Sunday, August 31, 2008

‘Türkçe konuş, çok konuş’ dönemi

Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde bulunan tutuklu ve hükümlülere Kürtçe konuştukları için hücre cezaları verildi.

hatice_aggoz_Kürtçe konuşma Tutusak yakınları, 12 Eylül dönemindeki ‘Türkçe konuş çok konuş’ anlayışının hüküm sürdüğünü söylüyor. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde hak ihlalleri her geçen gün artarak devam ediyor. Keyfi uygulanan disiplin cezaları ile haberleşme hakkı engellenirken; tutuklu ve hükümlüler Kürtçe mektup yazma ve telefon etme haklarından yararlanamıyor. Kürtçe konuşmadan dolayı PKK davasından tutuklu ve hükümlüler hücre cezalarına çarptırıldı. Ayrıca diğer cezaevlerinde 45 günde bir yapılan genel aramaların Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde 15 günde bir yapıldığı ve aramaların ciddi hak ihlallerine neden olduğubelirtiliyor. PKK davasından hükümlü 44 kişinin bulunduğu cezaevinde, baskılardan dolayı tutuklu ve hükümlülere çok sayıda disiplin ve hücre cezası verildi.TURK SESI CIKAR
PKK’li tutsak Osman Ağgöz’ün (32) eşi Hatice Ağgöz (30), “Eşimin annesi Sabihe Ağgöz (60), Türkçe bilmediği için oğluyla Kürtçe konuşmak zorunda. Kürtçe konuşunca da bırakmıyorlar ve eşim annesiyle Kürtçe konuştuğu için 15 günlük hücre cezası aldı. Eşimin annesi Erzurum’da kaldığı için görüşe çok fazla gelip gidemiyor. Annesi ne zaman görüşe gelse ağlayarak gelir çünkü Türkçe bilmiyor. Sadece telefonla oğluyla görüşüyor ama şimdi O’nu da annesine fazla gördüler. Eşimin telefonla görüşme cezası olduğu için 2 haftadır bizi arayamıyor” diye konuştu.
Askeri Cezaevi uygulaması
Tutuklu ve hükümlülere uygulanan tecrit cezasının işkenceye dönüştürüldüğünü ifade eden Ağgöz, eşinin Kırıkkale F Tipi’ne götürülmesinden sonra 7 aydır mektuplarının verilmediğini söyledi. Uygulamanın sadece eşine yönelik değil, her tutukluyu kapsadığına dikkat çeken Ağgöz, “Kürtçe gazete, dergi ve kitap verilmiyor. İHD’ye suç duyurusunda bulunacağım. Bir zamanlar Askeri Cezaevi olan Mamak’ta uyguladıkları yöntemleri uyguluyorlar. ‘Türkçe konuş, çok konuş’ mantığını uygulamaya geçirmiş durumdalar. Kürtçe konuştuğumuz zaman gardiyanlar bizlere yine ikinci kanala geçtiler şeklinde hakaret ediyor” dedi.

 
Şervan’ın soruları
Tecrit içinde tecride mahkum olduklarını aktaran Ağgöz, “Oğlum Şervan (9), babasını göremediği zaman hırçınlaşıyor. Bize ‘Neden babam cezaevinde, biz ne yaptık ki babamı cezaevine koydular?’ diyor. Çocuğumun psikolojisi bozulmuş durumda. Komşularımıza ve bizlere artık bana Şervan demeyin diyor” diye kaydetti.

SERKAN KURT/ DİHA/ANKARA YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Kobralar köylüleri taradı

Bingöl’ün Karlıova İlçesi Kızılağaç Köyü’ne bağlı Meşeli Mezrası kobra tipi helikopterlerle iki saat boyunca tarandı.

kobra Bingöl’de son bir ay içerisinde 4 köyde devletin çeteleri tarafından baskın düzenlenmesi köylüleri kaygılandırıyor. Son olarak 27 Ağustos’ta sabah saat 04:00 sıralarında Karlıova’nın Kızılağaç Köyü Meşeli Mezrası (Aynik), 2 kobra tipi helikopter, uçaksavar tüfek ve ağır makineli silahlarla tarandı. 2 saat boyunca ateş altında kalan köyün etrafı özel harekat timleri tarafından sarıldı.bingolkoytaramahelikopter9
Operasyonların sık sık yapıldığı Karacehennem mıntıkasında bulunan Meşeli Mezrası’nın yoğun baskı altında olduğunu belirten köy sakinlerinden Doğan Bozkurt, olayı şöyle anlattı: “Sabaha karşı 2 kobra tipi helikopter köyün etrafında alçak uçuş yaparak uçaksavarlarla köyü taradı. Ancak korkudan hiç kimse evinden çıkmadı. Bu arada çocuk ve kadınların feryatları yükseliyordu. Uykudan uyandığımızda kendimizi sanki cehennemin içerisinde bulduk, ne yapacağımızı şaşırdık. Helikopterler uzun süre tarama yaptıktan sonra köyü terk etti. Ancak bu kez karadan ateş ediliyordu. Sabah 06:00’a kadar sürdü. Günün ilk ışıklarıyla dışarıya çıkmaya başladık. İnsanlara bir şey olmadığını görünce biraz rahatladık. O sırada özel harekat timleri de gitmişti. Köyün etrafını dolaşmaya başladık. Binlerce uçaksavar mermisiyle karşılaştık. 7 büyükbaş hayvanımız yaralanmış, 3’ü de telef olmuştu.”
Köylüler tedirgin
Helikopterlerle savunmasız sivil insanların üzerine ateş edilmesinin kendilerini tedirgin ettiğini belirten Bozkurt, DTP’li milletvekillerini köye çağırarak, olayları yerinde incelemelerini istedi. Bozkurt, “Bizi isyan ettirmek mi istiyorlar, provokasyon yaratmak mı istiyorlar, bilemiyoruz. Hayvanlar yerine insanları öldürselerdi nasıl olacaktı? Yoksa sadece gözdağı mı veriyorlar? Tedirginiz, bu konuyu tüm yetkili makamlara taşıyacağız” dedi. Fatma Bozkurt ise tarama esnasında ineklerinin bulunduğu avluya binlerce kurşun sıkıldığını söyledi. Helikopterlerin köyü hedef alarak ateş ettiğini dile getiren Bozkurt, “İlk köyün yukarı kısmında helikopter şiddetli tarama yapmaya başladı. Bizim evin üzerine geldiği sırada hepimizi taradığını sandık. Meğer avluyu tarıyormuş. Çocuklarımı kucağıma aldım ve gün aydınlığını bekledik. Baktık ki, hayvanlarımızı telef etmişler. Köydeki insanlar tedirgin. Tekrardan olası bir baskın sonucu köydeki tüm insanların öldürülmesi an meselesidir” dedi.
‘Valiliğe göstermemize izin vermediler’
Hayvanlarını traktöre yükleyerek, Bingöl Valiliği bahçesine götürmek üzere yola çıktıklarını ifade eden Bozkurt ailesi, Ilıcalar Beldesi Jandarma Karakolu tarafından zararlarının karşılanacağının belirtildiğini ve geri çevrildiklerini bildirdi. Köy sakinlerinden Selahattin Budak, “Bize yapılan bu zulüm, bu haksızlığa dağlar arasında kimse tanık olmuyor. Yalnız Allah görüyor. Bu zulmü herkes görmeli, aksi takdirde hepimizi öldürebilirler. Korkudan köyün dışına dahi çıkamıyoruz. Her an helikopterlerin köyü tekrardan tarayacağını düşünüyoruz. Köye hapsolduk” diyerek endişesini dile getirdi.
‘Korucular da baskın yapmıştı’
DTP Karlıova İlçe Başkanı Zeki Fırat, “Bundan bir süre önce köye korucular tarafından baskın düzenlenmişti. Ancak can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle şikayette bulunmamışlardı. Bu kez helikopterlerle köy tarandıktan sonra artık köylülerin yardım feryatları yükseldi. Çünkü tüm köylü ölümün eşiğinden dönmüş. Bizde olay yerini incelemeye gittik. Çocuklar resmen travma geçirmiş durumda. Herkes tedirgin her an ölümle karşı karşıyadır. Korkmamalarını ve yaşadıklarını gerekli mercilere taşıyacağımızı söyledik” diye konuştu.
İHD’ye başvuru yapıldı
Köylüler, suç duyurusunda bulunmak üzere İHD Bingöl Şubesi’ne başvurdu. İHD Bingöl Şube Başkanı Nihat Aksoy, şunları söyledi: “Sivil ve savunmasız insanlar üzerinde gerçekleşen baskılar bölgede ulaşılmaz boyutlara ulaştı. Olayın takipçisi olacağız. Bundan bir ay önce yine bölgemizde 4 kişinin yaşamına mal olan faili meçhul bir köy baskını düzenlendi. Bu kez helikopterlerle köyün tarandığını iddia eden vatandaşlar, şubemize başvuruda bulunmuşlardır. Konuya ilişkin hukuki yollara başvurarak olayın üzerinin örtbas edilmesine izin vermeyeceğiz.”
FERHAT ARSLAN/ DİHA/BİNGÖL YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

İlgili Başlıklar

Kobralar köylüleri taradı

Ergenekon'un TİT bağlantısı

ERGENEKO -TIT Rizgarî Online/Veli Küçük'ün şoförü olan, aylığını Sedat Peker'den alan E.Caner Yiğit'in bilgisayarında TİT'in Ergenekon örgütü içerisindeki rolünü gösteren fotoğraflar bulundu. Aktif haber com`un haberinde şunlar kaydedildi:”Word dosyası şeklinde hazırlanmış belgelerde, kimliği belirsiz gençler Türk bayrağı üzerine yerleştirilmiş silah, mermi ve tesbihlerle poz veriyor. Bazı gençler ise fotoğraf çektirirken kafasına silah dayamış. Fotoğraftaki bir genç herkese tanıdık geliyor.

 

Gazeteci Hrant Dink'in katil zanlısı Ogün Samast'a benzerliğiyle dikkat çeken genç, kafasına tabanca dayayarak poz vermiş. Bir başka fotoğrafta ise Türk bayrağı üzerine 'Y' harfi şeklinde dizilmiş kurşunlar dikkat çekiyor. 'Y' harfinin Yasin Hayal'i temsil etmesinden şüpheleniliyor. Savcı Zekeriya Öz'ün söz konusu fotoğrafla ilgili ciddi bir çalışma sürdürdüğü ifade ediliyor.

 

ERGENKON-TIT

Maaşı suç örgütü elebaşısı Sedat Peker tarafından ödenen Küçük'ün şoförü Emin Caner Yiğit'in bilgasayarında ele geçirilen fotoğraflar örgütün silahlı bir yıkım ekibi gibi çalıştığını gözler önüne seriyor. Bazı fotoğraflarda TİT (Türk İntikam Tugayı)'in kullanılması dikkat çekiyor. Çoğunluğu 2007 yılında çekilen fotoğrafların birinde, 'Ölüm Allah'ın emri, emir kuluyuz-TİT' yazısı yer alıyor. İddianamede TİT'in eylemlerine de vurgu yapılıyor. İddianamede TİT-Ergenekon ilişkisi şöyle anlatılıyor: "Şüphelilerden Semih Tufan Gülaltay'ın geçmişte TİT adına eylemlerde bulunduğu, Vatan Bölükbaşı'nın TİT adına hareket edip silahlı eylem yapma teşebbüsünde olması hususları da Ergenekon terör örgütünün kendi bünyesinde oluşturduğu bir silahlı hücreye TİT adını verdiği anlaşılmaktadır." ERGENEKON-TIT
Abdullah Çatlı, Oral Çelik ve Haluk Kırcı tarafından 1970'li yıllarda kurulan TİT, yedi TİP'linin öldürülmesi ve DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler cinayetiyle adını duyurmuştu. TİT'in ikinci dirilişi, 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'ın en yakınındaki üç isim olan Özel Timci Cengiz Yıldırım, eski MİT'çi Cemal Kulaksızoğlu ve mafya lideri Semih Tufan Gülaltay liderliği altında oldu. İkinci TİT'in ilk hedefi, Akın Birdal'dı. Birdal, 1998'deki suikast girişiminden sağ kurtulurken, TİT'çiler de yakalanmıştı.”

RO/Akt: Zilan Dersim

Kürd güçler bölgeden çekilmekten memnun değiller

130808060606 Şerko Rauf*/Kürd askerler, Irak'ın etnik bakımdan karışık ve her an patlama durumundaki bölgesinde güvenliği sağlamaya çalışırken birçok kişinin hayatını kaybettiğini söylüyorlar. İki bin Peşmergeden oluşan bir tugay pazartesi günü Diyala kentinde devriye gezdikleri bazı kasabalardan çekildiler ve özerk Kürdistan bölgesinin sınırlarına doğru hareket ettiler. Kürd askerler, Irak'ın kuzeyinde Araplar ile Kürdlerin birlikte yaşadığı Diyala ve diğer bölgelerdeki hakimiyetini artırmayı amaçlayan merkezi hükümetin baskısı altındaydılar.

Bazı Arap ve Türkmenler, Kürdleri, nüfuzlarını kendi özerk bölgelerinin ötesine yaymaya çalışmakla suçluyorlar.

Onlarca Kürd asker yaklaşık 40 kilometre içeriye, Kara Tappah kasabasını Irak ordusu ve polis birliklerine bırakarak, Maydan kasabasındaki eski bir kaleye doğru saatler süren ilerleyişlerinin ardından yorgun ve soluk görünüyorlardı.
Geleneksel Kürd giysileri içinde, kaledeki ofisinde oturan Tugay Komutanı Tuğgeneral Nedim Necim Ahmed, "Biz terörle mücadele ediyorduk ve amacımız istikrarı sağlamaktı" dedi ve şöyle devam etti: "Amacımıza ulaşmak için çok şehit verdik. Şimdi ise Kürdlerin, teröristlerin öç almak için düzenleyebilecekleri saldırıların hedefi olabileceğinden korkuyoruz. Hizmet ettiğimiz zaman süresince Kürdler, Araplar ve Türkmenler arasında ayrım yapmadık."

anfal-halapja-_kurdistan-_kurd

Sünniler, Şiiler, Kürdler ve Türkmenlerin yaşamakta olduğu Diyala kenti, Irak'ın diğer bölgeleri daha istikrarlı hale gelirken, süregelen şiddetin merkezi oldu.

Bazı Peşmergeler şiddetle mücadele etmedeki katkılarının önemsenmediği kanısında.
Tugayda Astsubay Şahvan Hüseyin, "Orada mevzilenmemiz sırasında, ciddi tehditlere karşın mutluyduk çünkü bu bölgelerdeki insanların hayatlarını koruyorduk" dedi.

Hükümet Sözcüsü Ali el Debbağ bir televizyona verdiği mülakatında, Peşmergenin çekilmesiyle ilgili ayrılıkları geçiştirdi ve bulundukları bölgelerle ilgili Kürd hükümetiyle bir anlaşmazlık yaşanmadığını söyledi.

Debbağ şöyle dedi: "Eğer hükümet ordunun varlığına ihtiyaç olmadığı kanısındaysa veya halk, bölgenin bir tehdide maruz kalmadığına inanıyorsa, kararın federal yönetime bırakılması gerekir."

*REUTERS-MAYDAN/27/08/2008
Hazırlayan: Kaya Vural

Türk: Kürt sorununu masaya yatıralım

 baris_miting_amed1

Ayna: Çözümü artık devletten beklemiyoruz
Aydın Çubukçu: Savaş isteyenler kaybedecek
Adana'da binlerce kişi yürüyüşe geçti
Onbinler barış talebiyle Diyarbakı r'da buluşuyor
Kadıköy Meydanı barışseverlere dar geldi
Diyarbakır ve Adana'da binlerce kişi toplanmaya başladı
İstanbul'da binlerce kişi yürüyüşe geçti
Kadıköy'de 'barış mitingi' için kitle toplanmaya başladı
1 Eylül 2008 - Barış Mitingleri / Foto Galeri

Barış mitinginde gerilla ve asker annesi el ele

Diyarbakır'daki 'barış mitinginde' konuşan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Ergenekon davasın müdahil olacaklarını belirterek, 'Kürtlere yapılan zulüm ortaya çıkmadan Ergenekon ortaya çıkmaz' dedi. Türk, yeni yasama yılında Kurucu Meclis oluşturulmasını önererek, 'Başta Kürt sorununu masaya yatıralım. Bakalım savaş isteyen kim barış isteyen kim?' diye konuştu.baris_miting2008_ahmetturk
Diyarbakır'daki 'barış mitinginde' DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, konuşmasına Kürtçe başladı. 1 Eylül Dünya Barış Günü'nü kutlayan Türk, 'DTP olarak sıcak bir yürekle selamlıyoruz. Biz barış istiyoruz. Yüzbinler barış diyor. Bu sesi dünya duyacaktır' dedi. Özgür bir birliktelik istediklerini ifade eden Türk, şunları belirtti:
'Yarın 1 Eylül ve Ramazan'ın başlangıcıdır. Bu gününü de yürekten kutluyorum. 1 Eylül BM kararıyla oluştu. Hitler faşizmin Polonya'yı işgal ettiği gündür. Halkların kardeşliği gündür. Ancak bu güçlü ülkeler barışı kavrayamadı. Halklara resmen soğuk rüzgarlar estirildi. Halkların iradelerini engellediler. Balkanlarda etnik temizlik yaptılar.Gürcistan'da Letonya'da başka çözümler dayattılar. Bin yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu Kürt, Türk ve diğer halklarla beraber yaşadılar. Kürtler 4 ayrı ülkeye mahkum edildiler. Kürtler hep barış istedi. Onurlu bir barış istedi. 1 Eylül Dünya Barış Günü ilan edilirken, Kürt halkını çektiği acılar karşısında suskun kaldılar.İsteseydiler bu çatışmalara katliamlara izin vermezlerdi. Bugün köleliğe hayır diyoruz. Bunun için alanlardayız.'
'Sorunlar karşısında suskun kalıyorlar'
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan ile ilgili sorunu tarihçilere bırakılması gerektiğini belirten Türk, 'Ama yıllardır Ergenekonların, JİTEM'cilerin, çetecileri halkımızı zulüm içinde bırakan anlayışına suskun kalıyorlar. Gelin diyoruz. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kuralım' diye konuştu. Barışın önemine değinen Türk, 'Biz her şeye rağmen şartlar ne olursa olsun çatışmalar ne kadar büyük olursa olsun yine de halkların özgürlüğüne inanıyoruz. Dili, kimliği inkar edilen bir halk barışı nasıl sahiplenecek. Kültürsüz dilsiz barışı olabilir mi?' diye konuştu.
'Kürt sorununu masaya yatıralım'
Yeni yasama yılının açılışını da vurgu yapan Türk, şunları söyledi:
'Bugün yasama yılı açılıyor. Gelin bir kurucu meclis oluşturalım. Başta Kürt sorunun masaya yatıralım. Bakalım savaş isteyen kim barış isteyen kim?' 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı da değerlendiren Türk, 'Bir başbakan cumhurbaşkanı devir teslim töreni bile bu kadar şaşalı olur. Mütevazi bir şekilde olur. Ama 30 Ağustos'ta gördük ki siyasetçilerin adeta biz şahin mi olacağız güvercin mi olacağız diyerek, askerin devir teslim törenlerini seyretmekle yetiniyorlar. Sayın başbakan sadece izliyor bunu. Halkın iradesini esas alması gereken hükümet nasıl sizden oy isteyecek, nasıl yüzünüze bakacak merak ediyorum. Genelkurmay başkanı diyor ki AB hukuku terörle mücadeleyi engelliyor. Ergenekon'u faili meçhul cinayetleri, köy yakmalarını 90'lı yıllarda bunlar ortaya çıktığında AB hukuku vardı. Hukukun olduğu yerde çatışmalar olmaz. Bu anlayış yükselen bir tehlikedir. Bu yaklaşım tehlikelidir. Biz sizin adınıza sizin her zaman sesiniz olacak, sizinle birlikte barışı haykıracak, birlikte özgürlüğü barışı savunacağız. Barışın şafağı sizin mücadelenizle atacaktır.' Ergenekon hakkında çok yazılıp çizildiğini de kaydeden Türk, Ergenekon davasına müdahil olacaklarını söyledi. Kürt coğrafyasında faili meçhul kurbanı olanların davaya müdahil olmasını sağlayacaklarını kaydeden Türk, 'Kürtlere uygulanan zulüm ortaya çıkmazsa Ergenekon asla ortaya çıkmaz' dedi.
Güleç: Kürt halkının barış gününü kutluyorum
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'ün ardından Türkiye Barış Girişimi Sözcüsü Prof. Dr. Cengiz Güleç, bir konuşma yaptı. 'İnsan düşüncesini taşlara kazıyan yazıyı bulan, çağlar öncesinden bize seslenen topraklardayız' diyen Güleç, 'Yaşadığımız ülkenin sağlığı, ruhu, irfanı 5 bin yıllık uygarlığı yaratan atalarımıza yakışıyor mu? İnsanca bir memlekette mi yaşıyoruz? Maalesef ki yüzümüz kızararak 'Hayır' diyoruz' dedi. Türkiye'de bir iç savaş yaşandığını belirten Güleç, 'İç savaş yaşanan ülkemizde güvensiz ve kendine benzemeyenlerin linç etmeyi kendine hak gören topluluklar mevcut. Ülkemizin mezbahaneye dönüşmesine karşıyız. Bıçak ve satırların insafsızca kalktığı, ölüm korkusu ile beklenen yerde barış çiçeği açmak varken ülkenin her yerinde bu mezbahaneler vardır. Kimisi terk eden enjektelerle kimisi yüksek teknoloji kullanarak bu mezbahaneleri yaratıyor. Ancak bu mezbahanelerin hepsi kan içinde' diye konuştu. Anadil ve kültür haklarının elde edilmesi gerektiğini ifade eden Güleç, şunları söyledi:
'Yaşananlar ne kadar karanlık olursa olsun anadil, kültür çerçevesinde ve barış içinde mücadele etmeye devam edeceğiz. Silah ve uyuşturucu tacirlerine direnmek, siyasilerden hesap sormak, askeri müdahaleleri takip etmek barış savunucularının işidir. Barışı en çok hak eden Kürt halkının barış gününü barış savunucusu bir Türk olarak selamlıyorum.'
Bülent Turan sahneye çıktı
Prof. Dr. Güleç'in konuşmasının ardından Bülent Turan sahneye çıktı. Barış mesajları okundu. Mitinge katılan onbinlerce kişi Koma Azad'ın müziği eşliğinde halay çekiyor...
DİYARBAKIR (DİHA)

DTP binası Açılmadan bombalandı

Sınır hattında askeri yığınağın en fazla olduğu yerlerden Şemdinli'nin Derecik beldesinde DTP'nin bugün açılışını yapmayı planladığı örgüt binası, dün bombalandı. DTP yine de açılış yapacak

Askeri bölge'de bombalama
Sınır hattındaki ve sınırötesindeki operasyonlar için önemli bir nokta olan ve binlerce askerin yığıldığı Derecik'te (Rubarok) DTP'nin bugün açılışını yapmayı planladığı bina önce bombalandı, sonra da ateşe verilerek kullanılamaz hale getirildi. Beldede askerlerin ve korucuların baskısı sürekli olarak gündeme geliyor.
Açılış töreni bugün
Askerlerin konumlandığı beldede yaşanan bombalamayı kuşkulu bulduklarını söyleyen DTP PM Üyesi İzzet Belge, 'Saldırı bizi yıldırmayacaktır. Baskılara rağmen bugün görkemli bir açılış yapacağız' dedi. DTP'li yetkililer incelemeler için beldeye giderken, yarınki açılışın görkemli geçmesi bekleniyor. Askeri beldede DTP'ye bombaizzet_belge_dtp
Son bir yıldır neredeyse kışlaya çevrilen ve TSK'nin tampon bölge hesapları kapsamında 'güvenlikli bölge' ilan edilerek OHAL uygulamalarının devreye sokulduğu Hakkari'de halka yönelik baskı ve sindirme uygulamaları had safhaya ulaşırken, Kürt kurumlarına yönelik saldırılar da giderek artmaya başladı. En son Hakkari'nin Şemdinli ilçesine bağlı Derecik beldesinde bugün açılışı yapılması planlanan DTP belde binası önceki gece önce bombalandı, ardından ateşe verildi. Çok sayıda askerin konumlandığı beldede binaların bombalanmasının kuşkulu olduğuna dikkat çeken DTP PM Üyesi İzzet Belge, 'Baskılara rağmen bugün görkemli bir açılışla belde teşkilatımızın açılışını yapacağız' dedi.
Askeri kuralların ve OHAL uygulamalarının hakim olduğu Hakkari'de DTP'nin Derecik belde örgütüne bombalı saldırı düzenlendi. DTP Şemdinli İlçe Örgütü, DTP Derecik Belde Örgütü'nü kurmak için 4 aydır çalışmalarını sürdürüyordu. Beldede, belediye binası yanında bulunan Cumhuriyet Caddesi'nde DTP Derecik Belde Örgütü için yer açıldı. Ancak, bugün açılışı yapılması planlanan belde binası önceki gece saat 01.00 sıralarında bombalandı. Daha sonra ateşe verilen bina tamamen kullanılamaz hale geldi. Bombalamanın etkisiyle çatısı dahi uçan binadaki yangın devam ederken, yangına müdahale edilmedi. Olayın duyulmasıyla birlikte çok sayıda yurttaş olay yerinde toplandı. Hakkari, Yüksekova, Şemdinli ilçelerinden başta olmak üzere çok sayıda DTP'li yönetici incelemelerde bulunmak üzere beldeye gitti. DTP binasının açılışından bir gün önce bombalanması geçmiş olayları tekrar gündeme getirdi. Güney Kürdistan Bölgesi'nin sıfır noktasında bulunan yaklaşık 50 bin askerin konumlandığı beldede, daha önce de defalarca açılması planlanan belde teşkilatı sık sık engellemelere maruz kalmıştı.
'Saldırı bizi yıldırmayacaktır' erdogan_basbug_gorusmesi
Olay yerine ilk giden DTP PM Üyesi İzzet Belge,Patlamanın olduğu dükkanı biz yapmıştık. Ancak iki gün önce Derecik'teki jandarma yetkililerine adres değişikliği sunduk. Çünkü söz konusu yer hem dar, hem de mahalle arasıydı. Daha merkezi bir yeri seçip çarşı merkezinde bir yeri tuttuk. Ancak teknik malzeme, eşyalarımız patlamanın oldu dükkanın içindeydi. Bu saldırı bize yöneliktir. Hedef örgütlenmemizi engellemek' dedi. Belge, Derecik'in tamamen bir askeri alana çevrilmek istendiğine dikkat çekerek, 'Biz geçmişte de defalarca burada belde açılışı yapmak istedik. Ancak her defasında baskı ve keyfi uygulamalara maruz kaldık. Ancak halkın ciddi talebi üzerine 4 ay önce belde açılışı için çalışma başlattık. Beldede bir yeri kendimiz yaparak hazırladık. Bir yeri de merkezde kiraladık. Ancak merkezde kiraladığımız yer açılışa bir gün kala bombalandı. Saldırı bizi yıldırmayacaktır' şeklinde konuştu. Bunca askerin konumlandığı beldede DTP belde binasının bombalanmasının ve faillerinin yakalanmamasının kuşkulu olduğuna dikkat çeken Belge, 'Binamıza bombayı atanlar savaşta ısrar erden karanlık güçlerdir. Yani Ergenekon yapılanmasının yerel ayaklarıdır. Yetkililere çağrımız bu olayın faillerinin bir an önce yakalanmasıdır' dedi. Saldırıya rağmen bugün milletvekili, belediye başkanları ve halkla birlikte DTP belde binasının görkemli bir şekilde açılışının gerçekleştirileceğini söyleyen Belge, 'Yarın (bugün) saat 09.30'da DTP Şemdinli ilçe binası önünde basın açıklaması yaptıktan sonra kitlesel olarak beldeye gidilecek. Saat 12.30'da açılış yapılacak. Bütün halkımız açılışa davetlidir' diye konuştu.
AKP ilçe olmak için uğraşıyor
Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'na gelmesiyle birlikte sınırda oluşturulmak istenen 'tampon bölge' hesapları kapsamında Hakkari ve çevresi 'güvenlikli bölge' ilan edilerek askeri bölgeye dönüştürüldü. Bu hesaplar üzerine Derecik beldesinin ilçe olması için Hakkari Valiliği, İl Genel Meclisi'ne öneride bulunmuştu. İl Genel Meclisi, öneriyi reddetmişti. Bunun üzerine Hakkari Valisi Ayhan Nasuhbeyoğlu, Hakkari İdare Mahkemesi'nde dava açmıştı. AKP Hakkari Milletvekili Rüstem Zeydan da, beldenin ilçe olması için TBMM'ye kanun teklifinde bulunmuştu. HAKKARİ – DİHA SIDDIK GÜLER

Saturday, August 30, 2008

Mahkeme de mezarı bulmak istemiyor

seyit_riza1_b[1] Elazığ İdare Mahkemesi, Seyit Rıza'nın mezarının yerinin tespiti için torunları tarafından Elazığ Valiliği hakkında açtığı davayı ret etti. Kararın hukuka aykırı olduğunu belirten Av. Hüseyin Aygün ise, konuyu AİHM'e taşıyacaklarını söyledi.

 

Elazığ'da 15 Kasım 1937 tarihinde idam edilen Dersim İsyanı önderlerinden Seyit Rıza'nın torunları Rüstem Polat ve Leyla Ağlar, dedelerinin mezar yerinin kendilerine bildirilmesi talebiyle 27 Ekim 2006'da Elazığ Valiliği'ne ve ilgili kamu kurumlarına başvurdu. Başvurulara, Elazığ Belediyesi, Elazığ Cumhuriyet Başavclığı, Elazığ Sağlık Müdürlüğü arşivlerinde herhangi bir bilgi veya belgenin olmadağı cevabını verdi. Elazığ Valiliği de dilekçeye yanıt verme gereği bile duymadı. Bunun üzerine aile, 30 Ekim 2006'da Elazığ İdare Mahkemesi'nde valilik hakkında dava açtı. Aygün, mahkemeden valilik ve belediyenin arşivlerinde bulunmaması halinde konunun Milli Savunma Bakanlığı, TBMM ve Başbakanlığa sorulmasını istedi. Elazığ Valiliği, mahkemeye verdiği savunmasında, 'Davanın süre aşımına uğradığını, usule ilişkin olarak husumetin yanlış gösterildiğini, yapılan araştırmalarda konuyla ilgili herhangi bir kayda rastlanmadığını' iddia etti. Elazığ İdare Mahkemesi de iki yıl aradan sonra konuyla ilgili karar verdi.

Mahkeme, valiliğin 'Arşivlerde yok' şeklindeki açıklamasını yerinde bularak davanın reddine karar verdi. Mahkeme ayrıca resen araştırma yetkisi olmasına rağmen bu yetkisini kullanmayarak ailelerin 'TBMM, Milli Savunma Bakanlığı ve Başbakanlığa sorulsun' talebini de görmezden geldi.

Ama aynı mahkeme kararının devamında ise kendisinin yapması gereken bir araştırmayı aileye bırakarak Milli Savunma Bakanlığı'na konunun sorulabileceğini açıkladı. Mahkeme kararının umut kırıcı olduğunu belirten Av. Aygün, kararın hukuka aykırı olduğunu ve kararı temyiz için Danıştay'a başvuracaklarını söyledi. Sonuç alamadıkları takdirde AİHM'e gideceklerini ifade eden Av. Aygün, 'Belediye ve valilik elinde belge bulunmamasının mahkeme tarafından hukuka uygun ve normal bulunması imkansız. Mezarlıklar Hakkında Nizamname'ye göre Elazığ Belediyesi'nin elinde belge bulunması gerekir' dedi. DERSİM / DİHA

 

‘Dilimden koparılışımı hiç affedemiyorum!’

“Ne olursa olsun, dilimden koparılışımı hiç ama hiç affedemiyorum. Yarım yarım yaşıyorum. Sözlü edebiyatı bir hayli gelişkin olan dilimden masallar dinleyemeyişim, Cegerxwîn’i Kürtçe’den okuyamayışım, bir Kürtçe koyu sohbete salt dinleyici olarak, konuşamadan yabancı kalışım kahredici durum…”

omerfarukhatipoglu Şair Ömer Faruk Hatipoğlu ilk şiir kitabı ‘Düş Değil’ (1995) ile yazın dünyasına adımını attı. Şiirleri birçok sanat ve edebiyat dergisinde yayımlanan Hatipoğlu ‘Düş Değil’, ‘İnce’, ‘Sevdim Çocuk Yanımla’ ve ‘Ateşi Utandıran Yangın’ kitaplarıyla şiirdeki ısrarını sürdürdü. Hatipoğlu ile yaşamını ve şiir serüvenini konuştuk.
Türkçe yazan Kürt bir şairsiniz. Genel anlamda Kürt dili ve kültürüne yönelik hala süren asimilasyon politikaları var. Siz bu politikalardan nasıl etkilendiniz?
Ailem yaklaşık iki yüz yıl önce bu bölgeye yerleşen Xelîkan Aşireti’ne mensup bir aile. Ben doğmadan önce köyümden, şimdiki adı Gölyazı olan Xelîkan’dan göç ederek Cihanbeyli’ye yerleşmişiz. Yetiştiğim çevre (Okulu eklemeye gerek yok!), baskın dil Türkçe’nin, -hala olduğu gibi- egemenliğindeydi ki dilimin en azından bende ve çocuklarımda yitmesine neden oldu. Bu yaşamım boyunca bir yarımın olmaması anlamına geldi hep. Başka bir yerde de belirttiğim gibi, on bin yıldır akan çok kollu bir nehir dimağımda kurudu. Kürt dili ve kültürü üstündeki baskıyı yinelemeye gerek yok; çünkü malûmun ilamı. Yıllardır yok sayıldı, bilimi tarihi güldürecek bir biçimde, Hint Aryen dil grubuna üye bir dil, Ural Altay dil grubundan Türkçe’ye eklemlenmeye çalışıldı. Bugün koşullu bir kabullenme olsa da yetersiz. Benim gibi binlerce milyonlarca insan anadilinde eğitim almadığı için dilinden koparılmış. Burada bir not düşmek gerekiyor: Sözünü ettiğim Xelîkan aşireti asimilasyon politikalarına karşın düne kadar dilini ve kültürünü korudu. Ama yeniden göçler ve sözde kentleşme, aşiret yapısı ile birlikte dile de zarar vermeye başladı.
Kürtçe öğrenmek ve Kürtçe yazmak için hiç çabanız oldu mu? Buna paralel olarak muhalif bir kimlikle de olsa, şiirlerinizin Türkçe edebiyata katkı sunuyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Az çok anlasam da, Kürtçe’yi konuşamayışım, bende tanımı zor bir mahçubiyet duygusu yarattı. İçinizde yakıcı bir öğrenme isteği olsa da; bu saklanma durumu, Kürtçe kurs olanağının olmayışı, evde Kürtçeyi bilen ebeveynin Türkçe konuşması, dilinizin kapalı demir kapısını daha da paslandırıyor sonuçta. Aslında belki de öğrenme isteği geciken bir istekti. Şiirin içine girdikçe Kürtçe yazma dürtüsü acıtıcı bir hal aldı. Dilimi daha da özleten bir şey oldu şiir. Öğrenme amaçlı geç kişisel çabalar da sonuç vermedi. Kaldı ki, Kürtçe’yi yazacak bir düzeyde bilmek için dilin içine doğmak ve akademik bir eğitim almak gerekiyor.
Biliyorsunuz Çek yazar Franz Kafka yapıtlarını Almanca’dan verdi. Bizim Yaşar Kemal’imiz de bir Kürt olmasına karşın romanlarını Türkçe yazıyor. Bu örnekler çoğaltılabilir. Elbette edebiyata bir katkımız olacaksa, dilimizden katkı sunsaydık, dolayısıyla dilimize katkımız olsaydı daha iyi olurdu. Ama aslolan kalıcı şiirse, sevdiğim ve bu coğrafyanın başka güzel bir dilinden ürün vermek de kötü değil. Edebiyat evrenseldir. Bir dilden yazılmış ürün, ikinci bir dile çevrildiğinde o dilden bir şey kalmamaktadır. Mehmed Uzun’un bir romanı diyelim Norveççe’ye çevrildi. Türkçeden çevrilmesi ile bir farkı kalmıyor çevrildikten sonra.
Ne olursa olsun, dilimden koparılışımı hiç ama hiç affedemiyorum. Yarım yarım yaşıyorum. Sözlü edebiyatı bir hayli gelişkin olan dilimden masallar dinleyemeyişim, Cegerxwîn’i Kürtçe’den okuyamayışım, bir Kürtçe koyu sohbete salt dinleyici olarak, konuşamadan yabancı kalışımın kahredici durumu, yarım yarım yaşamak sınırını bütüne doğru genişletiyor. Ama Türkçe yazmaktan da asla gocunmuyorum. Önemli ve değerli olan yazdığınız dilin hakkını vermektir. Verebilirseniz ne ala!
Şiir yazmaya ne zaman ve nasıl başladığınız? Yazmaya başlamadan önce hangi yazar ve şairleri okudunuz?
Bir başlangıç tarihi yok! Şiir derken şimdi yazdığım şiir gibisi değil. Şiirimsiler, şiir sandıklarım kastım. İçimde bir dürtü daha çocuk yaşlarda sanki; ‘Şiir yaz! şiir yaz!’ diyordu. Fazla şiir ezberim yoktur, ama çok küçük yaşlarda Yunus Emre’nin “Biz dünyadan gider olduk” diye başlayan şiirini ezberlediğimi anımsıyorum. Demek ki ilk okuduğum şair Yunus. Ortaokuldayken de A.Kadir’in yazdığı ‘1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet’ adlı yasak kitabından, Nazım Hikmet’in ‘Karıma Mektuplar’ın birkaç bölümünü ezberlediğimi biliyorum. Bizim kuşak Nazım’dan ve Ahmed Arif’ten beslendi. Ben de doğal olarak onları okudum. Evimizde bir de Mehmet Akif okunurdu. Babamdan onun ve Ziya Paşa’nın şiirlerini dinleyerek büyüdüm.
Şiirlerinize Kürdistan’dan uzak olmanın etkisi oldu mu?
Uzak kalmanın, hayır olmadı. Kaldı ki böyle bir coğrafya olsa da yok!
Yok derken?
Elbette Ortadoğu’nun en kadim halklarından Kürtler’in yaşadığı coğrafyanın adıydı Kürdistan. Osmanlı fermanlardan biliyoruz ki bölge Kürdistan diye adlandırılıyordu. Alpaslan’ın Anadolu’ya girmesini sağlayan Kürt Beylikleri’nden önce de sonra da Kürt Beylikleri vardı! Asur’u yıkan, tüm Kürt Klanlıkları’nı bir araya toplayan, Herodot’un da andığı Med İmparatoru Keyakisar’dan önce de sonra da Kürtler o coğrafyada yaşıyorlardı. Xallan Çem, Nevala Çori başta olmak üzere son yirmi yılda kazısı yapılan tüm höyüklerden batılı bilim insanlarının çıkardığı sonuca; İzady’ye, bu yılın nisan ayında yitirdiğimiz Cemşid Bender başta olmak üzere kimi tarihçilere göre 5000 yıldır; hatta Hurriler’in, Gutiler’in ataları olduğu iddiasının tam anlamıyla gerçeklik kazandığı var sayılırsa; 5000 değil, 10000 yıldır, Neolitik çağdan bu yana Kürtler’in yaşadığı coğrafya!..
Binlerce yıldır kimi uygarlığın kurulmasında rol oynayan, kimi uygarlığın bir ögesi olan; üstelik Antik Çağ’da bir değil birçok krallık oluşturan Kürtlerin yaşadığı; örneğin bugünkü Zilan Aşireti’nin ataları olduğu söylenen ve tüm Anadolu’ya hükmeden Zelaniler’in, Kapadokya Zelanileri, Pontus Zelanileri gibi adlarda yöresel krallıklar oluşturdukları dönemlerden bu yana Kürtler’in varlık sürdürdüğü coğrafya!.. Ama şimdi Mezopotamya’nın büyük bir bölümü o adla anılmıyor. Günümüzün en can alıcı, yakıcı ve uluslararası önem kazanan Kürt sorununun aldığı giderek karmaşıklaşan yapı düşünüldüğünde, orda bir sınır çizmenin pratikte kimseye bir yararı yok. Aslolan Kürt kimliğinin tanınması, anayasal vatandaşlığın öne çıkarılabilmesi; dilin ve kültürün önündeki duvarların yıkılmasıdır. Özgürlüğün, gerçek demokrasinin yaşam bulduğu, Anadolu’da yaşayan tüm kültürel ve etnik unsurların, tarak dişi gibi eşit oldukları ‘o gelecekte’, sınırların kendiliğinden anlam yitireceği bellidir. Bir sınır daha çizmektense, tüm sınırların ve insanı her şeyden daha çok yozlaştıran paranın tahakkümünün kalktığı o gelecekte; özgür, ayağı yere basan eşit bireyin meselesi, coğrafyanın bir parçasına sıkışmaktan çıkacak ve tüm dünya olacaktır.
Türkiye Kürtleri’nin bir kısmının, Mezopotamya’nın bu adla anılmasını özlediklerinden hareketle, gelecekte bir gün; her türlü önyargının çıkar çatışmasının sona erdiği, sömürgeciliğin Ortadoğu’dan elini çektiği, her türlü hesabın görüldüğü bir gün; tıpkı Trakya gibi, tıpkı Anadolu gibi ama Anadolu’dan ayrı düşmeden, ayrılık düşünülmeden, Kürdistan’ın da bir ad olarak kullanılması doğaldır. Ortak akıl, sağduyu ve duygudaşlık dünya ve ülke gerçeğiyle buluştuğunda, hemen her vicdan sahibinin dile getirdiği odur ki; önce bireyin ve toplumun özgürleşmesi, gerçek demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlerlik kazanması, şiddetsiz bir ortamda konuşma, tartışma dilinin yaratılmasıdır öncül olan. Sonrası aydınlanmanın güneşinde dumansız, yangınsız ve kolaydır. Özet olarak ‘Kürdistan’dan uzak kalmak’dan değil, kültürümden, dilimden ayrı kalmaktan şiirim etkilendi. İnkarın, haksızlığın, kirli savaşın, göçün, yoksulluğun etkisi oldu şiirime. ‘Ateşi Utandıran Yangın’ tam da bu etkiyle yazıldı, evrenseli yakalamak umuduyla…
Şiir tanımsızdır veya çok farklı tanımlamalara açık olarak tanımlamak şiiri, dolayısıyla şairi nasıl etkiliyor?
Can alıcı bir soru. Beni şiirde en fazla acıtan sorun!.. Keşke bir tanımı olsaydı!.. Ya da gerçekten hiç mi yok? Ya da çok tanımı olduğuna göre iyi tanımlardan birini bir şair esas alamaz mı? Aslında bir şiirde, önceki soruda değindiğimiz ögelerden; müzik, ses, ahenk, imge, duygu, düşünce, bütünlük vb. den biri eksik olduğunda şiirin bir şeyi; bir kaçı noksan olduğunda çok şeyi eksik oluyor. Bendeniz bir şiiri bir insana benzetiyorum. Şiirin iliği, kemiği, kanı, eti… yetmez, onu incelikle örten teni… yetmez, bir de ruhu vardır. Kalbi vardır, ciğeri vardır. Oysa bizim şiir heveslileri şiirin bu tanımsızlık boşluğunu söz yığınları ile doldurup duruyorlar. Bir tümceyi bölerek alt alta yazmak… Kötü şiirin emsal teşkil etmesi ve heveslinin, “-O yazıyorsa ben neden yazmayayım?” diye cesaretlenmesi… Ve sonra şiirde enflasyon!.. Aslında çok kişinin heveslenip şiir yazması iyi bir şey. Ama kötü olan, bunu hemen, alelacele okuyucunun gözüne sokmak… Yayımlamak. Kitaplaştırmak!.. Burada bu dünyanın, şiir dünyasının bir çelişkisi de dile getirilmeli. Binlerce şair, müteşair, hevesli, şiir yazıyor ve dergilerde, internet ortamında yayımlıyor ama bir şiir kitabı 300 satıyor ancak! “Bu ne yaman çelişki?” Ve asıl önemli olan buncası arasında iyi okuyucu iyi şiiri ya bulamıyor, ya da çok yoruluyor ararken.
Günümüz şairlerini, özellikle genç şairleri nasıl görüyorsunuz?
Aslında şiir ve şair hakkında konuşmak konuşanı bağlıyor. Yazan biri olarak bu sorulara yanıt verirken çok zorlanıyorum. Kim şair, hangisi şiir? sorularının gerçek yanıtını zaman verecek doğal ki. Günümüzün bir Ahmed Arif’i, bir Nazım’ı, bir Cegerxwîn’i var mı bilmiyorum!.. Acaba dönemler de büyüklüklerine depremlerine göre sancılarına göre büyük sanatçılar mı yetiştiriyor?
Günümüz şairlerini naçizane her birinin iyi şiirlerine göre değerlendiriyorum. Her birinin sevecek bir güzel şiirini bulabiliyorum. Yazdığı her şiir büyük olan var mıdır, bunu bilmiyorum. Bu bağlamda günümüz şiirinin bir sorununa yeniden değinmek gerekiyor: Yenilik!.. İlle de yenilik, yeni bir çığır açma düşüncesi, sanki eski şiirin iyi örnekleri verilmiş de sıra yeniliğe gelmiş gibi, şiirin sınırlarını zorlamaya yol açıyor. Yenilik adına anlaşılmaz söz yığınları lodalanıyor şiir sayfalarına.
Bir yerde, ‘Her iyi şiir, yenilikçi şiirin örneği olsun, geleneğe özgü olsun yeni şiirdir…’ demiştim. Elbette günümüzde gelecek vaad eden iyi şairler var. Aklıma iki ad geliyor anmadıklarımın bağışlaması dileğiyle. Biri Diyarbakır’lı Seyyidhan Kömürcü. Diğeri bir kitabıyla 3 ödül alan Ferhad Gülsün.
Şiir kitaplarını sormak istiyorum. Kısaca kendi kitaplarınızdan da bahsederek şiir ve şiir kitabı, şiir kitabı ve yayıncılık, şair ve yayıncılık ilişkilerine günümüz şartları itibariyle, nasıl bakıyorsunuz? Bir ölçü ya da ölçüsüzlük var mı?
Marks’ın mıydı “İnsanlar düşündükleri gibi yaşayamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler…” sözü? Bu coğrafyadayız ve biz bize benziyoruz. Siyaseti o, diyaneti şu, ticareti bu olan bu ülkenin yayın yaşamı farklı mı olacaktı? Yaşamın hangi halkasında adalet var ki bu dünya adil olsun? Şiirden başlarsak, şiir salt bu ülkede değil dünyada da az okunan ve her zaman acizane söylediğimiz gibi edebiyatın öksüz yetim çocuğu. Garip bir çelişki, yazanı kadar ne çizer, ne besteci vardır ama okuyanı bir bestenin dinleyeninden kıyaslanmayacak kadar azdır. Belki de herkes günde yarım saat şiir okusa, ne bileyim meydanlarda sokaklarda şiirler seslendirilse bu anlamsız kavgalar da olmayacak. Ama öyle değil işte.
Yayınevleri alıcısı bu denli az bir yazın dalına pek itibar etmiyorlar ki bu anlaşılır bir şey. Belki bir yayınevinden bir şiir kotası falan bekleyebiliriz, salt şiirle dayanışma adına. Ne yazık ki büyük yayınevlerinin şiire ilişkin böyle bir kaygısı yok. Böyle olunca; şiirin niteliği, gerçek şair kim sorgulanmadan; kafa kol ilişkilerinin öne çıkardığı şairlerin(!) ve marka adların dışında kalanların yapıtlarını yayımlama şansları kalmıyor. Şiir zaten aynı babanın, roman çocuğunu kollayan edebiyat babanın, adaletsizliğe uğramış evladı iken bir haksızlık da yayınevlerince yapılıyor.
Şiirin kitaplaşmadan önceki yaşam alanı ise dergiler. Dergilerin de çoğu ya bir grubun ya bir anlayışın etki alanı içinde. Buna muhalefet eden birkaç şairin kurduğu kuracağı dergi de bir süre sonra onu doğuran derginin bir benzeri oluyor. İşte burada kendini bir yere ait hissetmeyen, etik değerlerden yana duruşu olan bir şairin durumu düşündürücüdür. Bir şiir kitabının niteliği bu yüzden, yayımlanması/ yayımlanmaması; çok okunması/okunmaması; ödül alması/almaması ile ölçülemez!.. Kendi kitaplarımın yayım serüveni de anlattıklarımdan kalmaz. Ne alaylı ne de okullu olan bendeniz, zaten şiir dünyasıyla bir hayli geç tanıştım. Nedense (Belki de hak ettiği ilgidir) yayımlanan kitaplarım ses de getirmedi. Son kitap ‘Ateşi Utandıran Yangın’ da ne yazık ki ölü doğdu. Yayınevi, dergilere, şair ve yazarlara bile gönderme zahmetine katlanmadı. Ayrıca içeriği de pek hoşgörüyle karşılanmadı sanırım! Şimdilerde, başta “Sözlüğe şiirler” olmak üzere içinden 4-5 şiir kitap çıkabilecek şiir dosyaları gün ışığına çıkacakları günü bekliyorlar.
Son olarak; internet ortamında şiir paylaşım siteleri var. Hatırı sayılır ilgilisi de var, diyebilirim. Şiir paylaşım siteleri nasıl bir işlev görüyor sizce?
İnternet ortamı demek, çok sayfalı yeni dergi, sanal yayınevi demek!.. Aslında bir kitabın sayfaları arasındaki kokuyu almadan bir şiir okumak o eylemi eksik gerçekleştirmek gibi geliyor bana. Şiirin kokusunu kitapları veriyor. Olumlu çünkü; öyle ya da böyle şiir okura daha çabuk, daha geniş bir kitleye ulaşıyor. Dergilerde kendine yer bulamayan şairler yeni bir alan buluyorlar kendilerini ifade edebilecek. Ayrıca bir şaire, şairin şiirlerine topluca ulaşma olanağı sağlıyor internet ortamı. Olumsuz çünkü; dergilerdeki denetleme alanının olmayışı ve sayfa sayısının sonsuzluğu şimdilerde çıta sorunu olan şiirin çıtasını yerle yeksan ediyor.
Olumlu, olumsuz etkilerinden bahsederken şiire ilgi duyan gençlere bu konuda ve genel olarak şiire dair vermek istediğiniz mesajlar var mı?
Şiire ilgi duyanlara ne salık verebilirim ki? Salık vermekle şair olunmuyor! Belki “Kendi muhtac-ı himmet bir dede”yim. O zaman bana başlarda verilen salığı yineleyebilirim. Önce yetenekleri yoksa heveslenip masalarına boşuna şiir perisi beklemesinler. Sesi güzel ve güçlü olmayan biri, sesini ne kadar eğitirse eğitsin 4 oktav sese ulaşamayacaktır! Şiir yazmaya kalkışıyorlarsa, acaba böyle heveslenerek resim de çizebilir, beste de yapabilir miyim?.. sorusunu sorsunlar kendilerine. Kötü bir şair olmaktansa iyi bir okur olmak daha iyi değil midir? Yazmasınlar demiyorum, kendileri için yazabilirler. Hani zehri akıtmak için. Bu tamam. Oysa iddia sahibi olmak başka! Ama yeteneklerini duyumsayabiliyorlarsa, işte o zaman yapacakları çok şey var. Şiir bir adanma eylemi. O hayatınızdaysa çok şey hayatınızda ikincil plana düşecektir. Ve karşılığı olmayan bu sanat dalı, size bir şey vermeden sizden çok şey alacaktır! Bu çileli yolu iyi hesap etmeliler… Önce geçmişte ne yazılmış, şiirlerine sindirmeden, fazla etkilenmeden irdelemeliler… Eliot’un “Bir şairin bir şaire yapacağı en iyi eleştiri, yazacağı şiiridir!” sözünden hareketle, büyük şiirleri şiirlerine ayna yapmalılar!.. Şiirin büyük düşmanı fazlalıktan şiirlerini korumalılar. Şiiri bekletmeyi, demleyebilmeyi kendilerine ve şiire bir saygı olarak algılamalılar. Şairin en iyi eleştirmeni de alkışlayanı da kendisidir. Başkasından beklediği nesnelliği kendi şiirine gösterebilmelidir. 
Şiir, yaratıcısına ayrı bir sorumluluk yükleyecektir. İyi şiirle kötü insan yan yana eğreti Şuracağından, şair her türlü aidiyetten azade, dünyaya, insana ve bugüne, daha yukardan, gelecekten ve de vicdanının gözünden yansız bakabilmelidir. Ama hangi inançtan, etnisiteden olursa olsun; barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi evrensel değerlerden yana duruşla... Bir de son söz olarak, şiiri rüşdünü ispat etmemiş, kulağını merakla zamanın ağzına dayamış bir fakir şair olarak bendeniz, her soru sorulduğunda yanıtı, kendi şiirimden azade, salt sıradan bir okur olarak ve de her bir konunun uzmanlarından da çekingenlikle verdiğimi belirtmeliyim.
‘Düş Değil’ ile ördü kozasını
Şair Ömer Faruk Hatipoğlu aslen Gölyazı kasabasındandır, ancak 1958 yılında Konya/Cihanbeyli’de doğdu. Halen orada yaşamakta. 1980 yılından bu yana Cihanbeyli’de ticaretle uğraşıyor!.. Bir kasabada yaşamanın getirdiği yazınsal yalnızlıktan dolayı şiir dünyasına ulaşmakta bir hayli gecikti. İlk kitabı ‘Düş Değil’, Memleket Yayınları’ndan çıkıncaya dek yazın dünyasından uzakta kozasını ördü.
Şiirleri Çalı, Evrensel Kültür, İnsan, Kıyı, Papirüs, Pencere, Şiir-lik, Yaklaşım, Yazın gibi sanat ve edebiyat dergilerinde yayımlanan Hatipoğlu’nun ‘Düş Değil’, ‘İnce’, ‘Sevdim Çocuk Yanımla’, ‘Ateşi Utandıran Yangın’ şiir kitapları yayımlandı.

BEDRİ ADANIR YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

BAŞKAN BARZANİ: ‘’YASANIN ENGELLENMESİ DURUMUNDA KERKÜK’Ü KÜRDİSTAN’A KATARIZ’’

PNA-Fedaral Kürdistan Bölgesi (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Irak hükümetinin ülkenin daimi anayasasının 140.maddesinin yerine bir alternatif getirmek için çaba göstermesi durumunda, Kerkük İl Meclisinin isteğini uygulamaya geçireceklerini ve Kerkük’ü Kürdistan Bölgesi’ne katacaklarını söyledi.

baskan barzani

Kürdistan Bölgesi Başkanı Barzani, Eş-Şark el-Awsat gazetesine verdiği mülakatta, Irak hükümetinin ülkenin daimi anayasasının yerine bir alternatif getirmek için çaba göstermesi durumunda, Kerkük İl Meclisi’nin isteğini uygulamaya geçireceklerini ve Kerkük’ü Kürdistan Bölgesi’ne katacaklarını söyledi.

Xaneqin’deki krize de değinen Başkan Barzani, bu kentteki olayı büyük bir hata olarak vasıflandırarak Başkent Hewler ile Bağdat arasında görev ve haklar konusunda bir dengenin olması gerektiğini söyledi.

Irak hükümetinin itilafla kurulduğunu söylen Başkan Barzani, emniyet, ekonomi ve askeri alanlarda dengesiz bir paylaşım olmasına ve aynı zamanda Bağdat’ta rolleri olmamasına rağmen bu hükümete ortak olduklarını ancak onların muamele tarzının garip olduğunu söyledi.

Başkan Barzani, Kürdistan Bölgesi hükümetinin Bağdat’ta hatırı sayılır bir rolünün olmadığına işaret ederek Irak’ın üzerinde kurulduğu ortaklıktan şüphesinin olduğunu söyledi.

Xaneqin ve çevresinde meydana gelen olaylar konusunda Başkan Barzani, ‘’Xaneqin’de meydana gelen büyük bir hataydı. Peşmerge güçleri ile Irak ordusu arasında bir tür karşılaşma çabası vardı.’’ dedi.

Başkan Barzani, ‘’Hiçkimse Irak konusunda üzerimizde minnet duymasın çünkü biz , bizden daha Irak’lı olduklarını söyleyenlerden önce bu ülkedeydik. Irak’ta bir daha ikinci sınıf vatandaş konumuna düşmeyi kabul etmeyiz’’ dedi.

'Erdoğan onbaşı oldukça generaller konuşur'

Genelkurmay yetkililerinin devir-teslim törenlerinde son günlerde peşpeşe yaptıkları açıklamalar, Türkiye'deki askeri vesayet rejiminin düzeyini bir kez ortaya koydu. Kürt sorunundan, demokratikleşme ve laiklik konularına kadar birçok konuda konuşan askeleri, hükümet can kulağıyla dinledi. DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, 'Generaller karşısında onbaşı görüntüsü çizen bir Başbakan oldukça generaller konuşmaya devam eder' dedi.

buyukanit_basbug_devir_teslim_toren2

'Askeri siyaset' dönemi 

Genelkurmay'daki devir-teslim töreninde komutanların 'terörle mücadeleden' dış politikaya, ulus-devletten kültürel haklara kadar her alanda yapmış olduğu konuşmalar, iç ve dış tehdit algılamalarına dayalı olarak toplumu, kamuoyunu, medyayı, siyaseti ve hükümeti TSK'nin çizgisine çekme girişimlerinin önümüzdeki dönem ağırlık kazanacağının işaretini verdi.

Yaşar Büyükanıt sonrası gözlerin çevrildiği yeni Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, şaşırtmadı ve askeri konulardan çok TSK'nin alanına girmeyen hemen her konuda görüşlerini dikte etmekten kaçınmadı. Ağırlıklı olarak dış politika, ulus-devlet, kültürel haklar ve laiklik konularını ele alan Başbuğ, hükümete resmen askeri bir rota çizdi. Kafkaslar'da yaşanan çatışmayla birlikte savaş rüzgarlarının yeniden esmeye başlaması orduyu da harekete geçirmiş olsa gerek. Başbuğ, hemen her konuyu askeri güvenlik çerçevesi içerisine oturtarak, Türkiye'nin önümüzdeki dönem savaş senaryolarına göre dizayn edileceğinin işaretini verdi. Bu açıdan Başbuğ döneminin siyasetin milli güvenlik çizgisine daha fazla oturtulacağı bir dönem olacağı kaydediliyor.

Toplumu biçimlendirme

Başbuğ'un değerlendirmeleri içerisinde en dikkat çekici noktalardan birini toplumu, kamuoyunu ve medyayı TSK'nin çizgisinde hareket etmeye çağıran mesajlar oluşturdu. '...Gerektiğinde kişisel çıkarlarını aşabilen, toplumun genelini ilgilendiren konularda kamuoyu oluşturabilen vatandaşlardan oluşan 'kamu çıkarını gözeten sivil toplum' oluşumuna sahip olan ülkelerin bu sorunu büyük ölçüde aştığı görülmektedir. Bu nedenle kendi çıkarları yerine, ülke çıkarlarını gözetebilen sivil toplum örgütlerine sahip olunması demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur' şeklindeki sözleri bunlardan biri. Küreselleşme çağında, 'Devlet', 'Birey' ve 'Özgürlük' kavramlarından birinin diğerinin aleyhine genişlemesinin tehlikeli olduğunu savunan Başbuğ, bu noktada medyayı ve iletişim araçlarını da sorumluluğa çağırmaktan geri kalmadı. Başbuğ'un dikte etmeye çalıştığı bu görüşlerin bir süre önce deşifre olan ancak Genelkurmay'ca kabul edilmeyen TSK'nin kamuoyunu kendi çizgisine çekmeyi hedeflediği 'Bilgi Destek Eylem Planı'yla örtüşmesi dikkat çekti. Sözkonusu planda TSK güdümlü kamuoyu, sivil toplum örgütü, medya ve aydın-yazar oluşturulması tasarlanıyordu. Başbuğ'un sözlerinden TSK'nin resmiyette kabul etmediği bu planı önümüzdeki dönem hayata geçirmeye çalışacağı anlaşılıyor.

Farklı kültürleri bastırma

'Terörle mücadele' başlığı altında askeri operasyonlar üzerinde fazla durmayan Başbuğ, asıl mücadele edilmesi gereken alan olarak Kürtlerin siyasal, kültürel kimlik taleplerini gösterdi. Başbuğ, farklı kültür, kimlik ve dillerin anayasal güvenceye kavuşturulması yönündeki toplumsal talepleri Türkiye'nin üniter yapısını bozacak istekler olarak gördü ve TSK'nin bunun karşısında duracağı mesajını verdi. Başbuğ'un 'Türk kimliği'ne yaptığı özel vurgu, farklı kimlik taleplerinin 'egemen kimlik'le ezilmeye çalışacağının da göstergesi durumunda. Başbuğ açıkça hükümete 'Kültürel hakları içeren yeni bir anayasaya kalkışmayın' uyarısında bulundu. 'Alt kimlikler üst kimlik haline getirilemez' diyen Başbuğ'un bu sözlerle hedef aldığı adres, 'Kürt kimliği anayasal güvence altına alınsın' diyen DTP oldu. Başbuğ, 'Kültürel alandaki düzenlemeler herhangi bir şekilde siyasal alana doğru götürülemez' diyerek, Kürtlere açıkça 'Kürtçe yayın vs gibi göstermelik düzenlemeler dışında başka bir şey beklemeyin' mesajını verdi.

Dış politika askerin emrinde

Başbuğ konuşmasında doğrudan hükümetin alanına giren Kıbrıs, Irak, Türk-Amerikan ilişkileri gibi dış politika konularında da TSK'nin görüşünü dikte etmekten kaçınmadı. Başbuğ açıkça önümüzdeki dönem Türkiye'nin dış politikasında asker ağırlığının daha fazla hissedileceğinin işaretini verdi. Bu durum ister istemez hükümet-ordu ve Türkiye-AB ilişkilerinde yeni krizlerin yaşanmasını kaçınılmaz hale getirecek. Türkiye-ABD ilişkilerini mükemmel olarak gören Başbuğ'un 'Görevlerimizden birisi de, bu işbirliğinin korunmasıdır' diyerek, TSK'nin ABD çizgisi dışına çıkmayacağının mesajını verdi. Bu da TSK'nin Ortadoğu başta olmak üzere Türkiye'nin yakın bölgesinde ABD politikaları ekseninde rol oynama isteğini yansıtıyor.

Büyükanıt'ı, Başbuğ düzeltti!

Devir-teslim töreninde PKK konusunu ağırlıklı olarak ele alan eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt oldu. Büyükanıt, 'Terörle mücadele'deki eşikleri sıralarken PKK'nin silahlı eylemlerinin en güçlü olduğu dönemi 1991-2003 arası yıllar olarak açıkladı ve 'Yılda 500 şehit veriyorduk' dedi. Ancak Büyükanıt'ın, bu noktada atladığı önemli bir ayrıntı oldu. O da; aynı dönem içerisinde TSK'nin de en büyük sınırötesi operasyonları gerçekleştirmiş olması. Bugün halen hava harekâtını savunan Büyükanıt, geçmişte yürütülen 'Çelik', 'Balyoz', 'Zeli' gibi büyük operasyonların da içinde yer aldığı 24 sınırötesi operasyona rağmen PKK'nin neden tasfiye edilemediğine açıklık getiremedi. Kendi dönemini 'terörle mücadeledeki' üçüncü 'büyük eşik' olarak nitelendiren Büyükanıt, 'Sınırötesi operasyonların, TSK'nın imkan ve kabiliyetlerinin bugün ulaştığı seviye hakkında bir fikir vermek için yeterli olduğunu düşünüyorum' derken yapılan operasyonların ancak ABD'nin desteğiyle gerçekleşmiş olduğunu dikkatlerden kaçırmaya çalıştı. Büyükanıt'ı düzelten ise Başbuğ oldu. Başbuğ, 'TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri arasındaki işbirliği ve anlayış mükemmel seviyededir' dedi.

'Kitlesel refleks' bildirileri

Büyükanıt'ın konuşmasında ilk kez 'Türk-Kürt çatışması'ndan sözetmesi de dikkatlerden kaçmadı. Büyükanıt, 'Türk ulusu uzun yıllardır yaratılmaya çalışılan bir Türk-Kürt çatışmasından, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da şiddetle kaçınmalıdır' dedi ancak, çatışma provaları en çok onun döneminde yapıldı. 2005'te Mersin Newrozu'nda Ergenekoncuların gerçekleştirdiği bayrak provokasyonu sonrası Genelkurmay 'Sözde Vatandaşlar' bildirisi yayınlamıştı. Bildiriyi o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı olan Büyükanıt'ın kaleme aldığı iddia edilmişti. Bu bildiri sonrası her yerde Kürtlere karşı linç girişimleri başladı. Geçen yıl 8 Haziran'da Genelkurmay 'TSK'nın beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir' şeklinde bir başka bildiri daha yayınlamış ve kamuoyunda bu bildirinin Türk-Kürt çatışmasına yol açacağı eleştirileri artınca Büyükanıt, 'Refleksten kastımız demokratik tepkidir' demişti.

Erdoğan, onbaşı görüntüsü verdikçe generaller konuşur

Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un tehdit ve uyarıları siyasette geniş yankı uyandırırken, DTP'den uyarılara tepki geldi. DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, 'Generaller karşısında onbaşı görüntüsü çizen bir başbakan oldukça generaller konuşmaya devam eder' dedi. Başbuğ'un laiklik ve cemaatlerle ilgili uyarılarını değerlendiren Demirtaş, Başbuğ'un mesajlarının yüzde 80'inin politik mesajlar olduğunu belirterek, Başbuğ döneminin de siyaset ağırlıklı olacağını söyledi. Bilinenlerin tekrarlandığı bir açıklama olduğunu kaydeden Demirtaş, 'Ordunun Türkiye'yi hala tehditler ülkesi gibi gördüğü ortada. Bütün söylemini, politikasını tehditler üzerinden kurmasını ise doğru bulmuyoruz. Görünen o ki İlker Başbuğ dönemi de siyaset ağırlıklı bir ordu görüntüsüyle geçecek' dedi. Hak ve özgürlükler konusunda ordunun daha demokratik yaklaşımını beklediklerini, ancak kusurun Genelkurmay da değil, Başbakanlıkta olduğunu belirten Demirtaş, 'Generaller karşısında onbaşı görüntüsü çizen bir başbakan oldukça generaller de konuşmaya devam ederler. Konuşmanın tümü mahkum edilemez ama askeri bir yetkilinin politikacılara mesaj vermesi demokrasiye aykırı' dedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, 'Giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar' şeklinde uyarı niteliği taşıyan sözlerine 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 'Beyanlar çok açık, herkes çok iyi anlasın' diye değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, güçlü, modern ve etkili Türk Silahlı Kuvvetleri'nin caydırıcılığının yüksek tutulmasının ulusal bekanın kaçınılmaz bir gereği olduğunu vurgulayarak, 'Ordumuzun modernizasyonunun kesintisiz devam ettirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel öncelikleri arasındadır. Çevremizde yaşanan gelişmeler, konunun önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir' dedi. www.gundemonline.org

Kürtleri komisyondan attılar

Bağdat yönetimi üzerinde denetimini sürdüren ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın Kerkük referandumunu ertelemesinden sonra Irak ordusu Xaneqin'i işgal etti. Tepkiler üzerine ordu geri çekilirken, Bağdat hükümeti şimdi de Kürtleri, ABD'nin işgalci güç olarak daha ne kadar kalacağını belirleyecek olan komisyondan çıkardı. Irak Genelkurmay Başkanı'nın bile Kürt olmasına rağmen Xanekin'in askerlerce işgalinden haberi olmadığını belirten Federal Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Dr. Fuad Hüseyin, Kürtlerin çıkartılan kararlardan haberdar olması gerektiğini söyledi.

 
malikiIrak'taki işgal gücü ABD ile Nuri El Maliki başbakanlığıyla Celal Talabani başkanlığındaki hükümet, Kürtlere karşı politikalarını boyutlandırıyorlar. Kürdistan İttifakı Listesi'nden Irak Parlamentosu'na seçilen Dr. Mahmud Osman, Irak Başbakanı Maliki'nin ABD ile yürütülen müzakereler için kurulan komisyonda bulunan Kürt üyeleri çıkarma kararı aldığını bildirdi. Konuya ilişkin PNA'ya özel bir demeç veren Osman, sözkonusu komisyonun daha önce Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin yönetiminde olduğunu söyledi. Osman, komisyonun eski halinin değiştirildiğini ve komisyonda bulunan Kürt temsilcilerin çıkarıldığını vurguladı. Bunun ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın geçen hafta Irak'a yaptığı ziyaret sürecine denk gelmesi dikkat çekiyor. ABD ile yapılan müzakerelerde işgal ordusunun 3 yıl daha Irak'ta kalması tartışılıyor.
Üst düzey heyet oluşuyor
Kürtlerle Bağdat yönetimi arasında artan gerilimi düşürmek içinse üst düzey toplantılar organize edilecek. Federal Irak Hükümeti ve Devlet Başkanlığı'ndan oluşturulacak üst düzey bir heyetin Kürdistan Bölgesi ile koparılmış bölgeler konusunda son zamanlarda irtifası artan krizi görüşmek üzere bazı toplantılar yapma kararı aldığı bildirildi.
Irak Başbakanı Maliki ve Irak Devlet Başbakanı yardımcıları biraraya geldi. Irak Devlet Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, Irak Devlet Başkanı 1. Yardımcısı Tarık Haşimi'nin ofisinde ABD ile yapılması beklenen stratejik güvenlik anlaşması konusunda bir toplantı yapıldığı belirtildi. Toplantıda Irak ordusunun girip çıktığı Xaneqin ve Karatepe'deki son gelişmelerin değerlendirildiği ve bu konuda Kürdistan Bölgesi ile üst düzeyde toplantılar yapma kararı alındığı belirtildi.rice
'Genelkurmay Başkanı habersiz'
Federal Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Dr. Fuad Hüseyin, Irak askerinin Xaneqin'e gönderilmesinin Federal Irak Daimi Anayasası'nın 140. maddesinin uygulanmasına karşı gelmek anlamı taşıdığını söyledi. Federal Irak hükümetini tek taraflı olarak karar çıkarmakla suçlayan Hüseyin, Kürtlerin çıkartılan kararlardan haberdar olması gerektiğini söyledi. Irak Genelkurmay Başkanı'nın Kürt olmasına rağmen çıkartılan karardan haberi olmadığını belirten Hüseyin, 'Federal Kürdistan Bölge Hükümetiyle kordinasyon kurmaksızın Xaneqin'e askeri güç gönderdi. Biz ve Irak tarafı da 140. maddenin kalması ve uygulamaya geçirilmesi üzerinde ısrarlıyız. Ancak, Irak askerinin Xaneqin ve çevresindeki bölgelere Irak askerinin getirilmesi 140. maddenin uygulanmaması girişiminden başka anlama gelmiyor. Eğer askeri güç teröristlere karşı ise ve Irak ile Kürt tarafı arasındaki kordinasyonla bu bölgelere geliyorsa bu olağan bir şeydir. Ancak şuanki geliş şekli tehlikeli bir durumun işaretidir ve bunun tekrar edilmesine izin verilmemeli' diye konuştu.
Barzani-Haşimi görüşmesi
barzani-0407Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesud Barzani ile Irak Devlet Başkanı Birinci Yardımcısı Tarık el Haşimi de bir telefon görüşmesi yaptı. Barzani görüşmede, Kürtlerin, Xaneqin'deki gelişmeler ve Kürdistan Bölgesi'nden koparılan bölgeler konusundaki tutumuna işaret etti. Barzani, Haşimi'nin, sorunların çözümünde önemli bir rol üstlenmesi temennisinde bulundu. Haşimi de, Kürdistan Bölge Başkanlığı'nın sorunların çözümünde çok önemli bir rol oynadığını hatırlatarak bütün sorunların diyalog ve müzakereler yoluyla çözüme kavuşturulması temennisinde bulundu. Haşimi, ayrıca, Barzani'nin Irak Acil Siyasi Liderliği toplantısına katılımının önemli bir adım olacağını vurguladı.
Bu arada Xaneqin Kaymakamı Muhammed Mela Hasan, Irak askeri güçlerinin Xaneqin ilçesinden çekilmesinin ardından ilçede durumun tamamen sakinleştiğini söyledi.
BAĞDAT / XANEKİN www.gundemonline.org (Kaynak)