‘Kürtçe’nin dışlanması olacak iş değil’ /Şerif Karataş-Evrensel Dilbilimci Necmiye Alpay, başlatılan Kürtçe Anadil eğitim talebini haklı bulduğunu belirtti. Bu talebi görmezden gelmenin “bilim dışı bir tavır” olacağına vurgu yapan Alpay ile Kürt Dil ve Eğitim Hareketi’nin (TZPKurdi) başlattığı anadilde e ğitim üzerine görüştük. TZPKurdi ‘Kürtçe anadilde eğitim’ kampanyası başlattı. Bu amaçla da bir süredir, özellikle Kürt vatandaşların yoğun olarak yaşadığı illerde eylem ve etkinlikler yapılıyor. Giderek yaygınlaşan bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz? Öyle görünüyor ki bu kampanya fazlasıyla politik bir biçim almıştır. Ancak, bence her şeyden önemlisi dil sorununun temelinde yatan gerçeklerdir. Kürtçenin bizim ülkemizde iki lehçesiyle yaygın bir biçimde konuşulduğunu hepimiz biliyoruz. Milyonlarca yurttaşımızın anadilinin Kürtçe olduğu; bu dilin köklü bir sözlü kültürü taşıya geldiği; cumhuriyet döneminde sürgündeki Kürt aydınlar tarafından, Latin alfabesine dayanılarak oluşturulmuş bir alfabenin eklenmesiyle yazıya da geçildiği; son yıllarda bu alfabeye dayalı, gerek telif, gerekse çeviri, yazılı bir Kürt edebiyatının her açıdan hızla zenginleştiği; dünya klasiklerini çevirme etkinliği dahil, Kürtçeyi bir edebiyat ve bilim dili olarak geliştirmeye çalışan çok sayıda genç yazarın bulunduğu; Zana Farqînî’nin İstanbul Kürt Enstitüsü yayını Kürtçe-Türkçe ve Türkçe-Kürtçe sözlükleri başta olmak üzere çok sayıda sözlük ve dilbilgisi çalışmasının yapıldığı; sık sık yasaklansa da çeşitli dönemsel yayınların, dergilerin ve Azadiya Welat gibi günlük gazetelerin her zaman alıcı bulduğu... Bu durumda, Kürtçenin ülke eğitim sisteminden dışlanması olacak iş değildir. Anadili Kürtçe olanların bu talebi, bence haklı, gerçekçi ve demokratik bir taleptir. Tabandan gelen, köklü ve insani bir taleptir. Milli eğitim bakanlığı bu talebi görmezden gelirse bilim dışı bir tavır almış olur. Kişinin ilk eğitim ve öğretimine anadili olmayan bir dille başlaması, onun açısından ne gibi sonuçlar doğurur? Kişinin öğretime anadili dışındaki bir dille başlamasının ne gibi sonuçlar vereceği, belirli koşullara bağlı: 1) O ikinci dilin aile içinde ve çocuğun yaşadığı çevrede bilinip bilinmemesi; 2) İkinci dilin, aile ve çevresi tarafından kabul görüp görmemesi; 3) Eğitim sisteminde çocuğun anadilinin dikkate alınıp alınmaması; 4) Çocuğun, kendi anadiline değer verilip verilmediği konusundaki duygusu ve düşüncesi. Anadilinin nasıl dikkate alınacağı, çocuğun ne tür bir ortamda okula gittiğiyle de ilgili: Sözgelimi, Türkiye’de Alman olmadığı halde Alman Lisesi’nde okuyan bir çocuk, ders dışı okul, aile ve toplum yaşamında kendi anadilinin konuşulduğu bir ortamdadır. Bu çocukların konumu ile, Almanya’daki bir Alman lisesinde okuyan Türkiyeli çocukların konumu birbirinden farklıdır ve eğitimcilerin bu tür farklılıkları dikkate alması gerekir. Eğitbilim bu gibi durumlar için ayrı ayrı eğitim teknikleri ve yordamları geliştirmiştir. Çocuğun anadili dikkate alınmadıkça, başarı oranının da genel olarak hatırı sayılır ölçüde düştüğü biliniyor. İstisnalar her zaman ve her yerde olabilir, ama genel eğilim, eğitim kalitesinin düşmesi yönünde. Gerekenler yapılmadığında, çocuk ikinci dille veya yabancı dille karşılaştığında bir dizi sorun ortaya çıkabiliyor: Ketlenmeden tutun, dilsel yetersizlik nedeniyle bilgisel-düşünsel gelişiminin zorlaşmasına kadar. En önemli koşul, çocuğun anadili konusundaki psikolojik durumudur bence. Eğer çocuk kendi anadiline değer vermeyi başarıyorsa, okuldaki ve toplumdaki çevresi de buna elverir bir tavır içindeyse yani yeni karşılaştığı dildeki eğitim teknikleri çocuğun durumunu dikkate alıyorsa, başarı düşmeyip tersine artabiliyor, çocuk o ünlü sözü gerçekleştirebiliyor: “Bir dil bir kişi, iki dil iki kişi”. Anadiline değer verilmeyen ve bunu hisseden çocuk ise, farklı tepkiler verebiliyor. Bazıları durumu içselleştirip kendisi de anadiline önem vermez duruma gelebiliyor ve daha gözde olan yeni dili benimsiyor: Asimilasyon denilen durum bu. Asimilasyon uzun erimde başarı düzeyi düşük bir politika. Özellikle, çocuğun eğitim ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacak donanımlar, gözünü kamaştıracak bir kültür ya da yaşam olanakları sunulmayan koşullarda, asimilasyon politikalarının başarı şansı olmuyor. Üstüne üstlük, biriktirdiği hınç nedeniyle, toplumsal barışın aleyhine işleyebiliyor. Bugüne kadar Bulgaristan’da ya da son olarak Almanya’da yaşayan Türklerin kendi dillerinde eğitim görememesi Türkiye’de yetkililerce ‘asimilasyon’ olarak değerlendirildi. Ancak, Türkiye’de, misafir olmayan Kürtlerin anadil talebi hep resmi bir dirençle karşılaştı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumun da birden çok nedeni var ama kısaca şunlar söylenebilir: Cumhuriyet yönetiminin Kürtler konusundaki asimilasyon politikası başlı başına bir sorundu zaten, toplumun yapısına uymuyordu. Tutmadı o dikiş. Art arda patlak verdi. Devlet ise o politikayı gözden geçirmek yerine her seferinde daha sert tepkiler vererek karşı tepkiyi de artırmış oldu. Sanıyorum, bazı demokratik adımlar atarsa bunun arkasından özerklik ve bağımsızlık taleplerinin geleceğini düşüne geldi ve hâlâ da öyle düşünüyor. Kürtlerin anadilinde eğitim talebini de bir tür bağımsızlık talebi gibi görüyor. Eğitim alanındaki bu sert direncin başka bir açıklamasını bulamıyorum. Farklı etnik yapıların olduğu başka ülkelerde, bu durum nasıl ele alınıyor? Bu konudaki uygulamalar ülkeden ülkeye çok değişiyor. Kişisel olarak, filanca ülkenin formülüne bayıldım, biz de onlar gibi yapalım diyebileceğim bir örnek göremiyorum. Ders alınacak örnek çok, iyisiyle, kötüsüyle. Yunanistan Türkleri, iki dilli eğitim istiyor örneğin. Ben bu talebe katılıyorum. Çağımızın çözümü iki ve üç dilli eğitimdir. Ama daha da önemlisi bütün bunların özgür ve yapıcı bir ortamda düşünülüp konuşulabilmesi, önyargılı olunmamasıdır |