Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un gerçekleri çarpıttığını ve başarıyı 'kan dökmekte' aradığını kaydetti. Karayılan ABD-AKP-Ordu ittifakına dikkat çekerek tehlikeli bir sürecin tezgahlandığını söyledi.ANF'nin sorularını yanıtlayan Karayılan, yeni Türk Genelkurmay Başkanı'nın daha çok Başbakan gibi davrandığına dikkat çekerek,'İlker Başbuğ'un bu tutumu başbakanı, halkın oylarıyla seçilmiş hükümeti sollamadır, başka bir şey değildir' diye konuştu. Karayılan gerillanın gerilemediğini aksine, çok daha fazla yüksek bir eylem güçler olmasına rağmen kontrollü bir savunma savaşı stratejisini esas aldıklarını dile getirdi… Basbuğ gerçekleri çarpıtıyor Yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Kürt sorunuyla ilgili yeni bir konseptten bahsediyor. Yaptığı açıklamalarda hareketinizin bir kırılmayı yaşadığı, geçmiş yıllara oranla eylem düzeyinde büyük düşüş olduğu ve bir gerilemeyi yaşadığını dile getiriyor. Bu konuda siz ne diyorsunuz? » İlker Başbuğ gerçekleri çarpıtıyor. Hakikatleri gizlemeye çalışıyor. Madem ki süreç üzerinde bir hakimiyeti var, PKK'yi bütün yönleriyle incelemişse, yine '94 ve 2008 yıllarıyla ilgili rakamlar vererek, sonuçları ortaya koymaya çalışıyorsa o zaman 94'te yürüttüğümüz mücadele stratejisi ile şimdi yürüttüğümüz mücadele stratejisi arasındaki farkı da koyması gerekirdi. İlker Başbuğ çok aldatmacalı bir yöntemle hareketimizin yeni dönemde yürüttüğü 'Savunma Savaşı' gerçeğini göz ardı ederek, rakamlarla kamuoyunu yanıltmaya çalışmak istiyor. Böylece gerçeklerin üstünü örtmek, Türk ordusunun başarısızlığını gizlemek istiyor. Biz bir özgürlük hareketiyiz. Kürt toplumunun demokratik ulusal hakları uğruna yola çıkmış bir hareketiz. Bizim esas mücadele anlayışımız siyasal mücadele ile toplumsallaşma anlayışıdır. Biz hiçbir zaman silahlı mücadeleyi bir amaç olarak ele almadık. Sadece bu çerçevede hareketin düzeyini ölçmeye kalkışmak kişiyi doğru sonuçlara götürmeyeceği gibi gerçekleri gizlemektir. Siyasal mücadelenin toplumsal düzey kazanması 'Esas mücadele anlayışımız siyasal mücadele ile toplumsallaşma anlayışıdır' diyorsunuz, bunu biraz açabilir misiniz? »Biz daha önce silahlı mücadele yürüten bir harekettik. Kürdistan'da 1984!ten 99!a kadar süren on beş yıllık bir silahlı mücadele dönemi yaşanmıştır. Bu silahlı mücadelenin stratejisi 'Uzun Süreli Halk Savaşı' stratejisiydi. Ancak Önderliğimizin geliştirdiği yeni paradigma temelinde bizim silahlı mücadele ve genelde toplumsal mücadeleye olan bakış açımız çok köklü bir değişimi yaşamıştır. Biz şimdi klasik silahlı mücadele vermiyoruz. Biz 'Meşru Savunma Stratejisi' temelinde bir mücadele yürütmekteyiz. Meşru Savunma Stratejisi ne demektir? Meşru savunma çizgisine dayalı demokratik siyasal mücadele stratejisi demektir. Bizim için esas önemli olan ideolojik ve siyasal mücadelenin toplumsal düzey kazanmasıdır. Toplumun bu çerçevede örgütlü hale getirilmesidir. Biz buna hizmet eden, meşru savunma anlayışını esas alıyoruz. Yani 94'teki gibi yoğun bir savaş ve saldırıyla 'Kurtarılmış Alanlar' yaratma taktiği yerine Meşru Savunma Savaşı temelinde siyasal demokratik mücadelenin geliştirilmesi stratejisini geliştiriyoruz. Bunun için biz çok yoğun eylem yapmak durumunda değiliz. Mevcut durumda yürüttüğümüz savaş bir savunma savaşıdır, kontrollü bir savaştır. Biz savaşın çok yaygınlaşmasına dönük herhangi bir çaba içinde de değiliz. Olması gerektiği kadar eylemle yetinmekteyiz. 'Kontrollü bir savunma stratejisi izliyoruz' »Türk genelkurmaylığı adeta 'Neden daha fazla savaşmıyorsunuz?' derecesine bir tahrik üslubunu kullanıyor ve aynı zamanda bilinçli bir çarpıtmayla gerçekleri kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. Bizim şuanda kontrollü bir savaşı yürüttüğümüzü gizlemeye çalışıyor. Mademki PKK'yi o kadar inceliyorsun bunu da söylemelisin. Açık ki gerçekleri çarpıtma tutumundan dolayı buraya değinmiyor. İşte 1994'te 6000 küsur olay olmuş, 2008'de 1100 küsur olay olmuş diyerek, eylemlerde bir düşüşün olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Bundan hareketle bizim bir kırılmayı yaşadığımızı, eski eylem gücünün kalmadığını ifade etmeye çalışıyor. Bu tamamen gerçeklerin ters yüz edilmesidir. Bizim şuanda çok daha fazla yüksek bir eylem gücümüz olmasına rağmen kontrollü bir savunma savaşı stratejisini esas alıyoruz. Ama esas olarak Kürdistan'ın dört parçasında bugün Önder Apo'nun görüşleri çerçevesinde yürütülen ve büyümekte olan bir ulusal demokratik mücadele söz konusudur. Şu gerçek ki Kürdistan'da Önderliğimizin çizgisi daha güçlü bir çizgidir. Hareketimizin siyasal etkisi daha fazla büyümüştür. '94'te 2 bin, Son 4 Yılda 800 Kaybımız Var' »Örneğin, sekiz yıl önce Doğu Kürdistan'da mücadele diye bir şey yoktu. Ama bugün Kürdistan'ın dördüncü büyük hareketi Apo'cu çizgide mücadeleyi yürüten bir düzeyi vardır. Yani PKK hareketinin bir büyümeyi yaşadığı, bunun karşısında Türk ordusunun başarısız kaldığı, uluslar arası komplonun sonuç almadığı gerçeğini örtemezler. En son gerçekleşen PKK 10. kongresinin yakaladığı düzey bunun açık göstergesidir. PKK hareketi kendisini yenileyebilen, ideolojik-siyasal doğrultusunda büyümeyi yaşayan bir harekettir. PKK'nin meşru savunma çizgisinde yürüttüğü demokratik siyasal mücadeleyle, savunma savaşını nitelikçe ileri düzeye çıkaran bir performansı yakaladığını gizleyemezler. Rakamlar vererek, sanki kendileri bir başarı kazanmış, biz ise bir küçülmeyi yaşamışız gibi göstermeye çalışmak, gerçekleri çarpıtmaktır. Biz bugün klasik gerilla savaşını yürütmüyoruz, biz silahlı mücadeleyi de yürütmüyoruz. Sadece ve sadece gelişen imha hareketlerine karşı Kürdistan özgür gerillası kendisini savunma tutumunu sergilemektedir. Bunu yüksek bir başarı ve manevra kabiliyetiyle ustalıklı bir biçimde gerçekleştirdiği ortadadır. Madem rakamlar karşılaştırılıyorsa o zaman 94'teki kayıplarını da vermelidirler. 94'te bizim de kayıplarımız vardır. Sadece 94'teki kayıplarımız 2000 civarındadır. Ama 2004'ten bu yana dört buçuk yıllık savunma savaşında sekiz yüz civarında kaybımız vardır. Bu sonuç Kürdistan özgürlük gerillasının daha az kayıpla nitelikli bir savunma savaşını verecek bir düzeyi yakaladığını göstermektedir. Bu da pratikte yüksek bir başarı oranının gösterilmesi demektir. Bunun karşısında Türk ordusunun bütün çabalarına ve kullandığı yüksek teknolojiye rağmen istediği sonucu alamadığı da açık ortadadır. Siz yaşanan çatışma düzeyinin geçmişten farklı bir stratejik yaklaşımdan kaynaklandığını belirtirken, Genelkurmay Başkanı bunu hareketinizin kırılması olarak yorumluyor. Bir anlamda şiddet yöntemleriyle Kürt özgürlük hareketini zayıflattıklarını ifade ediyor. Bu yaklaşım devletin önümüzdeki süreçte şiddet politikalarında ısrar edeceğine mi işaret ediyor? İlker Başbuğ'un iş başına gelmesiyle birlikte geliştirdiği temaslar, yürüttüğü çabalar Kürdistan'ı baştanbaşa dolaşması, konuşmaları, eğilimi ve çabası gösteriyor ki Kürdistan üzerinde yeni bir plan, yeni bir saldırı dalgası geliştirilmek isteniyor. Bunun alt zeminini hazırlamak için basın-yayın organlarıyla, çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkiler geliştirilmekte, zemin oluşturulmaya çalışılmaktadır. İlker Başbuğ Kürdistan'da yeni bir katliam sürecini geliştirmeyi tasarlamaktadır. Bunun görülmesi gerekiyor. Yirmi beş yıllık mücadele dönemi şu gerçeği ortaya koymuştur; şiddetle, inkâr ve imha politikasıyla Kürt sorunu çözülemez, PKK'nin öncülüğündeki direniş bastırılamaz. Bu ortaya çıkmıştır. 'Şiddetle sonuç alamayacaklar' » Şimdi rakamlar vererek, çeşitli senaryolarla kamuoyunu yanıltarak, işte 'kırılma noktasına gelinmiş, bir hamleyle artık sonuç alınabilecek bir durum söz konusu, haydi topyekun bir savaş yürütelim, demek istemektedir. Bu bir yalandır. Daha önce de çoğu kez topyekun savaş naralarıyla birçok genelkurmay ortaya çıktı. Kan dökmekten başka bir sonuç elde ettiler mi? Hayır! Şimdi İlker Başbuğ da aynı şeyi yapmak istiyor. Bu bir aldatmacadır. İstedikleri kadar şiddet yöntemine başvursunlar. Bununla sonuç alamayacakları açıktır. Bugün Kürdistan Özgürlük Hareketi, Halk Savunma Güçleri artık baskıyla, şiddetle geriletilecek durumu çoktan aşmıştır. Kürdistan özgürlük gerillası her koşul altında kendini savunabilecek güç ve kabiliyettedir. İstenilirse savaş tırmandırılabilinir. Ama biz artık savaşın tırmandırılmasını değil, dengeli bir biçimde ve savunma anlayışı çerçevesinde yürütülmesini ön gördüğümüz için bu düzeyde tutuyoruz. Elbette ki onlar topyekun bir yönelimi Kuzeyde, güneyde her yerde yaygınlaştırırlarsa o zaman hareketimiz ve halkımız da buna karşı daha kapsamlı bir direnişle cevap verecektir. Son iki ayda Kürdistan özgürlük gerillasının Dersim'de, Botan'da, Erzurum'da, Karadeniz'de, Amanos'ta, Zağros'ta ve Serhat'ta, yani ülkenin dört bir yanında göstermiş olduğu performans çok önemli bir sonucu ortaya koymaktadır. Şimdi Genelkurmay Başkanlığı bunu doğru değerlendireceğine, bu eylemlerin başarı düzeyi neden yükseldi, neden sonuçsuz kalıyoruz, diyerek daha gerçekçi bazı politika ve yöntemler üzerinde derinleşeceğine, eski klasik, inkâr ve imha siyasetini allandıra-ballandıra yeni bir şeymiş gibi yutturmaya ve herkesi ortak etmeye çalışmaktadır. Açıkça şunu söylemektedir; 'Kan dökeceğim, siz de gelin benim bu kan dökmeme ortak olun.' Tehlikeli bir süreç tezgahlanıyor ABD Genelkurmay Başkanı ile yapılan görüşmeler fazla kamuoyuna yansımadı, çeşitli değerlendirmeler oldu. Türk devleti yeni genelkurmay başkanının ilan ettiği konsepte ABD'den destek buldu diyebilir miyiz? » Esas olarak bir uzlaşma durumu söz konusu. Hareketimize karşı öncelikle ordu ile AKP'nin anlaştığı görülmektedir. Arkasına bu ittifakı alan Başbuğ kendini güçlü göstermeye çalışıyor. Ama anlaşılıyor ki en son Amerika Genelkurmay Başkanı Michael Mullen'in mesajlarından oldukça cesaret almışlar. Zaten bu son birkaç gündür sınırlarda bir askeri hareketlilik de söz konusudur. Kısaca tehlikeli bir sürecin tezgahlanmakta olduğunu söylemek mümkündür. Fakat hareketimiz ve halkımız bu tür süreçleri önceden de görmüştür ve özellikle bu dönemde bu yönlü olası yönelimleri boşa çıkarabilecek, onu tersine çevirerek, mücadeleyi yeni bir aşamaya taşıyacak güç ve kararlılıktadır. PKK 10. kongresi bu kararlılığı ortaya koymuştur. Bu güç ve kudrette olduğunu göstermiştir. Artık gelinen noktada Türk devletinin inkâr ve imha siyasetine dayalı her tür ideolojik, siyasal, toplumsal ve askeri saldırısı başarısızlığa mahkumdur. Kürt halkı kararını vermiştir. Hiç kimse ve hiçbir kuvvet Kürt halkına bu doğru ve haklı davasında geri adım attıramaz. Hiçbir yönelim biçiminin bu gücü olamaz. Bizdeki kesin kararlılık ve başarı ruhu her türlü yönelimi boşa çıkarmaya ve dönemi mutlaka başarılı bir biçimde cevaplamaya yetecek düzeyde imkanlara sahiptir. Bunu denemek isteyenler pratikte göstereceklerdir. Fakat bizim esas tercihimiz bu biçimde çatışmanın tırmandırılması değildir. Bir arada yaşama koşullarını aramak ve demokratik çözüm kapısını sürekli açık tutmak kaydıyla saldırılara karşı güçlü bir savunma savaşını hazırlanma durumumuz vardır. Ve biz önceden denenmiş, defalarca tekrarlamış kan dökmekten başka bir sonuç vermeyen politikalardan vazgeçilerek, siyasal demokratik yöntemlerle çözümün tek çözüm yöntemi olduğunu bir kez daha vurguluyoruz. Kerkük konusunda baskı süreci Türk devleti bir süredir Güney Kürdistan federe hükümetine dönük ılımlı açıklamalar yapıyordu ama yeniden bir sertleşme yaşanıyor. Yeni Genelkurmay Başkanı resmen suçlamalarda bulundu. Güney Kürdistanlı Kürtler arasında esen ılımlı rüzgar sona mı eriyor? » Daha önceki konuşmalarında 'PKK'ye yardım eden herkes hedeflenecektir' demişlerdir ve bunu defalarca söylemişlerdir. Şimdi de 'Peşmergeler yardım ediyor' diyerek onlar da hedefimizdir demek istiyorlar. Bu da korkutma ve sindirmeye dönük bir çabadır. İlker Başbuğ'un yapmak istediği eskiden beri yapılanı bir kez daha yapmaya yönelmektir. Yani sadece kuzeyde şiddet ve bastırmayla sonuç almakla yetinmiyor, aynı zamanda güneye dönük de baskı, tehdit ve şiddet yöntemiyle sonuç almak istiyor. Kerkük konusunda bir baskı süreci Kürtlere dayatılmış bulunmaktadır. Şimdi Türk ordusu bu baskı sürecini fiili tehdide dönüştürmek istediği için dil değiştirmiş bulunmaktadırlar. Buna da yine gerillaya yardım ediyorlar biçiminde gerekçeler gösteriyorlar ama esas olarak güneydeki yerel hükümeti baskı altına alarak, Kerkük2te istediği sonucu almak için Kürtlerin sessiz kalmasını, taviz vermesini sağlamak istiyorlar. Aslında İlker Başbuğ'un bu sözü son dönemde Kürt cephesinden gelen Kerkük'ü pazarlık konusu yapmayız, dış güçler ellerini Kerkük'ten çekmelidir, biçimindeki açıklamalara dolaylı bir cevaptır. Yoksa güneydeki pozisyonumuzda ve dengeler durumunda bir değişiklik yoktur. Ama durup dururken Türk genelkurmayının ağız değiştirmesi güneylileri tehdit etmesinin nedeni Irak'ta ve Kerkük çerçevesinde gelişen süreç üzerinde etkili olmak istediği içindir. Başbuğ, başbakan gibi davranıyor Başbuğ başta basın olmak üzere çeşitli çevrelerle toplantılar yaparak, kendisini yenilikçi göstermeye çalışıyor. Ayrıca Türk basını da yeni bir yaklaşım sunuyormuş gibi her fırsatta övgüler diziyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? » Hayır bir yeniliği temsil etmiyor. Zaten 'Biz eski kararlarımızda herhangi bir değişikliği yaşamamışız' diyor. 94'te Doğan Güreş de bütün gazetecileri, bütün yayın organlarını toplayarak, aynı şeyi söylemişti. O zaman da 'Sizler bir milli maç gibi tarafımızı tutmalısınız, siz de buna katılmalısınız' demişti. Şimdi de üzerinden on dört yıl geçmiş ama aynı şeyler bir kez daha tekrarlanmaktadır. Bir de İlker Başbuğ'un edası bir başbakanlık edasıdır. Yani Türkiye'yi genelkurmay başkanı mı yönetiyor yoksa başbakan mı yönetiyor, sorusu çok bariz bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Sergilenen tablo adeta 'Seçilmiş başbakan göstermelik işler yapar, ülkenin esas stratejik karar ve işlerini bizler yaparız' görüntüsüdür. İlker Başbuğ'un bu tutumu başbakanı, halkın oylarıyla seçilmiş hükümeti sollamadır, başka bir şey değildir. Ordu siyaset sahnesine resmen çıktı » Resmen ordunun siyaset sahnesine çıkışıdır. Bu bir müdahaledir. Artık kalıcılaşmış bir biçimde Türk ordusunun rejim içindeki stratejik konumunu ve yönlendiriciliğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu Türkiye'nin en büyük handikabıdır. Bugün gündemi belirleyen resmen belirleyiciliğini de söyleyen bir güç var ortada. Zaten haftalık toplantılar yapacağını da söylemektedir. O zaman ülkeyi bu yönetiyor, gerçek yönetici zaten kendileridir. Bana göre İlker Başbuğ'un yaptığı şey daha önce örtülü, dolambaçlı yapılan şeyleri açıkça yapması ve ortaya koymasıdır. Bunun da öyle ayıplanacak yanı yoktur. Aslında Türk devletinin gerçekliği böyledir. Bu noktada Türk basın-yayın organlarının çifte standartlı yaklaşımları, genelkurmayın bu biçimdeki bir müdahalesini ballandıra ballandıra anlatması, doğal görmesi, onaylaması handikabın öbür yüzüdür. Neredeyse alkışlayacaklar, işte bizi sıcak ve iyi karşıladılar, diyerek anti demokratik bir tutumu bu kadar normalleştirerek, topluma empoze etmeye çalışıyorlar. Ama aynı basın Türkiye'nin geleceğinin belirlenmesinde önemli yeri olan, Kürt sorunuyla alakalı DTP davasına o kadar değinmemiştir. DTP'nin kapatılması veya kapatılmaması durumu Türkiye için bir yol ayrımıdır. Türkiye'nin Kürt sorununa nasıl yaklaşacağının belirleneceği önemli bir noktadır. Durum böyle olmasına rağmen Türk basını hiç oralı bile olmamıştır. Ama katliam ve şiddetle bu iki yüz yıllık sorunu çözeceğini söyleyen bir askerin etrafında fır dönmektedirler. Oysa yeni bir şey de söylememiştir. Yirmi beş yıldır söylenen şeyleri orada farklı kelimelerle tekrar etmektedir. O sözlerin hangisi yenidir? Neyi vaat ediyor? 'Savaş' diyor, 'Ezeceğiz, yok edeceğiz,' diyor. Kürt toplumunu da artık savaşla yok etme yöntemleriyle bastıramayacakları açık ortadadır. Bu anlamda Türk basın-yayın organlarının bu biçimde sürece iştirak etmeleri suç ortaklığıdır. Doğru-dürüst bir eleştiri yapılmaması, bunun normal görülmesi hem de topluma güzelleştirerek aktarma çabaları tam bir suç ortaklığı durumudur. Anti demokratik bir rejim anlayışına katılım gösterme, Kürt halkının imha ile yok edilmesi, özgürlük davasının bastırılmasına tam bir katılım gösterme durumudur. Bu kendileri açısından üzerinde durulması gereken bir sorundur. Türkiye'de egemen basının bu anlayışı esas sorunların ana kaynağını teşkil etmektedir. Egemen basının demokratik siyasal yöntemlerle Türkiye'nin tüm sorunlarının çözüm çerçevesini göz ardı etmesi, bunun yerine inkâr ve imha yaklaşımının sözcülüğünü yapması Türkiye'nin en ciddi problemidir. 'DTP'yi kapatmakla mücadeleyi geriletemezler' Göründüğü kadarıyla Türk basını ağırlıklı olarak DTP'nin kapatılmasından yana bir tutum sergiliyor. Genelkurmay'ın brifingi sonrası bu tutumu daha bir göze çarpıyor. DTP kapatılacak mı? Kapatılması süreci nasıl etkiler? » DTP'yi kapatmakla Kürt halkının özgürlük mücadelesini geriletemezler. Sadece siyasal demokratik kanalları kapatarak, sürecin daha sancılı bir kulvara doğru evrilmesine hizmet etmiş olacaklar. Kürt halkı özgürlük mücadelesi ve iradeli bir halk olma tutumu konusunda kararını vermiştir. Türkiye'nin sınırları içerisinde ortak, eşit özgür yaşam çizgisi doğrultusunda sorunu demokratik yöntemlerle çözmek istiyor. DTP'nin kapatılması böyle bir sürecin önünün kesilmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla Kürt toplumu da özgürlük mücadelesini daha değişik kanal, yol ve yöntemlerle daha üst bir aşamaya taşımanın çabası içerisinde olacaktır. Önder Apo'nun barış çağrıları, DTP'li yöneticilerin barışçıl çaba ve mücadelesi cevapsız bırakılırsa ve Kürt halkının barışçıl bir arada yaşama istencinin önüne geçilirse Kürt halkı da farklı yol ve yöntemlerle özgürce yaşama imkanlarını geliştirme olanaklarını değerlendirmeye çalışacaktır. Bu konuda Kürt halkı çözümsüz değildir. Değişik seçeneklere sahip bulunmaktadır. Sorun bir tercih sorunudur. Bütün ısrarlara rağmen Türk devleti ezme seçeneğinde ısrar ederse o zaman Kürt halkı da değişik seçenekleri doğal olarak düşünecektir. Bunu herkesin bilmesi gerekmektedir. Tezkere, tehdit ve şantaj politikası Cemil Çiçek hükümet olarak orduya sınırötesi harekat yetkisi veren tezkerenin süresini uzatacaklarını resmen açıkladı. AKP ve Türk ordusu gerek içte gerek bölge düzeyinde bu tezkere ile neleri hedefliyor? » AKP hükümetinin bir çırpıda tezkereyi yeniden uzatma kararı bir kez daha AKP'nin Kürtler için CHP'den, DYP'den ve daha değişik düzen partilerinden herhangi bir farkı olmadığını ortaya koymuştur. Kürt halkını iradesizleştirme, bastırma, katliamla teslim alma politikasının bir uygulayıcı gücü olduğunu böylece göstermiştir. AKP, inkâr ve imha politikası temelinde Kürt düşmanı politik yelpazenin uygulayıcı gücü durumundadır. Ama halkımızın dini duygularını kullanarak, Kürtlere sıcak mesajlar vererek, bir aldatmacayı oynamıştır, bu oyun da artık bitmiştir. AKP'nin böylece gerçek yüzü de açığa çıkmıştır. Hiçbir zorlama altında olmamasına rağmen tezkereyi bir yıl uzatma kararı AKP'nin bu gerçekliğini bir kez daha ortaya koymuştur. O Kürt halkının ezme politikasının, iradesizleştirme siyasetinin baş aktörü olmaya çalışarak, orduyla uzlaşma, bu temelde devletle iç içe geçme kararını vermiştir. AKP demokrasiyi, uzlaşmayı, emekçi kesimlerle, Türkiye'deki farklı çevrelerle, Alevilerle, Kürtlerle uzlaşı siyasetini değil, orduyla, derin devletle uzlaşarak iktidar olmayı önüne koymuş bir siyasi anlayıştır. Ergenekon'a yaklaşımında da bu temel anlayış geçerlidir, tezkereye yaklaşımında da bu temel anlayış geçerlidir, günlük siyaseti yönlendirmede de bu temel anlayış geçerlidir. Bu demokratik siyaset ve toplumla uzlaşma değil, sistem içindeki egemen güçlerle uzlaşarak, onların iktidarcı, katliamcı politikalarının bir uygulayıcı gücü haline gelerek, iktidar olma çabasıdır. Amaçları ve istemleri budur. AKP ve ordu bu tezkereyle Kürt halkına karşı uygulanmakta olan tehdit ve şantaj politikasını sürdürmeyi amaçlıyor. Özellikle Güney Kürdistanlı güçleri tehdit altında tutma, böylece birbirine karşı kullanma politikasına zemin yaratma amacıyla da bu tezkere uzatılmaktadır. Şunu herkesin iyi bilmesi gerekiyor, bu tezkereyi çıkarmakla Türk devleti ve ordusuyla hemen kapsamlı saldırılar geliştirerek, oraya buraya el atmayacaklardır. Öyle bir gücünün olduğu da kuşkuludur. Zap örneğini unutmayalım. Yine şuanda Kuzey Kürdistan'da gerillanın geliştirdiği eylemsellik karşısında ordunun başarısızlığını göz ardı edemeyiz. Bu durumdaki bir gücün öyle çok etkili yönelimleri yapacağını düşünmek doğru değildir. Hiçbir zaman düşmanı, karşı tarafı küçümsememek gerekiyor ama gerçeklik de ortadadır. Esasında bölgesel dengelerdeki konumunu kullanarak, ABD'den aldığı destek, bölge güçlerinden aldığı destekle belli bir pozisyonda durma ve sağı-solu tehdit etme siyasetini daha fazla geliştirmek istiyorlar. Özellikle Irak konusunda, Kerkük konusunda ve Kürt özgürlük mücadelesi konusunda tehditvari bir siyasi anlayışı geliştirerek, Güney Kürdistanlı siyasetçileri etkilemek, böylece amaçları doğrultusunda kullanabilecek bir zemini yaratmak istiyorlar. Açıkçası yeniden Kürtler arası bir iç çatışmayı politikalarının ana merkezine almış bulunuyorlar. Bu tezkerenin bir yıl daha uzatılmasının en temel amaçlarından biri hatta esası budur. Hem Kürtler arası çatışma yaratmak amacıyla etkili bir pozisyonda durmak, bir tehdit gücü olmak, hem de Kerkük'ün Kürdistan'a bağlanmaması noktasında daha etkili bir askeri baskı düzeyini geliştirmek, yine Kürtlerin Irak siyasetinde daha da daraltılması noktasında amaçlarına ulaşmak için bu tezkerenin uzatılması öngörülmüştür. Yani tezkere daha çok Güney Kürdistanlı güçleri etkilemek, Irak politikasına yön vermede etkili bir pozisyon almak ve bu temelde Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü saldırgan politikasına daha yetkin olanaklar sağlamak amaçlıdır. Türk devleti geliştireceği katliam politikalarının zeminini böylece oluşturmak ve bu anlamda kendi konumunu pekiştirmeye dönük bir kararlaşma içine girmiştir.BEHDİNAN /ANF www.gundemonline.org |
0 Yorum:
Post a Comment