Friday, October 31, 2008

İran’dan Kürt gazeteciye 11 yıl hapis cezası

 

ANFTahran Ceza Mahkemesi, Kürt gazeteci ve Doğu Kürdistan İnsan Hakları Örgütü (RMMK) Başkanı Mihemed Sediq Kebudwend’e verilen 11 yıl hapis cezasını onadı.
Mihemed Sediq Kebudwend, Doğu Kürdistan’da insan hakları derneği kurduğu için 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tahran Ceza Mahkemesi’nin bu cezayı 23 Ekim 2008 tarihinde onayladığı bildirildi. İran’da 10 yılın üzerinde cezalar verildiğinde Yüksek Mahkeme’ye itirazda bulunulamıyor.
Merkezi Paris’te bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), Kebudwen hakkındaki suçlamaların temelsiz olduğunu belirterek, “insan haklarını savunmayı ulusal güvenliğe bir zarar olarak değerlendirmek bir sapma ve ülkede azınlıklara yönelik ayrımcı muameleye yazılarında uzun süre boyunca tepki gösteren bir gazeteciyi susturmak için beceriksiz bir gerekçedir” dedi.
“Bu gazetecinin en temel hakları ayaklar altına alındı” diyerek gazetecinin tedavi hakkından yararlanamadığına dikkat çeken RSF, “İran makamları tutuklunun sağlık durumundan sorumludur. Mihemed Sediq Kebudwend’in acilen cezaevi duvarları dışında sağlık incelemesine ihtiyacı var” diye belirtti.
Kebudwen’in durumuna ilişkin RSF’ye bilgi veren eşi Perinaz Hasani, gazeteci Kebudwend ile 24 Eylül 2008 tarihinden beri görüştürülmediğini kaydetti.
22 Haziran 2008 tarihinde de Tahran 15. Devrim Mahkemesi, 2004 yılında yayını durdurulan Peyame Merdome Kurdistan haftalık gazetesi yazı işleri müdürü ve RMMK başkanı Mihemed Sediq Kebudwend hakkında 11 yıl hapis cezası vermişti. Kebudwend, Temmuz 2007’den beri Tahran’da işkencesi ile ünlü Evin cezaevinde tutuluyor.

Washington'da 29 Ekim'de "Barzani resepsiyonu"

BAŞKAN BARZANİ: “TÜM KOMŞULARIMIZLA İYİ İLİŞKİLER İSTİYORUZ”barzani     

31-Oct-08 [13:7]
PNA-ABD Başkanı George W.Bush’un resmi davetlisi olarak Washington’da bulunan Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, tüm komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini söyledi.

Kürdistan Bölgesi Hükümetinin Washington Temsilcisi Kubat Talabani’nin Başkan Barzani’nin onuruna dün verdiği resepsiyonda konuşan Başkan Barzani, tüm komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini söyledi.

Resepsiyona, Richard Perle, Eski ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz, Paul Bremer, ABD'nin eski Bağdat Büyükelçisi ve şimdiki BM Daimi Temsilcisi Zalmay Halilzad ve diğer bazı Amerikalı yetkililer katıldı.

Resepsiyonda bir konuşma yapan Başkan Barzani, Amerikalılara, Irak’ı diktatörlükten kurtardıkları için teşekkür ederek, Kürdistan Bölgesi’nin ne kadar güvenli ve istikrarlı bir Bölge olduğunu şu örneklerle verdi:

“Kürdistan’da görev yapan hiçbir Amerikan askerinin hiçbir şekilde kanı akmadı. O kadar ki, trafik kazasında bile Amerikalıların kanları akmadı”.

Başkan Barzani, resepsiyondaki konuşmasında, tüm komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini belirtti.

Komşu ülkelerle en iyi ilişkileri sağlamak için çalıştıklarını belirten Başkan Barzani, Kürdistan Bölgesi’nin Kürt, Arap, Türkmen herkese açık bir Bölge olduğunu kaydetti.

Resesiyondaki konuşması sonrası, Türkiye’de yayın yapan Hürriyet gazetesinin “Türkiye’ye, Türk halkına mesajınız nedir?” sorusuna cevap veren Başkan Barzani, “Türkiye’ye dostluk ve barış mesajı gönderiyorum” dedi.

Hürriyetin, “Türkiye, sizden PKK konusunda da mesaj bekliyor. PKK konusunda ne diyorsunuz?” sorusuna da Başkan Barzani, “Hepimiz, akan kanı durdurmak için birlikte çalışmalıyız. Akan kanın kimseye faydası yok” dedi.

Başkan Barzani, ziyareti çerçevesinde ABD Başkanı Bush başta olmak üzere Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı  Stephen Hadley ve Washington Post gazetesinin yazar kadrosuyla bir araya gelmişti.


Hurriyet’e ait haber:


barzane Ankara’daki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı “resepsiyon karmaşasına” bir “katkı” da Washington’dan; ABD’ye resmi ziyarette bulunan Iraklı Kürt lider Mesud Barzani, Washington’da resepsiyon vermek için, 29 Ekim’i seçti.

Washington’un en gözde otellerinden Fairmont’ta Barzani onuruna verilen resepsiyonda Türkiye’nin Washington Büyükelçiği'nin verdiği resepsiyonla aynı saatlere denk geldi. Türk elçiliğindeki resepsiyon Washington saati ile 17.00’de başladı, ve 20.30’a kadar sürdü. Barzani resepsiyonunun başlama saati de 18.30’du.

HANGİ RESEPSİYONA KİM GİTTİ?

Resepsiyon saatleri çakışınca, “ABD tarafından kim hangi resepsiyona gitti?” sorusu da en çok merak edilen konu haline geldi. Türkiye Büyükelçiliğindeki resepsiyonda göze çarpanlar, ABD’nin Ankara’da görev yapan eski Büyükelçileri Mark Grossman ve Robert Pearson ile, Ankara’ya yeni atanan Amerikan Büyükelçisi Jim Jeffrey oldu. Jeffrey, resmen Ankara Büyükelçisi olarak atandı. Ancak yeni görevine başlamak için Başkanlık seçimlerinin sonucunu bekliyor. Halen de, ABD Başkanı George Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapan Steven Hadley’in yardımcısı olarak çalışıyor.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin oğlu Kubat Talabani’nin evsahipliği yaptığı, Barzani onuruna verilen diğer resepsiyonda ise göze çarpanlar “eski tüfek neo-conlar” oldu.

 

Türkiye’nin “karanlıklar prensi” olarak tanıdığı, Irak işgalinin baş savunucularından Richard Perle, işgalin başladığı dönemdeki ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, işgal sonrasında Başkan Bush’un bizzat atadığı Irak’taki ilk Amerikan sivil temsilcisi Paul Bremer, kısacası “Irak savaşını çıkaran Amerikan ekibinin tümü” resepsiyondaydı.
Resepsiyonda, yine işgalin başlamasından hemen önce Saddam Hüseyin muhaliflerini örgütlemekten sorumlu olarak çalışan, işgal sonrasında ise ABD’nin Irak Büyükelçisi olarak atanan Zalmay Halilzad da vardı. Halilzad, halen ABD’nin BM nezdindeki Büyükelçisi olarak görev yapıyor. ABD sistemine göre, BM Büyükelçisi “Başkan’ın iç kabinesi” içinde yer alır. Dolayısıyla devlet hiyerarşisindeki yeri “Bakan” görevine eş düşer.
Bu açıdan bakınca, Barzani resepsiyona ABD’nin “bakan” düzeyinde bir katılımı olurken, Türkiye resepsiyonda Amerikan yönetiminin aynı şekilde temsil edilmemesi dikkat çekti.

BARZANİ’DEN “DOSTLUK” MESAJI
Barzani resepsiyonda herkesle tek tek ilgilendi. Ancak tüm konuşmalarını, kendisiyle konuşan kişi eğer Arapça ya da Kürtçe hitap etmiyorsa, tercüman aracılığıyla yaptı.
Resepsiyonda bir konuşma yapan Barzani’ye, konuşması sonrası yaklaşıp, soru sorma fırsatı bulduk. Ancak önce yanıt vermemeyi tercih etti.
Ardından, “Türkiye’ye, Türk halkına mesajınız nedir?” deyince, çevirmen aracılığıyla, “Türkiye’ye dostluk ve barış mesajı gönderiyorum” yanıtı geldi.
İlk yanıt gelince, tabii ısrar etmek de farz oldu.
Bu kez, biraz daha ileri gidip, “Türkiye, sizden PKK konusunda da bir mesaj bekliyor. PKK konusunda ne diyorsunuz?” diye sorunca, buna yanıt olarak doğrudan PKK’nın adını anmamayı tercih etti. “Hepimiz, akan kanı durdurmak için birlikte çalışmalıyız” dedi ve ekledi;”Akan kanın kimseye faydası yok…”
Bu cümlenin ardından ısrarımıza rağmen, başka ayrıntı gelmedi. Son bir hamle ile, bir soru daha sorduk; “Ankara’ya gelmeyi düşünüyor musunuz?”
Bu “ayaküstü” röportajda bu soruya da yine ancak tek cümlelik bir yanıt aldık;
“Şartlar uygun olduğunda, Ankara’ya gelmek isterim, inşallah…”

“KÜRDİSTAN’DA TEK BİR AMERİKAN ASKERİNİN KANI AKMADI”

Barzani, resepsiyonda kısa da bir konuşma yaptı. Amerikalılara, Irak’ı “diktatörlükten kurtardıkları” için teşekkür eden Mesud Barzani, Kuzey Irak’ın “ne kadar güvenli ve istikrarlı bir bölge” olduğunu ise, şu çarpıcı örnekle verdi;
“Kürdistan’da (Kuzey Irak’ı kastediyor) görev yapan hiçbir Amerikan askerinin hiçbir şekilde kanı akmadı; O kadar ki, trafik kazasında bile Amerikalıların kanları akmadı…”
Konuşmasında Türkiye’ye ya da PKK terörüne hiç değinmeyen Barzani, sadece “tüm komşularımızla iyi ilişkiler istiyoruz” dedi. Barzani, Irak Kürdistanı’nın “Türkmen, Kürt, Arap, herkese açık bir bölge olduğunu” da söyledi.
KUBAT TALABANİ: BENİ TÜRK RESEPSİYONUNA ÇAĞIRMADILAR

Barzani ABD programı gereği Washington’da yaklaşık bir hafta kalacak. Peki neden, bu bir haftalık süre içinde, Barzani onuruna verilen resepsiyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli günü, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile aynı güne denk getirildi? Tesadüf müydü, yoksa planlanarak mı yapılmıştı?
Bu soruyu da, resepsiyonun “ev sahibi” olan, Kubat Talabani’ye yönelttik.
Kubat, Kuzey Irak’taki Kürt gruplardan diğerinin lideri olan, şu anda da Irak Devlet Başkanlığı görevini yürüten Celal Talabani’nin oğlu. Şu anda, sadece babasının partisini değil, “tüm Kuzey Irak’ı” Washington’da temsil ediyor.  
Kubat Talabani, Barzani’nin resepsiyonu için seçilen gün konusundaki soruya “yeminler ederek” yanıt veriyor;
“29 Ekim’in Türkiye’nin Bayramı olduğunu düşünemedim. Başkan Barzani’nin programındaki en uygun akşam 29 Ekim akşamıydı. Özellikle seçmedik, program nedeniyle bu gün olması gerekiyordu…”
Kubat Talabani’nin, biz resepsiyondan ayrılırken söylediği sözler ise çok ama çok çarpıcıydı:
“Zaten Türkiye Büyükelçiliği de beni 29 Ekim resepsiyonuna davet etmedi. Lütfen haberinizde bunu özellikle yazın. Bu durumda, Başkan Barzani’nin resepsiyonunu planlanker, aynı gün Türkiye’nin de resepsiyonu olduğunu nereden bilebilirdim ki..”
Böyle bir açıklama gelince sormadan olmaz;
Peki Kubat Talabani, kendi resepsiyonuna Türkiye Büyükelçiliği’nden birini davet etmiş miydi? Yanıt bu kez net oldu;
“Evet davet ettim. Ancak davet ettiğim diplomat bana çok kibar bir mesaj atarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin de aynı gün resepsiyonu olduğunu, bu nedenle katılamayacağını bildirdi…” Zeynep Gürcanlı-Hurriyet


DZEYİ: ‘’BAŞKAN BARZANİ’NİN PROĞRAMINDA TÜRK HEYETİ İLE GÖRÜŞME YOK’’    

31-Oct-08 [11:46]
sefin dizayi dzeyi PNA-Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) Dışilişkiler Sorumlusu Sefin Dzeyi, Türkiye heyetinin ABD ziyaretinin Kürdistan Bölgesi (FKB) Başkanı Mesut Barzani’nin ABD ziyaretine denk gelmesinin sonucunda yapılan yorumlar hakkında Kürdistan TV’ye yaptığı özel açıklamada, Türk heyetinin ABD’ye gitmesinin ABD ile ilişkileri olan Türkiye hükümetinin bir proğramı olduğunu söyleyerek bunun güya Kürt tarafı ile Türk tarafı arasında görüşme olacağı yönünde bahsedilen görüşmenin ne Kürdistan Bölge Başkanı’nın programında, ne de onların programında olduğunu söyledi.

Dzeyi, program dışı olarak Kürdistan Bölgesi Başkanı ile görüşmek için talep olmasının olumsuz bir yönünün olacağını düşünmediğini söyledi.

Türkiye’nin, ABD’nin şemsiyesi altında Başkan Barzani ile görüşmek için ABD’yi seçip seçmediğine ilişkin Dzeyi, “Hayır, ABD şemsiye altında değildir. İki komşu olarak ilişkilere ihtiyacımız var. Bu ilişkiler de zamanında olmuştur. 2003 yılından sonra  bazı engeller uğrayan bu ilişkilerin yeniden kurulmasının karşılıklı çıkar temelinde olduğu doğrudur. Biz, genel ofis olarak geçmiş yıllarda görüşmeler için Ankara’yı ziyaret ettik. Ancak liderlik düzeyinde Başbakan Neçirvan Barzani, 1 Mayıs 2008’de Bağdat’ta Türk heyeti ile bir görüşme gerçekleştirdi. Heyetle daha sonra Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani de bir görüşme gerçekleştirdi. Bununla beraber ABD ve İngiltere tarafı aramızda doğrudan görüşmelerin olması için herzaman ısrar ediyordu. Sorunları doğrudan ve diyalogla çözebilmesi için görüşmelerin gerekli düzeyde olması gerektiğine inanıyorlardı’’ dedi.

Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ülkesinin Başkan Barzani ile doğrudan görüşmelerini olumlu olarak nitelemesine Kürdistan Bölgesi Hükümetinin bu tutuma nasıl baktığı hakkında Sefin Dzeyi, “Şüphesiz Türk ordusu önemli bir kurumdur. Çünkü bölgedeki durum ve Türkiye’nin dış siyaseti üzerinde doğrudan etkisi vardır. Bir süre önce açıkça Kürdistan Liderliği ile hiçbir şekilde müzakerelerin yapılmamasından bahsediyorlardı. Eğer Türkiye hükümeti de müzakere yapmak isterse böylece kendisi karar verebilir. Ancak ordu bu sürecin bir parçası olmaz. Şuanda sergiledikleri tutum şüphesiz iyi ve olumludur. Türkiye ordusu çok defa PKK sorununun sadece askeri tarafla çözülemeyeceğinin sinyalini veriyordu. Diplomatik, ekonomik ve diğer açılımlara da gerek var. Bu iyi bir tutum. Madem ki ordu destekliyor o zaman bu Türkiye hükümetinin de üzerine düşer. Öyle bir siyaset hazırlanmalı ki sorunlar diyalogla çözüme kavuşturulabilsin. Kürdistan Bölgesi bütün dostluk ilişkilerini olumlu karşılıyor.”dedi.

Türkiye hükümetinin bölgedeki geşlişmeler ve Yeni Irak’taki Kürdistan liderliğinin konumu karşısındaki değişikliği konusunda da Dzeyi, ‘’Türkiye hükümeti duruma şuanda daha gerçekçi  bir şekilde bakıyor. Kürt ve Kürdistan siyasi güçlerinin Irak’ı özgürleştirme sürecinde etkili rolleri var. Liderlerimiz Bağdat’ta Irak’taki yeni siyasi ve yeniden yapılandırma sürecinde önemli bir rol üstlenmiştir. Başkan Barzani’nin son Bağdat ve ABD ziyareti ardından ortaya çıktı ki mevcut sorunları değerlendirmek ve çözüm yolunun bulunması için Başkan Barzani’nin tam desteğine ihtiyaç var.” dedi.

Dzeyi açıklamasında, bugüne kadar Türk yetkilerle yapılan müzakerelerde hiçbir gizli gündemin  görüşülmediğini, müzakerelerin tamamen açık bir şekilde yapıldığını belirterek, ikili görüşmelerin de eskiden olduğu gibi adım adım üst düzeye ulaşmasını beklediklerini kaydetti.

Duran: Kürt meselesi bir tarafın ağzı kapatılarak çözülemez

Gazeteci Ragıp Duran, Kürt basınına yönelik baskıların kabul edilemez olduğunu belirterek, '90'lardan sonra öldürülen gazeteci arkadaşımızın sayısı 23-24'tür. Bunlara gazetelerin kapatıldığını ekleyin. İnternet özgürlük alanı deniliyor internette hangi Kürt sitesine girmeye kalksanız, bilmem ne mahkemesinin kararı ile kapatılmıştır diyor. Kürt meselesi bir tarafın ağzı kapatılarak çözülemez. Siz karşı tarafın görüşünü sözünü serbestçe ifade etmesine izin vermedikten sonra o sorunu çözmeniz mümkün değil' diye konuştu.

ragipduran1 Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un göreve gelir gelmez basına brifing vererek medyayı kontrol altına almaya çalışması ve AKP Hükümeti'nin 'kendi' medyasını yaratma çabalarının ardından, medyanın TSK ve hükümete eleştirel yaklaşması medyanın tutum değiştirip değiştirmediğini akıllara getirdi. Gazeteci Ragıp Duran, medyanın bu değişimi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yapılan fiziki saldırıyı protesto amacıyla bölgede düzenlenen gösteriler, gösterilere güvenlik güçlerinin sert müdahalesi sonucu yaşanan olaylar ve Kürt sorunundaki çözümsüzlük üzerine sorularımızı yanıtladı.
TSK'de yaşanan görev değişiminden sonra medya brifingleri, haftalık bilgilendirme gibi toplantıların yapıldığı yeni bir dönem başladı. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yapılan medya brifingleri ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un İngilizce bir kitapla toplantıya gelmesi yeni dönemde medyaya daha fazla önem verileceğini gösteriyor. Burada, medya ile ilişkilere önem vermek başlı başına olumlu ya da olumsuz bir şey değil. Çünkü TSK şimdiye kadar kapalı bir kutu, çok fazla bilgi vermiyor, medya ile teması yok, akreditasyon nedeniyle bazı gazetecileri devre dışı bırakıyor. Dolayısıyla haftalık brifingler, hele uzmanlaşmış muhabirlere yönelik brifinglere bir itirazım yok. Ama burada esas amaç, mümkün olduğu kadar medyada Genelkurmayı olumlayan haberlerin yer almasıdır. İlk başlarda, İlker Başbuğ göreve geldiği zaman Türk medyası, 'Entelektüel komutan, diplomat komutan' gibi bir takım nitelendirmelerde bulundu. Daha çok ta övgü dolu nitelemelerdi. Ama çok kısa süre içinde ne diplomat ne de entelektüel olmadığı anlaşıldı. Bir kere entelektüel silahla külahla uğraşmaz. Entelektüel fikirle uğraşır, üstelik ilke olarak muhaliftir. Öyle devlet yanlısı Genelkurmay Başkanı'na entelektüel denilmez. Son açıklamalarında bağıra çağıra konuşması el kol hareketleri ile medyaya yönelik yaptığı hakaretler hiçte diplomatça olmadığını gösterdi. Zaten Genelkurmay Başkanı'ndan entelektüel ve diplomat olması beklenemez. Diplomatsa gitsin bir üniversitede çalışsın ya da bir fikir kulübünde yer alsın.
Neden bu tür olumlama haberlerine ve girişimlerine ihtiyaç duyuluyor? Medyanın son dönemlerde Genelkurmay'a yönelik eleştirilerine nasıl bakıyorsunuz?
Genelkurmay belirli ölçüde, gerçek hayatta durumun çokta parlak olmadığını biliyor. Özellikle Dağlıca, Aktütün bunun çok somut örnekleri, çok parlak olmayan bir durumu hiç olmazsa medyada, amiyane tabiri ile cevahiri kurtarmak adına, gerçek hayatta son derece olumsuz kötü şeyler olsa da Genelkurmay 'Biz bunu medyada iyi gösterelim ya da olmamış gibi gösterelim' diye düşünüyor. Geçen günkü tutum bunun çok iyi gösteriyor. 'Aktütün'de hiç hata olmadı' diyor. Birgün gazetesi 'Maazallah birde hata olsaydı' diye manşet attı. Ama medyayı da kullanarak gerçeği inkar etmek çokta akıllıca değil. Çünkü bu tür ajitasyon, propaganda, dezenformasyon yani haberi tarif etmek ya da mizerformasyon yani haberi gizlemek ile bir süre bir kesim insanı aldatabilirsiniz. Nihayetinde bugün bir takım insanlar bir süreliğine 'Gerçekten Genelkurmay haklıymış' diyebiliyor. Ama bir, iki, üç... Her seferinde de hakiki gerçekleri medyatik yolla yalanlamak çare değil. Bu çare olsaydı, şimdiye kadar medya yoluyla daha büyük zaferler elde edilebilinirdi. Bu sadece Genelkurmay'a has değil. Bütün iktidar odakları medyayı kendi lehine bir şekilde kullanmaya çalışıyor. Zaman zaman bunda başarılı da oldular. Ama orta vadede muhalif basın son Aktütün olayında egemen medyanın bazı kalemleri Hıncal Uluç bile Genelkurmay'ın bu manevralarının pek de geçerli olmadığını gösterdi. Genelkurmay önemli bir kurum. Diğer bütün kurumlar gibi, hükümet, başbakanlık, teknik direktörlük, milli futbol takımı, nasıl eleştiriliyorsa, Genelkurmay Başkanlığı da eleştirilmeli sorgulanmalıdır. Bunun orduyu falan yıpratmakla alakası yok. Medyanın esas görevi, çok çeşitli resmi kurumun çalışmalarını izlemek, burada bir sakatlık aksaklık varsa kamu çıkarı ve insan yaşamı açısından bunları teşhir etmektir. Genelkurmay başkanlığının operasyon ile ilgili tutumunu eleştirirken medya görevini yapıyor. Burada insan hayatı var, 17 asker ölüyor. İnsanlar çocuklarını askere sağ salim geri almak için veriyorlar. 3 ay sonra tabutu geldiği zaman kaçınılmaz olarak, asker ailelerinin kendi çocuklarının kaderi konusunda bilgi sahibi olması gerekiyor.ragipduran2
Medyanın Genelkurmay'a yönelik eleştirileriyle tutumunu değiştirdiği yönünde bir gelişmenin yaşandığı düşünülebilinir mi?
Dağlıca ve Aktütün olayından sonra muhalif basın ve egemen medyanın bir bölümü bu durumu eleştirme ve sorgulama operasyonuna belirli ölçüde katıldı. Çok somut bir şekilde 'Türk egemen medyası safını değiştirdi, tutumunu değiştirdi' diyecek bir durum yok. Zaten bir günde iki günde olacak bir şey yok. Ama gerçekten bundan 5-10 yıl önce bir Genelkurmay Başkanı ne dese ya manşet ya da sür manşet oluyordu. Hem de üstelik sorgulanmadan, söylediği doğru mu değil mi diye bakılmadan verilirdi ki bu durum gazetecilik ilkelerine aykırı bir şey. Bugün bu tutumda biraz daha tedbir var. 'Genelkurmay Başkanı bunu söyledi ama acaba bu doğru mu?' diye bakılıyor. Çünkü doğru olmadığına dair çok güçlü emareler var. Bu genel olarak egemen medyanın Kürt sorununda bakışında ve askeriyenin egemenliğini sorgulamasında olumlu bir durum. Eskiden olduğu kadar, ezbere gözü kapalı dogmatik bir şekilde askeriyenin tutumları medyada yansıtılmadığını görüyoruz. Biraz daha temkinli, biraz daha eleştirel biraz daha filtre takmış bir durum var. Sadece Genelkurmay bakış meselesinde değil, iktidar yanlısı olmamak, halk yanlısı olmak, toplum yanlısı olmak için; teknik açıdan bakıldığında yapılan her açıklamayı, incelemeden alıp manşet yapmadan, 'Bakalım ya bu doğru mu yanlış mı bir bekletelim, ayrıntısına bakalım, en az iki kaynaktan çek (doğrulatma) ettirelim' gibi hem siyasi hem de mesleki reflekslerde bir gelişme olduğu doğru.
Bahsettiğiniz bu yaklaşımlar ya da medyanın tavrındaki iyileşme, başta Kürt sorunu olmak üzere diğer sorunların çözümüne katkı sunabilecek düzeyde mi?
Kürt meselesinin çözümü konusunda da başta DTP olmak üzere başka kesimler, mesela Tarhan Erdem yeni bir kitap yayınlamış Metin Heper yeni bir kitap yayınlamamış, yayıncılık alanında gelişmeler var. Çünkü insanların boğazına geldi. Yani her gün TSK'ya mensup askerler veya, Kürt silahlı militanları veya Kürdistan İşçi Partisi'nin mensupları dağlarda ölüyor. Ölüm bir çözüm yolu değil. Çözümün başka bir yolunun ortaya çıkması lazım. Ama artık Türkiye'deki Kürt meselesi, Ankara ile PKK arasında çözülecek bir sorun olmaktan çıktı. Bugün 84'de Diyarbakır, Hakkari, Van üçgeninde başlayan ve o dönemki Başbakan'ın '3-5 çapulcunun işi' dedikleri bir mesele bugün dünya çapında bir mesele haline geldi. Bugün Kürt meselesi, sadece Ankara ve Diyarbakır'da değil, Erbil'de Şam'da, Bağdat'ta Tahran'da da konuşuluyor. Buralarla da sınırlı değil, Washington'da, Berlin'de, Paris'te Moskova'da ve Telaviv'de de Kürt meselesi konuşuluyor. Kürt meselesi bugün artık bölgesel değil, uluslar arası global bir sorun haline geldi. Dolayısıyla bugün Kürt meselesine müdahale eden tarafların sayısı arttı. Bugün medya açısından bakıyorum, herhangi bir İngiliz, Rus ve Amerika gazetesine baktığımız zaman bir hafta içinde mutlaka ama mutlaka Kürt sorunu ile ilgili bir haber bir yorum çıkıyor.
*Kürt sorunu artık bütün dünyayı ilgilendiren bir sorun diyorsunuz...
Kürt meselesi de artık Filistin sorunu gibi çözümü bütün dünyayı ilgilendiren bir sorun. Belki çözümü için yerel dinamikler değil, uluslararası dinamiklerin bir şekilde denk düşmesi ile mümkün olabilecek. Bu durum aynı zamanda çözümü de zorlaştıran bir durum. Bu soruna müdahale eden devlet, siyasi güç sayısı artıkça sorunun çözümü zorlaşıyor. Çünkü, hem Amerika, hem İsrail, hem Irak, hem Kuzey Irak, hem Telaviv hem Ankara, hem de PKK, hepsinin bir ortak noktası olması lazım o ortak noktayı da bulmak zor. Senaryo olarak söylüyorum, 1925 yılında sadece Ankara ile Diyarbakır arasında çözmek çok daha kolaydı. 84'te mesele Diyarbakır, Van, Hakkari arasında iken çözmek bugüne oranla daha kolaydı. O fırsatlar kaçırıldı. Bugün artık daha global aktörlerin bir araya gelip bu meseleyi çözmesi gerekecek.
Bugünün koşullarında global aktörlerin bir araya gelerek Kürt sorununu çözmesi mümkün mü?
Mümkün, ama kısa vadede değil. Bugün dar alanda güçlere baktığımız zaman, ABD'nin Irak'taki varlığı, siyasi iktidarı desteklemesi, Kuzey Irak'la ilişkilerin gidişatı belirli ölçülerde bunu engelliyor. Dün, Erbil'de yayın yapan Kürdistan Glob diye bir internet sitesinde çok ilginç bir yorum okudum. Başlığı 'PKK istikrarsızlık unsurudur' şeklindeydi. Yorumun tümünde söylediği şu, 'PKK Kuzey Irak'ta ciddi bir devlet oluşmasını engelliyor. Türkiye-Ankara PKK'yi bizim üzerimize saldı' diyor. Bunun üzerine yorum yapmıyorum. Ama bugüne kadar Türk medyasında okuduğumuz yorumlardan oldukça farklı. Türkiye'ye PKK konusunda Barzani ve ABD'yi suçluyor. İşler bu kadar karmaşık hale gelmişken, çözümü yakın bir dönemde beklemek, bana çok mümkün görünmüyor. Uluslararası faktörlerin gidişatına bakmak lazım.
Son günlerde bölgede 90'ları anımsatan olaylar yaşandı. Medya bölgedeki olayları nasıl yansıtıyor, medyanın 90'lı yıllardaki tutumu ile bugünkü tutumu arasında bir değişiklik var mı?
Düşünüyorum ama büyük ölçüde bir değişiklik yok. Türk egemen medyasındaki Kürt karşıtı tutum, işte o zamanda 'Çocukları öne sürüyorlar' diyorlardı, bugün de 'Çocukları öne sürüyorlar' diyor. O zamanki karşı çıkışlar, bugünkü toplu gösteriler arasında belirli bir fark var. Her ikisinin de kitlesel olduğunu kabul etmek gerekiyor. O zaman Abdullah Öcalan'ın cezaevinde değil de yurt dışında olduğu dönemlerde, daha geniş, daha genel bir takım ideolojik, ulusal talepler uğruna, Newroz'du, ilk kurşundu gibi çeşitli gerekçelerle, bu tür kitlesel eylemlerin yapıldığını hatırlıyoruz. 3 milyon insanın bölgeden gönderildiğini ve köylerin boşaltıldığını hatırlarsak, bu insanların yaşadığı metropollerde de eylemler oluyor. Benim nispetten yakından izlediğim kadarıyla 1990'lı yıllara oranla bugün yepyeni bir kuşak, gerek bölgede, gerekse metropollerde o dönemki mücadelenin devamını sürdürüyor. Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu Diyarbakır'da (28 Mart olayları) ayaklanma çıktığında 'Biz bu çocukların hiç birini bilmiyoruz' diyordu. Yeni bir kuşak bunlar 15-25 yaşında gösteri yapan insanları düşündüğümüzde, çatışmaların, o kitlesel eylemlerin en yoğun olduğu dönemde bunlar daha doğmamıştı yahut bebektiler. Bu durum Kürt hareketi açısından belirli bir süreklilik arz etmesi açısından önemli, bu yeni kuşak mücadele eden gençler ve çocuklar. Hiç kimse çocuğunu ateşin önüne atmaz. Eskiden 1990'lı yıllarda daha örgütlü daha denetim altında belirli bir siyasi önderlik temelinde kitlesel eylemler oluyordu. Sanki o denetim şimdi biraz daha azalmış gibi. O yüzden yeni kuşak gençler siyasi örgütlenme açısından bana daha hırçın, daha az disiplinli, daha kendiliğindenci bir eylem tarzı benimsemiş gibi gözüküyor.
Bölgede son günlerde yaşanan olaylarda güvenlik güçlerinin çocuklara yönelik kötü muamelesini, çocukların tutuklanmasını görmezlikten gelen medya, çocukları devleti yıkmak isteyenler olarak gösterdi. Filistin'de taş atan çocuklar ise yüceltiliyor....
Türk medyasının temel karakteri çifte standarttır. Mesela söyledim okulları tatil edip çocukları Cumhurbaşkanı'nı karşılamaya götürürler. Veyahut bir takım resmi bayramlara ve tatillere götürürler biz de gittik. Kimse sormadı bize 'Cumhurbaşkanı'nı karşılamaya gitmek istiyor musunuz?' diye. Türk egemen medyasında, temel nitelik Kürt karşıtlığı olduğu ve Kürt sorununa herhangi bir empati duymadığı için, üstelikte mesleki olarak da 'Ya bu çocuklar niye sokağa dökülüyor' diye kimse gidip sormadı. Bunlar öyle bebekte değil, git o çocukla konuş. 'Sen niye polise taş atıyorsun, kim seni gönderiyor, neden eylem yapıyorsun gibi' diye onları dinle. Dürüst ve düzgün bir gazetecilik yapılsa bu tür çifte standartlara yer kalmaz. Bu tür dürüst ve düzgün gazetecilik yapılmıyor.
Türkiye'de genel bir medya fotoğrafı çekerseniz, nasıl bir tablo ortaya çıkar?
AKP'nin hükümet olmasından sonra İslami basının devletle, ordu ile bir takım meseleleri var. Ama herkesin motivasyonu farklı. İşte Yenişafak'ın orduya karşı çıkması ile, Gündem'in, Birgün'ün Evrensel'in, Taraf'ın karşı çıkması farklı. Ama TSK'nın bu olumsuz uygulamalarının medya tarafından sorgulanması olumlu. Son 10-15 yılda medyada tayin edici bir değişim olduğunu sanmıyorum. Medya mülkiyeti konusunda da Sabah öteki tarafa geçti. Bir eğilim olarak, siyasi iktidarın medya alanında güçlendiğini görüyoruz, Bugün ile başlayıp, Star gazetesine el koyması, TV'lerde zıt kutupta olan Kanaltürk'ün hükümet yanlısı olması, yani sadece İlker Başbuğ değil, Erdoğan'da medyaya çok önem veriyor. Ama medya medyatik gerçek, sanal gerçek üretir. Sanal önemlidir ama tayin edici değildir. Tayin edici olan gerçek hayattır.
Tayip Erdoğan, İlker Başbuğ medyaya verdiği önemi gerçek hayata verse, daha başarılı olurlar. Keza muhalif solcu, Kürt medyası açısında da, bir takım kaygılarım ve kuşkularım var. Bizim dünyamızda yani muhalif medya dünyasındaki faaliyetlerinde biz hala siyasi ve ideolojik çizgiyi, mesleki ve teknik çizginin çok üstünde görüyoruz. Tabii ki her gazetenin bir ideolojik çizgisi olacaktır, ama bunu gazetecilik alanına doğru bir şekilde tercüme etmek için, mesleki açıdan da yeterince yetkinleşmemiz lazım. Maalesef yeteri kadar önemli bir etki yaratacak yaptığı haberlerle, gelemedik. Zaman zaman bazı başarılar elde ediliyor. Mesele Gündem gazetesi geleneğinin tank tarafından sürüklenen gerilla fotoğrafını hatırlıyorum. Çok acı çok trajik bir fotoğrafta olsa bunu elde edip yayınlamak önemli bir gazetecilik başarısıydı. Giderek Türkiye'de siyasi kutuplaşma nedeniyle, bunu Ergenekon meselesinde de Kürt meselesinde gördük, gazetecilik alanı, gazetecilerin etkin olduğu, gazetecilik tekniklerinin mesleki mekanizmaların işletildiği bir yöntemden daha çok, siyasilerin ve siyasi bakış açısının egemen olduğu bir alan haline geliyor. Bunu doktorluğa uyarlayın birçok hasta ölürdü. Türkiye'de çok doğru dürüst gazetecilik yapılmıyor ve bundan da hepimiz yurttaşlar olarak etkileniyoruz. Herhangi bir olayı olguyu bütün cepheleri ile doğru bir şekilde eğilip bükülmeden o gerçeğe ulaşamıyoruz. O gerçeğe ulaşmak için bin tane şey okumamız lazım herkesin de bu kadar zamanı yok.
Bu eleştirilerinizde Kürt ve muhalif basın üzerindeki baskıların etkisi yok mu?
Kürt basınına yönelik baskılar kabul edilemez tabii. Yeterince özgürlük olmadığını söyledim. Eğer siz söylemek istediğinizi 'Ben bunu söylersem beni tutuklar' diye gazetecilik yapıyorsanız, bu gazetecilik olmaz. Türkiye'de direk olarak daha eski dönemlerde, 90'lardan sonra öldürülen gazeteci arkadaşımızın sayısı 23-24'tür. Bunlara gazetelerin kapatıldığını ekleyin. İnternet özgürlük alanı deniliyor internette hangi Kürt sitesine girmeye kalksanız, bilmem ne mahkemesinin kararı ile kapatılmıştır diyor. Ondan sonra da Türkiye'de Kürt meselesini bir tarafın ağzı kapatılarak çözülemez. Siz karşı tarafın görüşünü sözünü serbestçe ifade etmesine izin vermedikten sonra o sorunu çözmeniz mümkün değil.
KENAN KIRKAYA / ANKARA (DİHA)

Thursday, October 30, 2008

DTP: Projemizin özü tartışılmıyor, çarpıtılıyor

ahmet turk DTP, Meclis'e gönderdiği 'Demokratik Özerlik Projesi' ile 'federasyon' istediği yönündeki iddialara sert tepki göstererek, projelerine karşı diğer siyasi partilerin de projelerini ortaya koymalarını istedi.
DTP, 23 Ekim'de posta yoluyla Meclis'te milletvekillerine ve bakanlara gönderdiği 'Demokratik Özerklik Projesi'ne yönelik yapılan tartışmalara ilişkin yazılı açıklama yaptı.Demokratik Özerklik Projesi'nin DTP 2. Kongresi'nde kabul edilerek parti tüzüğü haline getirildiğine vurgu yapılan açıklamada, hem Kürt sorunun çözümü hemde hantal bürokratik yapının neden olduğu sorunların çözümü için Demokratik Özerklik Projesi'nin DTP tarafından önemsendiği belirtildi. Açıklamada, 'Ancak medyada yer alan haber ve yorumlara bakıldığında öngördüğümüz çözüm projesinin özü yansıtılmadığı gibi projenin iyi niyetli olmayan bir takım çarpıtmalarla ele alındığını görmekteyiz' denildi. Yapılan haber ve yorumlarda projenin 'federasyon' isteği içerdiği şeklinde değerlendirmelere yer verildiği belirtilen açıklamada, 'Oysa kitapçık doğru incelenmiş olsaydı projeye açıklık getirdiğimiz şu ifadeler rahatlıkla görülecekti; Bu yapı federalizm yada etnisiteye dayalı özerkliği ifade etmez, merkezi yönetimle iller arasında kademelendirilmiş, katılımcı demokrasiyi esas alan idari bir takviyedir' diye kaydedildi.
'Diğer siyasi partiler de projelerini açıklasın'
DTP'nin ne programında nede söylemlerinde federasyon talebine yer verilmediği belirtilen açıklamada, 'Kaldı ki, federasyon Türkiye'nin üniter yapısı içerisinde Kürt sorunun sivil, demokratik yöntemlerle çözümünü savunan, Demokratik Cumhuriyet'le gerçek bir kardeşleşmenin sağlanacağına inan DTP'nin politikalarıyla da çelişmektedir' denildi. 'Bu nedenle DTP'nin federasyon istediği iddiaları doğru değil, tamamen çarpıtmadır' ifadelerine yer verilen açıklamada, bu tür haberlerle DTP'nin hedef gösterildiğine vurgu yapıldı. Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in 2007 yıllında Türkiye'nin 8 eyalete bölünmesi önerisi hatırlatılan açıklamada, Can Dündar'ın Mustafa belgeseli ile Atatürk'ün Kürtler için muhtariyet istediğinin bir kez daha açığa çıktığı vurgulandı. Sorunun siyaset kurumu içinde tartışılmasını talep eden DTP, kendi projelerini ortaya koyduklarını diğer partilerinde buna karşı kendi projelerini ortaya koymalarını istedi.
Projeye diğer siyasi partiler tepki göstermişti
DTP'nin Kürtçe Türkçe, İngilizce hazırladığı Demokratik Özerklik Projesi'nin Meclis'e ulaşması üzerine bazı çevreler tepki göstermiş, basın ise projenin 'federasyon' içerdiğini ileri sürerek, 'Meclisi karıştıran kitapçık' şeklinde verilmişti. DTP'ni Demokratik Özerklik Projesine yönelik sert tepkiler gösterilirken, programında federasyonu kabul eden ve bunu savunan HAK-PAR kongresine Başbakan tarafından 'başarı' mesajı gönderilmesi ise dikkat çekiyor.
ANKARA (DİHA)

Kürdler direniyor/Maliki Saddam gibi

 

Endişe o denli büyük ki, Amerikan ordusu Iraklılara kendi sorunlarını çözme imkanı verecek bir politikada çoktan karar kıldı. Nineveh, Kerkük ve Kürd Bölgesini denetleyen Tuğgeneral Raymond Thomas,"Kürtler ve Irak hükümet güçleri çatışırlarsa, Amerikan ordusunun 'kenara çekileceğini'" söyledi.

Sam Dagher*/Şiddetin sürdüğü kuzey kentinde yeni bir Irak askeri saldırısı devam ediyor. Ancak tek endişe kaynağı, burada hala güçlü durumdaki isyancılar değil. Amerikalı komutanlar, Musul'un, hassas durumdaki Irak devleti gibi daha büyük bir savaş alanı haline dönüşebileceğinden giderek daha fazla endişe ediyor. Sorunlar eski, ancak risk şimdi hızla büyüyor. Merkezi hükümet, buradaki isyanı ve devlet ve gücünün önündeki en büyük engel olarak gördükleri şeyi; -kuzeydeki yarı özerk Kürd bölgesi ve Kürdlerin kontrollerindeki bölgeyi genişletme amaçlarını- bastırmayı hedefleyerek asker gönderdi.

Şii liderliğindeki Başbakan Nuri Kemal el Maliki hükümeti, Bağdat polisini ve ordusunu göndererek, Musul'daki Irak ordusunun Kürd birimlerini kentten çıkmaya zorladı ve bölgedeki Sünni Arap sertlik yanlıları ile ittifaklarını şekillendirmeye çalıştı.
Kürdler direniyor, bu da bölgedeki etnik ve mezhep ayrılıklarının ve birleşik bir Irak kurmanın zorluğunun altını bir kez daha çiziyor. Gerilim bazı Amerikalı askerlerin, Iraklı ve Kürd yetkililerle olağanüstü toplantılar yapmalarını gerektirecek bir seviyeye ulaştı. pesmerge

Endişe o denli büyük ki, Amerikan ordusu Iraklılara kendi sorunlarını çözme imkanı verecek bir politikada çoktan karar kıldı. Nineveh, Kerkük ve Kürd Bölgesini denetleyen Tuğgeneral Raymond Thomas,"Kürtler ve Irak hükümet güçleri çatışırlarsa, Amerikan ordusunun 'kenara çekileceğini'" söyledi.

İlişkiler, Kürd liderliğinin Maliki'yi yeni bir Saddam Hüseyin'e benzeterek, Hüseyin'in 1980'lerde Kürdleri nasıl acımasızca bastırdığına göndermede bulunduğu bir noktaya kadar geriledi. Irak Kürdistanının sınırları 1991'de uluslararası olarak oluşturulan güvenlik bölgesi ile şekillendirildi.
Musul'un Saddam'a sadakati o denli güçlüydü ki, şehir, rejimin dayanağı olarak biliniyordu. Şimdi Maliki, Kürdlere karşı mağduriyetler üzerine oynayarak, şehri kazanmaya çalışıyor gibi görünüyor.

Bağdat'tan gönderilen ordu birimlerinden Sünni Arap Binbaşı Ali Naci, "Hükümet yetkisini genişletmek istiyor ve bu da Kürdlerin irade ve arzularıyla çatışıyor" dedi.

Maliki'nin üst düzey danışmanlarından Sami el Askari, Maliki ve Barzani arasındaki görüşmelerde böyle bir çatışma yaşanmayacağını umduğunu söyledi.

Ancak aynı zamanda hükümetin tutumuna açıklık getirdi: Kürd güçlerinin ulusal ordu dışında ve Kürdistan sınırları ötesindeki varlığı "yasa dışıdır".

* International Herald Tribune gazetesin 28 Ekim 2008

rizgari

Korucu olmayı kabul etmeyen köye roketli saldırı

havan_top_askeri_araclar Muş'un Malazgirt ilçesine bağlı Toraka (İyikomşu) köyüne askerler tarafından roketli saldırı düzenlendiği bildirildi.
İddialara göre, Malazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı askerler, ilçeye 70 km uzaklıkta bulunan Toraka köyüne akşam üzeri köye roketli saldırı düzenlendi. Çok sayıda rokettin atıldığı köyde, büyük panik yaşandı. Saldırının detayları konusunda bilgi edinilemedi.
Roketli saldırının yapıldığı Toraka köyüne askerler gün içinde baskın yapmıştı. Baskın sırasında köylüler korucu olmaları yönünde baskı yapıldığı iddia edilmişti.
MUŞ (DİHA)

Başbakan'ın Hakkari ve Van'a yapacağı geziye tepkiler sürüyor
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Diyarbakır ve Tunceli'nin ardından çeşitli açılışlarda bulunmak üzere 1-2 Kasım tarihlerinde Van ve Hakkari'ye yapacağı geziye tepkiler sürüyor.
DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, Diyarbakır ve Tunceli'deki tepkilerin Van ve Hakkari'de de gösterileceğini belirterek, Başbakan'ın kan üzerinde siyaset yürüttüğünü söyledi. Başbakan'ın Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözeceğine askere havale ettiğini ifade eden Üçer, 'Bu yüzden Kürt halkı ve birçok kesim Başbakan'a büyük öfke duymaktadır. Bu yüzden halkımız tepkisini demokratik bir şekilde gösterecektir. Halkımız devlete ve Başbakan'a öfke duyması gayet doğaldır ve tepkisini de gösterecektir. Halkımız da tepkisini demokratik bir şekilde gösterecektir. Van ve Hakkari halkı ülkeye zarar veren ve Kürt halkını inkar eden bir Başbakan'a mutlaka tepkisini en iyi şekilde ortaya koyacaktır' şeklinde konuştu.

vanda_newroz_devlet_teroru3

Van Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihan Şimşek Başbakan'ın Kürt halkına demokratikleşme ve insan hakları alanında sözler verdiğini belirterek, 'Halk bu sözlerin tutulmadığını gördü. Tüm bunlara rağmen devlet halka şiddet uyguladı. Halkımızda bu anti demokratik eylemlere karşı, alanlara çıkarak eylemlerde bulundu. Van halkı da Amed ve Dersim halkı gibi Başbakan'a gereken cevabı verecektir' diye konuştu.
Hakkari halkının misafirperver olduğunu dile getiren DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, 'Ama sınır ötesi bir operasyon tezkeresini Meclis'ten geçiren, savaş hükümeti haline gelen bir hükümetin Başbakanı'na misafirperverlik yapmayacaktır' dedi. Eğer Kürtlere yönelik barış ve özgürlük için bir çaba harcanacaksa bunun için Başbakan'ın Kürt halkından özür dilemesi gerektiğini belirten Geylani, 'Kürt sorunu çözümünde bir adım atılırsa Hakkari halkı herkese gösterdiği misafirperverliğini Sayın Başbakan'a da gösterir. Ancak aksi takdirde Hakkari halkı gereken tepkiyi gösterecektir' dedi.vannewroz2008polisteror
'Partimizden ve halkımızdan özür dilemeli'
Yüksekova Belediye Başkanı M. Salih Yıldız, belediye olarak karşılama yapmayacaklarını belirtti. Başbakan'ın Kürt sorununu çözmediğini ve askerle beraber hareket ederek adeta imha kararı verdiğini söyleyen Yıldız, 'Sayın Başbakan bu halka ve bu halkın partisine seçilmişlerine 'terörist' demiştir. Bu halkı yok saymıştır. İradesini yok saymıştır. Ancak biz, seçilmişler olarak ancak Başbakan'ın Kürtlerden ve partimizden özür dilemesiyle kendisini karşılarız' dedi. Başbakan'ın Diyarbakır gezisinde Kürtlerin ortaya koyduğu tavrı iyi okunması gerektiğini dile getiren Yıldız, 'Başbakan eğer Kürt halkının gönlünü almak isterse ve Kürt sorununu da çözmeye karar verirse, Kürtlerin siyasal lideri ve önderi olan, şu an İmralı'da bulunan, üç buçuk milyon kişinin resmi olarak iradesi olarak teyit ettiği Sayın Abdullah Öcalan'la görüşebilir ve muhatabıyla Kürt sorununu çözerek kardeşliği tesis edebilir' diye konuştu.
'Yerimiz halkımızın yanı'
Yüksekova'nın Esendere Belde belediye Başkanı Hurşit Altekin de, kendisi ve 9 belediye meclis üyesinin Kürt sorununu görmemezlikten gelen ve kardeşlik elini kabul etmeyen Başbakan' karşılamaya gitmeyeceklerini ifade etti. 'Yıllardır ister protokollerde olsun ister karşılamalarda olsun adeta bize karşı terör estiren bizi yok kabul eden elimizi sıkmayanlara karşı tavrımız bundan sonra net olacaktır' diyen Altekin, Kürt sorunu karşısında sorumsuz davranan ve kardeşliği tesis etmeyenlere karşı görevlerini yapacaklarını söyledi. Yerlerinin halkın yanı olduğunu dile getiren Altekin, 'Eğer demokratik talebini yerine getiren Diyarbakır halkı 'teröristse' Hakkari halkı da 'teröristtir'' dedi.
VAN / HAKKARİ (DİHA)

Karayılan: Öcalan Kürt halkının kırmızı çizgisidir

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk iki yılından sonra yani 1925'ten beri Kürt halkının inkarıyla yüklendiği hatadan dolayı yaralı, sancılı ve sorunlu olduğunu söyledi. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 'Biz Demokratik Cumhuriyet'in geliştirilmesi temelinde Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamaya varız' dedi. ANF'den Erdal Engin'in sorularını yanıtlayan Murat Karayılan, cumhuriyetin ilanının 85. yıldönümü tartışmalarıyla ilgili soruya dikkat çekici bir yanıt verdi. Karayılan, Kürt halkının varlığını ve haklarını sahiplenerek, Demokratik Cumhuriyet eksenindeki ısrarının altını çizdi. Karayılan, şunları söyledi: Bu cumhuriyetin kuruluşunda Kürt halkının da kanı ve emeği vardır ama sonra Kürt halkının inkarıyla cumhuriyet önemli bir hata yapmıştır. Bu hatadan dolayı Türkiye Cumhuriyeti 1925'ten bu yana yaralı ve sancılıdır. Sorunludur yani. Biz diyoruz cumhuriyetin demokratikleştirilmesiyle bu giderilebilir. Yaralar sarılabilir ve tedavi edilebilir. Onun için biz Demokratik Cumhuriyet eksenini boşuna söylemiyoruz.

heval_cemal_karayilan 85. yılında cumhuriyet demokratikleşme yolunda bir adım atarak yetersizliğini giderme şansına sahiptir. Biz Demokratik Cumhuriyet'in geliştirilmesi temelinde Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamaya varız. Kürt halkını inkâr etme temelinde değil. Türkiye'deki toplumların doğru tanınması ve cumhuriyetin demokratikleştirilmesi temelinde bu Cumhuriyet Bayramı'nı tüm Türkiye'nin bayramı yapmaya varız. Ama cumhuriyetin temel unsuru olan bir ayağını inkâr ederek, onu tek ayaklı hale getirerek adına yaraşır, adına layık bir yere oturtamazsınız. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti demokrasi özürlüsü olmaktan kurtulamıyor. Demokrasinin ne kadar güdük, cilalı olduğu ortadadır. Neden çünkü yarası vardır. Kürt yarası vardır. Cumhuriyet bu Kürt yarasını iyileştirmek zorundadır. Kürt yarasına tuz basarak iyileştiremez, bu büyük bir yanlıştır. Başta Atatürk'ün düşüncesi Kürdü inkâr etmek değildir. Fakat sonra bu karar değiştiriliyor. Biz diyoruz ki 'Bu değiştirmenin nedenleri de vardır ama hatalıdır. Bu değiştirme yanlış olmuştur. Bunu giderelim. Bunu gidermek Türkiye'nin de yararınadır. Ancak bunu gidermekle cumhuriyeti demokratikleştirebilirsiniz. Bunu gidermekle ancak Kürt-Türk kardeşliği temelinde Türkiye'nin birliğini gönüllü birliğe dönüştürerek sağlam bir temele oturtabilirsiniz. Yoksa birlik insan öldürmekle olmaz. Türkiye'de cesaretli bir çıkışa ihtiyaç vardır. Öncelikle Türkiye'nin liderliğe ihtiyaç vardır. Dogmatik kalıplara kendini hapsetmeyen, gerçekleri görerek Türkiye'yi ileri bir düzeye taşımak isteyen sorumlu siyasetçilere ihtiyaç vardır. Öncelikle buna ihtiyaç vardır.Bu açıdan biz Türk devletinin Önder Apo'nun son görüşmesinde yaptığı çağrıya yanıt vermesinin herkesten çok kendi yararına olduğunu belirtmek istiyoruz.' Son gelişmelerle ilgili ANF'nin sorduğu sorular ve Karayılan'ın yanıtları şöyle:
İmralı'da Öcalan'a yönelik kötü muamele ve işkence yapıldığının duyulmasıyla gelişen Kürt halkının yaygın ve kitlesel eylemliliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu Kürt özgürlük mücadelesinde kesinlikle yeni ve niteliksel bir gelişmedir. Milyonlara varan sayıda insanın on iki gün boyunca sokaklara dökülmüş olmasını normal, sıradan bir eylemsellik olarak değerlendirmek mümkün değildir. Artık Kürt halkı bütün demokratik kurum ve kuruluşlarıyla, yaşlısı-genci, kadını-erkeği, köylüsü-kentlisi tüm toplumsal kesimleriyle açıkça Önder Apo'ya sahip çıkma tutumunu göstermiştir ve Önder Apo'ya yapılan her yaklaşımı kendisine karşı yapılmış bir yaklaşım olarak gördüğünü ilan etmiştir. Bu bize göre çok önemli bir durumdur. Kuşkusuz bunu herkes dikkate almak zorundadır. Başta muhatapları bunu doğru okumadan Türkiye'deki Kürt sorununa asla doğru yaklaşamazlar. Görülmesi gereken gerçek şudur; ortada bir toplumsal tutum vardır, bir toplumsal refleks vardır. Bu bir halkın tutumudur. Kürt halkının Türkiye ile birlikte yaşama istencinin hangi çerçevede ele alındığının açık tutumudur. Bu anlamıyla da çok önemli bir uyarıdır.
Muhatapları doğru okuyup, mesajı aldılar mı?
Doğru okunmasında fayda vardır. Toplumsal düzeydeki bu tutum yeni bir durumdur. Maalesef şimdiye kadarki yaklaşımlarıyla gerek Başbakan gerekse de diğer yetkililerin sergiledikleri tutuma bakıldığında halen Kürt halkının bu toplumsal düzeydeki haykırışını doğru okumadıklarını görüyoruz. Gelişmeleri görmek istememe tutumunda ısrar ettiklerini görüyoruz.
Bu algılama biçiminin sonuçları nereye götürür?
Bu Türkiye için çok ciddi bir durumdur. Türkiye'deki sorumlu kademelerin ve yöneten güçlerin 20 milyon civarında Kürdün yaşadığı Türkiye'de onun dinamik siyasal kesimlerinin bu haykırışını, bu tepkisini, bu sahiplenişini doğru görmemeleri Türkiye için beraberinde çok tehlikeli durumları getirebilir. Çünkü bunu görmeyip baskı ve şiddeti sürdürme politikası uygulandığında, hele hele Önderliğe yanlış yaklaşım geliştiğinde işte bu tehlikeli süreçleri beraberinde getirebilecek bir politika olur. Çünkü Kürt halkı kendi temsilini Önder Apo'da görüyor. Türk devletinin bunu doğru anlaması yine bunun yanında ilgili tüm güçlerin Kürt halkının tarihin bu döneminde ortaya koyduğu bu tutumu doğru ele almasında sorunun çözümü açısından büyük yarar vardır. Aksi taktirde çatışma ve kaos daha da derinleşecektir.
Kimi çevreler bu eylemlerden dolayı DTP'yi hedef tahtasına oturttu...
Bu konuda her şeyi doğru ortaya koymakta büyük fayda var. Bu eylemleri ne biz yapıyoruz, ne de DTP yapıyor. Bu eylemleri yapan Önderliğin içinde tutulduğu durum ve Önderliğe yapılan işkencedir. Yapılan uygulamadır. Hiçbir örgüt Kürt halkını bu biçimde sokaklara dökemez. DTP'nin buna gücü yetmez, bizim de gücümüz her şeye kadir değil ama Önderliğin baskı ve işkence altındaki durumu Kürt halkını bu biçimde harekete geçirebiliyor. Önce bunu herkes iyi anlamalı.
Özellikle DTP'nin sizinle bağına dikkat çekiliyor, DTP'ye haksızlık yapıldığını mı düşünüyorsunuz?
Şimdi DTP'nin kendi siyasal duruşundan dolayı bizimle bir bütünmüş gibi göstermeleri doğru değil. Ama şu var, ortada bir Kürt iradesi var, bu açıdan ele alınırsa bir bütün gibi ele alınabilir fakat aradaki büyük farkı da görmek gerekiyor. O çizgiyi koymak gerekiyor. Biz şunu söylüyoruz; eğer Türk devleti Kürtlerle birlikte yaşamak istiyorsa, bu çatışma sürecini durdurup, barışçıl bir süreç başlatmak istiyorsa, Kürtlerle diyaloga girmeli, bizimle girmiyorsa DTP ile diyaloga girebilir. Niye çünkü DTP yasal demokratik bir parti olarak çözümden yana olduğunu her zeminde söylüyor. Biz bu anlamda elbette ki bu cesaretli tutumuna anlam biçip değer veriyoruz. Bu anlamda Kürt halkının DTP'nin etrafında toplanmasından daha doğal bir şey yoktur.
22 Temmuz'da Kürtler AKP'ye de destek verdi...
22 Temmuz seçimlerinden önce AKP de biraz böyle Kürt sorununa sıcak bir yaklaşım gösterdi, sorunu çözeceğini dile getirdi Kürt halkı ona da destek verdi. Kürt halkının istemi sorunu çözmektir. Kim Kürt sorununda çözüm politikasını geliştirirse bu halk onun etrafında toplanır ve bizde aynı şeyi savunuyoruz. Biz de 'halkımız çözüm arayan güçleri desteklemeli' diyoruz.
AKP ve Erdoğan içinde bulunduğumuz süreçte Kürdistan'da bir iddianın sahibi olabilir mi?
Şimdi ortaya çıktı ki AKP ticaret yapıyor, oy pazarlığı yapmış, yalan söylemiş, aldatmış, söylediklerinin hiç birisine sahip çıkmadı tam tersini uyguladı. Bunun karşısında tabi ki DTP'nin her şeye rağmen, bütün zorlanmalarına rağmen kendi politikasında tutarlılık göstermesi elbette ki Kürt kitlesi tarafından benimsenecektir. Gelişmelerin doğru görülmesi yerine kalkıp 'PKK Diyarbakır'ın, Dersimin kaybedilmesinden korkuyor, telaşı var onun için böyle yapıyor' gibi değerlendirmeler kadar saçma bir şey yoktur. Bir kere birçok bağımsız kurumun geliştirdiği anketler vardır. Amed'de DTP'nin yüzde 60'ın üzerinde oy alacağını ortaya koymaktadırlar. AKP, Dersimde oy almayı bırakalım burada çalıştıracak eleman bulmakta zorlanmaktadır. AKP nasıl Dersim'i Amed'i alacak, mümkün müdür. Mümkün değildir. Bizim bu konuda ne bir kaygımız ne de bir telaşımız var. DTP'nin de olduğunu sanmıyorum. Biz Amed halkına da, Dersim halkına da sonuna kadar güveniyoruz. Sadece Amed, Dersim değil; Van halkı esasen döneme damgasını vuracaktır, Siirt halkı esas çıkışı yapacaktır. Yani kesinlikle bu konuda Kürt halkının bu şahlanışı geleceğinin de nasıl olacağını çok iyi belirlemektedir. Bu konuda kimsenin öyle telaşı falan yok varsa karşıda vardır.
AKP ve çeperindekileri hem size hem de DTP'ye yönelik ithamlarına ne diyorsunuz?
Özellikle AKP'nin daralması, politikasının A olması, gerçek yüzünün açığa çıkması karşısında Türk Başbakan'ın köpürmesi ve sağa sola sürekli dil uzatması durumu söz konusudur. Öte yandan bu Siyasal İslam çizgisinde daha önceden tanınmayan bilinmeyen bir sürü yeni yazar türemiştir. Çünkü imkanları arttı, sermayeleri büyüdü, bir sürü basın-yayın organı oluştu. Türkiye'de iktidar oldular. Bir sürü adam çıkmış yazıyor, yazdıkları da tam bir şarlatanlıktır. Kalkıp Kürt halkının önderliğine sahip çıkış eylemliliğini bilmem Ergenekon'la bağlantı kurarak, güya Ergenekon'unun gündemden düşmesini sağlamak amaçlıymış gibisinden çok çirkin ve seviyesiz değerlendirmeler yapmaktadırlar. Bunlar Müslüman, dindar falan değil, öyle yalan söylüyorlar ki dinsizliğin dik alasını yapıyorlar.
Bu kadar yalan söylenemez insan bu kadar çarpıtamaz. Şimdi Ergenekon denilen örgüt bize karşı savaşmış bir örgüttür. Bu kadar insanımızı katletmiş bir kontrgerilla faaliyetidir. Şimdi sen gidip Kürt halk Önderliğine işkence yaptıracaksın, Kürt halkına baskı uygulayacaksın, Kürt halkı tepki gösterecek ondan sonra da diyeceksin ki yok bu eylemler şunun bunun içindir. Önder Apo, Kürt halkının kırmızıçizgisidir.
Burda DTP'nin kapatılmasının meşrulaştırma çabası da yatmıyor mu?
Kim Önder Apo'ya yanlış yaklaşırsa Kürt halkının tavır koyacağını bu eylemler göstermiştir ve daha da gösterecektir. Bunu göreceğine, bunu doğru ele alıp, çözüme dönük bir şeyler söyleyeceğine kalkıp sürekli çarpıtma, oraya buraya bağlama, DTP'yi zorlama fazla anlamlı değildir. Yani DTP'yi kapatabilirler de.
Ne olur?
DTP yi kapatmakla Kürt halkının mücadelesini durdurabilirler mi? Asla! Kürt halkının iki yüz yıllık bir davası vardır ve son otuz yılda yoğunlaşarak yakaladığı bir düzey söz konusudur. Hiçbir kuvvet bunu geriye çekemez. İstedikleri kadar bazı legal kurumları, bilmem partileri kapatsınlar. Tersine bu kendisiyle birlikte yeni ve daha büyük gelişmelere yol açar. Bir de bizim tercihimiz olmayan aradaki bir köprünün atılmasına yol açar. Bu anlamda sorunların çözüm noktası orası değildir. AKP siyasetinin ikiyüzlülüğünün ortaya çıkması ve etrafında kümelenen bu yazar-çizer tayfasının konuyu çarpıtarak sağı solu yanıltma girişimleri sonuç vermeyecektir.
'Siyasal islam' denilen yani AKP etrafından toplanan bu çizgi neyi amaçlıyor?
Bu çizgi Kürt halkına dostluk değil, düşmanlıkta karar kılmıştır. Kürt halkını din yoluyla kandırmayı kendisine hedef yapmıştır. Kandırmaktan başka yaptığı hiçbir şey yoktur. Kürt halkıyla birebir temaslarında 'Biz de sizdeniz biz de derin devlete karşıyız' demektedirler fakat diğer taraftan kendileri de derin devlet olmak istemekte ve devletin en deriniyle anlaşarak Kürt halkını katletmeyi planlamaktadırlar. Bu kadar ikiyüzlü ve küstahça bir politika olabilir mi. Bu politika sahipleri nasıl gelip de Kürt halkının abideleşmiş kenti Amed'i alabilir. Öyle bir şey olamaz. Tantanadır. Aldıkları yerleri de Kürt halkı kendilerinden geri alacaktır. Kendi polis gücü ve baskısıyla, ordusuyla, basın-yayın organlarıyla Kürt halkının iradesiyle oynama, küçümseme, Önderliğine işkence ederek Kürt halkını teslim alma politikalarında onlar pişman olacaklardır. Çünkü bu konuda sonuç alamayacaklardır. Bu kesindir. Bu konuda Siyasal İslam denilen çizginin oynadığı çok kötü bir rolün açığa çıkması, deşifrasyonu söz konusudur.
Hiç mi başarı şansları yok?
Şimdi AKP'nin, onun paralelindeki yazar-çizerlerin ve Fetullahçı tayfasının da yüzleri açığa çıkmıştır. Kürt halkını birkaç kilo pirinç ve şeker vererek, bir de dini fetvaları okuyarak kandırabileceklerini sanıyorlar. O dönem geçmiştir. Kürt halkı artık aydınlandı, bilinçlendi. Kürt halkının dindarı herkesten daha fazla dindardır. Kürt halkı öyle dini kullanıp da dinsizlik yapanlara kanmayacaktır. Kürt halkı elbette ki kendi dini duygularına sonuna kadar bağlı kalacaktır. Ama bunu yurtseverliğiyle yapacaktır. Öyle din adına dinsizlik yapan, din adına zulüm işleyen zalimlere kanmayacaktır. Bu dönem geçti, bunu öncelikle bilmeleri gerekiyor.
Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu'na ilk kez brifing verdi. Yeni bir stratejiden bahsediyorlar. İç Güvenlik Koordinasyonu oluşturuldu. Devletin işleyişi yeniden mi düzenleniyor?
Türkiye'de işler biraz tersine gidiyor. Normalde 30 yıldır Kürdistan'da yürütülen bir özgürlük mücadelesi var. Bu mücadelenin nasıl bir siyasal proje ile çözüme gideceğini siyasetçilerin askerlere sunması gerekirdi. Yani askerlerin siyasetçilere brifing vermesi değil de siyasetçilerin askerlere brifing vermesi gerekirdi. Çünkü 25 yıldır çatışma var. Bu sürede çatışmayla bir sonuca varılmadığı ortaya çıkmıştır. Bu süre zarfında her türlü yöntem denendi. Sonuç alamadığı açık ortada. Normalde siyasal çözüme kafa yormaları gerekirdi. Ama şimdi tersi bir durum söz konusu. Yani hükümetin öyle bir iradesi öyle bir siyasal projesinin olmadığı anlaşılıyor. Ordu bakanlara perspektif ve talimat vermiş oluyor. Yönlendirmiş oluyor. Tabi hükümet açısından ordunun yörüngesine girme durumu yaşanıyor. Bu hükümet açısından ilerde de çok tartışılabilecek bir husustur.
Ordunun orada izah edeceği ne olabilir?
Bir takım değişik psikolojik savaş projeleri olabilir ama esasında ordunun yaklaşım ekseni, öldürmekle sonuç almaktır. Öldürme yoluyla sonuca gitme çizgisidir. Şimdi öldürmekle Kürtleri iflah edemezler. Yani bizi öldürmekle bitiremezler. Ben ölürsem benim yerime geçecekler vardır. Yani Kürtlerin kafasına vura vura teslim alma politikasının sonuç alması mümkün değildir. Bizce bu tutum sadece beş on bin, bilmem yirmi bin PKK kadrosunun tutumu değildir. Toplumsallaşmıştır ve bir kültüre dönüşmüştür. Şimdi bunun öldürme yöntemiyle ortadan kaldırabileceğini düşünmek büyük bir akıl tutulmasıdır. Bu mümkün müdür? Çağımızda, insanların bu kadar bilinçlenme olanağının bulunduğu bir dönemde bu yaklaşım sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Sonuç alamazlar. Şu anda Türk devletinin yürüttüğü politika öldürme politikasıdır. Ortada bir Kürt halk gerçekliği var ve bunun halk olmaktan kaynaklı haklarını isteme hareketi var.
Sizce olması gereken neydi?
Özünde böyle olmaması gerekirdi. Tersi olması gerekirdi. Bir takım yeni siyasal projeler çözüm doğrultusunda belki bir anlam taşıyabilirdi. Ama şiddet içerikli, sonuçta insan öldürmeyi esas alan politikalarla, diğer bazı bir takım kandırmaya dönük ekonomi benzeri yöntemlerle sonuca gidebileceklerini düşünmeleri büyük bir yanılgıdır. Doğrudur halkımız açtır. Çünkü aç bırakılmıştır. Bugün ülkemizde en temel sorunlardan birisi de ekonomik sorundur. Anketlere bakıldığında da bu görülecektir. Ancak halkımız aç da kalsa onursuzluğu kabul edemez. Bir türlü Türk devlet yetkilileri empati kuramıyorlar ve halkımızı anlayamıyorlar. Tamam, insanlar aç kalabilir ama şerefsiz yaşamı kabul edemez. Aç kalmayı kabul edebilir ama onursuzluğu kabul edemez. Bir türlü bunu düşünemiyorlar. Düşünemedikleri için ikide bir yeni ekonomik paketlerle sonuç alacaklarını, bir takım yardımlarla sonuç alabileceklerini varsayıyorlar. Kürt halkı onurlu yaşamayı önüne koyan, tarih boyunca da onuruyla yaşamış bir halktır. Aç da kalsa kendi kimliğinden vazgeçmeyecektir.
Sizin ve DTP'nin halkın ekonomik durumunu gözardı ederek, 'kimlik siyaseti' yaptığınızı söylüyorlar...
Bu bir kere yanlış zaten. Başbakan kimlik siyasetinin dik alasını yapıyor. Diyor ki 'benim dilim, kültürüm, benim ecdadım bilmem benim her şeyim bu ülkeye hakîm olacak, benim bir kimliğim vardır, anayasam vardır' bunları anayasaya değişmez maddeler biçiminde koyuyor yani kimlik siyasetinin alasını yapıyor. Kürt halkı da 'bu kadar olmaz bende anadilimi kullanayım' diye ortaya çıkınca kimlik siyaseti yapmakla suçluyor. Sen ırkçı bir siyaseti esas alacaksın, onu ordunla, polisinle, bütün devlet imkanlarınla egemen kılmaya çalışacaksın bu ırkçı politikaya karşı doğal insani haklarını isteyen Kürt halkının anadilde eğitim hakkını istemesini kalkıp 'kimlik politikası yapıyorlar, hizmet politikası yapmıyorlar' diye eleştireceksin. Sanki kimse Siirt ve Van belediyelerinin ne yaptığını bilmiyormuş gibi konuşuyor.
ERDAL ENGİN - BEHDİNAN / ANF

Polis şiddeti göz çıkardı

skgozunukaybetti2polis iskence Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik saldırıyı protesto amacıyla Adana'nın Barbaros mahallesinde gerçekleştirilen gösteride gözüne plastik mermi isabet eden 15 yaşındaki S.K. bir gözünü kaybetti. S.K. polislerin kendisini yakalayıp, yakından gözüne ve sırtına plastik mermi sıktığını iddia etti.
Adana'da Öcalan'a yönelik saldırıyı protesto amacıyla yapılan gösterilerde polisin orantısız güç kullanımı sonucu onlarca kişi yaralandı. Yaralananlardan bir kısmı ise tutuklandı. 20 Ekim'de Barbaros mahallesinde düzenlenen eyleme yapılan müdahalede gözüne plastik mermi isabet etmesi nedeniyle hastaneye kaldırılan 15 yaşındaki S.K., tek gözünü kaybetti. Gözünü kaybetmesine neden olan olayı S.K. şu şekilde anlattı: 'Mahallede lastik yakmışlardı. Daha sonra mahalleye polisler gelip müdahale etti. Polisler beni yakaladı. Beni ellerimden tutup yere yatırdılar. Bana ağır küfürler ediyorlardı. Önce copla bana vurdular. 'Bu da içindeydi. Pis vatan haini' dediler. Sonra yüzüme baktılar. Tam yüzüme doğru silahı tutarak plastik mermi sıktılar, belime sıktılar. Daha sonra yine vücudumun her yerine copla yine vurdular. Yüzüm kan içinde kaldı. Bana 'bu sana ders olsun' deyip beni bırakıp gittiler.'skgozunukaybetti
'Gözüm açılacak mı?'
Daha sonra mahalledeki kadınların başına toplanarak kan içinde kalan yüzünü görünce ağlamaya başladıklarını dile getiren S.K., 'Ağladılar 'sana ne oldu' dediler. Ben de polislerin yaptığını söyledim. Bir abi geldi beni motoruna bindirip, Adana Devlet Hastanesi'ne götürdü. Burada benimle ilgilenmediler. Oradan beni Balcalı Hastanesi'ne götürdüler. Bir hafta hastanede kaldım' dedi. Hastanede kendisine 'Terörist' denilerek ilgilenilmediğini söyleyen S.K., 'Gözümden ameliyat oldum. Gözüme plastik mermiden akan boya ve parçaları çıkardılar. Şu an göremiyorum. 10 gün geçti hala göremiyorum. Doktorlara sordum 'gözüm açılacak mı? diye. Onlarda bana 'bir iki ay sonra gel elimizden geleni yaparız ama şimdi yapılacak bir şey yok' diye konuştu.
'Artık yeter bu işkence'
S.K.'nın annesi Ayşe K., 'Biz de insanız. Biz de anneyiz. Bizimkiler de çocuk. Ne diye bilirim ki. Allah hakkımızı alsın. Artık yeter bu işkence. Biz hakkımızı istiyoruz, dilimizi istiyoruz. Başka da söyleyeceğim bir şey yok' şeklinde tepki gösterdi.
ERSİN ÇELİK - ADANA / DİHA

Wednesday, October 29, 2008

BAŞKAN BARZANİ İLE BUSH ARASINDA GEÇEN GÖRÜŞMENİN AYRINTILARI…

Barzani and Bush 29-Oct-08 [22:3]
PNA-Bugün Beyaz Saray’da bugün biraraya gelen Federal Kürdistan Başkanı Mesut Barzani ve ABD Başkanı George W.Bush, görüşme sonrasında basının önüne çıktı. İki lider özellikle Federal Irak ile ABD arasında görüşmekte olan güvenlik anlaşmasının imzalanmasının önemine vurgu yaptı.

Başkan Barzani’nin Irak’ın siyasi sürecindeki büyük rolüne dikkat çeken Bush, “Başkan Barzani, ikinci ziyaretinde de Beyaz Saray’a hoşgelmiştir. Her ne kadar ilk ziyaretinden uzun bir ara geçmişse de fakat sık sık telefon görüşmelerimiz olmuştur. Başkan Barzani’nin burada bulunması kendilerinin özgür Irak’ın gelişmesinde önemli rolün üstlenmesidir.”ifadelerini kullandı. Bush Başkan Barzani’ye “Sizin liderliğinize ve dostluğunuza teşekkürlerimi sunuyorum.” dedi.

Başkan Barzani ile bir çok önemli konuyu görüştüklerini belirten Bush, “Bunlardan Irak’ta seçim ve petrol yasalarının yanı sıra müzakere edilen güvenlik anlaşmasını konuştuk. Anlaşmanın imzalanması noktasında Başkan Barzani’nin verdiği güçlü desteğin bizlerce büyük bir önem taşıyor ve takdire şayandır.” açıklamasında bulundu.

Bush, Başkan Barzani’ye “şüphesiz sorunların çözümündeki rolünüzü büyük bir önemle karşılıyoruz. Tekrar bizi ziyaret etmenizi bizi gururlandırdı ve tekrar sizin liderliğinize ve dostluğunuza müteşekkirüm.” dedi.

Başkan Barzani de Başkan Bush’a, resmi davetinden dolayı teşekkürlerini sunarak, “Biz, genelde Irak halklarının özelde de Kürdistan halkının diktatörlükten kurtarmaya yönelik verdiğiniz tarihi kararınızın karşısındaki memnuniyetini iletmek için burdayız.” dedi.

Başkan Barzani, görüşmede, Irak’ta elde edilen önemli kazanımların göz önünde bulundurulması gerektiğine vutgu yaparak, “Burada bütün sorunların Anayasal çerçevede çözüme kavuşması gerektiği noktasında kararlıyız. Güvenlik anlaşması konusunda da sözkonusu anlaşmanın bütün Iraklıların çıkarına olduğuna inanıyorum. Şüphesiz bu anlaşmanın imzalanmasını destekliyoruz.” dedi.

Kanayan cumhuriyetin “gurur” bilançosu

Hükümetten Kürt meselesinde “sivil” arayış işaretleri gelse de, silahları susturacak kapsamlı bir plan yok

CESET BİLANÇOSU • Son 25 yılını kendisiyle savaşarak geçiren cumhuriyetimiz, ölü çocukların cesetleriyle övünüyor hâlâ…

turkish_army_police_pkk_archive Kanayan cumhuriyetin “gurur” bilançosu

YASEMİN ÇONGAR-Taraf

Derin bir nefes alın; yavaşça, anlamını düşünerek okuyun şu satırları:
“Kırsal alanda yürütülmekte olan teröre karşı mücadelenin dünyada bir başka örneği daha yoktur. 25 yıldır süren mücadelede terör örgütünün yaklaşık 50 bin civarında elemanını kaybettiği bilinmektedir. Bu terörle mücadele tarihinde güvenlik kuvvetleri tarafından elde edilen büyük bir başarıdır.”
Yüreğiniz burkulmadı mı?
Bir “başarı” bilançosu sunmanın gururuyla bu cümleleri sarf eden komutan bir an durup düşünse, ağzından çıkanı bir an yüreği duysa, onun da içi yanmaz mı dersiniz?
Bu bilançonun, vicdanı olan her insanı kahretmemesi mümkün mü gerçekten
***
Türkiye Cumhuriyeti bugün 85 yaşında.
Ve Türkiye Cumhuriyeti bu 85 yılın son 25 yılını kendi kendisiyle savaşarak geçirdi.
Öyle bir cumhuriyet ki bu bizim cumhuriyetimiz, vatandaşları çeyrek yüzyıldır birbirini öldürüyor.
Daha iyi bir hayatı silahla kurabileceklerini sanan Kürt çocukları ile onların karşısına sürülen eli silahlı Türk, Kürt, Laz, Çerkes... her kökenden çocuklarımız savaşıyor.
Dağa çıkıp kendisine “gerilla” diyen de, birkaç haftalık eğitimle “asker” olup karşısına dikilen de bu cumhuriyetin çocukları.
Her iki taraftakiler de, galibi olmayacak bir savaşı çeyrek yüzyıldır durdurmayan bu cumhuriyetin kurbanları.
Ve 85’inci yılında, bu cumhuriyetin kara kuvvetleri komutanı çıkıp savaşın bilançosunun sütunlarından birini “başarı tablosu” olarak sunuyor...
50 bin ölü Kürt çocuğu var o “başarı” sütununda.
Komutanın sözünü etmediği karşı sütundaysa, binlerce ölü Türk, Kürt, Laz, Çerkes... her kökenden çocuğun adı, bu cumhuriyetin şehitleri olarak yazılı...
İki sütundakiler bazen adaş, bazen kardeş, bazen kuzen, bazen mahalle arkadaşı, bazen hemşehri ve –istisnalar bir yana- hepsi aynı cumhuriyetin vatandaşı.
Ve cumhuriyetin kara kuvvetleri komutanı diyor ki, “25 yıldır süren böyle bir savaşın dünyada bir başka örneği yok.”
Bu “eşsiz benzersiz” savaşla övünmemizi istiyor adeta.
***
Bir utançla övünmeyi yüksek sesle reddetmedikçe biz; Orgeneral Işık Koşaner’in “büyük başarı” diye ilan ettiği ceset bilançosunu hep birlikte sorgulamadıkça; sivil-asker, Türk-Kürt hepimiz bu savaşın bir galibi olamayacağını kabullenmedikçe; silahları artık susturmak gerektiğini haykırıp bu haykırışın gereğini yapmadıkça daha nice çocuk ölecek bu topraklarda... Daha nice kuruluş yıldönümünü, için için kanayarak idrak edecek bu cumhuriyet...
Kanı durdurmak imkânsız değil oysa.
Dünyaya bakmamız bir başlangıç olabilir...
Başka ülkelerin iç savaşa, etnik çatışmaya son vermek için neler yaptığını inceleyip “eşi benzeri olmayan” halimizden kurtulmayı deneyebiliriz.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in İspanya’da ETA, Britanya’da IRA örneklerini incelediğini açıklaması; onun ve diğer hükümet üyelerinin “sivil” önlemlerden, “silahlı mücadele ve ceza hukuku dışındaki” olası adımlardan söz etmesi bir umut kaynağı...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de “silahsız” yöntemlere artık daha ılımlı baktığı fısıltısı bu umudu besliyor.
Akil adamların yardımıyla çözüm aranmasından; düz ovada siyaseti teşvik etmekten bahsedenler artıyor.
Gelin görün ki, biraz sorup sorgulayınca bu sözlerin bir beyaz gürültüden ibaret olduğunu anlıyorsunuz.
Hükümetin PKK’ya silah bıraktıracak, dağdakileri indirecek kapsamlı bir siyasi girişime hâlâ uzak olduğunu görüyorsunuz.
Yakın vadede ateşin kesilmesini sağlayacak kararlılığa ve cesarete sahip adımların planlandığına dair somut bir işaret gelmiyor Ankara’dan.
AKP’nin Kürt kökenli milletvekilleri her ne kadar bu adımların yakın olduğunu anlatsalar da bize; Başbakan’ın çevresinden Avrupa Birliği’nin öngördüğü demokratikleşme adımlarının hızlandırılacağını dinlesek de, gerçekten kapsamlı bir çözüm planının hazırlandığını göremiyoruz.
Kürtlerin kültürel ve sosyoekonomik mağduriyetlerinin bir ölçüde giderilmesini sağlayabilecek sınırlı birkaç politika önerisinden öte bir formül telaffuz etmiyor yetkililer.
Devletin içinde, Kürt meselesinin siyasi çözüme kavuşturulması gerektiğini bilen, barışın sağlanmasını samimiyetle isteyenler varsa bile, bunun gereğini yapacak cesarete sahip görünmüyorlar henüz.
Bize de, Türkiye Cumhuriyeti 85’inci yaşını  kutlarken, bugün birinci sayfamızda yaptığımız gibi “GAP cephesinde yeni bir şey yok” başlığını atmak düşüyor...
Çocuk cesetlerinin sayısıyla gururlanmamızın beklenmeyeceği cumhuriyet bayramlarını görmeyi diliyoruz sessizce...

Bu bir başka ilerleme!

ab2 İlerleme raporuna göre, dış politika, enerji, işkenceye sınırlama ve ifade özgürlüğü konusunda ilerleme var. İlerleme raporunun mantığına göre, Kürtler ile ilgili ilerleme olmazsa da önemli değil, zaten AB’ye göre de ‘PKK bölücü terör örgütü’.

AB Komisyonu’nun 5 Kasım’da açıklanması beklenen Türkiye ile ilgili ilerleme raporunda, işkence vakalarındaki artışa dikkat çekiliyor. Raporda, AB’nin PKK’ye bakışı tekrarlanarak, Türk devletinin kirli savaşı kutsanmaya devam ediliyor. AB Komisyonu’nun 85 sayfalık ilerleme raporunda, AB açısından Türkiye’nin stratejik öneminin arttığına işaret ediliyor. NTV’nin ulaştığı raporda, Türk devletinin dış politikası takdir ediliyor. Yeni hapishanelerin inşaatından memnuniyet duyularak, 301. madde ve Vakıflar Yasası’ndaki değişikilikler övülüyor. 64 sayfalık stratejik belgede ise Avrupa Komisyonu, üyelik müzakerelerinin yavaş ilerlemesinden diplomatik bir dille Türkiye’yi sorumlu tutuyor. Birliğin bundan sonra Türkiye’den reformlara ivme kazandırmasını talep ettiğini ifade eden stratejik belge, ifade özgürlüğü, azınlık hakları, demokratikleşme alanında mutlaka ilerleme kaydedilmesini talep ediyor. Bununla birlikte raporda özellikle enerji alanında Türkiye’nin öneminin arttığı belirtiliyor.
İlerleme raporundan bazı maddeler
İlerleme raporunda, Türkiye’nin üyelik müzakereleri ile ilgili şu ifadeler yer alıyor: “Halihazırda Türkiye AB ile 8 başlıkta müzakere ediyor. Türkiye ile AB arasındaki siyasi diyalog devam ediyor.” AB Komisyonu’nun Türkiye hakkındaki ilerleme raporundan bazı konu başlıkları ve detayları şöyle:
- AKP davasının sonuçlanma biçiminden memnuniyet, Ergenekon sanıklarının gözaltı sürelerinin uzunluğundan rahatsızlık duyuluyor. Anayasa reformuna yönelik olarak hükümetin vaatlerinin hayata geçmediği hatırlatılarak, Türkiye yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğu belirtiliyor.
- Malların serbest dolaşımında ilerleme kaydedilmiştir. Bazı ürünlerin Türkiye pazarına girmesi için teknik engeller bulunuyor.
- İşçilerin serbest dolaşımına yönelik uyum sınırlı kaldı.
- Sermayenin serbest dolaşımına yönelik sınırlamalar ekonominin bazı alanlarında devam ediyor.
- Şirketler hukuku konusunda kayda değer bir ilerleme kaydedilmedi.
- Sanayi sektöründeki fikri mülkiyette sorunlar devam ediyor. Ankara, AB’nin fikri mülkiyet alanında diyalog ve işbirliği teklifini cevapsız bıraktı.
- Kamu yardımlarının denetimi ve şeffaflığı konusunda hiçbir ilerleme sağlanmamıştır.
- Sigortacılık ve ek emeklilik alanlarında AB’ye uyum halen eksik kalmıştır.
- Geniş bant internet hizmetleri ve cep telefon şebekeleri alanında müktesebata uyum halen çok sınırlı kaldı.
- AB’nin Ortak Tarım Politikası ile uyum sınırlı ölçüde sağlanmıştır.
- Sabiha Gökçen Havaalanı’nda “veteriner denetim laboratuarı” henüz hizmete açılamadı.
- Türkiye, balıkçılık alanında AB müktesebatı ile uyum sağlamamıştır.
- Yol güvenliğini arttırmaya yönelik tedbir alınmalıdır. Demiryolu taşımacılığı alanında ilerleme kaydedilmemiştir. Havayolu taşımacılığı konusunda bölgesel işbirliği eksikliği bulunuyor. Kabotaj ve gemi kayıtlarına yönelik yönetmelik ise AB ile uyumlu değil.
- Enerji alanında rekabet ortamı sınırlı kalmıştır.
- Alkollü içeceklerin vergilendirilmesine yönelik olarak ithal içkiler ile yerli içkiler arasında ayrım devam ediyor. Aynı ayrım tütün ürünlerinde de uygulanıyor.
- Para politikaları alanındaki eksiklikler devam ediyor.
- Sendikal hakların sağlanması gerekiyor. Kayıt dışı istihdamla ve çocukların zorunlu çalışmasına karşı etkin şekilde mücadele edilmesi şart.
- Türkiye kapsamlı bir sanayi politikası veya eylem planı oluşturmadı.
- NABUCCO projesine destek verdiğini hatırlatan AB, bu projeyi 2010 yılında sonuçlandırmayı hedefliyor.
- Kırsal kalkınmaya yönelik olarak yetki ile donatılmış bakanlıkların da tayin edilmesi şart.
- Hakim ve savcıların atanmasına yönelik yeni düzenlemeler taraflı olarak yorumlanarak yargının bağımsızlığına karşı gelen düzenlemeler haline gelebilir. Rüşvetle mücadele alanında Türkiye, OECD’nin rüşvetle mücadele çalışma grubu olan GRECO’nun tavsiye niteliğindeki kararlarının üçte birini hayata geçirdi.
- Gözaltı süreleri esnasında veya resmi göz altıları dışındaki işkence vakalarında artış kaydedilmiştir. İşkencecilere yönelik adli veya idari takibatlarda eksiklikler bulunuyor. Gayri müslimlerin gayrimenkullerinin geri alımı konusu ile Aleviliğin tanınması konusunda eksiklikler devam ediyor.
- İfade özgürlüğünü sınırlayan yasal ve idari düzenlemeler de devam ediyor. LAMBDA gibi derneklerin kapatılması da AB düzenlemeleri ile tamamen uyumsuz.
- Anadilin eğitimi konusunda eksiklikler devam ediyor.
- Kadın hakları konusunda eksiklikler devam ederken, çocuk hakları kousunda da AB’ye uyum sınırlı oldu. Azınlık hakları konusunda da sınırlı ilerleme kaydedilmiştir.
- Sanayii atıkları ve sanayinin çevre kirliliği ile mücadele konusunda eylem sınırlı kalmıştır.
- Tüketicinin korunmasına yönelik olarak yasal düzenlemelerin ötesinde eylemde eksiklikler bulunuyor.
- Gümrük Birliği alanında bazı ilerlemeler kaydedildi. Türkiye ek protokolü hayata geçirmediğinden bu müktesebatı müzakere edemiyor. Sahtecilikle mücadele konusunda da eksiklikleri devam ediyor.
- AB, PKK’yi bir bölücü terör örgüt olarak niteliyor. Türkiye ile Irak sınırında PKK’nin eylemleri artış kaydetmiştir.
- Türkiye, AB’nin 124 adet dış politika açıklamasından 109’una katılmıştır.
- Mali kontrol alanında kısıtlı ilerleme sağlanmıştır.
HABER ÖTESİ: Yaşar Kemal haksız mı?


AB Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili ilerleme raporunda, AB’nin ikiyüzlü Türkiye bakışının tüm yönleri yansıdı.
Kürtlere, neredeyse balıkçılık sektörü kadar yer ayrıldı. PKK’ye hakaret edilerek, AKP’ye övgüler sıralandı.
Türkiye’nin dış politikası takdir edildi, Güney Kürdistan’ın bir yıldır evrensel normlar hiçe sayılarak bombalanması görmezden gelindi. İnsanların işkenceyle öldürüldüğü ülke Türkiye değilmiş gibi, AKP Hükümeti’nin ‘işkenceye sıfır tolerans’ politikasında ilerleme olduğu savunuldu. 20 milyon Kürdün anadilleriyle eğitim hakkı gayri müslimlerin taşınmazları kadar bile dikkat çekmedi.
Cezaevlerindeki tecrit ve insanlık dışı uygulamalara değinilmezken, yeni cezaevleri inşaatından memnuniyet duyuluyor.
Kısacası NTV’nin yansıttığı kadarıyla ilerleme raporunda minik ve incitici olmayan eleytiriler kocaman bir övgü ağının içine gizlenmiş.
AB bürokrasinin Türkiye şeflerinin Türk bürokratik elitiyle tam bir uyum sağladığı artık kaygıya yer bırakmayacak netliktedir. Türk resmi tezlerine ciddi bir itiraz sözkonusu olmadığı gibi Türk devlet terörüne uluslararası ehliyet veriliyor.
Büyük yazar Yaşar Kemal, bütün bunlardan dolayı haksız değil. Yaşar Kemal, üç hafta önce Neue Osnabrück gazetesine konuşarak, AB’nin bu yüzüne dikkat çekmişti. Yaşar Kemal’in neler söylediğini kısaca hatırlayalım:
Bir kaç yıl öncesine kadar üyelik fikri beni heyecanlandırıyordu. Ama şimdi bundan bir anlam göremiyorum. AB beni birey olarak hayal kırıklığını uğrattı. Genel olarak bakıldığında AB de savaş çığırtkanlığını yapan güçlerden farklı değildir. AKP’ye atfedilen ‘ılımlı İslam’ kelimesini duyduğumda bile saçlarım diken diken oluyor. Bu Amerikalıların bir icadıdır. ‘Ilımlı’ İslam diye bir şey yok, ılımlı din diye bir şey yok. İnsanın ya dini vardır, ya da yoktur. AKP’yi Türkiye’nin asıl ilerici gücü olarak değerlendiren Batılılara anlayış gösteremiyorum. AKP’nin Türkiye’yi daha iyi bir geleceğe götüreceği fikri bana göre tam bir saçmalık.

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Motosikletli infaz

cagdas_gemik Antalya’da motosikletli Yunus timi, Erzincanlı 18 yaşındaki Çağdaş Gemik’i(18) beylik tabancasıyla vurarak öldürdü. Polisin gerekçesi şu oldu: Dur ihtarına uymayınca havaya ateş ettim.

Antalya’da motosikletli polis, ‘dur’ ihtirına uymadığını iddia ettiği 18 yaşındaki motosikletli genci tabancayla vurarak katletti. İddialara göre, olay şöyle gerçekleşti; önceki gün motosikletli Yunus Timi’nden Polis M.E., Antalya’nın Yeşildere Mahallesi’nde, motosikletiyle giden iki gence ‘dur’ ihtarında bulundu. Motosiklet durduğunda, motosikletin arkasında duran ve kimliği açıklanmayan gencin indiği, motosikleti kullanan Çağdaş Gemik’in ise motosikleti hareket ederek kaçmak istedi ve bunun üzerine polis ateş etti.
Boynundan vurulmuş
Hastaneye kaldırılan gencin kurtarılamadığı, olaydan birkaç saat sonra polisin, gencin babasını karakola çağırarak, olaydan haberdar ettiği öğrenildi. Gemik’in Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsisinde, boynunun sol tarafından giren kurşun yüzünden öldüğü belirlendi.
Emniyet: Kasıt yok!
Antalya Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, olayın kasıtlı olmadığını savunarak, kontrol sırasında gencin ‘dur’ ihtarına uymaması nedeniyle vurularak öldüğünü bildirdi. Arslan, polisle ilgili adli ve idari soruşturma başlatıldığını, görevden uzaklaştırıldığını söyledi.
Havaya ateş etmiş!
Gemik’i vuran polis M.E, dün adliyeye sevk edildi. Cumhuriyet Savcısı Ümit Yaşar Özdemir tarafından sorgulanan polis, “Olası kasıtla insan öldürmek suçlaması”yla sevk edildiği nöbetçi mahkemece tutuklandı. Polisin ifadesinde, gençleri durmaları yolunda ikaz ettiğini, durmamaları üzerine havaya ateş açtığını söylediği öğrenildi.
Cenazesi cemevinde
Aslen Erzincanlı oldukları bildirilen inşaat işçisi Haşim ile ev kadını Sevgi Emik’in oğlu Çağdaş Emik’in cenazesi dün öğle saatlerinde Kızılarık Mahallesi’ndeki cemevine götürüldü. Baba Haşim Gemik, oğlunun cemivende yapılan cenaze töreninde sinir krizleri geçirdi. Çağdaş Emik’in ilköğretim okulu mezunu olduğu, zaman zaman bazı otellerdeki animasyon gösterilerinde folklor ekibinde yer aldığı, bir dönem de bir mağazada tezgahtarlık yaptığı kaydedildi.
ÇHD: Münferit değil
ÇHD Antalya Şubesi, cinayetin ‘münferit’ olarak nitelendirilmesinin inandırıcı olmadığına dikkat çekti. Açıklamada, “Çağdaş Gemik, 27 Ekim Pazartesi günü saat 15:00 sıralarında yani güpegündüz, mobileti ile seyir halinde iken, ‘dur ihtarına uymadığı’ gerekçesi ile katledildi. Bir ülkede bir hafta içerisinde üç yurttaş devletin emniyet güçleri tarafından öldürülüyorsa ve hala daha bu durum güvenlik görevlilerinin kişisel hataları olarak açıklanıyorsa bu hiç inandırıcı değildir” denildi.
İstifa çağrısı
Açıklamada, polis cinayetlerinin tesadüf olmadığının artık herkesçe bilinmesi gerektiği ifade edilerek, yaşanan ölümlerin ülkeyi yöneten siyasi irade tarafından geliştirilen yeni güvenlik konseptinin bir sonucu olduğu kaydedildi. Demokratik bir ülkede bu kadar polis cinayetinden sonra hiçbir Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı’nın görevine devam edemeyeceğinin vurgulandığı açıklamada, şunlara yer verildi: “Çünkü Mayıs 2007’de polise açıkça insan vurma yetkisi verilmiştir ve verilen bu yetkinin sonucu olarak bu ülkenin yurttaşları, sokaklarda, karakollarda, cezaevlerinde ölmektedir. Hükümet tüm kamuoyunun önünde halktan özür dilemeli ve başka cinayet işlememeleri için güvenlik güçlerini uyarmalıdır.”
ANTALYA YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

BAŞKAN BARZANİ, RICE VE CHENEY İLE BİRARAYA GELDİ

barzani rice ABD'de temaslarını sürdüren Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, ABD Dışişleri Bakanı Condooleezza Rice ile bir araya gelerek PKK'yi görüştü.
Mesut Barzani bugün ABD Dışişleri Bakanı Rice ile görüştü. Barzani görüşme sonrası yaptığı basın toplantısında PKK'nin de gündeme geldiğini belirterek, 'Her iki tarafın çıkarları doğrultusunda olumlu gelişmeleri tartıştık' dedi. Barzani, PKK konusunda nelerin görüşüldüğü konusunda detaylı bilgi vermedi.
Kürdistan Bölge Başkanı Barzani, Rice ile ABD güçlerinin Irak'ta gelecekteki varlığına ilişkin halen bir sonuç elde edilemeyen tartışmaları da ele aldıklarını belirtti.
Barzani, 'Stratejik anlaşma sonucu görüşmenin temel konusu oldu' diye ifade ederek, 'Anlaşma detaylı bir şekilde tartışıldı' açıklamasında bulundu. Barzani, BM'nin görev süresinin dolduğu 31 Aralık'tan sonra ABD askeri varlığına ilişkin Irak'ın hangi önerilerde bulunduğuna da açıklık getirmedi.
ANF


BAŞKAN BARZANİ, RICE VE CHENEY İLE BİRARAYA GELDİ: IRAK VE KÜRDİSTAN’IN DURUMU ELE ALINDI    

29-Oct-08 [9:45] PNA-ABD Başkanı George W.Bush’un resmi davetlisi olarak ABD’ye giden Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, ziyareti çerçevesinde dün, ABD başkan yardımcısı Dick Cheney ve ABD Dışişleri bakanı Condoleezza Rice ile ayrı ayrı görüştüğünü bildirdi.

Başkan Barzani’ye eşlik eden heyette bulunan Bölge Başkanlığı Divanı Başkanı Dr.Fuad Hüseyin, ziyaret konusunda Xebat gazetesine verdiği demeçte, Kürdistan Başkanı’nın ziyareti çerçevesinde dün, ABD başkan yardımcısı Dick Cheney ve ABD Dışişleri bakanı Condoleezza Rice ile ayrı ayrı görüştüğünü bildirdi.

Hüseyin, görüşmelerde genelde Irak’ın durumundan ve Irak’ın şuanki durumu ile Irak ve ABD arasında stratejik güvenlik anlaşmasından  basedildiğini kaydetti. 

Hüseyin, görüşmede, bölgenin ve Irak’ın geleceği ve Kürdistan’ın durumundan bahsedildiğini söyledi.

Görüşmede, Kürdistan halkı ile Amerikan halkı arasındaki ilişkilerden ve gelecekte ABD’nin Kürdistan halkı  ve Irak halkı karşısındaki duruşunun nasıl oalcağından  bahsedildiğini söyleyen Hüseyin, tarafların mevcut ilişkilerin  devam etmesi vurgusunda bulunduğunu söyledi.

Başkan Barzani’nin bugün ABD Başanı George W. Bush ile biraraya geleceğini söyleyen Hüseyin, başkan Barzani’nin ayrıca Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanı Stefan Hadley ve Washington Post gazetesinin yazarlarıyla toplanacağını bildirdi.

BAŞKAN BARZANİ, RICE VE CHENEY İLE

İHD: Adana'da işkence sokağa ve polis otosuna taştı

adanaiskence20ekim İHD Adana Şubesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik fiziki saldırıyı protesto amacıyla gerçekleştirilen gösterilere yapılan müdahalenin ardından çıkan olaylara ilişkin hazırladığı raporda, gözaltına alınanların, gözaltına alınma sırasında ve polis otosuna bindirilerek emniyete götürülürken işkenceye maruz kaldığı belirtildi. İHD Adana Şube Başkanı Ethem Açıkalın, son olaylarla işkencenin gözaltı birimlerinden sokaklara ve polis otolarına taştığını, kolluk güçlerinin uygulamalarının OHAL'i aratır boyuta ulaştığını söyledi.
Adana'da Kürtlerin yoğun yaşadığı ilçe ve mahallelerde düzenlenen eylemlere güvenlik güçlerinin müdahalesiyle çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralandı. Eylemlerin ardından çok sayıda kişi de gözaltına alındı. Geçtiğimiz 10 gün içerisinde yaşanan olaylara ilişkin İHD Adana Şubesi tarafından rapor hazırlandı. Raporda, avukatların, mağdur ailelerin derneğe yaptığı başvurular ve İHD yöneticilerinin mağdurlarla bire bir yaptığı görüşmelerde, Öcalan'a yönelik fiziki saldırı nedeniyle Adana'da yapılan eylemlere katıldıkları gerekçesiyle 19-20 ve 21 Ekim'de gözaltına alınanların büyük çoğunluğunun alınma esnasında ve polis otosuna bindirilerek emniyete götürülürlerken yolda dayak atıldığı ve işkenceye maruz kaldığının beyan edildiği belirtildi.
'Kayıt dışı işkence yapıldı'
Raporda, 'Gözaltına alınma esnasında kişilerin işkence ve kötü muameleye tabi tutulduklarını, polis otolarına bindirilerek gözaltı birimlerine götürülürlerken yolda polis otolarının içinde kişilere işkence ve kötü muamele yapıldı. Bu yöntemlerle kolluğun kişilere uyguladığı işkence ve kötü muamelenin kayıt dışı işkence ve kötü muamele işlemleri olduğunu, kayıt dışı işkence vakalarının bu yöntemle olduğunu daha önce defalarca belirtmiş olmamızın ne kadar haklı ve doğru olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir' denildi.
157 gözaltı, 26 tutuklama
Adana'da eylemlere katıldıkları iddiasıyla 157 kişinin gözaltına alındığının kaydedildiği raporda, '82 kişi 13-16 yaş arası çocuklardır. Tutuklananların sayısı 26. Bunlardan 13'ü 13-16 yaş arası çocuklardır' diye kaydedildi. Yüz yüze görüşülen mağdurların gözaltına alınma esnasında ve polis otolarında gördükleri işkencelerden dolayı vücutlarının çeşitli yerlerinde oluşan darp izlerinin tespit edildiğine işaret edildi.
Gözaltına alınanların tümünün vücudunda darp izi
Av. Çemşit Tabak, gözaltına alınanlar, tutuklananlar ve kötü muameleye maruz kalanlara ilişkin İHD'ye başvuruda bulundu. Av. Tabak, 20 Ekim'de yapılan eyleme katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan ve kendisinin de hazırlık soruşturmalarına katıldığı Songül Demir, Kemal Güven, Nevzat Toprak, Metin Bilgiç, Mehmet Celebi, Abdullah Bağ, Ümit Bayev (16), Resul Sekmen (16), Velat Yalçın (16), Müzeyyen Özdemir (16), Onurcan söylemez (16), Beritan Özdemir (15), Sedat Kaya (16), İbrahim Gönültaş (15), Mazlum Oral (16), Özcan Öcal (15), Meral Kaya (16), İlhan Demir (16), Şirin Akyüz (16), Leyla Özdemir (14), Mahir Özdemir (13), Devran Çankaya (13), Enver Alagaş (13), Ömer Demir (14), Ceylan Kutluk (14), İbrahim Sevim (13), Serhat Özer (13) ve Ahmet Yıldırım'ın gözaltına alınma esnasında darp edildiğini aktardı. Kötü muamele ve işkence gördüğü gerekçesiyle derneğe başvuruda bulunan kişilere de raporda yer verildi.
Rapor TBMM'ye taşınacak
İHD Şube Başkanı Ethem Açıkalın, HPG'nin Aktütün (Bêzelê) Karakolu'na saldırısının ardından asker ve polisin OHAL yasalarını talep ettiğini hatırlatarak, 'Tam da son iki hafta içinde kolluk gücünün uygulamaları yasalara gerek kalmadan OHAL'i aratır olmuştur. Şu soruyu sormak gerekiyor. Yetkileri kısıtlı olduğu halde bunlar yapılıyor ise, yetkileri olsaydı neler olurdu? Yoksa öldürmedikleri için mi hayıflanıyor?' diye konuştu. Adana'da yaşanan bu işkence vakalarına ilişkin hazırladıkları hazırladıkları raporu tüm kamuoyu ile paylaşacaklarını söyleyen Açıkalın, 'Bu raporu tüm ulusal ve uluslararası ilgili kurumlarla, TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na taşıyacağız. Komisyonu göreve ve incelemeye çağıracağız' dedi.
'Çocuklara atılan dayaklar yazılmadı'
Basında ve resmi yetkililerin, 'Çocukların eylemlerde kullanıldığını' öne sürdüğüne dikkat çeken Açıkalın, 'Kötü muameleye maruz kalanların yarısı 13-17 yaş arasıdır. Madem çocukların dostuydunuz ve onların oyun oynaması gerektiğini söylüyorsunuz ama bu çocuklar şimdi cezaevinde. Neden? Bu çocuklara atılan dayak, vücutlarındaki morluklar hakkında bir satır yazılmadı. Biz bu konunun kamuoyunda gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyoruz' diye kaydetti.
ERSİN ÇELİK - ADANA / DİHA