler.'
Bir oğlu asker, biri oğlu da gerilla
Bir oğlunun PKK'de, bir oğlunun da şu anda askerde olduğunu ve insanların ölmesini istemediğini söyleyen Çelebi, 'Şu an bir oğlum PKK'de bir oğlum ise askerde. Ben her asker ölümü sonrası bir hafta şuurumu kaybediyordum, ancak Kuran-ı Kerim okuduğum sırada beni ve kitabı bir tarafa fırlatan askere hiç kimse şehit diyemez. Bu Müslümanlıkla ve insanlıkla, hiçbir kitapla bağdaştırılamaz' dedi.
'Beni vatandaşlıktan çıkarsınlar!'
Kendisine yapılan haksızlığı Adalet Bakanlığı'na taşıyacağını söyleyen Çelebi, Dicle Emniyet Müdürlüğü'ne başvurdu. 'Polis bana bir şey demedi ama bana işkence yapan askeri bulacaklarını da söylemedi. Ben de konuyu Adalet Bakanlığı'na taşıyacağımı söyledim' diyen Çelebi, son dönemde artan baskıların nedeninin bu yetkiyi veren Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olduğunu vurguladı. Kendisine işkence eden askerlerin cezalandırılmaması durumunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasını isteyeceğini söyleyen Çelebi, 'Bu yaşlı halimle o kadar yalvarmama rağmen hunharca dövülmem ve gördüğüm zulme karşı bir bardak zehir verseler de ben zehri tercih ederdim, o zulmü kabul etmezdim' diye konuştu.
Ferhat Arslan