Thursday, October 9, 2008

PKK inkarcılığı ve çözümsüzlük

www.kurdistan-post.org  Tarih: 10 Eylül 2008 Çarşamba

Türk Devletinin sınır ötesine yaptığı harekatlara bakan yok, fakat PKK’nin son aylarda yaptığı baskınlar bahane edilerek linç kültürü yaygınlaştırılıyor. 25 yıldır aynı savaş, aynı eylemler ve aynı banal yorumlar sürüp gidiyor. Türkiye artık bu siyasi kirliliği taşıyamayacak durumda. Akılcı, gerçekçi ve çözüme dayalı politika üretmek yerine gözü kapalı saldırdıkça saldırıyor. Yıllardır bir avuç kandırılmış eşkıya dediği PKK ve Kürt gerçeğini görmemenin bedelini devlet ve toplum olarak ağır ödüyor.

 

PKK defalarca tek yanlı ateşkes ilan edip sorunu şiddetsiz çözmek için ağır bedeller ödemesine rağmen, Türk basını buna ciddiyetsiz yaklaştı.

 

Yanlış bir cumhuriyet, yanlış bir tarih ve güdük bir demokrasinin sonucu değil mi bu acı ve ölümler? Sorunun esasının şu ya da bu Kürt hareketinin eylemi ve isyanı olmadığını bilmiyorlar mı tarihçiler ve siyasetçiler? PKK’nin neden değil, sonuç olduğunu bilmeyen mi var? Dili, kültürü, tarihi olan bir halk, yasaklanmış dilini, kültürünü, ruhunu ve özgürlüğünü istiyor. Bu denli baskıcı, militarist ve totaliter bir yönetimin yansıması ne olabilirdi? Başa gelen her hükümet sorunla ilgili konuşmaya başlar başlamaz, TSK tarafından gözdağı verilip susturuluyor. Susturulmasının nedenleri de gün gibi ortada! Bir simge olan hükümet, başbakan ve cumhurbaşkanın hiç bir hükmü yok! Konuşanların akıbeti ortada… Hangi ülkede emekli generaller ya da yeni atanan generaller bu denli konuşuyor? Ve ülkelerinin kaderi askerlik mesleği ile yetiştirilmiş, bir anlamda insan öldürmeyi marifet sananlara terkedilmiş.

 

AKP her parti gibi Kürdü kandırmak ve oylarını almak için “Bu sorun benim sorunumdur” demesinin üstünden yıllar geçti. Din faktörünü de kullanarak Kürdün oylarını almasına rağmen MHP’den farklı bir politika gütmeyen bu tahkiyeci parti, şimdi yolsuzluklarla çalkalanıp duruyor.

 

Kürt hareketinin ve Kürt halkının demokrasiyi ve insan haklarını esas alması, modern hatta post modern batılı devletler için sorunun çözümünü kolaylaştırıcı bir faktör olmasına rağmen, Avrupa Birliği (AB) üyesi olmak isteyen Türkiye’ye savaşı sürdürmesi için desteğini esirgememesi Türk yöneticilerini düşündürmeliydi. Bu konseptin Türkiye’nin çıkarlarına olmadığı açık değil midir? Avrupa Birliği (AB) neden savaşan, kendisiyle uğraşan ve gittikçe yirmi milyon Kürdü karşısına alan bir Türkiye istiyor? Türk yöneticilerinin bunu anlamak istememesinin başlıca nedenlerini düşünürken, Avrupalı uzmanlardan de edindiklerimin sentezini yaptığımda aklıma ilk şunlar gelmekte:

 

1- Türkiye Avrupa birliğine yakın tarihte alınmak istenmediğinden, oyalanmak isteniyor.

2- Türkiye’nin ağır altyapı sorunun olması. (Ulaşım, mimari ilkellik ve sanayi devrimiminin yaşanmaması)

2-Kültürel farklılık ve milyonlarca işsizi ve milyonlarca mesleksizi kendisine yük yapmaya hazır olmaması.

3- İç savaşı yaşayan ağır zaaflı bir Türkiye’nin Amerika’ya ve Avrupa Birliğine, dolaysıyla NATO’ya çok daha ihtiyaç duyması ve her yıl milyarlarca doları bulan silah alım potansiyelini sürdürmesi.

4- Türkiye bir iç savaş içinde oldukça ABD’ye her açıdan ihtiyaç duyması ve ABD’nin Ortadoğu’da ki askeri üssü olarak yayılmacı stratejisinde kullanması.

5- Türk yöneticileri ise, iç politikada seksen yıldır tabulaşan bu soruna çözüm bulmak isteyen, Özal, Kahveci ve Eşref Bitlisi’in akıbetine uğramaktan korkulması. Yani statükoyu kırmayı göze alamayıp 84 yıl öncesine ait Kürdü ve değerlerini inkar ve gericilikte ısrar…

Devlet mekanizması ve medya yöneticileri bunları bildikleri halde hâlâ “Teröre İspanya usulü destek” diyecek kadar aydınlıktan yoksun olabiliyorlar ya da sorunu çarpıtıyorlar. Sormazlar mı İspanya’nın Bask Ülkesine tanıdığı hakların binde birini Kürtlere tanıdınız mı?

Madem ki sorun Türkiye’nin bir türlü modern devlet olamayışı ve nasyonalist paradigma veya emperyal devletlerin bölgesel çıkarlarında kilitlenmiş, o zaman statükoyu kırmak için, halka dayalı çağdaş örgütlenme metotlarının hayata geçirmesi kaçınılmazdır. Politik ve ideolojik argümanlar bir tarafa bırakılarak, her Kürdü birey kılacak, temel insan haklarından yararlanacak ve aidiyet bilincini pekiştirecek kampanyalar geliştirilmeli. Bu kampanyalar dur durak bilmeyecek, şiddetsiz son derece masumane ve insani, hem de dünyanın savunmak zorunda kalacağı evrensel haklarda ısrarcı, adeta Gandici olunmalı. Çocuklar, kadınlar, öğretmenler köy ve mahalle örgütlenmeleri temelinde anadil için ülke çapında eş zamanlı etkinlikler geliştirmeli. Bu kampanyalara en işbirlikçi ve hatta mümkün ise köy korucularını da dahil etmeli.

Savaşmak isteyenlerin hesaplaşması ne yazık ki sürebilir, ama eminim ki modern, yarı legal ve sivil itaatsızlığı esas alan eylem dalgası savaşanlarında işini kolaylaştıracaktır. Çünkü birisi “biz varız” diyor diğeri “siz yoksunuz” diyor. İşte bu sivil dalga “ben varım” dediği zaman “sen yoksun” diyen zihniyet 84 yıllık inkârdan vazgeçmek zorunda kalacaktır. Bu birkaç aylık iş ile başarıya ulaşmayabilir ancak bu kadar can kaybettirmez, çünkü ana dilin ve ulusal kültürün dokunulmazlığına ilişkin bir çok uluslararası yasa vardır. İnsanlık bu tür kitlesel masumane eylemleri desteklemek zorundadır. Bu maddelerin çoğunun altına Türkiye ilk imzayı atan devletlerdendir. BM’nin 29. maddesi şöyledir: “Çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerleri ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygının geliştirilmesi esastır.” Birileri Kürtlerin acımasız olmasını istiyor. Hatta Kürtler acımasız olmadığı zaman Türk devleti Kürtler adına oraya buraya bomba koyup sorunu tersyüz etmeye çalışacaktır. İlginçtir, Kürtler acımasız olmasa Türk basını ve yöneticileri fena üzülecekler, hatta kahır olacaklar, çünkü ellerinde argüman kalmayacaktır. Halka mal edilen, dünyanın benimseyebileceği masumane eylem dalgalarıyla harlanan bir dava muhakkak kazanılacaktır. Ölümler ve savaş her çağda ve koşulda çözüm olmayabilir fakat sorunu önemli bir aşamaya getirerek halka mal etmesi sosyolojik bir gerçek. Şimdi her açıdan ölümlerin ve acıların önüne geçebilmek ve sorunu çözmek için söz hakkını örgütlü halka vermek gerek. Eminim ki o zaman savaşanlar karşılıklı bir diyalog geliştirmek zorunda kalacaktır. Aydın Dere dere@bluewin.ch

0 Yorum: