Kamiz Şeddadi-Bir süre önce Irak’ta, Kürdistan’a otonomi hakkı tanıyan 11 Mart 1970 anlaşmasıyla sonuçlanan sürece ilişkin yazı yazmıştım. Bir süre önce Irak’ta, Kürdistan’a otonomi hakkı tanıyan 11 Mart 1970 anlaşmasıyla sonuçlanan sürece ilişkin yazı yazmıştım. Bilindiği gibi Baas’ın 1969’da ikinci kes iktidara geldiği ve en zayıf döneminde Kürdlerle yaptığı bu anlaşma hiçbir zaman tam anlamıyla yerine getirilmedi. Anlaşmadan kısa bir süre sonra içte ve dışta güçlenen Baas için birincil mesele hemen Kürdlerden kurtulma meselesi oldu. Ve bildiğimiz üzere bu, 1975’te Kürd hareketinin tasfiyesiyle sonuçlandı. 2003’te Irak, ABD’nin işgaliyle yıkıldı ve bir devlet olarak ortadan kalktı. Kürdlerin bizzat katılımı ve çabasıyla yeniden bir Irak kuruldu ve 2005 anayasasıyla federasyon ilan edildi. İç çelişkilerini birazcık gidermiş gibi gözüken Arapların yine, 1970 anlaşması sonrasında olduğu gibi, ilk işi Kürdlerden kurtulma girişimi oldu ve günümüzde yaşanan işte bu kavgadır. Bu yazıda günümüzde Kürdistan’daki gelişmeleri değil, 1970 Mart anlaşması sonrasında yaşanan ve haliyle bu gün yaşananları anlamakta birazcık da olsun yardımcı olabilecek olayları anlatmaya çalışacağım. Tabii, her zaman yaptığım gibi yoruma az yer vererek belgeleri esas almaya çalışacağım.
Kürd delegasyonu taşıyan araba Bağdat’ın Özgürlük meydanındaki mitinge geldiğinde orada 100 bin kişi toplanmıştı. Halk delegeleri çiçek ve tatlı yağmuruna tuttu, kendilerini arabalardan çıkarıp ellerinde taşımaya çalıştılar. Mitingde ilk Bekir konuştu, ardından Barzani adına Mahmut Osman, sonra da İdris ve Mesud birer konuşma yaptılar. KDP temsilcileriyle Baas yöneticileri halkın alkışları altında bir birine sarılarak öpüştüler. Ardından başkanlık sarayına hareket ederek Bekir’in verdiği akşam yemeğine katıldılar. İdris babası adına getirdiği hançeri Bekir’e hediye ederek ekledi: “artık bundan sonra peşmergenin silahı tüm Irak halkının hizmetinde olacaktır”. Genelde duygusal birisi olan Bekir gözyaşlarını tutamadı: “Bu, yaşamımdaki en mutlu günümdür. Üç oğlum var ve onlardan Muhammed en çok sevdiğimdir, onu Barzani’ye hediye ediyorum”. Kürd ulusal bayramı olan Newroz devlet bayramı olarak ilan edildi ve 21 Martta Saddam Hüseyin Mahmut Osman’la birlikte Kürdistan kentlerini dolaşarak Newroz mitinglerinde konuşma yapıyordu. Fakat bu arada Bağdat’ta bayram havasına gölge düşmüştü; tam da Newroz günü “Muhaberat” (Irak istihbarat servisi) elemanları komünist bir Kürdü kaçırarak katletmiş, işkence izleri görülen ceset atık su kanalında bulunmuştu. En ciddi gelişme ise aynı gün (25 Mart) Mart anlaşmasını gerçekleştirme Komitesi’nin Murtada al- Hadisi başkanlığında ilk toplantısını yapmasıyla oldu. Komitede hükümetten Saadun Gaydan, Aziz Şerif ve Hewlêr ve Kerkük valileri, KDP’den ise Nuri Şavês, Dara Tevfik, ve Sami Abdurrahman yer alıyordu. Nihayet 29 Martta hükümetin revize edildiği ve KDP’den Nuri Şavês (Sosyal Çalışmalar Bakanı), Salih Yusifi’nin (Devlet Bakanı) aralarında bulunduğu 5 bakanın kabineye alındığı açıklandı. Kürdler ayrıca Belediyeler Bakanlığını, Tarım Bakanlığını ve Kuzey Bölgelerinin geliştirilmesinden sorumlu Bakanlığı da aldılar, Abdul Vahap Ertuşi bir Arap vilayeti olan Anbar (Merkezi Irak’ta) valisi olarak atandı. Mamafih, siyasi uzmanlar aslında baasistlerin Kürdlerle kendi iktidarlarının en ufak bir parçasını bile paylaşmadığını, zira Kürdleri Devrimci Komutanlık Konseyi’ne (DKK) sokmadıklarını kaydetmekteydi. Uzmanlara göre reel iktidarın DDK’in elinde olduğu gerçeğinden yola çıkıldığında Kürdlerin kabinede yer alması sadece iyi niyet sembolünden başka bir şey değildi (”Foreign Raport”, 09.04.1970). 15 Nisanda KDP’nin Musul karargâhına “kimliği belirsiz kişilerce” düzenlenen saldırı Kürdleri iyice kaygılandırdı. Saldırı sonucu bir peşmerge öldürülmüş ikisi de yaralanmıştı. Barzani hükümetin samimiyetsizliğini, Baas’ın sadece kendi diktatör rejimini güçlendirmenin peşinde olduğunu iyice görüyordu. Şunu da iyice anlıyordu ki demokrasi olmadan (en azından ülke çapında minimum liberal garantiler olmadan) Kürdlerin elde ettiği haklar hep ‘havadan asılı’ kalmaya mahkûmdur. Bu nenle de DKK’ya sadece Kürdlerin değil, Komünistlerin de alınmasını dayatmaktaydı. Arap vilayetine bir KDP üyesinin vali olarak atanması da Barzani üzerinde her hangi bir etki yaratmadı; o Musul, Hewlêr, Süleymani, Duhok ve özellikle de Kerkük’ün valilerinin Kürdlerden atanmasını talep ediyor, hükümet ise bunu uzatıyordu. Ayrıca Barzani “idari taksimat” düzenlemesi adı altında Kürd bölgelerinin diğer vilayetlere; salt Arap vilayetlerine birleştirilmesinden ve hükümetin hâlâ tam anlamıyla af ilan etmemesinden rahatsızdı. Rahatsızlık yaratan diğer bir konu da yeni geçici anayasada Irak’ın Arap dünyasının bir parçası olarak formüle edilmesiydi. Nihayet Baas’ın KDP genel Sekreteri Habib’in Devlet Başkanı yardımcısı olarak atanmasına itiraz etmesi (sözüm ona İran uyruklu olduğu gerekçesiyle) Barzani’yi çileden çıkardı. Barzani yazın, artık Kürd bakanları kabineden geri çekmekle hükümeti tehdit etmeğe başladı (”El-Raiya”, 30.08.1970). 1970 yazına gelindiğinde durum; ya yeni bir çatışmaya doğru ya da kalıcı ve reel bir barışa doğru evirilmeğe uygundu. Bu arada, Kürdlerle hükümetin yaz boyu oldukça iyi gözüken ilişkileri sonbaharda yeniden gerginleşti. 26 Ekimde yapılması kararlaştırılmış ve Kürdistan bölgesinin sınırlarını belirleyecek olan genel nüfus sayımı belirsiz bir süreye ertelendi. Sayım yerine Kerkük’te baasistlerin açık bir şekilde kışkırtmasıyla Araplarla Kürdler arasında kanlı çatışmalar yaşandı. Aynı zamanda diğer bir tartışmalı bölgede; Sincar’da (çoğunlukta Yezidilerin yaşadığı bölge- K.Ş.) KDP’nin ofisi sürekli kimliği belirsiz kişilerce saldırıya uğradığından kapatılmak zorunda kaldı. 6 Aralığı 7 Aralığa bağlayan gece Bağdat’ta İdris Barzani’nin ‘Mercedes’i kimliği belirsiz kişilerce tarandı. Arabada bulunan KDP MK üyesi Hamit Berwari ağır yaralandı, İdris ise bir süre önce başka bir arabayla yola çıkmış olduğundan olaydan sağ kurtulmuştu. “Es-Saura” ( Tarik Aziz’in yönetiminde Baas’ın yayın organıydı) hemen “emperyalist çevreler ve onların ajanlarına” ateş püsküren bir makale yayınlayarak bu çevreleri “ülkede ulusal birliği bozmak için komplo yapmakla” suçladı (“Es-Saura”, 10.12.1970). Saddam’ın Barzani’ye yazdığı mektup da aynı içerikteydi ve olayı kendi kontrolüne alacağını vaat ediyordu. Barzani suç faillerinin (cahşlar Lato Zêbari ve Mıho Herki) arkasında bizzat Saddam’ın ve hamilik ettiği Nedim Kezzar’ın ‘Muhaberat’ının olduğunu elinin içi gibi biliyordu. Fakat şimdilik resmi makamların ‘geçmiş olsun’ dileklerini kabul ederek, Baas’ın uydurduğu rivayete inanıyormuş gibi davranmaktaydı. Bu suikast olayından sonra reel durum hızla kötüleşti; Kürdler aceleyle ağır silah (İran üzeri) alırken, Iraklılar Kuzeye yığınak yapmaya başladı. Dolayısıyla suikast bir kırılma anı oldu, özellikle bu olay gösterdi ki Saddam Mart anlaşmasından elde edebileceği kadar kazanç kopararak ve kendine düşman olan Tikriti-Ammaş askeri kanadı tasfiye ederek artık kendisi “sertlik yanlısı” kampına geçmişti. Bu arada Barzani ülkede genel sayımın “ertelenmesinin” protesto edildiği sert bir memorandumu Bekir’e yolladı. Bu memorandum Baas içerisinde sert tepkiye yol açtı. Bekir tehditkâr bir edayla 18 bin Irak askerinin Ürdün’den geri döndüğünü hatırlatarak “Irak ordusunun yasaları ve düzeni korumaya muktedir olduğunu” açıkladı. Barzani acil bir toplantı yaparak hemen bağların koparılmaması, diplomatça davranılması kararını aldı. Bekir de kendi sırasıyla Barzani’yi yatıştırmak için Baas ile Kürdler arasında tescilli arabulucu Murtada al- Hadisi’yi kendisine gönderdi. 25 Mayısta yapılan görüşmeden sonra ortalık yatıştı (“Financial Times”, 26.05.1971). Fakat derin güvensizlik giderilmedi. Kürdistan bölgesi sınırlarının belirlenmesi konusunda hükümetin yaptığı oyalama taktiği ve Kürdlerin reel iktidara; DKK’ya alınmaması var olan güvensizliği derinleştirmekteydi. Barzani bu nedenden dolayı baasistlerin organize ettiği sözde parlamento olacak ‘Ulusal Meclis’e de kendi temsilcilerini göndermedi. Bu konuda verdiği bir mülakatta: “Biz koyun sürüsü değiliz ki birileri bize kendi iradesini dikte etsin. Temsilciler gerçek parlamenter demokrasi koşullarında seçilmeliler” diyordu (”Orient le Jour”, 18.11.1971) Kürdlerin rahatsızlığına neden teşkil eden diğer bir husus da hükümetin Kürdistan’a uyguladığı yatırım politikasıydı; beş yıllık plan gereği 1970–71 mali yılı Irak nüfusunun çeyreğinin yaşadığı bölgenin ihtiyaçları için bütçeden %7,5 pay ayrılması öngörülüyordu, 1971-72 yıl içinse bu rakam %12’ydi. Hükümet Kuzey için 16 milyon dinar yatırım ayırdığını her fırsatta reklam ediyordu, fakat bu paraya karşılık bölgede hiçbir işi yapılmamıştı, sadece stratejik öneme sahip kara yolları Kürdleri rahatsız eden bir hızla yapılmakta ve onarılmaktaydı. 1971 Nisanın başlarında Bağdat’ta kimliği belirsiz kişiler bir Kürdün; Abdullah Molla Ali’ini evini basarak kendisini ve parti dokümanlarını kaçırdı. Bunun “Muhaberat”ın işi olduğundan kimsenin kuşkusu yoktu. Xaneqin ve Bakuba’da Kürd ve Arap öğrencileri karşı karşıya gelmesi de ayını zamana tekabül ediyordu (RFDA, f. 4459, op.43, a.d.11691, L.27). Bağdat, Kürdistan Öğretmenler Birliği (KÖB), ve Kürdistan Kadınlar Birliği’ni (KKB) resmen tanısa da KÖB’nin Hewlêr, Duhok ve Süleymani şubeleri kapatıldı, KKB’nin ise kongresi dağıtıldı. Kürdler, özellikle de İran uyruklu olanlar (Feyli Kürtler- K.Ş.) kitlesel olarak Orta Irak’tan göçertilmeye başladı. 3 Ağustosta “Et-Taahi” (KDP’nin yayın organı) gazetesi, KDP MK adayı Kayser Mansur Hacı’nın “cesedi polis tarafından tespit edilmiş, ölüm nedeni ise bilinmiyor” diye yazıyordu. Bu arada Barzan’da Barzanlılarla komşu düşman aşiretlerden birisi (muhtemelen ya Zêbari ya da Rikani aşireti) arasında çıkan çatışmaların devlet tarafından kışkırtıldığı ve Kerkük garnizonundaki askerlerin desteğiyle yürütüldüğü ortaya çıktı.; iki gün (7-8 Temmuz) süren çatışmalarda Barzanlılar 25 asker esir aldı. Çatışmalar aynı Murtada el-Hadisi’nin alana gelmesiyle son buldu. Hadisi Barzanlıları haklı bularak askerin ateşkes hattını ihlal ettiğini kabul etti ve kışlalarına geri gitmelerini sağladı. MUSTAFA BARZANİ’YE SUİKAST Şimdilik münferit gibi gözüken bu olaylarda öncü rolü, hamiliğini Saddam’ın yaptığı Nedim Kezzar’ın oynadığını artık her kes biliyordu. Nihayet bu ikili tek darbeyle sorunu kökten çözecek bir eylemi; Barzani’yi imha etme planını hazırlıklarına başladı. Başta çeşitli eylem planları düşünülmekteydi: Barzani’nin geçiş güzergâhına bomba yüklü araba bırakmaktan tut, otobüslerle Hacı Umran’a kadın kıyafetinde komandolar göndermeğe kadar versiyonlar gözden geçirildi. En son ayrıntılı plan hazırlandı ve onaylanarak uygulamaya geçildi. Plan gereği ‘tetikçi’ rolünü bir grup din adamı üstlenecekti. İkisi Sünni ve biri Şia olan şeyhler 15 Eylülde Barzani’yi ziyaret ederek hükümetle Kürdler arasındaki son gerginliği gidermek için kendi arabuluculuklarını önerdiler. Barzani oldukça memnundu bu tekliften. Şeyhlerin şoförü “Muhaberat” ajanı da oldukça memnundu, çünkü bu arada Barzani’nin ikametgâhını yakından inceleyerek ayrıntılı plan yapabilmişti. Ardından Barzani’nin, önde gelen on Arap şeyhiyle görüşmesi için (Saddam’a şahsen danışarak) randevu ayarlandı. Şeyhler Hacı Umran’a 29 Eylülde iki arabayla akşam saat 5 sularında vardı. Barzani namazdan sonra şeyhlerin bulunduğu odaya geldi, geleneksel karşılıklı selamlama yapıldı. Çay sofrasının çevresinde oturdular. Şerif adındaki genç Barzanlı sofranın etrafında dönüp duruyor misafirlere çay koyuyordu. Aniden güçlü bir patlama oldu. Tam Barzani’nin karşısında oturan şeyh, sözün tam manasında parçalanarak etrafa dağıldı (kendisinden geriye kalanları duvarlardan ve tavandan temizlemek için sonra epey uğraşmak gerekti). Barzani’nin hayatını bahtsız Şerif kurtarmış oldu. O anda tam da Barzani’yle şeyhin arasında bulunan gencin karnı parçalanmıştı. Vahşi çığlıklar atan genç eliyle iç organlarını tutarak odadan dışarı fırladı. Diğer bir şeyh dışarı bir eşya fırlattı ve ardından bir patlama daha yaşandı. Üstü başı şeyhin kanı be beyniyle bulanmış fakat zarar görmemiş Barzani sigarasına yapışmış kan pıhtısını silkerek hızla ayağa kalktı ve odadan çıktı. Korumalar her biri bir tarafa kaçan şeyhleri otomatik silahlardan tarıyordu; avluda el bombası patladı, bu, arabalarına yetişemeyen Iraklı şoförlerin kendilerini kurtarma için son çırpınışlarıydı. Barzani balkonda sessiz bir halde sigarasını içmeğe devam ediyordu. Mahmut Osman hemen güvenli bir yere geçmesi için kendisine bağırdı ve bu son derce zamanında yapılan bir müdahale oldu. Çünkü aynı anda arabalardan biri infilak etti. Yaklaşık yarım saat kadar süren çatışmadan sonra “misafirlerin”, bir şeyh dışında, tümü öldürüldü, Barzani’nin korumalarından ikisi yaşamını yitirmiş 14’ü de yaralanmıştı. Barzani bu olaydan elinden aldığı iki sıyrıkla kurtulmuştu (İbrahim Babekır’in anıları, Barzani’nin yakın güvenlik sorumlusu). Ortalık yatıştıktan sonra mayın uzmanları sağ kalan arabayı incelemeğe aldılar. Arabada her biri 2 kg ağırlığında iki adet C4 el yapımı mayın, aynı ağırlıkta 8 adet de dinamit bombası bulundu; Ayrıca arabanın bagajında arka tarafa hedeflenmiş iki adet reaktif roket yerleştirilmişti. Tüm bunlar kablolarla arabanın torpido panosuna birleştirilmişti (RFDA, f. 4459, op.43, a.d.11692, L. 51). Kürdler tüm bu kurnazca düzenek sisteminin yapılışındaki profesyonelliğe şaşırmışlardı. Sonradan “Parastın” bunun Batı Almanya gizli servisi “Stazi” uzmanlarının çalışması olduğunu tespit edecekti. Suikast haberi kısa sürede çevreye, ardından da tüm Kürdistan’a yayıldı. Hacı Umran’a ziyaretçi akını başlamıştı, herkes Barzani’nin sağ salim olduğundan emin olmak istiyordu. Sağ yakalanan şeyhin soruşturmasını Mesud Barzani ve Franso Heriri yapıyordu. Şeyh, gelmeden önce Nedim Kezzar’ın şeyhlerle konuştuğu ve bir ricada bulunduğu öğrenildi: Barzani’yle konuşmaları gizlice teybe kaydedeceklerdi. Bu amaçla da delegede yer alanlara aslında kamufle edilmiş bomba olan birer portatif teyp verilmişti. Sofra arkasında şeyhlerden birinin teybi açmasıyla patlama yaşanmıştı. Diğer bir şeyh olayı oldukça geç çakmış olacak ki ani refleksle bu ölüm aygıtından kurtulmaya çalışmıştı. Suikast olayı Barzani’nin Baas hakkında aklına gelebilecek en kötü ihtimali kanıtlamıştı ve artık bunu saklamayı gerekli saymıyordu. “Bağdat’takilere güvenmiyoruz, çünkü onların etik değerlerden haberi yok” demekteydi Barzani bir Lübnanlı gazeteciye. “Onlar verdiği sözü tutmuyorlar, önce kabul ettikleri her şeyden vazgeçmeğe ve her an Kürdlere saldırmaya kadirdirler” (“Orient le Jour”, 18.11.1971). Baas yönetimi aceleyle Barzani’ye telgraf çekerek bu “hain saldırıda” yine “zafer yürüyüşümüzün devrimci atılımlarını engellemeğe çalışan emperyalizm taraftarı unsurları” suçlamaktaydı (RFDA, f. 4459, op.43, a.d.11692, L. 48). Ancak Barzani bu sefer oyuna dem tutmadı ve cevap telgrafında: “saldırganlar Bağdat’tan geldi ve bomba yüklü arabalar onlarca askeri kontrol noktalarından geçerek bize vardılar. Olayı ilgili organların kovuşturmasına bırakıyoruz ve elimizde olan bilgileri kendilerine iletmeye hazırız” diye yazıyordu (RFDA, f. 4459, op.43, a.d.11692, L. 51) Gerginlik tırmanıyordu. Suikast arifesinde ordu ve cahşlar alarm durumuna geçmiş, başarılı olması halinde Kürdistan’a girmeği bekliyordu; peşmerge de silahaltına alınarak mevzilenmişti. Kürd bakanlar Bağdat’tan Kürdistan’a dönmüş, parti yönetimi toplanmıştı. Savaşı başlatma önerisine Barzani kesinlikle karşı çıktı: “Hayır, eğer bir savaş olacaksa bu benim için değil, Kerkük, Xaneqin ve Sincar için olacaktır” (M. Barzani, 3. bölüm, sayfa 264). Diğer taraftan Moskova acil olarak Barzani’ye önce mektup, ardından da bir grup delegasyon (akademisyen Gafurov ve SSCB Komünist Partisi MK’nin bölge temsilcisi Neçkin) göndererek “emperyalizmin provokasyonuna” gelmemesi ve sabır göstererek Baas içindeki ılımlı kanadın kazanmasını ve b. beklemesi için yalvardı. Kasım sonunda Barzani’nin keskin muhtırasını aldıktan sonra Baas Tarık Aziz başkanlığında iki nöbetçi arabulucuyu: Murtada Hadisi ve Aziz Şerif’i kendisine gönderdi. 2 Aralıkta gerçekleşen görüşmelerde “her şeyi temiz sayfadan başlama” üzerinde anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmayla birlikte Bekir durumu daha da sağlama almak için özel temsilcilerini göndererek Barzani’ye durumu farklı yönden izah etmeye ve kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu; güya komplodan habersizdi, zaten tüm kadrolarını kontrol etme imkânı da yokmuş ve Baas içindeki çetelere karşı mücadele etmesi için Barzani’nin destek vermesini istiyordu. Anlaşıldığı kadarıyla tüm bunlar gerçeklikten pek uzak değildi. Her halükarda Barzani fiiliyatta iktidar ipinin Bekrin ve de hükümetin elinde olmadığını açık görmekteydi ve bu anlamda: “Ülkeyi, Saddam’ın denetimindeki polis idare ediyor. Bu iktidar tutkunu çılgın, Tikriti’yi ve Ammaş’ı temizledi. Beni de imha etmeye çalıştı. Bu adam Bekir’i de tasfiye etmeye çalışacak” diyordu (“Figaro”, 10.04. 1972). Bu son uyarı tam da bir kehanet oldu. kamiz_lachin@hotmail.com Kurdistanpost.org |
Thursday, October 2, 2008
Güney Kürdistan; 1970–2008
KurdTime : Thursday, October 02, 2008
Etiketler : Tarih
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment