Friday, September 26, 2008

‘Kürtçe’nin dışlanması olacak iş değil’

‘Kürtçe’nin dışlanması olacak iş değil’ /Şerif Karataş-Evrensel

Dilbilimci Necmiye Alpay, başlatılan Kürtçe Anadil eğitim talebini haklı bulduğunu belirtti. Bu talebi görmezden gelmenin “bilim dışı bir tavır” olacağına vurgu yapan Alpay ile Kürt Dil ve Eğitim Hareketi’nin (TZPKurdi) başlattığı anadilde e14680-dil-zehirlemek ğitim üzerine görüştük.

TZPKurdi ‘Kürtçe anadilde eğitim’ kampanyası başlattı. Bu amaçla da bir süredir, özellikle Kürt vatandaşların yoğun olarak yaşadığı illerde eylem ve etkinlikler yapılıyor. Giderek yaygınlaşan bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öyle görünüyor ki bu kampanya fazlasıyla politik bir biçim almıştır. Ancak, bence her şeyden önemlisi dil sorununun temelinde yatan gerçeklerdir.
Kürtçenin bizim ülkemizde iki lehçesiyle yaygın bir biçimde konuşulduğunu hepimiz biliyoruz. Milyonlarca yurttaşımızın anadilinin Kürtçe olduğu; bu dilin köklü bir sözlü kültürü taşıya geldiği; cumhuriyet döneminde sürgündeki Kürt aydınlar tarafından, Latin alfabesine dayanılarak oluşturulmuş bir alfabenin eklenmesiyle yazıya da geçildiği; son yıllarda bu alfabeye dayalı, gerek telif, gerekse çeviri, yazılı bir Kürt edebiyatının her açıdan hızla zenginleştiği; dünya klasiklerini çevirme etkinliği dahil, Kürtçeyi bir edebiyat ve bilim dili olarak geliştirmeye çalışan çok sayıda genç yazarın bulunduğu; Zana Farqînî’nin İstanbul Kürt Enstitüsü yayını Kürtçe-Türkçe ve Türkçe-Kürtçe sözlükleri başta olmak üzere çok sayıda sözlük ve dilbilgisi çalışmasının yapıldığı; sık sık yasaklansa da çeşitli dönemsel yayınların, dergilerin ve Azadiya Welat gibi günlük gazetelerin her zaman alıcı bulduğu...
Bu durumda, Kürtçenin ülke eğitim sisteminden dışlanması olacak iş değildir. Anadili Kürtçe olanların bu talebi, bence haklı, gerçekçi ve demokratik bir taleptir. Tabandan gelen, köklü ve insani bir taleptir. Milli eğitim bakanlığı bu talebi görmezden gelirse bilim dışı bir tavır almış olur.

Kişinin ilk eğitim ve öğretimine anadili olmayan bir dille başlaması, onun açısından ne gibi sonuçlar doğurur?
Kişinin öğretime anadili dışındaki bir dille başlamasının ne gibi sonuçlar vereceği, belirli koşullara bağlı:
1) O ikinci dilin aile içinde ve çocuğun yaşadığı çevrede bilinip bilinmemesi;
2) İkinci dilin, aile ve çevresi tarafından kabul görüp görmemesi;
3) Eğitim sisteminde çocuğun anadilinin dikkate alınıp alınmaması;
4) Çocuğun, kendi anadiline değer verilip verilmediği konusundaki duygusu ve düşüncesi.
Anadilinin nasıl dikkate alınacağı, çocuğun ne tür bir ortamda okula gittiğiyle de ilgili: Sözgelimi, Türkiye’de Alman olmadığı halde Alman Lisesi’nde okuyan bir çocuk, ders dışı okul, aile ve toplum yaşamında kendi anadilinin konuşulduğu bir ortamdadır. Bu çocukların konumu ile, Almanya’daki bir Alman lisesinde okuyan Türkiyeli çocukların konumu birbirinden farklıdır ve eğitimcilerin bu tür farklılıkları dikkate alması gerekir. Eğitbilim bu gibi durumlar için ayrı ayrı eğitim teknikleri ve yordamları geliştirmiştir.
Çocuğun anadili dikkate alınmadıkça, başarı oranının da genel olarak hatırı sayılır ölçüde düştüğü biliniyor. İstisnalar her zaman ve her yerde olabilir, ama genel eğilim, eğitim kalitesinin düşmesi yönünde. Gerekenler yapılmadığında, çocuk ikinci dille veya yabancı dille karşılaştığında bir dizi sorun ortaya çıkabiliyor: Ketlenmeden tutun, dilsel yetersizlik nedeniyle bilgisel-düşünsel gelişiminin zorlaşmasına kadar.
En önemli koşul, çocuğun anadili konusundaki psikolojik durumudur bence. Eğer çocuk kendi anadiline değer vermeyi başarıyorsa, okuldaki ve toplumdaki çevresi de buna elverir bir tavır içindeyse yani yeni karşılaştığı dildeki eğitim teknikleri çocuğun durumunu dikkate alıyorsa, başarı düşmeyip tersine artabiliyor, çocuk o ünlü sözü gerçekleştirebiliyor: “Bir dil bir kişi, iki dil iki kişi”.
Anadiline değer verilmeyen ve bunu hisseden çocuk ise, farklı tepkiler verebiliyor. Bazıları durumu içselleştirip kendisi de anadiline önem vermez duruma gelebiliyor ve daha gözde olan yeni dili benimsiyor: Asimilasyon denilen durum bu. Asimilasyon uzun erimde başarı düzeyi düşük bir politika. Özellikle, çocuğun eğitim ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacak donanımlar, gözünü kamaştıracak bir kültür ya da yaşam olanakları sunulmayan koşullarda, asimilasyon politikalarının başarı şansı olmuyor. Üstüne üstlük, biriktirdiği hınç nedeniyle, toplumsal barışın aleyhine işleyebiliyor.

Bugüne kadar Bulgaristan’da ya da son olarak Almanya’da yaşayan Türklerin kendi dillerinde eğitim görememesi Türkiye’de yetkililerce ‘asimilasyon’ olarak değerlendirildi. Ancak, Türkiye’de, misafir olmayan Kürtlerin anadil talebi hep resmi bir dirençle karşılaştı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durumun da birden çok nedeni var ama kısaca şunlar söylenebilir: Cumhuriyet yönetiminin Kürtler konusundaki asimilasyon politikası başlı başına bir sorundu zaten, toplumun yapısına uymuyordu. Tutmadı o dikiş. Art arda patlak verdi. Devlet ise o politikayı gözden geçirmek yerine her seferinde daha sert tepkiler vererek karşı tepkiyi de artırmış oldu. Sanıyorum, bazı demokratik adımlar atarsa bunun arkasından özerklik ve bağımsızlık taleplerinin geleceğini düşüne geldi ve hâlâ da öyle düşünüyor. Kürtlerin anadilinde eğitim talebini de bir tür bağımsızlık talebi gibi görüyor. Eğitim alanındaki bu sert direncin başka bir açıklamasını bulamıyorum.

Farklı etnik yapıların olduğu başka ülkelerde, bu durum nasıl ele alınıyor?
Bu konudaki uygulamalar ülkeden ülkeye çok değişiyor. Kişisel olarak, filanca ülkenin formülüne bayıldım, biz de onlar gibi yapalım diyebileceğim bir örnek göremiyorum. Ders alınacak örnek çok, iyisiyle, kötüsüyle. Yunanistan Türkleri, iki dilli eğitim istiyor örneğin. Ben bu talebe katılıyorum. Çağımızın çözümü iki ve üç dilli eğitimdir. Ama daha da önemlisi bütün bunların özgür ve yapıcı bir ortamda düşünülüp konuşulabilmesi, önyargılı olunmamasıdır

Gül, Bağdat’ta beklenirken, New York’ta Talabani ile...

abdullah-gul Gül, Bağdat’ta beklenirken, New York’ta Talabani ile...Cengiz Çandar-Radikal

Abdullah Gül, New York’a ayak basalı iki saat bile olmamıştı ki, kıyafet değiştirmiş haliyle, yürüyüşe çıkmak üzereyken otel lobisinde karşılaşmıştık.
Dışarıda kendisi için bekleyen gazeteci ve foto muhabirlerine görünmeden kendisini New York sokaklarına vurmak istiyordu.
Otelin arka kapısından çıkabileceği kendisine bildirilince, ters yöne hareketlendi. O sırada kendisine “IV. Murat’ın tebdil-i kıyafetle İstanbul’da dolaşmasını andırıyorsunuz” diye kendisine takılmıştım.
Bir başka açıdan, tarihimizdeki iki Osmanlı padişahı ile benzer özellikler taşıyacağa benziyor Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. 600 yıla yakın Osmanlı tarihinde hem Revan (Erivan) ve hem de Bağdat seferine çıkmış olan iki padişah Kanuni Sultan Süleyman ile IV.Murat’tır.
Kısa süre içinde hem Erivan’a gitmiş, hem de Bağdat’a gidecek olan ilk Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olacağa benziyor.
Abdullah Gül’e Bağdat’ta beklendiği bugün kendisiyle görüşecek olan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından yapılacak. Abdullah Gül, bugün bizzat Celal Talabani’nin ağzından ‘resmi davet’ almış olacak.
BM Genel Kurulu’nun açıldığı gün, 20 dolayında ülke yetkilileriyle birlikte George W. Bush ve Celal Talabani ile BM Genel Sekreter Yardımcısı’nın verdiği ‘Irak Brifingi’nde Abdullah Gül, Bağdat ziyareti niyetini Talabani’ye ifade etmiş; bugün sıra Talabani’nin bu niyeti ‘resmileştirmesi’nde. Kendisinin mart ayında ‘Irak Cumhurbaşkanı’ sıfatıyla yaptığı ilk kez yaptığı Ankara ziyaretine bir ‘iade-i ziyaret’ olacak Gül’ün ‘Revan seferi’ sonrasında çıkacağı Bağdat seferi...
***
New York’un en nefes kesen manzaralarından birinin karşısında Celal Talabani ile oturuyoruz. Hürriyet Heykeli tam karşımızda. Elimizi uzatsak sanki hürriyet meşalesinin sapını yakalayacağız. Heykelin üzerine oturduğu küçük Ellis Adası’nın ardında okyanus
görüntüsü alabildiğine, parlak güneşli havanın altında ufka uzanıyor. Camdan New York’u
New York yapan gökdelenlerin hiçbiri görünmüyor. Hürriyet Heykeli ile çaprazda uzaktan gözüken Verrazano Köprüsü dışında hiçbir insan yapımı görüntü yok göz ufkumuzda.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ‘Ortadoğu barışına yaptığı katkılar’dan ötürü Foreign Policy Association’da (Dış Politika Derneği) düzenlenen tören sırasında, ben, Manhattan’ın güneyindeki en uç noktasında, Manhattan’ın denize dayandığı noktada, Battery Park’ın yanındaki otelinde Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile sohbet ediyorum.
“Acaba” diye soruyor, “Abdullah Gül, Bağdat’a geldiği vakit Erbil’e de uğrar mı? Oraya uğrasa yer yerinden oynar, çok iyi karşılanır.”
Erivan’a gitmeden önce, hiç yapacağını sanmadığım ve de yapmadığı- ‘Soykırım Anıtı’na gidip çiçek bırakma’ önerisinde bulunduğum bir yazı yazdığımı söylüyorum. ‘Bu, soykırımı resmen kabul anlamına değil, ortak tarihimizdeki çekilen acılara bir duyarlılık ve saygı göstergesi’ olarak, Ermeni sorununun en büyük bölümünü oluşturan ‘psikolojik sorunu’ yerlebir etmiş olurdu. Bunun yapılacağını sanmıyordum ve yapılmadı, ama bunun yapılmamış olması, Abdullah Gül’ün Erivan ziyaretinin ‘tarihi önemi’ni ve ziyaretin bizzat kendisinin bir ‘dev adım’ olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadı diye de ekliyorum.
Abdullah Gül’ün muhtemel Bağdat ziyaretinin Erbil halkası farklı bir olay. Abdullah Gül, Erivan’a tarihte ayak basan ‘ilk Türk Cumhurbaşkanı’ olarak ismini tarihe kaydettirdi. Bağdat’a ayak basan ilk Türk Cumhurbaşkanı olmayacak. ‘Bağdat seferi’nde bir ‘ilk’ olarak tarih kaydını düşürmek, ‘ezber bozan’ bir devlet adamı konumuna yerleşmek, belki o ziyaret esnasında Erbil’e de uğraması olabilir.
Bunu söylüyorum.
Celal Talabani, Bağdat ziyaretinin Erbil boyutunu bugün yapacakları ikili görüşmede Abdullah Gül’e aktaracak mı?
Bilmiyorum.
***
Bildiğim, Talabani’nin Abdullah Gül’e beslediği özel sempati. Abdullah Gül’ün Türkler ve Kürtlerden ‘bir millet’ olarak söz etmesini zihnine kaydetmiş Bunun yanısıra, iki ay önce geçirdiği by-pass ameliyatı üzerine Gül’ün kendisine gönderdiği mesajı kelime kelime hatırlıyor. Çok duygulanmış.
Irak Cumhurbaşkanı, iki aydır Irak dışında. Amerika’nın Rochester kentinde tek damarının değiştirildiği bir kalp ameliyatı geçirmiş ve aksayan dizi de tedavi görmüş. Gerçekten, yılın ilk aylarında Ankara’ya Abdullah Gül’ün davetlisi olarak geldiğinde ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile temmuzda Bağdat’a gittiğimizde onu bastonlu görmüştüm. Şimdi bastonu atmış. Olağandışı kilolu halinde de fark edilir bir azalma göze çarpıyor.
‘Kerkük pürüzü’nü konuşuyoruz. Kendisi de Kerküklü olan Talabani, pek kaygılı gözükmüyor. “Üç seçenekten ikincisinin geçerli olacağına zaman geçtikçe daha fazla insan ikna oluyor” diyor.
“Birinci seçenek ne?” diye soruyorum.
“Irak Anayasası’nın geçici 140. maddesine göre referandum yapılması ve referandum sonucunda Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlanması” karşılığını veriyor.
“Peki üçüncü seçenek?” Gülüyor, “Bugünkü karmaşık durumun devamı...”
Onun da yatkın olduğu ‘ikinci seçenek’ ise, Talabani’nin kendi tanımıyla “Kerkük’ün özel bir bölge olarak ilan edilmesi; bu statüsü ile birkaç yıl yaşatılması ve ondan sonra öyle kalıp kalmayacağına karar verilmesi...”

Türkiye ile Irak arasında temmuz ayında imzalanan ‘stratejik anlaşma’ya gönderme yapıyor; ayrıca, Tayyip Erdoğan, Bağdat’tan ayrılmadan önce Petrol Bakanı Şehristani’ye TPAO’ya Irak petrol sahalarında alan açan ‘belge’yi imzalattırdığını hatırlatıyor.
Türkiye’nin Irak ve kendisi nezdinde ‘öncelikli’ ülke olmasından ötürü, Kerkük’ü iki ülke arasındaki ‘pürüzler’ içinde görmediğini, görmeyeceğini ima ediyor.
Amerikan Başkanlık seçimi sonuçlarından Irak’a ilişkin bir kaygı duyuyor mu?
“Her iki tarafla da gayet yakın ilişkilerimiz var. Beni etkilemez” diyor. “Joe Biden ile yıllardır ne kadar yakın olduğumuzu herkes biliyor.” Ardından, oturduğum koltuğu işaret ediyor, “Bu koltukta sen gelmeden önce Sarah Palin oturuyordu.
O çıktı, sen geldin” diyor gülerek...
Sarah Palin’in BM Genel Kurulu’nun açılışı vesilesiyle New York’a gelerek Afganistan Devlet Başkanı Hamit Karzai, Kolombiya Devlet Başkanı Uribe ve Henry Kissinger ile dış politika bilgisi edinmek amacıyla görüştüğünü Amerikan basınında okumuştum. Demek ertesi günkü turuna Celal Talabani’yi de dahil etmiş.
“Kursiyer olarak mı geldi?” diye soruyorum.
Yine gülüyor, “Ona benzer bir şeyler söyledi. Sizden öğrenmeye geldim falan...”
Celal Talabani, önümüzdeki hafta, iki aylık bir aradan ve önemli bir kalp ameliyatının ardından ülkesine dönecek. Erbil’de kendisine büyük karşılama törenleri hazırlandığını New York’ta öğreniyorum.
Erbil’den Bağdat’a geçecek. Abdullah Gül’ü de Bağdat’ta bekleyecek.
Öyle görülüyor ki, Abdullah Gül, Erivan ziyaretiyle kendisine açılan yolda Türkiye’nin bölge siyasetini de taşıyan en göze çarpıcı siyasi aktör olacak...

Savaş uçakları Kandil'i bombaladı

Dün akşam saatlerinde Diyarbakır Askeri Havaalanı'ndan kalkış yapan savaş uçaklarının saat 22:00 sıralarında Güney Kürdistan'da Qalatuka bölgesini bombaladığı bildirildi.

kandilkadinizlenim Türk ordusu dün gece yarısına doğru yerel kaynaklara göre 15 savaş uçağı ile saldırıda bulundu. İki saat süren bombardımandan önce, son 4 gündür Kandil alanında keşif uçaklarının yoğun uçuşlar yaptığı bildirilmişti.


PKK: Bir saldırı planladıklarını biliyorduk
Türk ordusunun Kandil'e yönelik hava saldırısı hakkında bilgi veren PKK sözcülerinden Ahmed Danış, 'Bir saldırı planladıklarını biliyorduk' dedi.
Bombardıman sırasında sivil yerleşim yerleri de bombalanırken, Kozine köyüne 3 bombanın isabet ettiği öğrenildi.
Yerel kaynaklara göre Kurtek, Qelatukan, Kuzîne, Dolekoge, Biredê, Sergey Nêl köyleri ile Zerde ve Maredu kasabaları, Sawên Dağı etekleri ve Dola Pişt Aşani bombalandı.
Bombalamanın hedefi olan Pirdeşal ve Zergeli köylerinde ise büyük panik yaşandı. Köylüler bombardıman sırasında evlerinden kaçarak korunaklı alanlara sığındılar.
Bombardımana ilişkin AFP'ye konuşan PKK sözcülerinden Ahmed Danış, Türk ordusunun saldırısında bir gerillanın yaralandığını belirtti. Danış, 'Bir saldırı planladıklarını biliyorduk' dedi.HEWLER / ANF

İran'da 12 Eylül vahşeti yaşanıyor

12 Eylül Askeri Darbesi döneminde başta Diyarbakır olmak üzere Türkiye cezaevlerinde görülen vahşet, günümüzde İran cezaevlerinde Kürt tutsaklara karşı uygulanıyor.

iran_idam_kurt İran cezaevlerinde Kürt tutsaklara yönelik insanlık dışı uygulamalar bitmek bilmiyor. Başta idam uygulaması olmak üzere, insanlık dışı bütün işkence uygulamaları Kürt oldukları ve demokrasi mücadelesi verdikleri için tutsaklara karşı hayata geçiriliyor. Ayrıca tutsakların siyasi kimlikleri de tanınmıyor.
Sivil toplum örgütlerinin cezaevlerindeki koşulları incelemelerine izin verilmezken, Kürt tutsakların İran vahşetine karşı cezaevlerinde başlattıkları açlık grevi bugün 33. gününe girdi. Tutsaklar, koşulların düzeltilmesini, idam cezalarına ve Kürtler üzerindeki baskılara son verilmesini istiyor.
Açlık grevi 33. gününde
İran cezaevlerinde 25 Ağustos'ta başlayan açlık grevinde en insani talepler İran tarafından kabul edilmiyor. Açlık grevi direnişi İran tarihinde bir ilk ve 1980'deki Diyarbakır Cezaevi direnişini hatırlatıyor
Kürt tutukluların açlık grevi 33. gününe girerken İran rejimi siyasi tutukluların halen varlığını tanımak istemiyor. Rejimi eleştirdikleri için tutuklanmalarına rağmen farklı gerekçeler öne sürülüyor. Sivil toplum örgütlerinin cezaevlerindeki koşulları yerinde incelemelerine de izin verilmiyor. İran'da yüzlerce Kürt tutsak ülkenin bir çok yerindeki cezaevlerinde kitlesel olarak ilk büyük açlık grevine başladı. 25 Ağustos tarihinde başlayan açlık grevi 33. gününde halen devam ediyor. Ancak İran devleti, çoğu PJAK ve PKK'li olan bu tutukluların siyasi kimliğini kabul etmek istemiyor.
İşkenceler sıradanlaştı
Tutuklular, tutukluluk koşullarının düzeltilmesi, idam cezalarına ve Kürtler üzerindeki baskılara son verilmesini istiyor. İran rejimi yılın başından beri idam cezalarına hız verirken, aralarında öğretmen, gazeteci ve öğrencilerin bulunduğu en az 8 Kürt idam tehlikesi altında bulunuyor. İşkenceler ise İran cezaevlerinde sıradan bir hal aldı. İran Tutsakları Savunma Derneği üyelerinden Muhammed Cevad Muzafer, 'Yetkili makamlar, öğrenciler veya siyasi aktivistler sadece mevcut durumu eleştirdikleri için tutuklanmalarına rağmen siyasi tutsakların varlığını tanımak istemiyor' dedi.
Tutuklu sayısı verilmiyor
Tahran'da basın toplantısı düzenleyerek yıllık raporlarını sunan Muzafer, bu tutsakların sadece fikirlerini dile getirdikleri için tutuklanmaması gerektiğini söyledi. Derneğe, İran'daki tutsakların sayısı hakkında hiçbir veri yetkili makamlarca verilmiyor. Avukat Farideh Geyrat, 'Yetkililer derneğimiz ile işbirliği yapmayı reddediyor ve cezaevlerini ziyaret etmemize izin vermiyorlar' diye belirtti. Daha önce de tutuklanan derneğin başkanı Emaddedin Bagi, 'ulusal güvenliğe zarar vermek' suçlamasıyla yeni bir dava ile yüzyüze. Bagi, Ekim 2007'de tutuklandı ve sağlık sorunları nedeniyle Eylül ayında şartlı serbest bırakıldı. Hapis cezası 8 Ekim'de sona eriyor ancak birkaç gün önce yeniden yargılanması gerekiyor. Muzafer, tutuklular arasındaki ayrımcılığı da eleştirerek, 'Bazı durumlarda, yetkililer siyasi tutsaklara dışarı çıkma izni vermezken, uyuşturucu trafiğinden mahkum olanlar kolaylıkla bu hakkı elde ediyor ve bazen çıktıklarında ortadan kayboluyorlar' dedi. Avukatların sorgu sırasında müvekkillerinin yanında yer almasının engellenmesini de eleştiren Muzafer, ayrıca öğrenci, aktivist veya feministlere karşı yüzbinlerce dolara varan yüklü para cezalarına da tepki gösterdi. Çocuk yaşta işledikleri suçlardan dolayı gençlerin idam edilmelerine son verilmesini isteyen dernek yetkilileri yayınladıkları raporda, işledikleri bir suçtan dolayı idam cezası alan çocukların infaz edilmek üzere yetişkin yaşa ulaşana kadar cezaevinde tutulmalarının 'yavaş ölüm' olduğunu kaydetti.Pjak_300_200
PJAK'tan açıklama
Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) Koordinasyonu, İran devletinin saldırı ve sabote girişimlerine rağmen devam eden PJAK'lı tutsakların açlık grevinin tarihsel önemde olduğu kaydedildi. PJAK Koordinasyonu, 33. gününe giren açlık greviyle ilgili yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, İran zindanlarında başlatılan açlık grevlerinin Diyarbakır Zindan Direnişi ile aynı anlamda olduğuna dikkat çekildi. PJAK Koordinasyonu, süresiz açlık grevinin İran gibi bir ülkede ilk ve devrimsel önemde olduğunu ifade etti.
Türkiye'den destek
Türkiye cezaevlerindeki PKK'li tutsaklar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, anadilde eğitim hakkının tanınması ve İran cezaevlerindeki direnişi desteklemek amacıyla bugünden itibaren üç günlük dönüşümlü süresiz açlık grevi başlatıyor. PKK'li tutsaklar adına Deniz Kaya tarafından önceki gün yapılan açıklamada İran rejiminin Kürtlere yönelik baskı ve inkar politikaları kınandı. Deniz Kaya, 'Buna karşı İran cezaevlerindeki 300 Kürt devrimcisinin yükselttiği direnişi denişimizle selamlıyoruz' dedi. TAHRAN