Savaşan güçlerin bir birinden nefret etmesi doğal sayılır. Veysi Sarisözen Vaktiyle savaş yöntemleri arasında olan 'süngü savaşları'nı gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Öyle filmlerde izlediğiniz gibi saatler süren savaşlardan değildir süngüyle yapılan boğazlaşmalar. Çanakkale'de savaşlara katılan dedemizden öğrendiğimize göre, birbirlerini delik deşik etmek üzere harekete geçen askerler, ilk temastan sonra bir kaç dakika içinde ya galip, ya da mağlup olur ric'at ederlermiş. İşte bu savaşın en amansız ve yüz yüze olan biçiminde, insanın hayvanlaşması, düşmanından hayvani bir nefret duyması, çenelerin kilitlenmesi, şuurların kapanması ve böğürtülerle insanların birbirlerinin kanını içmesi şaşırtıcı olmasa gerektir. Bu, emirle yaratılan bir nefrettir. Süresi bir kaç dakikadan ibarettir. Birbirlerinin boğazlarına dişlerini geçirip, parçalayan askerlerin, bir kaç dakika sonra siperlerine dönmeleri, nefeslenmeleri, yaralarını sarmaları, derken silahların bir süreliğine sustuğu bir anda, o siperlerden yanık türkülerin ya da içli 'şansonların' yükselmesi...ve derken aralarında bir kaç on metrelik mesafe bulunan siperlerde, düşman tarafların birbirleriyle şakalaşmaya başlamaları...hatta bir birlerine ellerinde bir diğerinde olmayan sigara ya da çukulata atmaları bize anlatılan Çanakkale savaşlarından kalma manzaralardır. Süngülerdeki 'düşman kanı' kurumadan, siperdeki askerin nefreti de sona ermiştir. Hayvanlaşan mahluk, yeniden insan kimliğine bürünmüştür. 'Silahlı' ya da 'askeri' nefret, kör bir nefret değildir. Emirle yaratılır. Emirle sona erer. Örgütlüdür. Spontane değildir. Bir asker, düşmanından hastalık derecesinde nefret etse bile, emir almadıkça düşmanının kanını içemez. Bir 'seri katilin' cinayetleri neyse, bir ordunun da 'düşmanını mahvetmesi' aynı şeydir. Seri katil de, emir veren komutan da nefretle değil, hesapla hareket eder. O nedenle de seri katil elindeki silahını, komutan da emrindeki askeri denetler. Denetim dışı nefrete bu işlerde yer yoktur. Ya sivil nefret!?... İşte asıl korkulacak nefret budur. İnsanın kendiliğinden hayvanlaştığı ortam sivil nefret ortamıdır. Bu hayvanlaşma içselleşebilir. İçselleşen hayvanlaşmanın örgütlenmesi faşist partileri yaratır. O faşist partilerin silahlanması da, faşist orduların kurulmasına götürür. Eğer bir 'ulus'un mensupları, bir başka 'ulus'un mensuplarına karşı 'sivil nefret' duymaya başlarlarsa, 'her şehide karşı DTP'li kanı dökelim' diye köpekleşme, kurtlaşma dönüşümüne uğrarlarsa, cinayet işleyen Türk olduğunda saçını başını yolup, aynı cürmü işleyen Kürt olduğunda evleri yakmaya ve insanları paralamaya yeltenirlerse, bu 'sivil nefret' okulundan geçip, devlet organlarında görev almaya, savcı, yargıç, polis v.s. olmaya kalkarlarsa, o 'sivil nefret' okulunun mezunları olarak askere gidip er, okuyup subay olurlarsa, işte o zaman insanlıktan çıkıp, hayvanlaşmanın son aşamalarına ulaşmak işten bile olmaz...Bir 'ulus' için en kötü sonuçtur bu...Böyle bir durumda yargı organları 'katliam çağrılarını' 'düşünce suçu' sayabilir, ordular denetimden çıkıp, insan kanı içen çeteleri, Ergenekonları yaratabilir...Bunun sonu sınırötesine taşmadır, emperyalist savaşlardır. Kana susayan, aslında petrole susamıştır... Alman Nazi hayvanlaşma süreci böyledir. Yahudi düşmanlığı, tepeden tırnağa nefretle dolup taşan hayvani bir askeri güce dönüşmüş ve bu güç 50 milyon insanın mahvına yol açmıştır. 'Ey Türk!' Senin adına, seni sivil nefretin içine sürükleyenlere dikkat et! Ve düşün ki, Ege'de azınlıkta olan Kürt, Diyarbakır'da çoğunluktadır, 6-7 Eylül'de pogromdan geçirdiğin Rumlardan farklı olarak kent varoşlarında 'kaybedecek hiç bir şeyi olmayan' bir topluluktur ve onun çocukları ellerine silah alıyor olsa da, o Kürt toplumu hala sana karşı 'sivil bir nefret' duymamaktadır... Bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşün! Kendi geleceğin için düşün! İnsanlığın için düşün! Çünkü asıl o tehlikededir!... Veysi Sarisözen-Gundem |
0 Yorum:
Post a Comment