Sunday, November 2, 2008

Öcalan yıllardır muhatap

ocalan_talabani_ateskes Kürt sorununda şiddet konseptinin artık devlet açısından da iflas ettiğinin daha gür sesle tartışıldığı şu günlerde, dikkatler, çözüm muhatabı olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a çevrildi. Son iki haftadır Bölge'de Öcalan'a bağlılık gösterilerine dönen kesintisiz eylemler, Türkiye'yi Öcalan faktörünü yeniden tartışmaya götürdü. Gelişmeleri kimi Öcalan'sız çözümün artık mümkün olmadığının teyidi olarak yorumladı, kimi Öcalan'sız çözümün yollarının araştırılmasına dönük çabalarıyla öne çıktı. Ağırlıkta Kürt sorununun çözümünün artık şart olduğu ve Öcalan'sız mümkün olmadığı fikri öne çıksa da, 'Devlet nasıl muhatap alır' yargısı yeniden siyasi bir malzeme olarak kendini üretmeye de başladı. Bu durum Kürt sorununda yaratılan çözüm olanaklarının iktidar hedefli siyasi kaygılarla berhava edilme kaygısını da gündeme taşıdı. Oysa bu tabuyu bizzat devletin kendisi 16 yıl önce yıktı.
Halk iktidarı çözüme zorluyor
Kürt halkı Kürt sorununda çözüm yerine çürüme ve takiyye politikaları ile öne çıkan siyasi iktidara 'ædî Bes e' dediği kesintisiz eylemlerinin ardından çözümü tartışmak zorunda bıraktıklarına yıllardır muhatap olarak da Öcalan'ı gösteriyor. Bunu üç yıl önce hazırladıkları 3,5 milyon imza ile resmiyete döken Kürtler, Öcalan'a dönük geliştirilen fiziki şiddet ve ölüm tehdidi vesilesi ile son iki haftadır sokakları kuşatarak buna tepki gösteriyor. Halkın ısrarının görmezden gelinemeyeceği bir noktaya gelmesi ile Öcalan ve PKK faktörünü yeniden tartışmak zorunda kalan Türkiye kamuoyunda, bu gerçeklikten kaçmanın son manevraları da yapılıyor. Kimi bu gerçeği farklı Kürt aktörlerini öne çıkararak, kimi Ergenekon-PKK ilişkisi gibi kanıtsız, speküle niyetlere bağlı iddiaları güncelleyerek muğlakalığın ve yeni bir çözümsüzlük stratejisinin değirmenine su taşıyor. Her ikisinin de söylemi Öcalan'ın daha önce devlet tarafından muhatap alınma süreçlerini karartmaya dönük işlev görüyor. 'Devlet teröristi muhatap almaz' anlayışını güncelliyor.
AKP çözüme direniyor
Devlet adına Öcalan'la yapılan görüşmeleri özellikle AKP'ye yandaş medya Ergenekon ile ilişkiler takıntısına yontarak, 'Devlet değil Ergenekon Öcalan'ı muhatap almıştır' tezini işliyor. 'PKK ve Öcalan'dan başka Kürtler de var' diye bağıran da, çözülecek veya müzakere edilecek bir Kürt sorunu değil asayiş sorunu olduğu iddiasında olanlar da aynı devlet izanında buluşuyor. Her neyi işlerlerse işlesinler bugün sokaktaki Kürdün etkisi ile tüm kesimler bir kararın arefesinde bulunuyor; çözümsüz geleneksel devlet anlayışları ve tabuları ile yüzleşmek zorunda bırakılıyor.
Belgeler ve tanıkların anlatımları devletin tam 16 yıldır direk Öcalan ve PKK'yi muhatap aldığını gösteriyor. Yakın dönem tarihimizde yaşananlar kamuoyuna empoze edildiği gibi 'Devlet Öcalan'ı muhatap alamaz' yargısının gerçekleri yansıtmadığını gösteriyor. Bu tabunun çoktan kırıldığını gösteren örnekler AKP başta olmak üzere Türkiye'nin güncel siyasi iktidarına yön verenlerin böyle bir gerekçe ile oluşturulmuş çözüm koşullarına direnme gerekçelerini ortadan kaldırıyor.
İlk ilişki Özal'dan
Öcalan'ın 1990'lı yılların başından bu yana devletin dolaylı, aracılı veya kimi direk yöntemlerle muhatap alındığı, kimi görüşmeler yapıldığı, bu görüşmelerin sonunda tek taraflı ateşkesler ilan edildiği daha önce kamuoyuna onlarca kez duyurulmuştu. Öcalan'la devlet adına ilk ilişki dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile kuruldu. Başta YNK Lideri Celal Talabani olmak üzere pek çok aracı ile bu diyaloğu bir çözüm sürecine evirme çabasında olduğunu bizzat Öcalan'ın kendisi defalarca ifade etti. Turgut Özal'ın Talabani aracılığı ile geliştirdiği ilk ilişki 1993 ateşkesine yol açtı. O dönemlerde Özal'a yakın isimlerden biri olan gazeteci Cengiz Çandar da kimi görüşmeler yaptı, süreci takip etti. Özal çözüm için federasyon da dahil her formülü tartışmaya hazır olduğu mesajını verdi. Ancak Özal açılımlarının karşılığını yaşamıyla ödedi. Ondan sonra MİT, daha sonra da Genelkurmaylık adına mesaj gönderenler oldu.
Haddam Erbakan'ın aracısı
Özal dönemindeki açılımın samimiyetine tam olarak güvenmediği için bir fırsat kaçırdığını düşünen Öcalan, REFAH-YOL hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan'ın mesajlarına daha temkinsiz yaklaştığını İmralı'da yaptığı birçok açıklamada dile getirdi. 1998 yılı başlarında, uzlaşma zemini arayan Erbakan'ın Suriye eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam'ın aracılığı ile Öcalan'a mektup gönderdiği ise sonradan kamuoyuna yansıdı. 'Dönemin Başbakanı Erbakan, Cemaat-ül İslam'dan PKK için arabuluculuk istemiş. Onlar da bize başvurdu. Öcalan bir teklif mektubu yazdı. Bu mektubu büyükelçiliğimiz aracılığıyla Erbakan'a verdik...' diyen Haddam, Nisan 2006'daki bir röportajında bu konuda şunları söyledi; 'Biz de (Öcalan'ın) bu teklif mektubunu Ankara'daki büyükelçiliğimiz aracılığı ile dönemin Başbakanı Erbakan'a gönderdik. Bunu okudu ve çekinerek, büyükelçimizden mektubu beraberinde geri götürmesini istedi. Büyükelçimiz, 'Neden bana geri veriyorsunuz? Bunlar sizin ve sizden yanıt bekliyoruz' dedi. Bunun üzerine, Erbakan, yanıtlayacağını ancak önce TSK'den bir komutanla görüşeceğini söyledi, tekrar dokümanların geri gitmesini talep etti. TSK reddetti. Zaten daha sonra Türkiye'nin Öcalan'la bu konuda diyalog sürdürmeyi tamamen reddettiği haberi geldi.'
Pek çok kurum ilişkilendi
MİT-hükümet-Genelkurmaylık üçgeninde değişik aracıların mesajları kesintilerle de olsa eksik olmadı. Bu aktörler görüşmelerini birbirine paralel ama değişik aracılarla yürüttü. Bütün aracılar görüşmeleri devlet adına yaptıklarını iletti. Bu konuda yaşananların arşivlerinde kayıtlı olduğunu daha önce duyuran PKK, görüşmelerin kimi ayrıntılarını da kamuoyu ile paylaştı. Bunlardan Ülkede Özgür Gündem Gazetesi'nde de yer verilen Şahin Cilo'nun anlatımları dikkat çekiciydi. Avrupa sorumlusu olarak diplomatik çalışmalar yürüten KKK Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, kendileriyle diyalog kurma arayışına giren kurumlardan birinin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) olduğunu açıkladı. 1997 yılında MİT'in siyasal çözüm talebini kimi Kürt siyasetçiler aracılığıyla gönderdiğini söyleyen Cilo, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü noktasında kilit kurumlardan biri olan Genelkurmaylık'tan da kendilerine bu tür mesajlar geldiğine dikkat çeti. Bunun dışında Teoman Koman'ın Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde Kürt işveren Mehmet Mehmetoğlu aracılığıyla benzer içerikte mesajlar gönderdiğini ifade eden Cilo, eski MİT Müsteşarı Mahir Kaynak'ın bu mesajlardan haberi olduğunun altını çizdi. Ayrıca benzer bir yaklaşımın TÜSİAD'dan da geldiğini ifade eden Cilo, TÜSİAD'ın göndermiş olduğu mesajlardan da Mahir Kaynak ve Mehmet Mehmetoğlu'nun bilgisinin olduğunu kaydetti.
Genelkurmaylık Fırat'ı gönderdi
Aynı dönemlerde Abdulmelik Fırat'ın Şam'da Öcalan'la görüştüğünü söyleyen PKK'nin Şam diplomasi sorumlusu Delil Amed, 'O dönem Genelkurmaylık Melik Fırat'a rol vermemizi istiyordu. Melik Fırat kendisi de buna dayanarak Önderliğin yanına geldi. Genelkurmaylık'tan aldığı güce dayanarak, HADEP başkanı olmak istedi. Önderlik 'HADEP bir halk hareketidir ve yasaldır. Bu konuda biz bir şey diyemeyiz. Git halk seni kabul ederse olabilir, etmese karışmayız' dedi.' Şam ziyaretinin adından Avrupa'ya giden Fırat, PKK Avrupa Temsilcisi Cilo ile görüştü. Selim Okçuoğlu ile yaptıkları görüşmelerde Okçuoğlu Cilo'ya, Genelkurmaylığın tavsiyesini iletti. Benimsenmeyen Abdulmelik Fırat, HADEP başkanı seçilmeyince o dönemde pek çok HADEP yöneticisi tutuklandı. Öcalan da Fırat'ın Genelkurmaylık'la anlaştığını söyleyerek HADEP'in başkanı olmayı talep ettiğinden pek çok kez ayrıntıları ile dile getirdi. Daha sonra Genelkurmaylık adına gelen bir albayla yapılan görüşmelerin sonunda 1 Eylül 1998 ateşkesini ilan ettiklerini söyleyen Cilo, konu hakkında ilginç açıklamalarda bulundu.
Genelkurmaylıktan direkt ilişki
Genelkurmaylık 2. Başkanlığı'na (dönemin Genelkurmaylık 2. Başkanı Çevik Bir'di) bağlı çalışan Halkla İlişkiler Dairesi'nde görevli Albay'ın PKK temsilcisi Şahin Cilo ile yaptığı görüşmeler, hareketin tarihinde Genelkurmaylık ile PKK arasında gerçekleşen ilk direkt görüşmeler oldu. Cilo, bu görüşmelerde Albay'ın 'Bundan sonra biz de savaşı sürdüremeyiz, siz de. Karşılıklı bir mekanizma oluşturup savaşı durdurmak gerekir' dediğini, fakat bu görüşmelerin sürdüğü dönemde Güney Kürdistan'a 1997 sonbaharında Şafak operasyonu düzenlendiğini, bu nedenle görüşmeleri kendilerinin kestiğini kaydetti. Aynı ilişkinin 1998 yılı ortalarında tekrar işletildiğini belirten Cilo, Genelkurmaylığı temsil eden Albay'ın bu sefer somut öneriler getirmeye başladığının altını çizdi. Yaptıkları görüşmelerin belgelerinin arşivlerinde mevcut olduğunu dile getiren Cilo, Genelkurmaylığın bir ateşkes ilan edilmesi durumunda somut adımlar atmayı önerdiğini belirtti. Ancak 1 Eylül 98'de ateşkesin ilan edilmesinden 15 gün sonra Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde Atilla Ateş çok sert açıklamalarda bulununca Genelkurmaylık adına görüşmelere gelen Albay ile tekrar görüşen Cilo, Albayın, 'Taktiksel yaklaşıyoruz, kötü niyetimiz yok. Biz Suriye'yi sıkıştırıyoruz, başka bir şey yok. İleride biz de ateşkes ilan edeceğiz' dediğini aktardı. Bu gelişmeleri Öcalan tehlikeli bir komplo hazırlığı olarak değerlendirdi.
İmralı'da da ilişkilendiler
Öcalan İmralı'da dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu adına bir subayın kendisi ile görüştüğünü, İmralı'ya getirildiği ilk günlerde 'bu oyunu bozalım' diyen rütbeli subayların ziyaretlerini onlarca defa dile getirdi. MİT Müsteşarı Emre Taner'in Öcalan'la görüşmek için İmralı'ya gittiğini ise geçen yıl Gazeteci Ertuğrul Özkök de yazmıştı.
Avukatları ile 24 Ekim'de yaptığı son görüşmede ise kendisi ile devlet adına yapılan görüşmeleri Öcalan, bakın şöyle özetledi: 'Özal'ın girişimleri oldu. Bunu engellediler. Daha sonra Erbakan'ın girişimleri oldu. İzin vermediler. Ordunun bir kısmı da devreye girdi. Kıvrıkoğlu, zamanında bir albayını göndermişti. Ordu kendi çözümünü böylece hayata koyacaktı. Buna da izin vermediler. Özal'ın çözümünü kabul etmediler, Erbakan'ın çözümünü kabul etmediler, ordunun çözümünü kabul etmediler. Yani böylece bu sorunu çözümsüz bıraktılar. Hatta 2002'lerde Ecevit de girişimlerde bulundu. Ben buraya getirildiğimde benimle görüşmeye gelen yetkili, 'Ben Ecevit adına sizinle görüşmeye geldim' dedi. Gelen her türlü çözüm önerisini karşılıksız bırakmadık. Özal'ın çözümüne olumlu karşılık verdik, Erbakan'ın çözümüne olumlu karşılık verdik. Buraya geldikten sonra da barış ve demokratik çözümün gelişmesi için elimden gelen her şeyi yaptım ve yapmaya devam edeceğim. Çözüm konusunda bir kusur ve eksikliğimiz yok mu diye sorulursa, iki eksikliğimizin olabileceğini düşünüyorum. Bunlardan biri ben Şam'dayken oturduğumuz binaya askeri bir ateşe geldi. Biz Şam döneminde bu kişinin bizi bombalamak için geldiğini düşünmüştük. Bulunduğu binaya bu nedenle gitmiyorduk. Ama daha sonra fark ettim ki bu kişi dolaylı bir diyaloğun önünü açmak için gelmiş olabilirdi. Ben o dönem bu konuda yanlış bir yorum yaptığımı düşünüyorum, onunla o dönem görüşebilmeliydik, onunla irtibat, diyalog, çözüm için bir fırsat olabilirdi. Yine Özal'ın yazdığı mektuba cevap konusunda geciktik. 99'dan sonra, yani buraya getirildikten sonra ise, benim demokratik çözüm için üzerime düşeni fazlasıyla yaptığımı herkes biliyor'.
Öcalan yanıt bekliyor
Bu anlatımlardan devletin pek çok mekanizmasının devlet adına Öcalan'la ilişki kurma, onu muhatap alma sorununun olmadığı açığa çıkıyor. Bu mekanizmaların ilişki kurmak değil kendi içlerinde çözümü kabullenme sorunları olduğu anlaşılıyor. Bu AKP hükümeti başta olmak üzere devlet iktidarını temsil ettiklerini düşünenlerin 'Çözümden yanayız ama, devlet Öcalan'ı muhatap alamaz!' gerekçelerinin ne denli gerçek dışı olduğunu, gerçeğin ise çözümden yana olmamaları olduğunu gösteriyor. Kaldı ki İrlanda, BASK Bölgesi gibi dünyadaki tüm benzer sorunların çözümünun 'Terörist' denenlerin muhatap alınarak geliştiğini artık herkes biliyor. Bu nokta da 'Halkımız demokratik tepkisini yükselterek hükümete ulaşırsa ve halk benden isterse müdahil olurum. Halkımız bana onurlu ve anlamlı bir diyaloğun yolu açıldı ve gel arabuluculuk yap derse ben dahil olurum' diyen Öcalan'ın çağrısı yanıt bekliyor.
FİKRİYE ATEŞ

0 Yorum: