Sunday, September 14, 2008

Tarih, figüranlar ve başoyuncular

Aydın Dere Tarih: 14 Eylül 2008 Pazar

dere Kuşkusuz tarihin anlamı insanın kendi bilincine varmasında değil, “toplumsal koşulların ve üretim ilişkisinin diyalektik gelişmesinde yatar” gerçekliğini bilmek acı veriyor. Kendi değerleri üzerinden yeşermeyen istilacı ve yağmacı toplumların sonunu da tarih iyi biliyor; çökmekte olan toplumlar ve sınıflar tek tip kültürde ısrarcı olan ve kendi tarihleriyle yüzleşmeyen, kendilerinden başkasına yaşam hakkı tanımayan toplumlardır. Uygarlık ve insanlık ne çekiyorsa böylesi düşüncelerde ısrar eden bağnaz ve cahil politikacılardan çekiyor. Şaşaalı Osmanlı saraylarında yaşanan aile içi kıyımlar, çocuk yaşta tahta çıkanlar ve deliler birer simge olarak tarihe geçseler de, asıl sorgulanması gerekenler bu zavallı kişilikler değil, bu sistemi koruyan kolektif zihniyettir. Deli Petrolar, Neronlar, Hitller ve Saddamlar birer figürdür aslında. Ve insanlığı bu deli ve yetersiz kişiliklere terk edip cehenneme çevirenlerin sinsi ve ırkçı politikaları sorgulanmalı. İnsanlığın, geleceğin ve aydınlığın düşmanları kara ve bulaşıcı düşüncelerinde ısrar ediyorlar. Türkiye ve Ortadoğu kan revan… Darbelerle yönetilen toplumda, devrimin tohumları yeşeremiyor. Fransız devrimi tüm Avrupa’yı yerinden sarsmış toplumda estetik bilincin yükselmesini sağlamış, yeni ve çok ön açıcı düşünceler sanatta, politikada ve tüm insani değerlerin yükselişinde önemli rol oynamıştır. Matbaanın kurulmasından tutun da bilim ve teknolojik alanındaki gelişmelere damgasını vurmanın temelinde bu toplumsal ivme ve başkaldırı vardır. Elbette Avrupa bu gelişmelere sıçrama yapmadan çok kanlı savaşlara da sahne olmuştur ve gelinen bu aşamada tarihleriyle ve geçmişleriyle yüzleşecek kadar güçlüler ve geçen gün Cenevre’de evrenin sırlarına ulaşmak için CERN’de ki deneme dünyada büyük heyecan yaratırken bizde hâlâ “Vatan, millet, Sakarya” teranesi üstünden rantına rant katanlar cumhuriyetindeyiz.

Birinci ve ikinci dünya savaşlarında kimler kaybetti kimler kazandı? Yakın tarihte, Balkanlarda yaşanan vahşetlerde kazanan oldu mu? Ahlakdışı milliyetçilik kendi sonunu da hazırlayan bir döngü yaratır ve nesiller boyu onarımı mümkün olmayan yıkımlara, travmalara yol açar. Saddam rejimi bunun en bariz örneklerindendi. İnsanlık kendini yaşamak ister, insan kendi dili ve kültürüyle vardır, bu nedenle tüm değerleri elinden alınmış bir halkın varoluş ve özgürlük mücadelesinin doğuşu kaçınılmazdır.

1984 yılına kadar Kürt dili ve kültürünün yasaktı. Eğitim kurumları, radyo ve TVler aracılığıyla Kürtlerde Türkleşme hızla sürüyordu. Modern anlamda aidiyet bilincine bir avuç aydın sahipti. Bu başkaldırı tarihin olmazsa olmaz zorunluluğuydu. Bundan böyle sorunun çözüm formüllerinin nasıl olacağı olgusundan öte hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve Kürtler için tatmin olunacak kadar hak elde edilmeden bu yoldan dönüşün olmayacağı gün gibi ortada. Eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşama koşulları oluşur ve buna uygun bir formül bulunursa buna karşı koymak, bir taraf için ahlak dışı milliyetçilik diğer taraf için ahlakdışı etnikçilik olacağından kuşku yoktur.

Her gün onlarca savaş uçağının onlarca sorti yaptığı savaşı savaş olarak kabullenmeyen Türk devlet cephesinde durum nedir? Kürtlere karşı savaştıkça emperyal devletlerin desteğine ihtiyaç duyduğundan ötürü direnişi bastırmak için her şeyini ucuz ucuz satarak varolan milli egemenliğini gün geçtikçe yitirip borç batağına girdi. Milyonlarca vatandaşını kendisine düşman hale getirdi. Ermeni soykırımı baskısı yetmiyormuş gibi Kürtlere işkence ve katletme suçlamalarıyla dünyada sömürgeci, işkenceci ve katliamcı imajını artırdı. Süren savaş devleti zor durumda bırakınca çetelere ihtiyaç duydu. Çeteler faili belli binlerce cinayet işledi. Devletin palazlandırdığı çeteler karakterleri gereği Cumhurbaşkanı Özal, Bakan Adnan Kahveci, General Eşref Bitlisi gibi devlet adamlarından, Uğur Muncu, A.Taner Kışlalı,Turan Dursun gibi devletin derin kalemleri ve Danıştay saldırısına varana kadar devlete yöneldi. Sözde laik devlet Kürtleri din yoluyla maniple etmek için takkıyeci dincilere olanaklar sunarak iktidara taşıdı. Ordunun kurumlar üstündeki otoritesi artarak katmerli bir hale geldi. Orduya ayrılan ödenek savaş gerekçesi ile eğitim ve sağlıktan kat be kat artar hale geldi. Yakılan köyler ve işlenen cinayetlerden ötürü Türkiye AHİM’de önemli sanıklardan biri haline geldi. Süren savaş doğal olarak ekonomik bir sektör oluştururken vatanperverlik edebiyatı üstünden devlet hortumcular cumhuriyetine dönüştü. Ve metropollerde Kürtlere karşı linç girişimleri kime kazanç sağlayacaktı? Güya Kürtler korkutulup sindirilmek isteniyor, oysa bu durum Kürtlerde mağduriyet duygusunu tetikleyerek örgütlenme duygu ve düşüncesini geliştirdi. İç sorunlarıyla uğraşmaktan yorulan Türkiye Avrupa Birliği’ne (AB) dahil olma projesi erteledikçe erteledi.

Bu kirli savaşın kimseye faydasının olmadığını görmek, makul bir çözüm bulmak militaristlerin işi olmayabilir. Fakat politik ve bilimsel kurumların bir formül bulmaları gerekmez miydi? Kurumlarında bilimselliğin gelişmediği toplumlarda etniksel ya da milliyetçi aşırılıkların önüne geçmenin zor olduğunu biliyoruz. Ancak sarmallı olan İslamcılık, milliyetçilik ve tekçi egemen devlet özünde çokta aptal değildir. Özal, Kahveci ve Bitlis’ii bunun en iyi örneklerindendir. İngilizlerin tecrübelerinden neden yararlanılmasın? Önce bölge gerçeğine uygun bir çözüm formülünü üretip medyayı devreye sokarak her iki halk arasında toplumsal barış konsensüsü yaratmasını başarmak zor değildir. Ardından sorunu masaya yatırıp bilimsel bir metotla çözüm bulmak neden zor olsun? Kanıtlanmış bir gerçek var ki; desteğini halktan alan bir halk hareketi muhatap alınmak istenmedikçe gücünün artırması kışkırtılmış olacaktır.

Aydın Dere dere@bluewin.ch Kurdistan-Post.Org

0 Yorum: