Friday, October 17, 2008

Linç Kültürü-Hülya Yetişen

7948-der-linc[1] Ağlayan bir çocuk görmüştüm. Ufacıktı elleri daha, gizleyemiyordu gözyaşlarını.  Eğildim, silmek istedim gözyaşlarını. Başını çevirerek izin vermedi. “Bakkal amcanın oğlu öldü” dedi, ağlama sesini yükselterek. Yavrusunun hüzünle ağlamasına dayanamayan anne “ Senin kardeşin değil ki! O yabancı!!!” deyince hıçkırıkları ve ağlama sesi kesildi çocuğun.

Durdu, düşündü çocuk. Gözyaşlarıyla birlikte sildi hafızasından yaşıtı olduğu bakkal amcanın oğlunu. Büyükler doğru söyler ya! Yabancı bir çocuk için ağlamak gerekmiyordu...

Türkiye’de ötekileşme, ötekileştirmeyi yaşıyoruz. Bir ülkenin hem yetimi, hem öksüzü, hem de ötekisi, azı, azınlığı olmak kolay değil. Esirgemeyen, bağışlamayan bu devlette, kimsesiz ve kimliksiz olmak ölümcül bir gerçekliktir. Cumhuriyet her yaşta utanmayı öğretti bize. Türk olmayan her şeyi ve herkesi yok saymayı da. Sürekli ve kesintisiz bir utanma  hali  bizimkisi. Tutunacak ve sığınılacak  bir göz bırakmadı bize.

Türkiye’nin Batı şehirlerinde ve kasabalarında Kürtlere yönelik gelişen ve lince varan  ırkçı saldırılar, Güney Kurdistan’a yapılması öngörülen  askeri operasyon ile ilgili  Tezkere’nin Meclis’ten büyük bir  çoğunlukla geçmesi, Kürdistanı’nda  OHAL’in tekrar gündeme gelmesi, işkenceyle cezaevinde Engin Ceber’in öldürülmesi,  Fethi Naci’nin ‘İnsanlık Tükenmez’ sözünü  silindir gibi ezip geçiyor. İnsanoğlu ve insankızı durmadan tükenerek  azalıyor. Her bilinç, karşısındakinin ölümünü izlerken, kendini de yok etmeye devam ediyor.

Türkiye, korkularına göre siyaset oluşturan bir devlet yapılanmasına sahiptir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Batı’ya anti-emperyalist kaygıyla yakınlaşıldığı dönemde, Osmanlı korkusu başattı. Sonra Kürt isyanlarını bahane ederek  yarattıkları Kürt korkusu, ABD’nin desteği ile sovyet ve  komünizm korkusu, şeriat korkusu......uzayıp gider bu korku zinciri.

Shymalan, “Village”  filminde iktidar ve korku arasındaki ilişkiyi çok boyutlu önümüze koymuştu. Köy halkının dışarıya çıkmasını istemeyen ihtiyar heyeti, geceleri kostümlerini giyerek köyü kuşatan ormanın içerisinde dolaşıp çeşitli sesler çıkarıyorlardı. Bu korku, köylülerin onlara itaatini kolaylaştırdığı gibi, köy dışında herşeye canavarmış gözüyle baktıkları için, ihtiyar heyetinin varlığını tehlikeye düşürecek dış dünya ile iletişim olanaklarından da  mahrum bırakıyordu..

Bu canavarlaşma aygıtı, Türkiye’de komünistler, Ermeniler, Kürtler, Müslümanlar...... biçiminde değişip gidiyor. Bir kültür haline dönüşüyor. Linç, toplumun dokusuna işleniyor:

1955 yılında, 6-7 Eylül olayları olarak geçen, Rumlara yönelik saldırılar, 24 Aralık 1978’de 111 kişinin öldüğü Maraş Katliamı, 5 Temmuz 1980’de Çorum olayları, 5 bin kişinin can verdiği olaylar sonrası yaşanılan  12 Eylül askeri darbesi, 1 Mayıs 1977 katliamı, Nevroz kutlamaları sırasında Mersin’de yaşanan bayrak krizi, 1993’teki Sivas Madımak katliamı, Trabzon’da bildiri dağıtan 5 gence yönelik linç  girişimi, ve en son da Altınova’da, Adana’da Kürtlere yönelik linç girişimleri ve bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Gelinen noktada gücünü linç kültüründen alan ve daha üst boyutlarda yaşanması muhtemel olaylarla karşı karşıyayız. Etnik bir yapının yaşam hakkının ciddi bir tehdit altında olduğu böylesi bir süreçte hâlâ ve telaşla üst alıntılara dayalı siyasi projeler/perspektifler üreten siyasetler, iflas ettiklerini artık görmelidirler.

Linç kültürü, ve olaylarına karşı somut önerme ve eylemlerle siyaset arenasına girecek olan sol, halklar nezdinde yitirdiği itibarını yeniden kazanabilir. Bu da olumsuzluklar içinde bir şanstır.Hülya Yetişen WWW.KURDISTAN-POST.COM

0 Yorum: