Tuesday, October 14, 2008

Hasan Bildirici’denTürk medyasına cevap: “Silah bırakmak”

Hasan BildiriciPKK'nin silah bırakması

PKK çevrelerinden gelen itirazlar

İlk adım: PKK kayıtsız şartsız silah bırakmalı

Hasan Bildirici  www.kurdistan-post.com 

Doksanlı yılların başında benim de bir dönem sorumluluğunu yaptığım PKK’ye yakın Kürt basınına Hizbullah haberleri satan Ruşen Çakır, kapağı attığı Türk medyasında PKK uzmanı oldu. Olabilir, ne de olsa orta okul ve lise eğitimini Kürt alanlarında tamamladı. Kürtlerden aldıkları PKK ve Kürt bilgilerini, Türk medyasında paraya çevirmek bir Türkiye alışkanlığıdır. Bunu televizyonların dandik yumrukçusu Yalçın Küçük daha iyi yapıyor.

Daha önce Paris’te, evinin kirası da dahil günlük gazete ve telefon paralarını PKK’ye ödeten Yalçın Küçük bakın ne diyor:

“PKK’ye karşı mücadelede Genelkurmay beni dinlemek zorunda!”

Bu işler ne yazık ki böyle... Türkiye aynı zamanda aklından zoru olanların ülkesi.

Türk medyasında Kürtler ve PKK ile ilgili basit bir sınav var. Kürt hak ve özgürlüklerine yakın olanlar, PKK isminin eklerini farklı kullanırlar. İşte örnek:

“PKK’ye” veya “PKK’nin...” Bu Kürtlerin ve dostlarının kullandığı tarzdır.

Genelkurmay güdümündeki basının ve kişilerin kullanış biçimi ise şöyle:

“PKK’ya veya PKK’nın”...

Fark nerede diyeceksiniz.

Biri PEKEKE olarak okuyor...

Ötekisi PEKAKA olarak okuyor...

Türk medyasının PKK’yi, “KAKA” yapmasının ince bir metodudur bu.

Daha önce Kürt basının da PEKEKE diye yazan Ruşen Çakır, Türk medyasına gidince elbette PEKAKA diye yazacak.

Vatan Gazetesinde yazan Ruşen Çakır, PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakmasını buyurmuş. İyi etmiş. Kürtlere daha önce resmi rakamlara göre nasıl olsa 29 kez silah bıraktırılmış. Bir de Türk basınının yeni yetmesi Ruşen Çakır bıraktırsa ne olacak!

Bu “kayıtsız şartsız” lafını duyunca ben biraz fitil oluyorum. Benim gibi fitil olan mutlaka başkaları da vardır.

Peki bizi böyle fitil eden ne? İsterseniz bunu kısa bir özetini çıkaralım:

Satırla doğranmış veya yakın mesafeden beyni patlatılmış Kürt yurtseverlerin hala kan damlayan tabutlarından yeterince gömdük. Türk devletinin tetikçilerinin bakışlarıyla vaktinden önce yaşlandık. Vurulduk, dağıtıldık, şehirlerin ve başka ülkelerin izbe köşelerine savrulduk.

Artık rüyalarımızda kendi cenaze törenlerimize katılıyor, karanlık bir gölgenin arkamızda yürümesini kaldıramıyoruz.

İlkokullarda ağızlarımızdan tek Kürtçe sözcük kaçırdığımız için parmak uçlarımızdan sopa yedik. Dökülen tırnak yerlerindeki pembelikten yeniden tırnak çıkmasını dilimizi sürterek dört gözle bekledik. Sınıfça geceleri altımıza işedik. Çıldırıp okullardan kaçtık, yakalandığımız dağ ve vadilerde yediğimiz jandarma dipçikleriyle yeniden yatılı okullara taşındık.

Bize yasak bir dil verdikleri için anne ve babalarımızdan nefret ettik.

O sıralarda ırkçı Türk bürokrasisi şöyle buyuruyordu:

“Türk olmayanların Türklüğe kölelik yapmaktan başka seçenekleri yoktur.”

O vakitler de Kürtlüğe ait en ufak bir ifade vatana ihanet olarak değerlendiriliyordu. O zamanlar da korkaklar ve hainler sokakta Kürtçe konuşmanın Türk milliyetçiliğini kışkırttığını söylüyorlardı.

Kürtçe yasağının girdiği 1982 anayasasına ret oyu vermenin ordunun iktidarını desteklemek anlamına geldiği söyleniyordu.

Diyarbakır zindanında tutsaklara pislik yediriliyor, cop sokularak kuyruklu Kürt yaratılıyordu. Şimdinin “Kürt yatıştırıcıları” o zaman bunları görmüyor, duymuyor, ama şimdi keşke bunlar olmasaydı diyorlardı.

Zaman değişiyor, fakat Kürtlüğün yasak kalemleri çoğalarak sürüyordu.

“Kürtçe konuşmaya evet, ama Kürtçe politikaya hayır,” deniyordu.

Kürt çocukları, ırk cumhuriyetinin Kürtlüğü yasaklayan bütün kanunlarını paçavraya çevirdikten sonradır ki, Türklüğün tatlı su yazarları “Kürt sorununu çözmek gerek” diyorlar.

Buldukları çözüm ise şu: PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakması! E sonra? Sonrası yok. Varsa bile bu son, resmi rakamlara göre 29 sondan başka bir son değil...

Kürt tarihi zaten bu tür Türk numaralarından ibaret.

Düşünsenize PKK’liler silah bırakmış. Dağdan yorgun argın şarkı mırıldanarak iniyorlar. Haydi diyelim en iyimser tablo ile bir de af çıkmış. Yani hapse alınmayacaklar. Doğru askerlik şubesine... Daha önce bir yazımızda demiştik: Yozgat, Samsun veya Trabzon’da Sakaryalı bir çavuşun emri altında Avrupa’dan sürgünden dönen aydınlarla, dağdan gelen gerilla komutanları taburun bulaşıklarını yıkayıp göz yaşartıcı soğanlarını doğruyorlar. Belden aşağı hakaret etmeye pek hevesli milliyetçi çavuşlar ise dağdan ve Avrupa’dan gelenlerin arkasında dolaşıp duruyor.

Bunu abartı mı sanıyorsunuz?

İşkencelerden geçen mağdurlardan bir sorun bakalım. Türk sorgucular en çok ne tür işkenceler yapar? Türk çavuşlar en çok hangi küfürleri ve el hareketlerini kullanırlar?

Onu da geçelim, PKK’den binlerce kişi silah bırakıp ayrıldı. Bunlar neredeler? Vatandaşı oldukları Türkiye’nin hangi güvenlik çemberi içindeler?

Benim Ruşen Çakır gibi danışıklı yazarlara diyeceğim şey şu: Kürtlerin kıyısında köşesinde dolaşıp durmuşsunuz, ama Kürtleri anlayamamışsınız.

Bakın biz de diyoruz ki, PKK kayıtsız şartsız silah bırakamaz. PKK, kayıtsız şartsız silah bırakırsa, Kürt özgürlük mücadelesini devretmiş olur.

Kürt sorunu kayıtsız şartsız bir sorun değil ki, PKK kayıtsız şartsız silah bıraksın. Hem Türk ırk birlikleri Kürdistan’daki eski konumunu sürdürecekse, eğitim ve yönetim sistemi aynı kalacaksa, Kürt sokaklarının güvenliğinden(siz bunu güvensizlik olarak anlayın) katil sürüleri sorumlu olacaksa, Cizre tank taburu canı sıkıldıkça kışladan çıkıp Cudi’yi dövecekse hangi sorun çözülmüş olacak?

Bir isyanı bitirmeden diğer isyana çağrı yapmanın adıdır bu.

Biz teşhisimizi yenileyeyim: Türk devleti, basını ve bürokrasisi Kürt sorununu çözemez. Bir insanın, bir hayvanın, bir geminin gücü bir yükü taşımaya yetmiyorsa yetmiyordur.

Sorunun Kürtlüğün stratejik düşmanı Türk devleti tarafından çözülmesini beklemek Kürtlerin en büyük yanılgısıdır. Türk devleti Kürt sorununu çözemeyecek, çürüyecek, sönecek, Osmanlı’da olduğu gibi uluslar arası operasyonlar yiyecek, fakat yine çözemeyecek...

PKK’yi kayıtsız şartsız silah bırakmaya davet eden Ruşen Çakır, önce kendini iç dünyasını ikna etsin...

PKK silah bırakacakmış da, Türk devleti bazı adımlar atacakmış!

Türk devletini en az bizim kadar tanıyan Ruşen Çakır Kürtlerin gözü içine baka baka yalan söylemekle ayıp ediyor.


Not: Avrupa veya Türkiye dışında dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan arkadaşlardan ilgi duyanlar, "Son Mektup" ve "Dönüşü Olmayan Yol" adlı romanlarımı isim ve adres bildirerek benden isteyebilirler... Saygılarımla... Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com

0 Yorum: