84 yaşındaki Güllü Nine çözümü buldu MİNE ŞENOCAKLI-Vatan Bu ateşi tek başına ne iş ne aş söndürür! İKİ gün boyunca köşe bucak bir çözüm aradım Diyarbakır’da... Onlar, yıllar boyunca çözüm bekleyip durmuş. Umutları iyice azalmış ama tükenmemiş. Tek bir istekleri var, tünelin ucunda bir ışık görmek... Ne iş, ne aş tek başına bir çözüm değil, kanı durdurmak için onlara göre... HÜKÜMETİn bir an önce diyaloğa girip, birikmiş tüm sorunları masaya yatırmasını bekliyorlar. Muhatapları da masaya davet ederek... Muhatap kim mi? 84 yaşındaki Güllü Nine veriyor adresi: “Tayyip Erdoğan ile Ahmet Türk bir araya gelirse çözer bu meseleyi!” Sonbahar hüzün getirir diye bilirim, o İstanbul’a özgüymüş. Hüznün sokak köşelerinde iktidar olduğu bu kentte ise sonbahar, sanki ilkbahar... Hava ’kalaylanmış’ gibi berrak, tertemiz. Günbatımında, gökyüzünde mordan turuncuya bir renk seli... Ama bu güzel kentte kimse gökyüzüne bakmaz olmuş. Herkes, tozlu kaldırımlara bakıyor konuşurken bile. Korku dağları bekler buralarda, onu zaten bilmeyen yok, ama aynı korku kentin ana caddesinde de... Can korkusu değil caddedeki, ama dillere kelepçe vuruyor çoğunlukla. Hele ki mesele terör olunca... Terörün tarifini, korku yaratmak diye öğrettiler bize okulda, ama Diyarbakır’da terörün onlarca anlamı var hissettiğim kadarıyla... Açlık, yoksulluk, işsizlik, baskı, geleceksizlik, ana dilini konuşurken bile tedirgin olmak... Ama en beteri ’umut’ denen sözcüğün ne Türkçesi ne de Kürtçesi kalmış! TV ekranlarında Kürt meselesine çözüm arayanların bol keseden atıp tuttuğunu hatırlıyorum, işsizlerin sokakları doldurduğu Diyarbakır’da... Gelin de burada atıp tutun, bir sigara parası bile olmayan gençlerin yanında! Sanmayın ki, demek istediğim iş ve aş olursa bu mesele çözülür. Kimse karın tokluğuna ana dilini unutmuyor ki! Nerede görülmüş karnı doyunca insanın politikadan uzaklaştığı? 'Hangi taraf haklıysa Allah ona yardım etsin!’ Diyarbakır’da çok konuştuk, işsizlikten, yoksulluktan, yaşlısıyla genciyle, minicik çocuğuyla... Yoksulluğu görmemek için zaten insan olmamak gerek! Üstelik daha kara kış bastırmamış... Polis otobüsünün taranmasından bir hafta sonra gittik bu kente, ‘Bu soruna bir çözüm ışığı var mıdır?’ diye... Cenazelerin düğünlere fark attığı bir kentte, boşuna aradık ışığı. Işık olur mu, ölümün bu kadar çok konuşulduğu bir yerde? Bir sokaktayız, onlarca insanın halay çektiği... Her şeye rağmen evlenen genç bir çiftin düğünü... Yanaşıyoruz... Hemen gazeteci olduğumuzu öğrenmişler, İlker’e demiş ki bir genç, “Siz şimdi beş polis öldürüldü, bunlar düğün yapıyor, diye yazarsınız!” İlker üzgün, gelip uyarıyor beni, “Çok üstlerine gitme, olay çıkabilir” diye... Hiçbir şey olmuyor! Önce damatla konuşmayı deniyorum, ama düğün dernek heyecanı pek bir şey söyleyemiyor. Doğru adres, düğünün yaşlıları. Evlerinin önünde bağdaş kurmuş çorap örüyor iki teyze. Ana-kızmışlar... Anne Güllü Adıyaman 84 yaşında, kızı Ayşe 66’sında! ‘Yeter artık, Allah’u Teala bu ateşi söndürsün!’ Mahallenin Ayşe Teyzesi’ne soruyorum, “Kürt-Türk bir arada yaşayamaz mıyız biz?” “İnsanlık olursa, kardeşlik olursa tabii ki yaşarız be kızım” diye başlıyor söze. Görmüş geçirmiş, Anadolu mozaiğinde yaşamış Ayşe Teyze “Diyarbakır Suriçi’nde yıllarca Türk, Ermeni, Süryani, Yahudi komşularımla bir arada yaşadım. Bugünkü gibi bir şey görmedim. Allah hepimize yardımcı olsun. Hangi taraf haklıysa, Allah ona yardım etsin” diyor. Hangi taraf haklı? Cevabı siz çıkarın “Şimdi, ağzım da kapalıdır, kulağım da kapalıdır!” Peki nasıl çözülür bu mesele? Ben tam bu soruyu sormuşken, balkondan genç kızlar uyarıyor annelerini, “Artık konuşma!” Ama söz Ayşe Teyze’ye geçmiyor, öyle bir laf söylüyor ki insanın içi acıyor: “Bu meseleyi bir tek Allah’u Teala çözer! Yeter artık, Allah’u Teala bir su döksün bu ateşin üzerine. Bu kavga, bu dava bitsin. Kimse kimseyi öldürmesin. Yaşıyorduk işte kardeş kardeş. Şimdi neyin kavgasını yapıyoruz?” ‘Askerdeki de bizim çocuğumuz, dağdaki de!’ “Olur mu, kulun işi neden Allah’a kalsın?” diye soruyorum bir cevap almak için. Cevap, bu kez Güllü Nine’den geliyor “İki hükümet bir olursa, dünya selamet olur!” Hangi iki hükümet? Cevap yok. “Kiminle kim bir araya gelirse selamet olur nine? Tayyip Erdoğan ile Ahmet Türk mü?” diye soruyorum bu kez. “He, olur! Kavga etmesinler. Yukarıda Allah, aşağıda hükümet değil mi? Çözecekse onlar çözecek!” diyor. ‘AKP’nin ne bir iyiliğini gördük, ne de kötülüğünü’ Ayşe Teyze’nin üçü kız, dört erkek çocuğu varmış. “Dört çocuğumu da askere verdim. Ne mutlu ki, hepsini sağ salim geri aldım” diyor. “Alamayabilirdiniz de...” diye araya giriyorum. Başıyla onaylıyor: “Her ikisi de bizimdir. Dağdaki de bizimdir, askerdeki de... Allah bize yardım etsin. Giden de bizimdir, kalan da bizimdir.” Artık söze gerek yok bu konuda. Peki ya AKP? Ayşe Teyze, “Ne bir iyiliğini gördük, ne de bir yardımını aldık. Ne iyilik getirdiler, ne de kötülük” diyor... Yani olsa da olur olmasa da!.. Peki yerel seçimde kime oy atacaklar ana-kız? Cevap vermiyorlar, ama herhalde boşa oy atmayacaklar! Biz daldık sohbete, çevremizi çocuklar sarmış. Dertli sohbeti kesiyor Ayşe Teyze, eve giriyor. Elinde bir çift çorap geliyor, sarı-mavi çizgili... “Benden sana küçük bir yadigâr. Her zaman beni hatırla” diyor. Hatırlanmayacak gibi mi? Çantama koyuyorum çorabı... Zaten hoparlörden yükselen Kürtçe şarkı her şeyi bastırıyor. Halay uzadıkça uzuyor, coştukça coşuyor. Çocuklarla birlikte uzaklaşıyorum, yeni bir sohbet aramaya... ‘İnşaatlarda bile Diyarbakırlıyım deyince iş vermiyorlar’ Kadınlarla konuşmak daha kolay oluyor, ama bir de erkeklerin ruh halini anlamam lazım. Gerek askerde, gerek dağda ölenler hep onlar değil mi? Çocuğunun elini sıkı sıkı tutmuş, halayı izliyor gençten biri... 29 yaşındaki Eyüp Sibal, İstanbul’u komşu kapısı yapmış, iş buldukça inşaatlarda çalışıyor. Zira Diyarbakır’da iş bulmak neredeyse hayal artık. Ama artık İstanbul’da da öyle olmuş. Neden ki, ekonomik kriz mi mesele? Keşke kriz olsa, artık İstanbul’da inşaatta bile Diyarbakırlı’ya iş vermiyorlarmış. Eyüp anlatıyor: “Son gittiğimde ’Tamam yarın işe başla’ dediler. İş başı yaptım, usta geldi yanıma, ’Nerelisin?’ diye sordu. ’Dedim, Diyarbakırlıyım.’ ’Artık işe gelme’ dedi!” Bu raddeye mi geldik gerçekten? Bütün Diyarbakırlılar’ı PKK’lı mı sanmaya başladık? Cevabı, bizi dikkatle dinleyen 11 yaşındaki Mehmet Emin veriyor “Abla, asıl böyle düşünenler PKK’lıdır!” ‘Vatan hainiysem askerde işim ne?’ Eyüp, bunun yeni bir şey olmadığını söylüyor, öyle bir şey anlatıyor ki, inanamıyorum, tüylerim diken diken oluyor! Asker ocağından bir anısı Eyüp’ün, dinleyin de hep beraber utanalım: “Isparta’da askerlik yaparken, komutan ’Kalk ayağa!’ dedi. Kalktım... Sonra diğer askerlere dönüp, ’Herkes buna iyi baksın’ dedi. Herkes bana baktı. Dedi ki ’İşte bu Diyarbakırlı’dır... Vatan hainidir!’ Vatan hainiysem ne işim var benim orada? Komutana da söyledim aynısını. Hiçbir şey diyemedi. Çok acı ama, bu ülkede Diyarbakırlı oldun mu suçlusun!” Peki bir kin düşmüş mü yüreğine? Cevabı yalnızca iki sözcük “Ben de insanım!” ‘Başbakanımız gençlere sahip çıksın!’ Çoğu Diyarbakırlı gibi o da önce ismini vermek istemiyor. Israr etmiyorum... Bir yandan halayı izleyip, bir yandan sohbet ediyoruz. Sohbet bitince, “Yaz, ama sadece ismimi” diyor... 21 yaşındaki Aysel’in kardeşi Mardin’de asker. Endişe yüzünde yer etmiş “Allah, kimsenin ciğerini yakmasın. Ölen askerlere çok üzülüyorum. Ateş düştüğü yeri yakar ama cenazeleri gördükçe kahroluyorum. Allah, bütün gençleri korusun” derken, kucağındaki oğluna biraz daha sıkı sarılıyor. Peki bu meselenin çözümü yok mu? O da önce “Ancak Allah bu ateşi söndürür“ diyor ama sonra küçük bir umutla da olsa bir dilekte bulunuyor: ”Başbakanımıza sesleniyorum. Hepimiz kardeşiz. Milletvekillerimizle bir araya gelsin. Sahip çıksın gençlere. Dağdaki de Allah’ın bir kuludur, unutmasın. İsterse çözer bu işi... İnşallah çözer!” Onca yoksulluk varken, her şeylerini paylaşmaya hazırlar Bu kadar yoksulluk içinde, bu kadar eli açık insanı görünce hem şaşırıyor hem de umut doluyor insan. Diyarbakırlılar, ellerinde avuçlarında ne varsa paylaşıyor. 7’sinden 70’ine herkes bir hediye vermek istiyor bana... Tıpkı ilkokul birinci sınıfa yeni başlamış Sibel gibi... Yanıma geldiğinde kulaklarındaki o kocaman mavi küpeleri görüp, “Ne de güzel küpelerin var” dememe kalmadan, çıkarıp hediye etmeye kalkıyor Sibel. Gözyaşlarımı zor tutuyorum... O kömür karası gözlerindeki saf sevgi, Diyarbakır’ı bulut gibi saran umutsuzlukta, adeta bir umut ışığı oluyor benim için... YARIN: * Sokaktaki her 4 gençten 3’ü işsiz... * DTP yine seçilir mi? |
0 Yorum:
Post a Comment