»Türkiye halkı niye bilmiyorum demez, kitap okumadığından mı? Hayır! Çok aşağılık duygusu var Türklerde. Çok sopa yiyor Türkler. Önce annesi dövüyor, babası dövüyor. Okula gidince öğretmen dövüyor. Askere gidince çavuş dövüyor. Kız çocuğunu da kocası dövüyor. Bu kadar sopa yiyince bilmiyorum diyemezsin. Bilmiyorum dersen, neden bilmiyorsun diye basarlar sopayı. Bilmiyorum demek azaltıyor çünkü insanı. Bilmediği halde biliyormuş gözükmek lazım. Birgün Çetin Altan, okuyucularına düşüncenin engin okyanuslarında bir fener gibi yol gösterdi. Basit, duru, anlaşılır ve neşeli yazı diliyle okuyucularına sosyolojiden, felsefeye, ekonomiye, tarihe dönük eserler verdi. Gün geldi ateşli sözlerin ve hamaset nutuklarının büyüsüne kapılıp giden kul yığınlarının nasıl büyük tehlikelerle yüz yüze geldiğini hatırlattı. Gün geldi bir ülkenin gelişmesi için o ülkede makam sahiplerinden çok, meslek sahiplerine değer verilmesi gerektiği konusunda aydınlattı. Yazar, düşünür Çetin Altan ile zamanın absürtlüklerine bazı bazı dem vuran geniş boyutlu geleceğe bakan doyumsuz bir düşünce yolculuğuna çıktık. Yazarın kendi evinde gerçekleşen bu geniş boyutlu sohbeti merak ediyorsanız, kimsenin sizi rahatsız edemeyeceği bir ortam ve zaman ayarlayın, cep telefonunuzu kapayıp okumaya başlamanızı tavsiye ederim… »Gazeteciliği bir meslek olarak görmediğinizi söylüyorsunuz. Tek başına yapamazsın da ondan. Tek başına bir gazete çıkarabilir misin? Başkasının kölesi olacaksın. Bunun için okumaz ki insan. Birçok gazeteci işsiz, kaldı ki gazetenin Türkiye’de piyasası yok. Türkiye’de gazete satışları toplam 5 milyon. »Biyografinizde okudum. Siz de yıllarca gazetecilik yapmadınız mı? Onlara sen niye inanıyorsun? Hukuk Fakültesi’ni gazetecilik yaparak bitirdim. Babamdan para almadım yani… Babasından para alarak fakülteyi bitiren çocuklardan bir bok çıkmaz çünkü. Babam da bana kızdı, sensör oldu diye. O, benim büyükelçi olmamı istiyordu. Ben avukatım aslında. Bu işlerde mahkûm oldun mu, kimse kimseye bakmaz. Bakıma muhtaç olmayacaksın. Benim kitabımı yayınevi basıyor, yazımı gazete basıyor, gazeteye falan gitmiyorum kadrosunda falan değilim. »O zaman siz kendinizi sadece yazar olarak görüyorsunuz, öyle mi? Sağ iken insan yazar olamaz. (Elindeki gazeteyi gösteriyor) Bak Dostoyevski’yi yazmışlar ama yanlış yazmışlar. Dostoyevski gibi, öldükten 100 sene sonra sözün geçiyorsa yazarsındır. 100 sene içinde bir tane yazar yetişir. O da öldükten 100 sene sonra anlaşılır. Yoksa bir kalem, bir kâğıt al yazar olursun. Türkiye’nin yazarı var mı? Burada 6 kişiye bir kitap düşüyor, 20 kişiye bir gazete düşüyor. Daha okuma yazma dönemine geçmiş değil burası. »Bu ülkede niçin az kitap okunuyor, köylülükten mi kaynaklanıyor? Köylülüğün tarifini yapmak lazım, senin büyükannenin evinde kitap salonu var mıydı? Aynı evde 150 sene oturmadıkça kentli olunmaz. Hiçbirimiz kentli değiliz, de özeniyoruz biz. »Bayrağında hilal bulunan toplumların, din yüzünden değil köylü kaldıkları için geri kaldıklarını söylüyorsunuz. Din anlayışının dünya hayatına önem vermeme öğretisi kentleşmeye engel olmuyor mu? Türkiye’de hiç, ‘bilmiyorum’ diyene rastladın mı? Bu dinin mi kabahati? Bunun dinle ilgisi yok. Dinle başka bir şeyin ilgisi var yalnız. Bin 