Ertuğrul Özkök-Hürriyet GEÇEN hafta AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’la üç DTP milletvekilinin yedikleri yemeği çok önemsemiştik. O nedenle pazar günü bunu manşete çıkarmaya karar verdik. Çünkü 22 Temmuz seçiminden beri, DTP ile kanalların açık tutulması politikasını savunuyorum. Biz böyle yaptık ama, AKP kanadından hiç beklemediğimiz bir tepki ile karşılaştık. Önce, "Restoranda tesadüfen bir araya geldiklerini" söylediler. Ancak Hürriyet ve Kanal D Haber muhabirleri, restoranın sahibi ile görüştü. Rezervasyonu DTP’liler yaptırmış ve üç kişi için değil, 4 kişi için yer ayrılmış. Yani daha o gün bu açıklamanın doğru olmadığı kanıtlandı. Sonra, "Bu görüşmeden Başbakan’ın da haberdar olduğu" bilgisini yalanladılar. Keşke böyle bir görüşme onun bilgisi dahilinde yapılsaydı. * * * Dediğim gibi, hem hükümetin hem muhalefetin DTP ile görüşme kanallarını açık tutmasında yarar var. O nedenle bu hafta, biraz riskini de alarak, cüretkár bir yazı yazmaya hazırlanıyordum. Mesela, "İmralı’da teröristbaşı Abdullah Öcalan’a kötü muamele yapıldığı" yolundaki dedikodulara yer verecek hareketlerden kaçınılması gerektiğini yazacaktım. Çünkü biz istediğimiz kadar "teröristbaşı" diyelim, bu ülkenin bir bölüm insanı da onu "lider" olarak görmeye devam ediyor. Ve o kanatta "lidere tapınma" duygusu bizlerden çok daha kuvvetli. Eğer aramızdaki sorunu gerçekten çözmek istiyorsak, gurur kırıcı davranışlardan da kaçınmamız gerekir. Kürt sorununun çözümünün en büyük zorluğu, "psikolojik duvarları" yıkamamaktır. Bu duvarlar yıkılmadıkça, sorun da çözülemez. O nedenle İmralı’daki televizyon, gazete yasaklarının kaldırılmasının yararlı olacağını, görüşmelere biraz daha esneklik getirilmesini yazacaktım. İçerdeki insan bir terör örgütünün başı olsa da, Türk devletinin elindeki bir mahkûmdur ve medeni bir ülkeye yakışır muamele görmek hakkı vardır diyecektim. * * * Şimdi bunlardan vaz mı geçtim? Hayır, aynı şeyleri söylüyorum. Ama son 3 gündür, Öcalan yandaşlarına ve DTP’nin bir bölümüne hákim olan havaya bakınca, yazımın önceliğini değiştirdim. Anladım ki, Türk Devleti’nden önce DTP’ye dönüp birkaç laf etmem lazım. Son 3 gündür Türkiye’nin her yerinde yapılan provokatif gösteriler ve DTP’nin, Ahmet Türk gibi en aklı başında insanlarının bile açıklamalar, Başbakan’ın Diyarbakır ziyareti sırasında yapılanlar bende şu izlenimi uyandırıyor: "Aktütün olayının yarattığı şımarıklık..." Evet, duygumu da açık açık yazıyorum. Ve diyorum ki, bu şımarık davranışlar sorunu çözmez, tam aksine, içinden çıkılamaz hale getirir. Bedeli de ağır olur. Bir karakol baskını, oraya buraya yerleştirilmiş üç beş mayın, çocukları sokağa sürecek kadar küçülmüş birkaç sokak gösterisi, şehirlerde sekiz on araba yakmak, baskıyla, silah zoruyla kepenkleri indirtmek... Yani bunlarla sonuç alınacağını düşünenler mi var? Buna inanan varsa, ya saftır, ya da tahmin edemeyeceğimiz kadar kötü provokatör. Kimse, böyle pespaye yöntemlerle sonuç alabileceğini sanmasın. Açıkça ifade ediyorum. Türk’ün gururunu kıracak, öfkesini artıracak kışkırtmalarla sonuç alamazsınız. Ama şunu da açıkça söylüyorum. Kürt’ün gururunu kıracak uygulamalarla da bu soruna kalıcı çözüm bulunamaz. İşte o yüzden Ahmet Türk’ün son iki gündür yaptığı açıklamalar kafamı karıştırdı ve kendi kendime sordum. Ben bugüne kadar Ahmet Türk’ü hep yapıcı bir insan olarak gördüm. Acaba ben mi çok saftım, yoksa o mu çok iyi takiye yapıyordu? Eğer şımarıklık günleri geçtiyse, oturup bunları ciddi ciddi konuşmalıyız. |
0 Yorum:
Post a Comment