Monday, October 13, 2008

Karayılan, şiddeti sınırsız kullanmayı doğru bulmuyoruz

karayilan Karayılan: Süreç orta yoğunluklu savunmaya gidiyor

E. ERGİN-GÜLİSTAN TARA-ANFANF

Uluslar arası komplo 10. yılına girdi. Komplonun geldiği aşamayı ve bunun karşısında Kürt özgürlük hareketinin ulaştığı düzeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt halkı, Ortadoğu’da yaşayan en temel halklardan birisidir. Ama buna rağmen I. Dünya Savaşı ardından dünyaya biçim veren en temel uluslar arası platform durumundaki Lozan platformu Kürt halkını ve onun ülkesi olan Kürdistan’ı yok saymıştır. Bu şu demektir; Kürdistan üzerindeki sömürgecilik uluslar arası bir sömürgeciliktir. Yani Kürdistan üzerindeki inkâr sistemi bölgesel bir politikadır ama aynı zamanda uluslar arası bir politikadır. Kürdistan üzerindeki sömürgecilik uluslar arası sistemin ön gördüğü ve kabul ettiği bir uygulamadır. Bunun için Kürt sorunuyla her zaman sadece egemen olan devletler değil, uluslar arası güçler de alakalı olmuşlardır.
1 HAZİRAN HAMLESİ BOŞA ÇIKARDI
Kürdistan'da yeni bir çizgi olarak gelişen Reber Apo önderliğindeki hareketimizin çizgisi uluslar arası güçler tarafından stratejik çıkarları açısından tehlikeli görülmüştür. Önder Apo’nun geliştirdiği çizgi özgür Kürt çizgisidir. Öz gücüne dayanan, kendi kendini var eden, kendi yağında kavrulan, düşüncesini, sistemini, her şeyini oluşturarak, bağımsız bir çizgiyi esas alan özgür Kürt tutumu biçiminde gelişim göstermiştir. Kürdistan üzerindeki egemen devletlerle beraber uluslar arası güçler de bundan ürkmüşlerdir. Böyle bir çizginin Kürdistan'da gelişmesini tehlikeli görmüşlerdir. Onun için hareketimize karşı 1980’lerden itibaren uluslar arası güçlerin de bir biçimde çeşitli karşıt girişimleri olmuştur. 1987’deki Almanya’nın yönelimleri -o zaman gelişen bir takım uygulamalar, yargılamalar biliniyor- daha sonra bu 92’de uluslar arası bir konsept çerçevesinde daha kapsamlı bir hal almıştır. Bu süreç 9 Ekim 1998 yılında direkt hareketin önderliğine yönelim biçiminde yeni bir aşamaya ulaştırılmıştır. Bilindiği gibi bu yönelim çok planlı ve örgütlü bir biçimde Önderliğin Suriye’den çıkarılması, ardından tutuklama kararı çerçevesinde bir plan olarak uygulanmış ve nitekim 15 Şubat 99’da Önderliğin esaretiyle önemli bir aşamaya ulaşmıştır. Fakat komplonun amacı sadece Önderliği esir alma değil, Önderliği esir alıp, Önderliğin çizgisini tasfiye etmekti. Bu çizgisi ekseninde örgütlenmiş olan partimizi ve hareketimizi tümden bu çizgiden kopartmak, başkalaşıma uğratmak ve etkisiz kılmaktı. Bu amaçla Önderliğin esaretinden sonra çok yönlü iç ve dış saldırılar gerçekleşmiştir. Her şeyden önce ciddi bir ideolojik saldırı ve propaganda furyası başlatılmıştır. Yine uluslar arası düzeyde bir diplomatik kuşatma geliştirilmiş, hareketimiz silahlı mücadeleyi bırakmış olmasına rağmen 2002 yılında AB tarafından terör listesine alınmış, dıştan kuşatma, ideolojik bombardıman altında tutarak, hareketi daraltmanın yanı sıra içten de bir takım değer yargılardan kopmuş tipleri bularak, bunlar eliyle bir karşı faaliyeti başlatma suretiyle hareketimiz tümden tasfiye edilmek istenmiştir. Ancak buna karşı Önderliğimizin dahiyane diyebileceğimiz düzeydeki müdahalesi, ideolojik planda kendini yenilemesi, yeni bir paradigmayla sürece cevap vermesiyle yine bu temelde hareketimizin geliştirdiği 1 Haziran hamlesi ardından gelişen mücadele süreci uluslar arası komployu boşa almış ve sonuçsuz bırakmıştır.
Bu uzun bir süreci kapsayan ve çeşitli aşamalardan geçerek, günümüze gelen bir mücadeledir. On yılı kapsayan bir mücadele sürecidir. Başta “Güneşimizi Karartamazsınız” sloganıyla cezaevlerinde, gerilla ve yurtsever halkımız içerisinde gelişen fedailik ve kendini yakma eylemleriyle beraber başlayan bu süreç, en son Bezele eylemiyle çok önemli ve yeni bir aşamaya gelip dayanmıştır.
Önderliğin geliştirdiği yeni paradigma, yine İmralı’da sergilediği demokratik çözüm çizgisindeki ısrarlı direnişi, ilkeli duruşu, gerillanın destanlar yaratan kahramanlık direnişi, yurtsever halkımızın Önderlik çizgisini sahiplenmesi onun etrafında kenetlenmesi, bu hareketin içinde çalışan tüm yurtsever, devrimci yoldaşların çalışması ve çabası sonucu uluslar arası komplo sonuçsuz bırakılmış ve mücadelemiz yeni bir düzeye gelip dayanmıştır.
KOMPLO DEVAM ETTİRİLMEK İSTENİYOR

-Uluslar arası komplo bugün ne durumdadır, hangi boyutlarda devam ettiriliyor. Hala sürdürülmek istendiğini söyleyebilir misiniz?
Uluslar arası komplo kuşkusuz devam ettirilmek istenmektedir. Özellikle uygulanan bütün iç-dış saldırı yöntemlerine, ideolojik, psikolojik, örgütsel, askeri akla gelecek bütün yöntemlere rağmen halen inkâr ve imha politikasında ısrar eden, şiddet politikasını tek bir çözüm biçimi olarak gören Türk devletinin dayatmaları sonucu günümüzde de uluslar arası komplo çizgisi sürdürülmek istenmektedir. Özellikle başta ABD olmak üzere uluslar arası komplo sürecine katılan diğer tüm güçlerin bu süreci günümüze kadar bir biçimde bazen aktif bazen daha pasif sürdürmesi, desteklemesi Türk devletinin bu şiddet politikasındaki ısrarlı zihniyetini hep beslemiştir. Eğer uluslar arası güçlerin bu biçimdeki politikaları olmasaydı belki Türk devleti günümüzde daha akılcı bir siyasete yönelebilirdi. Yani yıllar yılı şiddet politikası uygulanılmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl sonra başlayan yani 1925’te başlayan bu siyaset anlayışının gelinen noktada sonuçsuz kaldığı, Kürt halkını asimile edemediği, Kürt halkını teslim alamadığı ve sonuç alamadığı bütün boyutlarıyla açık ortadadır. Buna rağmen bunda ısrar etmek akıl karı değildir. Hiçbir akıllı devlet adamı böyle bir şey yapmaz. Türk devletinin günümüzde artık akıl dışılığı açıkça ortaya çıkmış olan bu inkâr ve imha siyasetini devam ettirmesinin temel nedeni dar ulusalcı, devletçi, Kürt halkını kendi uluslaşmasının malzemesi olarak gören “burası benimdir ve bunlar da benim uluslaşmamın bir malzemesidir” biçimindeki sakat anlayışı yanında esas olarak dıştaki bu destekleyici tutumdur. Bize göre komplo Kürt halkının kendi Önderliği etrafında kenetlenerek, gerçekleştirdiği bu on yıllık direniş mücadelesi ile sonuçsuz bırakılmıştır. Bundan sonra sürdürülmesinin de sonuçsuz olacağı ortaya çıkmıştır. Ama bugün tekrar aynen 9 Ekim komplosu gibi bir süreç dayatılmak istenilmektedir. Daha önce Suriye’ye dayatılan tehditler, baskılar ve şantaj şimdi Irak’a, Kürt yerel hükümetine dayatılmaktadır. Yani sürekli sorunun kaynağını dışarıda görme ve şiddete bu kadar sarılmanın bir sonucu olarak şuraya, buraya dayatmalarda bulunulmakta, bu biçimde sonuç alınmak istenilmektedir. Oysa bu yöntemlerle sonuç alınamayacağı ortaya çıkmıştır. Sorun bir toplumsal sorundur. Kökleri tarihin derinliklerinde bulunan bir sorundur. Bu sorunu çözmeden istediğin kadar şuraya buraya saldır, istediğin kadar çeşitli ulusal-uluslar arası konseptler oluştur, sorun çözülmedikçe bu halk, bu toplum direnecektir. Teslim alınamayacağını da yakın geçmişteki pratik ortaya koymuştur.
PKK’NİN 10. KONGRESİYLE KOMPLOYA CEVAP VERİLDİ
Biz artık komplonun 10. yılını bitirip, 11. yılına girdiğimiz bu aşamada gerçekleştirdiğimiz PKK 10. kongresiyle komploya cevap vermiş bulunuyoruz. Biz komplonun tüm etkilerini ortadan kaldıran ve Önderliğin özgürlüğü temelinde Kürt sorununu çözüme taşıyan yeni bir süreci başlatmış bulunuyoruz. Bu aynı zamanda uluslar arası komplonun reddi ve sonuçsuzluğunun sonucu olarak gerçekleşen bir platform ve bir kararlaşma düzeyidir. 10. kongre öyle birkaç yüz kişinin bir araya gelip kararlar aldığı bir toplantı değildir. 10. kongrenin kararlaşması uluslar arası komploya karşı sürdürülen on yıllık direniş mücadelesi temelinde ulaşılan bir zirvedir, bir düzeydir ve bir toplumsal kararlaşmanın ifadesidir. Kürt halkı kararını vermiştir. Hiçbir dayatmayı kabul etmeyecek, boyun eğmeyecek, Önderliğinden vazgeçmeyecektir. Önderliğiyle birlikte çözüm için mücadele kararlılığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Yani hareketimizin komplonun 11. yılında ulaştığı düzey budur.
Bizde böyle bir gelişme düzeyi söz konusu. Bizde yaşanan toparlanma, güçlenme ve artık Kürt sorununu çözüm sürecine taşıma ve bu temelde çözme mücadelesini, kararlılığını, gücünü ortaya koyma durumuna karşılık; Türk devletinde eskiye dönme, tekrardan OHAL gelsin, gözaltı süreci uzatılsın, sınır ötesi operasyon yapalım gibi geriye dönüşü ifade eden, şiddet sarmalına sarılan politikalar öne çıkmaktadır ki bu sadece acizlik ve çözümsüzlüktür. Kör şiddette ısrar etmenin sonucu tıkanmadır. Bunun başka hiçbir ifadesi yoktur ve Türk devletinin bu biçimde sonuç alması da mümkün değildir.
PKK TOPLUMSALLAŞTI, KÜLTÜRE DÖNÜŞTÜ
-Bezele eylemi ve sınır ötesi operasyon için tezkere kararı ardından Kürt sorunu ve hareketiniz gündeme oturmuş durumda. Bu çerçevede hareket olarak yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bezele (Aktütün) eylemiyle Amed şehir merkezinde gerçekleşen eylemin doğru okunmasında büyük fayda vardır. Bu her iki eylem de aslında uluslararası komplonun 10. yılında komplonun sonuçsuzluğunun bir tür ilanı gibidir. “Komplo sonuç vermemiştir, komployu devam ettirmenin de hiçbir anlamı yoktur” mesajıdır. Kürt sorunu şiddetle bastırılamaz. Kürt sorunu Önderliği esir alınarak, şiddeti harekete ve topluma dayatarak çözülemez, Kürt Özgürlük Hareketi bu tür politikalarla tasfiye edilemez. Bu hareket artık Kürt toplumunda toplumsallaşmış ve kültüre dönüşmüş bir harekettir. Tasfiye edilmesi ve aşılmasının mümkünatı yoktur. Türkiye’nin en temel sorunu durumundaki Kürt sorununu daha doğru, gerçekçi politikalarla ele almak ve çözmek gereklidir, mesajı verilmiştir. Bu eylemde sergilenen fedai ruh sonuç alıcı vuruş tarzı bakımından önemli bir düzeyin ortaya konulmasında kendini feda ederek kahramanlaşan dokuz değerli şehidimizi bu vesileyle bir kez daha anıyorum ve anılarının mücadelenin yükseltilmesiyle yaşatılacağını vurgulamak istiyorum.
‘ŞİDDETİ SINIRSIZ KULLANMAYI DOĞRU BULMUYORUZ’
Türkiye’nin başta Taha Akyol olmak üzere belli başlı köşe yazarlarının birçoğu “PKK artık eylem yapamıyor, uzaktan kumandalarla eylem yapıyor, risk göze alamıyor, taciz türü eylemler yapıyor, bunun dışında gücü yoktur” gibisinden birçok değerlendirme ve yazılar yazdılar. Ben zaman zaman bu tür değerlendirmelere yanıt vermiştim. ‘Bunlar savaşı daha fazla tahrik etme istencidir. Bu doğru değildir, biz kontrollü bir savaş yürütüyoruz, her yerde şiddet uygulamak istemiyoruz’ diye cevap vermiştim. Gerçekleşen bu eylemler söylediklerimin doğruluğunu ve bu yazar-çizerlerin yine emekli olmuş generallerin bu tür değerlendirmelerinin yanlışlığını ortaya koymuştur. Yani PKK çizgisindeki kararlılık ruhu ve direnişçilik yine yaşadığı gelişme ve tecrübe düzeyi her türlü eylemi yapabilecek potansiyeli taşımaktadır.
HAREKETE GEÇMEYEN ÖLÜMSÜZLER TABURUMUZ VAR
İntihar eylemi yapmak için başvuran binlerce kadrosu bulunan bir hareket için “ancak taciz eylemlerini yapabiliyorlar, riski göze almıyor, riskli eylemlerden kaçıyorlar” diyorlar. Hayret ediyoruz, bu kadar saçmalık olamaz! Daha bizim harekete geçmeyen Ölümsüzler Taburumuz var. Onlar henüz harekete geçirilmemişlerdir. Yani bu hareketin ve bu halkın eğer şiddet denilirse, kendini şiddet yöntemiyle savunma gücü çok daha fazladır. Bunu herkesin bilmesi lazım. Ama biz sınırsız kullanmayı ve her yerde her zaman şiddeti dayatmayı doğru bulmuyoruz. Biz şiddetin sadece ve sadece meşru savunma anlayışı çerçevesinde kullanılmasını doğru buluyoruz. Gerekmedikçe şiddetin dozajını arttırmamak gerekiyor. Ancak kendisini dayatan bu tür anlayışlar, yani hareketin savunma çizgisinde yürüttüğü savunma savaşını farklı yorumlara tabi tutan ve bu temelde de giderek inkarcı anlayışı besleyen bir takım teorisyen kesilen kesimler olsun, yine yalancı pehlivan pozisyonundaki bir takım böyle geçmişiyle övünmek isteyen emekli general vb. çevreler olsun, bütün bunların tahrikleri, bunların inkâr siyasetini farklı açılardan beslemeleri sonucu Türk devletindeki bu inkâr ve imha siyaseti kendisini daha fazla dayatır bir hale gelmiştir.
PROFESYONELLEŞEN MODERN GERİLLA

-Bunun karşısında eskisinden daha farklı, daha etkili bir gerilla duruşu ve eylemliliği görülüyor. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Kürt halkının meşru savunması nitelik kazanmıştır. Gerilla kuşkusuz eskisi gibi değildir. 25 yıllık tecrübesi var. Bir insanın düzeyi ne kadar gelişebiliyorsa onu geliştirmeye çalışıyor. Devletin yüksek tekniğine karşı gerilla da insan tekniğini insan iradesini alabildiğine yoğunlaştırıyor ve bir de elden geldiğince elindeki tekniği daha iyi kullanmaya çalışıyor. Onun için gerillada bir niteliksel gelişme durumu vardır. Gerillada profesyonel asker düzeyi gelişmekte biz buna modern gerilla diyoruz. Artık klasik gerilla yöntemleriyle mücadele eden bir gerilladan değil, çağın gelişen teknolojisine uygun hareket tarzı, vuruş düzeyi ve kararlaşma kapasitesi olan bir gerilladan bahsediyoruz. Yüksek manevra kabiliyeti bulunan, teknolojiyi boşa çıkarabilecek, beyin ve yüreği birleştiren, oldukça zeki ve sonuna kadar kararlı bir gerilla düzeyine ulaşma durumu söz konusu. Bu bir niteliktir, bir kalitedir. Bunun için gerilla savunma mücadelesinde bugün yeni bir aşamaya doğru gidiyor. Geçen yıl değerli büyük komutan Adil Amed yoldaşın öncülüğünde gelişen Gabar eylemselliği aslında Kürt özgürlük mücadelesinin temel savunma gücü olan gerillada yeni bir aşamanın işaretidir. Buna biz “Orta Yoğunluklu Savunma” diyoruz. Orta yoğunluklu bir savunma sürecine doğru bir gidişat vardır. Tabi siyasal gelişmelerle bu biçimleniyor. Demin belirttiğim gibi Türk devletinin yönelimleri gerillada da böyle bir nitelik ve kalite yükselişinin gelişmesini getiriyor. Onun sonucu olarak eylemler daha nitelikli pratikleşmektedir. Esas ifadesi budur.
BİR BÜTÜN OLARAN NİTELİKSEL GELİŞME YAŞANDI
Türk devletinin şiddette ısrarı ve imha siyaseti karşısında biz de hareket olarak kendi direnişimizi daha güçlü kılmak durumundayız. Sen saldırır, hiçe sayarsan elbette ki karşındaki güç de kendisini biraz daha sıkı ele almak durumundadır. Dolayısıyla bu eylemler Kürt halkının ulusal demokratik direnişinin daha da gelişebileceğini, nitelik ve düzey kazandığını, fedai bir ruha ulaştığını ve eylemsel niteliğini arttıracak kapasitede olduğunu göstermiştir. Kaldı ki bu sadece bir eylemle gösterilmiş bir şey değildir. Esas olarak 2007 yılı Gabar eylemiyle başlayan bu süreç, Oramar, daha sonra Zap direnişiyle ve irili-ufaklı çeşitli eylemlerle kendisini ortaya koymuştur. Her şeyden önce Erzincan’daki eylem, Dersim’deki eylemler, Erzurum eyaletine bağlı Bingöl’deki eylemler ve yine Karadeniz, Akdeniz, Serhat’taki gerilla hareketliliği, Botan-Zağros eylemselliği bir bütün olarak şimdi gerillanın göstermiş olduğu performans ciddi bir ilerlemedir. Giderek daha farklı bir düzeyi zorlama anlamına gelmektedir. Bu yine de kontrollü ve planlıdır.
Komplonun başarısızlığını ortaya koyan ve Kürt sorununda barışçıl-demokratik yöntemler dışında hiçbir yöntemin sonuç almayacağını çarpıcı bir biçimde ortaya seren eylemlerdir. Kürt halkı “Êdi Bese” hamlesi çerçevesinde geçen yıldan bu yana başlattığı savunma savaşı ve yine siyasal, demokratik eylemsel duruşuyla bir bütün olarak ele alındığında mücadelesinin Êdi Bese hamlesi çerçevesinde nitelik kazandığı çok nettir. Hem serhildan hareketinde hem savunma duruşunda giderek niteliksel bir yükselişi sağladığı açıktır. Bunun kuşkusuz örgütsel yapının nitelik kazanması, sağlamlaşması, kendi örgütsel sorunlarını daha köklü çözümlemesiyle yakından bağlantısı vardır. Yani zayıf bir örgüt, zayıf bir yapılanma böyle bir niteliksel düzeyi pratikleştiremez. Bu nedenle o tür yakıştırmalar yanlıştır, doğru değildir. Aslında mücadelede bir bütünen niteliksel bir gelişme söz konusudur. Bunun anlamı da şudur; yani inkâr ve imha siyasetiyle sonuç alınamaz, bu sorunun çözümü için siyasal, demokratik yöntemler tek çözüm yoludur. Bunun mesajı verilmiştir.

-Türk ordusunun artan operasyonlarına karşı gerillanın eylemlilikleri de arttı. Oramar, son Bezele baskını ve Diyarbakır eylemleri Türkiye’de adeta bir şok etkisi yarattı. “Kırılma noktasına gelindi” sözüne karşılık durumun hiç de böyle gelişmediğini görüyoruz. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Son eylemlerin şok etkisi yaratması Türkiye’deki liderlerin üslubu ve tutumundan kaynaklanıyor. Basın-yayının gerçekleri yansıtmayan politikasından ileri geliyor. “Kırılma” tespiti yanlış bir tespittir, bir saçmalıktır. Türkiye’nin siyasi ve askeri liderleri sürekli psikolojik savaş üslubu kullanıyorlar. Psikolojik savaş üslubu demek aslında yalan söylemek yani gerçeklerin üstünü örtmek demektir. Karşı tarafı küçümsemek, onu kötülemek, kendini de abartmak demektir. Psikolojik savaş propagandası budur. Topluma gerçekleri söylemesi gereken liderler, gerçekleri söylemesi gereken basın-yayın organları sürekli psikolojik savaş üslubunu kullandı mı yalancı oluyorlar. Şimdi gerçekler halka söylenmediğinde, halktan gizlendiğinde gerçeklerin dışa vurumu yaşandığı zaman bir şok yaşanıyor, bir tepki yaşanıyor. Bezele eylemi öyle şok yaratacak bir eylem değildir. Onun öncesinde Oramar eylemi vardır, yine Gabar eylemi vardır. Aynı düzeyde başarılı eylemlerdir. Daha öncesi de vardır. Niye şok olunuyor? Çünkü toplum farklı bilgilendirilmiş, gerçekler yansıtılmamış, gizlenilmiştir. “Kırılma noktasına gelindi” deniliyor.
NE BAŞARISI, GENERALLERİN DÖNEMİNDE GERİLLA BÜYÜDÜ
Şimdi işin gerçeğinin böyle olmadığını İlker Başbuğ paşa çok iyi biliyor. “Kırılma noktası” değil, PKK’nin yeniden güçlenme ve toparlanma noktası gelişmiştir. Bu kadar ters bir tespit yapılıp, topluma yaydırırsan, sonra da gerçekle karşılaşırsan toplumda bir şok havası gelişir. İşin esası budur. Bu yalana dayalı psikolojik savaş üslubunu bırakıp, gerçeklere dönmek gerekiyor. İşin gerçeği açık açık tartışılırsa bir çözümü de gelişir. Daha akılcı politikalar da böylece gündeme gelebilir ve pratikleşebilir.  Kendine göre kurgular kuracaksın, sürekli bir hayal dünyasında yüzeceksin, buna göre toplumu yönlendireceksin ve sürekli bununla yaşamayı esas alacaksın. Bu ne biçim bir yaşamdır? Emekli bir generaldir, kendisi yirmi yıl savaşmış, sonuç almamış. Onun bulunduğu dönemde gerilla Kürdistan'da yüz, yüz elli kişiymiş, şimdi on bine çıkmış, onun sorumluluğunda bu büyüme yaşanmış, kalkıp başarıdan söz ediyor. Ne başarısı? Eğer Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre gidilirse senin durumun yargılamalıktır. Senin denetiminde bu büyüme olmuştur. Gerçekleri biraz itiraf edersen, ne olacak? Hayır, o ayranı kabarık, sürekli “Biz yenilmez bir gücüz, aşılmaz gücüz, şöyle-böyle yapmışız” diyor. Sen yapmış olabilirsin ama sonucu nedir? Sonuçta eğer PKK hareketi bir avuç insandan bugün milyonlara ulaşmışsa bu senin hiçbir sonuç elde edemediğini, başarısız olduğunu, yanlış olduğunu ve yolunun doğru bir yol olmadığını ortaya koyar. Bunda ısrarın ne anlamı vardır? Toplumu kandırmanın, yanlış yönlendirmenin ne anlamı vardır? Güneş balçıkla sıvanamaz. Kimse gerçekleri örtemez. PKK hareketi de genelde Kürt toplumu da bugün mücadele tarihinin en güçlü dönemindedir. Bunu hiç kimse gizleyemez.
İKİLİK YAŞAYAN ÖRGÜT GÜN ORTASINDA TABUR BASABİLİR Mİ?
Bizim öyle kendimizi abartma, çok beğenme gibi bir durumumuz yoktur. Biz çok çok güçlendik demiyoruz. Bizim çok yetersizliklerimiz de vardır. PKK kongresi oldu. Biz kongrede özeleştirilerimizi verdik. Çok önemli yetersizliklerimiz var. Kendi ideolojimizin, felsefemizin gereklerini henüz tümüyle yerine getirecek bir düzeye gelemedik. Önder Apo’nun felsefesine denk bir derinleşme ve ona denk bir yoldaşlık düzeyine ulaşmada yetersizliklerimiz vardır. Ama onların söylediği gibi kırılma noktasına gelme, ikililik yaşama gibi bir durum söz konusu değildir. PKK’de fedailik vardır. En üstten, en alta kadar herkes bu mücadelenin bir neferidir ve bir fedai gibi bu hareketin yüce amaçlarının hayata geçmesi için kendisini katmak durumundadır. Herkes şimdi bunu daha ileri bir düzeye çıkarma çabası içindedir. İşin gerçeği budur. Şimdi bu gerçek üstü örtülerek, kırılma yaşanıyor deniliyor, örgüt içerisinde ikililik var ve örgüt zayıflamış, sempatizanlarına moral vermek için bu eylemleri yapıyor” deniliyor. İnsaf! Bir ikililiği yaşayan, tereddüdü yaşayan bir güç gündüz gözüyle kalabalık bir grupla bir taburu hem de fedai bir biçimde basabilir mi? Göğsünü tanka, topa gere gere hedefin üzerine gidebilir mi? Kim canını yerde bulmuş? Gidin, şehit düşen o insanların hayat hikayelerini okuyun, hepsi aydınlanmış nitelikli insanlardır. Yani güçlü bir moral, güçlü bir inanç ve kararlılık olmadan böyle bir eylem olabilir mi, mümkün müdür? Şimdi gerçekleri çarpıtmamak gerekiyor.
‘GERÇEKLERİ TOPLUMLA PAYLAŞMANIN ZAMANI GELMİŞTİR’
“Sorun dışarıdan kaynaklıdır” diyorlar. Ama Erzincan, Bingöl’deki eylemler de var. Bingöl’deki karakol baskınını yansıtmadılar, “Yoldan geçen devriye arabası taranmış ve iki kişi ölmüş” diye basına verdiler. Halbuki Tezvan eylemi Bezele eylemi gibi bir karakol baskınıdır, hatta ondan daha keskindir. Bu eylemde 30 civarında asker ölmüş ve bir skorsky helikopteri düşürülmüştür. Neden bunu basına vermediler? Çünkü onu verseler izah edemezlerdi, açıkları ortaya çıkacaktı onun için toplumdan gizlediler. Ama Bezele eylemini veriyorlar. “Sınıra dört km. yakındır, hepsi güneyden gelmiş” diye verdiler. Bunu gerekçe yaparak, kendi şiddet politikalarına zemin oluşturmak istiyorlar. Ama açıklarını bu tür yöntemlerle kapatamazlar. Bu dönem artık geçti, gerçeklerin toplumla paylaşılma zamanı gelmiştir. Bu sanırım onlar için bir gurur meselesi de olmuş. Biz de fazla zorlamak istemiyoruz, hatta bazen şunu da söylüyoruz, tamam siz yiğitsiniz, başarılısınız, kahramansınız ama lütfen bu toplumsal olayı da görün. Bilin ki siz bir toplumu silah dipçiğiyle yola getiremezsiniz. Bunu da görün. Ciddi bir gurur meselesi yapma durumu da var. Her yeni gelen genelkurmay bir tasarıyla ortaya çıkıyor. Yeni projeler çiziyor. Şöyle-böyle sonuca gideceğiz, diyor. Ama hangisi bir sonuç elde etti? Artık derler ya külahı önüne koyup, düşünmek gerekiyor, bence Türkiye için söylenecek olan şey budur. Biz bu konuda oldukça mütevazi yaklaşıyoruz. Çözüme dönük çabalar olursa biz buna en makul ölçülerle yaklaşırız ama gerçeklerin örtülmesine, durumların farklı gösterilmesine karşı da gereken tutumu alırız.
Bugün yine daha fazla şiddet dayatılmak istenmekte, daha fazla saldırı dalgası geliştirilmek istenmekte, bunda kimsenin kazanacağı yoktur ama biz elde ettiğimiz mevcut tecrübe düzeyi, mevcut birikimimizle kendimizi savunacak güçte olduğumuzu, bize dönük geliştirilecek saldırıları boşa çıkaracak yetenekte olduğumuzu da herkese göstereceğiz.
KERKÜK’Ü KÜRTLERDEN AYIRMAK İSTİYORLAR
-Diyarbakır’da polis aracına yönelik gerçekleşen eylem de değişik boyutlarıyla tartışılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu eylemle adeta “Sorunu öyle Irak’ta veya başka yerde aramayın sorun burada Amedin merkezindedir” denilmiştir. Bu açıdan bu eyleminde bu anlamıyla siyasi bir mesaj içerme durumu söz konusudur. Aslında iki eylem birbirini tamamlamıştır. Doğru değerlendirilirse daha doğru sonuçlara gitmek mümkün olacaktır. Biz bu çerçevede şunu söylüyoruz, yaşanan son gelişmeler de bir kez daha şunu ortaya koymuştur; Kürt halkı bu dönemde mutlaka bir stratejiye sahip olmalı dayanışma içinde olmalı ki kendisi üzerindeki oyunları boşa çıkarabilsin, bölgedeki diğer halklar gibi bir irade olabilsin. Kürt halkının iradesi var mı yok mu, iradesi tanınacak mı tanınmayacak mı konusu bizim için çok önemlidir. Görüyoruz, karşıt devletler iradesizleştirmeyi esas alıyorlar. Bunun için Kerkük’ü Kürtlerden ayırmak istiyorlar. Çünkü Kerkük’ün maddi zenginliği irade olmada doping etkisi yapabilir, onun için karşıdırlar. Biz de buna karşı toplumumuzun bir irade olmasını tabiî ki savunacağız. Bu ulusal bir tutumdur ve her yurtsever Kürdistanlının da bunu böyle ele alması gerekir diye düşünüyoruz. Bu temelde biz tüm yurtsever demokratik çevrelere tabi çağrı yapıyoruz. Çağrımız ulusal bir strateji oluşturalım, ulusak birlik tutum ve davranışını bu önemli dönemde daha fazla geliştirelim. Düşmanın politikalarına yem olmayalım, alet olmayalım, zemin sunmayalım. Temel çağrımız budur.    Devamı yarın…(Kurdistan-post.org)

0 Yorum: