Sunday, September 14, 2008

Yasak Dilin Militanları

Evliya Çelebi, altı ciltten oluşan ‘Seyahatname’sinin dördüncü cildini Kürdistan’a ayırmıştır. Ortaçağdaki çoğu Kürt şehirlerinin kendi dillerinde, kendilerine ait bayrak, ordu ve yasalara sahip emirliklerden oluştuğunu yazar. Kürdistan ile ilgili öyküsüne Dicle ve Fırat’ın kaynağının Kürdistan’da bulunduğunu söylemesi ile başlar.

kurt_ogrenci_anadil_yuruyus2[1] 

“Bin dost az, bir düşman çok” (Kürt atasözü)

Hülya Yetişen- www.Kurdistan-Post.org Arınacağımı düşünerek, gelip yine yazıya sığındım. Televizyonların görüntü kirliliği, gazetelerin haber saptırması/ kışkırtıcılığı internetin acımasız tutsaklığı, kentin karmaşası derken...... Elias Canetti’nin ‘Hiçbir kıyım, bir sonrasından korumaz!’ cümlesiyle gitmenin bir kurtuluş olmadığını, bu kırım-kıyım zamanının uzağında durmanın bir fayda sağlamayacağını, kapandığım kendi Ada’mda Robenson gibi yaşanamayacağını anladım.

Geçen yılın ilkbaharında Kürdistan coğrafyasında bir geziye çıkmıştım. Adıyaman Kâhta’dan başlayıp; Nemrut, Mardin, Midyat, Urfa, Halfeti, Harran, Batman, Hasankeyf, Diyarbakır ve Antep’te sonlanan.

Rehberim Dilan isminde bir Kürt kızıydı.

Zeytin karası gözleriyle ve mağrur bakışlarla bizi süzen Kürt çocuklarının delici bakışlarının izini hâlâ üzerimde taşıyorum. Yıllardır savaşın sürdüğü o topraklarda çocuklar her şeye rağmen geleceğin umudunu taşıyorlardı. Gölgeler dünyasında birer deniz feneri gibiydiler. Yerçekimine karşı bir duruştu onlarda gördüğüm.

Basında, kendi dillerinde eğitim görmek istedikleri için bir günlük okula gitmeme ve okulu boykot etme kararı alan Kürt çocuklarının eylemlilikleri biçimindeki haberler epeyce yer aldı. Eylemin militanları küçücük Kürt çocuklarıydı. Sürgit savaşın kuşağı olan bu ‘büyük’ çocuklar karşısında biz büyükler küçük kaldık. Anadiline sahip çıkan ve artık kendi dillerinde eğitim görmek isteyen bu çocuklar, siyasi tükenmişliğe karşı, bir isyanın başatı oldular.

Çocuklar neden yasaklı dilleri için isyanda?

Kendi dillerini özgürce konuşmak için! Ana dili konuşma, zihinsel gelişimle birlikte kişilik oluşumuna da içerir.

Dil, imgeler dünyasını yöneten bir araçsa, imgelem de zihinsel özgürlüğün anahtarıdır. Yüzyılların gerisinden sürüp gelen baskılar, Kürt çocuğuna kendi dilinde konuşmayı değil, susmayı dayatmıştır. Diğer bir ifadeyle “mademki konuşmuyorsun, o halde yoksun” olarak da algılanabilir.

Bu ideolojik bir savaştır. Düşünme ile dil arasında diyalektik bir bağ vardır. İnsanlar en iyi bildikleri ana dilleri ile düşünürler. Dildeki parçalanma veya bütünsellik, doğal olarak düşünmeyi de aynı biçimde etkiler. Zaten düşüncenin başlangıcı da biyolojik evrimden çok, toplumsal gelişme sürecine bağlıdır. Düşünce yaratıcıdır, düşüncenin yaratıcılığı, sorunları çözmede, çevreyi değişikliğe uğratmada, yeni bilgi ve yöntemlerini oluşturmada ortaya çıkar.

Evliya Çelebi, altı ciltten oluşan ‘Seyahatname’sinin dördüncü cildini Kürdistan’a ayırmıştır. Ortaçağdaki çoğu Kürt şehirlerinin kendi dillerinde, kendilerine ait bayrak, ordu ve yasalara sahip emirliklerden oluştuğunu yazar. Kürdistan ile ilgili öyküsüne Dicle ve Fırat’ın kaynağının Kürdistan’da bulunduğunu söylemesi ile başlar. Bingöl’den ve halkından bahsederken,’Halk Zaza, Lolo İzo, Yezidi, Hıltı Çekvani, Şakai, Kiki, Bisyani ve Murki aşiretlerinden oluşmaktadır’ der.

“Bunlar, Elamlılar, Huriler, Hititler ve Guti uygarlıklarıydı. Bu uygarlıkların yaşayan çocukları, ana dilleri için 2008 yılında eyleme geçti” sözü de bu tarihe yazılmalıdır.

Kökleri çok eskilere dayanan Kürtler kendi dillerini konuşmak ve bu dilde eğitim görmek için hâlâ bedel ödemeye devam ediyorlar. Devletin izlediği inkâr politikalarıyla da devam edeceğe benziyor.

Kürtçe ninnilerle büyüyen, Kürtçe gülüp, Kürtçe ağlayan, Kürtçe düşünüp Kürtçe konuşan Kürt; severken de, söverken de Kürdi duygularla heyecanlanır. Bu çocuklara, ilkokulda Türkçe dilini bir baskı aracı olarak dayatmak ve anadilleri olan Kürtçe’yi konuştular diye sopa atıp dövmek, siyasi bir baskı ve kültürel bir soykırımdır. Baskı ve dayaklarla çocukluk düşleri iğdiş edilmektedir. Kopuşu, ötede kalmanın, bir yere ait olamama duygu ve düşüncesinin sürekli empoze edildiği bu çocukların kendi dillerine sahip çıkmaları bu nedenle çok anlamlıdır.

« ...............

İnsana dönük bütün bakışlarımız.

İçimizdeki boşluğun rengini dönüştüren, biçimleyen de o

Olmayınca ötekinin sesi soluğu, Viranız. Ama çoğunlukla habersiz yaşarız bundan.Göremeyiz

İçimizdeki o yıkıntıyı.

Zamana dönmek gerek.....Yani elimizdeki âna, biçimlediğimiz güne......” (Feridun Andıç-Zamanın Sarkacı)

Bakışırken ruhumun derinliklerinde iz bırakan ve şimdi de dilleri için eyleme geçen Kürt çocuklarının geleceğe umut taşıyan başından ve gözlerinden öpüyorum.

hulyayetisen@yahoo.fr

0 Yorum: