21-Nov-08 [14:52] PNA’ya açıklamada bulunan Osman, “Şuanda Maliki ile olan sorunlarımız iki yıl önce çözüme kavuşturmamız gerekiyordu” dedi. Şuana kadar çözüme kavuşturulamayan sözkonusu sorunların daha da arttırdıklarını belirten Osman, “Bana göre Maliki hakkında gerçek bir şekilde düşünmek lazım. Çünkü eğer şimdiki mantıkla kalırsa başarılı bir Başbakan olarak çalışamaz. Çünkü şuanda hiçbir taraf da Maliki ile birlikte değil. Bunlardan; Kürtler, Yüksek İslam Konseyi, Uzlaşma Cephesi, İslam Partisi ve diğer taraflardır” dedi. Bununla birlikte de Maliki’nin zayıf bir duruma düştüğünü kaydeden Osman, “Maliki’nin hakkında ve Maliki’nin görevden alınması hakkında bütün ihtimallerin gözönünde bulundurmasının vaktinin geldiğini düşünüyorum” dedi. Maliki’nin görevden alınmasının zamanının geldiğini söyleyen Osman, sadece Kürtlerin sorunu olmayacak şekilde Irak Parlamentosunun yoluyla Anayasa ve yasaların kullanılmasında bütün Iraklı siyasi tarafların Maliki hakkında görüşlerini açıklaması gerektiğini vurguladı. |
Saturday, November 22, 2008
OSMAN: “MALİKİ’NİN GÖREVDEN ALINMA ZAMANI GELDİ”
KurdTime : Saturday, November 22, 2008 1 Yorum
Etiketler : Kurdistan
Friday, November 21, 2008
Milis güçleri anayasaya aykırı
Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu, Başbakan Nuri el Maliki’nin Kerkük’te oluşturmak istediği milis güçlerinin anayasaya aykırı olduğunu duyurdu. ‘Nahrain.com’ adlı internet portalında geçen bir habere göre, Güneyli güçlerin sert tepkisine neden olan ‘Kerkük’te milis güçlerinin oluşturulma planı’ anayasaya aykırı. Anlaşma metni okunamıyor Irak ile ABD arasında anlaşmaya verilen ‘güvenlik anlaşması’nın metni parlamentoda okunmaya başlandı. Ancak Sadr yanlısı milletvekilleri protestolarıyla metnin okunmasına engel oluyor. Kısa adı SOFA olan ABD’nin 2011 sonunda çekilmesini öngören güçlerin statüsü anlaşmasının metni önceki gün Irak Parlamentosu’ndan Savunma ve Güvenlik Komisyonu Üyesi Hasan es-Senid tarafından okunmaya başlandı. Ancak Sadr grubu yanlısı milletvekilleri, ellerini masalara vurarak ve bağırarak, es-Senid’in duyulmasını engelledi. Metnin okunmamasından dolayı Parlamento Başkanı Mahmud el Meşhadani ise oturuma bir gün ara vermek zorunda kaldı. Bu arada anlaşmayı milletvekillere anlatmak için Parlamento’ya giden Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Sadr grubu milletvekili Ahmed Mesudi’nin saldırısına uğradı. Dışişleri Bakanı’nın üzerine yürüyen Mesudi’yi Zebari’nin korumaları tarafından zor engellenerek olay yerinden uzaklaştırıldı. Saflar netleşiyor İlk gün metnin okunmasına engel olan Sadr grubu dün de parlamentoyu birbirine kattı. Metnin okunmaması için yüksek sesle bağıran milletvekilleri ilk gün gibi masalara vurarak, Senid’in sesinin duyulmaması çaba gösterdi. Sadr yanlısı milletvekillerini sakinleştirmeye çalışan Parlamento Başkanı Meşhadani, oldukça zorlandığı gözlendi. Öte yandan anlaşmaya olumlu bakanlarla bakmayanlar ayrışmaya başlandı. Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran Birleşik Irak İttifakı üyesi Irak İslami Yüksek Konseyi ile İslami Dava Partisi ve Kürt partileri PDK ve YNK anlaşmaya olumlu oy verecekler. Anlaşmaya oy vermeyecekler ise eski başbakan Iyad Allavi liderliğindeki el Irakiye, Sadr yanlısı grup ve Fazilet Partisi. 275 sandalyelik parlamentoda üç grubun sandalye sayısı 64. Sünniler şart koşuyor 44 milletvekile sahip olan Sünni Irak Uzlaşma Cephesi de anlaşmaya mesafeli duruyor. El-Hayat gazetesine demeç veren Irak Uzlaşma Cephesi Lideri Adnan Duleymi, Amerikalıların elinde tutuklu olarak bulunan Iraklıların durumunun ne olacağı belli olmadan ve Amerikalılar yıl sonuna kadar bu tutukluları serbest bırakmadan veya Iraklı yetkililere teslim etmeden hükümetin imzaladığı anlaşmayı onaylamayacaklarını söyledi. Duleymi, anlaşmanın referanduma götürülmesini istediklerini söyledi. Iraklı kaynaklar, Sünni Irak Uzlaşma Cephesi’nin anlaşmaya ret oyu vermesi durumunda anlaşmanın kabul edilmesinin imkansızlaşacağını belirtiyorlar. BAĞDAT YENİ ÖZGÜR POLİTİKA |
KurdTime : Friday, November 21, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kerkük
Kürtlerde göz oymacılık
Hasan Bildirici Kurdistan-Post.org Tarih: 20 Kasım 2008 Perşembe Kürt tarihinin bütün isyan, kırılma ve direniş tarihlerini bir bir irdeleyin. Göreceksiniz ki, benzer bir tablo ile karşılaşırsınız. İç ihanet ve göz oyma. Şeyh Said ve arkadaşları, ihanetçi bacanağı Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülüp devlete teslim edildiler. Alişer'in kafasını öz yeğeni kesti. Lütfen, Kürtlük denince aklınıza sadece direniş değil, aynı zamanda iç ihanet ve iç göz oymacılık gelsin. Kürtlerdeki ihanetçi güruhları sıralamanın lüzumu yok. Denizde kum, havada kuş kadar çok olduklarını daha önce söylemiştik. Kürtlerde o kadar çok bilinçli ve kasıtlı hain zümre var ki; zavallı köy korucuları, Türk ordusu saflarında gerillalara karşı savaşan sıradan askerler; gardiyanlar, Kürt çocuklarına zorla Türkçe öğreten öğretmenleri de hain sınıfına dahil ederseniz, işin içinden çıkamazsınız. Hele Türk, Filistin, Yunan ve Siyah Afrikalıların ulusal yasalarını, Mandela’nın hareketi ANC veya HAMAS yasalarını Kürtlere uygularsanız her aileden en az birinin boynuna hainlik yaftası asmak gerekecek. Filistin’de idam sırasını bekleyenlerin büyük bir kısmının suçu, İsraillilere emlak satmaktır... Gerisini varın siz düşünün... Bu yazının konusu ihanet değil. Kürtler haini bol bir halk olmasalardı, herhalde dünyanın devletsiz en büyük t opluluğu olmaz ve siyaset önderleri ana dilini yasaklayan Türk devletinin televizyonlarında, gazetelerinde, meclislerinde birbirlerinin gözlerini oymazlardı. Bunun adı, göz oymacılıktır. Göz oymacılığı Kürtlerde; ağaç oymacılığı, mermer oymacılığı, bakır oymacılığı, taş oymacılığı gibi gelişkin bir meslektir. Hatta diğer oymacılık sanatlarının Kürtlerde göz oyma sanatının aşırı inceliğinden dolayı pek gelişmediği söylenmektedir. Bunun tarihe mal olmuş bir hikayesi bile vardır. İki başarılı Kürt bir yerde paşanın mı ne huzuruna çıkmışlar. Paşa ilkine demiş ki, benden isteyeceğin şeyin iki katını arkadaşına vereceğim. Bizim Kürt demiş, bir gözümü çıkarın efendim. Kendisinin bir gözü çıkarılınca ötekisinin iki gözü çıkarılacak ya... Hiç kıvırtmanın lüzumu yok. Kavramları yerli yerinde ve bir kez doğru kullanmak gerekiyor: Kürtlerin göz oymacılık tarihi, direniş tarihinden baskın olmasaydı, kırk milyon oldukları halde hala dilleri ve ülke adları yasak olmazdı. Şöyle bir bakın, partilerimizin ve hareketlerimizin merkez komitelerinde yer almış kişilerin tümü yazar. Hepsi yazar. Ayrılan, bırakıp kaçan, yıllarca bir kenarda uyuyan, dağlarda hala gerilla komutanlığı yapan, Avrupa’da uçan kuşu dolandırdıktan sonra kapağı attığı Türkiye’de yeni bir çizgi tutturan, mahalle komitesinde sorumluluk yapan, örgüt dağıtan, halihazırda örgüt yöneten, miletvekilliği yapan, parti genel başkanlığı mevkinde bulunan... Yani bir bütün halinde yazarlar topluluğuyuz. Ne kültürlü bir halkız değil mi! Bu sözüme inanmadığınızı biliyorum, ama doğuştan yazar olan merkez komite arkadaşlarımızın ve genel başkan arkadaşlarımızın göz oymaca yazılarını okuyup ondan sonra arkadaşınıza mesaj çekmiyor musunuz: “Burada ne demiş olabilir acaba?” Tabii bu yazdıklarımı yazar kıskançlığına yoranlar olacak, ama bunu kabul etmeyeceğim. Eski ve yeni merkez komite yazarlarımızın göz oymacı yazı ve televizyon programlarıyla benim yazı alanım farklı. Ayrıca ne bir Türk televizyonuna çıkarım ne de Aksiyon, Zaman ve yeni Şafak gibi Türk-İslam Sentezi yayın organlarının Kürt Bülbülü olurum. Dedim ya, ben biraz içime kapanık bir insanım. Bir de katiller ve onların basınıyla uzlaşmayan ve böylece de bu dünyadan çekip gitmeyi hedefleyen lanet özelliklerim var. Ama galiba tüm merkez komite ve bölge komite üyelerinin yazar olduğu başka bir ülke örneği yok. O ülkelerde fırıncı fırıncılık yapar, siyasetçi örgütçülük yapar, askeri askerlik; gazetecisi gazetecilik yapar... Mahalle komitesinden sorumlu olan kişi de mahallenin sorunlarıyla ilgilenir. Ama biz hepimiz yazarız. Hep birlikte yazarız. Siyasetteki başarısızlığımızı ve iktidarsızlığımızı kamufle etmek için bir süre de bu alanda göz oymacı yazılarla ortalığın anasını ağlatırız. Bir yaprağı, bir gülüşü, suyun akarken ki çığlığını, bir çocuğun özlemini, bir kadının aşkını yazamayız, ama eskiye dayalı pratik tecrübelerimizi de ekleyerek göz oyan iyi yazılar yazarız. Otuz sene yol arkadaşlığı yaptığımız birine bir gecede düşman makalesi döşemek bize mahsus bir yetenektir. Ama önemli bir yetenektir. Fakat biz hepimiz, Kürtçe nasıl denir, Keşke söyleyebilsem, Em hemu niviskarın, hemu televizyoncu... Onun için de aslında hiçbir şey değiliz. Her şey olmaya çalışırken hiçbir şey olamamışların hüzünlü hikayesidir bu. Bu, sorunlarını tartışabilecekleri kendilerine ait bir kulübesi dahi olmayanların öyküsüdür. Kürtlerin göz oymacı bir şekilde tartıştıkları yerlerin listesi aşağıdadır. Siz bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Türk Haber, Türk SKY, TÜRK ŞOHW, TÜRK STAR, TÜRK TRT, TÜRK ATV... Türk Kanal 7, Türkiye Büyük Millet Meclisi... Türk Cezaevi denetiminden geçmiş metinler... TÜRK AKSİYON, TÜRK ZAMAN... Türk Milliyet, Türk Hürriyet... Niye bir şey olamadığımızı anladınız mı? İyi seyirler ve iyi okumalar... Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com |
KurdTime : Friday, November 21, 2008 1 Yorum
İHH'nın Kürt Raporu
İHH İnsani Yardım Vakfı'nın hazırladığı “Kendi dilinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yoksulluk ve Sosyal Durum Raporu” her ne kadar yerel seçimler öncesi siyasi partilerin Güneydoğu'daki gücünü tartışmak için bir veri olarak alınsa da, aslında çok daha derin bir ilgiyi hak ediyor. Rapor; ekonomik, etnik, şiddet/terör demokrasi ve insan hakları, eğitim ve toplumsal açıdan detaylı bir çalışma ve dikkat çekici tespitler içeriyor. Ağırlıklı olarak güvenlik eksenli bakılan bölgenin önemli sorunlarını belirleyip sağlam önerilerde bulunulan çalışma Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ve Batı bölgelerindeki bazı illerde yapılmış. Dolayısıyla “bölge”de yaşayanlarla Batı'da yaşayanların verdiği cevaplar farklılık arzediyor. Sadece “bölge”de yaşanların verdiği cevaplardan dikkatimi çeken birkaç örmek vereyim: İşsizlik oranı yüzde 68. Yeşil kart kullananların oranı yüzde 64.1. Görücü usulüyle evlenme oranı yüzde 78.3. Kürtçe kursuna “katılmayı düşünmüyorum” diyenlerin oranı yüzde 77.8 iken, “meslek kursu” isteyenlerin oranı yüzde 75.8. Bölge halkının ezici çoğunluğu “bir şekilde” göçe maruz kalmış. Ama göç ettikleri bölgeden memnuniyet oranı yüzde 57.5 ve yeni yerlerinde uyumsuzluk çekmeyenlerin oranı da yüzde 80. Burada göç, devlet zoruna ya da ekonomik sebeplere bağlı olmanın yanında daha iyi bir yaşam sürme isteğine de önemli ölçüde bağlı görünüyor. Bölge halkı bir sorunla karşılaştığında ilk başvurduğu merci polis ve bu oran yüzde 80.8. Kendini bir aşirete bağlı hissetmeyenlerin oranı yüzde 88.9. Yüzde 96.7'sinin İran, Suriye ve Irak'taki Kürtlerle akrabalık ilişkisi yok. Töre cinayetlerinden kadınların sorunlarına, eğitimden bölgenin kalkınmasına kadar farklı alanlarda yerinde tespitleri içeren raporda; bölgenin en önemli sorunu sanıldığı gibi etnik milliyetçilik ya da güvenlik değil, yüzde 55'lik bir oranla işsizlik. Buna bağlı olarak da yoksulluk söz konusu. Yani rapordaki; “en sevdiğiniz lider” seçeneğinin dışındaki maddeler dikkatle analiz edilmeli. Çalışmada çok önemli çözüm önerileri sunuluyor. Yerel seçimler öncesinde ve Kürt meselesinde yeni açılımların arefesinde bu önerilerin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Şöyle: Ekonomik Boyut: Sorun birinci derecede ekonomiktir. Köklü ve kalıcı çözümler bulunmalı, sınır ticareti güçlendirilmeli. Mikro kalkınma modelleri uygulanmalı. Batı bölgeleriyle sivil yardımlaşma köprüleri güçlendirilmeli. Sorunu derinleştirmek isteyen örgütler tasfiye edilmeli. Bölgeye öncülük edecek kanaat önderleri büyük oranda Batı'ya göçmüş, bunu nüfus hareketi izlemiştir. İnsan göçü, beyin göçü, sermaye göçü ile kırsal bölge insansızlaştırılmış. Sorunların en önemli sebeplerinden biri budur. Parçalanmış aileler birleştirilmeli. Tarım ve hayvancılık geliştirilmeli. Kapsamlı bir geri düşüp programı uygulanmalı. Yardımlar bölge halkını tembelliğe itmektedir. Çalışmadan geçinen bir sınıf oluştuğundan yardımlarda dikkatli davranılmalı. Yoksulluk geçici bireysel yardımlarla değil istihdamla giderilmeli. Etnik boyut ve terör: Bölgenin sorunlarında ikinci sırada “Kürt sorunu”, üçüncü sırada terör sorunu geliyor. Kürt kimliğinin tanınması her alana yansımalı. Yerel dil ile yayınlar teşvik edilmeli. Özel kanallara izin verilmeli. Etnik kimlik fırsat eşitsizliğine yel açmamalı. Yerel ve tarihsel isimler iade edilmeli. Fiilen kan dökmemiş ve daha çıkmamış herkes af kapsamına alınmalı. Birleştirici unsurlar güçlendirilmeli. Demokrasi ve İnsan Hakları: Dördüncü sırada yer alan demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi için; devletin, Kürtleri sorun olarak algılama önyargısı yok edilmeli. Katı merkeziyetçilik yumuşatılmalı, merkezi otoriteyi zedelemeden yerinden yönetime geçilmeli. Etnik ve bölgesel ayırımlara son verilmeli. PKK varlığı nedeniyle bölge güvenlik politikalarına mahkum edilmemeli. Devletten beklentinin yüksek olması aynı zamanda umudunu artırmaktadır. Siyasi partiler temsil biçimlerini değiştirmeli, bünyelerini ağalardan, aşiretlerden ve türedi zenginlerden arındırmalı. Toplumsal Boyut: Türkiye'de toplum kesimleri arasında etnik kimlik kaynaklı bir sorun yoktur. Sorun; şiddet ortamında bunun varmış gibi gösterilmesidir. Türk ve Kürt halkı arasında kalıcı husumetlere yol açacak davranışlardan kaçınılmalı, kışkırtıcı yayınlara karşı sivil baskı uygulanmalı. Bölgede bir türedi zenginler tabakası oluşmuştur. Bunun halk üzerinde yıpratıcı bir etkisi vardır. Bu yüzden yardım ve destek doğrudan halka ulaşacak şekilde planlanmalı. İster Kürt sorunu diyelim, ister Güneydoğu sorunu diyelim, ister etnik sorun olsun isterse yoksulluk sorunu. Artık somut projeler üzerinde çalışılmalı. Yıllar süren entelektüel gevezeliklerle bugüne kadar ciddi hiçbir adım atılamadı. Siyasi, kültürel, güvenlik ve ekonomik alanlarda gerekirse acı verici kararlar alınmalı. IHH'nın çalışması, hep güvenlik/etnik eksenli gördüğümüz bölge ile ilgili bize sağlam gerçekler ve öneriler sunuyor. Bu tür çalışmalar daha da artırılmalı, ama bir yandan da somut projeler hayata geçirilmeli. |
KurdTime : Friday, November 21, 2008 0 Yorum
Etiketler : Yorum
Türkiye Korku Cumhuriyeti
Korkuyorsan terk edebilirsin. Uluslararası hukuk böyle der. Herkes, başka memleketler tarafından mülteci olarak kabul edilmeyi talep etmek ve o memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir, yeter ki korkusunun sağlam temelli bir gerekçesi olsun. Türkçeye “zulüm görme korkusu” olarak çevrilen “fear of persecution” gerekçesi, bir insanın ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle “eziyet” görmekten çekinmesini anlatır. Ama buradaki “eziyet” kavramı illa ki işkence, öldürme, hapis anlamına gelmez; kişiyi ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle baskı altında tutan her türlü korku mekanizması iltica talebine gerekçe oluşturabilir. Korkarsan terk edebilirsin; siyasi görüşlerin nedeniyle seni korkuya mahkûm eden bir ülkeden ayrılıp bir başkasına iltica etmeyi talep edebilirsin. *** Öyle sözler söyleniyor ki çevremizde, bir korku cumhuriyetinde yaşadığımızı düşünüyorum bazen. Saygın bir genel yayın yönetmeni çıkıp “İyi ki Taraf var. Bizim yazmaya çekindiğimiz gerçekleri onlar yazıyor” demiş geçen gün. Bir reklam ajansı sahibi, “İş dünyası Taraf’a ilan vermeye korkuyor” diye yakınıyor bize. Gazetelerin gerçekleri yazmaktan korktuğu, gerçekleri yazmanın beraberinde bedel getirdiği bir ülke burası... Bunu biliyoruz. Korkmayıp konuşanlara, korkmayıp yazanlara ödettikleri bedelleri de biliyoruz. Yine de insan, korkunun yolları kesebilmesine şaşırıyor doğrusu. Yolların açılmasının, şeffaflaşmanın, özgürleşmenin, çözümün ancak cesaretle mümkün olduğunu da yine hayat öğretiyor zira. *** Ulusal marşı “Korkma” diye başlayan cumhuriyette, korkunun her yere nasıl yayılıp kimleri nasıl susturduğunun örnekleri o kadar çok ki... Haşim Kılıç geçenlerde ne dedi ve başına neler geldi hatırlasanıza. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Anayasa’nın değişmez maddeleri konusunu konuşmaya cesaretinin yetmediğini” açıklaması bile, bir öcüler korosunu, bir zulüm mangasını, bir tür Engizisyon konseyini harekete geçirebiliyor bu ülkede. Anlaşılan aynı korodan, aynı mangadan, aynı konseyden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de çekiniyor. Çankaya Köşkü’nde Hakkârili sivil toplum temsilcileriyle konuşan Gül, “Düne kadar adı yoktu; bugün biz de biliyoruz” diye adını vermeden andığı Kürt meselesi konusunda bakın ne demiş: “Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin bana söylemek isteyip, söyleyemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum.” Nasıl bir korku cumhuriyeti ki bu, Kürt meselesinde demokratik çözüm isteyen bir cumhurbaşkanı, çözümün nasıl olacağına ilişkin fikirlerini dillendirmekten çekiniyor; cesareti “anlarsınız ya...” türü imalara yetiyor ancak. *** Gazetecilerin gerçekleri yazmaktan, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın anayasa hakkında konuşmaktan, Cumhurbaşkanı’nın fikirlerini söylemekten korktuğu bir cumhuriyet... Sustukça öcüler korosunun, zulüm mangasının, Engizisyon konseyinin istediği oluyor oysa. Biz susarsak, silahların susmayacağını hayat her gün öğretiyor bize. En alttan en tepeye “zulüm görme korkusunu” bu denli içselleştirmiş bir ülkede nasıl yaşanır? Ağzından çıkabilecek sözden çekinen Cumhurbaşkanı başka bir ülkeye iltica mı etsin? Susturan korkunun, terk ettiren korkudan farkı ne? Öcülerle başa çıkmanın tek yolu, inadına konuşmak değilse nedir? |