500 sene içerisinde milyarlarca erkek çocuğu sünnet oldu mu? Hepsi doğru mu sünnet edildi? Mümkün değil. Kozmos, kâinat, evren böyle bir organda hata yapar mı? Üretim organında! Nedir bu erkek milletiz lafları? Kadın libidosundan korkuyorlar. Bunu söylersen linç ederler seni. »Türkiye halkı niye bilmiyorum demez, kitap okumadığından mı? Hayır! Çok aşağılık duygusu var Türklerde. Çok sopa yiyor Türkler. Önce annesi dövüyor, babası dövüyor. Okula gidince öğretmen dövüyor. Askere gidince çavuş dövüyor. Kız çocuğunu da kocası dövüyor. Bu kadar sopa yiyince bilmiyorum diyemezsin. Bilmiyorum dersen, neden bilmiyorsun diye basarlar sopayı. Bilmiyorum demek azaltıyor çünkü insanı. Bilmediği halde biliyormuş gözükmek lazım. Halbuki Sokrates’in bir sözü vardır 2300 sene önce yazılmış: “Bildiğim bir şey hiçbir şey bilmediğimdir.” »Bir taraftan ‘komünist olmamak kozmosa aykırıdır’ diyorsunuz, diğer taraftan ‘kapitalizm gitgide dünya üzerindeki iktidarını perçinlerken ‘enseyi karartmayın’ gibi geleceğe umutla bakan yazılar yazıyorsunuz. Ne oluyor, kapitalizmin sonu mu yaklaşıyor, yoksa komünizme mi dönüşüyor? Ama siz bunu sadece politik olarak düşünüyorsunuz. Lenin komünist değildi mesela… Balıklar, kuşlardır komünist. Rejim değildir komünizm, kozmosun düzenidir. Yıldızın, ağaçların, çiçeklerin, böceklerin sistemidir. Sen o sistemin dışında mısın? »Tabii ki içindeyim, ama anlayamadığım, bununla nasıl bir komünizmden bahsettiğiniz? Sen Türk değilsin dünya vatandaşısın demek istiyorum. Hiçbir şey, hiç kimse seni yönetmeyecek demek istiyorum. »Marks’ı bilinenden farklı yorumluyorsunuz. İki büyük hatası oldu 20’nci yüzyılın; birincisi Lenin’i komünizm zannetmek, ikincisi de ekonomiyi ulus-devlet modeli içindeki partilerin kullanabileceği bir mekanizma zannetmek. Mesela fiziği tartışıyor musun? Kapitalist, sosyalist fizik olur mu? Kim değiştiriyor dünyayı? Edison lambayı geri alsa Ortaçağ’a düşeriz. Bir kişi değiştiriyor. Ama fizikçi o! Fizikçi de doğanın yasalarını alıyor, çıkarıyor insanlığın kullanacağı hale getiriyor. O ekonomiyi de değiştiriyor mu? Marks, “Burjuva egemenliği yeni yatırımlarla, fizikçinin yeni buluşlar yapmasını engeller” der. Onun için “işçi sınıfı, toplanınız, ayağa kalkınız!” laflarıyla yeryüzü işçi sınıfına hitap ediyor ki, işçi pahalıya gelsin. İşçi pahalıya geldiği vakit sermaye yatırım yapar. Sovyetler uzaya giderek batırdı kendisi, ama birdenbire NASA girdi devreye. Yoksa Amerika 100 sene gitmezdi uzaya. Kârlı değil. Diyalektik çalışıyor o zaman. Ama bu Ruslara pahalıya maloldu. Çünkü Lenin öngöremedi. Alt yapıyı yaptı, kimse ondan sonra çalışmaz oldu. Nasıl olsa aynı parayı alacaksın, niye sen fazla çalışasın? Sonra şampanyayı burjuva içer, bilmem ne bilmem ne içer, puroyu burjuva içer… Şampanya, puro bilmem ne burjuva meselesi değil. Onu içebilmenin hangi merdivende gerçekleştiğinin şeffaflaşması önemli. Picasso da Komünist Partisi üyesiydi. İçmesin mi bir kadeh şampanya, burjuva içkisi diye? İkinci bir tuzak; ‘yoksul yoksulu kurtarır’ diye kurdular meseleyi… Yoksul yoksulu kurtarabilir mi? »Nasıl kurtulacak yoksullar? Birisi biraz para verdiği vakit hepsi iniyor aşağıya… Sendikacıya biraz para versen o kendi paçasını kurtarır. Buna rağmen taş devrinden nasıl gelindi uzay çağına? Değişmeyen tek şey değişimdir. Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne aldıkları vakit, federasyon yahut konfederasyonun içinde Avrupa’nın yani dünya vatandaşlığının merdivenleri kuruluyor mu? Peki 55 Müslüman ülkesinin egemenliği? Baştakiler egemen, onlar eşdeğer yaşıyor Bush’la falan. Ama aşağıdakiler? Yazık değil mi insanlara? Onların da alım yapmasını isteyen müspet bir ekonomi var. Piyasayı genişletmek istiyor. Kimisinin yapmaktan vazgeçtikleri şeyleri yaptıracak. Hâlâ daha otomobil yapmakla mı uğraşacak İsveç? 9 milyon nüfusu var, 95 milyar dolar ihracatı... Kimsenin yapamadığı bir şeyi, elektronik santraller yapıyor. Kaç tane Nobel’lisi var, bir de oradan bak. İki defa yenildi Almanya, 47 tane Nobel’li adamı var. Nobel’lilerin de bir hayatına bak bakalım. Belki onlar değiştiriyordur? »Marks, ‘Kapital’de’, kapitalist sistemin ilerleyen evrelerinde sermayenin tekelleşmeye başlayacağından, bununda işsizliği artırarak ezilen kitlelerin yaşamını zorlaştıracağından bahsetmiyor mu? Marks’ı anlamak gerekir. Öyle kulaktan dolma olmaz. Marks’ı yazabiliyor musun? Yazamadığın şeyi konuşma hayatta! Onu kendi anadilinde yazdığın zaman, kimseye de rezil olmayacak şekilde yazarsan biliyorsun sayılır. Marks bir kere niye aranıyordu? Kimin talebesiydi? Hangi fakültede okumuştu? Doktora tezi hangi konularda? Bunları merak etmek lazım, merak ettiğin vakit özdeşleşirsin. Evin var mı senin? (Hayır, diyorum) Evi olmayan insan merak edebilir mi? (Yazılarında dile getirdiği 3 temel dürtüden; yani beslenme, barınma ve cinsellik gibi ihtiyaçlar karşılanmaz ise beyinsel radarların çalışmayacağından bahsediyorum.) »Anadolu’da beslenme, barınma, cinsellik gibi 3 temel güdüyü karşılama sorunu neden çözülemedi? Niye denizleri kullanmadı? Sen kozmosla çatışırsan cezası büyük olur. Evrenle çatışıyor Türkiye’de ondan oluyor. Ancak farkında değil onun, öldükten sonra iş için… »Yüzyıllardır devam eden bir süreç bu, niçin Anadolu yüzyıllardır evrenle çatışma halinde? Çünkü onun başındaki kişiler, İyonya uygarlıkları. Düşün ki Diyojen de Sinoplu. Efes diye bir yer var orada, tiyatrolar var, onlarla sentez yapmayı kapattı. Bir kere Muhammed kapattı. Ona ‘cahiliye dönemi’ dedi. Pisagorlar, Aristolar, Sokratesler güme gitti. Niye buna inandı, olay bizimle başlıyor. Bunun cezasını ödüyoruz. »Yazılarınızda, “mutlulukla başarı bir arada olmaz” diyorsunuz. Kristof Kolomb, mutlu olsa ülkesinden uzaklara gider miydi? Okyanuslara açılır mıydı? Marco Polo 16 yaşında ayrıldı evinden. Hem de yaya Çin’e gider miydi? Mutlu olsa adam evinden ayrılır mı? »Peki, siz hiç mutluluğu bulamadınız mı? O başlangıçta oluyor. 81 yaşında mutlu olup olmamanın bir anlamı yok. “Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var / Bitsin hayırlısıyla bu beyhude sonbahar / Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi / Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi”. Umudum var falan… O umudun duvarlarını da görmüyorsun. O zaman keşke demeyeceksin. Keşkesiz de yaşamış insanlar vardır. Anatole France 23 yaşında yazdı ilk kitabını. “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”nu keşke yazmasaydım, der mi? Yazı olduğu vakit keşkesi kalmaz işin. Neden konuşuyoruz ki, konuşarak bir bok olmaz. Yazmak da gazete yazısıyla olmaz, kitap yazmak gerekir. İnsanlar ikiye ayrılır: Mezarlıklara girenler, ansiklopedilere girenler. Ansiklopedilere girenlerin bir de hayatlarına bak, neleri göze almışlar. »Ansiklopedilere girenler, ölümsüz olmak için mi, yoksun ve acılı yaşamları göze almışlar? O sırada, o işi yaparken aç kalacağını bilmesine rağmen aldığı zevk nedir biliyor musun, 100 kişilik bir orkestrayı yönetirken bir orkestra şefinin? Kerhanedeki karıya da âşık olabilirsin, cinayet de işleyebilirsin. Ne karşılığı? O sırada onun tatminini düşünebiliyor musun? Parayla pulla olacak iş mi bu? Var olduğunun yansıması o be! Nasıl olsa bir gün ölecek. »Meslekler bitiyor diyorsunuz, peki gelecekte insanlar ne iş yapacak? O zaman akla gelmedik şeyler çok daha eğlenceli olur. Senin şehrinde ilk kadın berberini kim açtı gibi… Sokrates zamanında karikatür falan yoktu, ama onun ilk karikatürünü yapan bir herif var. Kimdi onu merak edersen, bütün dünya televizyonları senden bahseder. İlk karikatürleri yapan adamları bul mesela… Daha önce o karikatür hiç yapılmamış, portre karikatürden bahsediyorum. Onu merak ettiğin vakit evin harcamalarını çıkarırsın. İlkokul çocuklarının çok rahat algılayabileceği bir CD yapsan, bitti hikâye. Hayatının sonuna kadar milyarder gibi yaşarsın. 21’inci yüzyıl çalışma dönemi gayet zevkli bir yüzyıl. Senin yüzyılın benim değil. H. BURAK ÖZ /Birgun Yazsam da ne yazsam diye düşünerek olmaz; fışkırıverir o »Köylüler sanatçı olamaz mı? Köylü çocuğu olur ama. Kaldı ki sanat demek, bu zamana kadar yazılmışa artı getiriyorsan sanattır. Yapılmışı bir daha yapıyorsan bir anlamı yok onun. Dünyanın en büyük şairleri 16-20 yaşında vermişlerdir en büyük ürünlerini… Bak bakalım yazarlar ne kadar zaman içinde kaç kitap yazmışlar? Onlar insan değil miydi? Bizden üstün insanlar değillerdi. Ama anneleri de piyano çalıyordu evlerinde… Evinde kaç cilt kitap olacak seni? Git merak et bakalım adamların evlerini, hepsi müze. Bir de kendi olduğun tarafa bak. Bir kere senin dilin bu işe müsait değil. İspanyolca bilsen, bambaşka bir şey olurdun. Resim, heykel müzesi var mı senin şehrinde? Birde Louvre, British Museum’a bakalım. Van Gogh, Hollanda, Flaman bilmem ne falan ressamları, şunları bunlar… Bir de katedraller bak, heykel var, müzik var resim yok. Daha vaftiz olurken oradan çıkıyor çocuk. Hepsi sanatçı olmuyor ama meslek sahibi oluyorlar. Yaptıkları işten zevk alıyorlar. »Siz, kitaplarınızı bu şekilde, birden içinize gelen ilham ile mi yazıyorsunuz? İçinden gelirse zaten kâğıda dökersin. Öyle, yazsam da ne yazsam diye düşünerek olmaz o. Fışkırıverir o… Sen, roman ne demek olduğunu biliyor musun? Kökeni nereden geliyor bir kere? Bak çingenelere de roman diyorlar. (Kökenini incelemedim diyorum). Hepsini bana anlattırma yoruldum be… Git biraz bak. 81 yaşındayım ben. Yeryüzünde ikinci bir yazar yok 81 yaşında kalkıp gazeteye her gün yazı yazan. Bu niye oluyor peki? Türklerin eşekliğinden! Benim yaşımda bir adam multi milyarder olur. Ama sen okumazsan başkaları niye okusun? Bir de bak bakalım başka yazarlar ne yapıyor. Eski piyesleri oynar, bir daha oynar, or’da oynar şur’da oynar telif hakları gelir... Kaynak: Birgun |
0 Yorum:
Post a Comment