Saturday, October 11, 2008

Kürt'süz Bir Hayat mı Düşünüyorsunuz?

Şeyhmuz Diken-Bianetseyhmuz_diken

Bugünlerde Türkiye televizyonlarından birinde Batıdan apartılma bir program her akşam en çok izlenenler kuşağında en az iki saat süreyle yayında!

“Var mısın? Yok, musun?” programın adı. Neredeyse bir yıldır yayında. Ve programın en çok izlenen dizilerden bile daha çok ilgi gördüğü ifade edilmekte! Formatı çok sıradan ve basit! Herhangi bir bilgi birikimine sahip olmayı gerektirmiyor.

Bir sunucu var. Karşısında 24 seçilmiş (!) yarışmacı (katılımcı). Her birinin önünde birer kutu ve üzerinde birden 24’e kadar numaralar. Yarışmacıların her biri bir akşam yarışıyor. Yarışma dedikse aslında yarışma yok. Kapalı ve mühürlü kutuların içinde bir liradan 500 milyar liraya kadar rakamlar yazılı. Her defasında bir kutuyu açtırarak hayal ettiğiniz rakamdaki parayı kazanmaya çalışıyorsunuz. Bu bir seremoni ve şov havasında icra ediliyor.

Birkaç turda bir, sunucu vardığınız aşamaya göre, telefonla Hamdi Bey namlı bir zattan iletilen bir rakam teklif ediyor ve soruyor: “Var mısın, yok musun?”…

Soru ve cevabı

Doğrusu bu yarışma, tam da bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi bana anımsattı. Soru, yani “Var mısın, Yok musun?” sorusu 80 küsur senedir orta yerde ve alenen bilcümle Kürt'e soruluyor. Sorulurken, resmi olarak yanıtını da yüksek sesle vurgulayarak soruyor muhterem zevat:

“Ey Kürt, duydunsa cevap ver: var mısın, yok musun?” 'Yokum, vallahi de billahi de yokum,’ de ki seni abat edeyim. Vali ol, paşa ol, bakan ol, istersen cumhurbaşkanı, işadamı ol. Her ne olursan ol, yeter ki Kürt olma. Kürt'üm deme, kimliğine sahip çıkma. Kürt'üm dersen seni nelerin beklediğini yine sana tarih öğretecektir. İşte isyanlardan sonra başına gelenler. İşte Şeyh Said İsyanı, İşte Dersim İsyanı, işte Mecburi İskânlar, işte otuz üç kurşun, işte 49’lar, işte 12 Martlar, İşte 12 Eylüller, işte Diyarbekir zindanı, işte faili meçhuller. İşte bitmez tükenmez köy boşaltmalar ve zorunlu göçler. İşte bugün yaşananlar / yaşatılanlar…"

İşin açıkçası ta geçen yıl Aralık ayında İzmir, Dikili yakınlarındaki bir köyden olanı biteni yazmıştım: Yazının başlığını da koymuştum “Kürtleri Köyümde Barındırmam”. Dikili ilçesi Uzunburun köyünün muhtarı ilin valisine kaymakamına yansıyan olaylara rağmen inadında ısrar ediyor ve Kürtleri istemiyoruz, köyümüzde barındırmayız, diyor.

O gün o yazıyı yazdığımda gazetelerde çıkan habere rağmen Batıdan, Türk olan arkadaşlardan inanmayanlar olmuştu. Ki yazmışlardı da bana. “Gidip o köye araştırma yapacağız!”diye. Araştırdılar mı bilmiyorum. Bana dönmediler. Ama bildiğim bir şey var ki; o günden bu güne köprülerin altından çokça sular aktı. Sadece “Kürtleri Köyümde Barındırmam” diyen muhtar değil, epeyce barındırmak istemeyen var artık, biliyoruz, sürpriz değil.

Israr

Peki! Sahi bu bir sonuç değil mi?

Ne zamana kadar sonuçlar üzerinden politika yapma basiretsizliğinde ısrar edilecek?

Bir türlü çözüm için çaba sarf edilmeyen; hep yokluk, inkâr, imha, köklerini kazıma, en iyimserinden ise Kürt satıcıdan alışveriş etmeme diye algılanabilecek bir politikanın mimarı olmak nasıl bir duygu? Doğrusu merak sebebimdir. İnsan teki sürekli olarak böyle bir ruh hali içinde nasıl yaşar. Nasıl bir varlık yokluk algısıdır ki; 80 senedir uydurulmuş resmi bir yalana; Türk olmayan bütün ötekilere karşı böylesine bir reddiyecilikle yaklaşılır. Yetinilmez. Sokaktaki sıradan vatandaşı da aynı algıyla eğiten yetiştiren bir mantığa bürünürsünüz!

Ürperdim. İnsan olanın, kendisine insanım diyenin aklından dahi geçiremeyeceği bir vahşetle karşılaşmış Altınova’daki Kürt vatandaş. Dokuz yıldır yanında taşeron olarak çalışan ve ilişkileri de çok iyi olan Altınovalı birinin elindeki taşı kendi evine fırlatırkenki duygusu ve sorusu: “ Yahu biz seninle gayet iyi dosttuk. Neden evime sen de taş atanların arasındasın!”. “Atmak zorundayım. Yoksa beni de sizden biri sayar ve öldürürler.” İşte hikâyenin ve gelinen noktanın serencamı bu minval üzeredir.

Sicili bozuk bir ülkeyiz vesselam…

Ne de olsa tecrübe konuşuyor, konuşturuyor kendini. 6–7 Eylül 1955’te de aynı şeyler İstanbul’da Rum tebanın ev ve işyerlerine karşı yapılmamış / yaptırılmamış mıydı?

Kürt sorununa çözüm için politika üretileceğine, insanları sokağa döküp “Kahrolsun…” edebiyatı yaptırmak daha mı akıllıca!

Öyle diyorsanız devam edin bakalım. Devam edin de mutsuz, aç, zorba, ırkçı, zalim, talancı, ceberrut insanların sokaklarına egemen olup, kendileri gibi düşünmeyenleri telef etme kabadayılığını gösterdikleri bir ülkede, elinizi ovuşturarak sırça saraylarınızda yaşayın da; çocuklarınız “Maşallah! Ne kadar yetenekli büyüklerimiz varmış meğer” deyip de, sizinle bir kez daha övünsün ey politikacılar, ey bürokratlar, ey bilmem neler…(ŞD/EÜ)


* Sevgili dostlar, Frankfurt Kitap Fuarı nedeniyle 13–20 Ekim tarihleri arasında Frankfurt’ta olacağım, oralarda olan okur ve dostlarla görüşmek dileklerimle…

PKK'nin karakol baskınları

bezelekarakolu[1] PKK’nin ne zaman geniş çaplı bir karakol veya tabur baskını olsa, aynı korodan, aynı şarkıları dinleriz... Karakolların güvenliği meselesi...

Türk devletine yönelik zekice eleştirileri bulunan Mehmet ve Altan kardeşlerin de, PKK baskınlarından sonra, Kürdistan ülkesini amca çocuklarının evi ortasından bıçak gibi kesip atan sınır karakollarının güvenliğine takmaları ilginç.

Türk Genelkurmayına sordukları sorular şöyle:

“Yüzlerce PKK gerillası nasıl olur da her türlü güvenlik önleminin alındığı bir karakola saldırabilir?”

“Askerlerin can güvenliğini koruyamayan bir komuta kademesinin görev anlayışının sorgulanması gerekmiyor mu?”

Bu yazıdaki amacım, saygıdeğer kardeşler Ahmet ve Mehmet Altan’ları tartışmak değil. Fakat bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor: Altan kardeşler, Türk askerinin Kürdistan’daki konumlanış biçimini ve mantığını anlamamışlar. Ya da anlamazlıktan geliyorlar.

Stratejik bir vadi ortasında, bir-kaç yüzlük mevcudu olan bir karakol düşünün. Bu karakol orada ne yapıyor? PKK’li avlıyor... PKK gerillaları kimin çocukları? Kürt halkının çocukları. Bu karakolun denetimi altında Kürdistan ormanları yakılıyor. Bu karakolun hakim olduğu alanlarda köyler yıkık, boşaltılmış; hayat, mezar evlerden ibaret birer harabeye dönmüş. Bu karakolun hakimiyeti altındaki bölgelerden sürülen Kürt ailelerin çocukları Türkiye metropollerinde aç, sefil, kapkaççı, öfkeli, gergin, patlamaya hazır birer dinamit... Bu karakolun hakimiyeti altındaki köylerin bir kısmı korucu... Kürdü ensesinden vuran JİTEM elamanı. Bu taburun hakimiyeti altında Kürt halkının dili, kültürü, renkleri, tarihi kişilikleri yasak...

Bu karakolların hakimiyeti altında hayat zehirli, çekilmez, güvensiz, bomba ve F 16 gürültülerinden ibaret bir cehennem.

Bütün bu berbat işleri fütursuz yapan karakolların Kürdistan’daki varlığını Kürt çocukları nasıl karşılar? Küçük olanlar yumurta, taş, çürük domates ve kesek fırlatır... Dağların çıldırtıcı koşullarına sığınmış kendi deyimleriyle “Kürt Asiler” ise kanlı baskınlar gerçekleştirir... Bir kedinin boğazını sıkmaya kalkarsanız yüzünüzü tırmalar. Peki Kürt halkının bir kedi kadar da mı itiraz gücü yok?

Bu kadar kötü uygulamaların sahibi karakol ve taburların Kürdistan merkezinde elbette can güvenliği olmayacak. Kim olur derse, yalan söylemiş olur.

Akşam oldu mu, vadiye kurt ve çakal uğuldamalı bir karanlık çöktü mü, karakolu çevrelemiş tepelerin öncü güvenlikçisi Mehmetçiği ateş basar. Halkın can güvenliğini tehdit eden ve bunun gereklerini yerine getiren karakolun tepeden tırnağa tüyleri ürperir. Komutan için tedirgin bir gece başlamıştır artık. Dünyanın elektriğini taşısanız dahi projektör ışığıyla herhangi bir Kürdistan dağının bir cephesini dahi aydınlatamazsınız. Termal kameralara bakan gözler titrer. Akşamın ilk karanlığıyla birlikte hayatını hiçe sayan PKK’nin öncü grubu tespit ettiği noktadan bir intihar saldırısı başlatır. Fedailerden oluşan ilk saldırı gurubu genellikle imha olur, ama karakolun veya taburun bir mevzisi düşürülmüş, iç tarafa gerilla sızmaları yapılmıştır.

Bu durumda Türk taburu ne yapabilir? Gece hangi yardım, hangi araçlarla ulaştırılabilir?hpg

Bu iş sanıldığı kadar kolay değil. PKK’nin 30-40 kayıp vererek içine girdiği taburlar vardır.

Bir karakolun veya askeri birliğin güvenliği nasıl sağlanır?

Elbette öncelikle halkla sağlanır. Halka düşmanlık yapan bir karakolun oradaki varlığı zorlamadır, diken üstündedir. Sorunun çözümünden yana olan cesur Türk aydınlarının bunu böyle bilmesi gerekmektedir.

Kürt halkının stratejik düşmanı Türk devleti konusunda, ayrıcalıklı ve maaşlı Kürtler kadar iyimser olmayacağız. Kürt yoksullarının canlarını dişlerine takmış bir vaziyette mücadele etmeleri karşısında kibir, asalet ve servete boyun eğmeyi anlamlı bulmayacağız. Kürt hak ve özgürlükleri konusunda bütünlükçü olmayı sürdüreceğiz.

Dağlardan Kürt çocukların cesetleri indirilirken bir Kürt milletvekilinin Bahçeli ile kol kola mecliste gezinmesini siyaset saymayacağız. Altınova, Sakarya, Ordu, Trabzon’larda Kürtler saldırıya uğrarken, kardeşlik numaralarına tav olmayacağız. Sadece kitap yazdığı, konuştuğu, siyaset yaptığı için binlerce Kürt aydınının onlarca değerli yılını sürgün cehennemlerine çevirmiş bir meclise seçim numaralarıyla beş-on ana dilini konuşamayan kürdün girmiş olması hiçbir olumlu his uyandırmayacak bizde. gerillayururkenhpgdoga

İkili konuşmalarda Atatürk’ü diktatör ve Kürt katili olarak gösterenlerin, Türk medyası karşısındaki Atatürk yağcılığı yapması tiksintiden başka duygu yeşertmeyecek içimizde...

Bunları neden yazdım?

PKK, Kürt sorununun en iyimser sonucudur. Diğer Kürt siyasetleri de bu cehennemi hayatı insanlarımıza reva gören Türk devletine karşı inanılmaz derecede hoşgörülüdür. Bu hoşgörü, ne kadar katı görünürlerse görünsünler, PKK karşıtı Kürt siyasetçilerin de hayli gelişkindir. Kürtler, Türklük karşısındaki iyimserliğin bedelini yüz yıldır yasak nesiller gömerek, genç evlat ölüleri yıkayarak ödüyorlar...

Fakat işin sonuna gelindi. Son şu: Şimdi herkes ektiğinin sonuçlarını biçiyor. Toplumsal olayların mantığı zaten böyledir. Önce olaylar yaşanır, bir on veya yirmi yıl sonra sonuçları derlenir.

Türkiye şehir ve kasabalarında Türk ve Kürtlerin diken üstünde ve birbirlerine düşman bir şekilde beklemeleri ve en ufak bir kıvılcımda Türk ırkçılarının Kürt ev ve işyerlerine saldırması bir sonuçtur. 30 yılın sonucudur. Uzun yıllar atıl kalan PKK’nin bazı alanlarda hınçla vurması bir başka sonuçtur. PKK’nin direnmekten ve çatışmaktan başka bir çaresi yoktur. PKK şunu çok iyi bilmektedir ki, Kürt halkını tatmin edemeyecek bir şekilde silah bırakması olanaklı değildir. Bırakırsa, Kürt halkının umutlarına ters düşmemiş daha radikal bir grup direniş mirasını yüklenip başka mecralara taşıyacaktır. Ulusal mücadelelerin kesin mantığı budur. Bu bir haktır.

Türk devletinin Kürt sorunu karşısında çaresiz görünmesi de bir sonuçtur... 30 yılık hile, katlim ve gerilim politikasının bir sonucudur.asker_ve_polis_kurdistan

Başka sonuçlar da olacaktır: En ufak bir açılım ve reformda, Kürt halkına stratejik düşmanlık yapan Türk devletinin Kürdistan’daki askeri ve siyasi varlığı felç olacaktır. Bu, bir çok alanda gecikmiş olmanın önlerine çıkacağı ağır bir faturadır.

Sorunları büyük devletler çözer. ABD Afganistan’da Taliban ile anlaşır. Ruslar Çecenlerle veya Gürcülerle konuşur. İngiltere IRA, İspanya BASK ile anlaşır; fakat Türk devleti Kürtlerle anlaşamaz. Anlaşma bir kapasitedir, dürüstlüktür, erdemdir... Anlaşma ve konuşma bir büyüklüktür. 30 senedir dağlardan ve ovalardan ceset toplayan bir politika, çakal politikasıdır. Çakal politikadan birkaç yıl sonrasının politikalarını beklemeyin... Günlük düşünür, günlük vurur, günlük yaşarlar...

Meclisten çıkarılan Tezkere yasaları, birkaç gün süren güvenlik toplantıları, MGK’nin tavsiye kararları Kürt sorununun ağırlığı altında birbirinin benzeri önemsiz ayrıntılar olarak kalacaktır.

Son otuz yılın Genelkurmay Başkanları ve kuvvet komutanları PKK’ye karşı mücadelede hep kazasız bir emeklilik peşinde koşmuşlardır. Emekli olmadan önce ve sonraki görüşleri gerçeğin kıyısına bile yaklaşmaktan uzaktır...

Bizim söylediğimiz ise şudur: İrili ufaklı onlarca Kürt isyanını yenilgiye götüren iki yüzlü Kürt ve Türk politikalarına bu kez geçit yok. Kürdistan gasp edilmiş bir vatandır. Türk ırkçı birliklerinin baskısı altında çıldırmış Kürdistan halkının vatanıdır. Bu vatanın çocukları, şaşmaz bir olgunluk ve cesaretle ülkeleri Kürdistan’ı adı ve sanıyla geri istemektedirler.

Hala Kürtlerin ne istediği bilinmiyor diyenlere de bu son cümlemiz bir yanıttır.


Not: Avrupa veya Türkiye dışında dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan arkadaşlardan ilgi duyanlar, "Son Mektup" ve "Dönüşü Olmayan Yol" adlı romanlarımı isim ve adres bildirerek benden isteyebilirler...

Saygılarımla... Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com 

www.kurdistan-post.org

Engin Ceber'in katili AKP hükümetidir

Aengin_ceber_NF İZMİR/ TAYAD'lı aileler, Engin Ceber adlı tutuklunun Metris Cezaevi'nde askerler ve gardiyanlar tarafından dövülerek öldürülmesini protesto ederek, Adalet Bakanlığının cezaevleriyle ilgili yayınladığı genelgenin uygulamasını istedi.
Konak Kemeraltı girişinde bir araya gelen TAYAD'lı aileler, "Engin Ceber Hapishanede Katledildi. Katili AKP Hükümetidir" yazan pankart açarak, "Engin Ceber'in katilleri yargılansın", "Ferhat Gerçek Yürüyüş Dergisi sattığı için sakat kaldı" yazan dövizler taşıdı.  

Basın açıklamasını TAYAD'lı aileler adına okuyan Yurdagül Gümüş, 2007 yılında cezaevlerinde yapılan ölüm oruçlarının Adalet Bakanlığı'nın verdiği sözler ve yayınlanan genelge sonrası bitirildiğini hatırlatarak, cezaevlerinde yaşanan insanlık dışı uygulamalara karşı Bakanlığın verdiği sözü tutmasını istedi.  engin ceber

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine her geçen gün yenisinin eklendiğine dikkat çeken Gümüş, son olarak Yürüyüş Dergisi'ni sattığı için gözaltına alındıktan sonra Metris Cezaevi'ne konulan Engin Ceber'in gardiyanlar ve askerlerce dövülerek ölümüne neden olduğunu söyledi.

TAYAD'lı aileler olarak Ceber'in ölümüne neden olan kişilerin yargılanması için gerekli olan her türlü girişimi yapacaklarını ifade eden Gümüş, "Engin Ceber gözaltına alınmasından itibaren katliamından sorumlu polis, asker ve gardiyanların cezalandırılmasını istiyoruz" dedi.
Açıklama, cezaevlerindeki hak ihlallerini protesto eden sloganlarla sona erdi.

PKK eylemleri, Türkiye’nin “iç kanaması”.

Önce ayır; Sonra “ezber boz”…

Cengiz Çandar-Referanscandar

Bu ister Kuzey Irak toprakları kullanılarak, ister sınırdan çok uzak Güneydoğu “kırsalı”nda, isterse Diyarbakır gibi kent merkezlerinde yapılıyor olsun, Türkiye’yi iki büklüm hale getiriyor.

Türkiye, boylu boslu, rekor denemesi yapacak bir sporcunun, sürekli mide krampından kasılıp yere çömelmek zorunda kalmasını andırır bir görüntü veriyor.

Her can kaybından sonra, “terörün başının ezileceği” nutukları işitiliyor; ülkenin her köşesinde şehit cenazelerinin seferber ettiği kalabalıklar “Şehitler Ölmez-Vatan Bölünmez” diye haykırıyor. Ama sonuçta, her şey kendisini tekrarlayan bir “kısır döngü”ye dönüşüyor.

Söz konusu “kısır döngü” giderek bütün bir toplumun moralini bozan, hayal kırıklığını derinleştiren ve yönetici kurumlara güven duygusunun “erozyon”a uğradığı bir ruh halini besliyor, öyle bir ruh halini arttırıyor.

Sürekli olarak “Kürt sorunu” ile “terör”ü birbirinden ayırmak gerektiği söyleniyor. Bunu söyleyenlerin sayısı artıyor. Ancak, fiiliyatta bu “ayrım” asla yapılmıyor. Kamu otoritesi, bunu gerçekten yapanlara iyi gözle bakmıyor. Öyle bir “ayrım” yapılabilse, “Kürt sorunu”na ilişkin olarak kimilerine çok ters gelebilecek “çözüm seçenekleri” de gündeme gelecek. “Ezber bozmak”tan kasıt bu.

Düşünce sahipleri, köşe yazarları, kanaat önderlerinin “Kürt sorunu” ile “terör”ü birbirinden ayırmaları ve bunu savunmaları yetmez. Kamu otoritesinin, bu “ayrım”ı gerçekten yapması gerekir. Kamu otoritesinin (asker ve sivil) yapmadığı ve yapmamakta direndiği, işte bu.  Aktütün olayından sonra da yapmayacağı izlenimi de yaygın.

devletin_kurt_filmi

Birkaç ay önce Belma Akçura, “Devletin Kürt Filmi-1925-2007 Kürt Raporları” adlı 420 sayfalık mükemmel bir belge-kitap yayınladı. Adında görüleceği gibi kamu otoritesinin ta 1925’ten 2007’ye dek Kürt sorununa ilişkin düşünceleri, raporları kitapta yer alıyor. Kitabı okuduğunuz vakit, “Kürt sorununa nasıl bakıldı? Ne tür çözüm yöntemleri benimsendi? Ve, nasıl niçin çözülemedi, çözülemeyecek ve çözülemez?” bildirgesi okumuş sayılırsınız.

1925’ten bugüne dek, 80 küsur yıllık ezberi bozmadan çözemezsiniz.

Yani:

1.     Kürt sorunu ile terörü birbirinden gerçekten ayırmadan ve bunu kamu otoritesi yapmadan;

2.     Bu ayrım yapıldıktan sonra, Kürt sorununa ilişkin “ezber bozan” çözüm yollarını benimseyip uygulamaya sokmadan bu sorunu da, bu sorunun bir “türevi” olan PKK şiddetini de çözemezsiniz ve sona erdiremezsiniz.

Durum bu.

Durumun böyle olduğunu farklı gözlüklerle de olsa, farklı açıdan konuya yaklaşıyor olsalar da, birçok insan görüyor. Örneğin İsmet Berkan, beş gün önce, “Bu savaşın başlamasından 25 yıl sonra şapkayı önümüze alıp düşünmemiz gerekmez mi: Sakın biz bir yerde yanlış yapıyor olmayalım? Sakın bunca zamandır kullandığımız yöntemde yanlışlık veya eksiklik olmasın? Acaba ne yapmalıyız ki durumu tersine çevirelim, bu belayı bitirelim?
Bu soruların sorulduğundan şüpheliyim.
Çünkü aslında ‘Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur’ misali, diyelim 13 yıl önce gazetecilere telaffuz edilmesinde sakınca duyulmayan, ‘Örgüte katılımları durdurmalıyız’ cümlesi, bugün de ana tartışma konumuzu, bütün Kürt sorununun özünü oluşturuyor.” diye yazdı.

Bu yazısından iki gün sonra ise şu düşüncesini satırlarına yansıttı:

“Çözüm odaklılık, hele hele Kürt sorunu gibi son derece çetrefil bir konuda çözüm odaklılık, geniş katılım ister. Sadece askerin yapabileceği bir şey değil bu ve dün de yazdım, asker en az 13 yıldır ‘Bu sorunu biz çözemeyiz’ diye bas bas bağırıyor.
Peki kim çözecek? 
Hükümet çözecek. 
Geçmişin hükümetleri bu işi yapamamış, yapmaya kalkışmamış bile. Diyorum ya işi askere terk etmiş ve o alanı tamamen boşaltmış.”

Aynı gün Hasan Cemal, Milliyet’te şöyle yazmıştı:

“Lafı hiç uzatmadan, eğip bükmeden bazı şeyleri bir defa daha söylemek istiyorum.
Asker, adına ne derseniz deyin, ister Güneydoğu, ister Kürt, isterseniz PKK ve terör deyin, bu sorunu 'kendi tekeli'nde tutmak istiyor ve tutuyor.
Bin yıldır bu böyle.
Böyle olduğu için de, yani 'askerin tekeli altında' kaldığı için de bu sorun bir türlü çözülemiyor. 
Ve asker gitgide çözümün değil, sorunun bir parçası oluyor, hatta 'meselenin kaynağı' haline gelmeye başlıyor.
Bu durum, not edin bir kenara, Türkiye'nin istikrarı açısından tehlikelidir. Çünkü askere karşı da hem kendi içinden, hem toplumun değişik kesimlerinden tepkiler büyüyor, tomurcuklanıyor.
Askerin 'Güneydoğu'yu kendi tekelinde tutması demek, hükümetin devre dışı kalması demektir.
Askerin 'Güneydoğu'yu kendi tekelinde tutması demek, Meclisin devre dışı kalması demektir.
Durum böyle değil mi?
Hükümet devrede mi?
TBMM devrede mi?
Sanmıyorum.
Hükümette olan bitene ilişkin ne kadar gerçek bilgi var? Hükümet, neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda ne kadar bilgi ve deneyim birikimine sahip?
Hükümette, sorunun çözümüyle ilgili kapsamlı, bütüncül bir strateji oluşturmak için bir niyet var mı? Hükümetin niyeti varsa, bunu gerçekleştirebilecek donanıma sahip olduğu söylenebilir mi?
Yanıtlar olumlu değil.
Hükümet, eskilerdeki gibi! Ya da 'eskilerin yolu'nda seyrediyor.
Eski hükümetler ve başbakanlar da 'Güneydoğu'yu askere havale edip işin içinden sıyrıldıklarını zannetmişlerdi. Dar ufukları, siyasal kararlılık ve cesaret düzeyleri ve 'asker korkusu' rol oynamıştı bunda...
Bugün de farklı değil.
Erdoğan hükümeti de 'Güneydoğu'nun ya da Kürt meselesinin sadece askere bırakılmayacak kadar önemli olduğunu görecek bir 'vizyon'dan yoksun olduğunun işaretlerini her geçen gün daha fazla veriyor.”

Her iki sonuç itibarıyla aynı şeyi, vurgu farklarıyla söylüyor. İsmet Berkan, çözüm sorumluluğunun hükümetin sırtında olduğunu, oysa bugünkü de dahil hükümetlerin sorunu askere ihale ettiklerini ve çözüm iradesi ve vizyonu ortaya koymadığını söylüyor; Hasan Cemal ise askerin sorunu kendi tekeline aldığı için çözülemediğini, hükümetin ise sorunu asker tekelinden kurtaramadığını ve sonunun çözümü konusunda donanımlı ve vizyon sahibi olmadığını.

Sonuç?

“Ezbere” devam.

Sonuç?

Çözümsüzlüğe devam.


Belma Akçura, kitabının önsözünün sonunda şu saptamayı yapıyor:

“Siyasi irade gösteremeyenler yüzünden sıcak takip, balyoz, çekiç, çelik, sandviç gibi adlarla PKK kamplarına 25 operasyon düzenlendi. Sonuç ortada. Kürt sorunu yoktur dediler; PKK’yı yarattılar. PKK’yı bitireceğiz dediler; Susurluk, Yüksekova gibi çeteleri, o da yetmedi Hizbullah’ı yarattılar. PKK’yı bitirip, Kürt sorununu halledeceğiz dediler; faili meçhuller, nereye gittiği belli olmayan paralar ve usûlsüz işlerle Türkiye’yi dünya kamuoyu karşısında zor durumda bıraktılar…

Ama şimdi herkes biliyor ki; Kürt sorunu diye önümüze konulan PKK, Türkiye için terörle mücadele ve askeri önlemlerle çözülecek bir sorun olmaktan çoktan çıktı. Bu yüzden Kürtler de şimdi daha fazlasını istiyor… Buna karşılık Türkiye hâlâ doğrudan Irak’ın bir iç siyasi ve idari düzenlemesi olan, üstelik uluslararası yasalara göre meşruiyeti tanınan bir yapılanmayı kendi çıkarlarına aykırı bulup sürekli olarak gerilim politikasını sürdürme kararlılığını gösteriyor. Dolayısıyla bu savaş daha çok sürer… Gerisi teferruat!”

Ne zaman, bir PKK eyleminin ardından “Kuzey Irak’ı” sorumlu tutan “girelim-vuralım-kıralım” edebiyatı canlanıyor, o vakit “ezber bozma”nın çok uzağında, “çözümsüzlüğün devamı”nda olduğumuzu anlıyorum.

Önce, devlet, Kürt sorunu ile terörü birbirinden gerçekten ayıracak. Ardından, Kürt sorununu çözmek için “ezber bozacak.”

Başka yolu yok…

PEŞMERGE BAKANLIKLARI BİRLEŞİYOR: YENİ PEŞMERGE BAKANI BELLİ OLDU

IMG_7228 

PNA-Kürdistan Bölgesi hükümetindeki iki ayrı Peşemerge bakanlığının bu yakınlarda birleşeceği bildirildi.

Peşmerge Bakanının isminin de belirlendiği bildirildi.

Konuya ilişkin PNA’ya konuşan Kürdistan Koruma Güçlerinin Resmi Sözcüsü Cabbar Yaver, iki Peşmerge bakanlığının birleştirilmesi ile ilgili çalışmaların tamamlandığını ve Kürdistan Demokratik Parti ile Kürdistan Yurtseverler Birliği arasında yapılan son toplantıda birleşmenin önümüzdeki 10 gün içinde ilan edilmesi kararının verildiğini bildirdi.

Kimin yeni bakan olacağına dair soruya Yaver, Ömer Osman’ın (Zaim Ali) Peşmerge bakanı olacağını söyledi. Peşmerge gücü olarak Kürdistan’da tek bir peşmerge gücünün olmasını istediklerini söyleyen Yaver, bakan vekilinin ve üstdüzey yetkililerin şuana kadar da belirlenmediğini söyledi.

Roj TV için 22 soru

Alman Sol Parti, Roj TV yasağıyla ilgili Federal İçişleri Bakanlığı’nın yanıtlaması istemiyle 22 sorudan oluşan bir önerge sundu.rojtvyasakdusseldorf2-

Önergede, Roj TV yasağı ve Almanya-Türkiye ekonomik ilişkileri ile ABD’nin etkisi sorgulanıyor. Almanya’daki Roj TV yasağı Alman Hükümeti’ne soruldu. Sol Parti milletvekilleri Ulla Jelpke, Hüseyin Aydın, Wolfgang Gehrcke ve Norman Paech tarafından hazırlanıp, Sol Parti Meclis Grubu adına Dr. Gregor Gysi ve Oskar Lafontaine tarafından sunulan önerge 22 sorudan oluşuyor. Önergenin önümüzdeki günlerde Federal İçişleri Bakanlığı tarafından yanıtlanması bekleniyor.
Türk ve Irak makamları ile ‘Anti-PKK Komisyonu’nu kurmuş olan ABD hükümetinin Roj TV’nin yasaklanması için Avrupa üzerinde baskı kurduğunu belirten milletvekilleri, özellikle 5 Kasım 2007’de Türk Başbakanı Recep T. Erdoğan ile ABD Devlet Başkanı George W. Bush arasında yapılan görüşmeden sonra somut adımların atıldığına dikkat çekiyorlar. Önergede konuyla ilgili şu örnek veriliyor: “ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki terörle mücadele şubesinin koordinatör vekili Şubat 2008’de Ankara’ya gerçekleştirmiş olduğu bir ziyaretinde Roj TV’yi de ‘terörizmin cirit ucu’ olarak isimlendirmişti.” Ardından Mayıs ayında VİKO şirketine baskının gerçekleştirildiğini, bu çerçevede çok sayıda çalışan ve gazetecinin evinin de basıldığını hatırlatan Sol Parti, Almanya’da bulunan KabelBW şirketinin Ocak ayında Roj TV’nin izlenmesini engellediğine vurgu yapıyor: “Şirket sözcüsü bunun için hukuki bir kararın bulunmadığını, ‘bazı yerlerden bu yönde talimat’ verildiğini açıklamıştı. Yapılacak denizaltı projesi için 2,5 milyar Euroluk ihalenin 22 Temmuz günü Almanya’ya verilmesinin tesadüfi olmadığı gibi, Almanya Federal İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble geçtiğimiz günlerde Türkiye ile olan siyasi çıkarlar gereği Roj TV’yi yasakladıklarını bizzat itiraf etti.”rojtv
Hukuksal yanı yok
Soru önergesini hazırlayan milletvekillerden Hüseyin Aydın “Yasak kararının hiçbir hukuksal yanı yok” dedi. Konuyla ilgili görüştüğümüz Aydın, 4-6 hafta içinde önergelerine yazılı cevabın verilmesini beklediklerini söyledi. Aydın, “Gizli servis örgütleri Almanya’da yayın yapan bütün yabancı kökenli medya kuruluşlarını mı izliyorlar, yoksa bu yaklaşım sadece Kürtlere yönelik mi” diye sordu.
►Türk hükümeti veya Türk güvenlik ve adli makamları Alman hükümetine Roj TV’nin faaliyetlerini Almanya’da yasaklaması yönünde ne tür taleplerde bulundu? Amerikan hükümet makamları veya farklı Amerikan makamlar bu yönde ne tür müdahalelerde bulundular?
►Alman makamları Roj TV yasağının hazırlık sürecinde yabancı hükümet makamları ve adli kurumlar ile ne tür bir işbirliği veya danışma içine girdiler? (Özellikle Türk, Amerikan, Danimarkalı, Belçikalı makamlar)
►Alman hükümeti 2007 yılının başlarında Amerikan ve Türk makamlar tarafından kurulan ‘Anti-PKK-Koordinasyonu’nun faaliyetlerine katıldı mı?
a) Eğer katıldıysa, hangi şekilde?
b) ABD ve Türkiye Dışişleri, Adalet ve Maliye Bakanlık uzmanları kaç ortak toplantı gerçekleştirdiler? Bunlar AB’nin hangi ülkesinde yapıldı?
c) Bunların kaçı Almanya’da gerçekleştirildi?
d) Tartışmalarda veya alınan kararlarda hangi konular işlendi?
e) Bu toplantılara Federal Anayasayı Koruma Örgütü ve/veya Federal Haber Alma Teşkilatı ve/veya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’nden temsilciler de katıldılar mı? Kim katıldı?
f) Bu konuda hangi Alman makamına ne tür görevler verildi?
g) Federal hükümet bu toplantılarda hangi düzeyde Almanya’da siyasi faaliyet yürüten Kürtlere cezai takip uygulanacağı yönünde somut vaatlerde bulundu?
h) Bu görüşmelere dayalı olarak Federal Savcılık, Federal Kriminal Dairesi veya savcılıklar tarafından ne tür uygulamalara gidildi?
►Anti-PKK-Koordinasyonu’nun toplantılarında Kürt medya kuruluşlarına (gazeteler, haber programları, televizyonlar) karşı yasaklar kararlaştırıldı veya konuşuldu mu? VİKO şirketi, Mesopotamien Broadcast A/S şirketi ve Roj TV yasağı bu çerçevede mi kararlaştırıldı? Federal hükümet Kürt kurumlarını yasaklamayı düşünüyor mu? Eğer evetse, hangilerini?
►Federal hükümet Roj TV yasağını farklı AB ülkelerine de yayma girişimlerine sahip mi? Veya Alman makamlarının bu tür girişimleri var mı?
►Federal hükümet KabelBW şirketinin ‘özel makamlardan talimat’ aldığını biliyor mu?
►Federal hükümet hangi gerçeklere dayalı Roj TV nedeniyle ‘Federal Almanya Cumhuriyeti’nin mühim çıkarlarının’ tehdit edildiği sonucuna vardı?
►Federal hükümet ‘barışçıl ortak yaşamın’ tehdit edildiğini hangi somut olaylarla belgeleyebilir?
►Federal hükümet Roj TV üzeri belli aralıklarla Kürt temsilciler tarafından yayılan barış mesajları ve bu televizyon üzeri ‘siyasi hedefler uğruna şiddete başvurma’ propagandasının yapıldığı yönündeki iddialar arasında bir çelişki görebiliyor mu?
►Federal hükümete göre Roj TV Almanya’da yaşayan Kürt vatandaşların ülkelerindeki gelişmelerle ilgili bilgi alma, siyasi olarak kendilerini geliştirme ve kültürel açıdan nasıl bir anlama sahiptir?
►Federal hükümetin elinde bulunan bilgilere göre Roj TV Almanya’da, Avrupa’da, Türkiye, Ortadoğu ve dünya çapında kaç izleyiciye sahiptir?
►Roj TV A/S ve VİKO televizyon şirketinin Almanya’da bulunan kaç çalışanı yasak kararı nedeniyle işsiz kaldılar?
►Yasak nedeniyle somut olarak mali ve maddi hangi değerlere el konuldu?
►Roj TV’nin kamuya açık mekanlarda (örneğin lokanta ve kültür derneklerinde) izlenmesi yasak mı?
►Mesopotamia Broadcast A/S tarafından Roj TV için hazırlanan programlar da yasak mı?
►Roj TV’ye ajanslar tarafından haber servisinin yapılması da yasak mı?
►Almanya’da bulunan şirket ve kişilerin Roj TV’ye reklam vermesi de yasak mı?
►Almanya’da yaşayan yurttaşların Roj TV’deki programlara katılımı veya demeç vermesi yasak mı?
►Almanya’da izlenilebilecek başka hangi Kürtçe televizyonlar var? Bu televizyonlar hangi grupların sorumluluğunda? Federal hükümet o televizyonların siyasi çizgisini nasıl değerlendiriyor?
►Almanya, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşayan Kürt kökenli yurttaşlar hangi medya araçları ile Kürt partilerin görüşleri ve Kürt şahsiyetlerin barış için önerileri hakkında bilgi alabilirler?
►Federal hükümet Roj TV yasağının kaldırılmasını olanaklı görüyor mu?
►Alman istihbaratı Kürt medyasının yanısıra Almanya’daki Türk medyasını da izliyor mu? Eğer izleniyorsa, özellikle Kürtler ve Ermeniler ile Aleviler, Êzidîler, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi dini azınlıklara karşı ‘halklar arası dostluk fikrine karşı’ ne tür ihlaller tespit edildi? Türk ordusunun ‘silahlı mücadelesinin göklere çıkarılması’ yönünde ne tür bilgilere ulaşıldı?
►Alman hükümetinin gözünde Almlanya’daki Türk medya kuruluşlarına karşı yasak uygulamaları ne kadar gerekli? ERDAL ALIÇPINAR/ KÖLN YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Kürt tutsaklar: Açlık grevi başarılı oldu

İran ve Doğu Kürdistan cezaevlerinde 47 gün boyunca açlık grevinde bulunan Kürt tutsaklar, eylemlerinin başarı ile sonuçlandığını duyurdu.iran_cezaevi_kurt_tutsaklar

PKK ve PJAK'lı tutsaklar, idam mahkûmları ile dayanışma içinde olmaya devam edeceklerini bildirdi.
İran cezaevlerinde açlık grevi yapan tüm tutsaklar adına açıklamada bulunan Agit Harran, açlık grevinin amacı ve neden sona erdirildiğine dair bilgi verdi. Kürtçe bir ses kaydı olarak gönderilen mesajda, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın direnişi de selamlandı.
'Doğu Kürdistan ve İran'ın tüm cezaevlerindeki siyasi tutsaklar olarak Reber Apo'unun direnişini selamlıyoruz' diyen tutsaklar mesajında 9 Ekim uluslararası komployu da kınadı.
Değerlere sahip çıkmakla komplo boşa çıkarılır
Harran, '9 Ekim'in yıldönümü nedeniyle, komploya katılan tüm güçleri lanetliyoruz' diyerek, büyük bir direnişle her ne kadar komplo boşa çıkarıldıysa da bugün de inkar ve imha politikasının başta Öcalan şahsında olmak üzere devam ettiğini vurguladı.
Harran, 'Komplonun boşa çıkarılması özgürlük mücadelesinin güçlendirilmesi, her alanda siyasi ve askeri faaliyetlere katılma ve her şeyden öne yaratılan değerlere sahip çıkmakla mümkündür' diye belirtti.
Bugün özellikle Oramar, Zap ve Bezele direnişleri ve zamanda Kürt halkının çabaları ve serhıldanlarının kendi umutları ve inançlarını arttırdığını kaydeden tutsaklar, 'Bu inançla İran ve Doğu Kürdistan cezaevlerinde İran'ın demokratikleşmesi için bir açlık grevi başlattık. Açlık grevi yolu ile eylemimizi uzun süre sürdürmek istedik' ifadelerini kullandı.
'Eylemimiz başarılı oldu'
Eylemimize başlarken İran rejiminin taleplerine sessiz kalacaklarını zaten tahmin ettiklerini belirten tutsaklar, 'Ama temel hedefimiz tutsakların ve Kürt halkının iradesinin kırılmasına yönelik saldırılara karşı Apocu iradeyi, tüm Kürt halkının iradesini göstermekti. Diyebiliriz ki biz bu eylemimizle başarılı olduk' vurgusunu yaptı.
Harran açlık grevine ilişkin açıklamasına idam edilen PJAK gerillasını da andı. İran rejimi 20 Aralık 2007 tarihinde de PJAK gerillası Hasan Hikmet Demir'i (Agit) idam etmişti. Agit, idamından önce ağır işkencelere maruz kalmış ve yaralı halde bir sedye üzerinde getirilerek idam edilmişti.
Harran, 'Bilindiği gibi bugün İran'da İslamiyet adına birçok insan farklı saldırılara maruz kalıyor. Agit arkadaşın şehit edilmesinde de bu yaklaşım vardı. Bunu açık bir şekilde de söylüyorlardı: 'Faaliyetlerden el çekin ve sessiz bir şekilde cezanızı çekin.' Böylece ruhumuzu ve irademizi teslim almak istiyorlardı' diye belirtti.
Agit'in bazı özel yanlarının olduğuna işaret eden Harran, onun yolunu takip ettiklerini ifade etti. Harran, 'Agit arkadaşın özelliği de; en kötü koşullarda bile Öcalan'sız ve örgütsüz bir yaşamı kabul etmiyordu. Hiçbir zaman İran rejiminin baskılarına boyun eğmedi. İkincisi de halkına olan sevgisiydi. Bunu sürekli içerisinde büyütüyordu ve arkadaşlarının sorunları ile sürekli ilgileniyordu. Her yerde, en karmaşık koşullarda çözüm gücü oluyordu. En önemlisi de sessizliği her zaman bir teslimiyet olarak görüyor ve bunu bir ihanet olarak değerlendiriyordu. Bu nedenle baskılar karşısında sessiz kalmıyordu' dedi.
Doğu Kürdistan ve İran cezaevlerindeki tutsaklar olarak, 'hiçbir zaman irademizi kıramazsınız' diyen Harran, 'Çünkü biz irademizi başkanımızın direnişi ve halkımızın şehitlerinin direnişinden alıyoruz' ifadelerini kullandı.
Rejim demokratikleşinceye kadar...
Harran, bu temelde PKK ve PJAK'lı tutsaklar öncülüğünde başlayan Doğu Kürdistan ve İran genelindeki cezaevlerine yürütülen açlık grevini Önder Apo, KCK ve aynı zamanda Açlık Grevi İle Dayanışma Komitesi, aydınlar ve insan hakları örgütlerinin çağrısı üzerine sonlandırdıklarını bildirdi.
Tutsaklar son olarak şu mesajları verdi: 'Diyoruz ki, bu rejim demokratikleşene kadar, özellikle de idam cezaları kaldırılana kadar gerekli olduğu her dönemde farklı eylem biçimleriyle sürece sahip çıkacağız. Bu esas üzerinden idam mahkumu olan aydın, gazeteci, öğretmen ve özgürlükçülerle birlikte olduğumuzu belirtiyoruz. Aynı zamanda bu eylemlerde yer alan tüm kurumlar, yaşadıkları her alanda eylem yapan Kürt halkı, özellikle de Doğu Kürdistan halkını, Şehit Anneleri, Barış Anneler, Apocu gençler ve özgür kadın hareketini, bugün Doğu Kürdistan cezaevlerinde bulunan PKK ve PJAK'lı tutsaklar adına selamlıyoruz.' URMİYE / ANF

İlk adım: PKK kayıtsız şartsız silah bırakmalı

Ortada bir an önce çözülmesi gereken bir sorun olduğunda bugüne kadarki yöntem, strateji ve taktiklerle bir yere varılamayacağında nerdeyse bir görüş birliği şekilleniyor.

rusen cakir

Ruşen Çakır-Vatan-Aktütün saldırısının ardından epey verimli bir tartışma sürecine girdiğimiz söylenebilir. Her ne kadar daha adını koymakta anlaşamasak bile (Kürt, Güneydoğu, terör...) ortada bir an önce çözülmesi gereken bir sorun olduğunda bugüne kadarki yöntem, strateji ve taktiklerle bir yere varılamayacağında nerdeyse bir görüş birliği şekilleniyor. Ne var ki çözüm önerisi noktasında toplumun büyük kısmının mutabakatından hâlâ hayli uzaktayız.
Dün Yeni Şafak’ta Yasin Doğan dikkat çekici bir yazı kaleme aldı. Doğan çözüm konusunda üç ana opsiyon bulunduğunu söylüyor:
1) “Bastırma, ezme, yok etme” formülü.
2) Sorunu idare etme, yaşanabilir hale getirme, tezahürleriyle etkin mücadele yürütme, en az kayıpla örgütün direncini ve etkinliğini kırma.
3) Sorunu kaynağında çözme, örgütü tasfiyeye zorlama.

Doğan’a göre ilk seçenek ancak askeri bir rejimde mümkündür Türkiye’de daha önce denenmiş ve başarılı olamamıştır. İkincisinin de yıllardır uygulanagelen ve tıkanan politika olduğunu vurgulayan Doğan, ancak son seçenekle sonuç alınabileceğini söylüyor ve yazısını şöyle bitiriyor: “Farklı seçenekleri özgürce tartışmalıyız, ama seçilen yol uzun vadeye dayanan ‘daha etkin mücadele’ stratejisiyse o zaman da serinkanlılığı elden bırakmamalı, hamaset ve serzeniş yerine, topyekün sağduyulu davranmalıyız.”
AKP’nin stratejisi
Yasin Doğan’ın, Başbakan Erdoğan’ın siyasi danışmanı, siyasetbilimci Doç. Yalçın Akdoğan olduğunu hatırlatmakta yarar var. Nitekim AKP hükümeti, başından beri bu sorunda onun üçüncü sıraya yerleştirip savunduğu opsiyonu deniyor. Hükümetin bu stratejisinin iflas ettiğini söylemek fazlasıyla abartılı olacaktır, ancak buradan kısa ve hatta orta vadede somut, pozitif ve kalıcı sonuç alabileceğine dair elimizde çok güçlü işaretler yok.
Bu açmazın sayısız nedeni var. İlk akla gelenlerden biri devletin “dağdakileri indirme” ve “dağa çıkışları engelleme” seçenekleri arasında sıkışmış olması. Yıllardır “sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutma”nın esas alındığı söylense de, “dağa çıkışları engelleme” yolunda atılan adımlar bazı makyaj düzenlemelerinden (üstüste açılan ama etrafa saçılıp hiçbir işe yaramayan ekonomik paketler vb.) öteye gidemedi. “Dağdakileri indirme” dendiğinde de, eve dönüşü sağlama açısından pek bir işe yaramayan “Topluma Kazandırma Yasası” sayılmazsa, hep askeri operasyonlarla PKK’lıları ölü veya diri yakalama anlaşıldı.
Org. İlker Başbuğ’un daha Kara Kuvvetleri Komutanı iken önceliği “dağa çıkışları engelleme”ye vermiş olması, onun Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte, resmi devlet politikasında ciddi değişimlerin yaşanabileceği beklentisini doğurdu. Bir önceki terör zirvesinde bu konunun derinlemesine ele alındığını tahmin ediyoruz. Ancak Aktütün ve Diyarbakır saldırılarının gölgesinde yapılan dünkü zirvede ağırlığın, dağdaki militanları bir an önce etkisiz hale getirmeye verilmiş olduğunu kestimek zor olmasa gerek.
Çözüm için ilk şart
Birkaç gündür yazdığım yazılar üzerine kimi okuyucuların “Peki siz nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?” sorusuna muhatap oluyorum. Bir gazeteci olarak öncelikli görevimin, bu sorunla ilgili kimin, neyi, nasıl önerdiğini objektif, anlaşılır ve eleştirel bir şekilde aktarmak olduğunu düşünüyorum. Bu görevimi layıkıyla yerine getirebilmek için, istisnasız tüm kesimlerin görüşlerini yakından takip etmeye bunların önde gelen isimlerine ulaşıp görüşmeye ve tartışmaya çalışıyorum. Ve yazıp söylediklerimin de, yine toplumun istisnasız tüm kesimleri tarafından ciddiye alınıp izlenmesini arzuluyorum.
Bir gazetecinin objektifliğinin sınırları olduğunu da tabii ki biliyorum ve tabii ki benim de Kürt sorununun adil ve kalıcı bir şekilde nasıl çözülebileceği noktasında kendi görüşlerim var. Şimdilik, ilk olarak, ne yapıp edip PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakmasının sağlanması gerektiğini söylemekle yetiniyorum. Kimilerine bir hayal gibi gelen bu adımın pekala mümkün olduğuna inanıyor ve bunu açmayı yarına erteliyorum.

Başbuğ’a Kürt dersi

Taraf-Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, PKK ile mücadele konusunda strateji kuruluşlarının uzmanlarıyla yaptığı ve “teröre sivil çözüm” önerilerini dinlediği görüşmede, yanıtını aradığı sorular ana hatlarıyla belli oldu.

Başbuğ’un, “PKK’ya katılımlar nasıl önlenebilir, Kuzey Irak ve uluslararası platformlarla kurulacak ilişkiler nasıl bir yarar sağlayabilir, hukuksal eksiklikler nelerdir, kolluk kuvvetlerinin etkisi nasıl arttırılabilir” gibi konularda uzmanların görüşlerini aldığı belirtildi. Taraf bu soruları USAK Başkanı Doç. Dr. Sedat Laçiner’e yöneltti. Laçiner, “Toplantıyla ilgili konuşmama kararı var. Bu nedenle toplantının içeriği hakkında konuşmayacağım ancak toplantıdan bağımsız olarak soruları yanıtlayabilirim” dedi ve Orgeneral Başbuğ’un yanıt aradığı soruları cevapladı.basbug laciner

PKK’ya katılımı nasıl engelleriz?
Terör örgütüne değil, onun hedef aldığı kitleye odaklanarak katılımı önleyebiliriz. İstismar sahalarının daraltılması lazım. Terörle mücadele ile teröristle mücadeleyi aynı kefeye koymamak lazım. Meselenin silahlı mücadele kısmı tek ve öncelikli kısmı olmaktan çıkması ve başka boyutların olması lazım.

Terörle mücadelede uluslararası platformda neler yapılmalı?
Terörle mücadelede ikili tecrit şeklinde, içerde ve dışarıda örgütün tecrit edilmesi lazım. Dışarıda dostlarının azaltılması, düşmanlarının arttırılması lazım. Ama Türkiye genelde bunun tersini yapıyor. Dışa karşı tehdit dilinin kullanılması bu alanda başarılı olmasını önlüyor. AB süreci örgütün tecrit edilmesinde çok ciddi avantajlar sunuyor.

Kuzey Irak’taki yerel yönetimle nasıl ilişkiler kurulmalı?
Türkiye Irak’ta etkili bir aktör olamadı. Türkiye’nin Irak’ta etkili kartlara sahip olması lazım. Türkiye ile Kuzey Irak arasında bir tampon bölge değil, iki bölgeyi entegre edecek adımların atılması lazım. Kuzey Irak’ın Bağdat’tan çok Ankara’yla entegre olması öncelikli uzun dönemli bir hedef olmalı. Türkiye, Kuzey Irak halkıyla doğrudan temasa geçmeli. Kürtler ve Araplar buna hazır.

Terörle mücadelede kültürel faktörlerden nasıl faydalanılır?
Bölgenin kültürel dokusu bu mücadeleye çok uygun. Bölgenin dini, mezhep özellikleri, gelenekleri, Türklerle birlikte yaşama ve devlete sahip çıkma konularında çok uygun. Türkiye buna fazla odaklanmadı, yararlanmadı. Bu sahayı PKK’ya terk etti. Bölgenin geleneksel özellikler, aşırılık olarak görüldü. Bu insanlar rejim için tehlike olarak görüldü.

Terörle mücadelenin hukuksal boyutundaki eksiklikler nelerdir?
Demokratikleşme sürecini Türkiye çok geriden takip ediyor. Uzunca bir süre OHAL devam etti. OHAL sona erdi uygulamalar fiilli olarak devam etti. Bu tür sertlikler daha çok terörist öldürmenizi sağlayabilir ama hukuktan taviz vererek öldürdüğünüz her terörist için daha çok kişinin örgüte katıldığını görürsünüz.

• Terörle mücadelede kolluk kuvvetlerinin etkisi nasıl artırılır?

Terörle mücadele düzenli orduya değil iç güvenlik birimlerine bırakılmalıdır. Gerekirse anti-terör çalışmaları için ayrı bir birim kurulmalıdır. Daha esnek, daha hızlı karar verebilen anlık vuruş gücü yüksek bir terörle mücadele birimine ihtiyaç var. Bunu ordu ile yapabilmek mümkün değildir. Gelişmiş ülkelerde ordu iç güvenlik sorunlarında mümkün olduğunca kullanılmaz. Sadece emniyet demiyorum, ama araştırılır, MİT, Jandarma ve Emniyet’le birlikte mi yapılacak, buna bakılır. Artık siyaset normalleştirilmeli ve güvenlik konuları hükümet ve Meclis’e bırakılmalıdır.
KÜRTÇE İSTİSMAR ALANI BIRAKILDI • Katılımın çok fazla olduğu düşüncesinde değilim. Örgütlerin 10-15 bin adama ihtiyaç yok zaten, daha az kişiyle de bu eylemler yapılır. Asıl olarak Türkiye’nin terörist öldürmek dışında ne yaptığına bakmak lazım. Kürtçe yasaklanırsa, bunu herkes istismar eder. Böyle bir yasağın olduğu bir yerde ne yaparsanız yapın orada her türlü terör örgütü çıkar ve halk nezdinde destek bulur. Kürtçe başta olmak üzere örgüte bir çok istismar alanı bırakıldı. Teröristle mücadele stratejisinde çok büyük hatalar yapıldı, insan haklarındaki ihlaller ve demokrasideki zayıflıklar, meseleyi sadece teröristle mücadele olarak görmek, öldürülen işkence gören her bir militan birkaç terörist yarattı. 24 bin militan öldürülmüş. Her birinin beş kardeşi olduğunu düşünürsek 125 bin kardeşi öldürülmüş insan yarattık. Anne baba ve yakınlarını kattığımızda yüz binlerce insanı teröre taraf yaptık. Türkiye’deki kayıplar Vietnam savaşında ABD kayıpları kadar. Çatışmayı genişletirseniz terör örgütü de bu kadar büyüme olanağı bulur. Örgütün bugün altı bin üyesi öldürü-lürse yeni bir altı bin ortaya çıkar.
KARARGAHTA TOPLANTI • Orgeneral Başbuğ geçen salı günü, Uluslararası Strateji Araştırmaları Kurumu (USAK) Terör Masası Başkanı İhsan Bal, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı uzmanlarından Ali Nihat Özcan, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Ankara Üniversitesi Psikyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdulkadir Çevik, TOBB Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Çağlar ile Terör ve Güvenlik Uzmanı Ercan Çitlioğlu ile toplantı yaparak PKK’yla mücadelede görüşlerini almıştı.

Aktütün'ün eski komutanı Erdal Sarızeybek,'ten önemli uyarılar!

"PKK arşivini bulmazsak, Ermeniler gibi bizi soykırımla suçlarlar."erdalsarizeybek
Aktütün karakolu eski konutan Erdal Sarızeybek PKK örgütünün bitirilmesi için örgüt arşivinin ve para kaynaklarının kurutulması gerektiğini belirtti. Sarızeybek Öcalan'ın 1999 yılında yakalandığı zaman sorgusunda para kaynaklarının İsviçre'de olduğunu ve örgüt arşivinin nerede olduğunun bulduklarını ancak aradan geçen 10 yıla rağmen bu iki önemli bilginin akibetinin meçhul olduğunu da belirtti.
SİYASET MEYDANINDA AÇIKLADI
Show TV'de yayınlanan Siyaset Meydanı programına katılan emekli albay Erdal Sarızeybek, gerek terörle mücadele, gerek PKK'nın yapısı, gerekse PKK'nın Öcalan'ın ifadelerinde yer alan arşiviyle ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Şemdinli tabur komutanlığı yaptığı dönemde bir çok askerini şehit veren Sarızeybek PKK'lı gerillalar için, "Teröristi görmek kolay değil. 30 metre ötemdeki teröristi ben görememiştim. Sürünerek geliyorlar, toprak rengindeler, belki üstüne basıp geçiyorsun ama yakalayamıyorsun" derken, PKK'nın arşivinin Abdullah Öcalan'ın sağ kolu olan Harun kod adlı kişide olduğunu, onun da Suriye'de kürt köylerindeki evlere parça parça dağıttığını açıkladı.
"AKTÜTÜN'E BASKINI ÖĞLE SAATLERİNDE BAŞLADI"
Erdal Sarızeybek hala bölge insanıyla ilişkiyi sürdürdüğünü ve saldırı anında askerlerin kendini arayarak çatışmanın başladığını söylediğini belirterek, "Bunlar 300-350 kişilik bir grupla gelmişler. Asıl amaçları akşam saldırmak ama Bayraktepe'de nöbetçiler teröristi görmüş. Bunlar Basyan'dan gelmişler. Basyan ormanlık bölge ve içinde derin çatakları var. Her bir çatakta bir kamp bir terörist olabilir. Bunlar yılan gibi yaratık. Son saldırıda köylülerden aldığım bilgilere göre akşam saatlerinde planlanmış. 9 Mayıs'ta bize yaptıkları gibi yapacaklarmış. Gece sınıra yanaşmışlar. Ağaçların arkasında onları kimse göremez. Leylekdağı'na yanaşmışlar. Orada da kimse göremez. Gündüz de asker değişiminde mevzilere yanaşmışlar. Teröristi görmek kolay değil. 30 metre ötemdeki teröristi ben görememiştim."
"TETİĞİ İLK BİZİM ASKERLER ÇEKTİ"
Sarızeybek akşam saldırı planlayan teröristleri gören askerimizin ilk tetiği çektiğini belirtirken, "Zaten surada tetiği ilk çeken kazanır. Eğer askerimiz onları görmeseydi kaybımız daha büyük olurdu. Bayraktepe'deki bizim pusu askerleri bunları görüyor. Erken çatışma çıkıyor. Eğer ki ilk tetiği onlar çekseydi durum bambaşka olurdu. İlk tetiği çekmek çok önemlidir. O zaman güç size geçer. Şimdi diyorum ki Özal'ın yapamadığını bu hükümet yapsın. Bizi vurmaya gelsinler diye beklemeyelim, biz gidip vuralım." dedi.
"ÖRGÜTÜN ARŞİVİ DERHAL ELE GEÇİRİLMELİ"
Erdal Sarızeybek, PKK'nın çok cidddi bir arşivi bulunduğuna da dikkat çekerek, yapılcak ilk işin PKK'nın arşivinin ele geçirilmesini olduğunu söyledi. PKK arşivlerine göre, örgütü katılan her kişinin kimlik bilgilerinin bulunduğu, bunların karşısında bir kod adı yazılı olduğunu da belirten Sarızeybek, "PKK'nın arşivini ele geçirirsek, onların şehit ettiği Türk aaskerlerini de orada görüceğiz. Ve cinayetler faili meçhul kalmayacak. Biz şu ana kadar PKK'yı mahkum etmedik. Askerlerimizi kimler şehit etti yargılamadık. Bu örgütün arşivinde hangi terörist hangi türk askerini öldürmüş o bile yazıyor." dedi.
"ARŞİV ŞU ANDA KÜRT KÖYLÜLERİN EVLERİNDE"
Erdal Sarızeybek, PKK'nın arşivinin varlığının Abdullah Öcalan'ın yakalandığı tarihte savcı Talat Şalk'a verdiği ifadede belli olduğunu belirterek şunları söyledi:
"Öcalan PKK'nın arşivini Harun kod adlı birine verdiğini söylüyor. İfadesinin başka bir sayfasında Harun'un sağ kolu olduğunu, şoförü olduğunu söylüyor. Bizim istihbarat onun gerçek kimliğini biliyor. Suriye'de olduğunu da biliyor. Tutup getirmesi gerekli ki o arşiv çok önemli. Arşivde para kaynakları, eylem krokileri, nereden silah aldıkları, yurtdışı bağlantıları, silah şirketleri ile bağlantı, yurtiçi bağlantıları her şey kayıtlı. Bunlar bulunmalı ki hukuki delil olarak kullanılsın. Yoksa Aktütün'de askerimizi şehit eden adam gelir, ben elime kana bulamadım, dağda çuval taşıdım deyip eve dönüş yasasından yararlanır."
"ÖRGÜTÜN HESABI İSVİÇRE'DE"
Emekli albay Erdal Sarızeybek örgütün kasasıyla ilgili ise, "Öcalan 1999'da ifadesinde söylemişti. PKK'nın parası İsviçre'de Kürtçe Dayanışma Vakfı hesabına yatırılıyor. PKK'nın yıllık geliri 500 milyon Avro... Eğer bu kasayı bilerek bulmuyorsanız Aktütün'deki askere silah sıkıyorsunuz demektir." şeklinde konuştu.
"ERMENİLER GİBİ SOYKIRIMLA SUÇLAYACAKLAR"
Sarızeybek, PKK'li gerillaların ölülerinin gömülmediğinin de büyük tehlike olduğunu vurgulayarak, "Türkiye'yi çok büyük bir tehlike bekliyor. Kürt sorunu Ermeni sorununa dönüşecek. Ermeni meselesiyle sözde Kürt meselesi de birbirinin devamı. ASALA cinayetleri birdenbire kesildi ve Ermeni devleti meseleyi Ermeni soykırımına dönüştürerek dünya siyasetine taşıdı. Şimdi de Kürt cinayetleri işleniyor ama arkalarında devlet yok. Yarın bugün Kürt devleti kurulunca aynı Ermeni meselesine dönüşecek. 32 bin teröristin etkisiz hale getirildiği açıklandı. Bu cesetlerin çoğu arazide. Kandil bombalandı. Orada ölenler orada kaldı. Kürt Devleti kurulunca Barzani denen adam dünyadan insanları çağıracak. 'Türkiye katliam yaptı, işte de kanıtı. Buyrun cesetler" diyecek. Peki ne yapılmalı? Adalet bakanlığı bu çatışmaların tutanaklarını tutuyor. Bu tutanaklar TSK'nın operasyon raporlarıyla birleştirilmeli. "Biz 100 terörist öldürdük ama 33 de şehit verdik' diyebilmek için. Türkiye bu hazırlığı şimdiden yapmalı ve kendi arşivini kurmalı" dedi.
"YENİ TCK İLE ASKERİN GÖZALTINA ALMA YETKİSİ YOK"
Bölgeyi çok iyi tanıyan Erdal Sarızeybek, eskiden
askerin, polisin ve jandarmanın gözaltına alma yetkisinin olduğunu ancak şimdi 2004 Aralık'ta Avrupa Birliği Uyum Yasaları için değiştirilen CMUK'da gözaltına alma yetkisinin sadece savcılara verildiğini belirterek şunları söyledi:
"Polise, jandarmaya, askere bir tane bile yetki yok. Askerin orada teröristi sağ olarak gözaltına alma yetkisi yok, ateş etse cinayet işleyecek. Mecburen çatışma çıkmasını bekleyecek. Asker ve polis basit bir tutanak memuruna dönüştürüldü. Örnek verecek olursak asker teröristle karşılaştı. Gözaltına alamıyor. Terörist kaçtı. Mesken olarak kullandığı bir ahıra girdi. Asker orayı arayamıyor. Çünkü savcıdan izin alması gerekiyor. Dağın başında gecenin yarısında savcıyı nereden bulacak asker. Terörist ateş açmadan askerin onlara ateş açma yetkisi yok. Sonradan bu "teslim ol ihtarına uymazsa kullanılacak silahta denklik olmak kaydıyla ateş açabilir" diye değiştirildi. O G-3'le ateş açıyorsa, sen onu bombalayamazsın yani.
"AKTÜTÜN KARAKOLU KALDIRILMAMALI"
1992 yılındaki baskından sonra yetkililerin gelip Aktütün'deki çocuklara şeker dağıttığını şimdi de durumun değişmediğini kaymakamın gofret dağıttığını belirter Sarızeybek, köylülerin köyü terkedecek duruma geldiklerinin büyük tehlike olduğuna dikkat çekti. "Aktütün kaldırılamaz. Burayı kapatırsanız ülkenin arka kapısını kapatmış olursunuz. Karakol kapatmak demek vatanını terk etmek demektir. 16 sene önce orada 22 kişi öldü. Aktütün köylüsü devletini istiyor. "Biz yalnızız" diyor. Hükümetin görevi o köylüyü korumak. Karakol kapatmakla sorunlar çözülmez" dedi.
Erdal Sarızeybek Aktütün'ün yanı sıra Konur vadisinde 4 köyün daha bulunduğunu da belirterek, "Aynı sıkıntıyı yaşayan 4 köy daha var o vadide. Siz Aktütün'ü merkez seçer gücü oraya yığarsanız, vadiyi tehdide açık bırakırsanız, Aktütün'ü koruyamazsınız. Oraya bölük yapılmasını defalarca söyledim" şeklinde konuştu.
"AKTÜTÜN'E BÖLÜK YAPILMALI"
Sarızeybek, Aktütün'ü ve vadiyi korumanın oraya yapılacak bölükle mümkün olacağını belirterek, bina için devletin para verdiği müteahhitin kaçtığını ve devletin bir türlü o müteahhiti bulamadığını da söyledi. Erdal Sarızeybek, "97'de oraya bölük yapılacaktı. Ama devlet hesap sormuyor. Müteahhit terör tehditi var dedi, parayı aldı kaçtı. Ben feryad ediyorum onu bulun diye. Oraya bölük yapın diye. "dedi. (Gazeteport)

Türk uçakları Xakurke'de

Dün gece Xakurke bölgesini bombalayan Türk savaş uçakları yeniden sınır ihlalinde bulundu.
Gerilla kaynaklarından alınan bilgilere göre sabah saatlerinden itibaren Xakurke bölgesinde keşif uçları yapılırken, yerel saatle 12.10 sıralarında yeniden savaş uçakları yeniden Xakurke üzerinde uçtu. Uçakların bombalamamada bulunup bulunmadığı öğrenilemedi.
Öte yandan dün akşam saat 09.30'dan itibaren Xakurke ve Lolan bölgesine yönelik üç saat boyunca hava saldırısı düzenlendi. Gerilla kaynakları saldırılarda herhangi bir kayıpları olmadığını ve uçaklara karşılık verdiklerini belirtti.
Köylüler geceyi dışarda geçirdi
Saldırı sırasında gerilla denetimindeki Medya Savunma Alanları’nda bulunan köylülerin geceyi dışarıda geçirdiği gözlendi. Özellikle Deşta Hayate ve Deşta Herki alanında bulunan Lelikan, Siran, Xalikan, Kolit, Dayila köylerinde alçak uçuşların yapılması tedirginliği arttırdı. Tüm köylere ulaşılamadığından saldırıda halkta can ve mal kaybı olup olmadığı öğrenilemedi.
Türk ordusunun hava saldırısından sonra yaklaşık 45 dakika boyunca Xakurke bölgesini bu kez top atışına tuttuğu bildirildi.
PKK: Hava saldırısında her hangi bir kaybımız yok
PKK sözcülerinden Ahmed Danış, Türk ordusunun dün Güney Kürdistan'a gerçekleştirdiği hava saldırısında her hangi bir kayıplarının olmadığını söyledi.
Gulf Daily News'e konuşan Danış, Türk ordusunun dün hava saldırısında bulunduğu alanlarda gerilla güçlerinin olmaması nedeniyle her hangi bir kayıp vermediklerini kaydetti.
Ahmed Danış 'Hava saldırıları Türklere her hangi bir çıkar sağlamayacaktır. PKK Türkiye Kürdistan'ındadır, Irak Kürdistan'ın da değil' diye konuştu.
SÜLEYMANİYE / XAKURKE / ANF

Türk devleti çıkmazda

Savaşın bir yıldır sınır ötesine de taşınmasına rağmen HPG gerillaların bir eylemde 62 askeri öldürmesinin Ankara’da yarattığı sarsıntı devam ediyor.askerbakanlakurulu64

Savaşta ısrar eden Türk Hükümeti ve silahlı gücü, stratejik hamle arayışında. Bezelê eyleminin ardından Türk kamuoyunda da başlayan tartışmalarla iyice sıkışan devlet erkanı, zirve, toplantı, görüşme trafiğini sürdürüyor. Hava Kuvetleri Komutanı’na yönelen tepkilere karşı ise Hükümet ve Ordu sessizliğe gömüldü. Genelkurmay, karakol yapımı için ekonomik kaynak mazeretine sığınan 2. Başkanını yalanladı.

HPG gerillalarının Bezelê eylemi Türk devletinde ciddi bir krize yol açtı. Büyük bir bütçe, sınırsız insan kaynağı ve teknolojik donanıma rağmen Türk askerinin gerilla karşısındaki çaresizliği kamuoyunda sorgulanmaya başlandı. Bu sorgulamanın büyük bölüme çözümü işaret etmezse de devasa ordu gücünün telaşını arttırdı.

 
Zirve üstüne zirve
Başbakan Recep T. Erdoğan başkanlığında önceki gün gerçekleştirilen geniş katılımlı Teröre Mücadele Yüksek Kurulu toplantısında yapılabilecek yasal düzenlemeler, sınır ötesi savaş, sınır ve karakol güvenliği konusunda atılabilecek stratejik adımlar ve sosyoekonomik tedbirler masaya yatırıldı. Ancak 6 saatlik toplantıdan bir sonuç çıkmadı ve Başbakanlık Basın Merkezi’nden tek cümlelik bir açıklama geldi. Açıklamada, toplantıya 14 Ekim’de devam edileceği belirtildi.
Başbuğ devam etti
Türk Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ dışındaki askeri yetkililer toplantının ardından Başbakanlık’tan ayrılırken 15 dakika daha Başbakanlık’ta kalan Başbuğ, Erdoğan ile görüştü. Erdoğan daha sonra İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ile 1.5 saat süren bir toplantı daha yaptı.
Başbuğ’un MHP mutluluğu
Daha önce CHP lideri Deniz Baykal’ı ziyaret eden Başbuğ, dün de MHP’nin genel merkezinde Genel Başkan Devlet Bahçeli’yle görüştü. Basına kapalı ziyaret, 1 saat 15 dakika sürdü. Göreve gelirken basına “Benden ayaküstü demeç alamayacaksınız” diyen Başbuğ, bu prensibi çabuk bozarak uğurlamadan önce kısa bir açıklama yaptı. Başbuğ, Bahçeli ile çok yararlı, detaylı görüş alışverişinde bulunduklarını belirtti. Başbuğ, “Kendilerinin bu konulara ilişkin çok değerli görüşlerini ve önerilerini dinleme şansına sahip oldum” dedi. Başbuğ, Bahçeli’nin kendisine, MHP Genel Merkezini ilk ziyaret eden Genelkurmay Başkanı olduğunu söylediğini, bundan da mutluluk duyduğunu dile getirdi.babaoglu pasa golf
Golf topu yuvarlanıyor
Bezelê eylemi ardından Türk medyasının eleştirilerine hedef olan Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Aydoğan Babaoğlu beklenen istifasını henüz sunmadı. Babaoğlu, eylem günü ve sonrasında katıldığı golf turnuvasına devam ettiği için eleştiriliyor. Babaoğlu, yaptığı açıklamada haberi alır almaz, turnuvanın yapıldığı Antalya/Serik’ten gerekli koordineyi yaptığını açıklamıştı. Ancak, bu açıklama tatmin edici bulunmayınca Türk Genelkurmayı, Babaoğlu’na eylemin yapıldığı günün ertesi akşamı haber verildiğini duyurdu. Bu çelişkili beyanlar Türk medyasınca hatırlatılmaya devam ediliyor fakat Babaoğlu ya da Genelkurmay yeni bir açıklama yapmadı. İstifası istenen Babaoğlu’nun katıldığı 10 kişilik turnuvadan 9’uncu olduğu söylenerek, dalga bile geçiliyor.
2. Başkan da yalanlandı
Genelkurmay Başkanı Hasan Iğsız, Bezelê eyleminin ardından Türk medyasına verdiği brifingde, baskın yapılan karakolun taşınma kararının alındığını ancak maddi kaynak sıkıntısından dolayı bunun geciktiğini söylemişti. Ancak, Başbakan Erdoğan, “Askerimiz ne istediyse verdik, veriyoruz” demişti. Bu çelişkili açıklamalar da sorgulanmaya başlanınca ve bu sorgulama eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a emekliliği için tahsis edilen bir trilyonluk otomobile kadar varınca Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, dün yeni bir açıklama yaptı. Genelkurmay Karargahı’ndaki haftalık toplantıda konuşan Tuğgeneral Gürak, Bezelê Karakolu’nun konumunun ve bina durumunun, verilen zayiatla hiçbir ilgisi olmadığını itiraf etti.
Sınırda 168 karakol yapılmış
Sınırdaki 2008 yılına kadar 168 karakol binasının inşa edildiğini, 2008 yıllında da aralarında Bezelê Karakolu da olmak üzere 13 karakolun inşasının devam ettiğini belirtti. “Mali kaynak olmadığı için karakolu taşıyamadık” değerlendirmesini boşa çıkaran Gürak, karakolların yapılması için herhangi bir maddi sıkıntı bulunmadığını söyledi.
Çözümsüzlüğün itirafı
Dün konuşanlardan biri de AKP Hükümeti’nin sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ti. Çiçek, 9 Ekim’deki tezkere görüşmelerinde, CHP ve MHP’nin eleştirilerine karşılık, “Ne yapalım artık 25 yıldır denenmeyen yöntem kalmadı. Onu denedik bunu denedik olmuyor” demişti. Çiçek dün debenzer açıklamalarına devam ederek, Türk ordu bürokrasisine sitem etti.
BBG evi ne oldu?general terror buyukanit basbug iraq kurd turks
NTV’nin sorularını yanıtlayan Çiçek, isim vermeden Yaşar Büyükanıt’ın 16 Aralık 2007’deki hava saldırısının ardından Medya Savunma Alanları’nın “BBG (Biri Bizi Gözetliyor) evi” gibi olduğu yönündeki sözlerine dokundurdu: “İddialı konuşmak son derece yanlış. Biri bizi gözetliyordu, gözetliyordu da niye bunlar oldu diye soruluveriyor. Geriye doğru çok iddialı laflar edildi. İç tüketim, iç politika malzemesi olarak kullanıldı. ‘Helal olsun böyle olacak, vurdumu ses getirecek’ falan. Öyle üslup kullanıldı. Sonra bazı olaylar olunca da vatandaşın kafası karıştı. ‘Hani bitti deniyordu, hani kökü kazındı, her yeri gözetliyordunuz?’ İddialı konuşmak yanlış.”
Meğer Babaoğlu gözetlenmiş
Çiçek, Orgeneral Babaoğlu’nun Türk ordusunun 62 kayıp verdiği gün, golf oynamayı sürdürdüğü Antalya’da kamuoyundan sonra duymasına ilişkin de şunları söyledi: “Kendisinin de bir açıklaması var. Kamuoyu bundan tatmin olduysa olmuştur. Olmamışsa da olmamıştır. Hangi görevde olursak olalım biri bizi gözetliyor işte. Yani kamuoyunun bu manada daha şeysi var.”
Y.Ö.POLİTİKA/ANKARA


polis_kolkirma_hakkari1_b
Strateji satın alacak!
Kürtlerin barış istemi ve çözümü Meclis’te arayışını dikkate almayan Ankara, strateji arayışını ABD ve Avrupalı uzmanlarla telafi edecek. Fethullah Gülen cemaatinin yayın organı olan Zaman gazetesinin haberine göre Başbakanlık’ın finansal desteğiyle önümüzdeki ay Amerika’da “PKK terör örgütünün finans kaynakları, organize suç ve uyuşturucu faaliyetleri ile medya ilişkileri analiz projesi” uygulamaya konulacak. Amerikalı, Avrupalı ve Türk uzmanlar ortak çalışacak. Akademisyenlerin yanı sıra üst düzey devlet görevlilerinin de katıldığı proje kapsamında, PKK ile daha etkin ve kalıcı mücadele edebilmek için devletin ilgili birimlerine somut stratejiler sunulacak. Çalışmayı Washington’daki Güvenlik ve Demokrasi İçin Türk Enstitüsü (TISD) yürütecek. Enstitü, öncelikle uzmanları bir araya getirerek çalışma grupları oluşturacak. Zaman’a göre bu çalışma grupları da PKK’nin eleman kazanma ve propaganda taktikleri, finans kaynakları ve bu kaynakların silah, lojistik ve medya faaliyetlerine aktarımını bilimsel olarak araştıracak.
Elde edilecek bulgular başta AB ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin güvenlik güçlerine sunulacak. Uluslararası konferanslar kitap ve makaleler ile akademisyenler ve politikacılara duyurulacak. PKK hakkında da bir kaynak eser yayınlanacak. Zaman, projenin danışma heyetinde Prof. Dr. Cindy J. Smith, Prof. Dr. Thomas Albert Gilly, Prof. Dr. Dr. h.c. Hans-Jörg Albrecht, Prof. Dr. Christopher Dandeker, Prof. Dr. Chris W. Eskridge gibi isimler bulunduğunu yazdı.
TISD ne yapar?
ABD’nin başkenti Washington’da bulunan Türk Güvenlik ve Demokrasi Enstitüsü (TISD) dünyanın dört bir yanından uzmanların yer aldığı bir oluşum. Enstitü çalışmalarına katılan öğretim görevlileri ağırlıklı olarak hukuk, suç bilimi ve güvenlik uzmanları. İnternet sitesinde hakkında pek az bilgi veren enstitü, uluslararası çapta güvenlik sorunlarına demokratik çözümler geliştirme misyonuna sahip olduğunu ifade ediyor. Siteye göre ensitünün amacı pratik deneyimleri küresel güvenlikle ilgili akademik araştırmalar arasında bağ oluşturmak, aynı zamanda insanları terörizm konusunda eğitmek ve güvenlik kurumları arasındaki işbirliğini geliştirmek. TISD, 6 yıl önce Kuzey Teksas Üniversitesi’nde kurulan Türk Emniyet Araştırmaları Ensitüsü yanısıra Amerikan Cincinnanti Üniversitesi ile Türk Ulusal Polis Teşkilatı tarafından ortaklaşa kurulan Uluslararası Terörizm Arraştırmalar Merkezi (CIRT) ile ortak çalışıyor.polissaldiri34
Strateji beklenen uzmanlar
İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan King’s Koleji Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışan Prof. Christopher Dandeker askeri sosyoloji profesörüdür. ‘Silahlı Güçler ve Toplum’ isimli bilimsel derginin yayın kurulunda yer alan Dandeker Uluslararası SosyolojikTopluluğu Silahlı Güçler ve Çatışma Çözüm Araştırma Komitesi’nin başkan yardımcısıdır. Aralarında ABD, Fransa, Almanya, Arjantin, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin bulunduğu bir çok devletin ordusu için araştırma çalışmalarında bulundu. Dandeker’in uzmanlık alanı ise silahlı güçlerin sosyolojisi ve sivil-asker ilişkileri. Ayrıca Türk Güvenlik ve Demokrasi Ensitüsü’nde de yer alıyor.
Prof. Dr. Cindy Smith Amerika Suç Bilimi Örgütü’nde Uluslararası Suç Bilimi Bölümü başkanlığını yapıyor. Uyuşturucu ticareti ve organize suç uzmanı Cindy Smith, geçtiğimiz yıl bir sene boyunca Ankara’da bulunup, insan kaçakçılığına karşı araştırmalar yapmış. Geçmişte de çeşitli kurumlarda bilimsel araştırmalar yapmış olan Smith, özellikle cezaevinde olanların işledikleri suçu tekrarlamaması için araştırmalar geliştiriyor. İntihar eylemcileri, uluslarüstü suç gibi konular üzerine kitaplar yayımladı.
Fransız Dr. Thomas Albert Gilly Avrupa ve Uluslararası Suç Ahlakı ve Sosyal Felsefe Araştırma Grubu’nun başkanıdır. Suç Bilimi doktorası bulunan Gilly, uzman olarak değişik akademik enstitü ve örgüt ile çalışıyor. Özel ilgi alanına güvenlik, terörizm, sosyal ve ahlaki felsefe giriyor. Türk Güvenlik ve Demokrasi Ensitüsü’nde yer alan öğretim görevlilerinden biridir. Alman Prof. Hans-Jörg Albrecht, Max Planck Topluluğu’nda görev yapıyor. Hukuk ve Sosyoloji profesörü olan Albrecht, suç bilimi ile ilgilenen çok sayıda enstitü ve örgütte yer alıyor. Uyuşturucu ticareti ve genel olarak suç bilimi uzmanlık alanına giriyor.


ucak_askeri[1]
Çözüm savaşta değil
Aralarında 78’liler Girişimi, KESK, İstanbul Şubeler Platformu, Veteriner Hekimleri Derneği, İHD, Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV), PEN Türkiye Merkezi Başkanlığı, Devrimci Sağlık-İş, SDP, DTP, ESP ve EHP’nin de bulunduğu çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütü Kürt sorununda demokratik çözüm taleplerini dile getirdi. Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kurum temsilcileri, “Yeter çözüm barışta kardeşlikte demokraside” pankartı ve “Yaşasın hakların kardeşliği”, “Özgür basın susturulamaz”, “Savaşa değil emekçiye bütçe” dövizleri taşıyarak sık sık “Yaşasın hakların kardeşliği sloganları attı. Kurumlar adına açıklama yapan KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Hatun İldemir, hiçbir sorunun bu coğrafyada silahla çözülemeyeceğini söyledi. Demokrasi ve hukuk dışı uygulamaların Kürt sorunun çözümünü sağlamak yerine aksine içinden çıkılmaz sorunlar yarattığını ifade eden İldemir, “Kendi yurttaşlarıyla birlikte çözüm bulamayanların, demokrasiyle gelişmeyen bir cumhuriyetin, çağdışı kalmaya ve toplumdan kopmaya mahkum olduğunu neden görmüyorsunuz. Cumhuriyetin çağın değerlerine göre kendini yenilemesinin demokratikleşmenin yolunun Kürt sorunu ile ilgili somut ve çözümleyici adımlar atılmasından geçtiğini neden görmüyoruz” diye konuştu.YENİ ÖZGÜR POLİTİKA