Monday, September 1, 2008

Yorum - Çözüm silahta değil demokratik yollarda

leyla zana

EMRULLAH BEYTAR*Silahların konuşulmadığı, demokratikleşmeye direnç gösteren kurumların inisiyatif sahibi olamadığı bir süreçte demokratikleşme sürecinin hız kazanması ve bu süreçle beraber toplumsal barış ve huzurun tesis edilmesi de kaçınılmaz olacaktır. Geçmişte olmayan ama bugün var olan demokratikleşme sürecinin başarıya ulaşmasında silah ve şiddet önemli bir engeldir.

‘PKK NASIL SİLAH BIRAKIR, KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?’

PKK Türkiye’deki antidemokratik uygulamalar neticesinde kurulan, Kürt sorununun bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Kürt sorunu tarihî süreci ve gelinen noktada Kürtler’in ve PKK’nın tavırlarının süreci olumlu veya olumsuz etkileyecekleri bir gerçektir. PKK neden demokratikleşme sürecine katkı sunmalıdır sorusunu Kürt sorununun tarihî süreciyle cevaplamaya çalışalım. 

Kürtler ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilk resmî ilişkiler 1514’e dayanır. Kürtler, İran’daki Safevi İmparatorluğu ile Osmanlılar arasında meydana gelen Çaldıran savaşında Osmanlılar’ın yanında yer almışlardır. Böylelikle Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu içinde de özerk yönetim tarzlarını devam ettirme olanağını elde etmişlerdir. Bu özerklik 19. yy’a kadar fazla bir sorun çıkarmadan devam eder. Osmanlılar 19. yy’ın başlarında İmparatorluk yapısını merkezileştirmeye başlayınca Kürtlerin özerk yapıları da sınırlanmaya başlamıştır. Bu sınırlandırma ilk Kürt isyanının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu tarihten Osmanlının yıkılışına kadar birçok Kürt ayaklanması baş göstermiştir. Birinci dünya savaşından sonra imzalanan Sevr Anlaşması ile Kürtler’in bağımsızlığını sağlayacak bir maddenin varlığına rağmen 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasıyla, Sevr Antlaşması geçerliliğini yitirmiş oluyordu.

TÜRKİYE’NİN KURULUŞU VE KÜRT SORUNU

Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlılar’ın birçok sorununu da devralmıştır. Bu sorunlardan birisi de halen devam etmekte olan Kürt sorunu olmuştur. Mustafa Kemal, Anadolu’ya geldiğinde, Kürtler’e yeni kurulacak olan devlette eşit haklara sahip bir konum sözü vermişti. Ancak Anadolu’daki uygulamaları ve teşkilatlanma şekli, gerçek amacının böyle olmadığını gösteriyordu. Bunun üzerine önde gelen Kürt çevreleri muhalefet hareketini başlattılar. 1920’de Dersim’in batı bölgesinde Koçgiri Kürt ayaklanması başlar. Bu hareketin öncülerinin bağımsız bir devletten, özerkliğe kadar birbirinden çok farklı taleplerde bulunmaları neticesinde Kürtler’in büyük bir kesimi harekete destek vermekten kaçınmışlardır.

Bu hareket Mustafa Kemal’in yeniden şekil verdiği ordu ve paramiliter gruplar tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bu hareketin bastırılmasıyla birlikte Kürtler’in legal zeminde siyaset yapma olanakları kaybolmuş oluyordu.

1924 yılında Türkiye topraklarında yaşayan bütün milletler ve etnik grupların yok sayıldığı ve herkesin ‘Türk’ sayıldığı bir anayasaya geçildi. Bu anayasa ile etnik kimliklerinin inkâr edildiğine inanan Kürt halkının önemli bir kısmı demokratik yollarla mücadele etmenin olanaksızlığına inanarak silahlı mücadeleyi kaçınılmaz görmüşlerdir. Kürt bölgesinin en önemli eğitim kurumları olan medreselerin kapatılması 1925 ayaklanmasının fitilini çekmiştir. 1924 ve 1925 tarihlerindeki ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırılmış olduğu gibi bu son ayaklanma resmî ideolojinin Kürt sorununa yönelik politikalarını resmileştiren ‘Şark Islahat Planı’nın’ hazırlanmasına sebep olmuştur. Türk siyasetçileri bu programdan ‘reform planı’ olarak söz ederken, Kürt tarihçileri bu planı asimilasyon, sürgün/zorunlu göç ve kitlesel katliam olarak tanımlamaktadırlar. Farklı görüşler olsa da, kesin olan bir şey var: Bu plan, bugüne kadar, mimarlarının hedeflediği hiçbir sonuca ulaşmadı. Ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırılmış olsa da Kürt halkı propagandasını yaptığı hiçbir istemden vazgeçmedi.

KÜRTLER’İN YOK SAYILMASI-GÖÇLER

Bu dönemde devlet ideolojisi, siyasal düşüncenin de temelini oluşturuyordu. Her şey devlet için yapılmalı düşüncesi artık resmî parola olmuştu. Türk devleti ve Türk ulusu kimliği düşüncesine dayanan resmî ideolojinin uygulanışı, etkisini Kürtler üzerinde göstermiştir.

1930 sonrasının tinsel ortamında, Kemalist tek parti iktidarı tarafından, Kürtler konusundaki yeni yasalar da dahil olmak üzere, tam bir şovenist milliyetçilikle her geçen gün antidemokratik uygulamaların dozajını artırarak sahneye koymuşlardır. Tunceli yasaları adı altında bir dizi yasal düzenlemelere gidilmiş ve 2510 sayılı yerleşim kanunu ile Kürtler’i batı bölgelerine göçe zorlamış ve bu uygulama ‘Dersim Ayaklanması’ adı verilen ve kanlı bir şekilde bastırılmış olayın meydana gelmesine zemin hazırlamıştır.

1949’dan sonra Türkiye’nin çok partili sisteme geçişiyle birlikte birçok Kürt sorunun yeni oluşacak parlamentoda çözülebileceği inanç ve ümidiyle siyasal partilere aktif bir şekilde katılmışlarsa da bu ümitleri kısa bir süre sonra ümitsizliğe tahvil olmuştur. 1959’da, 49 Kürt aydının yargılanışı ve tutuklanışı, Kürt sorununu yeniden gündeme taşımıştır.

DEĞİŞEN BİR ŞEY OLDU MU?

1960 askerî darbesinden sonra Kürtler’in entelektüel lider kadrolarının çoğunluğu o dönemde cazibe merkezi olan Türkiye İşçi Partisi’nde aktif görevler almaya başlamış ve onbeş milletvekili ile parlamentoda temsil hakkına kavuşmuş bulunan bu parti 1971 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır. Gerekçe ise; bu partinin, Kürtler’i ayrı bir halk olarak görmüş olmasıydı. Türk solu olarak adlandırılan diğer sol teşkilatlar ise, Kürt sorununu salt ekonomik kalkınmışlık boyutu ile ele almışlardır. Onlara göre, Türkiye’de sosyalist bir iktidarın kurulmasıyla, Kürt sorunu kendiliğinden çözülebilecekti. Bu düşünce kendi sorunlarının çözümüyle ilgilenen Kürtler’i tatmin edebilmekten çok uzaktı. Bundan dolayı Kürtler legal ve illegal zeminlerde teşkilatlanmaya başlamışlardır.

Kürtler’in kültürel haklarının tanınması gibi konuların devlet mekanizmasına yakın çevrelerce savunulmaya başlanması Atatürk’ün özel sekreterliğini yapmış olan Ahmet Hamdi Başar’ın 1962’de çıkarmış olduğu ‘Barış Dünyası’ isimli dergiyle başlamıştır. Fakat bu girişim kısa bir süre sonra susturulmuştur.

12 Mart 1971 askerî darbesi Türk solunu ve Kürt teşkilatlarını bastırmayı hedef almıştır. Yüzlerce Kürt tutuklanmış ve çoğu mahkum edilmiştir. Bu askerî darbe sonucunda birçok illegal Kürt teşkilatlanmaları oluşmuştur. Darbeciler 1980 yılında ülkenin müstakbel siyasal yaşamına köklü bir yön vermek için yönetime el koymuşlardır. Neticede siyasal özgürlükleri önemli ölçüde kısıtlayan yeni bir anayasa hazırlatmışlardır.

Askerî rejimler bütün demokratik kurumlara acımazsızca saldırmışlardır. Bu rejim dönemlerinde sadece Kürtler’den onbirlercesi tutuklanmış ve vahşice işkence edilmiştir. 1984’te PKK silahlı mücadeleyi ilan etmesiyle Türkiye cumhuriyeti ekonomisinden, siyasal sisteminden ve en önemlisi halktan çok önemli kurbanlar almıştır. Devlet’te etkili olan bir kısım Kemalist elit ‘Şark Islahat Planı’nın başarıya uğramasından sonra, Kürt sorununu militarist yöntemlerle çözmek için iyi bir fırsat olarak görmüşlerdir.

Kürt sorununu çözmeyi programına koyan birçok parti Anayasa mahkemesi tarafından kapatılarak Kürtler’in legal zeminde kalmalarına izin verilmemiştir. Bugüne kadar bütün siyasi iktidarlar Kürt sorununun çözümünü, güvenlik bürokrasisine havale ederek sorunun kangrenleşmesine sebep olmuşlardır. Sayın Erdoğan’ın Diyarbakır’da Kürt sorununun varlığını kabul etmesi ve ‘Devlet’in de hata yapabileceği yönündeki sözleri, devletin demokratikleşmesine ve toplumun özgürleşmesine, Kürtler’in devletle barışmasına katkı sunmuştur.

dep-milletvekili-dogan-gozaltina-alindi-2-mart-1994

PKK KÜRTLER’İN GELECEĞİ İÇİN SİLAH BIRAKMALIDIR

Türkiye’nin Avrupa Birliği süreciyle beraber siyasal mekanizmalarını evrensel demokrasinin standartlarına uygun modernleştirme çabası içine girmiş, son üç yılda bu modernleştirme hareketinde bir duraklama olmuşsa da hükümetin bu hareketten vazgeçmediğini yetkili ağızlardan duyabilmekteyiz. Türkiye’deki mevcut hükümet ve parlamentonun modernleşme projesini başarıyla tamamlaması halinde bugün var olan sorunların tamamının ortadan kalkacağı kuvvetle muhtemeldir.

Bugün tüm antidemokratik yapılanmalara ve militarist, şovenist kemalist anlayışa rağmen siyasal mekanizmalarını evrensel demokrasinin standartlarına uygun modernleştirme gayreti içerisinde bulunan bir hükümet ve parlamento bulunmaktadır. Bu dönüşüm yavaş oluyor olsa da Kürtler’e düşen görev bu dönüşüm sürecinden demokrasi ve özgürlükten yana tavır almak olmalıdır. Çünkü bu antidemokratik yapılanmalardan ve istibdattan dolayı en fazla zarara maruz kalmış olan kitlelerden birisi de Kürtler olmuşlardır. PKK’nin ortaya çıktığı 1971 ve sonrası süreç ile bugünkü sürecin birbirinden çok farklı olduğu açıktır. Bundan dolayı PKK bu demokratikleşme sürecine herkesten daha çok katkı sunmalıdır. Çünkü varoluş sebeplerini ‘antidemokratik uygulamaların varlığı ve yaygınlığı’ şeklinde tanımlayan bir hareketin demokratikleşme sürecine karşı direnç göstermesi varoluş felsefesine aykırılık teşkil etmektedir.

Bugün bu tür antidemokratik uygulamalar varsa da geçmişe kıyasla önemli bir azalma gösterdiği açıktır. Silahların konuşulmadığı, demokratikleşmeye direnç gösteren kurumların inisiyatif sahibi olamadığı bir süreçte demokratikleşme sürecinin hız kazanması ve bu süreçle beraber toplumsal barış ve huzurun tesis edilmesi de kaçınılmaz olacaktır.

Geçmişte olmayan ama bugün var olan demokratikleşme sürecinin başarıya ulaşmasında silahın ve şiddet önemli bir engeldir. Bu süreçte silah Kürtler’e ve Ortadoğu halklarına faydadan çok zarar getirdiği açıktır. Bundan dolayı PKK silah bırakmalı ve demokratikleşme sürecine katkı sunmalıdır. * Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı / emrullahbeytar@gmail.com taraf

0 Yorum: