Friday, September 5, 2008

Göçün sosyal, kültürel ve psikolojik boyutları

Köyde paylaşım, dayanışma, komşuluk, akrabalık, samimiyet ve namus gibi değerlerle yetişen bu insanlar; kentte her şeyin metalaşması ve yabancılaşmanın yoğun yaşanması nedeniyle kültürel ve sosyal uyumsuzluk yaşamaktadırlar

goc_yasli

Göç, olağan dışı koşullarda yaşayan çocuklarda görülen stres, bellek bozukluğu, alkol-uyuşturucu bağımlılığı, öfke, düşmanlık, huzursuzluk, içe kapanma, panik, ölüm korkusu, duygusal tepkisizlik, dalgınlık gibi sonuçlar doğurmuştur
Göç kavramı, her ne kadar demografik bir değişim hareketi olsa da beraberinde sosyal, siyasal, kültürel psikolojik boyutları olan bir değişim olgusu olarak ele alınmalıdır. Bu olgu göç ettirilen veya göç eden tarafı etkilediği gibi göç edilen yerlerde yaşayanları da etkilemektedir.
Türkiye'de 78 yıllık Cumhuriyet tarihine bakıldığında Kürt göçünü 3 ayrı dönemde ele alabiliriz. İlki, l. Dünya Savaşı sonrasında çıkarılan İskan Kanunu çerçevesinde Kürt önderlerin, aydınların, isyana katılan insanların devlet eliyle Ege, Trakya, İç Anadolu bölgelerine asimile olmaları için yerleştirilmeleridir. Göç ettirilen bölgelere bakıldığında orada yaşayan insanların siyasal eğilim olarak milliyetçi, ırkçı bir yapıya sahip olmaları nedeniyle göç ettirilenler ile yerinde kalanlar arasındaki sosyal bağlar kopartılmaya çalışılmıştır.goc_tablosu


İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ekonomik nedenlerle yaşanan bir göç hareketi görüyoruz.
Yukarıda tablodan da anlaşılacağı üzere birçok yerde İstanbul'a olan göç düşerken, Doğu ve Güneydoğu'da göç veren nüfus artmıştır. Özellikle 1980'li yılların orta larından itibaren bu daha çok artmıştır. Üçüncü göç dalgası ise 1980'lı yılların ortalarından itibaren önceki göçlerden farklı olarak devlet inisiyatifini aşmış olarak gelişti. Bu göç devletin stratejisini de boşa çıkartan bir şekilde gelişmiştir. Devletin planladığı asimilasyon, tarım toplumundan kapitalist toplum içerisine çekme ve ucuz maliyetli emek düzeyine çekmek tam olarak gerçekleşmedi. Bu dönemde koruculuk sisteminin yaygınlaştırılmak istenmesi, bazı bölgelerin mayınlanması ve çatışmaların gerekçe gösterilerek boşaltılması, ayrıca barajların yapılması bahanesiyle boşaltılan köylerin büyük bir demografik hacme sahip olduğu görülüyor. Köylerinde üretim koşulları engellenen (ekinleri ekip biçilmesine izin verilmemesi, hayvanların yaylaya çıkarılamaması) halkın kentlerden de alışverişine ambargo konulması, yaşam kaynaklarından yoksun bırakılan halkı göçe zorlamıştır. Ekonomik yaptırımlara rağmen göçmeyenlere karşı ise askeri zor kullanılmıştır.
1990'lı yıllara kadar Diyarbakır ili dışarıya göç veren konumdaydı. 1990'lardan sonra büyük bir hızla göç almaya başladı. Bu göç gönüllü değil zorunlu idi. Daha önce geçim sıkıntısı, toprak azlığı, eğitim ve sağlık yetersizliği gibi nedenlerle göç eden insanlar, 1990 sonrası adeta can pazarına dönüşen Bölge'de, köy yakılması ve gelişen olaylar nedeniyle yerlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Göç nedenleri şöyle sıralanabilir;
Gıda ambargosu uygulaması
Yaylaların yasak nedeniyle kullanılamaması
Koruculuğun zorla dayatılması ve bu nedenle köylerin korunamaması
Faili meçhul cinayetler ve kaçırma olayları
İşkence ve gözaltına alınma korkusu
Meçhul kişilerin para toplaması, askeri operasyonların devam etmesi
Can güvenliği nedeniyle eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin olmaması
Tarım ve hayvancılıktaki üretimin azlığıyla gelişen yoksulluk ve ekonomik sıkıntıların başlaması.

Daha önce köyde ürettiklerini kentte pazarlarken göç ettirilme ile birlikte üretim yapamaz duruma düşmüş, kentte yaşamını tüketici bir sıfatla geliştirmiştir.
Bu sonuç bile başlı başına Türkiye ekonomisi için bir kayıptır. Kentlerin var olan iş gücü kapasitesi mevcut olan nüfusa yetmezken bu yeni nüfusu emebilecek bir durumda olmadığından tamamen atıl bir iş gücü potansiyeli oluşturmaktadır. Bu sonuç insan kaynaklarını verimli kullanamamadan ötürü ekonomik değeri büyük olan kayıplara neden olmaktadır. Bu aynı zamanda göç ettirilen insanlar için de sosyal bir trajedidir. Göç olgusunun bir başka sonucu da en çok arazi ve arsa gibi alanları etkilemiş olmasıdır. Bu durumdan yararlanan kentli, spekülatif bir şekilde arttırılan arsa ve ev fiyatları karşısında bu tür gayrimenkullarını satarak bir başka kente göç etmişlerdir. Göç ettirilenler bu arsalarını yüksek oranda satamamışlardır. Bu sonuç, haksız kazanç alanları yaratmıştır. Bu göç hareketleri köyden kente, köyden metropollere ve kentten metropollere bir akış halinde olmuştur.
Göçün yarattığı demografik değişimler şu şekilde gözlemlenmiştir;
Göç eden nüfusun doğurganlığı kaynaktaki doğurganlığından düşüktür.
Göç edenler üretken, genç yaş gruplarında yoğunlaşmaktadır.
Göç alan yörelerde erkek nüfus daha ağırlıklıdır.
Göç eden nüfusun iş gücüne katılma oranı genel nüfusa göre düşüktür.
Göç eden halkın gündeminde öncelikle kente uyum sağlamanın ötesinde birinci derecede hayati sorun olarak barınma, giyinme, beslenme konuları önemli yer almaktadır. Kent ortamında her şeyin metalaştığı bir durumda yabancılık çeken göçerler için günlük geçim kaygısı önem kazanmaktadır. Metropolün üretim ilişkilerinin farklı olması onları bu gelir kaynaklarından uzak tutmaktadır. Özellikle göçerler ağır işleri kapsayan ve mesleki niteliği olmayan (hamallık, seyyar satıcılık, kapıcılık vb.) marjinal sektörlerde çalışarak beslenme giderlerini karşılarken, barınma ihtiyaçları için kentsel yapılandırmada bozuk yapılar niteliğinde oluşmuş gecekondularda yaşamaktadırlar.
Kendi köyünde tarım toplumunun kültürel değerlerini yaşayan göçerler, birtakım yeni kültürel değerlerle karşılaşmış, bu da kültürel uyum problemini yaratmıştır. Köyde paylaşım, dayanışma, komşuluk, akrabalık, samimiyet ve namus gibi değerlerle yetişen bu insanlar; kentte her şeyin metalaşması ve yabancılaşmanın yoğun yaşanması nedeniyle kültürel ve sosyal uyumsuzluk yaşamaktadırlar. Köyünde büyük aile tipi şeklinde yaşayan insanların, kentlere geldiklerinde akraba, hemşeri veya aşiret üyelerinin bulunduğu alanlara gelmesi, ailede beraberliğin devam ettirilmesi, ekonomik kazançların tek elde toplanması gibi eğilimlerin devam etmesine rağmen bu eğilimler kentteki yaşama karşı güç kaybetmekte ve kente denk düşen bireyciliğe dayalı yaşamın merkezileştiği görülmektedir. Bu durum şu sonuçlara neden olmaktadır,
Ailelerin parçalanması
Boşanmaların artması
İntiharların artması
Kentlileşememe sonucu sosyal bunalım yaşanması

Bu nedenle sonuçlar beraberinde egemen kültürün hakimiyetini de getirmiştir. Asimilasyonla birlikte egemen kültüre benzeşim sözkonusu olmuştur. Kendi kültürlerinden uzaklaştırılan insanlar kendilerini bu duruma düşürenlere karşı öfke ve kin duymuşlar, bu da toplumsal barış için olumsuz bir gelişim olmuştur. Toplumsal değişmenin bir toplumun tüm kesimlerinde aynı hız, oran ve yönde gerçekleşemediği sosyolojik bir gerçekliktir. Maddi kültürde daha hızlı bir değişim yaşarken manevi kültürde değişim aynı hızda olmayıp daha yavaştır. Bu değişim hızı ve nitelik farkından kaynaklanan pek çok sürtüşme ve uyumsuzluk, toplumsal çözülmeyi arttırmış ve anomik durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yağma, hırsızlık, mafya gibi yasadışı faaliyet ve organizasyonlar, kurulu ekonomik koşulların yerini almıştır. Bundan dolayı Kürtlerin yaşadığı kenar mahalle ve gecekondu gibi yaşamsal alanların dokuları bozulmuş ve boşaltılmış durumdadır. Kültürel yozlaşmanın yanısıra siyasal olarak da sınıfsal, ulusal, dinsel ayrışmalar, çatışmalar, provokasyona gelmeler, şiddet ve yıkıcı etkenler sağduyunun, barışın ve dayanışmanın yerini almaktadır. Bu durum mevcut siyasal sisteme tepkiyi geliştirmiştir. Aynı zamanda siyasal kurumlara olan güveni yitirtmiş, sosyal bütünleşmeyi bozmuş, sosyal çözülmeyi geliştirmiştir. Ayrıca Bölge içinde geliştirilen koruculuk sistemi köyleri boşaltmaya alet edilince zaten var olan husumet ve kan davaları daha büyümüş iç barışı olumsuz etkilemiştir. Ayrıca siyasal kurum ve kurallara azalan güven, göç ettirilen insanları yeni çözüm arayışlarına itmiş kendi çözüm yöntemlerini ve sistem dışı örgütlenmelere, çözümlere yönlendirmiştir.
Göç ettirilen ailelerin ikinci kuşak bireyleri bu güvensizlik ortamı içinde gelişmiş; kuşak çatışmaları nedeniyle evden kaçmalar, intiharlar, genç kızların fuhuşa teşvik edilmesini getirmiştir. Uyuşturucu ve uçucu madde bağımlılığı, dilencilik, sokaklarda mendil satma vb gibi sosyal sorunların ortaya çıkmasının yanısıra kriminal olarak da hırsızlık, gasp gibi sorunları da doğurmuştur. Göç eden insanlarda depresyon, aşağılık kompleksi, kendine güvensizlik, sezgi anlayışının tahrip olması, kendine ve başka bireylere saygı olgusunda tahribat gibi psikolojik sorunları da doğurmuştur. Bu tür psikolojik ve sosyal sorunlar yaşayan bireyler kendilerini ifade etmekten ve kendileriyle barışmaktan, toplumla uyuşmaktan, yaşamdan korkar hale gelmişlerdir.
Göçün eğitim boyutu
goc_cocuk
Yaşanan göçten en çok çocuklar ve kadınlar etkilenmektedir. Psikomatik rahatsızlıklar gözlemlenmektedir. Çocuklarda baş ağrısı, kulak çınlaması, terleme, mide yakınmaları, karın ağrısı gibi şikayetlerin yanısıra korku, gece altına işeme, içe kapanıklık, kendine güvensizlik gibi durumlara da rastlanmaktadır. Olağan dışı koşullarda yaşayan çocuklarda görülen stres, bellek bozukluğu, alkol-uyuşturucu bağımlılığı, öfke, düşmanlık, huzursuzluk, içe kapanma, panik, ölüm korkusu, duygusal tepkisizlik, dalgınlık gibi sonuçlar doğurmuştur.
Diyarbakır Tabipler Odası'nın yaptığı araştırmaya göre sağlığı olumsuz etkileyen nedenler şöyle sıralanabilir:
Aynı hanede 2-3 ailenin yaşaması
Yaşanan şiddete bağlı olarak gelişen ruhsal bozukluklar
İyi beslenememe
Isınamama
Temizlik koşullarının tam olmaması
İçme suyunun yetersiz ve pis olması
Atık suların düzenli tahliye edilmemesi
Katı atıkların rastgele atılması
Bu koşullar sağlıksızlığı arttırmasının yanısıra insanların tedavi olsa bile ekonomik zorluklar nedeniyle ilaçlarını alamaması sorunları daha da büyütmektedir. Özellikle bulaşıcı hastalıklar bu hastalıkların taşıyıcılığını arttırmaktadır. Göç alan kentlerde kısa surede ortaya çıkan aşırı nüfus artışı işsizlik yoksulluk ve olumsuz çevre koşulları yakın bir gelecekte salgın hastalıkların patlak vermesine neden olacaktır. Bu mevcut duruma rağmen sağlık kuruluşları ve personelinin yetersizliği olayın başka bir boyutudur.
Eğitim boyutuyla çocukların anadillerinin, kültürlerinin ve kimliklerinin yadsınması çocuklar tarafından bir aşağılanma olarak algılanmakta benlik saygıları zedelenmektedir. Okulda anlatılan konulara ve öğretmenlerle özdeşim kuramama, gerçek hayatla okul arasındaki tezadı arttırmaktadır. Bu durum çocukların okuldan kaçması, yaşıtlarıyla oyun oynamaması, sinirli ve kavgacı olmaları, okuldaki arkadaşlarıyla uyum problemlerini arttırmaktadır. Okulların mevcut kapasitesinin zaten var olan kent potansiyeline yetersizliği göçle birlikte bu sorunu fiziki olarak daha da arttırmıştır. Göç etmeyle birlikte köydeki okullar eğitim ve öğretime kapanmıştır. Şehir merkezlerindeki kapasiteleri 50- 60 iken göç alan semtlerdeki okulların sınıf mevcutları 100 civarına yaklaşmıştır. Bu durum öğretmenlerin yaklaşımını zorlaştırmış, zaten düşük olan eğitim kalitesi ve verimini düşürmüştür. Üniversite sınavlarındaki başarı düzeyinin düşüklüğü buna örnektir. Bu dönemde açılmaya çalışılan YİBO'lar (Yatılı ilköğretim Bölge Okulları) zaten sorunlu olan bu çocukları aile ortamından kopararak sorunu çözmek yerine var olan sorunları derinleştirmektedir. Özellikle YİBO'ların Bölge'de yapılmasının bir nedeni de asimilasyonu gerçekleştirmektir. Dikkat edilirse büyük bir çoğunluğu Bölge'de yapılmaktadır. Bunun yanısıra birçok çocuk çeşitli nedenlerden ötürü eğitim hakkından yoksun bırakılmaktadır. Göç eden ailelerin çocuklarında suç işleme oranlarının hayli arttığı gözlemlenmektedir. Bunların birçoğu çocuk mahkemelerinde değil yetişkinlerin yargılandığı mahkemelerde yargılanmaktadır. Bu çocuklar, ailelerinin geçimlerini sağlamak veya katkıda bulunmak amacıyla çok sağlıksız koşullarda ve düşük ücretle çalıştırılmakta, bu da çocuk işçiliğini arttırmaktadır. Birçok çocuk okula gitmek yerine sokaklarda mendil satmakta, boyacılık, tatlı, simit satma vb. işporta işlerinde çalışmak zorunda bırakılmıştır. Sonuç olarak bu göç ettirme politikasından en ciddi şekilde toplumların geleceğini oluşturan ve teminatı olan çocuklar olumsuz etkilenmektedir. Bu sorunların yeni toplumsal yaralara ve toplumun geleceğinin karartılmasına neden olduğu, çözüm bulunmazsa kangren haline geleceği ve onarılmaz toplumsal yaralara neden olacağı da ortadadır.
Abdullah Demirbaş*
*Görevden alınan Diyarbakır Sur Belediye Başkanı

0 Yorum: