Saturday, November 22, 2008

OSMAN: “MALİKİ’NİN GÖREVDEN ALINMA ZAMANI GELDİ”

dr_mahmud_osman__2005_07_11_h10m36s59 21-Nov-08 [14:52]
PNA-Kürdistan İttifak Listesi’nden Irak Parlamentosuna üye milletvekili Dr.Mahmut Osman, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin görevden alınmasının zamanının geldiğini söyledi.

PNA’ya açıklamada bulunan Osman, “Şuanda Maliki ile olan sorunlarımız iki yıl önce çözüme kavuşturmamız gerekiyordu” dedi.

Şuana kadar çözüme kavuşturulamayan sözkonusu sorunların daha da arttırdıklarını belirten Osman, “Bana göre Maliki hakkında gerçek bir şekilde düşünmek lazım. Çünkü eğer şimdiki mantıkla kalırsa başarılı bir Başbakan olarak çalışamaz. Çünkü şuanda hiçbir taraf da Maliki ile birlikte değil. Bunlardan; Kürtler, Yüksek İslam Konseyi, Uzlaşma Cephesi, İslam Partisi ve diğer taraflardır” dedi.

Bununla birlikte de Maliki’nin zayıf bir duruma düştüğünü kaydeden Osman, “Maliki’nin hakkında ve Maliki’nin görevden alınması hakkında bütün ihtimallerin gözönünde bulundurmasının vaktinin geldiğini düşünüyorum” dedi.

Maliki’nin görevden alınmasının zamanının geldiğini söyleyen Osman, sadece Kürtlerin sorunu olmayacak şekilde Irak Parlamentosunun yoluyla Anayasa ve yasaların kullanılmasında bütün Iraklı siyasi tarafların Maliki hakkında görüşlerini açıklaması gerektiğini vurguladı.

Friday, November 21, 2008

Milis güçleri anayasaya aykırı

irakmillis17 Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu, Başbakan Nuri el Maliki’nin Kerkük’te oluşturmak istediği milis güçlerinin anayasaya aykırı olduğunu duyurdu. ‘Nahrain.com’ adlı internet portalında geçen bir habere göre, Güneyli güçlerin sert tepkisine neden olan ‘Kerkük’te milis güçlerinin oluşturulma planı’ anayasaya aykırı.
Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu, silahlı güçlerini içinde barından bir meclisin anayasada belirtilen güvenlik güçleri kapsamında olmadığını belirtti. Öte yandan Irak Parlamentosu’nda bulunan Şii ittifakın önemli isimlerinden Sami el-Askeri, milis güçleri planına karşı çıkan Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’ye tepki gösterdi. El Askeri, Barzani hakkında soruşturma açılmasını istedi. Askeri, Barzani’nin El-Hurre Televizyonunda Silahlı Savunma Meclisileri oluşturmaya çalışan Maliki’ye yönelttiği eleştirileri “sorumsuzca” niteleyerek, “Sorunların çözümü için girişimlerin verildiği bir süreçte, Barzani’nin son açıklaması ateşe benzin dökmeye benzer” dedi.
Barzani ne demişti?
Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu’nun kararını görmezden gelerek Barzani’yi dayanaksız gerekçelerle Maliki’yi eleştirdiğini öne süren Askeri, “Maliki’nin anayasaya aykırı hiçbir karar almadığını sayın Barzani de biliyor” diye konuştu. Askeri, İsnad Meclislerini “hain” olarak niteleyen Barzani hakkında yasal soruşturma başlatılmasını istedi. Önceki gün El-Hurre Televizyon kanalına konuşan Mesut Barzani, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin Anayasa değişikliğine ilişkin açıklamalarını eleştirirken, Kürt ve Irak halkının demokratik haklarına zarar verecek herhangi bir Anayasa değişikliğine razı olmayacaklarını belirtmişti. Barzani, Bağdat ve Hewlêr arasında gerginliğe yol açan Maliki’nin ‘milis meclisleri’ oluşturma planına ilişkin de “bu meclisler tek tarafın çıkarına ve seçimlere yönelik. Bunun Kerkük ve Musul’da da sorun yaratmak içindir” demişti.
BAĞDAT



Anlaşma metni okunamıyor
Irak ile ABD arasında anlaşmaya verilen ‘güvenlik anlaşması’nın metni parlamentoda okunmaya başlandı. Ancak Sadr yanlısı milletvekilleri protestolarıyla metnin okunmasına engel oluyor.
Kısa adı SOFA olan ABD’nin 2011 sonunda çekilmesini öngören güçlerin statüsü anlaşmasının metni önceki gün Irak Parlamentosu’ndan Savunma ve Güvenlik Komisyonu Üyesi Hasan es-Senid tarafından okunmaya başlandı. Ancak Sadr grubu yanlısı milletvekilleri, ellerini masalara vurarak ve bağırarak, es-Senid’in duyulmasını engelledi. Metnin okunmamasından dolayı Parlamento Başkanı Mahmud el Meşhadani ise oturuma bir gün ara vermek zorunda kaldı. Bu arada anlaşmayı milletvekillere anlatmak için Parlamento’ya giden Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Sadr grubu milletvekili Ahmed Mesudi’nin saldırısına uğradı. Dışişleri Bakanı’nın üzerine yürüyen Mesudi’yi Zebari’nin korumaları tarafından zor engellenerek olay yerinden uzaklaştırıldı.
Saflar netleşiyor
İlk gün metnin okunmasına engel olan Sadr grubu dün de parlamentoyu birbirine kattı. Metnin okunmaması için yüksek sesle bağıran milletvekilleri ilk gün gibi masalara vurarak, Senid’in sesinin duyulmaması çaba gösterdi. Sadr yanlısı milletvekillerini sakinleştirmeye çalışan Parlamento Başkanı Meşhadani, oldukça zorlandığı gözlendi. Öte yandan anlaşmaya olumlu bakanlarla bakmayanlar ayrışmaya başlandı.
Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran Birleşik Irak İttifakı üyesi Irak İslami Yüksek Konseyi ile İslami Dava Partisi ve Kürt partileri PDK ve YNK anlaşmaya olumlu oy verecekler. Anlaşmaya oy vermeyecekler ise eski başbakan Iyad Allavi liderliğindeki el Irakiye, Sadr yanlısı grup ve Fazilet Partisi. 275 sandalyelik parlamentoda üç grubun sandalye sayısı 64.
Sünniler şart koşuyor
44 milletvekile sahip olan Sünni Irak Uzlaşma Cephesi de anlaşmaya mesafeli duruyor. El-Hayat gazetesine demeç veren Irak Uzlaşma Cephesi Lideri Adnan Duleymi, Amerikalıların elinde tutuklu olarak bulunan Iraklıların durumunun ne olacağı belli olmadan ve Amerikalılar yıl sonuna kadar bu tutukluları serbest bırakmadan veya Iraklı yetkililere teslim etmeden hükümetin imzaladığı anlaşmayı onaylamayacaklarını söyledi. Duleymi, anlaşmanın referanduma götürülmesini istediklerini söyledi. Iraklı kaynaklar, Sünni Irak Uzlaşma Cephesi’nin anlaşmaya ret oyu vermesi durumunda anlaşmanın kabul edilmesinin imkansızlaşacağını belirtiyorlar.
BAĞDAT YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Kürtlerde göz oymacılık

Hasan Bildirici Kurdistan-Post.orgbildirici

Tarih: 20 Kasım 2008 Perşembe

Kürt tarihinin bütün isyan, kırılma ve direniş tarihlerini bir bir irdeleyin. Göreceksiniz ki, benzer bir tablo ile karşılaşırsınız. İç ihanet ve göz oyma.

Şeyh Said ve arkadaşları, ihanetçi bacanağı Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülüp devlete teslim edildiler. Alişer'in kafasını öz yeğeni kesti.

Lütfen, Kürtlük denince aklınıza sadece direniş değil, aynı zamanda iç ihanet ve iç göz oymacılık gelsin.

Kürtlerdeki ihanetçi güruhları sıralamanın lüzumu yok. Denizde kum, havada kuş kadar çok olduklarını daha önce söylemiştik.

Kürtlerde o kadar çok bilinçli ve kasıtlı hain zümre var ki; zavallı köy korucuları, Türk ordusu saflarında gerillalara karşı savaşan sıradan askerler; gardiyanlar, Kürt çocuklarına zorla Türkçe öğreten öğretmenleri de hain sınıfına dahil ederseniz, işin içinden çıkamazsınız.

Hele Türk, Filistin, Yunan ve Siyah Afrikalıların ulusal yasalarını, Mandela’nın hareketi ANC veya HAMAS yasalarını Kürtlere uygularsanız her aileden en az birinin boynuna hainlik yaftası asmak gerekecek.

Filistin’de idam sırasını bekleyenlerin büyük bir kısmının suçu, İsraillilere emlak satmaktır... Gerisini varın siz düşünün...

Bu yazının konusu ihanet değil. Kürtler haini bol bir halk olmasalardı, herhalde dünyanın devletsiz en büyük t opluluğu olmaz ve siyaset önderleri ana dilini yasaklayan Türk devletinin televizyonlarında, gazetelerinde, meclislerinde birbirlerinin gözlerini oymazlardı.

Bunun adı, göz oymacılıktır. Göz oymacılığı Kürtlerde; ağaç oymacılığı, mermer oymacılığı, bakır oymacılığı, taş oymacılığı gibi gelişkin bir meslektir. Hatta diğer oymacılık sanatlarının Kürtlerde göz oyma sanatının aşırı inceliğinden dolayı pek gelişmediği söylenmektedir. Bunun tarihe mal olmuş bir hikayesi bile vardır. İki başarılı Kürt bir yerde paşanın mı ne huzuruna çıkmışlar. Paşa ilkine demiş ki, benden isteyeceğin şeyin iki katını arkadaşına vereceğim. Bizim Kürt demiş, bir gözümü çıkarın efendim. Kendisinin bir gözü çıkarılınca ötekisinin iki gözü çıkarılacak ya...

Hiç kıvırtmanın lüzumu yok. Kavramları yerli yerinde ve bir kez doğru kullanmak gerekiyor: Kürtlerin göz oymacılık tarihi, direniş tarihinden baskın olmasaydı, kırk milyon oldukları halde hala dilleri ve ülke adları yasak olmazdı.

Şöyle bir bakın, partilerimizin ve hareketlerimizin merkez komitelerinde yer almış kişilerin tümü yazar. Hepsi yazar. Ayrılan, bırakıp kaçan, yıllarca bir kenarda uyuyan, dağlarda hala gerilla komutanlığı yapan, Avrupa’da uçan kuşu dolandırdıktan sonra kapağı attığı Türkiye’de yeni bir çizgi tutturan, mahalle komitesinde sorumluluk yapan, örgüt dağıtan, halihazırda örgüt yöneten, miletvekilliği yapan, parti genel başkanlığı mevkinde bulunan... Yani bir bütün halinde yazarlar topluluğuyuz.

Ne kültürlü bir halkız değil mi! Bu sözüme inanmadığınızı biliyorum, ama doğuştan yazar olan merkez komite arkadaşlarımızın ve genel başkan arkadaşlarımızın göz oymaca yazılarını okuyup ondan sonra arkadaşınıza mesaj çekmiyor musunuz: “Burada ne demiş olabilir acaba?”

Tabii bu yazdıklarımı yazar kıskançlığına yoranlar olacak, ama bunu kabul etmeyeceğim. Eski ve yeni merkez komite yazarlarımızın göz oymacı yazı ve televizyon programlarıyla benim yazı alanım farklı. Ayrıca ne bir Türk televizyonuna çıkarım ne de Aksiyon, Zaman ve yeni Şafak gibi Türk-İslam Sentezi yayın organlarının Kürt Bülbülü olurum. Dedim ya, ben biraz içime kapanık bir insanım. Bir de katiller ve onların basınıyla uzlaşmayan ve böylece de bu dünyadan çekip gitmeyi hedefleyen lanet özelliklerim var.

Ama galiba tüm merkez komite ve bölge komite üyelerinin yazar olduğu başka bir ülke örneği yok. O ülkelerde fırıncı fırıncılık yapar, siyasetçi örgütçülük yapar, askeri askerlik; gazetecisi gazetecilik yapar... Mahalle komitesinden sorumlu olan kişi de mahallenin sorunlarıyla ilgilenir. Ama biz hepimiz yazarız. Hep birlikte yazarız. Siyasetteki başarısızlığımızı ve iktidarsızlığımızı kamufle etmek için bir süre de bu alanda göz oymacı yazılarla ortalığın anasını ağlatırız.

Bir yaprağı, bir gülüşü, suyun akarken ki çığlığını, bir çocuğun özlemini, bir kadının aşkını yazamayız, ama eskiye dayalı pratik tecrübelerimizi de ekleyerek göz oyan iyi yazılar yazarız. Otuz sene yol arkadaşlığı yaptığımız birine bir gecede düşman makalesi döşemek bize mahsus bir yetenektir. Ama önemli bir yetenektir.

Fakat biz hepimiz, Kürtçe nasıl denir, Keşke söyleyebilsem, Em hemu niviskarın, hemu televizyoncu...

Onun için de aslında hiçbir şey değiliz. Her şey olmaya çalışırken hiçbir şey olamamışların hüzünlü hikayesidir bu.

Bu, sorunlarını tartışabilecekleri kendilerine ait bir kulübesi dahi olmayanların öyküsüdür.

Kürtlerin göz oymacı bir şekilde tartıştıkları yerlerin listesi aşağıdadır. Siz bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

Türk Haber, Türk SKY, TÜRK ŞOHW, TÜRK STAR, TÜRK TRT, TÜRK ATV... Türk Kanal 7, Türkiye Büyük Millet Meclisi... Türk Cezaevi denetiminden geçmiş metinler... TÜRK AKSİYON, TÜRK ZAMAN... Türk Milliyet, Türk Hürriyet...

Niye bir şey olamadığımızı anladınız mı?

İyi seyirler ve iyi okumalar...

Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com

İHH'nın Kürt Raporu

 

Ibrahim_Karagul_Yazar İbrahim Karagül-Yeni Şafak

İHH İnsani Yardım Vakfı'nın hazırladığı “Kendi dilinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yoksulluk ve Sosyal Durum Raporu” her ne kadar yerel seçimler öncesi siyasi partilerin Güneydoğu'daki gücünü tartışmak için bir veri olarak alınsa da, aslında çok daha derin bir ilgiyi hak ediyor.

Rapor; ekonomik, etnik, şiddet/terör demokrasi ve insan hakları, eğitim ve toplumsal açıdan detaylı bir çalışma ve dikkat çekici tespitler içeriyor. Ağırlıklı olarak güvenlik eksenli bakılan bölgenin önemli sorunlarını belirleyip sağlam önerilerde bulunulan çalışma Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ve Batı bölgelerindeki bazı illerde yapılmış. Dolayısıyla “bölge”de yaşayanlarla Batı'da yaşayanların verdiği cevaplar farklılık arzediyor. Sadece “bölge”de yaşanların verdiği cevaplardan dikkatimi çeken birkaç örmek vereyim:

İşsizlik oranı yüzde 68. Yeşil kart kullananların oranı yüzde 64.1. Görücü usulüyle evlenme oranı yüzde 78.3. Kürtçe kursuna “katılmayı düşünmüyorum” diyenlerin oranı yüzde 77.8 iken, “meslek kursu” isteyenlerin oranı yüzde 75.8.

Bölge halkının ezici çoğunluğu “bir şekilde” göçe maruz kalmış. Ama göç ettikleri bölgeden memnuniyet oranı yüzde 57.5 ve yeni yerlerinde uyumsuzluk çekmeyenlerin oranı da yüzde 80. Burada göç, devlet zoruna ya da ekonomik sebeplere bağlı olmanın yanında daha iyi bir yaşam sürme isteğine de önemli ölçüde bağlı görünüyor.

Bölge halkı bir sorunla karşılaştığında ilk başvurduğu merci polis ve bu oran yüzde 80.8. Kendini bir aşirete bağlı hissetmeyenlerin oranı yüzde 88.9. Yüzde 96.7'sinin İran, Suriye ve Irak'taki Kürtlerle akrabalık ilişkisi yok.

Töre cinayetlerinden kadınların sorunlarına, eğitimden bölgenin kalkınmasına kadar farklı alanlarda yerinde tespitleri içeren raporda; bölgenin en önemli sorunu sanıldığı gibi etnik milliyetçilik ya da güvenlik değil, yüzde 55'lik bir oranla işsizlik. Buna bağlı olarak da yoksulluk söz konusu. Yani rapordaki; “en sevdiğiniz lider” seçeneğinin dışındaki maddeler dikkatle analiz edilmeli.

Çalışmada çok önemli çözüm önerileri sunuluyor. Yerel seçimler öncesinde ve Kürt meselesinde yeni açılımların arefesinde bu önerilerin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Şöyle:

Ekonomik Boyut: Sorun birinci derecede ekonomiktir. Köklü ve kalıcı çözümler bulunmalı, sınır ticareti güçlendirilmeli. Mikro kalkınma modelleri uygulanmalı. Batı bölgeleriyle sivil yardımlaşma köprüleri güçlendirilmeli. Sorunu derinleştirmek isteyen örgütler tasfiye edilmeli. Bölgeye öncülük edecek kanaat önderleri büyük oranda Batı'ya göçmüş, bunu nüfus hareketi izlemiştir. İnsan göçü, beyin göçü, sermaye göçü ile kırsal bölge insansızlaştırılmış. Sorunların en önemli sebeplerinden biri budur. Parçalanmış aileler birleştirilmeli. Tarım ve hayvancılık geliştirilmeli. Kapsamlı bir geri düşüp programı uygulanmalı. Yardımlar bölge halkını tembelliğe itmektedir. Çalışmadan geçinen bir sınıf oluştuğundan yardımlarda dikkatli davranılmalı. Yoksulluk geçici bireysel yardımlarla değil istihdamla giderilmeli.

Etnik boyut ve terör: Bölgenin sorunlarında ikinci sırada “Kürt sorunu”, üçüncü sırada terör sorunu geliyor. Kürt kimliğinin tanınması her alana yansımalı. Yerel dil ile yayınlar teşvik edilmeli. Özel kanallara izin verilmeli. Etnik kimlik fırsat eşitsizliğine yel açmamalı. Yerel ve tarihsel isimler iade edilmeli. Fiilen kan dökmemiş ve daha çıkmamış herkes af kapsamına alınmalı. Birleştirici unsurlar güçlendirilmeli.

Demokrasi ve İnsan Hakları: Dördüncü sırada yer alan demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi için; devletin, Kürtleri sorun olarak algılama önyargısı yok edilmeli. Katı merkeziyetçilik yumuşatılmalı, merkezi otoriteyi zedelemeden yerinden yönetime geçilmeli. Etnik ve bölgesel ayırımlara son verilmeli. PKK varlığı nedeniyle bölge güvenlik politikalarına mahkum edilmemeli. Devletten beklentinin yüksek olması aynı zamanda umudunu artırmaktadır. Siyasi partiler temsil biçimlerini değiştirmeli, bünyelerini ağalardan, aşiretlerden ve türedi zenginlerden arındırmalı.

Toplumsal Boyut: Türkiye'de toplum kesimleri arasında etnik kimlik kaynaklı bir sorun yoktur. Sorun; şiddet ortamında bunun varmış gibi gösterilmesidir. Türk ve Kürt halkı arasında kalıcı husumetlere yol açacak davranışlardan kaçınılmalı, kışkırtıcı yayınlara karşı sivil baskı uygulanmalı.

Bölgede bir türedi zenginler tabakası oluşmuştur. Bunun halk üzerinde yıpratıcı bir etkisi vardır. Bu yüzden yardım ve destek doğrudan halka ulaşacak şekilde planlanmalı.

İster Kürt sorunu diyelim, ister Güneydoğu sorunu diyelim, ister etnik sorun olsun isterse yoksulluk sorunu. Artık somut projeler üzerinde çalışılmalı. Yıllar süren entelektüel gevezeliklerle bugüne kadar ciddi hiçbir adım atılamadı. Siyasi, kültürel, güvenlik ve ekonomik alanlarda gerekirse acı verici kararlar alınmalı.

IHH'nın çalışması, hep güvenlik/etnik eksenli gördüğümüz bölge ile ilgili bize sağlam gerçekler ve öneriler sunuyor. Bu tür çalışmalar daha da artırılmalı, ama bir yandan da somut projeler hayata geçirilmeli.

Türkiye Korku Cumhuriyeti

yasemincongar Yasemin Congar-Taraf

Korkuyorsan terk edebilirsin.

Uluslararası hukuk böyle der.

Herkes, başka memleketler tarafından mülteci olarak kabul edilmeyi talep etmek ve o memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir, yeter ki korkusunun sağlam temelli bir gerekçesi olsun.

Türkçeye “zulüm görme korkusu” olarak çevrilen “fear of persecution” gerekçesi, bir insanın ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle “eziyet” görmekten çekinmesini anlatır.

Ama buradaki “eziyet” kavramı illa ki işkence, öldürme, hapis anlamına gelmez; kişiyi ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle baskı altında tutan her türlü korku mekanizması iltica talebine gerekçe oluşturabilir.

Korkarsan terk edebilirsin; siyasi görüşlerin nedeniyle seni korkuya mahkûm eden bir ülkeden ayrılıp bir başkasına iltica etmeyi talep edebilirsin.

***

Öyle sözler söyleniyor ki çevremizde, bir korku cumhuriyetinde yaşadığımızı düşünüyorum bazen.

Saygın bir genel yayın yönetmeni çıkıp “İyi ki Taraf var. Bizim yazmaya çekindiğimiz gerçekleri onlar yazıyor” demiş geçen gün.

Bir reklam ajansı sahibi, “İş dünyası Taraf’a ilan vermeye korkuyor” diye yakınıyor bize.

Gazetelerin gerçekleri yazmaktan korktuğu, gerçekleri yazmanın beraberinde bedel getirdiği bir ülke burası... Bunu biliyoruz.

Korkmayıp konuşanlara, korkmayıp yazanlara ödettikleri bedelleri de biliyoruz.

Yine de insan, korkunun yolları kesebilmesine şaşırıyor doğrusu.

Yolların açılmasının, şeffaflaşmanın, özgürleşmenin, çözümün ancak cesaretle mümkün olduğunu da yine hayat öğretiyor zira.

***

Ulusal marşı “Korkma” diye başlayan cumhuriyette, korkunun her yere nasıl yayılıp kimleri nasıl susturduğunun örnekleri o kadar çok ki...

Haşim Kılıç geçenlerde ne dedi ve başına neler geldi hatırlasanıza.

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Anayasa’nın değişmez maddeleri konusunu konuşmaya cesaretinin yetmediğini” açıklaması bile, bir öcüler korosunu, bir zulüm mangasını, bir tür Engizisyon konseyini harekete geçirebiliyor bu ülkede.

Anlaşılan aynı korodan, aynı mangadan, aynı konseyden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de çekiniyor.

Çankaya Köşkü’nde Hakkârili sivil toplum temsilcileriyle konuşan Gül, “Düne kadar adı yoktu; bugün biz de biliyoruz” diye adını vermeden andığı Kürt meselesi konusunda bakın ne demiş:

“Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin bana söylemek isteyip, söyleyemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum.”

Nasıl bir korku cumhuriyeti ki bu, Kürt meselesinde demokratik çözüm isteyen bir cumhurbaşkanı, çözümün nasıl olacağına ilişkin fikirlerini dillendirmekten çekiniyor; cesareti “anlarsınız ya...” türü imalara yetiyor ancak.

***

Gazetecilerin gerçekleri yazmaktan, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın anayasa hakkında konuşmaktan, Cumhurbaşkanı’nın fikirlerini söylemekten korktuğu bir cumhuriyet...

Sustukça öcüler korosunun, zulüm mangasının, Engizisyon konseyinin istediği oluyor oysa.

Biz susarsak, silahların susmayacağını hayat her gün öğretiyor bize.

En alttan en tepeye “zulüm görme korkusunu” bu denli içselleştirmiş bir ülkede nasıl yaşanır?

Ağzından çıkabilecek sözden çekinen Cumhurbaşkanı başka bir ülkeye iltica mı etsin?

Susturan korkunun, terk ettiren korkudan farkı ne?

Öcülerle başa çıkmanın tek yolu, inadına konuşmak değilse nedir?

Kürt Aleviler: Kirli siyasete alet olmayacağız

alevilersivasanmasi Kürt Aleviler hem inançlarından hem de kimliklerinden dolayı iki defa ayrımcılığa tabi tutuluyor. Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya ve Tunceli gibi illerde yapılan katliamlarla bastırılmak istenen Aleviler, MHP ve CHP'den sonra AKP'nin politikalarına alet edilmek isteniyor. AKP Hükümeti yerel seçimler öncesi bölgede Alevileri kullanarak 'kirli siyasetine' devam etmek istiyor. Bu doğrultuda DTP'nin seçilmiş ve yöneticilerinin dini kimliğini kullanarak, 'dinsiz', 'imansız' gibi göstermeyi amaçlayan AKP, Alevilik üzerinden Sünnilerin oylarını almaya amaçlıyor. Ancak bir yandan Alevileri 'dinsiz' ve 'imansız' olarak tanımlayan AKP, diğer yandan 'Gelin canlar bir olalım' diyerek, Alevilerin oylarını ise yeni yasal düzenleme ile almayı hedefliyor. Kürt Aleviler ise yıllardır birçok baskı ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve mağdur olduklarına vurgu yaparak, sorunlarının çözümünün Kürt sorunun barışçıl çözümünden geçtiğini belirtiyor.
Hem din hem de ulusal kimliklerinden dolayı sürekli baskıya uğrayan, horlanan, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Kürt Aleviler, imha ve inkar siyasetine kurban edilmek isteniyor. 'Ayrımcılığa son' sloganı ile geçtiğimiz hafta Ankara'da düzenlenen ve 100 bine yakın Alevinin katıldığı miting, sonra Alevilerin talepleri bir kez daha tartışılmaya başlandı. Zorunlu din dersi, cemevlerini yasal statüye kavuşturulmaması, kendi inançlarını yaşayamamaları ve kimliklerini özgürce ifade edememelerinden dolayı Kürt Aleviler, Kürt sorununda barışçıl ve demokratik yollarla çözümünü istiyor. Geçmiş dönemde CHP ve MHP tarafından kullanılan Kürt Alevilerine bu kez de AKP göz dikmiş durumda. Alevilik sorunun çözümünün de Kürt sorununun çözümünden geçtiğini belirten Kürt Aleviler, halen çektikleri acıları ve işkencelerin izini taşıyor. Tunceli, Bingöl, Malatya, Elazığ ve Adıyaman'daki Kürt Alevilerle sorunları üzerine görüştük.
Bingöl'deki Kürt Alevileri Hizbullah eliyle kırdırılmak istendi
1990'lı yıllarda örgütlenmesini arttıran Hizbullah, Kürtler arasında Alevilik ve Sünnilik ayrışmasını yaratarak Kürtleri bölme çabasını uzun yıllar sürdürdüğü yerlerden olan Bingöl'de Kürt Aleviler yine toplumun en fazla baskıya ve şiddete maruz kalan kesimini oluşturuyor. Hemen hemen bütün Alevi köylerinin boşaltıldığı Bingöl'de, Aleviler birçok katliamlardan geçirildi. Halen bölgede yaşanan savaştan en fazla nasibini alan Kürt Aleviler kimlikleri ve inançları (felsefe) noktasınd AKP son dönem politikaları ile a ezilmenin ağır yükünü taşıyor.
Alevi köyleri insansızlaştırıldı
Bingöl'ün coğrafik ve insani bakımdan çok güzel bir kent olduğunu belirten Kürt Alevi Turabi Morsümbül (55) adlı vatandaş, devletin yaratmış olduğu çelişkilerle kentin yaşanmaz bir hale geldiğini ifade etti. Devletin bölgede ve Bingöl özelinde Kürtleri bitirmek için Alevi-Sünni çelişkisini yarattığına dikkat çeken Morsümbül, her iki inanca sahip olan kesimin ortak kimliğinin Kürt olduğunu söyledi. Bu politikanın cumhuriyet döneminden beri devam ettiğini söyleyen Morsümbül, son yıllara kadar iki inanç arasında büyük sorunların yaşandığına vurgu yaptı. Morsümbül, 'Gelişen demokrasi mücadelesiyle bu çelişkiler ve çatışmalar büyük ölçüde ortadan kalktı. Kürt Alevileri diğer Kürtlerden ayrıştırmak için 1938'de Dersim Katliamı yapıldı ve orada onbinlerce insanımız öldürüldü. Bu ve buna benzer şeyler tarih boyunca yaratıldı ve yaratılmaya devam ediyor' diye konuştu. Aleviliğin bir yaşam felsefesi olduğunu dile getiren Morsümbül, sistemin bunu ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptığını belirtti. Alevilik felsefesiyle Kürtler arasında halen ayrışmanın yaratılmak istendiğine vurgu yapan Morsümbül, Kürt Alevilerin baskı ve zulmü kabul etmediklerini ifade etti. Kürtleri asimile etmek için ilk elden Kürt Alevilerden başlandığını söyleyen Morsümbül, birçok Kürt Alevi vatandaşın zorla Türkleştirmek için batı illerine götürüldüğünü hatırlattı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından insanların bölgeden göç etmeye başladığını dile getiren Morsümbül, kendilerinin de devletin zoruyla İstanbul'a göç etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Bir çocuğunun düşüncelerinden dolayı günlerce işkenceye maruz kaldığını dile getiren Morsümbül, AKP'nin Aleviler üzerinden siyaset yaptığını belirtti. Morsümbül, AKP'nin Alevileri kendi politikaları doğrultusundan kullandığını dile getirdi.
Sunni-Alevi çatışması sonuç vermedi
Bingöl bölgesinde devletin eliyle Kürtlerin inançsal olarak ayrıştırıldığını söyleyen Hüseyin Geçgel (70), devletin öncülerinin insanları her zaman birbirine düşürdüğünü ifade etti. Geçmişte çok büyük acılar yaşandığını hatırlatan Geçgel, kendi köydeki insanların ve çevre köylerdeki hemen hemen her köyün boşaltıldığını belirtti. İnsanların kırımdan geçirilerek soylarının tüketildiğini savunan Geçgel, 'İnsanlarımız büyük eziyetler çekti. Kimisi infaz edildi, kimisi kaybedildi, kimisi ise cezaevlerinde ve karakollarda kayboldu. Her 6 kişilik bir ailede şimdi 2 kişi kalmış durumda. İnsanlarımız göz göre göre öldürüldü' diye konuştu. Alevilik ve Sünnilik çatışmasıyla Kürtlerin bölünmesinin istendiğini söyleyen Geçgel, 'İnsanlarımız her zaman geri bırakılmak isteniyor. Köylerimize bakın bir okul bile yok. Yollarımız, bir kere kar yağdığında kapanıyor ve bahara kadar açılmıyor. Devlet her zaman bu konuda duyarsız davranıp bizleri dize getirmeye çalışıyor' dedi. İnsanların şehir merkezlerinde aç ve susuz olarak yaşamak zorunda kaldığına dikkat çeken Geçgel, diğer vatandaşlar gibi kendilerinin de hakları olduğuna vurgu yaptı.
'Hayvanları bile cezalandıran bir anlayış'
Bölgede Kürt Alevilerin her zaman büyük baskılarla karşı karşıya kaldığının belirten Necmi Morsümbül (38), Alevilerin daha önce silahsız şehirlerde dolaşmadığını ifade etti. İnsanların 80'li ve 90'lı yıllarda yargılanmadan infaz edildiklerine tanıklık ettiğini dile getiren Morsümbül, 'Babamı bir gün alıp köy meydanına götürdüler ve orada işkence yapmaya başladılar. 5 saat aralıksız işkence yaptılar panzerin arkasına bağlı bir şekilde. Babam bunu kendine yediremedi ve kahrından öldü. Gerçekten o dönemde yapılanlar hiç kaldırılacak gibi değildi. Kürt Aleviler olarak acıların her türlüsüne tanık olduk ve yaşadık' dedi. Kürtlere o dönemde yapılanları katliam olarak nitelendiren Morsümbül, ırkçılığın olduğu bir yerde güzellikten bahsedilemeyeceğini belirtti. Geçmişte yapılan uygulamaların halen devam ettiğini söyleyen Morsümbül, jandarmanın hayvanlara bile ceza vererek yayılmalarını engellendiğini ifade etti. Devletin Alevi-Sünni çatışması yarattığını belirten Morsümbül, devletin Kürtleri birbirinden ayrıştırmak için politikalar uyguladığının altını çizdi.
70 yıllık katliamın devam ediyor
Cumhuriyet tarihinden beri asimilasyon politikasının ve katliamların yaşandığı Tunceli'de halen 1938'in izlerini üzerinden atmış değil. Onbinlerce Kürt Alevi'nin kıyımdan geçirilmesine rağmen devam eden savaş yeni canlar almaya devam ediyor. 1990'lı yılların başından itibaren insansızlaştırılmak istenen kent halen acılarını kendi içinde barındırıyor. Binlerce köyün 'terör' nedeniyle boşaltıldığı Tunceli'de katliam 70 yıldır devam ediyor. Aleviliğin bir yaşam biçimi olduğunu belirten Ali Doğan (52), değerlerin tarih boyunca yapılan baskı ve şiddetle yok edildiğini ifade etti. Kürt Alevilerin yaşam biçiminde doğaya ve insana karşı büyük bir bağlılığın olduğunu söyleyen Doğan, 1960'lı yıllarla beraber gelişen sol düşünceyle beraber Tunceli'ye devletin ciddi bir şekilde yaklaştığına değindi. O dönemde insanların büyük bir eziyet çektiğini hatırlatan Doğan, 'Sol düşüncenin Tunceli'de gelişmesiyle beraber, 1938'de gelişen yönelim yeniden canlandı. Ve o dönem karakola gitmeyen, işkenceden geçmeyen kimse kalmadı. İnsanlarımız köy meydanlarına toplanarak işkencelerden geçirildi. Onların onurlarıyla oynandı. Yani açıkçası biz Kürt Aleviler hem inançlarımız hem de kimliğimiz için baskı ve şiddete maruz kaldık. Bu gün baktığımızda o Kürt Alevilere özgü yaşama biçimi tamamen tahrip edilmiş. Bunu iyi görmek ve tahlil etmek gerekmektedir' diye konuştu.
'İnsanlar köy meydanlarından işkencelerden geçirildi'
12 Eylül askeri darbesiyle Tunceli'nin bambaşka bir hale büründüğünü ifade eden Doğan, darbeyle devletin yöneliminin daha da katılaştığını belirtti. Doğan, 'Yapılanlar gerçekten insan onuruna sığmayacak şeylerdi. Mesela Mazgirt İlçesi'ne bağlı birçok köyde insanlar köy meydanlarında çırılçıplak edilerek işkenceden geçirildi. Dikenler üzerinden insanlarımız yürütüldü' diye konuştu. Devletin politikası dahilinde çocukların otobüslerle batı illerindeki kuran kurslarına gönderildiğini hatırlatan Doğan, Tunceli gibi Sünni nüfusun bulunmadığı bir yere çok sayıda caminin yapıldığının altını çizdi. Yapılan onca politika ve uygulamaya rağmen geçmiş inançların ve düşüncelerin az da olsa bu döneme kadar geldiğini ifade etti. 1990'lı yıllarla beraber uygulamaların daha da ağırlaştığını dile getiren Doğan, köylerin yakıldığını, birçoğunun boşaltıldığını ve insanların kırımdan geçirildiğini ifade etti. İnsanların kutsal olarak görülen bütün değerlerinin alt üst edildiğini söyleyen Doğan, bölgenin 90'lı yıllarla insansızlaştırma politikasıyla karşı karşıya kaldıklarını hatırlattı. Halen aynı uygulamaların devam ettiğine değinen Doğan, en büyük ağır darbelerin bu dönemde yoğunlaştığını ifade etti.
İnsan cesetleri üst üste yığılıyor
1938 yılında yaşanan Dersim İsyanı'na katılan Süleyman Yıkılmaz (77), 10 yaşında isyana katıldığını ve yaşanan bütün zulme tanıklık ettiğini belirtti. Yaşanan isyanda insanların acımasız bir şekilde katledildiğini ifade eden Yıkılmaz, 'O zaman öyle bir dönemdi ki insan cesetleri üst üste yıkılmıştı. Çoluk çocuk demeden herkesi kurşuna dizdiler. 3 yaşındaki çocuklara süngü geçirerek öldürüyorlardı. O dönemden bu yana katliam devam ediyor' diye konuştu. 90'lı yılların gelmesiyle beraber köylerinde edildiklerini söyleyene Yıkılmaz, devletin kendilerini tehdit ettiğinin altını çizdi. Kendi köyü olan Gürbüzler (Vangün) Köyü'nün tamamen yakılarak insansızlaştırıldığına değinen Yıkılmaz, birçok kez işkenceden geçtiğini belirtti. Yıkılmaz, '1995'te tutuklandım ve günlerce işkence gördüm, nerede olduğumu bilmeden. Beni yapılan işkenceler sonunda bir çöplüğe öldü denilerek bırakıldım. Sonra beni birilere hastaneye kaldırdı ve orda tedavi gördüm iyileşir iyileşmez beni yine tutukladılar ve götürüp işkenceye yapmaya başladılar' dedi. Özellikle Kürt Alevilerine Türkleştirme mantığıyla yaklaşıldığını ifade eden Yıkılmaz, yapılan politikalarla insanları kendi aslını inkar eder bir hale geldiğinin altını çizdi. AKP'nin Kürtlerin düşmanı olduğunu dile getiren Yıkılmaz, 'Erdoğan cambaz bir adamdır, bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor ne yaptığı bilinmiyor. Dersim asla Erdoğan'ı kabul etmez' diye konuştu.
'AKP siyaseti çok gerilerde kaldı'
Tunceli'de 1938 yılında yaşananları mahşer olarak nitelendiren Hıdır Şahin (72), insanların o dönemde 'ot' niyetine toplayıp öldürdüğünü belirtti. 38'den sonra yaşananların daha ağır olduğunu söyleyen Şahin, yaşamın kendileri için zehir olduğunun altını çizdi. Birçok kez işkencelerden geçtiğini söyleyen Şahin, anlatmanın insanı yine aynı günlere götürdüğünün altını çizdi. Tunceli halkının tarihi boyunca büyük acılar çektiğini dile getiren Şahin, 'Burada 2000'lere kadar işkenceden geçirilmeyen kalmadı. Günlerce işkencelerde kaldım, çocuklarımız hepsi işkencelerden geçti. Bize 'gavursunuz, sünnetsizsiniz' diyerek hakaretlerde bulundular. İnsanların gururunun kaldıramayacağı uygulamalarla karşı karşıya geldik' diye konuştu. Kendi köyü olan Aktuluk (Turusmege) Köyü'nde birçok insanın faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini hatırlatan Şahin, köylülerin zorla köylerinden edildiğinin altını çizdi. İnsanlar arasında ayrımcılık yaparak tek tipleştirme politikasının yürütüldüğüne dikkat çeken Şahin, 'Doğrusunu ararsanız, Türkiye'ye bakın yüzde 20'si ancak Türk'tür. Diğeri ise Kürtlerden, Lazlardan, Ermenilerden oluşuyor. Bu kadar milliyetçilik yapmanın bir anlamı yoktur. Devlet devlet olsa insanlara insan gözüyle bakar. Ancak onları bir hiç olarak görüyor ve insanlar insan olma özelliğini ortaya serdiklerinde cezaevlerine atılıyor' dedi. 'İktidar yanlışlıkları düzeltmelidir' diyen Şahin, aydınların, milletvekillerin ve yazarların sorunların çözümü noktasında ön açıcı olması gerektiğine dikkat çekti. AKP'nin siyasetinin çok gerilerde kaldığını dile getiren Şahin, var olan siyasetle bir yere ulaşılmayacağının altını çizdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediklerinin nereye gideceğini tartmadan söylediğini belirten Şahin, sözlerle insanları kandırmanın ya da korkutmanın hiçbir mantığının olmadığına işaret etti. Kürt sorunun sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın sorunu olduğuna vurgu yapan Şahin, özgürlüklerin önün açılması gerektiğini belirtti.
Göç ettirilen yerler yarı açık cezaevini dönüştürüldü
1938 yılından sonra Tuncelili ve bölgedeki diğer Kürt Alevilerin göç mekanı olan Elazığ ise bu kez de milliyetçilik ve ırkçılıkla karşı karşıya kaldı. Birçok kez Aleviler milliyetçi saldırılara maruz kaldığı şehirde halen kimliğini açıklamak ve inançlarını yaşamak çok zor. Bir an önce barış ortamının sağlanmasını isteyen Elazığlı Aleviler her şeye rağmen Türklerle kardeşçe yaşamaya açık olduklarını ifade ediyor. Bütün Kürtlerde olduğu gibi kendisinin ve ailesinin de sürgünlerde yaşamını sürdürdüğünü belirten Baba Mansurlar Ocağı Elazığ, Tunceli, Bingöl Temsilcisi Hüseyin Yıldırım (54), Dersim İsyanı'nda bütün ailesinin Kütahya'ya göç etmek zorunda kaldığını belirtti. Sırf Kürt Alevi oldukları için böyle bir uygulamayla karşı karşıya kaldıklarını söyleyen Yıldırım, 'Ailem Kütahya'ya gittiklerinde birçok milliyetçe saldırıya maruz kalıyorlar. Pis Kürt, pis Alevi gibi hakaretlere maruz kalıyorlar. Düşünün annem su getirmek için çeşmeye gidiyor ve oradan ona hakaret ederek testisini kırıyorlar ve eve su getiremiyor. Birçok kez bu tür saldırılara ve uygulamalara maruz kalmış. Babam o zaman çalışmak istemesine rağmen 'sen Kürtsün, sen Alevisin' diyerek işe almıyorlardı. Böyle ayrımcı ve ağır bir dönemden geçtik. Onlarca acıya, kırıma ve zulme maruz kaldık' dedi. Kürt Aleviler olarak asimilasyon politikalarının dayatmasıyla karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Yıldırım, devletin Kürt Alevi çocukları zorla kuran kurslarına gönderdiğine dikkat çekti. Kürtlerin göç edildikleri yerlerin yarı açık cezaevine dönüştüğünü söyleyen Yıldırım, insanların akşam dışarı çıkmalarının bile yasak olduğunun altını çizdi. Yıldırım, 'Ben bir keresinde öğretmenlik yaptığım okulda yönetici olmak istedim. Yazılı sınavda çok iyi bir not almama rağmen sözlü mulakatta Kürt ve Alevi olduğum için beni idareci yapmadılar. Kendi görev arkadaşlarım bile bana, 'Hüseyin hoca iyidir ama Kürt'tür, Alevidir' diyorlardı. Sırf kimliğimizden dolayı çok dışlandım' diye konuştu. Türkiye'nin asıl sahiplerinin Kürtler olduğunu belirten Yıldırım, devletten artık hiçbir beklentilerinin kalmadığına dikkat çekti. Özellikle Kürt Alevilerin inanç noktasında büyük engellemelere maruz kaldıklarını belirten Yıldırım, devletten kimlik ve inanç noktasında hiçbir beklentilerinin kalmadığını dile getirdi.
'Defalarca topraklarımızdan sürüldük'
Seyit Rıza'nın torunu Aliekber Polat (77), Kürt Alevilerin 1938 yılından bu yana yaşadığı bütün acılara tanıklık ettiğini dile getirdi. Dersim İsyanı'nın bir soykırım olarak nitelendirdi. İsyanla beraber kendilerinin İzmir'in Seferihisar İlçesi'ne sürüldüğünü belirtti. Polat, 'O dönemde en büyük acıları biz yaşadık. Seferihisar'da ihtiyaçlarımızı bize verilen karnelerle gidermeye çalışıyorduk. Ondan sonra 1941 yılında yine Ovacık İlçesi'nin Dumantepe (Ağdat) Köyü'ne gittik. Burada yine 'dağdakilere yardım yataklık' ettiğimiz gerekçesiyle yine sürgün edildik. 1947'de yine geldik bu kez de 'terör' nedeniyle yine çıkardılar bizi köyümüzden. Ardından Elazığ'a yerleştik' dedi. 2004 yılında yine köye dönmek için Tunceli Valiliği'ne başvurduklarını söyleyen Polat, kendilerine 'Sizin dediniz Tuncelilere yardım etti gidin size Tunceliler yardım etsin' dediklerini bildirdi. Köylerine dönmek istediklerin belirten Polat, devletin köylülere baskı uygulayarak köylere dönmelerine engel olduğunu ifade etti.
'Alevilik tarihi devletle savaş tarihidir'
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle büyük acılar yaşayan Malatya ve Adıyaman'da da o dönemde bütün Kürt Aleviler işkencelerden geçirildi. Yoğun bir Türkleştirme politikasının uygulandığı şehirlerde birçok Kürt Alevi vatandaş Türkleştirildi. Diğer bölgedeki Kürtlerle iletişimi kurmak ve sol eğilime olan sempatilerini ortadan kaldırmak için birçok politika gerçekleştirilirken, 80'lerde dışarı çıkmanın bile işkence gerekçesi olduğu bir dönemi yaşadı. Şu an ise CHP'nin siyasetine alet etmek istediği Kürt Aleviler bu dönemde ise AKP tarafından kullanılmak isteniyor. Kürt Alevilerine yönelik baskının en çok yaşandığı yerlerden birinin de Malatya olduğunu belirten Abzer Yavaş (55), yapılan baskıların acısını bugün de hissettiklerine dikkat çekti. Türkiye'de yaşanan Alevilik sorunun tamamen bir demokrasi sorunu olduğunu altını çizen Yavaş, sorunun temelinde Kürt sorunun çözümsüz bırakılmasından kaynaklandığını belirtti. Kürt Alevilere yönelik imha ve inkarın geçmişinin çok eskilere dayandığını ifade eden Yavaş, demokratik açılımların yapılması gerektiğine değindi. Osmanlı tarihinde Müslümanlığı yaymak için Alevilere üzerine büyük bir baskının olduğunu hatırlatan Yavaş, '20'nci yüzyılla beraber Kürtler arasında bir ayırışım yaratmak adına sistem Kürt Alevilere yönelmiştirler. Tabi ki bunu yaparken başarıya ulaşılmadı. Sorun daha da derinleşti. Bu noktada Alevilerin sorunlarının çözülmesi için Kürt sorununa barışçıl çözülmesi gerekiyor' diye konuştu. Kürt Alevilere yönelimin diğer dinlere mensup insanlar arasında az da olsa bir ayrışma yarattığını belirten Yavaş, 'Alevilik tarihi devletle savaş tarihidir' dedi. Cumhuriyetle beraber Aleviliğin yok edilmesi gereken bir inanış olarak bakıldığını söyleyen Yavaş, Osmanlı'nın ötesinde bir uygulamayla karşı karşı kaldıkların ifade etti. Malatya'da yapılan propagandalarla Alevlilerin Kürt olamayacağının söylendiğine dikkat çeken Yavaş, bir Türkleştirme politikasıyla karşı karşı kaldıklarını ve birçok Kürt Alevi'nin kendisini Türk hissettiğini belirtti. Okullarda Kürt Alevi oldukları için hocaların kendilerine ayrımcılık yaparak düşük not verdiğini söyleyen Yavaş, 'Yapılanlar insanlığa sığmayacak şeylerdi. Malatya'da hatırlıyorum o dönemde işkenceden geçmeyen Kürt Alevi kalmadı. Ve insanların düşünceleri, inançları yerle bir edildi. Kürt Alevileri halen tek tipleştirme politikası dahilinde Türkleştirmeye çalışıyorlar' dedi.
'Kürt sorunun çözülmesi, Alevilik sorunun çözülmesidir'
Alevi çocuklarının halen zorunlu din dersinin verildiğini belirten Pirsultan Abdal Derneği Malatya Şube Başkanı Abbas Uğurlu, din derslerinin Sünni ve Hanifi eksende verildiğine dikkat çekti. 'Zorunlu' kelimesinin kullanılmasının da dersin amacının ne olduğunu ortaya koyduğunu ifade eden Uğurlu, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Madımak Oteli'nin müze yapılması, Diyanet İşler Başkanlığı'nın lav edilmesi ve Alevilerin inanç noktasında özgürlük istediklerini dile getirdi. Alevilerin anayasal olarak tanınması gerektiğine dikkat çeken Uğurlu, sorunların eşit yurttaş olma noktasında çözülmesi gerektiğine değindi. Alevilerin birçok kez katliamlardan geçirildiğini dile getiren Uğurlu, Sivas'ta öldürülen 35 kişinin devlet tarafından yakıldığını belirtti. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri olarak Türkiye'de yaşanan kirli savaşa karşı olduklarını dile getiren Uğurlu, barışa katkı sunmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarına işaret etti.
'Kan kanla yıkanmaz, kan suyla yıkanır'
Adıyaman'da en büyük acıları 12 Eylül 1980 darbesiyle yaşadıklarını belirten İsmihan Ok (66), darbenin yapılmasıyla beraber insanların işkencelerden geçirildiğini, onurlarıyla oynandığını belirtti. Her zaman barıştan yana olduklarını dile getiren Ok, devletin ve hükümetin kendilerini anlamak istemediğinin altını çizdi. Devletin, köylerde insanlar arasında çelişki yaratarak birbirine düşürmek için ellerinden geleni yaptıklarına işaret eden Ok, yapılan uygulamalara rağmen başlarının her zaman dik olduğuna dikkat çekti. Kürt Aleviler olarak doğrudan asla şaşmadıklarını ifade eden Ok, kadın, çocuk, erkek herkesin köy meydanlarında işkenceden geçirildiğine işaret etti. Yaşanan bütün acıların tanığı olduğunu söyleyen Ok şunlara dikkat çekti: 'Bir gün içerisinde 4 kez evleri arıyorlardı. Evlerimizi jandarmalar bastığında darmadağın ediliyordu. Bize 'sizi bıktırmak için yapıyor' dediler. O günleri hatırladıkça içim kan ağlıyorum. Biz kadınları çamurlu tarlalara götürüp ora bize koşmamız emrediliyordu. Erkekleri ise hayvanlar gibi yürütmeye çalışıyorlardı. Yürümeyeni tartaklıyorlardı. İnsanlara 'kafanızı taşlara koyarak takla atın' diyorlardı. İnsanların bıyıklarını bile kestiklerini söyleyen Ok, kadınların sırtlarına erkekleri bindirerek jandarmaların koş emri verdiğini belirtti. Barıştan başka bir şanslarının olmadığını belirten Ok, 'Kan kanla yıkanmaz, kan suyla yıkanır' diye konuştu.
'Onlarca kez işkenceden geçirildim'
Onlar kez işkenceden geçirildiğini söyleyen Şeyho Bilgiç (88), her gün köy meydanında askerlerin işkencesine maruz kaldıklarını söyledi. İnsanları köylerden toplayarak çamurlu alanlara götürüp tartakladıklarına değinen Bilgiç, 'Çamura atıyorlardı bizi ve yatıp kalkmamızı emrediyorlardı. Her gün aralıksız yapıyorlardı. O zaman onlara karşı çıkacak gücümüz yoktu. Gerçekten onurumuzla oynadılar. Hiçbir suçumuz yoktu ama her seferinden suç işlediğimiz gerekçesiyle tutukluyorlardı' diye konuştu.VOLKAN BORA / DİHA

Thursday, November 20, 2008

BAŞKAN BARZANİ: “KÜRTLERİ ENFAL VE KİMYASAL SİLAHLARLA YOK EDECEKLERİNİ DÜŞÜNENLERİN KADERİ SADDAM GİBİ OLUR”

anfal-halapja- kurdistan- kurd "Kaderleri Saddam Hüseyin gibi olur"

20-Nov-08 [14:50]PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırılacağını düşünenlerin kaderlerinin Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi.

Başkan Barzani, 150 Enfal şehidi için bugün Uluslararası Hewler Havaalanında düzenlenen merasimde yaptığı konuşmada, Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırılacağını düşünenlerin kaderinin Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi.

Törende hazır bulunan Necef halkı ile yetkililerini selamlayan ve teşekkür eden Başkan Barzani, “Bu olay her iki tarafın aynı zulme uğradığını gösteriyor. Bu da Kürt ve güney Irak halkı ile ölümsüz Barzani ve Hekim arasında olan tarihi ilişkilerin kanıtıdır” dedi.

"Bugün gördüklerimiz denizden bir damla" 

Başkan Barzani konuşmasında, “Malesef Yeni Irak’ta Kürtlerin başına gelenlerin az olduğunu ve şuanda hayatta olan Kürtlerin de ortadan kaladırılması gerektiğini diyenler hala var. Biz de Arap dostlarımız ve insan dostluğu olanlarla bu rüyanın gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz” dedi.

Başkan Barzani, “Bugün gördüklerimiz denizden bir damladır. Kürde yapılan zülüm, Enfal fikriyle yaşasyanlara bir mesajdır. Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırlacağını düşünenlerin kaderleri Saddam’ın kaderi gibi olur” dedi.

Irak’ın durumunun Kürdistan Bölgesi’nin durumuna bağlı olduğunu söyleyen Başkan Barzani, birçok oy için Kürt ve Arap arasındaki kardeşliğin bozulmaması gerektiğini vurguladı.

Yeni Irak’ta ortak olduklarını ve Irak’ın özgürleştirilmesi çerçevesinde kan verdiklerini kaydeden Başkan Barzani, Irak halkının artık rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamasını, Kürdistan halkının da bu tereddütten kurtulmasını ve Kimyasal silah ve Enfal katliamlarının tekrarlanmamasını istediklerini ifade etti.

Wednesday, November 19, 2008

Şeyh Said İsyanın bilinmeyen yönleri!

“Ben Diyarbekir surları önünde öldüm!”

nisanci[1] Şeyh Said

Ali ERDOĞAN-www.kurdistan-post.org  

elbistanliali@fsmail.net

Hepimizin bildiği, bu güne dek, tarihe geçen 29 Kürd isyanı olmuş. Bunlar arasında bence en önemlı olanları: Dersim, Şeyh Said ve 25 yıldır devam eden PKK ayaklanmasıdır.

Şeyh Said isyanını, okullarda bizlere, gerici bir ayaklanma olduğunu öğretmişlardı. Şeyh Said’ın tutucu bir şeyh olduğunu ve dini esaslara dayalı bir devlet kurmak istediğini beynimize yerleştirmeye çalışmışlardı. Bu olayı anlatırlarken Kürd kelimesi asla geçmiyordu. O günlerde biz Alevi’ler üzerinde istenilen etkiyi bıraktığını söyliyebilirim.

Bir Alevi dostum, Fransa’dan bana bir kitap getirdi. Kitabın ismi: “NİŞANCI”. Metin AKTAŞ kaleme almış. 448 sayfa.

Bu kitap bilgi daracığımı ters yüz etti diyebilirim. Daha önce bazı kuşkularım vardı. Ayaklanmayı yöneten Şeyh Said’i öldürtmek için, bir ALBAY ve satılmış HASAN ağa ile Varto’lu (Lolan aşiretinde) Alevi olan ve her attığını vurabilen CEM isminde bir gencin annesini, kızkardeşini ve karısını rehin alırlar. “Şeyh Said’i öldürmezsen ailenin tümünü, asonra da seni öldüreceğiz” derler.

ALBAYIN gayesi, bir taşla iki kuş vurmak ister: Alevi bir Kürd, Sunni Kürd aşiretin liderini öldürecek. Aşiretler arasında yüz yıl sürecek bir kan davasının doğmasına vesile olacaktı. Kürt Alevi’lerle Sünni Kürt’lerin birleşmesi engellenmiş olacaktı.(s. 53)

Cem, Şeyh Said’i öldürmeye giderken yolda bir olaya tanık olur. Kötü yola düşen bir kız, ailesı tarafında RECM (taşlanarak öldürmek) etmek istenir. Cem bu vahşete mani olur. Kızı eş olarak ailesinden ister.... Kız Sünni olduğu için Alevi pirleri nikahını kılmaz. Olaylar gelişir. Cem, Şeyh Said’le karşılaşır ve dost olurlar. Tutucu ve gerici diye bize tanıtılan Şeyh Said, Cem’e “nikahınızı kıyarım” der.(s. 127) Yine kadının biri, Şeyh Said’e: “ tornum konuşmuyor. Onun üzerine bir oku” der. Şeyh Said: “Hatun, hatun ben üfürükçü müyüm” diye bağırır, “tornunu doktora götür” der.

 

Metin AKTAŞ kaleme almış. 448 sayfa. . .

Şeyh Said, Kürdistan bölgesinde köy, köy, ilçe, ilçe gezerek halkı örgütlerken; Piran’a çağrılır. Orada askerlerle karşılaşır. Oraya çağırmayı, Şeyh Said’in bacanağı Binbaşı Kasım, Şeyh Said’in kardeşi Abdürrahim’e baskı yaparak çağırtır. Bu Binbaşı KASIM, AZADİ örgütünün kurucusu Miralay Halit Beyi ve arkadaşlarını devlete ihbar eden kişidir. Şeyh Said taraftarı mecburi olarak askerlerle çarpışır Piran’da. Askerler yenilir. Bu esnada, kardeşi Abdürrahim; Şeyh Said’e danışmadan, Hani’ye, lice’ye, Ergani’ye, ve Siirt’e haber gönderir ki, “Şeyh Said’in emridir, ayaklanma başladı” der.

Bunu öğrenen Şeyh Said, üzüntü içerisinde etrafındakilere : “Günü dolmadan doğan çocuk ölü çocuktur. Ama yapacağımız fazla bir şey kalmadı; çünkü çocuk ana rahmini terk etti. Atılan hatalı bir adım ( hazırlığımız tamam olmamıştı manasında) bizi nerelere sürükledi” der. (S. 186)

Devlet güçleri olan askerler, uğradıkları her köy ve kasaba da, taş üstünde taş bırakmazlar. Çocuk, kadın, yaşlı demeden görebildiklerini öldürürler. Evlerı, samanlıkları ateşe verirler. İnsanları canlı, canlı ateşin içine atarlar. Kimini de öldürerek ağaçlara casarlar.Tam bir katliam gerçekleştirilir....

Ayaklanma devam eder. Lice, Derehanı, Hani, Genç, Bingöl, Palo, Muş ve Varto alınır. Şeyh Said yine de endişelidir. Dava arkadaşlariyle konuşurken: “Kontrolüm dışında gelişen olayları, kontrolüme almaya çalışıyorum; başaramıyorum! Olaylar çok hızlı gelişiyor!...”der. (S. 239)

En son Elaziz alınır. Ama, Hamidiye Alayında görev almış bazı milisler de isyana katılmıştı. Karakoçan’lı ÖMER, eski bir Hamidiye Milis komutanıydı, adamlarına emir verir “Şeyh Said’in emridir, şehri yağma edin” der. Şehir yağma edilince, halk silaha sarılır; ayaklanmayı yapanlara karşı çıkar. Şehir kısa zamanda tekrar askerin eline geçer.

Sıra Diyarbekir’i almaya gelir. Şehir kuşatılır günlerce. Surlar içerisindeki halk, yeteri kadar örgütlenmediği için isyana katılıp surun dışındaki halka yardım etmez. Bunun üzerine “ben Diyarbekir Surların önünde öldüm” diyecek Şeyh Said, günler sonra.

Diyarbekir önünde ayrılan Şeyh Said ve arkadaşları, ihanetçi bacanağı Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülür ve devlete teslim edilir. Boşuna denmemiş “ağacın kurdu özünden olur”. Veya balta ağacı keserken, ağaç dillenir: “Ne acıdır ki, sapın bende” der.

Ben Kürd’üm, yurt severim diyenin bu kitabı alıp okuması gerekir. Çünkü alınacak nice derslerle dolu...

Not: DOZ Yayıncılık, Taksim cd. No:71/5, 80090 Beyoğlu-Taksim- İstanbul. E-mail: dozyayinleri@yahoo.com   adresinde temin edilir.

Jane's Defence: Öcalan Türkiye'nin siyasi liderlerinden

ocalanbayrakeylem Gundem Dünyaca ünlü İngiliz savunma dergisi Jane's Defence yayınladığı raporda, PKK'yi siyasal parti, Öcalan'ı da Türkiye'nin siyasi liderlerinden biri olduğu belirtildi. Ankara'nın Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un hemen ardından listede yer verildiği Öcalan'ı çıkarmak için yaptığı girişimler sonuç vermedi.
Savunma dergisi Jane's Defence, 'Askeri ve Güvenlik Değerlendirmeleri' başlıklı raporunda ‘Türkiye'nin siyasi liderleri' başlığı altında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, CHP lideri Deniz Baykal, MHP lideri Devlet Bahçeli ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un yanısıra Öcalan'a da yer verdi.
19. yüzyılın ortalarından bu yana dünyanın önde gelen savunma kaynaklarından biri olarak kabul edilen Jane's Defence, Kürtleri sevindirecek ancak Türkiye'yi de kızdıracak bir rapora imza attı
'Öcalan'ın milyonlarca taraftarı var'
Derginin internet sitesinde yayımlanan Askeri ve Güvenlik Değerlendirmeleri başlıklı raporunda yer alan ülke profillerinde Türkiye'nin siyasi liderleri arasında PKK lideri Öcalan da sayıldı.
Afganistan bölümündeki siyasi liderler arasına Taliban'ın lideri Molla Ömer'i ve el Kaide'nin lideri Usame bin Ladin'i almayan Jane's Defence'in, PKK'yi siyasal parti ve Öcalan'ı da siyasi lider olarak değerlendirdi. Raporda Öcalan'ın milyonlarca taraftarı olan bir partinin lideri olarak nitelendirdi.
Jane's Defence'in raporunda Başbuğ'un da “siyasi lider” olarak görülmesi ve listede Başbuğ'un hemen ardından Öcalan'a 6'ıncı sırada yer vermesi dikkat çekti.
Ankara girişimde bulundu
Jane's Defence'in değerlendirmesine itiraz eden Türk Dışişleri Bakanlığı listeden Öcalan'ın çıkarılması için derginin İngiltere'deki merkezi nezdinde girişimde bulundu. Türk diplomatlar, 'Öcalan'ı listeye koyduğunuza göre Bin Ladin ve Molla Ömer'i neden koymuyorsunuz?' dediler. Ancak Jane's Defence'in yetkilileri, 'Siyasi liderlerin popülerliğine bakıyoruz. Öcalan Türkiye'de milyonlarca taraftarı olan bir partinin lideri' yanıtı aldılar.ANF

İsviçre basınında Erdoğan boykotu!

ANF BERN / Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Medeniyetler İttifakı” Eşbaşkanı sıfatıyla Cenevre ziyareti fiyasko ile sonuçlandı. İsviçre basını Erdoğan’ı haberlerinde görmedi, uluslar arası hukukçu Claude Rouiller ise Kürtlerin sadece bir kase yoğurt etrafında hatırlandığı tepkisinde bulundu.

İsviçre’nin Cenevre kentinde dün BM binasında Uygarlıklar İttifakı ve İnsan Hakları Salonu’nun açılışına İspanya Kralı Juan Carlos, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ve İsviçre Konfedrasyon Başkanı Pascal Couhepin katıldı. Türk Başbakanı Erdoğan da “Medeniyetler İttifakı Eşbaşkanı” sıfatı ile katıldı ancak gören olmadı.

MEDYA ERDOĞAN’I GÖRMEDİ

İsviçre medyası haberlerinde Erdoğan’a yer vermedi. Oysa bundan birkaç gün öncesine kadar Konfederasyon Başkanı Pascal Couchepin’in Türkiye ziyareti nedeniyle temel gündem konularından biri olmuştu. Kürtlerin iki ülke arasında pazarlık konusu olması İsviçre basınında da tepki gördü. Couchepin’in 11 Kasım’daki Türkiye ziyareti önceki PKK’ye karşı katı önlemler alındı. Couchepin Türkiye’de Lozan anlaşmasının imzalandığı masayı hediye etti.

İsviçre haber ajansı ATS canlı olarak verdiği görüntüler arasına Erdoğan’ı koymadı. Cenevre Halkevi’ne göre İsviçre basını Erdoğan’ın “medeniyet ittifakı” üzerinde konuşmasını samimi ve inandırıcı bulmadı. Halkevi, başta ATS olmak üzere İsviçre medyasının “Başbakan düzeyinde katılan bir kişiden bahsetmemesinin oldukça düşündürücü” olduğuna dikkat çekti. Zira haberlerde 700 davetliden bahsedilirken Erdoğan bu davetliler arasında sıralanmadı.

Cenevre Halkevi, “İnsan hakları konsey salonunda insan hakları ihlallerin en yoğun ihlal edildiği ve ayaklar altına alındığı bir ülkenin başbakanı olarak böyle bir salonun açılışında söyleyeceği fazla sözü olmadığı gibi söylediklerinin de fazla dikkatte alınmadığını göstermektedir” dedi.

SEVR HATIRLATMASI

İsviçre ulusal televizyonu TSR de Erdoğan’dan hiç bahsetmezken en çarpıcı yorum Le Temp gazetesinde yer aldı. Gazete Erdoğan’ın ziyaretine yer vermezken, Pascal Couchepin’in Ankara ziyaretine ilişkin bir makale yayınladı. 

Uluslar arası hukukçu ve profesör Claude Rouiller gazetedeki makalesinde Konfederasyon Başkanı’nın Ankara ziyareti ve 1923’te Lozan anlaşmasının imzalandığı masayı hediye etmesini eleştirdi. Fransa eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın Fransa’nın Yahudi trajedisi, kolonyalizm, köleliğe ilişkin sorumluluklarını kamuoyu önünde tanıması ve Filistin lideri Yaser Arafat’a iltica hakkı vermesi gibi cesur sembolik eylemleri nedeniyle tarihte yer alacağını belirten Rouiller, ayrıca iktidar jubilesini kaybetme pahasına referandumdan önce Türkiye’nin AB’ye üyeliğine destek vermesinin de unutulamayacağını ifade etti.

Bu açıdan bakıldığında İsviçre heyetinin Türkiye ziyareti sırasındaki yaklaşımlarının daha az “maruz görülebilir” olduğuna dikkat çeken Rouiller, makalesinde Türkiye tarihine ışık tuttu. Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte 1920’deki Sevr Anlaşması’na değinen Rouiller, sadece Ermenilerin bu masada olmadığına işaret ederek, ancak buna rağmen soykırımdan kurtulanlar için Anadolu’nun kuzeydoğusunda bir devlet verildiğini belirtti. Rouiller, “Antik uygarlığın Hint-Avrupa halkı Kürtlere de, Anadolu’nun kalan kısımları ile bugünkü Irak’ın kuzeyinde bir ülke, Kürdistan verdi” dedi.

Ancak bu anlaşmanın Türkiye tarafından onaylanmadığını ifade eden Rouiller, Türkiye’nin 1921’de genç Sovyetler Birliği ile Kars Anlaşması’nı, daha sonra da 1923’de ABD hariç Dünya Savaşı’nın galipleri ile Lozan Anlaşması’nı yaptığını hatırlattı.  Rouiller, “Bu anlaşmalar uyarınca Yunan azınlık toplu nüfus değişimine kurban edildi, bir tür konvansiyonel etnik temizlik; Büyük Ermenistan ve Kürdistan tarihin yer altı zindanlarına düştü” dedi

KÜRTLER BELKİ BİR KASE YOĞURT ETRAFINDA HATIRLANDI

Lozan Anlaşması’nın imzalandığı masanın Türkiye’ye verilmesini değerlendiren Rouiller, “Bağışçılara imzadan sonra yaşanan korkunç şartları hatırlatmak kuşkusuz yersiz oldu. Ama onlara demokrasilerde hafıza görevinin kendisini dayattığı gösterildi” ifadelerini kullandı. İsviçre Ulusal Konseyi’nin 2003 yılında Ermeni Soykırımı’nı tanıdığını hatırlatan uluslar arası hukukçu Rouiller, Kürtlerin ise izinli özel bir sayım olmadığı için sayılarının 10 ila 20 milyon arasında tahmin edildiğini belirterek, “Onların azınlıklar hakları belki bir kase yoğurt etrafında hatırlandı” dedi.

İnsan hakları organizasyonlarının Kürtlerin yaşadığı ekonomik, sosyal ve kültürel ayrımcılıklara tepki gösterdiğine dikkat çeken Rouiller, Avrupa yüksek hukuku ve Federal İsviçre Mahkemesi’nin bu kuşkularının olduğunu ve bu nedenle Kürt mültecilere Avrupa’da yer verdiğini söyledi. Ancak Türkiye’nin de “Genişletilmiş siyasi suçların korunması” adı altında sürekli bunların sınırdışı edilmesini istediğini belirten Rouiller  Kürt sorununun Ankara için büyük endişe kaynağı olduğunu vurguladı.

KÜRT SORUNU FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASI GİBİ KENDİNİ DAYATACAK

Ancak askeri baskıların çıkışsız bir yol olduğunun altını çizen Rouiller, “Yüksek donatılmış bir ordu ile büyük İngiliz tarihçi Hobsbawm dediği gibi ‘herkesin bildiği üzere gerillaya uygun dağlı’ bir halkın direniş hareketi arasında yaşanan 30 yıllık savaşın bilançosu 35 bin ölü ve 250 bin göç oldu, bu rakamlar doğrulanamaz. Bu unutulmuş savaş, er veya geç öfkeli bir şekilde Filistin-İsrail çatışmasının sonsuzluğunu hatırlatan kavramlarla dünyaya kendini dayatabilecek Kürt sorununa çözüm getirmeyecek”

Kürt sorununa adil ve barışçıl bir çözüm bulunmasını isteyen Rouiller, “Batılılar düşündüklerini söylemeye cesaret edenlere saygı gösteriyor. Türkler de bizim Kuzey Avrupalı sessizliğimizi takdir ediyor : bizim heyetimiz İsviçre’ye doğru yol aldığı sırada, onların uçakları, uluslar arası hukuku ihlal ederek, Kürt otonomistlerin kamplarının bombalamak için Irak sınırını geçiyordu” diyerek sözlerine nokta koydu.

Tuesday, November 18, 2008

İşte Türkiye'deki 'fakirlik' haritası

Turkiyedeki fakirlik haritasi Küresel ekonomik krizin Türkiye’de kendini göstermeye başladığı dönemde, hükümet “Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmet Projesi” adı altında Türkiye’nin yoksulluk haritasını hazırlamaya çalışıyor.

Yoksulluk haritasının en önemli unsurunu, Türkiye’deki yeşil kartlılar oluşturuyor. Ve bugün Türkiye’de yeşil kart sahiplerinin “nerelerde yoğunlaştığına” bakıldığında, aslında Türkiye’nin yoksulluk haritası da ortaya çıkmış oluyor.  

İşte, resmi verilere göre Türkiye’nin “yeşil kart” ya da “yoksulluk” haritası:

GÜNEYDOĞU’DA İKİ KİŞİDEN BİRİ YEŞİL KARTLI

Yeşil kart dağıtımından en çok Güneydoğu Anadolu yararlanmış. Bölge illerinde hemen hemen her iki kişiden biri yeşil kartlı. İşte nüfusa göre, illerin yeşil kart oranları;

Zeynep Gürcanlı YAZIYOR

EN ÇOK YEŞİL KART BİNGÖL’DE

Bingöl’de nüfusun yüzde 50’sinin yeşil kartı var. İlin nüfusu 243 bin, yeşil kartlı kişi sayısı ise 118 bin. Bingölü sırasıyla Siirt (il nüfusunun yüzde 47.7’si) , Hakkari (il nüfusunun yüzde 47.6’sı), Van (il nüfusunun yüzde 47.3’ü),Ağrı (il nüfusunun yüzde 45’i), Adıyaman (il nüfusunun yüzde 41’i), Batman (il nüfusunun yüzde 39.3’ü), Bitlis (il nüfusunun yüzde 39.2’si), Şırnak (il nüfusunun yüzde 38.7’si), Iğdır (il nüfusunun yüzde37’si), Kilis (il nüfusunun yüzde 35.7’si), Muş (il nüfusunun yüzde 35.5’i), Mardin (il nüfusunun yüzde 33’ü), Kars (il nüfusunun yüzde 32.6’sı), Diyarbakır (il nüfusunun yüzde32.3’ü) ve Tunceli (il nüfusunun yüzde 31’i) izliyor.

NÜFUSA GÖRE EN AZ YEŞİL KART İSTANBUL’DA

İl nüfuslarına göre “en az” yeşil kartlı sayısı ise İstanbul’da. İstanbul’da nüfusun sadece 2.7’si yeşil kart sahibi. Bu yüzdenin rakamsal karşılığı ise yaklaşık 325 bin kişiye denk geliyor. İstanbul’u “en az yeşil kartlı vatandaş” sayısında Bursa (il nüfusunun yüzde 3.5’i), Ankara (il nüfusunun yüzde 3.7’si), Kocaeli (il nüfusunun yüzde 3.8’i) ve Bolu (il nüfusunun yüzde 3.8’i) izliyor.

EN ÇOK YEŞİL KART SAYISI URFA’DA

En fazla yeşil kart verilen il ise Şanlı Urfa. Urfa’da toplam 540 bin kişiye yeşil kartı verilmiş durumda. Bu rakam, Urfa nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyor.

DİĞER İLLER

Diğer illerde ise nüfusa oranla yeşil kartlı oranları şöyle;

Adana yüzde 15.8, Antalya yüzde 5.5, Aydın yüzde 9, Burdur yüzde 8, Çanakkale yüzde 5.3, Çankırı yüzde 5.8, Çorum yüzde 18.6, Erzurum yüzde 24, Hatay yüzde 18.4, Mersin yüzde 13.3, İzmir yüzde 4.4, Kayseri yüzde 8, Konya yüzde 8.8, Muğla yüzde 4.2, Nevşehir yüzde 9.6, Niğde yüzde 17, Rize yüzde 6.3, Samsun yüzde 16.1, Aksaray yüzde 18.5 ve Ardahan yüzde 27.3

Kaynak: hurriyet

Kürtçe camide de yasak!

camii_1 Kürtçeye yönelik hayatın her alanında yasaklama ve sınırlamalar devam ederken; TRT’de Kürtçe kanal hazırlığı devam ediyor. AKP Hükümeti, cuma hutbeleri ile vaazların Kürtçe verilmesine karşı çıktı. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı, anayasada devletin dilinin Türkçe olduğunu, Türkçe dışındaki bir dilde vaaz verilemeyeceğini savunarak, Kürtçe vaaza izin vermedi.
Bir süre önce Meclis Dilekçe Komisyonu’na başvuran Kürtler cuma vaazlarının Kürtçe yapılmasını istemişti. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı ise Türkçe dışındaki bir dilde vaaz verilemeyeceğini belirterek, öneriyi kabul etmedi. Devlet Bakanlığı, komisyona gönderdiği yazıda, anayasanın 3. maddesinde Türkiye Devleti’nin dilinin Türkçe olduğu hükmünü anımsatarak, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 6. maddesine göre devlet memurlarının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve yasalarına sadakatle bağlı kalmak zorunda olduklarını hatırlattı. Bakanlık, yasal bir düzenleme yapılmadan din görevlilerinin camilerde yaptıkları vaazları ve okudukları hutbeleri Türkçenin dışında bir dille gerçekleştirmelerinin mevzuat açısından mümkün olmadığını kaydetti.
Kürt din adamlarından tepki
AKP Hükümeti’nin Kürtçe ibadet konusunda getirilen önergeleri reddetmesi Kürt din adamlarının tepkisine yol açtı.
Diyanet ve Vakıf Emekçileri Sendikası (DİVES) Genel Başkanı Lokman Özdemir:
Devletin mantığı ‘tek’lik üzerine kurulmuş. Devlet ve hükümet yetkilileri de bu mantıkla hareket ediyorlar. Oysa farklı halkların, kavimlerin olması Allah’ın takdiridir. Ayrı halklardan 4 bin peygamberden bahsediliyor. Bunların tümü aynı dili de konuşmuyordu. Allah’ın bu takdirine karşı çıkanların kafir olarak adlandırılması lazım. Kuzey ’da insanların yüzde 99’u Kürtçe konuşuyor. Anadilleri Kürtçe. Yine 40 yaşın üzerindekilerin çoğunluğu Türkçe bilmiyor. Dolayısıyla Türkçe verilen hutbe ve vaazı da anlamıyor. Bu da hutbe ibadetlerinin yerine gelmediğinin bir göstergesi. Bunu engellemek, insanların ibadet özgürlüğünü engellemekle eşdeğerdir. Hükümet bu gerekçenin arkasına sığınacağına değiştirsin yasayı.
Dinadamları Dayanışma ve Danışma Derneği (DİAYDER) Zahit Çitkuran :
Kur’an hiç bir dili yasaklamıyor. Tersine bazı konularda kimsenin diğerine müdahale hakkı olmadığını vurguluyor. Bu konular da dil, mal ve namustur. Bunlara el uzatmak günahtır. Yine bir insan hangi dilden anlıyorsa ibadetinini de o dilden yapmalı. Cuma Namazı (Hutbe)’nin bir şartı da, dinleyeninin onu anlamasıdır. Eğer hutbe ve vaazı dinleyen kişi anlamamışsa söz konusu ibadetini tam olarak yerine getirdildiği söylenemez. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda, Kürtlerin anadilleriyle ibadetlerini yapmasını yasaklayanların Allah katında da günah işlediklerini söyleyebiliriz. Devlet yetkilileri ve AKP Hükümeti bir südedir ‘Tek’i ağızlarından düşürnüyorlar. Ancak islam dininin öngörüdüğü şey ise bunun tam tersidir. Yine ibadetin tek bir dil ile yapılması, berebarinde tek mezhep dayatmasını da getiriyor. Türk Diyanet İşleri Başkanlığı, Hanefi mezhebine göre herşeyi kurgulamış ve yaklaşımlarıyla Şafii mezhebini de adeta reddediyor. AMED
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Maliki tehlikeli Güney planı

1masoud mesut barzani Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin Güney ’daki yönetimi sistematik bir şekilde etkisiz kılma ve baskı altında tutma düşüncesi her geçen gün yeni politikaların devreye konulması ile boyutlanıyor. Son olarak Maliki’nin, Kerkük ve Musul’da ‘milis meclisleri’ adı altında korucu sistemi geliştirme planına, Federal Bölgesi Başkanı Mesud Barzani sert tepki gösterdi.kerkuk kurdistan kirkuk kerKük

Irak ile ABD arasında imzalanan müzakere çerçevesinde ABD askerlerinin 2011’de Irak’tan çekilmesinin kararlaştırıldığı bir dönemde, Maliki’nin başında bulunduğu hükümet, özellikle Güney ’da Türkmen ve Araplardan oluşan silahlı milis güçler oluşturuyor. Güney ’ın Kerkük kentine bağlı Hevice kasabasında önceki gün Irak Başbakanı Maliki’nin talimatı ile Türkmen ve Araplar bir gösteri düzenledi. Yürüyüşte ‘silahlı güvenlik meclisi’i planına destek verildi. Eylemcilerin planı, ‘koruculuk sistemi’ olarak gören Kürtlere yönelik tepkiler dikkat çekti. Güney ile Irak merkezi hükümeti arasında Kerkük ve diğer itilaflı konuların yoğun olduğu bir dönemde, Maliki’nin bu planı Kürtlere karşı pramiliter güçler oluşturulmasının da bir göstergesi. Yürüyüşte güvenlik kaygılarında çok siyasi talepler dile getirildi. Eylemciler, Kerkük kentinin de merkezi Bağdat hükümetine bağlanmasını istedi.
‘Vatan hainliğinden yargılanırlar’
Öte yandan Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Kerkük ve Musul’da oluşturulması planlanan milis meclislerinde yer alacak Kürt aşiretlerinin ‘vatan hainliğinden’ yargılanacağını söyledi. Barzani, Kürt ve Irak halkının demokratik haklarına zarar verecek herhangi bir Anayasa değişikliğini kabul etmeyeceklerini belirterek, Bağdat yönetiminin yetkilerinin artırılmasını diktatörlük yolunda bir adım olarak yorumladı. Bu mecliste yer alacak Kürt aşiretlerini ‘cash’ olarak tanımlayan Barzani, “bu ‘cash’ların canlandırılması vatan hainliğidir. Destek meclislerine katılanları ‘cash’ suçlamasıyla mahkemeye çıkarılır. Bu meclislere katılan Arapları da düşman güçleri olarak görürüz” dedi.maliki34
El-Hurre Televizyonuna konuşan Barzani, Kürt ve Şii ittifakı arasında sorunlar olduğunu belirterek, son Bağdat ziyaretinde sorunların giderilmesi için iki taraf arasında 5 ayrı komisyonun oluşturulması kararı alındığını hatırlattı. Irak Başbakanı Maliki’nin, bütün yetkileri tek elde toplanması çabalarını da değerlendiren Barzani, Kürt ve Irak halkının demokratik haklarına zarar verecek herhangi bir anayasa değişikliğine razı olmayacaklarını söyledi.
‘Ülkeyi felakete sürükleyecek’
Bu arada lrak İslam Yüksek Konseyi’ne bağlı Bedr örgütü, Maliki’nin silahlı güvenlik meclisleri oluşturma planına karşı çıkarken, Kürtlerle Bağdat arasındaki sorunların anayasa çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerektiğine dikkat çekti. İttifakı ise, lrak hükümeti’nden ülkeyi felakete sürükleyecek yasal olmayan milis güçleri oluşturmaktan vazgeçmeye çağırdı. Özellikle son iki yıldan bu yana Bağdat ile Güney arasındaki ilişkilerde belli başlı politikalarda sürekli sorun yaşanıyor.
Kerkük’ün statüsünün yapılacak olan bir referandum ile belirlenmesi Irak Anayasası’nın açık bir hükmü olmasına rağmen ertelenmesi ve giderek Kürtler aleyhine muğlak bir hale getirilmesi, petrol çıkarma ve işletilmesine yönelik Güney - Bağdat arasındaki kriz sürekli gündemdeki yerini korudu. Irak’ta Şii- Sünni mezhep çatışmasının yerini uzlaşmaya bırakması, başta Türkiye olmak üzere Irak komşularının, merkezi hükümete Kürtler aleyhine sürekli telkin ve baskılar yapması bu durumun oluşmasında önemli etken durumunda. BAĞDAT
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

“KÜRTLERİN TALEBİ ÜZERİNE GÜVENLİK ANLAŞMASINA BİR MADDE DAHA DAHİL EDİLDİ”

181108092138 18-Nov-08 [9:17] PNA- İttifak Listesi, ABD’nin, Irak Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan güvenlik anlaşmasına Kürtlerin talebi üzerine bir maddeyi ele alarak anlaşmaya dahil ettiğini açıkladı.

Irak’ta yayın yapan Newsmatique ajansına konuşan Rewanduzi, ABD’nin, Kürtlerin talebi üzerine Irak’ta “Federal” sistemin korunmasını garanti altına almasıyla ilgili  olan maddeyi görüşerek tartıştığını söyledi.

Sözcü Rewanduzi, ABD’nin, görüşmelerden sonra  Irak’ın federal sisteminin korunması ve garanti altına almasıyla ilgili olan maddeyi güvenlik anlaşmasının metnine dahil edilmesi konusunda razı olduğunu belirtti.

Anlaşmaya göre Amerikan askerleri 2011 yılına kadar Irak’ta görev yapabilecek.

Amerika ve Irak hükümetleri arasında bir yıl süren yoğun müzakereler sonucu varılan anlaşmaya, bir bakan dışında tüm kabine onay verdi. Irak parlamentosunun anlaşmayı 24 Kasım’da oylaması bekleniyor. Anlaşmaya göre Amerikan askerleri önümüzdeki yaz tüm kentlerden çekilecek, bu arada Amerikan kuvvetlerinin arama yapmak için Irak hükümetinden izin alması gerekecek.


FKB YÖNETİMİ GÜVENLİK ANLAŞMASININ KABUL EDİLMESİNİ OLUMLU KARŞILADI

Falah Mustafa 18-Nov-08 [11:33] PNA-Federal   Bölgesi (FKB) Yönetimi Dışilişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, Irak Bakanalar Kurulu’nun güvenlik anlaşmasını kabul etmesini olumlu olarak karşıladıklarını söyledi.

Mustafa, Pazar günü Irak Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan güvenlik anlaşmasını olumlu olarak karşıladıklarını belirtti.

Felah Mustaf konuyla ilgili El-Şark el-Ewsat gazetesine yaptığı açıklamada, anlaşmanın Irak’ın çıkarına olduğunu ve bundan şüphe duyulmadığını belirtti.

FKB Yönetimi Dışilişkiler Sorumlusu Mustafa, anlaşmanın sadece güvenlik alanında değil, aynı zamanda Irak ile Amerika arasında ticaret, ekonomi, sosyal gibi alanlarında da Irak’ın çıkarına olduğunu söyledi.

Anlaşmanın Bölgesi’nin çıkarlarına zarar vereceğine inanmadıklarını belirten Mustafa, Irak parlamentosunun da sözkonusu anlaşmayı onaylamasını umut ettiklerini kaydetti.

Monday, November 17, 2008

‘Diyarbakır Guantanamo gibiydi’

‘D.Bakır Guantanamo gibiydi’ Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadığı işkenceyi anlattığı için hakkında dava açılan eski Mardin milletvekili Nurettin Yılmaz, hâkime yazılı savunma gönderdi: Gördüğüm bu onur kırıcı muamele Guantanamo’daki esir Iraklılardan daha az değildir

Milletvekiliyken 12 Eylül askeri darbesinde Diyarbakır Cezaevi’ne götürülen Mardin eski Milletvekili Nurettin Yılmaz, yaşadığı işkenceyi “Yakın Tarihin Tanığıyım” adlı kitabında da anlatınca “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik”ten davalık oldu. Yarın ikinci kez hâkim karşısına çıkacak olan Yılmaz, yaşadıklarını mahkeme hâkimine yazılı olarak anlattı.

CUMHURBAŞKANI ADAYI OLDU • 1973’de CHP’den Mardin Milletvekili olarak Meclis’e giren Nurettin Yılmaz, daha sonra 1977 yılında bağımsız olarak yeniden milletvekili seçildi. Kahramanmaraş’ta sıkıyönetim ilan edilmesine ret oyu veren tek milletvekili olan Yılmaz, milletvekilliği sürecince bölgede yaşanan olayları Meclis’e taşıdı. 12 Eylül askeri darbesinden önce yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday olan Yılmaz, o seçimlerde 80 oy aldı. Ancak bunun hemen ertesinde 12 Eylül darbesinde tutuklanarak, Diyarbakır Özel Tip Askeri Cezaevi’ne götürüldü. Tahliye kararları sonrası üç kez yeniden cezaevine konan Yılmaz, Turgut Özal’ın önerisiyle ANAP’tan parlamentoya girdi.

İŞKENCEYİ KALEME ALDI • 1970’lerden itibaren Güneydoğu’da yaşanan olayları, siyasi gelişmeleri ve bölgede yaşanan insan hakları ihlallerini “Yakın Tarihin Tanığıyım” adıyla kaleme alan Yılmaz, bu kitabında Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşadığı olayları ve gördüğü işkenceleri de yazdı. Yılmaz, geçen yıl bu kitabının yayımlanmasından sonra CNN Türk’te Barış Pehlivan’ın yönettiği “Oradaydım” programında da yaşadığı işkenceyi anlattı. Yılmaz, burada cezaevinde kendisine yapılan işkenceyi ve işkence yapılırken söylenen “Burası Diyarbakır Cumhuriyeti’dir, Diyarbakır Devleti’dir” şeklindeki sözleri tekrarladığı için hakkında “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek”ten dava açıldı.

HÂKİME DE ANLATTI • Yılmaz’ın 21. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşması 18 Temmuz 2008’de yapıldı. Yılmaz, mahkeme hâkimine yazılı savunma vererek yaşadıklarını anlattı. Yılmaz, milletvekiliyken yapılan askeri darbe sırasında Ankara’dan Diyarbakır Cezaevi’ne götürüldüğünü, orada küfürlerle karşılandığını ve coplanmaya başlandığını, buna itiraz ederek, “Bizim Ankara’da milletvekillerinin Mızıka okulunda saçları kesilmiyor ve coplanmıyor” deyince, “Orası Ankara, Burası Diyarbakır Cumhuriyeti, Diyarbakır Devletidir” denerek, coplanmaya devam edildiğini vurguladı. Bu sözleri tekrarladığı için hakkında dava açılan Yılmaz, savunmasında Ordinaryüs Prof. Hüseyin Cahit Yalçın’ın “En kahredici adaletsizlik, devletin taraf olduğu ve devlet adına yapılan adaletsizliktir” sözlerini de anımsatarak, “Beni coplayanlar devleti temsil eden yöneticilerdir, hakaret edenler cezaevinin yöneticileridir” dedi.

GUANTANAMO’YA BENZETTİ • Yılmaz, hâkime gönderdiği savunmasında cezaevinde cumhurbaşkanlığına aday olduğu için ayrıca dayak yediğini belirterek, şöyle devam etti: “Anlattıklarım, yaşadığım onur kırıcı vahşet, denizde damla örneklerdir. Dışkı yedirme, kıçıma cop sokma, lağım suyunu içmeye zorlanmam, günlük olağan uygulamalar haline getirilmişti. Bir suçlu varsa 27 Aralık 1980 saat 17’den itibaren Diyarbakır Askeri cezaevinde bulunan görevlilerdir. Belki hâkimliğinize garip gelecek ama Diyarbakır’daki işkencehanede gördüğüm onur kırıcı muamele Guantanamo’daki esir Iraklılardan daha az değildir.”

Z.B'nin babaannesi Kadriye Bal: Torunumu polis vurdu

polis_kursunu_yarali Diyarbakır'ın Bağlar İlçesi'nde polisin kovaladığı gence ateş ederken, açtığı ateş sonucu yaralandığı iddia edilen Z.B adlı çocuğun babaannesi Kadriye Bal, olayın tanığı olduğunu belirtti. Kadriye Bal, 'Olayın ardından polisler yerdeki boş kovanları topladı. Torunumu yere bırakarak polisin ellerine sarıldım. Ve dedim ki ş..ler siz bizden ne istediniz? Niye bu kadar çocuğun oynadığı yerde silah sıktınız? Bir çocuğa kurşunun isabet edeceğini hiç düşünmediniz mi? Bu çocuk ölürse sorumlusu sizsiniz. Ben bunları söylerken polis ise yerdeki mermi kovanlarını topluyordu. Torunumu polisler vurdu' diye konuştu.
Bağlar İlçesi'nde polisin kovaladığı gence ateş ederken, yaralanan Z.B adlı kız çocuğunun tedavisi DÜ Tıp Fakültesi'nde Çocuk Servisi'nde sürüyor. 4 saat ameliyatta kaldıktan sonra yoğun bakıma alınan Z.B'nin yoğun bakımda çıkmasının ardından savcılık tarafından ifadesinin alınması bekleniliyor. Dün gece ifade almak isteyen savcılığa doktor müdahale ederek, alınacak olan ifadenin sağlıklı olmayacağının söylendiği ve ifadenin ertelenmesinin istediği öğrenildi. Celal Güzelses İlk Öğretim 6'ıncı sınıf öğrencisi olan Z.B'nin 2007-2008 öğretim yılını sınıfı teşekkür belgesi alarak geçerken,
sınıf arkadaşı Rojhat Köylüoğlu, Z.B'nin sınıf içerisinde çok sevilen biri olduğunu ve sınıf öğretmeni tarafından çok sevildiğini söyledi.
'Torunumu polis vurdu'
Olayın tanığı Z.B'nin babaannesi Kadriye Bal, olay esnasında namaz kıldığını o sırada 3 el silah sesini duyduğunu söyledi. Kapının önüne çıktığında torunuyla karşılaştığını belirten Bal şunları anlattı:
'Ben kapının önüne çıktığımda torunumu yerinden sıçrıyordu. Ve o sırada bağırıyordu. Ben başta anlam vermeye çalıştım ve kalça tarafında kanların geldiğini gördüm. Bende bağırarak dışarıya çıktım. Karşımda bir polis elinde silahı ile üzerime doğru gelerek sakin olmamı istedi. Polis olduğunu söyledi. O sırada ise torunum çığlık atıyordu. Torunumu polis vurdu. Torunumu yere bırakarak polisin ellerine sarıldım. Ve dedim ki ş..ler siz bizden ne istediniz? Niye bu kadar çocuğun oynadığı yerde silah sıktınız, Bir çocuğa kurşun isabet edeceğini hiç düşünmediniz mi? Bu çocuk ölürse sorumlusu sizsiniz. Ben bunları söylerken, polis ise yerdeki mermi kovanlarını topluyordu.'
'Polislerden şikayetçiyim'
Mermi kovanlarını toplayan polisin dışında diğer polislerin torununa sorduğu sorularda torununun polislerin kendisini vurduğunu söylediğini belirten Bal, 'O sırada torunum kan kaybederken, polis torunuma sorular soruyor. Tam üç defa polis torunuma 'Seni kim vurdu. Gördün mü' dedi. Torunumda, 'Beni polis vurdu. Top sakalı olan polis vurdu' diye cevap verdi. Daha sonra olay gerinde 50'den fazla polis gelip gitti. Ama kimse benim torunumu hastaneye götürmeyi düşünmüyordu. Olayın üzerinden 15 dakika geçti ve torunumun amcası olay yerine gelerek torunumu hastaneye götürdü. Ben polislerden şikâyetçiyim. Sonuna kadar bu davayı götüreceğim' diye konuştu.
Mehmet Cevizci DİYARBAKIR-DİHA

AKP’nin milliyetçiliği Çiller’den tehlikeli

Mithat Sancar: ‘Asker kendi Kürt politikasını AKP’ye uygulatıyor’

Neşe Düzel/Taraf▼

mithat sancar“AKP askerle anlaştı. Genelkurmay, Kürt politikasını AKP’ye ihale etti. Başbuğ Hükümet’e ‘brifing’ jestleri yaparak, ‘sahada siz olun ama bizim dediğimizi yapın’ dedi.”
►“Tehlikeli hesaplar yapılıyor. AKP Güneydoğu’da seçimi kazanırsa, sanıyorlar mı ki Kürt sorunu bitecek. Tersine Kürtlerin sistemden kopuşu daha da derinleşecek. Çatışma keskinleşecek.”

►“Türkiye’de hegemonik parti tehlikesi var. AKP Güneydoğu’yu DTP’den alarak Türkiye’nin hegomonik partisi olmayı hesaplıyor. Bu, diğer partilerin şeklen bulunduğu tek partili bir sistemdir fiilen.”

►“Bakan, açıkça ‘tehcir olmalıydı’ diyor. Benim esas kaygım, bu sözlere Başbakan’dan, Hükümet’ten hiç tepki gelmiyor. Bugün AKP’deki milliyetçi damar her zamankinden daha ‘pervasız’.”

►“AKP yıkıcı olabilir! Kürt sorununda kullandığı üslupla, milliyetçi olmayan mütedeyyin muhafazakâr tabanını milliyetçiliğe taşıyor. Bu milliyetçileşme Türkiye için bir felakettir.”


NEDEN? MİTHAT SANCAR ▼

Türkiye iki yıldır büyük bir alt üst oluştan geçiyor. Önce cumhurbaşkanlığı seçimi, ardından genel seçimler ve şimdi de dört ay sonra yapılacak yerel seçimler derken, Türkiye iyice içine kapandı. Avrupa Birliği yolunda ilerlemeyi bırakan AKP Hükümeti, her seçim öncesinde sarıldığı milliyetçilik hamasetini giderek tırmandırdı ve ırkçılığa vardırdı. Türkiye’de bu dönemde sadece terör olayları artmadı. Devletin vatandaşa uyguladığı şiddet de patladı. Peki, ne oldu? Bu ülke daha bir yıl önce sivil ve demokratik bir anayasa yapmayı tartışmışken, şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bile mevcut anayasayla ilgili konuşmaktan korktuğu bir yer haline nasıl geldi? AKP niye böyle ürkek ve statükocu bir partiye dönüştü? Toplumu özgürleştirmemek ve Kürt sorununu demokratik yoldan çözmemek için gizli pazarlıklar mı yapıldı? AKP’deki bu politika değişikliği nasıl sonuçlar yaratacak? AKP içindeki demokrat damar ne yapacak? Bütün bunları Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde kamu hukuku profesörü Mithat Sancar’la konuştuk. Prof. Sancar özellikle anayasa teorisi, modern Türkiye’nin doğuşu, hukuk devleti ve insan hakları üzerine çalışıyor.


***
NEŞE DÜZEL: Geçen hafta Bilkent Üniversitesi’nde bir sempozyum düzenlendi ve Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri tartışıldı. Sizce anayasada değiştirilemez maddeler olur mu?

Prof. MİTHAT SANCAR:
Olur. Pek çok gelişmiş ülkenin anayasasında da değiştirilemez hükümler var. Ama bunlar genellikle demokratik hukuk devletini garanti altına alan maddeler. Mesela Alman Anayasası’nın insan onuruna, insan haklarına atıf yapan birinci maddesi değiştirilemiyor.
►Bizde değiştirilemeyen maddeler neler?

Bizde asıl kıyamet Anayasa’nın değiştirilemeyen ikinci maddesinde kopuyor. Cumhuriyet’in nitelikleriyle ilgili olan bu madde, “Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı” anayasa ilkesi haline getiriyor. Kemalizm’i anayasa ilkesi yapıyor.
►Gelişmiş ülkeler anayasalarındaki “değiştirilemez” maddeleri tartışabiliyorlar. Biz, “değiştirilemez” maddeleri Türkiye’de tartışabiliyor muyuz?

Sorun bu zaten. Tartışamıyoruz. Üstelik Anayasa’nın değiştirilmesini istemeyen kesimlerin markajı bir yıldır daha da arttı. Çünkü AKP sivil anayasa hazırlığının arkasında duramadı.
►Bizim anayasamız yeryüzündeki diğer ülkeler arasında hangilerinin anayasalarına benziyor?

Bizim anayasa şu anda çok kötü bir metin değil. Çünkü pek çok maddesi değiştirildi. Sorun şu. Bu anayasanın ruhu değişmedi. Çünkü anayasalar hazırlandıkları dönemin ruhunu taşırlar. Özgürlükçü bir tartışma ortamında yapılacak bir anayasa, bugünkü anayasadan bazı konularda daha geri olsa bile daha özgürlükçü bir potansiyele sahip olur. Çünkü o anayasa yapıldığı dönemin çoğulculuğunu, renkliliğini taşır. Bizim anayasasının içinde ise darbecilerin hayaleti dolaşıyor. Bu darbe ruhu, toplumu daima denetlenmesi gereken tehlikeli bir odak olarak görüyor ve özgürlüklerin derinleştirilmesi girişimlerini geri püskürtüyor.
►Bizim anayasamız dünyada hangi ülkelerin anayasasına benziyor diye sormuştum...

Görüntü olarak, temel kurumlar olarak Batılı anayasalardan çok farklı değil. Seçimler yapılıyor, partiler kuruluyor. Bizim anayasada demokrasinin şeklî kuralları var ama derinleştirilebilir özgürlük düzenlemeleri yok. Çünkü milli güvenlik devleti anlayışı terk edilmiyor. İçeride askerî bürokratik elit, dışarıda ABD, 1982 Anayasası’yla Türkiye’ye “milli güvenlik devleti” modelini dayattılar. Türkiye’nin kendine özgü sınırlı, güdük bir demokrasiyle yönetilebileceğini savundular. Anayasada bir sürü değişiklik oldu ama bu model değişmedi. Türkiye tipi demokrasidir bu.
►Uluslararası siyasette Türkiye tipi demokrasi diye bir tanım mı var?

Var tabii. Dünyada siyaset bilimciler bu tanımı kullanıyorlar. Mesela Türkiye ve Rusya için “demokrasileri aynı aileye mensup olan kendine özgü demokrasiler” deniyor. Şu anda AKP’nin meylettiği de Türkiye tipi demokrasidir. AB içinde Türkiye’yi üyeliğe istemeyen odaklar da Türkiye tipi demokrasiyi yeterli görmeye meyyaldir.
►Kendine özgü bir demokrasi türü olabilir mi?

Olmaz. Kendine özgü demek, evrensel ölçütlerden uzak demektir. Hak ve özgürlükleri derinleştirmeye hiç niyetli olmayan, otoriter yöntemlere çok hevesli bir demokrasidir bu. Tabii bunun adı demokrasi değil, ucubedir. AKP bugün Türkiye tipi demokrasiyle yetinme yolunda ilerliyor. AKP Hükümeti ve devlet elitleriyle AB içindeki bazı güçler arasında Türkiye tipi demokrasinin Türkiye’ye yeterli olduğu konusunda bir ittifak var bugün. Bu yüzden de zaten AB özgürlüklerle ilgili çok bastırmıyor.
►AKP, AB içindeki Türkiye karşıtlarıyla mı ittifak kurdu?

Hükümet AB sürecinden vazgeçmiş değil, AB’yi istiyor görünüyor ama asker ve sivil bürokratik güçlerle de “demokrasiyi çok geliştirmeme” konusunda bir ittifak halinde. Hükümet, AB’ye, “Türkiye’nin şartları, her şeyi sizin istediğiniz normlara göre yapmamıza izin vermiyor. Bizi hoş görün” diyor. Hükümetin devlet elitleriyle bu uzlaşması, Türkiye’yi AB hedefinden uzaklaştırıyor. Bir anlamda AKP Hükümeti, Türkiye’yi üyeliğe istemeyen AB içindeki sağcı, otoriter, faşist güçlerin istediğini de yapmış oluyor.
►AKP, sivil bir anayasa yapacağını söylemişti ama sonra vazgeçti. AKP’yi birileri korkuttu mu sizce?

Sadece korku değil, çeşitli çıkar hesapları, güç dengeleri ve taktiklerle de ilgili bu. AKP’nin “makbul devlet eliti” haline gelme çabasıdır bu. AKP, asker ve sivil bürokrasinin, kendisini kabul etmesi, onu da salona sokması için bir uyumlu olmaya çabalıyor. Gerçi pragmatizm AKP’nin temel özelliğidir ama... Bu pragmatizm oportünizmle birleştiğinde büyük bir felakettir. Çünkü AKP’de sadece pragmatizm değil, oportünizm damarı da var. Bu faydacılık, kısa vadeli taktik hesapçılık ve fırsatçılık özellikle seçim zamanlarında ortaya çıkıyor. AKP prim yapacak otoriter milliyetçi sloganlara sarılıyor. Oysa 12 Eylül’den bu yana Özal’ın ANAP’ı da dahil bütün partiler arasında demokratikleşme potansiyeli en güçlü olan partiydi AKP.
►Artık değil mi?

Hâlâ öyle ama... AKP’nin yıkıcılık potansiyeli de diğer partilerle kıyaslanmayacak ölçüde güçlü. AKP yıkıcı olabilir! AKP yaptığı sivil çıkışlarla, sistemden sıkıntı duyan, askerin dışladığı, sivil bürokrasinin adam yerine koymadığı kesimleri milliyetçilikten ve militer anlayıştan uzaklaştırmıştı. Ama AKP şimdi otoriter güçlerle mutabakata yanaştıkça, bu geniş kitleyi yeniden milliyetçileştirebilir.
AKP bu kitleleri şu anda milliyetçileştiriyor mu?

AKP, üzerine oturduğu milliyetçi olmayan mütedeyyin muhafazakâr kesimleri milliyetçiliğe doğru taşıyor. Kürt sorunuyla ilgili kullandığı üslupla toplumda milliyetçi otoriter damarı güçlendiriyor. Bu, Türkiye için bir felakettir. Mesela Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde orduya sunduğu destek sadece siyasi bir destekti. Çiller’in orduya sunabileceği ilave bir toplumsal destek yoktu. Çünkü ordu ve Çiller aynı tabana oturuyorlardı. AKP ve ordu ise aynı tabana oturmuyor. AKP, orduya yaklaştıkça otoriterliğe ve milliyetçiliğe ilave bir destek getiriyor. İşte bu demokrasi için büyük bir tehlike.
►AKP, Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davasından sonra daha ürkek bir parti mi oldu?

Kapatma davası AKP’nin Genelkurmay ve sivil bürokrat elitle uzlaşma arayışını, pazarlıklarını, onlara yakınlaşma sürecini hızlandırdı ama... AKP’nin bu çapta milliyetçi bir dil kullanmasının bir nedeni de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Kürt sorunuyla ilgili yeni konseptidir. Bazıları, Başbuğ’un sivil iktidara Kürt sorunun çözümünde alan açtığını söylüyorlar.
►Açmadı mı sizce?

Tam tersi. Genelkurmay Başkanı’nın yeni konsepti şu. Başbuğ AKP’ye, “Biz sizin istediğiniz şekli jestleri yapmaya hazırız. Gelir hükümete brifing veririm, siyasi iradeye tabii olduğum görüntüsünü sergilerim ama siz de kırmızıçizgilerde bizimle daha ortak davranacaksınız” diyor. Kısacası AKP’ye “sahada siz olun ama bizim dediklerimizi yapın. Bizim politikalarımızı biz ortaya çıkmadan siz yürütün” diyor. Şu anda görünen o ki, Genelkurmay kendi Kürt politikasını AKP’ye ihale etti.
►AKP Hükümeti Kürt politikası konusunda Genelkurmay’la anlaştı mı?

Şu anda öyle görünüyor. Şöyle anlatayım. Bu ülkede Kürt sorunu en kilit sorundur. Kürt sorununda sertleşen ve sorunu demokratik çözümden uzaklaştıran istisnasız her parti sonunda milliyetçileşir ve otoriterleşir. Demirel’in DYP’si, Karayalçın’ın SHP’si, Yılmaz’ın ANAP’ı, Çiller’in DYP’si ve Erbakan’ın Refah’ı hepsi bu sonu yaşadılar. Kürt sorununda sertleşmek kimseye hayır getirmiyor.
►Başbakan Erdoğan’ın son konuşmaları bir korkudan mı kaynaklanıyor? Yoksa politika değişikliklerinin bilmediğimiz başka bir nedeni mi var?

AKP’nin bütünlüklü bir demokrasi programı ve Kürt politikası hiçbir zaman olmadı ki, politikasını şimdi değiştirmiş olsun. AKP sadece AB projesinin müteahhitliğini düzgün bir şekilde yaptı. Hedefi sınırlıydı, müzakere tarihi almaktı. Sonra nasılsa üyelik süreci uzundu, bunu bazen gevşetebilir, bazen de hızlandırabilirdi. AKP içeride sıkıştığında ve kendini güçsüz hissettiğinde AB projesine yaklaşıyor, kendini güçlü hissettiğinde ise AB’den uzaklaşıyor. Şu anda bence AKP kendini güçlü hissediyor. Görüyorsunuz, Genelkurmay AKP’yi zor durumda bırakacak hiçbir şey yapmıyor.
AKP tekrar AB yolunda ilerleyebilir mi peki?
Kapatma davası, bu siyasi oluşumu terbiye etme manevrasıydı. AKP’nin istenilen noktalarda şimdilik terbiye olduğu görülüyor. Ama bu durum ne kadar devam edecek belli değil. AKP’nin içindeki demokratlar, Türkiye’deki diğer demokrat çevreler ve Obama’nın ABD Başkanı olmasının getireceği yeni dünya konjonktürü, AKP’yi demokrasi yolunda ilerlemeye gene mecbur bırakabilir.
►Peki, bugün AKP’nin yaklaştığını söylediğiniz merkez tam olarak nedir?

Merkez, devletçidir. Devleti kutsar ve sıkıştığı anda milliyetçilik hamasetine başvurur ve “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” der. Merkez, kitlelerin rahatsızlığını demokratik bir huzursuzluk veya demokrasi talebi olarak değil, bir fesat kaynağı olarak görür. Devletin merkezinde katı, kaba ilkel bir milliyetçi ruh vardır. Başbakan Erdoğan’ın son zamanlarda “ya sev, ya terk et” gibi pek çok örnekle ortaya koyduğu anlayış merkezin anlayışıdır. AKP Yozgat Milletvekili’nin “devletime, milletime karşı geleni vurmaktan hoşlanırım” demesi de bu anlayıştır.
►AKP Kürt meselesini çözmek istiyor mu?

AKP’nin kapsamlı bir Kürt politikası hiç olmadı. Mesajlardan ibaret kaldı. Bugün gelinen noktada görünen şu ki, AKP’nin Kürt sorununun kaynağına inebilecek ne kapasitesi, ne gücü, ne de cesareti var. AKP, Kürtler adına siyaset yapan hareketi yani DTP’yi bitirerek Kürt sorununu çözebileceğini hesaplıyor. Nitekim bugün bütün devletçi çevreler AKP’yi yerel seçimlerde Güneydoğu’da desteklemek gerektiğini söylüyorlar. Bu tehlikeli bir hesaptır. AKP seçimi kazanırsa, sanıyorlar mı ki Kürt sorunu bitecek? Tam tersine Kürtlerin sistemden kopuşu daha da derinleşecek. Çatışma keskinleşecek.
►Niye?

AKP’nin Türkiye’nin tamamında hegemonik parti olmasının önündeki en büyük engel CHP değil, DTP’dir. Hegemonik parti, şekil olarak çok partili bir sistemdir. Aslında bu sistem fiilen tek parti sistemidir. Çünkü diğer partilerin pek bir işlevi artık kalmamıştır. AKP Güneydoğu’yu DTP’den alarak Türkiye’nin hegomonik partisi olmayı hesaplıyor. Hegemonik parti tehlikesi var Türkiye’de.
►AKP neden Kürt meselesinde bu kadar şahinleşti ve askerî operasyonları tek çözüm yolu olarak kabul etti? Bu yolla tek parti olabilir mi?

Birileri, onu, ancak sertlik stratejisiyle DTP’yi bitirebileceğine ve PKK’yı zayıflatabileceğine ikna etti. AKP ne kadar sertleşirse, Güneydoğu’da o kadar güçleneceğini düşünüyor. Seçimler yaklaştıkça da el altından başka mesajlar verecek. “Eğer DTP’yi çok zayıflatırsak ve PKK’yı askerî olarak kontrol altına alırsak, biz sizin haklarınızı büyük çatışmalara gerek kalmadan Genelkurmay’ı da ikna ederek yavaş yavaş tanıyacağız” diyecek. Seçimlerde eski politikasından vazgeçmediği mesajını veren adaylar gösterecek. AKP bu yolla Kürt siyasi hareketini tasfiye etmeyi planlıyor. AKP Güneydoğu’yu kaybederse, Türkiye’nin doğusu ve batısı arasındaki tek bağ ortadan kalkmış olacak diye bir tez var ya...
►Nasıl bir tez bu?

Bu tez çok tehlikeli. Çünkü bu tez kendi kimliğiyle siyasal temsilin önemini yok sayan bir anlayıştır. Oysa kendi kimliğiyle açıkça temsil edilme isteği, etnik sorunların demokratik çözümü için çok önemlidir. DTP veya benzeri bir partinin varlığı Kürtlerin Türkiye’yle bütünlüğünü daha çok sağlar çünkü Kürtlerde temsil edildikleri duygusunu yaratır. DTP tasfiye edilirse, Kürt kimliğini dile getirme ihtimali ve siyasal temsil duygusu çok zayıflar. Kürtlerin sistemden, ülkeden ve devletten kopuşu işte asıl o zaman başlar. DTP’nin kaybetmesi sorunu kolaylaştırmaz, aksine çözümü zorlaştırır.
►AKP’nin kadrolarında yeni bir şoven söylem de ortaya çıkıyor sanki. Milli savunma Bakanı, Rumlar ve Ermeniler gitmeseydi böyle bir ulus-devlet olamazdık dedi. Bakanın bu konuşmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Konuşmasını tek kelimeyle ürpererek okudum. Ermenilerin katliamını itiraf eden ve onaylayan bu zihniyet bugünkü sorunların çözümünü de homojenlik üzerine kurmayı ister. Bu zihniyet gayrimüslimlerin, Alevilerin ve Kürtlerin sorununu çözemez. Aksine Kürt sorununda daha fazla şiddet, acı yaşatır.
►Bakan, Ermeni tehcirini mi savunuyor?

Açıkça tehcir çok gerekliydi ve olmalıydı diyor. Benim esas kaygım şu. Vecdi Gönül’ün bu sözlerine Başbakan’dan ve Hükümet’ten bir eleştiri olmadı.
►Böyle konuşma cesaretini nereden buluyor?

Sorun bu zaten. AKP 2005’ten beri gelgitler yaşıyor. Demokratikleşme hedefinden uzaklaşınca AKP içindeki o derin milliyetçi zihniyet ortaya çıkıyor. Bugün AKP’deki milliyetçi damar her zamankinden daha ‘pervasız’. Çünkü bugüne dek AKP’yi tipik bir devletçi sağ parti olmaktan üç unsur alıkoydu. Bunlar, Avrupa Birliği, AKP içindeki demokratlar ve AKP dışındaki demokrat çevreler. Bugün AKP yönetimi bu üç unsuru da dışlıyor.
►Türkiye ırkçılığa mı kayıyor?

Türkiye, günlük yaşamda ve siyasal kültürde güçlü bir ırkçı damara sahip bir toplum haline geliyor. Gündelik ırkçılık çok arttı Türkiye’de. Yani ırkçılık normalleşti. Irkçılığın normalleşmesinin yaratacağı felaketlerin neler olduğunu anlamak için dünyadaki örneklerinin yaşattığı acılara bakmak yeterli. Bu ırkçılık demokrasinin temellerini yok ediyor ve Türkiye’de toplumun kutuplaşmasını ve giderek birbirini boğazlayacak noktaya sürüklenmesini kolaylaştırıyor. Nitekim son bir yıldır Türkiye’de işkence olayları, gözaltında ve cezaevinde ölümler, sokakta kurşunlanmalar arttı. Bütün bu olaylar birbiriyle bağlantılıdır.
►Türkiye militerleşiyor mu?

Son beş aydaki gidiş sivilleşme değil, militerleşme gidişidir. Yaşadıklarımız militarizme, milliyetçiliğe ve otoriterliğe hızlı bir kayışın işaretleridir. Eğer Başbakan sertlik yanlısı konuşmalarına devam ederse, Türkiye daha derin kutuplaşmalar yaşar, demokrasiden daha da uzaklaşır. Milliyetçilik, otoriterlik, ırkçılık, Türkiye’nin her yanını sarar. Türkiye taşralaşır. Ama Türkiye’de demokrat güçlerin de sayılarıyla orantılı olmayan ölçüde etkili olduklarını da unutmamak gerekir.
►Nasıl etkili olabiliyorlar?

Etkililer çünkü Türkiye’de güçlü bir vicdan var. Ben Türkiye’deki bu vicdana güveniyorum. Unutmayalım ki AKP’nin içinde demokrat insanlar var.