Saturday, November 22, 2008

OSMAN: “MALİKİ’NİN GÖREVDEN ALINMA ZAMANI GELDİ”

dr_mahmud_osman__2005_07_11_h10m36s59 21-Nov-08 [14:52]
PNA-Kürdistan İttifak Listesi’nden Irak Parlamentosuna üye milletvekili Dr.Mahmut Osman, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin görevden alınmasının zamanının geldiğini söyledi.

PNA’ya açıklamada bulunan Osman, “Şuanda Maliki ile olan sorunlarımız iki yıl önce çözüme kavuşturmamız gerekiyordu” dedi.

Şuana kadar çözüme kavuşturulamayan sözkonusu sorunların daha da arttırdıklarını belirten Osman, “Bana göre Maliki hakkında gerçek bir şekilde düşünmek lazım. Çünkü eğer şimdiki mantıkla kalırsa başarılı bir Başbakan olarak çalışamaz. Çünkü şuanda hiçbir taraf da Maliki ile birlikte değil. Bunlardan; Kürtler, Yüksek İslam Konseyi, Uzlaşma Cephesi, İslam Partisi ve diğer taraflardır” dedi.

Bununla birlikte de Maliki’nin zayıf bir duruma düştüğünü kaydeden Osman, “Maliki’nin hakkında ve Maliki’nin görevden alınması hakkında bütün ihtimallerin gözönünde bulundurmasının vaktinin geldiğini düşünüyorum” dedi.

Maliki’nin görevden alınmasının zamanının geldiğini söyleyen Osman, sadece Kürtlerin sorunu olmayacak şekilde Irak Parlamentosunun yoluyla Anayasa ve yasaların kullanılmasında bütün Iraklı siyasi tarafların Maliki hakkında görüşlerini açıklaması gerektiğini vurguladı.

Friday, November 21, 2008

Milis güçleri anayasaya aykırı

irakmillis17 Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu, Başbakan Nuri el Maliki’nin Kerkük’te oluşturmak istediği milis güçlerinin anayasaya aykırı olduğunu duyurdu. ‘Nahrain.com’ adlı internet portalında geçen bir habere göre, Güneyli güçlerin sert tepkisine neden olan ‘Kerkük’te milis güçlerinin oluşturulma planı’ anayasaya aykırı.
Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu, silahlı güçlerini içinde barından bir meclisin anayasada belirtilen güvenlik güçleri kapsamında olmadığını belirtti. Öte yandan Irak Parlamentosu’nda bulunan Şii ittifakın önemli isimlerinden Sami el-Askeri, milis güçleri planına karşı çıkan Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’ye tepki gösterdi. El Askeri, Barzani hakkında soruşturma açılmasını istedi. Askeri, Barzani’nin El-Hurre Televizyonunda Silahlı Savunma Meclisileri oluşturmaya çalışan Maliki’ye yönelttiği eleştirileri “sorumsuzca” niteleyerek, “Sorunların çözümü için girişimlerin verildiği bir süreçte, Barzani’nin son açıklaması ateşe benzin dökmeye benzer” dedi.
Barzani ne demişti?
Irak Parlamentosu Hukuk Komisyonu’nun kararını görmezden gelerek Barzani’yi dayanaksız gerekçelerle Maliki’yi eleştirdiğini öne süren Askeri, “Maliki’nin anayasaya aykırı hiçbir karar almadığını sayın Barzani de biliyor” diye konuştu. Askeri, İsnad Meclislerini “hain” olarak niteleyen Barzani hakkında yasal soruşturma başlatılmasını istedi. Önceki gün El-Hurre Televizyon kanalına konuşan Mesut Barzani, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin Anayasa değişikliğine ilişkin açıklamalarını eleştirirken, Kürt ve Irak halkının demokratik haklarına zarar verecek herhangi bir Anayasa değişikliğine razı olmayacaklarını belirtmişti. Barzani, Bağdat ve Hewlêr arasında gerginliğe yol açan Maliki’nin ‘milis meclisleri’ oluşturma planına ilişkin de “bu meclisler tek tarafın çıkarına ve seçimlere yönelik. Bunun Kerkük ve Musul’da da sorun yaratmak içindir” demişti.
BAĞDAT



Anlaşma metni okunamıyor
Irak ile ABD arasında anlaşmaya verilen ‘güvenlik anlaşması’nın metni parlamentoda okunmaya başlandı. Ancak Sadr yanlısı milletvekilleri protestolarıyla metnin okunmasına engel oluyor.
Kısa adı SOFA olan ABD’nin 2011 sonunda çekilmesini öngören güçlerin statüsü anlaşmasının metni önceki gün Irak Parlamentosu’ndan Savunma ve Güvenlik Komisyonu Üyesi Hasan es-Senid tarafından okunmaya başlandı. Ancak Sadr grubu yanlısı milletvekilleri, ellerini masalara vurarak ve bağırarak, es-Senid’in duyulmasını engelledi. Metnin okunmamasından dolayı Parlamento Başkanı Mahmud el Meşhadani ise oturuma bir gün ara vermek zorunda kaldı. Bu arada anlaşmayı milletvekillere anlatmak için Parlamento’ya giden Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Sadr grubu milletvekili Ahmed Mesudi’nin saldırısına uğradı. Dışişleri Bakanı’nın üzerine yürüyen Mesudi’yi Zebari’nin korumaları tarafından zor engellenerek olay yerinden uzaklaştırıldı.
Saflar netleşiyor
İlk gün metnin okunmasına engel olan Sadr grubu dün de parlamentoyu birbirine kattı. Metnin okunmaması için yüksek sesle bağıran milletvekilleri ilk gün gibi masalara vurarak, Senid’in sesinin duyulmaması çaba gösterdi. Sadr yanlısı milletvekillerini sakinleştirmeye çalışan Parlamento Başkanı Meşhadani, oldukça zorlandığı gözlendi. Öte yandan anlaşmaya olumlu bakanlarla bakmayanlar ayrışmaya başlandı.
Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran Birleşik Irak İttifakı üyesi Irak İslami Yüksek Konseyi ile İslami Dava Partisi ve Kürt partileri PDK ve YNK anlaşmaya olumlu oy verecekler. Anlaşmaya oy vermeyecekler ise eski başbakan Iyad Allavi liderliğindeki el Irakiye, Sadr yanlısı grup ve Fazilet Partisi. 275 sandalyelik parlamentoda üç grubun sandalye sayısı 64.
Sünniler şart koşuyor
44 milletvekile sahip olan Sünni Irak Uzlaşma Cephesi de anlaşmaya mesafeli duruyor. El-Hayat gazetesine demeç veren Irak Uzlaşma Cephesi Lideri Adnan Duleymi, Amerikalıların elinde tutuklu olarak bulunan Iraklıların durumunun ne olacağı belli olmadan ve Amerikalılar yıl sonuna kadar bu tutukluları serbest bırakmadan veya Iraklı yetkililere teslim etmeden hükümetin imzaladığı anlaşmayı onaylamayacaklarını söyledi. Duleymi, anlaşmanın referanduma götürülmesini istediklerini söyledi. Iraklı kaynaklar, Sünni Irak Uzlaşma Cephesi’nin anlaşmaya ret oyu vermesi durumunda anlaşmanın kabul edilmesinin imkansızlaşacağını belirtiyorlar.
BAĞDAT YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Kürtlerde göz oymacılık

Hasan Bildirici Kurdistan-Post.orgbildirici

Tarih: 20 Kasım 2008 Perşembe

Kürt tarihinin bütün isyan, kırılma ve direniş tarihlerini bir bir irdeleyin. Göreceksiniz ki, benzer bir tablo ile karşılaşırsınız. İç ihanet ve göz oyma.

