Monday, September 8, 2008

Uluslararası alanda Yılmaz Güney

Yılmaz Güney, sadece Türkiye'de değil, uluslararası alanda tanınan bir sinema ustasıydı. Hem işlediği konular, hem siyasi kişiliği, hem de sinemada çığır açan ustalığıyla uluslararası alanda kendisine yer açmış biriydi. Mahkum olduğu 1972'de özgürlüğü için 13 ülkeden çağrı yapan 170 sanatçıyla yolu birçok nedenden dolay kesişen bir sinemacıydı.

 yilmaz_guney_1

Güney'in uluslararası boyutu
Yılmaz Güney'in mahkum olduğu 1972 sonrasında 13 ülkeden 170 sanatçı, Güney'in özgürlüğüne kavuşturulması için ortak bir 'af çağrısı' yaptılar. İmza atanlar arasında Elizabeth Taylor, Alida Valli, Richard Burton, Melina Mercouri gibi uluslararası sanatçılar yanında Agnes Varda, Costa-Gavras, Jean-Luc Godard, Peter Brook, Tony Richardson, Francesco Rosi, Elio Petri, Marco Ferreri ve Jules Dassin gibi sinema ustaları ve yönetmenler de bulunuyordu. Daha sonraki yıllarda Yılmaz Güney'in bu isimlerle karşılaştığını, onlarla yollarının birleştiğini biliyoruz. Örneğin Costa-Gavras'la 1982'de, Cannes Film Festivali'nde 'Altın Palmiye'yi paylaştı. 'Yol', o yıl Cannes'daki en büyük ödülü böyle kazandı. Costa-Gavras ise 'Missing-Kayıp'la Şili'de Allende rejimi karşıtlarına CIA'ın ne tür yardımlar yaptığını ve ABD yanlısı askeri darbeden sonra Şili halklarının karşılaştığı zulmü anlatıyordu. Jules Dassin, Güney'e af çağrısını imzalarken, 1940'ların sonunda ABD'yi MacCartizm belası nedeniyle terkedip, Paris'e sığındığı günleri anımsıyordu mutlaka. Ve daha o günlerde Albaylar Cuntası yüzünden Yunanistan'ı terk etmek zorunda kalan Juels Dassin'in oyuncu eşi Melina Mercouri, Yılmaz Güney'e büyük bir yakınlık duyuyordu. 1981 sonrasında Mercouri'nin Yunanistan Kültür Bakanı olarak Güney'e gösterdiği dostluk da biliniyor. İmza atanlardan Jack Lang'a gelince, 1981'den itibaren defalarca François Mitterand'ın Kültür Bakanı sıfatıyla Güney'i ağırlamak olanağı bulacaktır. İşte uluslararası dostluk ve dayanışmalar bu tür zor ve acılı günlerde veya film şenliklerinde doğup, yeşerir, gelişir. Bu dostluklar arasında Güney Amerikalı birçok sinema emekçisini ve ustasını da katmak gerekiyor. Yılmaz Güney birkaçının ilk filminin yapımına yardımcı oldu örneğin. Güney hapishanedeyken filmlerinin Türkiye dışında da birçok şenlikte ödül aldığını anımsatmalıyız. Bunlar da onun yurtdışında tanınmasına ve uluslararası boyutunun genişlemesinde belirleyici oldular.
yilmaz_guney_2 Aydınlar vesayet altında
Ekim 1981'de yurtdışına çıkmak zorunda kaldığında, Güney, yıllardan beri uluslararası düzeyde tanınan bir sinema ustasıydı. Yılmaz'ın en büyük şanssızlığı büyük olasılıkla ülkesindeki aydınlar tarafından yeterince tanınmaması, yeterince desteklenmemesidir. Bunun değişik nedenleri bulunuyor: Birkaçını burada sıralamak yine de şart: Türkiyeli aydın korkaktır. Tutarsızdır. Devlete bağımlıdır. Bağımsız, yani bir okumuş yazmışa aydın sıfatını kazandıran birincil önemdeki özelliklerden birine sahip olamamaktadır. Evet devletin denetimi ve vesayeti altında kimi tavırlar takınabiliyor ama bağımsız tavır takınmaktan fena halde korkuyor. 60'lı yılların kendine özgü koşulları altında, aydın takımı ilk kez işçi hareketi ve sosyalist mücadeleyle ilişkiye girdi. Sandı ki sosyalizm gelecek kısa sürede ve ayrıcalıklı bir konum elde edecek. Öyle olmadı. 12 Mart 1971 askeri darbesi devrimcilerle birlikte belli sayıda aydının da tutuklanmasına neden oldu. Bu olay aydınlarla devrimciler arasında 'kopuşun' dönüm noktasıdır. Gelişmelerin aldığı seyirden fena halde korkan aydınlar, neredeyse bütün aydınlar, işçi hareketinden ve devrimcilerden uzaklaştılar. 1960'ların 'radikalizminden', hatta kimi kez kraldan fazla kralcı radikalizminden, renksizliğe, teslimiyete ve yozlaşmaya doğru inişe geçti aydınlar. Oysa aynı günlerde, darbenin birinci derecede hedeflediği Yılmaz Güney, gittikçe radikal, gittikçe siyasi ve devrimci tavırlar takındı. Türkiyeli aydınlarla Yılmaz Güney arasındaki en önemli fark budur. Ve bu fark Yılmaz'la öbürleri arasındaki 'boşanma'nın da tutanağıdır. 1974'te 'genel affı' izleyen günlerde İstanbul'da düzenlenen 'Özgürlük ve Demokrasi Gecesi'nde Güney yaptığı konuşmayla dikkatleri çekti: 'Bizim safımız halkımızın safıdır. Düşmanımız emperyalizm ve oligarşidir. Bu mücadelede üstüme düşeni yapmaya hazırım...' Hapishane yıllarında çevresinde birçok devrimci gençle, değişik kümelerdeki Marksist-Leninistlerin toparlanması için çalıştı. Akşam'da yazdı. Bu yıllar Yılmaz Güney'in aydınlarla ve mutlaka kendisiyle de geniş hesaplaşmasında bir adımdır. CHP, ona milletvekilliği teklifi getirdi. Yılmaz Güney kabul etmedi. Güney Dergisi'nde ve onu izleyen Yurtsever-Devrimci Demokrat, Demokrasi Bayrağı ve Paris'te yayınlanan mayısta siyasi yazılarıyla o günlerde ve sonrasında Türkiye'de tabu olan konuları ele aldı. Bu bağlamda Kürt ulusal hareketi ve Kürdistan'a ilişkin yazıları neredeyse göle atılan birer taştı. Bu çalışmaları, ölümünden sonra, arkadaşlarının özverisiyle üç cilt olarak ve 'Siyasi Yazılar' başlığıyla yayınlandı. Türkiye'deki 12 Eylül 1980 askeri darbesini, işkenceyi, hapishanelerdeki vahşeti en iyi biçimde ve en etkili yöntemlerle Yılmaz Güney ve yoldaşları Avrupa kamuoyuna yansıttı. Bu arada Paris Kürt Enstitüsü'nün kurucuları ve en birinci maddi ve mali yardımcısı olarak da önemli bir işi gerçekleştirdi. Bu çerçeve içinde Avrupa'daki Kürt diasporasıyla ilişkiye girdi. Bunların arasında Cigerxun, Abdurrahman Qasimlo, İsmet Şerif Vanlı, Şivan Perwer, Mahmut Baksi, Kendal Nezan sayılabilir. Türkiye'den Paris'e gelen aydın ve sanatçı yakınlarına, dostlarına, ustalarına ve arkadaşlarına 'Duvar'ı daha montajı tamamen bitmemişken, göstermekten kıvanç duydu. Yılmaz Güney hiçbir arkadaşını, yoldaşını, 'yol arkadaşını', 'abadayılarını', yakınlarını hiçbir zaman unutmadı. M. ŞEHMUS GÜZEL

0 Yorum: