Korkuyorsan terk edebilirsin. Uluslararası hukuk böyle der. Herkes, başka memleketler tarafından mülteci olarak kabul edilmeyi talep etmek ve o memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir, yeter ki korkusunun sağlam temelli bir gerekçesi olsun. Türkçeye “zulüm görme korkusu” olarak çevrilen “fear of persecution” gerekçesi, bir insanın ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle “eziyet” görmekten çekinmesini anlatır. Ama buradaki “eziyet” kavramı illa ki işkence, öldürme, hapis anlamına gelmez; kişiyi ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle baskı altında tutan her türlü korku mekanizması iltica talebine gerekçe oluşturabilir. Korkarsan terk edebilirsin; siyasi görüşlerin nedeniyle seni korkuya mahkûm eden bir ülkeden ayrılıp bir başkasına iltica etmeyi talep edebilirsin. *** Öyle sözler söyleniyor ki çevremizde, bir korku cumhuriyetinde yaşadığımızı düşünüyorum bazen. Saygın bir genel yayın yönetmeni çıkıp “İyi ki Taraf var. Bizim yazmaya çekindiğimiz gerçekleri onlar yazıyor” demiş geçen gün. Bir reklam ajansı sahibi, “İş dünyası Taraf’a ilan vermeye korkuyor” diye yakınıyor bize. Gazetelerin gerçekleri yazmaktan korktuğu, gerçekleri yazmanın beraberinde bedel getirdiği bir ülke burası... Bunu biliyoruz. Korkmayıp konuşanlara, korkmayıp yazanlara ödettikleri bedelleri de biliyoruz. Yine de insan, korkunun yolları kesebilmesine şaşırıyor doğrusu. Yolların açılmasının, şeffaflaşmanın, özgürleşmenin, çözümün ancak cesaretle mümkün olduğunu da yine hayat öğretiyor zira. *** Ulusal marşı “Korkma” diye başlayan cumhuriyette, korkunun her yere nasıl yayılıp kimleri nasıl susturduğunun örnekleri o kadar çok ki... Haşim Kılıç geçenlerde ne dedi ve başına neler geldi hatırlasanıza. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Anayasa’nın değişmez maddeleri konusunu konuşmaya cesaretinin yetmediğini” açıklaması bile, bir öcüler korosunu, bir zulüm mangasını, bir tür Engizisyon konseyini harekete geçirebiliyor bu ülkede. Anlaşılan aynı korodan, aynı mangadan, aynı konseyden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de çekiniyor. Çankaya Köşkü’nde Hakkârili sivil toplum temsilcileriyle konuşan Gül, “Düne kadar adı yoktu; bugün biz de biliyoruz” diye adını vermeden andığı Kürt meselesi konusunda bakın ne demiş: “Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin bana söylemek isteyip, söyleyemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum.” Nasıl bir korku cumhuriyeti ki bu, Kürt meselesinde demokratik çözüm isteyen bir cumhurbaşkanı, çözümün nasıl olacağına ilişkin fikirlerini dillendirmekten çekiniyor; cesareti “anlarsınız ya...” türü imalara yetiyor ancak. *** Gazetecilerin gerçekleri yazmaktan, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın anayasa hakkında konuşmaktan, Cumhurbaşkanı’nın fikirlerini söylemekten korktuğu bir cumhuriyet... Sustukça öcüler korosunun, zulüm mangasının, Engizisyon konseyinin istediği oluyor oysa. Biz susarsak, silahların susmayacağını hayat her gün öğretiyor bize. En alttan en tepeye “zulüm görme korkusunu” bu denli içselleştirmiş bir ülkede nasıl yaşanır? Ağzından çıkabilecek sözden çekinen Cumhurbaşkanı başka bir ülkeye iltica mı etsin? Susturan korkunun, terk ettiren korkudan farkı ne? Öcülerle başa çıkmanın tek yolu, inadına konuşmak değilse nedir? |
Friday, November 21, 2008
Türkiye Korku Cumhuriyeti
KurdTime : Friday, November 21, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
1 Yorum:
evet sik kafalı yasemin çong sen ıraka gidip halk için çarpışabilirsin canım benim
Post a Comment