KurdTime : Friday, November 21, 2008 1 Yorum
Kürt Aleviler: Kirli siyasete alet olmayacağız
Kürt Aleviler hem inançlarından hem de kimliklerinden dolayı iki defa ayrımcılığa tabi tutuluyor. Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya ve Tunceli gibi illerde yapılan katliamlarla bastırılmak istenen Aleviler, MHP ve CHP'den sonra AKP'nin politikalarına alet edilmek isteniyor. AKP Hükümeti yerel seçimler öncesi bölgede Alevileri kullanarak 'kirli siyasetine' devam etmek istiyor. Bu doğrultuda DTP'nin seçilmiş ve yöneticilerinin dini kimliğini kullanarak, 'dinsiz', 'imansız' gibi göstermeyi amaçlayan AKP, Alevilik üzerinden Sünnilerin oylarını almaya amaçlıyor. Ancak bir yandan Alevileri 'dinsiz' ve 'imansız' olarak tanımlayan AKP, diğer yandan 'Gelin canlar bir olalım' diyerek, Alevilerin oylarını ise yeni yasal düzenleme ile almayı hedefliyor. Kürt Aleviler ise yıllardır birçok baskı ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve mağdur olduklarına vurgu yaparak, sorunlarının çözümünün Kürt sorunun barışçıl çözümünden geçtiğini belirtiyor. |
KurdTime : Friday, November 21, 2008 0 Yorum
Etiketler : Alevi
Thursday, November 20, 2008
BAŞKAN BARZANİ: “KÜRTLERİ ENFAL VE KİMYASAL SİLAHLARLA YOK EDECEKLERİNİ DÜŞÜNENLERİN KADERİ SADDAM GİBİ OLUR”
"Kaderleri Saddam Hüseyin gibi olur" 20-Nov-08 [14:50]PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırılacağını düşünenlerin kaderlerinin Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi. Başkan Barzani, 150 Enfal şehidi için bugün Uluslararası Hewler Havaalanında düzenlenen merasimde yaptığı konuşmada, Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırılacağını düşünenlerin kaderinin Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi. Törende hazır bulunan Necef halkı ile yetkililerini selamlayan ve teşekkür eden Başkan Barzani, “Bu olay her iki tarafın aynı zulme uğradığını gösteriyor. Bu da Kürt ve güney Irak halkı ile ölümsüz Barzani ve Hekim arasında olan tarihi ilişkilerin kanıtıdır” dedi. "Bugün gördüklerimiz denizden bir damla" Başkan Barzani konuşmasında, “Malesef Yeni Irak’ta Kürtlerin başına gelenlerin az olduğunu ve şuanda hayatta olan Kürtlerin de ortadan kaladırılması gerektiğini diyenler hala var. Biz de Arap dostlarımız ve insan dostluğu olanlarla bu rüyanın gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz” dedi. Başkan Barzani, “Bugün gördüklerimiz denizden bir damladır. Kürde yapılan zülüm, Enfal fikriyle yaşasyanlara bir mesajdır. Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırlacağını düşünenlerin kaderleri Saddam’ın kaderi gibi olur” dedi. Irak’ın durumunun Kürdistan Bölgesi’nin durumuna bağlı olduğunu söyleyen Başkan Barzani, birçok oy için Kürt ve Arap arasındaki kardeşliğin bozulmaması gerektiğini vurguladı. Yeni Irak’ta ortak olduklarını ve Irak’ın özgürleştirilmesi çerçevesinde kan verdiklerini kaydeden Başkan Barzani, Irak halkının artık rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamasını, Kürdistan halkının da bu tereddütten kurtulmasını ve Kimyasal silah ve Enfal katliamlarının tekrarlanmamasını istediklerini ifade etti. |
KurdTime : Thursday, November 20, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kurdistan
Wednesday, November 19, 2008
Şeyh Said İsyanın bilinmeyen yönleri!
“Ben Diyarbekir surları önünde öldüm!” Ali ERDOĞAN-www.kurdistan-post.org Hepimizin bildiği, bu güne dek, tarihe geçen 29 Kürd isyanı olmuş. Bunlar arasında bence en önemlı olanları: Dersim, Şeyh Said ve 25 yıldır devam eden PKK ayaklanmasıdır. Şeyh Said isyanını, okullarda bizlere, gerici bir ayaklanma olduğunu öğretmişlardı. Şeyh Said’ın tutucu bir şeyh olduğunu ve dini esaslara dayalı bir devlet kurmak istediğini beynimize yerleştirmeye çalışmışlardı. Bu olayı anlatırlarken Kürd kelimesi asla geçmiyordu. O günlerde biz Alevi’ler üzerinde istenilen etkiyi bıraktığını söyliyebilirim. Bir Alevi dostum, Fransa’dan bana bir kitap getirdi. Kitabın ismi: “NİŞANCI”. Metin AKTAŞ kaleme almış. 448 sayfa. Bu kitap bilgi daracığımı ters yüz etti diyebilirim. Daha önce bazı kuşkularım vardı. Ayaklanmayı yöneten Şeyh Said’i öldürtmek için, bir ALBAY ve satılmış HASAN ağa ile Varto’lu (Lolan aşiretinde) Alevi olan ve her attığını vurabilen CEM isminde bir gencin annesini, kızkardeşini ve karısını rehin alırlar. “Şeyh Said’i öldürmezsen ailenin tümünü, asonra da seni öldüreceğiz” derler. ALBAYIN gayesi, bir taşla iki kuş vurmak ister: Alevi bir Kürd, Sunni Kürd aşiretin liderini öldürecek. Aşiretler arasında yüz yıl sürecek bir kan davasının doğmasına vesile olacaktı. Kürt Alevi’lerle Sünni Kürt’lerin birleşmesi engellenmiş olacaktı.(s. 53) Cem, Şeyh Said’i öldürmeye giderken yolda bir olaya tanık olur. Kötü yola düşen bir kız, ailesı tarafında RECM (taşlanarak öldürmek) etmek istenir. Cem bu vahşete mani olur. Kızı eş olarak ailesinden ister.... Kız Sünni olduğu için Alevi pirleri nikahını kılmaz. Olaylar gelişir. Cem, Şeyh Said’le karşılaşır ve dost olurlar. Tutucu ve gerici diye bize tanıtılan Şeyh Said, Cem’e “nikahınızı kıyarım” der.(s. 127) Yine kadının biri, Şeyh Said’e: “ tornum konuşmuyor. Onun üzerine bir oku” der. Şeyh Said: “Hatun, hatun ben üfürükçü müyüm” diye bağırır, “tornunu doktora götür” der.
Metin AKTAŞ kaleme almış. 448 sayfa. . . Şeyh Said, Kürdistan bölgesinde köy, köy, ilçe, ilçe gezerek halkı örgütlerken; Piran’a çağrılır. Orada askerlerle karşılaşır. Oraya çağırmayı, Şeyh Said’in bacanağı Binbaşı Kasım, Şeyh Said’in kardeşi Abdürrahim’e baskı yaparak çağırtır. Bu Binbaşı KASIM, AZADİ örgütünün kurucusu Miralay Halit Beyi ve arkadaşlarını devlete ihbar eden kişidir. Şeyh Said taraftarı mecburi olarak askerlerle çarpışır Piran’da. Askerler yenilir. Bu esnada, kardeşi Abdürrahim; Şeyh Said’e danışmadan, Hani’ye, lice’ye, Ergani’ye, ve Siirt’e haber gönderir ki, “Şeyh Said’in emridir, ayaklanma başladı” der. Bunu öğrenen Şeyh Said, üzüntü içerisinde etrafındakilere : “Günü dolmadan doğan çocuk ölü çocuktur. Ama yapacağımız fazla bir şey kalmadı; çünkü çocuk ana rahmini terk etti. Atılan hatalı bir adım ( hazırlığımız tamam olmamıştı manasında) bizi nerelere sürükledi” der. (S. 186) Devlet güçleri olan askerler, uğradıkları her köy ve kasaba da, taş üstünde taş bırakmazlar. Çocuk, kadın, yaşlı demeden görebildiklerini öldürürler. Evlerı, samanlıkları ateşe verirler. İnsanları canlı, canlı ateşin içine atarlar. Kimini de öldürerek ağaçlara casarlar.Tam bir katliam gerçekleştirilir.... Ayaklanma devam eder. Lice, Derehanı, Hani, Genç, Bingöl, Palo, Muş ve Varto alınır. Şeyh Said yine de endişelidir. Dava arkadaşlariyle konuşurken: “Kontrolüm dışında gelişen olayları, kontrolüme almaya çalışıyorum; başaramıyorum! Olaylar çok hızlı gelişiyor!...”der. (S. 239) En son Elaziz alınır. Ama, Hamidiye Alayında görev almış bazı milisler de isyana katılmıştı. Karakoçan’lı ÖMER, eski bir Hamidiye Milis komutanıydı, adamlarına emir verir “Şeyh Said’in emridir, şehri yağma edin” der. Şehir yağma edilince, halk silaha sarılır; ayaklanmayı yapanlara karşı çıkar. Şehir kısa zamanda tekrar askerin eline geçer. Sıra Diyarbekir’i almaya gelir. Şehir kuşatılır günlerce. Surlar içerisindeki halk, yeteri kadar örgütlenmediği için isyana katılıp surun dışındaki halka yardım etmez. Bunun üzerine “ben Diyarbekir Surların önünde öldüm” diyecek Şeyh Said, günler sonra. Diyarbekir önünde ayrılan Şeyh Said ve arkadaşları, ihanetçi bacanağı Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülür ve devlete teslim edilir. Boşuna denmemiş “ağacın kurdu özünden olur”. Veya balta ağacı keserken, ağaç dillenir: “Ne acıdır ki, sapın bende” der. Ben Kürd’üm, yurt severim diyenin bu kitabı alıp okuması gerekir. Çünkü alınacak nice derslerle dolu... Not: DOZ Yayıncılık, Taksim cd. No:71/5, 80090 Beyoğlu-Taksim- İstanbul. E-mail: dozyayinleri@yahoo.com adresinde temin edilir. |
KurdTime : Wednesday, November 19, 2008 2 Yorum
Jane's Defence: Öcalan Türkiye'nin siyasi liderlerinden
Gundem Dünyaca ünlü İngiliz savunma dergisi Jane's Defence yayınladığı raporda, PKK'yi siyasal parti, Öcalan'ı da Türkiye'nin siyasi liderlerinden biri olduğu belirtildi. Ankara'nın Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un hemen ardından listede yer verildiği Öcalan'ı çıkarmak için yaptığı girişimler sonuç vermedi. |
KurdTime : Wednesday, November 19, 2008 0 Yorum
İsviçre basınında Erdoğan boykotu!
ANF BERN / Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Medeniyetler İttifakı” Eşbaşkanı sıfatıyla Cenevre ziyareti fiyasko ile sonuçlandı. İsviçre basını Erdoğan’ı haberlerinde görmedi, uluslar arası hukukçu Claude Rouiller ise Kürtlerin sadece bir kase yoğurt etrafında hatırlandığı tepkisinde bulundu. İsviçre’nin Cenevre kentinde dün BM binasında Uygarlıklar İttifakı ve İnsan Hakları Salonu’nun açılışına İspanya Kralı Juan Carlos, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ve İsviçre Konfedrasyon Başkanı Pascal Couhepin katıldı. Türk Başbakanı Erdoğan da “Medeniyetler İttifakı Eşbaşkanı” sıfatı ile katıldı ancak gören olmadı. MEDYA ERDOĞAN’I GÖRMEDİ İsviçre medyası haberlerinde Erdoğan’a yer vermedi. Oysa bundan birkaç gün öncesine kadar Konfederasyon Başkanı Pascal Couchepin’in Türkiye ziyareti nedeniyle temel gündem konularından biri olmuştu. Kürtlerin iki ülke arasında pazarlık konusu olması İsviçre basınında da tepki gördü. Couchepin’in 11 Kasım’daki Türkiye ziyareti önceki PKK’ye karşı katı önlemler alındı. Couchepin Türkiye’de Lozan anlaşmasının imzalandığı masayı hediye etti. İsviçre haber ajansı ATS canlı olarak verdiği görüntüler arasına Erdoğan’ı koymadı. Cenevre Halkevi’ne göre İsviçre basını Erdoğan’ın “medeniyet ittifakı” üzerinde konuşmasını samimi ve inandırıcı bulmadı. Halkevi, başta ATS olmak üzere İsviçre medyasının “Başbakan düzeyinde katılan bir kişiden bahsetmemesinin oldukça düşündürücü” olduğuna dikkat çekti. Zira haberlerde 700 davetliden bahsedilirken Erdoğan bu davetliler arasında sıralanmadı. Cenevre Halkevi, “İnsan hakları konsey salonunda insan hakları ihlallerin en yoğun ihlal edildiği ve ayaklar altına alındığı bir ülkenin başbakanı olarak böyle bir salonun açılışında söyleyeceği fazla sözü olmadığı gibi söylediklerinin de fazla dikkatte alınmadığını göstermektedir” dedi. SEVR HATIRLATMASI İsviçre ulusal televizyonu TSR de Erdoğan’dan hiç bahsetmezken en çarpıcı yorum Le Temp gazetesinde yer aldı. Gazete Erdoğan’ın ziyaretine yer vermezken, Pascal Couchepin’in Ankara ziyaretine ilişkin bir makale yayınladı. Uluslar arası hukukçu ve profesör Claude Rouiller gazetedeki makalesinde Konfederasyon Başkanı’nın Ankara ziyareti ve 1923’te Lozan anlaşmasının imzalandığı masayı hediye etmesini eleştirdi. Fransa eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın Fransa’nın Yahudi trajedisi, kolonyalizm, köleliğe ilişkin sorumluluklarını kamuoyu önünde tanıması ve Filistin lideri Yaser Arafat’a iltica hakkı vermesi gibi cesur sembolik eylemleri nedeniyle tarihte yer alacağını belirten Rouiller, ayrıca iktidar jubilesini kaybetme pahasına referandumdan önce Türkiye’nin AB’ye üyeliğine destek vermesinin de unutulamayacağını ifade etti. Bu açıdan bakıldığında İsviçre heyetinin Türkiye ziyareti sırasındaki yaklaşımlarının daha az “maruz görülebilir” olduğuna dikkat çeken Rouiller, makalesinde Türkiye tarihine ışık tuttu. Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte 1920’deki Sevr Anlaşması’na değinen Rouiller, sadece Ermenilerin bu masada olmadığına işaret ederek, ancak buna rağmen soykırımdan kurtulanlar için Anadolu’nun kuzeydoğusunda bir devlet verildiğini belirtti. Rouiller, “Antik uygarlığın Hint-Avrupa halkı Kürtlere de, Anadolu’nun kalan kısımları ile bugünkü Irak’ın kuzeyinde bir ülke, Kürdistan verdi” dedi. Ancak bu anlaşmanın Türkiye tarafından onaylanmadığını ifade eden Rouiller, Türkiye’nin 1921’de genç Sovyetler Birliği ile Kars Anlaşması’nı, daha sonra da 1923’de ABD hariç Dünya Savaşı’nın galipleri ile Lozan Anlaşması’nı yaptığını hatırlattı. Rouiller, “Bu anlaşmalar uyarınca Yunan azınlık toplu nüfus değişimine kurban edildi, bir tür konvansiyonel etnik temizlik; Büyük Ermenistan ve Kürdistan tarihin yer altı zindanlarına düştü” dedi KÜRTLER BELKİ BİR KASE YOĞURT ETRAFINDA HATIRLANDI Lozan Anlaşması’nın imzalandığı masanın Türkiye’ye verilmesini değerlendiren Rouiller, “Bağışçılara imzadan sonra yaşanan korkunç şartları hatırlatmak kuşkusuz yersiz oldu. Ama onlara demokrasilerde hafıza görevinin kendisini dayattığı gösterildi” ifadelerini kullandı. İsviçre Ulusal Konseyi’nin 2003 yılında Ermeni Soykırımı’nı tanıdığını hatırlatan uluslar arası hukukçu Rouiller, Kürtlerin ise izinli özel bir sayım olmadığı için sayılarının 10 ila 20 milyon arasında tahmin edildiğini belirterek, “Onların azınlıklar hakları belki bir kase yoğurt etrafında hatırlandı” dedi. İnsan hakları organizasyonlarının Kürtlerin yaşadığı ekonomik, sosyal ve kültürel ayrımcılıklara tepki gösterdiğine dikkat çeken Rouiller, Avrupa yüksek hukuku ve Federal İsviçre Mahkemesi’nin bu kuşkularının olduğunu ve bu nedenle Kürt mültecilere Avrupa’da yer verdiğini söyledi. Ancak Türkiye’nin de “Genişletilmiş siyasi suçların korunması” adı altında sürekli bunların sınırdışı edilmesini istediğini belirten Rouiller Kürt sorununun Ankara için büyük endişe kaynağı olduğunu vurguladı. KÜRT SORUNU FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASI GİBİ KENDİNİ DAYATACAK Ancak askeri baskıların çıkışsız bir yol olduğunun altını çizen Rouiller, “Yüksek donatılmış bir ordu ile büyük İngiliz tarihçi Hobsbawm dediği gibi ‘herkesin bildiği üzere gerillaya uygun dağlı’ bir halkın direniş hareketi arasında yaşanan 30 yıllık savaşın bilançosu 35 bin ölü ve 250 bin göç oldu, bu rakamlar doğrulanamaz. Bu unutulmuş savaş, er veya geç öfkeli bir şekilde Filistin-İsrail çatışmasının sonsuzluğunu hatırlatan kavramlarla dünyaya kendini dayatabilecek Kürt sorununa çözüm getirmeyecek” Kürt sorununa adil ve barışçıl bir çözüm bulunmasını isteyen Rouiller, “Batılılar düşündüklerini söylemeye cesaret edenlere saygı gösteriyor. Türkler de bizim Kuzey Avrupalı sessizliğimizi takdir ediyor : bizim heyetimiz İsviçre’ye doğru yol aldığı sırada, onların uçakları, uluslar arası hukuku ihlal ederek, Kürt otonomistlerin kamplarının bombalamak için Irak sınırını geçiyordu” diyerek sözlerine nokta koydu. |
KurdTime : Wednesday, November 19, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kurdistan
Tuesday, November 18, 2008
İşte Türkiye'deki 'fakirlik' haritası
Küresel ekonomik krizin Türkiye’de kendini göstermeye başladığı dönemde, hükümet “Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmet Projesi” adı altında Türkiye’nin yoksulluk haritasını hazırlamaya çalışıyor. Yoksulluk haritasının en önemli unsurunu, Türkiye’deki yeşil kartlılar oluşturuyor. Ve bugün Türkiye’de yeşil kart sahiplerinin “nerelerde yoğunlaştığına” bakıldığında, aslında Türkiye’nin yoksulluk haritası da ortaya çıkmış oluyor. İşte, resmi verilere göre Türkiye’nin “yeşil kart” ya da “yoksulluk” haritası: GÜNEYDOĞU’DA İKİ KİŞİDEN BİRİ YEŞİL KARTLI Yeşil kart dağıtımından en çok Güneydoğu Anadolu yararlanmış. Bölge illerinde hemen hemen her iki kişiden biri yeşil kartlı. İşte nüfusa göre, illerin yeşil kart oranları; Zeynep Gürcanlı YAZIYOR EN ÇOK YEŞİL KART BİNGÖL’DE Bingöl’de nüfusun yüzde 50’sinin yeşil kartı var. İlin nüfusu 243 bin, yeşil kartlı kişi sayısı ise 118 bin. Bingölü sırasıyla Siirt (il nüfusunun yüzde 47.7’si) , Hakkari (il nüfusunun yüzde 47.6’sı), Van (il nüfusunun yüzde 47.3’ü),Ağrı (il nüfusunun yüzde 45’i), Adıyaman (il nüfusunun yüzde 41’i), Batman (il nüfusunun yüzde 39.3’ü), Bitlis (il nüfusunun yüzde 39.2’si), Şırnak (il nüfusunun yüzde 38.7’si), Iğdır (il nüfusunun yüzde37’si), Kilis (il nüfusunun yüzde 35.7’si), Muş (il nüfusunun yüzde 35.5’i), Mardin (il nüfusunun yüzde 33’ü), Kars (il nüfusunun yüzde 32.6’sı), Diyarbakır (il nüfusunun yüzde32.3’ü) ve Tunceli (il nüfusunun yüzde 31’i) izliyor. NÜFUSA GÖRE EN AZ YEŞİL KART İSTANBUL’DA İl nüfuslarına göre “en az” yeşil kartlı sayısı ise İstanbul’da. İstanbul’da nüfusun sadece 2.7’si yeşil kart sahibi. Bu yüzdenin rakamsal karşılığı ise yaklaşık 325 bin kişiye denk geliyor. İstanbul’u “en az yeşil kartlı vatandaş” sayısında Bursa (il nüfusunun yüzde 3.5’i), Ankara (il nüfusunun yüzde 3.7’si), Kocaeli (il nüfusunun yüzde 3.8’i) ve Bolu (il nüfusunun yüzde 3.8’i) izliyor. EN ÇOK YEŞİL KART SAYISI URFA’DA En fazla yeşil kart verilen il ise Şanlı Urfa. Urfa’da toplam 540 bin kişiye yeşil kartı verilmiş durumda. Bu rakam, Urfa nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyor. DİĞER İLLER Diğer illerde ise nüfusa oranla yeşil kartlı oranları şöyle; Adana yüzde 15.8, Antalya yüzde 5.5, Aydın yüzde 9, Burdur yüzde 8, Çanakkale yüzde 5.3, Çankırı yüzde 5.8, Çorum yüzde 18.6, Erzurum yüzde 24, Hatay yüzde 18.4, Mersin yüzde 13.3, İzmir yüzde 4.4, Kayseri yüzde 8, Konya yüzde 8.8, Muğla yüzde 4.2, Nevşehir yüzde 9.6, Niğde yüzde 17, Rize yüzde 6.3, Samsun yüzde 16.1, Aksaray yüzde 18.5 ve Ardahan yüzde 27.3 Kaynak: hurriyet |
KurdTime : Tuesday, November 18, 2008 0 Yorum
Etiketler : Türkiye
Kürtçe camide de yasak!
Kürtçeye yönelik hayatın her alanında yasaklama ve sınırlamalar devam ederken; TRT’de Kürtçe kanal hazırlığı devam ediyor. AKP Hükümeti, cuma hutbeleri ile vaazların Kürtçe verilmesine karşı çıktı. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı, anayasada devletin dilinin Türkçe olduğunu, Türkçe dışındaki bir dilde vaaz verilemeyeceğini savunarak, Kürtçe vaaza izin vermedi. |
KurdTime : Tuesday, November 18, 2008 1 Yorum
Etiketler : Kürtçe
Maliki tehlikeli Güney planı
Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin Güney Kürdistan’daki yönetimi sistematik bir şekilde etkisiz kılma ve baskı altında tutma düşüncesi her geçen gün yeni politikaların devreye konulması ile boyutlanıyor. Son olarak Maliki’nin, Kerkük ve Musul’da ‘milis meclisleri’ adı altında korucu sistemi geliştirme planına, Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani sert tepki gösterdi. Irak ile ABD arasında imzalanan müzakere çerçevesinde ABD askerlerinin 2011’de Irak’tan çekilmesinin kararlaştırıldığı bir dönemde, Maliki’nin başında bulunduğu hükümet, özellikle Güney Kürdistan’da Türkmen ve Araplardan oluşan silahlı milis güçler oluşturuyor. Güney Kürdistan’ın Kerkük kentine bağlı Hevice kasabasında önceki gün Irak Başbakanı Maliki’nin talimatı ile Türkmen ve Araplar bir gösteri düzenledi. Yürüyüşte ‘silahlı güvenlik meclisi’i planına destek verildi. Eylemcilerin planı, ‘koruculuk sistemi’ olarak gören Kürtlere yönelik tepkiler dikkat çekti. Güney Kürdistan ile Irak merkezi hükümeti arasında Kerkük ve diğer itilaflı konuların yoğun olduğu bir dönemde, Maliki’nin bu planı Kürtlere karşı pramiliter güçler oluşturulmasının da bir göstergesi. Yürüyüşte güvenlik kaygılarında çok siyasi talepler dile getirildi. Eylemciler, Kerkük kentinin de merkezi Bağdat hükümetine bağlanmasını istedi. |
KurdTime : Tuesday, November 18, 2008 0 Yorum
“KÜRTLERİN TALEBİ ÜZERİNE GÜVENLİK ANLAŞMASINA BİR MADDE DAHA DAHİL EDİLDİ”
18-Nov-08 [9:17] PNA-Kürdistan İttifak Listesi, ABD’nin, Irak Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan güvenlik anlaşmasına Kürtlerin talebi üzerine bir maddeyi ele alarak anlaşmaya dahil ettiğini açıkladı. Irak’ta yayın yapan Newsmatique ajansına konuşan Rewanduzi, ABD’nin, Kürtlerin talebi üzerine Irak’ta “Federal” sistemin korunmasını garanti altına almasıyla ilgili olan maddeyi görüşerek tartıştığını söyledi. Sözcü Rewanduzi, ABD’nin, görüşmelerden sonra Irak’ın federal sisteminin korunması ve garanti altına almasıyla ilgili olan maddeyi güvenlik anlaşmasının metnine dahil edilmesi konusunda razı olduğunu belirtti. Anlaşmaya göre Amerikan askerleri 2011 yılına kadar Irak’ta görev yapabilecek. Amerika ve Irak hükümetleri arasında bir yıl süren yoğun müzakereler sonucu varılan anlaşmaya, bir bakan dışında tüm kabine onay verdi. Irak parlamentosunun anlaşmayı 24 Kasım’da oylaması bekleniyor. Anlaşmaya göre Amerikan askerleri önümüzdeki yaz tüm kentlerden çekilecek, bu arada Amerikan kuvvetlerinin arama yapmak için Irak hükümetinden izin alması gerekecek. FKB YÖNETİMİ GÜVENLİK ANLAŞMASININ KABUL EDİLMESİNİ OLUMLU KARŞILADI 18-Nov-08 [11:33] PNA-Federal Kürdistan Bölgesi (FKB) Yönetimi Dışilişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, Irak Bakanalar Kurulu’nun güvenlik anlaşmasını kabul etmesini olumlu olarak karşıladıklarını söyledi. Mustafa, Pazar günü Irak Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan güvenlik anlaşmasını olumlu olarak karşıladıklarını belirtti. Felah Mustaf konuyla ilgili El-Şark el-Ewsat gazetesine yaptığı açıklamada, anlaşmanın Irak’ın çıkarına olduğunu ve bundan şüphe duyulmadığını belirtti. FKB Yönetimi Dışilişkiler Sorumlusu Mustafa, anlaşmanın sadece güvenlik alanında değil, aynı zamanda Irak ile Amerika arasında ticaret, ekonomi, sosyal gibi alanlarında da Irak’ın çıkarına olduğunu söyledi. Anlaşmanın Kürdistan Bölgesi’nin çıkarlarına zarar vereceğine inanmadıklarını belirten Mustafa, Irak parlamentosunun da sözkonusu anlaşmayı onaylamasını umut ettiklerini kaydetti. |
KurdTime : Tuesday, November 18, 2008 0 Yorum
Etiketler : Kurdistan
Monday, November 17, 2008
‘Diyarbakır Guantanamo gibiydi’
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadığı işkenceyi anlattığı için hakkında dava açılan eski Mardin milletvekili Nurettin Yılmaz, hâkime yazılı savunma gönderdi: Gördüğüm bu onur kırıcı muamele Guantanamo’daki esir Iraklılardan daha az değildir Milletvekiliyken 12 Eylül askeri darbesinde Diyarbakır Cezaevi’ne götürülen Mardin eski Milletvekili Nurettin Yılmaz, yaşadığı işkenceyi “Yakın Tarihin Tanığıyım” adlı kitabında da anlatınca “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik”ten davalık oldu. Yarın ikinci kez hâkim karşısına çıkacak olan Yılmaz, yaşadıklarını mahkeme hâkimine yazılı olarak anlattı. CUMHURBAŞKANI ADAYI OLDU • 1973’de CHP’den Mardin Milletvekili olarak Meclis’e giren Nurettin Yılmaz, daha sonra 1977 yılında bağımsız olarak yeniden milletvekili seçildi. Kahramanmaraş’ta sıkıyönetim ilan edilmesine ret oyu veren tek milletvekili olan Yılmaz, milletvekilliği sürecince bölgede yaşanan olayları Meclis’e taşıdı. 12 Eylül askeri darbesinden önce yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday olan Yılmaz, o seçimlerde 80 oy aldı. Ancak bunun hemen ertesinde 12 Eylül darbesinde tutuklanarak, Diyarbakır Özel Tip Askeri Cezaevi’ne götürüldü. Tahliye kararları sonrası üç kez yeniden cezaevine konan Yılmaz, Turgut Özal’ın önerisiyle ANAP’tan parlamentoya girdi. İŞKENCEYİ KALEME ALDI • 1970’lerden itibaren Güneydoğu’da yaşanan olayları, siyasi gelişmeleri ve bölgede yaşanan insan hakları ihlallerini “Yakın Tarihin Tanığıyım” adıyla kaleme alan Yılmaz, bu kitabında Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşadığı olayları ve gördüğü işkenceleri de yazdı. Yılmaz, geçen yıl bu kitabının yayımlanmasından sonra CNN Türk’te Barış Pehlivan’ın yönettiği “Oradaydım” programında da yaşadığı işkenceyi anlattı. Yılmaz, burada cezaevinde kendisine yapılan işkenceyi ve işkence yapılırken söylenen “Burası Diyarbakır Cumhuriyeti’dir, Diyarbakır Devleti’dir” şeklindeki sözleri tekrarladığı için hakkında “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek”ten dava açıldı. HÂKİME DE ANLATTI • Yılmaz’ın 21. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşması 18 Temmuz 2008’de yapıldı. Yılmaz, mahkeme hâkimine yazılı savunma vererek yaşadıklarını anlattı. Yılmaz, milletvekiliyken yapılan askeri darbe sırasında Ankara’dan Diyarbakır Cezaevi’ne götürüldüğünü, orada küfürlerle karşılandığını ve coplanmaya başlandığını, buna itiraz ederek, “Bizim Ankara’da milletvekillerinin Mızıka okulunda saçları kesilmiyor ve coplanmıyor” deyince, “Orası Ankara, Burası Diyarbakır Cumhuriyeti, Diyarbakır Devletidir” denerek, coplanmaya devam edildiğini vurguladı. Bu sözleri tekrarladığı için hakkında dava açılan Yılmaz, savunmasında Ordinaryüs Prof. Hüseyin Cahit Yalçın’ın “En kahredici adaletsizlik, devletin taraf olduğu ve devlet adına yapılan adaletsizliktir” sözlerini de anımsatarak, “Beni coplayanlar devleti temsil eden yöneticilerdir, hakaret edenler cezaevinin yöneticileridir” dedi. GUANTANAMO’YA BENZETTİ • Yılmaz, hâkime gönderdiği savunmasında cezaevinde cumhurbaşkanlığına aday olduğu için ayrıca dayak yediğini belirterek, şöyle devam etti: “Anlattıklarım, yaşadığım onur kırıcı vahşet, denizde damla örneklerdir. Dışkı yedirme, kıçıma cop sokma, lağım suyunu içmeye zorlanmam, günlük olağan uygulamalar haline getirilmişti. Bir suçlu varsa 27 Aralık 1980 saat 17’den itibaren Diyarbakır Askeri cezaevinde bulunan görevlilerdir. Belki hâkimliğinize garip gelecek ama Diyarbakır’daki işkencehanede gördüğüm onur kırıcı muamele Guantanamo’daki esir Iraklılardan daha az değildir.” |
KurdTime : Monday, November 17, 2008 0 Yorum
Etiketler : İşkence
Z.B'nin babaannesi Kadriye Bal: Torunumu polis vurdu
Diyarbakır'ın Bağlar İlçesi'nde polisin kovaladığı gence ateş ederken, açtığı ateş sonucu yaralandığı iddia edilen Z.B adlı çocuğun babaannesi Kadriye Bal, olayın tanığı olduğunu belirtti. Kadriye Bal, 'Olayın ardından polisler yerdeki boş kovanları topladı. Torunumu yere bırakarak polisin ellerine sarıldım. Ve dedim ki ş..ler siz bizden ne istediniz? Niye bu kadar çocuğun oynadığı yerde silah sıktınız? Bir çocuğa kurşunun isabet edeceğini hiç düşünmediniz mi? Bu çocuk ölürse sorumlusu sizsiniz. Ben bunları söylerken polis ise yerdeki mermi kovanlarını topluyordu. Torunumu polisler vurdu' diye konuştu. |
KurdTime : Monday, November 17, 2008 0 Yorum
AKP’nin milliyetçiliği Çiller’den tehlikeli
KurdTime : Monday, November 17, 2008 0 Yorum
Etiketler : Röportaj