Şeyh Said ve arkadaşları, ihanetçi bacanağı Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülüp devlete teslim edildiler. Alişer'in kafasını öz yeğeni kesti.

Lütfen, Kürtlük denince aklınıza sadece direniş değil, aynı zamanda iç ihanet ve iç göz oymacılık gelsin.

Kürtlerdeki ihanetçi güruhları sıralamanın lüzumu yok. Denizde kum, havada kuş kadar çok olduklarını daha önce söylemiştik.

Kürtlerde o kadar çok bilinçli ve kasıtlı hain zümre var ki; zavallı köy korucuları, Türk ordusu saflarında gerillalara karşı savaşan sıradan askerler; gardiyanlar, Kürt çocuklarına zorla Türkçe öğreten öğretmenleri de hain sınıfına dahil ederseniz, işin içinden çıkamazsınız.

Hele Türk, Filistin, Yunan ve Siyah Afrikalıların ulusal yasalarını, Mandela’nın hareketi ANC veya HAMAS yasalarını Kürtlere uygularsanız her aileden en az birinin boynuna hainlik yaftası asmak gerekecek.

Filistin’de idam sırasını bekleyenlerin büyük bir kısmının suçu, İsraillilere emlak satmaktır... Gerisini varın siz düşünün...

Bu yazının konusu ihanet değil. Kürtler haini bol bir halk olmasalardı, herhalde dünyanın devletsiz en büyük t opluluğu olmaz ve siyaset önderleri ana dilini yasaklayan Türk devletinin televizyonlarında, gazetelerinde, meclislerinde birbirlerinin gözlerini oymazlardı.

Bunun adı, göz oymacılıktır. Göz oymacılığı Kürtlerde; ağaç oymacılığı, mermer oymacılığı, bakır oymacılığı, taş oymacılığı gibi gelişkin bir meslektir. Hatta diğer oymacılık sanatlarının Kürtlerde göz oyma sanatının aşırı inceliğinden dolayı pek gelişmediği söylenmektedir. Bunun tarihe mal olmuş bir hikayesi bile vardır. İki başarılı Kürt bir yerde paşanın mı ne huzuruna çıkmışlar. Paşa ilkine demiş ki, benden isteyeceğin şeyin iki katını arkadaşına vereceğim. Bizim Kürt demiş, bir gözümü çıkarın efendim. Kendisinin bir gözü çıkarılınca ötekisinin iki gözü çıkarılacak ya...

Hiç kıvırtmanın lüzumu yok. Kavramları yerli yerinde ve bir kez doğru kullanmak gerekiyor: Kürtlerin göz oymacılık tarihi, direniş tarihinden baskın olmasaydı, kırk milyon oldukları halde hala dilleri ve ülke adları yasak olmazdı.

Şöyle bir bakın, partilerimizin ve hareketlerimizin merkez komitelerinde yer almış kişilerin tümü yazar. Hepsi yazar. Ayrılan, bırakıp kaçan, yıllarca bir kenarda uyuyan, dağlarda hala gerilla komutanlığı yapan, Avrupa’da uçan kuşu dolandırdıktan sonra kapağı attığı Türkiye’de yeni bir çizgi tutturan, mahalle komitesinde sorumluluk yapan, örgüt dağıtan, halihazırda örgüt yöneten, miletvekilliği yapan, parti genel başkanlığı mevkinde bulunan... Yani bir bütün halinde yazarlar topluluğuyuz.

Ne kültürlü bir halkız değil mi! Bu sözüme inanmadığınızı biliyorum, ama doğuştan yazar olan merkez komite arkadaşlarımızın ve genel başkan arkadaşlarımızın göz oymaca yazılarını okuyup ondan sonra arkadaşınıza mesaj çekmiyor musunuz: “Burada ne demiş olabilir acaba?”

Tabii bu yazdıklarımı yazar kıskançlığına yoranlar olacak, ama bunu kabul etmeyeceğim. Eski ve yeni merkez komite yazarlarımızın göz oymacı yazı ve televizyon programlarıyla benim yazı alanım farklı. Ayrıca ne bir Türk televizyonuna çıkarım ne de Aksiyon, Zaman ve yeni Şafak gibi Türk-İslam Sentezi yayın organlarının Kürt Bülbülü olurum. Dedim ya, ben biraz içime kapanık bir insanım. Bir de katiller ve onların basınıyla uzlaşmayan ve böylece de bu dünyadan çekip gitmeyi hedefleyen lanet özelliklerim var.

Ama galiba tüm merkez komite ve bölge komite üyelerinin yazar olduğu başka bir ülke örneği yok. O ülkelerde fırıncı fırıncılık yapar, siyasetçi örgütçülük yapar, askeri askerlik; gazetecisi gazetecilik yapar... Mahalle komitesinden sorumlu olan kişi de mahallenin sorunlarıyla ilgilenir. Ama biz hepimiz yazarız. Hep birlikte yazarız. Siyasetteki başarısızlığımızı ve iktidarsızlığımızı kamufle etmek için bir süre de bu alanda göz oymacı yazılarla ortalığın anasını ağlatırız.

Bir yaprağı, bir gülüşü, suyun akarken ki çığlığını, bir çocuğun özlemini, bir kadının aşkını yazamayız, ama eskiye dayalı pratik tecrübelerimizi de ekleyerek göz oyan iyi yazılar yazarız. Otuz sene yol arkadaşlığı yaptığımız birine bir gecede düşman makalesi döşemek bize mahsus bir yetenektir. Ama önemli bir yetenektir.

Fakat biz hepimiz, Kürtçe nasıl denir, Keşke söyleyebilsem, Em hemu niviskarın, hemu televizyoncu...

Onun için de aslında hiçbir şey değiliz. Her şey olmaya çalışırken hiçbir şey olamamışların hüzünlü hikayesidir bu.

Bu, sorunlarını tartışabilecekleri kendilerine ait bir kulübesi dahi olmayanların öyküsüdür.

Kürtlerin göz oymacı bir şekilde tartıştıkları yerlerin listesi aşağıdadır. Siz bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

Türk Haber, Türk SKY, TÜRK ŞOHW, TÜRK STAR, TÜRK TRT, TÜRK ATV... Türk Kanal 7, Türkiye Büyük Millet Meclisi... Türk Cezaevi denetiminden geçmiş metinler... TÜRK AKSİYON, TÜRK ZAMAN... Türk Milliyet, Türk Hürriyet...

Niye bir şey olamadığımızı anladınız mı?

İyi seyirler ve iyi okumalar...

Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com

İHH'nın Kürt Raporu

 

Ibrahim_Karagul_Yazar İbrahim Karagül-Yeni Şafak

İHH İnsani Yardım Vakfı'nın hazırladığı “Kendi dilinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yoksulluk ve Sosyal Durum Raporu” her ne kadar yerel seçimler öncesi siyasi partilerin Güneydoğu'daki gücünü tartışmak için bir veri olarak alınsa da, aslında çok daha derin bir ilgiyi hak ediyor.

Rapor; ekonomik, etnik, şiddet/terör demokrasi ve insan hakları, eğitim ve toplumsal açıdan detaylı bir çalışma ve dikkat çekici tespitler içeriyor. Ağırlıklı olarak güvenlik eksenli bakılan bölgenin önemli sorunlarını belirleyip sağlam önerilerde bulunulan çalışma Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ve Batı bölgelerindeki bazı illerde yapılmış. Dolayısıyla “bölge”de yaşayanlarla Batı'da yaşayanların verdiği cevaplar farklılık arzediyor. Sadece “bölge”de yaşanların verdiği cevaplardan dikkatimi çeken birkaç örmek vereyim:

İşsizlik oranı yüzde 68. Yeşil kart kullananların oranı yüzde 64.1. Görücü usulüyle evlenme oranı yüzde 78.3. Kürtçe kursuna “katılmayı düşünmüyorum” diyenlerin oranı yüzde 77.8 iken, “meslek kursu” isteyenlerin oranı yüzde 75.8.

Bölge halkının ezici çoğunluğu “bir şekilde” göçe maruz kalmış. Ama göç ettikleri bölgeden memnuniyet oranı yüzde 57.5 ve yeni yerlerinde uyumsuzluk çekmeyenlerin oranı da yüzde 80. Burada göç, devlet zoruna ya da ekonomik sebeplere bağlı olmanın yanında daha iyi bir yaşam sürme isteğine de önemli ölçüde bağlı görünüyor.

Bölge halkı bir sorunla karşılaştığında ilk başvurduğu merci polis ve bu oran yüzde 80.8. Kendini bir aşirete bağlı hissetmeyenlerin oranı yüzde 88.9. Yüzde 96.7'sinin İran, Suriye ve Irak'taki Kürtlerle akrabalık ilişkisi yok.

Töre cinayetlerinden kadınların sorunlarına, eğitimden bölgenin kalkınmasına kadar farklı alanlarda yerinde tespitleri içeren raporda; bölgenin en önemli sorunu sanıldığı gibi etnik milliyetçilik ya da güvenlik değil, yüzde 55'lik bir oranla işsizlik. Buna bağlı olarak da yoksulluk söz konusu. Yani rapordaki; “en sevdiğiniz lider” seçeneğinin dışındaki maddeler dikkatle analiz edilmeli.

Çalışmada çok önemli çözüm önerileri sunuluyor. Yerel seçimler öncesinde ve Kürt meselesinde yeni açılımların arefesinde bu önerilerin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Şöyle:

Ekonomik Boyut: Sorun birinci derecede ekonomiktir. Köklü ve kalıcı çözümler bulunmalı, sınır ticareti güçlendirilmeli. Mikro kalkınma modelleri uygulanmalı. Batı bölgeleriyle sivil yardımlaşma köprüleri güçlendirilmeli. Sorunu derinleştirmek isteyen örgütler tasfiye edilmeli. Bölgeye öncülük edecek kanaat önderleri büyük oranda Batı'ya göçmüş, bunu nüfus hareketi izlemiştir. İnsan göçü, beyin göçü, sermaye göçü ile kırsal bölge insansızlaştırılmış. Sorunların en önemli sebeplerinden biri budur. Parçalanmış aileler birleştirilmeli. Tarım ve hayvancılık geliştirilmeli. Kapsamlı bir geri düşüp programı uygulanmalı. Yardımlar bölge halkını tembelliğe itmektedir. Çalışmadan geçinen bir sınıf oluştuğundan yardımlarda dikkatli davranılmalı. Yoksulluk geçici bireysel yardımlarla değil istihdamla giderilmeli.

Etnik boyut ve terör: Bölgenin sorunlarında ikinci sırada “Kürt sorunu”, üçüncü sırada terör sorunu geliyor. Kürt kimliğinin tanınması her alana yansımalı. Yerel dil ile yayınlar teşvik edilmeli. Özel kanallara izin verilmeli. Etnik kimlik fırsat eşitsizliğine yel açmamalı. Yerel ve tarihsel isimler iade edilmeli. Fiilen kan dökmemiş ve daha çıkmamış herkes af kapsamına alınmalı. Birleştirici unsurlar güçlendirilmeli.

Demokrasi ve İnsan Hakları: Dördüncü sırada yer alan demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi için; devletin, Kürtleri sorun olarak algılama önyargısı yok edilmeli. Katı merkeziyetçilik yumuşatılmalı, merkezi otoriteyi zedelemeden yerinden yönetime geçilmeli. Etnik ve bölgesel ayırımlara son verilmeli. PKK varlığı nedeniyle bölge güvenlik politikalarına mahkum edilmemeli. Devletten beklentinin yüksek olması aynı zamanda umudunu artırmaktadır. Siyasi partiler temsil biçimlerini değiştirmeli, bünyelerini ağalardan, aşiretlerden ve türedi zenginlerden arındırmalı.

Toplumsal Boyut: Türkiye'de toplum kesimleri arasında etnik kimlik kaynaklı bir sorun yoktur. Sorun; şiddet ortamında bunun varmış gibi gösterilmesidir. Türk ve Kürt halkı arasında kalıcı husumetlere yol açacak davranışlardan kaçınılmalı, kışkırtıcı yayınlara karşı sivil baskı uygulanmalı.

Bölgede bir türedi zenginler tabakası oluşmuştur. Bunun halk üzerinde yıpratıcı bir etkisi vardır. Bu yüzden yardım ve destek doğrudan halka ulaşacak şekilde planlanmalı.

İster Kürt sorunu diyelim, ister Güneydoğu sorunu diyelim, ister etnik sorun olsun isterse yoksulluk sorunu. Artık somut projeler üzerinde çalışılmalı. Yıllar süren entelektüel gevezeliklerle bugüne kadar ciddi hiçbir adım atılamadı. Siyasi, kültürel, güvenlik ve ekonomik alanlarda gerekirse acı verici kararlar alınmalı.

IHH'nın çalışması, hep güvenlik/etnik eksenli gördüğümüz bölge ile ilgili bize sağlam gerçekler ve öneriler sunuyor. Bu tür çalışmalar daha da artırılmalı, ama bir yandan da somut projeler hayata geçirilmeli.

Türkiye Korku Cumhuriyeti

yasemincongar Yasemin Congar-Taraf

Korkuyorsan terk edebilirsin.

Uluslararası hukuk böyle der.

Herkes, başka memleketler tarafından mülteci olarak kabul edilmeyi talep etmek ve o memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir, yeter ki korkusunun sağlam temelli bir gerekçesi olsun.

Türkçeye “zulüm görme korkusu” olarak çevrilen “fear of persecution” gerekçesi, bir insanın ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle “eziyet” görmekten çekinmesini anlatır.

Ama buradaki “eziyet” kavramı illa ki işkence, öldürme, hapis anlamına gelmez; kişiyi ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri ya da cemaati nedeniyle baskı altında tutan her türlü korku mekanizması iltica talebine gerekçe oluşturabilir.

Korkarsan terk edebilirsin; siyasi görüşlerin nedeniyle seni korkuya mahkûm eden bir ülkeden ayrılıp bir başkasına iltica etmeyi talep edebilirsin.

***

Öyle sözler söyleniyor ki çevremizde, bir korku cumhuriyetinde yaşadığımızı düşünüyorum bazen.

Saygın bir genel yayın yönetmeni çıkıp “İyi ki Taraf var. Bizim yazmaya çekindiğimiz gerçekleri onlar yazıyor” demiş geçen gün.

Bir reklam ajansı sahibi, “İş dünyası Taraf’a ilan vermeye korkuyor” diye yakınıyor bize.

Gazetelerin gerçekleri yazmaktan korktuğu, gerçekleri yazmanın beraberinde bedel getirdiği bir ülke burası... Bunu biliyoruz.

Korkmayıp konuşanlara, korkmayıp yazanlara ödettikleri bedelleri de biliyoruz.

Yine de insan, korkunun yolları kesebilmesine şaşırıyor doğrusu.

Yolların açılmasının, şeffaflaşmanın, özgürleşmenin, çözümün ancak cesaretle mümkün olduğunu da yine hayat öğretiyor zira.

***

Ulusal marşı “Korkma” diye başlayan cumhuriyette, korkunun her yere nasıl yayılıp kimleri nasıl susturduğunun örnekleri o kadar çok ki...

Haşim Kılıç geçenlerde ne dedi ve başına neler geldi hatırlasanıza.

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Anayasa’nın değişmez maddeleri konusunu konuşmaya cesaretinin yetmediğini” açıklaması bile, bir öcüler korosunu, bir zulüm mangasını, bir tür Engizisyon konseyini harekete geçirebiliyor bu ülkede.

Anlaşılan aynı korodan, aynı mangadan, aynı konseyden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de çekiniyor.

Çankaya Köşkü’nde Hakkârili sivil toplum temsilcileriyle konuşan Gül, “Düne kadar adı yoktu; bugün biz de biliyoruz” diye adını vermeden andığı Kürt meselesi konusunda bakın ne demiş:

“Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin bana söylemek isteyip, söyleyemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum.”

Nasıl bir korku cumhuriyeti ki bu, Kürt meselesinde demokratik çözüm isteyen bir cumhurbaşkanı, çözümün nasıl olacağına ilişkin fikirlerini dillendirmekten çekiniyor; cesareti “anlarsınız ya...” türü imalara yetiyor ancak.

***

Gazetecilerin gerçekleri yazmaktan, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın anayasa hakkında konuşmaktan, Cumhurbaşkanı’nın fikirlerini söylemekten korktuğu bir cumhuriyet...

Sustukça öcüler korosunun, zulüm mangasının, Engizisyon konseyinin istediği oluyor oysa.

Biz susarsak, silahların susmayacağını hayat her gün öğretiyor bize.

En alttan en tepeye “zulüm görme korkusunu” bu denli içselleştirmiş bir ülkede nasıl yaşanır?

Ağzından çıkabilecek sözden çekinen Cumhurbaşkanı başka bir ülkeye iltica mı etsin?

Susturan korkunun, terk ettiren korkudan farkı ne?

Öcülerle başa çıkmanın tek yolu, inadına konuşmak değilse nedir?

Kürt Aleviler: Kirli siyasete alet olmayacağız

alevilersivasanmasi Kürt Aleviler hem inançlarından hem de kimliklerinden dolayı iki defa ayrımcılığa tabi tutuluyor. Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya ve Tunceli gibi illerde yapılan katliamlarla bastırılmak istenen Aleviler, MHP ve CHP'den sonra AKP'nin politikalarına alet edilmek isteniyor. AKP Hükümeti yerel seçimler öncesi bölgede Alevileri kullanarak 'kirli siyasetine' devam etmek istiyor. Bu doğrultuda DTP'nin seçilmiş ve yöneticilerinin dini kimliğini kullanarak, 'dinsiz', 'imansız' gibi göstermeyi amaçlayan AKP, Alevilik üzerinden Sünnilerin oylarını almaya amaçlıyor. Ancak bir yandan Alevileri 'dinsiz' ve 'imansız' olarak tanımlayan AKP, diğer yandan 'Gelin canlar bir olalım' diyerek, Alevilerin oylarını ise yeni yasal düzenleme ile almayı hedefliyor. Kürt Aleviler ise yıllardır birçok baskı ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve mağdur olduklarına vurgu yaparak, sorunlarının çözümünün Kürt sorunun barışçıl çözümünden geçtiğini belirtiyor.
Hem din hem de ulusal kimliklerinden dolayı sürekli baskıya uğrayan, horlanan, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Kürt Aleviler, imha ve inkar siyasetine kurban edilmek isteniyor. 'Ayrımcılığa son' sloganı ile geçtiğimiz hafta Ankara'da düzenlenen ve 100 bine yakın Alevinin katıldığı miting, sonra Alevilerin talepleri bir kez daha tartışılmaya başlandı. Zorunlu din dersi, cemevlerini yasal statüye kavuşturulmaması, kendi inançlarını yaşayamamaları ve kimliklerini özgürce ifade edememelerinden dolayı Kürt Aleviler, Kürt sorununda barışçıl ve demokratik yollarla çözümünü istiyor. Geçmiş dönemde CHP ve MHP tarafından kullanılan Kürt Alevilerine bu kez de AKP göz dikmiş durumda. Alevilik sorunun çözümünün de Kürt sorununun çözümünden geçtiğini belirten Kürt Aleviler, halen çektikleri acıları ve işkencelerin izini taşıyor. Tunceli, Bingöl, Malatya, Elazığ ve Adıyaman'daki Kürt Alevilerle sorunları üzerine görüştük.
Bingöl'deki Kürt Alevileri Hizbullah eliyle kırdırılmak istendi
1990'lı yıllarda örgütlenmesini arttıran Hizbullah, Kürtler arasında Alevilik ve Sünnilik ayrışmasını yaratarak Kürtleri bölme çabasını uzun yıllar sürdürdüğü yerlerden olan Bingöl'de Kürt Aleviler yine toplumun en fazla baskıya ve şiddete maruz kalan kesimini oluşturuyor. Hemen hemen bütün Alevi köylerinin boşaltıldığı Bingöl'de, Aleviler birçok katliamlardan geçirildi. Halen bölgede yaşanan savaştan en fazla nasibini alan Kürt Aleviler kimlikleri ve inançları (felsefe) noktasınd AKP son dönem politikaları ile a ezilmenin ağır yükünü taşıyor.
Alevi köyleri insansızlaştırıldı
Bingöl'ün coğrafik ve insani bakımdan çok güzel bir kent olduğunu belirten Kürt Alevi Turabi Morsümbül (55) adlı vatandaş, devletin yaratmış olduğu çelişkilerle kentin yaşanmaz bir hale geldiğini ifade etti. Devletin bölgede ve Bingöl özelinde Kürtleri bitirmek için Alevi-Sünni çelişkisini yarattığına dikkat çeken Morsümbül, her iki inanca sahip olan kesimin ortak kimliğinin Kürt olduğunu söyledi. Bu politikanın cumhuriyet döneminden beri devam ettiğini söyleyen Morsümbül, son yıllara kadar iki inanç arasında büyük sorunların yaşandığına vurgu yaptı. Morsümbül, 'Gelişen demokrasi mücadelesiyle bu çelişkiler ve çatışmalar büyük ölçüde ortadan kalktı. Kürt Alevileri diğer Kürtlerden ayrıştırmak için 1938'de Dersim Katliamı yapıldı ve orada onbinlerce insanımız öldürüldü. Bu ve buna benzer şeyler tarih boyunca yaratıldı ve yaratılmaya devam ediyor' diye konuştu. Aleviliğin bir yaşam felsefesi olduğunu dile getiren Morsümbül, sistemin bunu ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptığını belirtti. Alevilik felsefesiyle Kürtler arasında halen ayrışmanın yaratılmak istendiğine vurgu yapan Morsümbül, Kürt Alevilerin baskı ve zulmü kabul etmediklerini ifade etti. Kürtleri asimile etmek için ilk elden Kürt Alevilerden başlandığını söyleyen Morsümbül, birçok Kürt Alevi vatandaşın zorla Türkleştirmek için batı illerine götürüldüğünü hatırlattı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından insanların bölgeden göç etmeye başladığını dile getiren Morsümbül, kendilerinin de devletin zoruyla İstanbul'a göç etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Bir çocuğunun düşüncelerinden dolayı günlerce işkenceye maruz kaldığını dile getiren Morsümbül, AKP'nin Aleviler üzerinden siyaset yaptığını belirtti. Morsümbül, AKP'nin Alevileri kendi politikaları doğrultusundan kullandığını dile getirdi.
Sunni-Alevi çatışması sonuç vermedi
Bingöl bölgesinde devletin eliyle Kürtlerin inançsal olarak ayrıştırıldığını söyleyen Hüseyin Geçgel (70), devletin öncülerinin insanları her zaman birbirine düşürdüğünü ifade etti. Geçmişte çok büyük acılar yaşandığını hatırlatan Geçgel, kendi köydeki insanların ve çevre köylerdeki hemen hemen her köyün boşaltıldığını belirtti. İnsanların kırımdan geçirilerek soylarının tüketildiğini savunan Geçgel, 'İnsanlarımız büyük eziyetler çekti. Kimisi infaz edildi, kimisi kaybedildi, kimisi ise cezaevlerinde ve karakollarda kayboldu. Her 6 kişilik bir ailede şimdi 2 kişi kalmış durumda. İnsanlarımız göz göre göre öldürüldü' diye konuştu. Alevilik ve Sünnilik çatışmasıyla Kürtlerin bölünmesinin istendiğini söyleyen Geçgel, 'İnsanlarımız her zaman geri bırakılmak isteniyor. Köylerimize bakın bir okul bile yok. Yollarımız, bir kere kar yağdığında kapanıyor ve bahara kadar açılmıyor. Devlet her zaman bu konuda duyarsız davranıp bizleri dize getirmeye çalışıyor' dedi. İnsanların şehir merkezlerinde aç ve susuz olarak yaşamak zorunda kaldığına dikkat çeken Geçgel, diğer vatandaşlar gibi kendilerinin de hakları olduğuna vurgu yaptı.
'Hayvanları bile cezalandıran bir anlayış'
Bölgede Kürt Alevilerin her zaman büyük baskılarla karşı karşıya kaldığının belirten Necmi Morsümbül (38), Alevilerin daha önce silahsız şehirlerde dolaşmadığını ifade etti. İnsanların 80'li ve 90'lı yıllarda yargılanmadan infaz edildiklerine tanıklık ettiğini dile getiren Morsümbül, 'Babamı bir gün alıp köy meydanına götürdüler ve orada işkence yapmaya başladılar. 5 saat aralıksız işkence yaptılar panzerin arkasına bağlı bir şekilde. Babam bunu kendine yediremedi ve kahrından öldü. Gerçekten o dönemde yapılanlar hiç kaldırılacak gibi değildi. Kürt Aleviler olarak acıların her türlüsüne tanık olduk ve yaşadık' dedi. Kürtlere o dönemde yapılanları katliam olarak nitelendiren Morsümbül, ırkçılığın olduğu bir yerde güzellikten bahsedilemeyeceğini belirtti. Geçmişte yapılan uygulamaların halen devam ettiğini söyleyen Morsümbül, jandarmanın hayvanlara bile ceza vererek yayılmalarını engellendiğini ifade etti. Devletin Alevi-Sünni çatışması yarattığını belirten Morsümbül, devletin Kürtleri birbirinden ayrıştırmak için politikalar uyguladığının altını çizdi.
70 yıllık katliamın devam ediyor
Cumhuriyet tarihinden beri asimilasyon politikasının ve katliamların yaşandığı Tunceli'de halen 1938'in izlerini üzerinden atmış değil. Onbinlerce Kürt Alevi'nin kıyımdan geçirilmesine rağmen devam eden savaş yeni canlar almaya devam ediyor. 1990'lı yılların başından itibaren insansızlaştırılmak istenen kent halen acılarını kendi içinde barındırıyor. Binlerce köyün 'terör' nedeniyle boşaltıldığı Tunceli'de katliam 70 yıldır devam ediyor. Aleviliğin bir yaşam biçimi olduğunu belirten Ali Doğan (52), değerlerin tarih boyunca yapılan baskı ve şiddetle yok edildiğini ifade etti. Kürt Alevilerin yaşam biçiminde doğaya ve insana karşı büyük bir bağlılığın olduğunu söyleyen Doğan, 1960'lı yıllarla beraber gelişen sol düşünceyle beraber Tunceli'ye devletin ciddi bir şekilde yaklaştığına değindi. O dönemde insanların büyük bir eziyet çektiğini hatırlatan Doğan, 'Sol düşüncenin Tunceli'de gelişmesiyle beraber, 1938'de gelişen yönelim yeniden canlandı. Ve o dönem karakola gitmeyen, işkenceden geçmeyen kimse kalmadı. İnsanlarımız köy meydanlarına toplanarak işkencelerden geçirildi. Onların onurlarıyla oynandı. Yani açıkçası biz Kürt Aleviler hem inançlarımız hem de kimliğimiz için baskı ve şiddete maruz kaldık. Bu gün baktığımızda o Kürt Alevilere özgü yaşama biçimi tamamen tahrip edilmiş. Bunu iyi görmek ve tahlil etmek gerekmektedir' diye konuştu.
'İnsanlar köy meydanlarından işkencelerden geçirildi'
12 Eylül askeri darbesiyle Tunceli'nin bambaşka bir hale büründüğünü ifade eden Doğan, darbeyle devletin yöneliminin daha da katılaştığını belirtti. Doğan, 'Yapılanlar gerçekten insan onuruna sığmayacak şeylerdi. Mesela Mazgirt İlçesi'ne bağlı birçok köyde insanlar köy meydanlarında çırılçıplak edilerek işkenceden geçirildi. Dikenler üzerinden insanlarımız yürütüldü' diye konuştu. Devletin politikası dahilinde çocukların otobüslerle batı illerindeki kuran kurslarına gönderildiğini hatırlatan Doğan, Tunceli gibi Sünni nüfusun bulunmadığı bir yere çok sayıda caminin yapıldığının altını çizdi. Yapılan onca politika ve uygulamaya rağmen geçmiş inançların ve düşüncelerin az da olsa bu döneme kadar geldiğini ifade etti. 1990'lı yıllarla beraber uygulamaların daha da ağırlaştığını dile getiren Doğan, köylerin yakıldığını, birçoğunun boşaltıldığını ve insanların kırımdan geçirildiğini ifade etti. İnsanların kutsal olarak görülen bütün değerlerinin alt üst edildiğini söyleyen Doğan, bölgenin 90'lı yıllarla insansızlaştırma politikasıyla karşı karşıya kaldıklarını hatırlattı. Halen aynı uygulamaların devam ettiğine değinen Doğan, en büyük ağır darbelerin bu dönemde yoğunlaştığını ifade etti.
İnsan cesetleri üst üste yığılıyor
1938 yılında yaşanan Dersim İsyanı'na katılan Süleyman Yıkılmaz (77), 10 yaşında isyana katıldığını ve yaşanan bütün zulme tanıklık ettiğini belirtti. Yaşanan isyanda insanların acımasız bir şekilde katledildiğini ifade eden Yıkılmaz, 'O zaman öyle bir dönemdi ki insan cesetleri üst üste yıkılmıştı. Çoluk çocuk demeden herkesi kurşuna dizdiler. 3 yaşındaki çocuklara süngü geçirerek öldürüyorlardı. O dönemden bu yana katliam devam ediyor' diye konuştu. 90'lı yılların gelmesiyle beraber köylerinde edildiklerini söyleyene Yıkılmaz, devletin kendilerini tehdit ettiğinin altını çizdi. Kendi köyü olan Gürbüzler (Vangün) Köyü'nün tamamen yakılarak insansızlaştırıldığına değinen Yıkılmaz, birçok kez işkenceden geçtiğini belirtti. Yıkılmaz, '1995'te tutuklandım ve günlerce işkence gördüm, nerede olduğumu bilmeden. Beni yapılan işkenceler sonunda bir çöplüğe öldü denilerek bırakıldım. Sonra beni birilere hastaneye kaldırdı ve orda tedavi gördüm iyileşir iyileşmez beni yine tutukladılar ve götürüp işkenceye yapmaya başladılar' dedi. Özellikle Kürt Alevilerine Türkleştirme mantığıyla yaklaşıldığını ifade eden Yıkılmaz, yapılan politikalarla insanları kendi aslını inkar eder bir hale geldiğinin altını çizdi. AKP'nin Kürtlerin düşmanı olduğunu dile getiren Yıkılmaz, 'Erdoğan cambaz bir adamdır, bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor ne yaptığı bilinmiyor. Dersim asla Erdoğan'ı kabul etmez' diye konuştu.
'AKP siyaseti çok gerilerde kaldı'
Tunceli'de 1938 yılında yaşananları mahşer olarak nitelendiren Hıdır Şahin (72), insanların o dönemde 'ot' niyetine toplayıp öldürdüğünü belirtti. 38'den sonra yaşananların daha ağır olduğunu söyleyen Şahin, yaşamın kendileri için zehir olduğunun altını çizdi. Birçok kez işkencelerden geçtiğini söyleyen Şahin, anlatmanın insanı yine aynı günlere götürdüğünün altını çizdi. Tunceli halkının tarihi boyunca büyük acılar çektiğini dile getiren Şahin, 'Burada 2000'lere kadar işkenceden geçirilmeyen kalmadı. Günlerce işkencelerde kaldım, çocuklarımız hepsi işkencelerden geçti. Bize 'gavursunuz, sünnetsizsiniz' diyerek hakaretlerde bulundular. İnsanların gururunun kaldıramayacağı uygulamalarla karşı karşıya geldik' diye konuştu. Kendi köyü olan Aktuluk (Turusmege) Köyü'nde birçok insanın faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini hatırlatan Şahin, köylülerin zorla köylerinden edildiğinin altını çizdi. İnsanlar arasında ayrımcılık yaparak tek tipleştirme politikasının yürütüldüğüne dikkat çeken Şahin, 'Doğrusunu ararsanız, Türkiye'ye bakın yüzde 20'si ancak Türk'tür. Diğeri ise Kürtlerden, Lazlardan, Ermenilerden oluşuyor. Bu kadar milliyetçilik yapmanın bir anlamı yoktur. Devlet devlet olsa insanlara insan gözüyle bakar. Ancak onları bir hiç olarak görüyor ve insanlar insan olma özelliğini ortaya serdiklerinde cezaevlerine atılıyor' dedi. 'İktidar yanlışlıkları düzeltmelidir' diyen Şahin, aydınların, milletvekillerin ve yazarların sorunların çözümü noktasında ön açıcı olması gerektiğine dikkat çekti. AKP'nin siyasetinin çok gerilerde kaldığını dile getiren Şahin, var olan siyasetle bir yere ulaşılmayacağının altını çizdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediklerinin nereye gideceğini tartmadan söylediğini belirten Şahin, sözlerle insanları kandırmanın ya da korkutmanın hiçbir mantığının olmadığına işaret etti. Kürt sorunun sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın sorunu olduğuna vurgu yapan Şahin, özgürlüklerin önün açılması gerektiğini belirtti.
Göç ettirilen yerler yarı açık cezaevini dönüştürüldü
1938 yılından sonra Tuncelili ve bölgedeki diğer Kürt Alevilerin göç mekanı olan Elazığ ise bu kez de milliyetçilik ve ırkçılıkla karşı karşıya kaldı. Birçok kez Aleviler milliyetçi saldırılara maruz kaldığı şehirde halen kimliğini açıklamak ve inançlarını yaşamak çok zor. Bir an önce barış ortamının sağlanmasını isteyen Elazığlı Aleviler her şeye rağmen Türklerle kardeşçe yaşamaya açık olduklarını ifade ediyor. Bütün Kürtlerde olduğu gibi kendisinin ve ailesinin de sürgünlerde yaşamını sürdürdüğünü belirten Baba Mansurlar Ocağı Elazığ, Tunceli, Bingöl Temsilcisi Hüseyin Yıldırım (54), Dersim İsyanı'nda bütün ailesinin Kütahya'ya göç etmek zorunda kaldığını belirtti. Sırf Kürt Alevi oldukları için böyle bir uygulamayla karşı karşıya kaldıklarını söyleyen Yıldırım, 'Ailem Kütahya'ya gittiklerinde birçok milliyetçe saldırıya maruz kalıyorlar. Pis Kürt, pis Alevi gibi hakaretlere maruz kalıyorlar. Düşünün annem su getirmek için çeşmeye gidiyor ve oradan ona hakaret ederek testisini kırıyorlar ve eve su getiremiyor. Birçok kez bu tür saldırılara ve uygulamalara maruz kalmış. Babam o zaman çalışmak istemesine rağmen 'sen Kürtsün, sen Alevisin' diyerek işe almıyorlardı. Böyle ayrımcı ve ağır bir dönemden geçtik. Onlarca acıya, kırıma ve zulme maruz kaldık' dedi. Kürt Aleviler olarak asimilasyon politikalarının dayatmasıyla karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Yıldırım, devletin Kürt Alevi çocukları zorla kuran kurslarına gönderdiğine dikkat çekti. Kürtlerin göç edildikleri yerlerin yarı açık cezaevine dönüştüğünü söyleyen Yıldırım, insanların akşam dışarı çıkmalarının bile yasak olduğunun altını çizdi. Yıldırım, 'Ben bir keresinde öğretmenlik yaptığım okulda yönetici olmak istedim. Yazılı sınavda çok iyi bir not almama rağmen sözlü mulakatta Kürt ve Alevi olduğum için beni idareci yapmadılar. Kendi görev arkadaşlarım bile bana, 'Hüseyin hoca iyidir ama Kürt'tür, Alevidir' diyorlardı. Sırf kimliğimizden dolayı çok dışlandım' diye konuştu. Türkiye'nin asıl sahiplerinin Kürtler olduğunu belirten Yıldırım, devletten artık hiçbir beklentilerinin kalmadığına dikkat çekti. Özellikle Kürt Alevilerin inanç noktasında büyük engellemelere maruz kaldıklarını belirten Yıldırım, devletten kimlik ve inanç noktasında hiçbir beklentilerinin kalmadığını dile getirdi.
'Defalarca topraklarımızdan sürüldük'
Seyit Rıza'nın torunu Aliekber Polat (77), Kürt Alevilerin 1938 yılından bu yana yaşadığı bütün acılara tanıklık ettiğini dile getirdi. Dersim İsyanı'nın bir soykırım olarak nitelendirdi. İsyanla beraber kendilerinin İzmir'in Seferihisar İlçesi'ne sürüldüğünü belirtti. Polat, 'O dönemde en büyük acıları biz yaşadık. Seferihisar'da ihtiyaçlarımızı bize verilen karnelerle gidermeye çalışıyorduk. Ondan sonra 1941 yılında yine Ovacık İlçesi'nin Dumantepe (Ağdat) Köyü'ne gittik. Burada yine 'dağdakilere yardım yataklık' ettiğimiz gerekçesiyle yine sürgün edildik. 1947'de yine geldik bu kez de 'terör' nedeniyle yine çıkardılar bizi köyümüzden. Ardından Elazığ'a yerleştik' dedi. 2004 yılında yine köye dönmek için Tunceli Valiliği'ne başvurduklarını söyleyen Polat, kendilerine 'Sizin dediniz Tuncelilere yardım etti gidin size Tunceliler yardım etsin' dediklerini bildirdi. Köylerine dönmek istediklerin belirten Polat, devletin köylülere baskı uygulayarak köylere dönmelerine engel olduğunu ifade etti.
'Alevilik tarihi devletle savaş tarihidir'
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle büyük acılar yaşayan Malatya ve Adıyaman'da da o dönemde bütün Kürt Aleviler işkencelerden geçirildi. Yoğun bir Türkleştirme politikasının uygulandığı şehirlerde birçok Kürt Alevi vatandaş Türkleştirildi. Diğer bölgedeki Kürtlerle iletişimi kurmak ve sol eğilime olan sempatilerini ortadan kaldırmak için birçok politika gerçekleştirilirken, 80'lerde dışarı çıkmanın bile işkence gerekçesi olduğu bir dönemi yaşadı. Şu an ise CHP'nin siyasetine alet etmek istediği Kürt Aleviler bu dönemde ise AKP tarafından kullanılmak isteniyor. Kürt Alevilerine yönelik baskının en çok yaşandığı yerlerden birinin de Malatya olduğunu belirten Abzer Yavaş (55), yapılan baskıların acısını bugün de hissettiklerine dikkat çekti. Türkiye'de yaşanan Alevilik sorunun tamamen bir demokrasi sorunu olduğunu altını çizen Yavaş, sorunun temelinde Kürt sorunun çözümsüz bırakılmasından kaynaklandığını belirtti. Kürt Alevilere yönelik imha ve inkarın geçmişinin çok eskilere dayandığını ifade eden Yavaş, demokratik açılımların yapılması gerektiğine değindi. Osmanlı tarihinde Müslümanlığı yaymak için Alevilere üzerine büyük bir baskının olduğunu hatırlatan Yavaş, '20'nci yüzyılla beraber Kürtler arasında bir ayırışım yaratmak adına sistem Kürt Alevilere yönelmiştirler. Tabi ki bunu yaparken başarıya ulaşılmadı. Sorun daha da derinleşti. Bu noktada Alevilerin sorunlarının çözülmesi için Kürt sorununa barışçıl çözülmesi gerekiyor' diye konuştu. Kürt Alevilere yönelimin diğer dinlere mensup insanlar arasında az da olsa bir ayrışma yarattığını belirten Yavaş, 'Alevilik tarihi devletle savaş tarihidir' dedi. Cumhuriyetle beraber Aleviliğin yok edilmesi gereken bir inanış olarak bakıldığını söyleyen Yavaş, Osmanlı'nın ötesinde bir uygulamayla karşı karşı kaldıkların ifade etti. Malatya'da yapılan propagandalarla Alevlilerin Kürt olamayacağının söylendiğine dikkat çeken Yavaş, bir Türkleştirme politikasıyla karşı karşı kaldıklarını ve birçok Kürt Alevi'nin kendisini Türk hissettiğini belirtti. Okullarda Kürt Alevi oldukları için hocaların kendilerine ayrımcılık yaparak düşük not verdiğini söyleyen Yavaş, 'Yapılanlar insanlığa sığmayacak şeylerdi. Malatya'da hatırlıyorum o dönemde işkenceden geçmeyen Kürt Alevi kalmadı. Ve insanların düşünceleri, inançları yerle bir edildi. Kürt Alevileri halen tek tipleştirme politikası dahilinde Türkleştirmeye çalışıyorlar' dedi.
'Kürt sorunun çözülmesi, Alevilik sorunun çözülmesidir'
Alevi çocuklarının halen zorunlu din dersinin verildiğini belirten Pirsultan Abdal Derneği Malatya Şube Başkanı Abbas Uğurlu, din derslerinin Sünni ve Hanifi eksende verildiğine dikkat çekti. 'Zorunlu' kelimesinin kullanılmasının da dersin amacının ne olduğunu ortaya koyduğunu ifade eden Uğurlu, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Madımak Oteli'nin müze yapılması, Diyanet İşler Başkanlığı'nın lav edilmesi ve Alevilerin inanç noktasında özgürlük istediklerini dile getirdi. Alevilerin anayasal olarak tanınması gerektiğine dikkat çeken Uğurlu, sorunların eşit yurttaş olma noktasında çözülmesi gerektiğine değindi. Alevilerin birçok kez katliamlardan geçirildiğini dile getiren Uğurlu, Sivas'ta öldürülen 35 kişinin devlet tarafından yakıldığını belirtti. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri olarak Türkiye'de yaşanan kirli savaşa karşı olduklarını dile getiren Uğurlu, barışa katkı sunmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarına işaret etti.
'Kan kanla yıkanmaz, kan suyla yıkanır'
Adıyaman'da en büyük acıları 12 Eylül 1980 darbesiyle yaşadıklarını belirten İsmihan Ok (66), darbenin yapılmasıyla beraber insanların işkencelerden geçirildiğini, onurlarıyla oynandığını belirtti. Her zaman barıştan yana olduklarını dile getiren Ok, devletin ve hükümetin kendilerini anlamak istemediğinin altını çizdi. Devletin, köylerde insanlar arasında çelişki yaratarak birbirine düşürmek için ellerinden geleni yaptıklarına işaret eden Ok, yapılan uygulamalara rağmen başlarının her zaman dik olduğuna dikkat çekti. Kürt Aleviler olarak doğrudan asla şaşmadıklarını ifade eden Ok, kadın, çocuk, erkek herkesin köy meydanlarında işkenceden geçirildiğine işaret etti. Yaşanan bütün acıların tanığı olduğunu söyleyen Ok şunlara dikkat çekti: 'Bir gün içerisinde 4 kez evleri arıyorlardı. Evlerimizi jandarmalar bastığında darmadağın ediliyordu. Bize 'sizi bıktırmak için yapıyor' dediler. O günleri hatırladıkça içim kan ağlıyorum. Biz kadınları çamurlu tarlalara götürüp ora bize koşmamız emrediliyordu. Erkekleri ise hayvanlar gibi yürütmeye çalışıyorlardı. Yürümeyeni tartaklıyorlardı. İnsanlara 'kafanızı taşlara koyarak takla atın' diyorlardı. İnsanların bıyıklarını bile kestiklerini söyleyen Ok, kadınların sırtlarına erkekleri bindirerek jandarmaların koş emri verdiğini belirtti. Barıştan başka bir şanslarının olmadığını belirten Ok, 'Kan kanla yıkanmaz, kan suyla yıkanır' diye konuştu.
'Onlarca kez işkenceden geçirildim'
Onlar kez işkenceden geçirildiğini söyleyen Şeyho Bilgiç (88), her gün köy meydanında askerlerin işkencesine maruz kaldıklarını söyledi. İnsanları köylerden toplayarak çamurlu alanlara götürüp tartakladıklarına değinen Bilgiç, 'Çamura atıyorlardı bizi ve yatıp kalkmamızı emrediyorlardı. Her gün aralıksız yapıyorlardı. O zaman onlara karşı çıkacak gücümüz yoktu. Gerçekten onurumuzla oynadılar. Hiçbir suçumuz yoktu ama her seferinden suç işlediğimiz gerekçesiyle tutukluyorlardı' diye konuştu.VOLKAN BORA / DİHA

Thursday, November 20, 2008

BAŞKAN BARZANİ: “KÜRTLERİ ENFAL VE KİMYASAL SİLAHLARLA YOK EDECEKLERİNİ DÜŞÜNENLERİN KADERİ SADDAM GİBİ OLUR”

anfal-halapja- kurdistan- kurd "Kaderleri Saddam Hüseyin gibi olur"

20-Nov-08 [14:50]PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırılacağını düşünenlerin kaderlerinin Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi.

Başkan Barzani, 150 Enfal şehidi için bugün Uluslararası Hewler Havaalanında düzenlenen merasimde yaptığı konuşmada, Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırılacağını düşünenlerin kaderinin Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi.

Törende hazır bulunan Necef halkı ile yetkililerini selamlayan ve teşekkür eden Başkan Barzani, “Bu olay her iki tarafın aynı zulme uğradığını gösteriyor. Bu da Kürt ve güney Irak halkı ile ölümsüz Barzani ve Hekim arasında olan tarihi ilişkilerin kanıtıdır” dedi.

"Bugün gördüklerimiz denizden bir damla" 

Başkan Barzani konuşmasında, “Malesef Yeni Irak’ta Kürtlerin başına gelenlerin az olduğunu ve şuanda hayatta olan Kürtlerin de ortadan kaladırılması gerektiğini diyenler hala var. Biz de Arap dostlarımız ve insan dostluğu olanlarla bu rüyanın gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz” dedi.

Başkan Barzani, “Bugün gördüklerimiz denizden bir damladır. Kürde yapılan zülüm, Enfal fikriyle yaşasyanlara bir mesajdır. Kürtlerin Enfal ve kimyasal silahlarla ortadan kaldırlacağını düşünenlerin kaderleri Saddam’ın kaderi gibi olur” dedi.

Irak’ın durumunun Kürdistan Bölgesi’nin durumuna bağlı olduğunu söyleyen Başkan Barzani, birçok oy için Kürt ve Arap arasındaki kardeşliğin bozulmaması gerektiğini vurguladı.

Yeni Irak’ta ortak olduklarını ve Irak’ın özgürleştirilmesi çerçevesinde kan verdiklerini kaydeden Başkan Barzani, Irak halkının artık rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamasını, Kürdistan halkının da bu tereddütten kurtulmasını ve Kimyasal silah ve Enfal katliamlarının tekrarlanmamasını istediklerini ifade etti.