Sunday, October 26, 2008

Muhtıra

Ahmet Altan- TARAF

Türkiye’de herkesin sorunu var.

Ama herkes sadece kendi sorununun halledilmesini istiyor.

O kadarla da kalmıyor.

“Başkasının” sorununun halledilmesine de karşı çıkıyor.

Sanırım Türkiye’nin çözümlerinin üstüne kapanan kapının şifresi burada.

Ve, bu şifreyi kırmak çok zor.

Bu şifreyi kırmadan da Türkiye’nin kilitlerini açmak, onu özgürleştirmek, çağdaşlaştırmak, zenginleştirmek, huzurlu ve barışçı bir ülke haline getirmek de neredeyse imkânsız.

Herkesin birlikte özgürleşeceği bir büyük hareket başlatamıyor bir türlü burada yaşayan insanlar.

O zaman da birbirinden kuşkulanan, birbirinden nefret eden köle grupları halinde yaşamayı sürdürüyorlar.

Hayatlarının nasıl çalındığını fark edemiyorlar bile.

Özgür yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmeyen yetmiş milyon insanız burada.

Tarihimizin hiç bir döneminde gerçekten özgür olamadık.

Belki İkinci Meşrutiyet’in ilk zamanlarında özgürlüğe benzer bir şeyler yaşandı ama onun dışında özleyeceğimiz, bugünle kıyaslayacağımız bir özgürlük dönemi yok.

Hep yasaklarla, baskılarla yaşadık.

Kendi hayatımızla ilgili önerilerimizi söylememize bile izin verilmedi.

Ama unutmayın ki o izni vermeyenler, güçlerini, burada yaşayan insanların birbirine duyduğu kuşkudan ve nefretten aldılar.

Bugün de aynı yerden alıyorlar.

Anayasa Mahkemesi, bu ülkenin insanlarının iradesiyle oluşan Meclis’in elinden anayasa yapma hakkını zorla aldığında ortak bir tepkinin oluşmamasının sebebinin ne olduğunu sanıyorsunuz?

Anayasa Mahkemesi’nin işlediği ciddi suçun görünür hedefinin “türban” olması birçok insanı sessizliğe sevk etti.

Her türlü yasak karşısında en önde yürümesi beklenen gerçek solcularla Alevilerin sessizliği bundan.

Türban özgürlüğünün bir “şeriat” başlangıcı olacağını sanmalarından.

Yarın DTP’nin kapatılması gündeme geldiğinde o zaman da AKP sessiz kalacak.

Alevilerin haklarını konuştuğumuzda Sünniler susacak.

Fikir özgürlüğünden konuştuğumuzda muhafazakârlar “komünizm mi gelecek” diye yüzlerini buruşturacak.

Kürtlerin Kürt olma hakkı söz konusu olduğunda ise “bölünecek miyiz” çığlıklarını duyacağız.

Hepsi birbirinin özgürlüğünü engelleyecek.

Hepsi birbirinin kilidi olacak.

“Efendilerin” ayrıca bir kilit takmasına bile gerek kalmayacak.

Sartre sanki o ünlü sözünü bu ülkede yaşayan insanlar için söylemiş:

“Düşünce özgürlüğü olmaması, insanların düşüncesini söyleyememesi değildir, düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir.”

Burada düşünce özgürlüğünü, insanların beyinlerini, okullarla, gazetelerle, televizyonlarla taşlaştırarak yok ediyorlar.

Ortak tehlikeyi değil, sadece birbirlerini görüyorlar.

Birbirlerini çelmeliyorlar.

Böyle devam etmeleri halinde buradaki insanlar kendi başlarına özgürlüklerini elde edemeyecekler.

Ama hayat biraz alaycıdır.

Hem kendi özgürlüklerini isteyen hem de özgürlüklere bizzat kendileri karşı çıkan bu insanlara özgürlüğü bir başka güç getiriyor.

Bu ülkenin dışında bir güç.

Avrupa Birliği.

“Herkes özgür olmalı” diyor Avrupa.

“Benim üyem olmak istiyorsan bütün insanları özgürce yaşayan bir ülke olmalısın.”

Kendi başımıza yaşayacak kadar para kazanamadığımız için onun sözünü istemeden de olsa dinlemek zorunda kalıyoruz.

Ve, bu ülkenin asıl efendilerinin gerçek rakibi de Avrupa oluyor.

Çünkü efendilerimiz bu ülkede yaşanan zulmün bu ülke içinden kırılamayacağını biliyorlar, onun için de bu zulmü kıracak olan Avrupa’ya düşmanlar.

Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin gerektirdiği Ulusal Program Taslağı ortaya çıkınca da jandarma hükümete muhtırayı dayıyor.

Hem de nasıl tehditkâr bir üslupla.

Bir korgeneral, hükümete, “2008 yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nde iç güvenlik hizmetine ilişkin bir husus olmamasına rağmen Taslak Ulusal Programa dahil edilen söz konusu ifade dikkat çekici bulunmaktadır,” diyebiliyor.

Lafa bakın.

“Dikkat çekici bulunmaktadır.”

“Sen Avrupa’nın istediğinden fazla özgürlük istiyorsun, ben bunu fark ettim. Askerî otoriteyi sivil iradeye bağlamaya çalıştığına göre kötü bir niyetin var. Bu da benim dikkatimi çekti.”

Halbuki Avrupa denildiğinde, askerin sivil hükümete itaat ettiği bir yapı akla gelir.

Burada yapılmaya çalışılan da bu.

Şimdi, sivil iradeye tâbi olmamak için hükümete muhtıra veriyorlar, “dikkat çekici bulunmuştur” gibi saygısız ve tehditkâr ifadeler kullanıyorlar.

Bu davranışlar, Türkiye’nin özgürleşmesini engellemeyi amaçlıyor.

Bu halkın zincirleri hiç kırılmasın istiyorlar.

O zincirler kırılacak.

Birbirine düşman edilen halk bu zinciri kıramasa da dünya kıracak bunu.

Ama asıl özgürlük, o zincirlerin kırılması gerektiğini “düşünebilen”, bunu düşünme özgürlüğe erişmiş bir halkın burada yaşaması olacak.

No comments:

Post a Comment